Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21.Bölüm

@umay_6

Herkese yeniden merhaba canlarım.

 

Sizi direk bölüme bırakıyorum.

 

Oy ve yorum yapmayı sakın unutmayın!

 

Sizi seviyorum.

 

 

                                            🥀

 

 

 

Karanlık bir depodaydım. Ellerim ve ayaklarım bir sandalyeye bağlıyken deponun her bir köşesinde dizilen adamları seçtim. Tepemde cızırdayarak yanıp senen lamba içimde ki korkunun yansıması gibiydi.

 

O ışık her yandığında içim acıyor her kapandığında yüreğimde bir korku meydana geliyordu.

 

Ensemde dehşet bir acı varken öne eğilen başımı kaldırmak öylesine zordu ki parmak uçlarıma kadar uyuştuğumu hissediyordum. Bana her ne verdilerse etkisi geçmemiş olmalıydı.

 

"Uyandı." Dedi yabancı bir erkek sesi. "Haber verin." Birkaç adım sesi duydum ve daha sonra bir kapı gıcırdayarak açıldı ve gürültüyle kapandığında içeride hala adım sesleri vardı.

 

"İzgi Kara Alacahan." Dedi yine o yabancı erkek sesi. Başımı ağır ağır kaldırdığımda bir çift yeşil gözle karşı karşıya geldim. Sağ yanağında derin bir bıçak yarası vardı. Üç numaraya vurulmuş saçları, kemikli ve korkutucu çehresi irkilmeme sebep oldu. Bakışlarında nefreti, düşmanlığı görmeyi bekledim ama gözlerinde bunlardan hiçbiri yoktu. "Sonunda seninle tanışabilmek büyük bir şeref."

 

"Sen kimsin?" Diye sordum. Sesim kuru ve tahriş olmuş gibi boğuk çıkıyordu.

 

"Adımı duymuşsundur ama şahsi olarak tanışma şerefine nail olamamıştım sizinle." Dedi tok bir sesle. "Ama eşiniz," dedi nefretle. "Lider beni iyi tanır."

 

"Serenat yapma bana!" Dedim öfkeyle. Zihnimdeki bulanıklığın yavaş yavaş dağıldığını fark ettim. "Sana bir soru sordum. Şimdi boş konuşmak yerine soruma cevap ver."

 

Alayla güldü. Hatta o kadar çok güldü ki kahkahası kulaklarımda iğrenç bir hal aldı. "Rey de la muerte." Dedi bir anda İspanyolca konuşarak. Türkçeye nazaran ana dili gibi konuşuyor ve İspanyolca konuşurken sesi daha kalın çıkıyordu.

 

Kaşlarım çatıldı. Zihnimde buna benzer bir şey aradım ama öylesine silikti ki her şey kısa bir an kendi içimde bu lakabı daha önce nerede duyduğumu sorguladım ve hatırladığımda ona bakakaldım.

 

"Sen..." dedim hayretle.

 

Karşımda duran bu adam İspanya'nın kralıydı. Ölümün kralıydı. Canilikleriyle, acımasızlığıyla, merhametsizliğiyle bilinirdi.

 

Tıpkı Keskin gibi.

 

Bir zamanlar aynı yolda yürüdüğü ve yollarını ayırdığı dostu gibi.

 

"Bu ne hadsizlik!" Dedim öfkeyle. Bakışlarım etraftaki adamda gezindi. "Sizin karşınızda bir Alacahan var! Meclisin bir diğer Lideri var! Derhal çözün beni!"

 

"Senin de karşında bir Kral var İz." dedi.

 

"Sen İspanya'nın kralı olabilirsin Hector." Dedim nefretle. "Ama unuttuğun şey Keskinin bütün dünyanın hatta senin bile üstünde bir gücü sahip olduğu." Alayla güldüm. "Karşında Kralın karısı dururken bile hala onu taklit etmekten utanmıyor musun?" Bakışları kısıldı.

 

"Sen İspanya'ya istediğin kadar hüküm edebilirsin," dedim rahatça sandalyeye yaslanarak. "Ama Keskin bütün dünyaya hüküm ederken yanında esamen bile okunamaz." Dişlerini birbirine bastırdığında öfkeyle soludu.

 

"O bütün dünyaya hüküm ederken senin ona hüküm ettiğin gerçeğini ne yapacağız peki İz?" Dedi alayla. Bir hayli rahat ve sakindi. "Bir kralın zaafları olmamalıdır. Hele ki bu zaafı bir kadınsa o kral her daim yenilmeye mahkumdur."

 

Haklıydı.

 

Keskin bütün dünyaya ben ise ona hüküm ediyordum.

 

"Yanılıyorsun," dedim sertçe. "Hala zaaflarımızın, kaybetmekten korktuğumuz birilerinin olduğu gerçeği bizi yaşama bağlar ve sanırım sen hiçbir zaman bunu anlamayacaksın." Dediğimde bana bakakaldı. Uzun, çok uzun bir süre gözlerime baktığında gözlerinde ufacık da olsa yer edinen merhamet benim için miydi anlayamadım.

 

"Hector." Dedi başka bir adam aramıza girerek. "Yanında getirdiğin kadın bir kaçığın teki!" Dedi öfkeyle. Eliyle anlını tutarken ensesinden süzülen kanları fark ettim.

 

"Sakın bana onun kaçtığını söyleme!" Dedi öfkeyle Hector.

 

"Onu tutabilene aşk olsun!" Diye yükseldi yabancı adam. "Geldiğinden beri bir ağızımıza sıçmadığı kalmıştı zaten ama yakında onu da yapar hiç şüphem yok!" Dedi sitemle.

 

Hector sinirle gözlerini yumarken, "Isabelle Isabelle Isabelle." Dedi gazap dolu bir sesle. Adımlarını kapıya doğru atarken, "Şimdi seni benim elimden kim alacak bakalım?" Dedi.

 

Kapı gürültüyle kapandığında başımı geriye doğru atmış derin bir nefes almıştım ki ensemdeki ağrı kendini belli ettiğinde acıyla inledim.

 

Bu it herifler bana ne vermişlerdi?

 

...

Hector gideli yarım saate yakın olmuştu ki deponun kapısı gıcırdayarak açıldı ve bu yüzümü buruşturmama sebep olurken Silvanın sesini işittim.

 

"İz?!" Dedi garip bir neşeyle. "Görüşmeyeli bir hayli uzun zaman olmuştu." Dedi karşımda yer alırken arkasında Hectoru ve yanında öfkeyle soluyan oldukça güzel bir kadını gördüm.

 

Tıpkı benim gibi siyah saçları vardı ama onun saçları benimkinin aksine biraz daha dalgalı ve ince telliydi. Üstelik saçları beline değil göğüslerine kadar uzanıyordu ve tahminen sırtına geliyordu. Beyaz teniyle büyük bir uyum içerisinde olan lacivert gözlerine dolgun kırımız dudakları eşlik ediyordu ve üzerinde siyah straplez mini bir elbise varken diz kapağına kadar ulaşan siyah deri çizmeleri eşlik etmişti elbisesine.

 

Güzel bir kadındı.

 

Yanında ki adamın kötülüğüne yakışmayacak kadar güzel bir kadındı. Sana benziyor İz.

 

Onun da beni süzdüğünü fark ettiğimde kaşlarım havalandı ve görüş açıma Silvan girdi.

 

"Senin ki ülkeyi ayağa kaldırmış," dedi bir sandalye çekip karşımda otururken. "Ortalığın anasını ağlatmış desem daha olur." Kaşlarım çatıldı. Merakla ona baktım.

 

"Ne yaptı?" Diye sordum buz gibi bir sesle.

 

"Kıyamet," dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında daha tehlikeli bir gülümseme Hectorun yüzünde yer edindi. "Senin için bir kıyamet başlattı. Ülkede, hatta bütün dünyada bir katliam söz konusu ve bunlar sadece iki gün içerisinde gerçekleşti."

 

"İki gün mü?" Dedim şaşkınlıkla. İki gündür mü buradaydım yani.

 

"İlacın dozunu biraz kaçırmış olmalıyım." Dedi alayla.

 

"Kim bu kadın?" Naif sesin sahibine çevirdim bakışlarımı. Bir çift mavi göz yeşil gözle buluştuğunda Hectorun yüzünde ki bıkkınlığı okudum.

 

"İzgi Kara Alacahan." Dedi buz gibi bir sesle. Kadının kaşları çatıldı.

 

"Adını sormadım," dedi. Öfkelenmişti. "Kim olduğunu sordum."

 

"Kim olduğunu bilmene gerek yok," dedi Hector. Yeşilleri yeniden beni bulduğunda kadının da gözleri beni buldu. "Ama adını ezberlesen iyi olur." Kadının gözlerine yerleşen merakı gördüm. "Çünkü onu bir kez tanıyan birisinin onu unutması gibi bir ihtimal yok. Sen unutsan bile o bir şekilde kendisini hatırlatacaktır." Bu adam yine ne saçmalıyordu Allah aşkına?

 

"Bana olan hayranlığından şair mi oldun?" Dedim alayla. "Gerçi varlığım kadar yokluğum da koyar herkese."

 

"Yokuluğunun koyduğu doğru," dedi öfkeyle. "Ama bana değil, ona." Yutkunamadım.

 

"Burada ne işin var?" Diye sordum merakla. "Senin çıkarına yaramayacak hiçbir işte bulunmazsın."

 

Derin bir nefes aldığında, "İşin ucu ona dokunuyorsa İz." Dedi. Kastettiği Keskindi. "Benim varlığım değil yokuluğum seni endişelendirsin."

 

"Başladı yine edebiyat yapmaya." Diye homurdandı yanında ki kadın. Hector öfkeyle ona baktığında, "Ne?!" Dedi sinirle.

 

"Sabır ver Allahım!" Diye yakardı.

 

"Sende bu kadın olduktan sonra sen daha çok sabır dilersin." Dedi Silvan alayla.

 

"Ne o beğenemedin mi?" Diye sordu kadın. Adı neydi?

 

"Yeter Isabelle." Dedi Hector sertçe. "Biraz susta sessizliğinin verdiği huzurdan bizde nasibimizi alalım." Isabellenin mavilerine yerleşen kırgınlık anlıktı. "Birileriyle sürekli çocuk gibi dalaşıp durmaktan zevk mi alıyorsun?" Diye sorduğunda bir cevap bekledi ama Isabelle ona cevap vermedi. Kollarını göğüsünde birleştirip gözlerini bana diktiğinde ona ısrarla ve dikkatle bakan yeşillere bakmadı.

 

Mavileri bu sefer yeşil harelerle buluşmadı.

 

"Benim şimdi çıkmam gerek," dedi Hector sıkıntıyla. Bakışları Silvanı buldu. "En geç yarın sabah yine uğrarım." Dedikten sonra arkasını döndü. "Yürü sende." Dedi yanındaki kadına.

 

"Cehenneme kadar yolun var Hector." Dedi Isabelle öfkeyle. "Siktir git. Seninle hiçbir yere gelmiyorum." Gerçekten, şu anda bu ikisinin kavgasına şahit olduğuma inanamıyordum.

 

"Ne dedin sen?" Dedi Hector dişlerinin arasından garip ve hırıltılı bir sesle. Isabellenin mavileri ona alayla baktı. "Tekrar et."

 

Isabellenin dudakları aralandığında, "Tekrar et ve bu sefer yaşanan her şeyin sorumlusu sen ol." Diyerek kesti sözünü Hector.

 

Sıkıntılı bir nefes verdim istemsizce.

 

Isabelle, Hectora doğru bir adım attığında çenesini dikleştirdi ve gözlerini gözlerinin içine dikti. İstemsizce bu hareketi onda kendimi görmeme sebep oldu. "Siktir git." Dedi büyük bir cesaretle ve kahkaham depoda yankılandı.

 

"Ah ah," dedim başımı iki yana sallayıp gülerken herkesin bakışları bana döndü ama benim alay dolu bakışlarımın hedefi Hectordu. "Sahi ne diyordun Hector?" Dilimi damağıma vurarak şıklattım ve tok ses genzimden yükseldi. "Bir kralın zaafları olmamalıdır. Hele ki bu zaafı bir kadınsa o kral her daim yenilmeye mahkumdur." Dedim onun tıpkı depoya ilk girdiği gibi İspanyolca konuşarak. Isabellenin kaşları çatıldı.

 

"Kes sesini!" diye hırladı dişlerinin arasından.

 

"Ne oldu, Rey de la muerte?" Dedim alayla. "Sanırım biraz canını sıkmış olmalıyım, ha? Ne dersin?"

 

Üzerime doğru bir adım attığında, "Gidelim." Dedi Isabelle hızla. Hector onu dinlemediğinde iki elini göğüsüne koyarak onu geriye doğru ittirdi ve ona bakmasını sağladı. "Now!" Dedi ikaz edercesine ve arlarında bana bir asır gibi gelen sessiz bir bakışma geçtiğinde Hector depodan ayrılmadan hemen önce bana son kez öfkeyle baktı.

 

"Silvan." Dedi arkasını dönmeden. Adımları kısa bir süreliğine duraksadı. "Rıza sadece İzi tehdit ettiğinde ve Keskin bunu öğrendiğinde başına neler geldiğini biliyorsun değil mi?" Silvanın yüzündeki geniş gülümseme yavaşça soldu. "Parçalarını bile bulamadılar." Dediğinde nefesim kesildi. "Eğer ona zarar verecek olursan sana neler yapar ben bile akıl sır erdiremiyorum. O yüzden akıllı ol." Bu bir uyarıydı. "Aptallık edersen, ölmeden kendini cehennemin içinde, bir zebaninin kolları arasında bulursun ona göre."

 

"Eski dostunu mu önemser oldun Hector?" Dedi Silvan alayla.

 

"Sadece bir uyarıydı, yaşamak istiyorsan karısına zarar vermezsin." Omzunun üzerinden bakışları beni bulduğunda kaşlarım havalandı. "Lider acımaz." Dedi gazap dolu bir sesle. Gözleri Silvanı buldu. "Hele ki söz konusu karısıysa. Anlatabildim mi?"

 

Silvan öylece Hectora baktığında Isabellenin gözlerinde bana yönelik merakın gittikçe arttığına şahit oldum.

 

İkisi birlikte arkasını dönüp, depodan ayrıldıklarında harelerim beni dikkatle inceleyen Silvanı buldu. "Cesaretin aptalığından mı yoksa kendine olan güveninden mi geliyor bazen anlamıyorum?" Dedi meraklı bakışlarıyla. "O aklından yine neler geçiyor İz?"

 

Gülümsediğimde, " Cesaretimin aptallığımdan ötürü olmadığı kesin." Dedim.

 

"Ona ne şüphe?" Dedi alayla.

 

Başımı sol omzuma doğru eğdiğimde, "Senin aksine ne cesaretim aptallığımdan ötürü ne de zekam içi boş bir saksıdan ibaret." Diyerek adamlarının önünde onu aşağıladığımda mavileri nefretle parladı. Sandalyeyi kavrayan parmaklarında ki kan akışı kesildi. "Senin aksine Silvan ben nerede aptalı oynayacağımı da, hamlemi ne zaman yapacağımı da gayet iyi biliyorum." Dedim buz gibi bir sesle.

 

Gülümsedim. Tehlikeli ve tekinsiz bir şekilde. "Kocam sağolsun, bana çok katkıda bulundu bu konuda." Dedim övünerek.

 

Gözlerinde ki nefret giderek katlandığında, dudaklarına iğrenç bir gülümseme yerleşti. "Közü getirin." Dediğinde yüzümde ki gülümsemem dondu. Kaşlarım çatıldı. "Babam hep bir insan gerçekten yanmadan hayatı anlayamaz derdi." Dedi oturduğu yerden ayaklanarak. "Tabii bu terimi gerçek anlamda kullanmamış olsada ben bunu senin için gerçeğe dökmek istedim." Adım sesleri duydum. "Nasıl olsa onur konuğumu memnun etmek bir ev sahibinin en büyük görevidir." Başıyla arkamdaki adamlarına işaret verdiğinde sol bileğime sarılan halat çözüldü ve iki kişi sıkı sıkı omuzlarımdan tuttu. "Öyle değil mi bayan Alacahan?"

 

Birkaç dakika sonra karşımda iki takım elbiseli adam belirdi. İki ucundan tuttukları büyük saçta kor kızıl közler bulunuyordu. Bir de maşa.

 

Silvan adamının ona uzattığı demir maşayı sıkı sıkıya kavradığında nefesimi tuttum. Kalbim korkuyla kanat çırptı. Uzun ve kor kızılı kendine yer edinen közle birlikte yaklaştığında vücudum kasıldı. Közü diğer közlerinin içine daldırdı ve daha fazla ısınmasına sebep olurken kalbim korkuyla kanat çırptı.

 

"Hayır." Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Öyle ki sesim kulaklarıma bile zor ulaşmışken onun beni duyması imkansızdı. Maşayla tuttuğu közle bana doğru yaklaştığında sol avcımın üzerine bıraktığı köz nefesimi kesti.

 

Tuttuğum nefesim soluk boruma tıkanırken canırhaş haykırışım bütün depoda yankılandığında acı dalga dalga katlanarak bedenime yayıldı ve maşayla köze bastırarak avucuma iyice işlemesine sebep olduğunda çığlığım yeri göğü inletti. Yaşlar bilinçsizce gözlerimden aktı.

 

Beni tutan kollardan kurtulmak için çırpındığımda maşayla tekrar tuttuğu köz sol kolumdan şah damarıma doğru ince ama can yakan uzun bir yol çizdi.

 

Göğüs kafesimde ki yangın avuçlarıma oradan da şah damarıma sıçradı. Beni tutan kolların arasında çığlık çığlığa bağırıyor çırpınmak için debeleniyordum ama nafileydi.

 

Közü sertçe boynuma bastırdığında yangının şiddetti harlandı ve feryadım yeri göğü inletti. O kadar uzun süre közü boynumda, şah damarımın üzerinde bekletti ki derimin çekiştiğini ve yırtıldığını hissederken damarlarım gerildi.

 

Şah damarımda ki acı beni öldürecek sandım.

 

Ne çığlıklarım dindi ne de haykırışlarım.

 

Üzerimdeki baskısı azaldığında nefes alma ihtiyacıyla çırpındım ama burnuma dolan iğrenç yanık kokusu midemin alt üst olmasına sebep oldu.

 

"Ne oluyor?!" Dediğini duydum birilerinin. Başım öne doğru düşerken, çırpınışlarım durdu. Feryadım kesildi. "Sikeyim, Silvan!" Diye gürledi . Bu sesin sahibi Hectordu. Gitmemiş miydi. "Ne yaptın sen?"

 

"Aman tanrım!" Dediğini duydum birinin dehşet içinde.

 

Kirpiklerim acıyla titreştiğinde, göz kapaklarım gözlerimin üzerini örttüğünde bile yaşlar yanaklarımdan süzülmeye devam etti.

 

"Seni mahvedecek," dediğini duydum. Sesler yavaş yavaş silikleşti. "Saklanacak delik arasan iyi olur çünkü yemin ederim seni bulursa gazabından kurtuluşun yok."

 

Bunlar duyduğum son sözler olurken bilincim derin bir karanlığa gömüldü.

 

...

 

Yağmurun sesini duyuyordum. Cama vuran yağmurun huzurlu sesini. Açık penceren içeriye sızan soğuğun kokusu genzime dolduğunda aldığım nefes boynumun gerilmesine ve acıyla inlememe sebep oldu. Yağmurun şiddettini arttırdığını açık pencereden içeriye sızan ve yere sertçe çarpan yağmurun sesinden anladım.

 

Yağmur, bana göz yaşlarımı andırıyordu.

 

Aslında güçlü duran, insanlara saklanacak delik aramasına ve lanetler yağdırmasına sebep olan, keskin soğuğu iliklerine kadar hissettiren ve kışın habercisi olan yağmur yağarken, gök gürlüyor, şimşekler çakıyor ve içimde ki zelzelenin, acının yansıması olarak gökyüzünde kendini belli ediyordu.

 

Beyaz renklerle süslenmiş, tıpkı bir hastaneyi andıran, ilaç kokan bir odadaydım. Sol tarafımda derin bir sızı vardı. Birbirine karşına kirpiklerim kısa aralıklarla birbirlerinin üzerini örttü ve yeşillerim beyaz ışığa alışmak için kendine zaman tanıdığında, sol avucumdan başlayıp, koluma ve ordan da şah damarıma doğru uzanan kanlı sargıyı gördüm.

 

İzi kalacaktı.

 

Kalmamasına imkan yoktu.

 

Sol elim yaralı olduğundan olda gerek, sağ elimin tersinde serum takılıyordu ve gerçekliğe tamamen döndüğümü hissettiğimde zihnimde kulaklarımın çınlamasına sebep olan o sesin kalbime bağlı olan monitörden geldiğini fark ettim.

 

Odanın kapısı açıldığında Isabelle üzerinde siyah bir kot pantolon ve koyu mor bir bluzla elinde tuttuğu yemek tepsisiyle içeri girdi.

 

"Ah," dedi şaşkınlıkla karışık sevinçle. "Sonunda uyanmışsın." Tepsiyi komodinin üzerine bırakırken serumumu kontrol etti. "Nasıl hissediyorsun?" Diye sordu merakla.

 

"Burası neresi?" Sesimde çölde sususuz kalmış bir insanın kuruluğu vardı. Konuştukça ses tellerimin acıdığını şah damarımda ki yanığın sızım sızım sızladığını fark ettim. "Ne zamandır buradayım?"

 

"Yaklaşık üç haftadır buradasın." Dediğinde şaşkınlıkla ona baktım.

 

"Ne?!" Dedim hayretle.

 

Yatağın yanındaki küçük tabureyi çekti ve yanıma oturdu. "Ciddi bir operasyon geçirdin." Diye başladı söze. "Silvanın yaptığı akıl alır gibi değildi ama durumunun bu kadar kötüye gideceğini hiçbirimiz beklemiyorduk neredeyse iki haftadır komadaydın." Sözleri daha çok şaşırmama sebep oldu. "Seninle ilgilenen doktorunun söylediğine göre durumun pek iyi değil." Gülümsedi. "Uyanmanın mucizeden ibaret olacağını söylemişti ama sen hepimizi yanılttın ve beklenilenden daha çabuk ulaştın aydınlığa."

 

"Keskin?" Dedim yerimde doğrularak. "Bir haber var mı ondan?" Sıkıntılı bir nefes verdiğinde tırnaklarını çekiştirdi.

 

"Silvan," dedi tedirgince. "Sana işkence ederkenki görüntülerini yollamış." Nabzım atmayı bıraktı. "Almanya yok oldu İz." Dediğinde tek kelam edemedim. "Silvanın imparatorluğu, ailesi, dostları, sevdiği, değer verdiği kim varsa artık yok. Hiçbir yaşamıyor. Keskin ortalığı birbirine kattı senin için." Her bir kelimesi dışarıda olanları daha çok merak etmeme sebep oldu. "Frankfurt, Stuttgart, Düsseldorf, Dortmund, Essen, Leipzig, Bremen, Dresden, Hannover..." diye sıraladı. "Ve Almanya'nın birçok şehri yok oldu. Dünya karışmış halde. Saldırıların arkasında Keskinin olduğunu biliyorlar ama ülkeyi pisliklerden temizlediği ve Almanya eyaletine belki de büyük bir katkıda bulunduğu için herkes olanlara göz yumuyor." Onun bile bu olanlara karşı olan şaşkınlığını hissettim. "Meclis," dedi temkinli bir şekilde. "Artık eskisinden daha da güçlü. Almanya'yı tamamen ele geçirdiler desem daha doğru olur. Keskinin edindiği güçten bahsetmiyorum bile bilmen gereken önemli şey senin için yeni bir direniş başlattığı. Kalplere korkuyu en derininden işledi ve artık sadece o değil..." duraksadı. Söyleyip söylememek arasında gidip geldi. "Bütün dünyada ki herkes seni arıyor, Silvanı buldukları ilk yerde mec-"

 

Odanın kapısı bir anda sertçe açıldığında Hector belirdi kapıda. "Isabelle," dedi bakışlarını üzerimden çekmeden. "Dışarı çık." Dedi itiraz kabul etmez bir sesle.

 

"Sebep?" Diye sordu Isabelle.

 

"Bir şeyi de bilme!" Dedi öfkeyle. "Bir şeyden de haberim olmasın! Bir şeyden de eksik kal Isabelle!" Diye gürledi. "Şimdi, bizi yalnız bırak." Isabelle birkaç saniye Hectorun gözlerine baktıktan sonra altındaki tabureyi iterek ayağa kalktığında tabure yere düştüğü için çıkan tok ses odada yankılandı.

 

"Geçmiş olsun İz." Dedi odadan çıkmadan hemen önce kapıyı arkasından şiddetle kapattı.

 

Hector burnundan solurken elini ceketinin cebine attı ve eklemlerindeki dövemeler çarptı gözüme. Telefonunu çıkardığında yattığım yerden doğruldum ve merakla ona baktım.

 

Telefonda bir şeyler yaptıktan sonra bana uzattı, "Sadece beş dakika." Dedikten sonra telefonu kucağıma bıraktı ve oda odadan çıktı.

 

Sağ elimle hızla kucağımdaki telefona sarılırken ekranda onun numarasını ve adını gördüm. Telefonu kulağıma yaslarken, "Alo?" Dedim tereddütle.

 

"Şükür." Dedi rahatlamış sesiyle. "Şükür duydum sesini." Sesini duymak gözlerimin yaşlarla dolmasına sebep oldu.

 

"Keskin." Dedim hırıltılı bir sesle. Şah damarımdaki yanık konuşmamı zorlaştırıyordu.

 

"Söyle güzelim," Sesindeki yorgunluğu hissettim. "Söyle uğuruna dünyayı yok edeyim."

 

Güldüm ama bu yarlarımın sızlamasına sebep olduğunda dişlerimi dudaklarıma geçirdim. "Yok etmedin mi zaten?" Dedim sesimi neşeli çıkarmaya çalışarak. "Alıyorum haberlerini Lider." Derin içli bir nefes aldım. Sanki beni dinlemeye ihtiyacı varmış gibi sessizce sükunetle lafımı bölmeden beni dinliyordu. "Senin için bu kadar kıymetli olduğumu bilmiyordum."

 

"Öğrenmiş oldun," dedi tok ve erkeksi sesiyle. "Seninle birlikte bütün dünyada öğrendi." Diye devam ettiğinde gülümsemem büyüdü. "Bu saatten sonra İzgi düşmanım bile senin önünde benim için değil sen olduğun için ceketini ilikleyecek." Dedi otoriter bir sesle. "Asıl kıyamet şimdi başlıyor."

 

"Keskin-"

 

"O Silvanı geberteceğim." Dedi nefretle. "Sana yaptığının bin katını ona yapacağım."

 

"Keskin-" dedim bir kez daha ama bu sefer beni dinlemedi. Öfkesi onu bile yakacaktı.

 

"Seni buldum." Dedi umutla. "Yerini buldum. En kısa sürede orada olacağım."

 

"Geç kalma," diye mırıldandım. "Saat on ikiyi geçerse kapıyı açmam sana." Gülüşü en sevdiğim müziğin notları gibi kulaklarıma ulaştı.

 

"Seni özledim." Dedi bir anda. Göğüs kafesim bile aldığım nefesle yükseldi ve öylece kalakaldı. Benim gibi. "Kokunu, sesini, evimde, yatağımızdaki o halini..." dedi hasretle. "Tenini, dudaklarını ama en çok o çam yeşili gözlerine yeniden bakabilmeyi çok özledim."

 

"Keskin."

 

"Senin," dedi kısa bir süre duraksayarak. "Her zerrene ayrı bir hasretim. Bu öyle bir hasret ki seni içime soksam bile yetmeyecek gibi."

 

"Keskin." Dedim bir kez daha ısrarla.

 

"Biliyorum," dedi. Sesindeki kabulleniş yüreğime işledi. "Bunun ne anlama geldiğini biliyorum ve bir gün bunu söylemekten çekinmeyeceğim."

 

Buruk bir gülümseme yer edindi dudaklarımda. "Benden o kadar kolay kurtulacağını sanıyorsan yanılıyorsun, hem daha düğünümüz var."

 

"Senden kurtulmak mı?" Dedi sitemle. Sitemi banaydı. "Sana bir ömür mahkum olmak varken mi?" Gülümsemem gözlerime ulaştı ama o bunu bu sefer göremedi. "Hakkımda sürekli böyle yanılır mısın karıcığım?"

 

"Deli."

 

"Bir tek sana." Dedikten sonra sustum. Aramızda kısa bir sessizlik oluştu.

 

"Keskin," dedim sessizliğimin ardından. Söyleyip söylememek arasında gidip geldim. Kalbim bas bas bunu bağırırken bir yanım henüz sırası olmadığını söylüyordu ama buradan kurtulup kurtulmayacağımın bir garantisi yoktu. Bir anlık cesaretle, "Seni seviyorum." Dedim. Sesim bir fısıltıdan farksızken sesimin ona ulaşıp ulaşmadığı konusunda tereddüte düştüm. Sadece bir dakikam kalmıştı. Hızlı cevap verse iyi olurdu.

 

"Artık kimse seni benden almaz." Dedi karanlık bir sesle. Yutkunamadım. "Sen bile malihulya. Sen bile."

 

Som cümlesi kafamı karıştırırken ona malihulya ne demek diye sormak istedim ama Hector kapıyı açtığında susmak zorunda kaldım.

 

Batur'un sesi ulaştı telefondan kulaklarıma, "Nereye?" Diye sordu merakla.

 

Keskinin cevabı ise netti. "Karımı almaya." Ve telefon kapandı.

 

Sıkıntılı bir nefes verirken telefonu Hectora uzatttım. Hector telefonunu aldıktan hemen sonra Isabelle omzuna çarparak yanından geçti ve çıkmadan önce yere attığı tabureyi kaldırıp yerine oturdu ve tepsiyi bacaklarının üzerine yerleştirdi.

 

"Biliyor musun İz?" Dedi kaşığı çorbaya daldırıp bana uzatırken.

 

"Neyi?" Diye sordum merakla.

 

"Hayatım boyunca erkeklerin ne kadar gerizekalı ve boşa oksijen israfı olduklarını düşünür dururdum ama bugün bu terimin ne kadar da az olduğunu fark ettim." Hector kaşlarını çatarak ona baktı. "Embesil beyinli ve hayatta gerçekten yaşmayı hak etmeyen canlı türlerinin erkeklerin olduğuna bugün bir kez daha emin oldum."

 

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken, "Hayatında birisi var mı?" Diye sordum. Hareketleri duraksadı. "Dünyadaki bütün erkeklerden ayrı tuttuğun ve gerçekten önemsediğin bir erkek mesela."

 

"Var." Dedi hızla. Hectorun ona bakakaldığını fark ettim. "Yani vardı." Dedikten hemen sonra gülümsemek için gülümsedi.

 

Biten çorba kasesini geri çektikten sonra önce ilacımı sonrada suyumu içirdi ama ikimizin de irkilmesine sebep olan ses kapının kırılacakmış gibi kapanmasıydı.

 

"Ben bir şu öküze bakayım." Dedi sıkıntıyla yerinden ayrılırken tepsiyi bıraktı ve odadan çıktı.

 

Bıkkınlıkla oflarken başım yastığıma düştü ve kirpiklerim yeniden gözlerimin üzerini örttü.

 

...

Birileri tarafından sarsıldığımı hissettiğimde gözlerim anından açıldı. "Kalk." Dedi tepemde dikilen yabancı bir adam. Sağlam kolumdan tutmak yerine eli sol koluma sarıldığında acıyla inledim ama bu onu durdurmadı. Üzerimde saten beyaz bir pijama takımı vardı.

 

"Bırak." Dedi öfkeyle. Kurtulmak için çırpındığımda bu sadece canımın daha çok yanmasına sebep oldu. Odadan çıktığımızda kendimi karanlık bir koridorda buldum. Ayaklarım çıplaktı ve ayaklarımın altındaki zemin buz gibiydi.

 

Birlikte dışarıya çıktığımızda gecenin karanlığının soğuğu tenimi ısırdı. Çıplak ayaklarımla beni taşlı yolda yaramdan kavrayarak zorla ilerletirken ayaklarıma batan küçük taşları hissettim. Sol kolumdaki sargı kanlanmaya ve tenime yapışmaya başladığında acı nefesimi kesti. Demir, paslı bir kapıyı açtığında bedenimi ileriye doğru savurdu ve bu sertçe dizlerimin üzerine düşmeme sebep olduğunda ellerim zemine çarptı ve bu acıyla çığlık atmama sebep oldu.

 

Yaralarımdaki yangın kendini yeniden belli etti. Şah damarımın üzerindeki yanık derinin çekiştirildiğini hissettim ve bu daha çok canımın yanmasına sebep oldu.

 

Haftalar önce getirildiğim o depodaydım ama bu sefer duvarda bir projeksiyon vardı. Bir video kayıdı.

 

Altında tarihi yazıyor.

 

18 Aralık 1998.

 

Doğum günümden iki gün sonrasıydı ve ekranda bana sırtı dönük bir kadın vardı.

 

"Hep merak ettin biliyorum." Silvanın sesi kulaklarıma dolduğunda varlığını yanımda hissettim. "Anneni." Dediğinde bütün vücudum buz kesti. "Ama kimse sana istediğin cevapları vermedi değil mi?" dedi alayla. "Keskin bile." Yüzüme dökülen saçlarımı çekmek için bir hamlede bulundu. Sağlam olan elim bana uzanmak için hareketlenen bileğini yakaladı ve başımı sağa doğru eğerek ona nefretle baktım.

 

Mavilerinin akı kıpkırmızıydı. Gözlerinde ki sonsuz nefret çehresinde yer edinmişti.

 

"Deneme bile." dedim buz gibi bir sesle. Bileğini bıraktığımda onu ittirdim ve bakışlarımı yeniden ekrana çevirdim.

 

"Pekala," dedi ayaklanırken. "O halde başlayalım." Dudakları keyifle iki yana kıvrıldı. "Aliye Aşan Kara" Diyerek başladı söze. "Annen seni doğururken ölmedi." Kaşlarım çatıldı. "Öldürüldü."

 

Bir an için bütün sesler sustu. Zihnimde bir patlama meydana geldiğinde ona sorgu dolu gözlerle baktım.

 

"Baban tarafından 18 Aralık gecesi, Meclise ait olan bir gizli evde." Güldüm. Uzun uzun ve alayla.

 

Yalan söylüyordu.

 

Böyle bir şey olması imkansızdı.

 

"Yalan söylüyorsun." Dedim alayla. "Gerçekten sana inanacağımı mı düşündün Silvan?"

 

"İnanıp inanmamak sana kalmış." dedi omuz silkerek. "Ben kanıtlarla karşındayım İz. Tamda senin sevdiğin şekilde." Diyerek mesleğime vurgu yaptı. "Sahi Keskinin onu bitirmek için onunla evlendiğinden haberi var mı? Ya da aldığın görevden?" Harelerim donuklaştı.

 

Bunu nasıl öğrenmişti?

 

"Başsavcıyı ikna etmek inan hiç zor olmadı." Dedi alayla. "Sahi sizin meslekte, üç kuruşa şahsiyetini, şerefini satanlar var mıydı ya? Herhalde mesleğini gerçekten hakkıyla yapan bir sen kaldın o adliyede. Yoksa her şeye rağmen dosyayı bırakmak istememenin başka bir sebebi olamaz." Kalbim korkuyla kanat çırptı. Ona bakakaldım. "Gerçekten adaletin olmadığı bir dünyada senin adaleti sağlamak için gösterdiğin bu çaba neden İz?" Ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. "Sadece merak ediyorum."

 

"Saçmalama." Dedim bozuntuya vermeden. "Yok öyle bir şey. Kimden ne öğrendin bilmiyorum ama böyle bir şey yapmayacağımın farkında olmayacak kadar aptal mısın?"

 

İğrenç kahkahası depoda yankılandı. "Gerçekten," dedi. "Biz seni aptal sanarken sen hepimizi aptal yerine koymuşsun da haberimiz yokmuş. Elimde görevi senin aldığında dair dosya olmasa hiç bu konunun bahsini bile açmazdım." Adamlarının ona uzattığı ve üzerinde kocaman harflerle ALACAHAN AİLESİ VE MECLİSİN OPERASYON DOSYAYSI olduğuna dair yazıyı gördüm.

 

GÖREVDEN SORUMLU SAVCI: İZGİ KARA

BU GÖREVDE ONA EŞLİK EDECEK YÜZBAŞI: DEVRİM ALİ ÖZKAN

 

Devrimin üzeri kırmızı kalemle çizilmişti çünkü artık bu dosyada yer almıyordu.

 

BAŞSAVCI: KERİM DURMAZ

 

Korku kalbimi ele geçirdiğinde ne yapacağımı bilemedim. Elim ayağım birbirine dolandı.

 

"Merak etme," dedi. "Bundan kimseye bahsetmeyeceğim çünkü onların çöküşünü izlemeyi her şeyden çok istiyorum. Hatta sana bu konuda yardımcı bile olabilirim ha ne dersin?" Diyerek bir teklifte bulundu.

 

İçimi sıkıştıran o huzursuzluk hissi yine kalbimde yer edindi kendine. Bu his içimi kemirirken soluğumu kesiyordu. Silvan öğrendiyse Keskinin de öğrenmesi an meselesiydi ve benim buna engel olmam gerekiyordu.

 

"Madem bana inanmıyorsun, o halde her şeyi kendi gözlerinle gör bakalım." Karşımdan çekildiğinde bir baş işareti verdi ve video başladı.

 

Bir kadın belirdi ekranda. Gözlerim tamamen ekrana odaklıyken avucumdan başlayıp koluma doğru uzanan ve oradan şah damarıma ulaşan acı göğüs kafesimde kendine yer edindi.

 

Gür, siyah saçları beline doğru uzanırken beyaz teni ay gibi parlıyordu. Üzerinde koyu yeşil bir elbise varken sırtı ekrana dönüktü ama kucağında bir bebeği tuttuğunu seçebilmiştim.

 

Durduğu yerde sallandığında etrafında hafifçe döndü ekrana doğru ve annemin yüzü belirdi karşımdaki ekranda. Yeşil gözleri kucağındaki kız çocuğundayken kollarını sallıyordu.

 

"Benim güzel kızım," diyordu naif sesiyle. Gülümsedim. Sesi öylesine güzeldi ki kelimeler kifayetsiz kalırdı annemi anlatmaya. "Benim nazlı küçük kızım." Küçük avuçlarımın arasında sıkı sıkıya işaret parmağını yakaladım. Annemin yüzünde eşsiz bir gülümseme yer edindiğinde birbirimize olan benzerliğimiz konusunda bir kez daha hayrete düştüm.

 

"Annem," dedi içi gider gibi. Kokumu derin derin soludu. Yüzüme, saçlarımın arasına, parmaklarımın ucuna öpücükler kondurdu. Yeşillerine dolan yaşlardan biri firar etti gözlerinden. Annemin kucağında gözlerimi açmış kıpırdanıp duruyordum. "Uyutayım mı seni son kez?" Burnumun direği sızladı. Gözlerime dolan yaşlar akmasın diye kendimi sıktım. "Ninnim son kez ulaşsın mı kulaklarına? Sen son olduğunu bilmeden böylece sıkı sıkıya bana yapışırken nasıl olacak ama?" Dedi gülümsemeye çalışarak.

 

Video sadece beş dakikaydı.

 

Kucağında beni sallarken naif sesinden bir ninni döküldü.

 

Bebeğin beşiği çamdan

Yuvarlandı düştü damdan

Bey babası gelir Şam'dan

 

Gözleri sürekli kapıdaydı ve oldukça tedirgin gözüküyordu. Korkusunu buradan hissederken kucağında beni sallayarak ninnisini söylemeye devam etti.

 

"Anne." Diye fısıldadım sessizce.

 

Anne niye anne?

 

Nenni nenni

Nenni nenni

Nenni nenni

Nenni bebek oy

 

Ama ninninin devamı gelmedi. Annem bir anda ayakta kaskatı kesildiğinde beni dikkatlice beşiğe yatırdı ve bu yaptığı çığlık çığlığa ağlamama sebep oldu.

 

"Şşş." Dedi titreyen sesiyle. "Uyu bebeğim," diye fısıldadı. "Uyu da büyü benim güzel bebeğim." Parmakları sakinleştirmek için saçlarımda gezindi. Gülümsedi belli belirsiz. "Sen benim kızımsın İzgi."

 

"Sen benim canımsın ve ben seni canımdan çok seviyorum güzel kızım." Gözlerinden akan bir damla yaş küçük avuçlarıma düştüğünde annem avuçlarımdan öptü. "Sen benim İzgimsin. Annesinin biriciği, canından çok sevdiği nazlı bebeğisin." Tir tir tireyen hali elimin ayağının buz kesmesine sebep oldu.

 

Neyden korkuyordu bu kadar?

 

"Aliyenin İzgisi," diye fısıldadı. "Özür dilerim." Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. "Özür dilerim kızım. Seni bu kötü dünyada bir başına bırakacağım için çok özür dilerim." Dedi acıyla.

 

"Sen benim kızımsın," dedi bir kez daha dudaklarını saçlarıma bastırırken beşiğin üzerinden doğruldu. "Herkes benim kızım olduğunun bilincinde olacak ve hiç kimsenin gücü yetmeyecek sana zarar vermeye." Dedi yemin eder gibi. "Deden arkanda kızım. Deden arkanda ve deden benden ona kalan emanete gözü gibi bakacaktır işte bu yüzden içim rahat gideceğim."

 

"Canım," dedi içi gider gibi. "Canım kızım."

 

Canıymışım. Bilmiyordum.

 

Yanıldın anne.Dedem hiçbir zaman arkamda durmadı. Önüne gelen herkes canımı yakmaya kalktı.

 

En önemlisi dedem senden kalan emanete hiç sahip çıkmadı anne.

 

Sen gittin.

 

Sen öyle bir gittin ki ben daha küçükken kapandı bütün kapılar yüzüme.

 

Ben daha el kadarken nefret dolu bakışlar işlendi üzerime. Sırf senin kızın olduğum için.

 

"Burada henüz iki günlüktün," dedi Silvan. "Herkes anneni yoğun bakımda komada sanıyordu ama aslında annen hastaneden ayrılalı günler olmuştu İzgi." İğrenç nefesini ensemde hissettim.

 

"Bütün bunlar saçmalık?!" Diye bağırdım oturduğum yerden ayaklanırken dönen başım yüzünden sendelendim. "Yalan!"

 

Gülümsedi. Alay dolu bir gülümsemeydi bu.

 

Göğüs kafesimde tarifi olmayan bir acı vardı.

 

Ağlamak istiyordum.

 

Deli gibi bağıra çağıra ağlamak ve acıyla haykırmak istiyordum ama bunu burada onun gözünün önünde yapmak istemiyordum.

 

Sakinleşmem lazımdı.

 

Annesinin kucağına verilen iki günlük bir bebekken henüz el kadar değil miydim?

 

Annesine muhtaç küçük bir bebek değil miydim?

 

Babam nasıl kıymıştı bana?

 

Nasıl kıymıştı anneme?

 

Nasıl yapabilmişti?

 

Eli nasıl titrememişti?

 

Beşiğin içinde annesini isteyen ve çığlık çığlığa ağlayan üzerinde kırmızı bir tulumla yeşil gözlerini açmış küçük kız çocuğu kollarını havaya uzatan bir bebek vardı.

 

O bebek bendim.

 

O gün de olduğu gibi bugün de annesine muhtaç ve ihtiyaç duyuyordum.

 

Benim annemin varlığına, sıcaklığına ihtiyacım vardı. Her şeyden çok hemde.

 

Babamın siması kapıda belirdiğinde gözlerim ekrana saplı kaldı. Elinde bir silah vardı. Her daim yanından ayırmadığı ve belinde gezdirdiği silahıydı bu. Kimseye elletmez, dokundurdutmazdı.

 

Peki o silahın namlusu neden benim anneme dönüktü?

 

"Annen İzgi," dedi Silvan beni çıldırtmak istercesine bir yavaşlıkla.

 

Yanlış.

 

Yanlış.

 

Her şey yanlıştı.

 

İzgiydim ben.

Babasının İz, İzgisi, biriciği, göz bebeğiydim.

Babam bana bu kötülüğü yapmış olamazdı.

 

"Bir istihbarat Mit ajanıydı,"diye devam etti.

 

"Hayır." Dedim başımı iki yana sallayarak.

 

"Ona verilen görev tıpkı sana verilen görevde olduğu gibi Meclise sızmak ve bilgi edinmekti." Ağır ağır döndü etrafımda. "Görevin asıl amacı ise Meclise ait olan bütün belgeleri toplamak ve örgütü yıkmaktı." Sol gözümden akan bir damla yaş çeneme doğru yol çizdi.

 

"Senin annen babana ihanet etti İz. Baban öğrendiğinde annene acımadı. Onu canından çok sevmesine rağmen ihanetini kabul etmedi. Sevdiği kadına bakınca gözleri titreyen adam ihanetinin bedeli olarak canını aldı. Eli bile titremedi." Nefesimin soluk boruma tıkandığını hissettim.

 

"Sana kıyamaz mı sanıyorsun?" Tırnaklarım nefes alma ihtiyacıyla derimi çekiştirdi.

 

Sevdiği kadına bakınca gözleri titreyen bir adam nasıl olurda eli bile titremeden almıştı canını? Nasıl kıymıştı?

 

"Yalan söylüyorsun!" Diye bağırdım avaz avaz. Onu göğüsünden sertçe ittirdiğimde kahkahası depoda yankılandı.

 

Yalan.

 

Yapmaz, babam yapmaz.

 

Yapmaz.

 

Hayır hayır hayır.

 

Bakışlarım yeniden ekrana döndü.

 

Lütfen baba.

 

Baba ne olursun baba.

 

Baba yalvarırım baba.

Baba yalvarırım yapma bunu bana.

 

Annem koruma iç güdüsüyle sırtını beşiğe yasladığında bile babam indirmedi silahını. Sevdiği adama korkuyla baktı.

 

"Atıf." Dedi yapma dercesine ama bu babamın silahı daha sıkı kavramasına sebep oldu. "O daha çok küçük." Gözleri beşiğin içindeki beni buldu. "O bensiz yapmaz. Yolunu şaşırır." Diye yakardı. "Beni affetme ama onu da annesiz bırakma."

 

Öylesine nefret ve kinle doluydu ki gözü beşiğin içinde çığlık çığlığa ağlayan beni bile görmedi ve babam iki el ateş etti.

 

Silahın gür sesi irkilmeme sebep olurken annemin kalbinde bir delik oluştu.

 

Kalakaldım.

 

Nefes bile alamadım. Öylece ekrana bakarken bütün vücudum buz kesti.

 

Annemin elleri beşiğe yaslıyken sol göğüsünün altına yediği ikinci kurşun dizlerinin üzerine düşmesine sebep oldu ama o halde bile bırakmadı beşiğin korkuluklarını. Çığlıklarım odayı inletirken kalan son gücüyle sol gözünden süzülen bir damla yaşla beşiğimi son kez salladı.

 

"Kızım." Diye fısıldadı ve saniyeler sonra gözleri boşluğa daldığında göğüs kafesi son kez yükseldi ve parmakları tutuğu korkuluğu bıraktığında eli karnının üzerine düştü.

 

Dudaklarım aralandı ama tek kelime bile çıkmadı ağzımdan. Ruhumdaki derin acı kalbime sıçradığında nefes bile alamadım.

 

"Anne." Diyebildim sesime ulaşabildiğimde. Boğazımı düğüm düğüm eden bu kelime kalbime oturdu. Annesizliğin eksikliği içimde ukde kaldı. "Anne!" diye haykırdım can havliyle.

 

Anne nolur anne.

Anne ne olur yapma bunu bana.

Anne ne olur.

 

Deponun buz gibi soğuğu içimi üşütüyordu.

 

Her bir söz, kalbimin tam ortasına kurşun gibi saplanırken kanayan şey kalbim değildi.

 

Ruhumdu.

 

Ruhum yirmi altı senedir acılar içinde kıvranıyordu ve artık kanıyordu.

 

Ruhum yanıyordu.

 

Ruhum kanıyordu.

 

Kalbim acı çekiyordu ve beni teselli edecek hiç kimsem yoktu.

 

"Yapmaz," dedim kabullenmek istemezcesine. Ayaklarım zeminde kayarken beni tutan kollar gevşedi ve dizlerimin üzerine düştüğümde şah damarımda dehşet bir acı peydah oldu. "Babam bunu yapmış olamaz!" Ayağa kalkmaya çalıştım. Avuçlarımı deponun pis ve kirli zeminine yasladığımda sol avucumdaki yanık sızım sızım sızladı.

 

Tıpkı kalbim gibi.

 

Düşmanımın önünde zayıf düşmek istemedim. Ayağa kalmak ve karşılarında durmak istedim ama tek yaptığım hıçkıra hıçkıra ağlamak oldu.

 

Yeşillerime yayılan acının emareleri bir ömür ruhumu yakacaktı. Sol gözümden akan bir damla yaş çeneme doğru yol çizdiğinde çığlığım haykırışa dönüştü. Deponun soğuk duvarları çığlıklarımla inledi.

 

İki kurşun.

 

İki kör kurşun benden annemi almıştı.

 

İki kör kurşun yirmi altı senelik ve bundan sonraki ömrümü bana zehir etmişti.

 

Böyle yaşanır mıydı?

 

Bu acıyla yaşanır mıydı?

 

Ben bu acıyla nasıl yaşayacaktım?

 

Her şeyle, herkesle başa çıkan ben, bu acıyla nasıl baş edecektim bilmiyordum.

 

Kalbimin sıkıştığını hissettim. Ruhumda ki canavarın pençeleri kalbime saplanmış ve avuçlarının arasında tuttuğu kalbimi lime lime etmek istermiş gibi ezdiğini, un ufak olduğumu hissettim.

 

Bu acının tarifi yoktu.

 

"Bu haksızlık!" Diye bağırdım avaz avaz. "Ben bunu hak edecek ne yapmış olabilirim ki?!" Kaburgalarım göğüs kafesimi sıkıştırdı. Nefes alamadım. "El kadardım daha?! El kadar bir bebeği annesiz bırakacak kadar kötü birisimiydin sen baba?!" Diye haykırdım. "Ben senin kollarında ağlarken, annem diye kendimi parlarken senin o vicdanın hiç sızlamadı mı?! Yıllarca annemin katili diye suçlanırken sen niye sesini çıkarmadın?!" Sesim ona ulaşsın. Acımı hissetsin istedim.

 

"Hayır!" Diye çığlık attım bir kez daha can havliyle. Birileri tarafından zorla yeniden sandalyeye oturtulduğumda çırpınan bedenimi sıkı sıkıya tuttular ve bu acıyla canhıraş, çığlık atmama sebep olduğunda yaşlar gözlerimden akın etti. "Anne!" Diye haykırdım acıyla. "Anne!" Diye bağırdım bir kez daha ve sesim depoda yankılandı.

 

"Yalvarıyorum bırakın!" Dedim göz yaşlarımın arasından. "Bırakın! Anneme gideyim! Bırakın!" Diye bağırdım çığlık çığlığa. Depo çığlıklarımla inlerken canım içimden çıkarmışçasına ağlıyor kurtulmak için debeleniyordum.

 

Anne soğuktur o mezar anne.

 

Sen ben üşümeyeyim diye beni sarıp sarmalarken bir avuç toprak seni nasıl ısıtacaktı?

 

Buz gibidir orası şimdi.

 

Anne yalvarırım, anne.

 

Anne kalbim hiç olmadığı kadar üşüyor ne olursun gel ısıt beni.

 

Ne olur bir kez daha sarıp sarmala beni.

 

Ne olur.

 

Gel ört artık üzerimi çünkü ben sensiz çok üşüyorum.

 

"Ben ona sordum!" Diye feryat ettim. "Ben herkese sordum!" Dedim çaresizce çırpınırken ağlamam dur durak bilmiyordu. Hıçkırıklarım boğazıma dizildi. Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başladım.

 

"Bırakın!" Dedim çaresizce. "Yalvarıyorum bırakın!" Zorla oturttukları sandalyede tir tir titriyordum.

 

"Bu kadar çok fazla." Diye fısıldadım acıyla. Debelenmedim. Çırpınmadım.

 

Bu bir kabullenişti.

 

Bu benim hayatımdaki en ağır kabullenişti.

 

"Bu neyin cezası? Neyin bedeli?" Diye yakardım. "Ben kime ne kötülük ettim de cezasını bununla ödüyorum?!" Tırnaklarımı avuçlarıma batırdığımda yaram yandı.

 

Annem benim yüreğimin yarasıydı.

 

Kalbimde her daim var olacak ve asla kapanmayacak bir yaraydı. Yirmi altı senedir o yara ilk günkü gibi oluk oluk kanıyordu.

 

İçin için kanıyordu.

 

Ben kabuk tuttu sanırken o yara daha da derine indi şimdi.

 

Ama artık kanamıyordu.

 

Artık kanayan ruhumdu ve yaram yanıyordu.

 

O yara artık hiç kapanmayacaktı.

 

Beni yakıp kül edecekti.

 

"Aliyenin İzgisi," diye fısıldadım acıyla. Kirpik diplerim acıyla sızladığında bir yaş daha sessizce firar etti gözlerimden. Halbuki ki içimde yer yerinden oynuyordu. "Reva mıydı bu sana?" Dedim sitemle.

 

Beni çok seviyormuş.

 

Canıymışım ben onun. Öyle dedi. Sen benim canımsın dedi.

 

Keşke şimdi yanımda olsaydı ve bana yine sen benim canımsın deseydi.

 

"Keskinin de haberi vardı." Dedi bir anda. "Her şeyi en başından beri o da biliyordu. Hayatında değer verdiğin kim varsa senden hep bir şeyler sakladılar."

 

Düşmanım dediğim adamın ayağına gitmemek için sormuştum ben hepsine tek tek. Bir cevap aramış, çırpınıp durmuştum.

 

Bu revamıydı bana?

 

Ben bunu hak edecek ne yapmıştım ki?

 

Yaşlar gözlerimden akın ederken, "Defalarca kez sordum." Dedim histerik bir şekilde. Zihnimin uyuştuğunu hissediyordum. "Ben ona inandım." Yaralarım sızım sızım sızladı. "Ben ona sordum." Dedim kendimden geçmiş bir halde. "Ben herkese sordum." Silvan önümde çömeldi. "Ben bunu hak edecek ne yaptım Allah aşkına?"

 

"Mutlu yıllar." Dedi bir anda. Yüzünde bu halimden keyif aldığını belirten bir ifade hakimdi. "Yıllarca sırf annenin vefatı yüzünden kutlamadın doğum gününü. Kimseye de kutlamadın ama bu sefer ilk ben kutlamak istedim. Bu anı unutulmaz kılmak içinse elimden gelen her şeyi yaptım." Dedi ayaklanarak. "Umarım konuk severliğimden memnun kalmışsınıdır." Dedi alayla. "İyi ki doğdun İz!"

 

Bugün benim doğum günümdü.

 

Bugünü özellikle beklemişti.

 

Düşmanım dediğim adamın ayağına gitmemek için sormuştum ben hepsine tek tek. Bir cevap aramış, çırpınıp durmuştum.

 

Silah sesleri işittim belli belirsiz. Silvanın korkusunu iliklerime kadar hissettim. Beni tutan kollar bedenimden uzaklaştığında oturtulduğum sandalyede kaydım ve dizlerimin üzerine düştüğümde ağlamalarım durmadı.

 

Bu revamıydı bana?

 

Ben bunu hak edecek ne yapmıştım ki?

 

Bugün benim doğum günümdü ve bana bunu yaşatmaya hiç kimsenin hakkı yoktu.

 

Silvan ve adamları depoda sıkışıp kalırken, deponun kapısı gürültüyle açıldı.

 

"İzgi." Dingin bir denizi andıran sesi kulaklarıma ulaştığında başımı ağır ağır çevirerek ona baktım. Kara gözlerindeki ışıltı projeksiyonu fark etmesiyle söndü.

 

Kara gözleri bana uğramazken dakikalar sonra gözleri gözlerimi buldu ve ona nefretle bakan bir çift gözle karşı karşıya geldi.

 

Nefretim onu yıktı.

 

Saklanan çoğu şey paramparça olmama sebep oldu.

 

Yirmi altı senelik ömürüme sığdıramadığım annemi beş dakikaya sığdırmışlardı.

 

Beş dakika annemi benden bir ömür almıştı.

 

 

Bölüm sonu.

 

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

 

Neler düşünüyorsunuz?

Loading...
0%