Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22.Bölüm

@umay_6

Merhaba canlarım sizi çok özledim umarım sizde beni özlemişsinizdir.

 

Öncelikle bölümün bu kadar geç gelmesinde ki sebep hem çok fena üşütmüş ve yatak döşek yatıyor hem de bir YKS yolculuğum olduğu için ve günlerim kaldığı için derslerime yoğunlaşmamdı. Yoksa sizi bekletmek istemezdim bilirsiniz.

 

Umarım beni anlayışla karşılarsınız, sizleri çok seviyorum ve bölümle baş başa bırakıyorummm.

 

 

 

 

 

 

Yirmi altı yıllık yaşamım boyunca kimsenin düşüncesine, söylediklerine, idda ettikleri şeylere körü körüne inanmadım. Her daim sorguladım, tek bir sözün bile getirisini didik didik ettim ve kendi doğrum ulaştım.

 

Hiçbir zaman hayatımda olan insanlardan şüphe etmeden duyamadım. Hep bir şey aradım altında. Sezdim, hissettim.

 

Neden diye çoğu kez sordum kendime. Neden böylesin İz? Neden söz konusu ailen olduğunda bile bu kadar katısın? Neden bu kadar acımasız ve sertsin? Neden bir kez olsun duvarlarını yıkıpta yaklaşmadın kimseye? Neden mesleğini, makamını her şeyden, herkesten hatta kendinden bile öteye koydun?

 

Neden hayatındaki insanların varlığından güç alıp, yanında oldukları için şükür edip, onlara güvenle bağlı olmak yerine şüpheci, katlanılmaz bir insana dönüştün?

 

Sorularımın cevaplarına kendi içimde bile ulaşamamıştım çünkü benim kavgam kendimleydi.

 

Savaşım hayatlaydı.

 

Attığım her adımımda bir sonraki adımımı hesaplıyor on adım ötesinin planını yapıyordum.

 

Her olasılığı düşünmüş her şeyi hesaba katmıştım ama varlığından bir haber olduğum kalbim ona tutulduğunda hiç olmamam gereken birine aşık olmuştum.

 

Ona.

 

Keskine.

 

Yürüdüğüm yolda, yaptığım planlarımda, operasyonlarımda her daim kendimden emin ve kararlı duruşumu sergilemiştim. Ama günün birinde hesap edemediğim o şey gelip kapımı çaldığında yaşadığım şeyin acısı sol yanımda, avuçlarımın en derinine işlemiş, şah damarımda can bulmuştu.

 

Buz gibi soğuğun bedenime işlediği, gri, puslu ve kasvetli bir gündeydim. Gökyüzünün kasveti, çakan şimşekler içimdeki zelzelenin yansımasından ibaretti.

 

Öyle bir haldeydim ki, varlığını hiç hissedemediğim, sıcaklığına kavuşamadığım ama zihnimde defalarca kez yaşattığım bir kadına, anneme duyduğum özlem canımı yakıyordu.

 

Hatırladım, mezarına gittiğim, toprağına sarıldığım günleri.

 

Buz gibiydi. Beni ısıtsın diye yakındığım annemin toprağı buz gibiydi. Ne o toprak ısınmıştı, ne de ben.

 

Şimdi hiç olmadığım kadar üşüyordum.

 

Ben öksüz kalmış bir kadındım.

 

Hayır.

 

Öksüz bırakılmış bir kadındım.

 

Annesi ölene de öksüz denirdi.

 

Peki annesi öldürülene ne denirdi?

 

Annesini babasının öldürdüğü bir kadına, bir kız çocuğuna ne denirdi?

 

Var mıydı bunun da bir sıfatı?

 

Bir hastane odasındaydım. Buraya nasıl geldiğimi, nasıl getirildiğimi bilmiyordum. Bayılmış mıydım? Onun bile farkında değildim. Sadece gözlerimi açtığımda kendimi loş ışığın hakim olduğu bembeyaz ama gecenin karanlığına haps olmuş bir odada bulmuştum. Keskin, yatağın yanındaki kanepede otururken gözleri sürekli üzerimdeydi ama ben ona bakmak yerine açık pencereye vuran yağmur damlalarını ve kasvetli gökyüzünü izlemeyi seçmiştim.

 

Onun seçimleri hep benden yana olurken benim seçimlerim bugünden sonra hiçbir zaman ondan yana olmayacaktı.

 

Sağ elime takılı olan serum bitmişti. Saatlerdir beni çıldırtan o serumun pıt pıt pıt sesinin yerini alan kalbime bağlı kablolarına bağlı olduğu monitörden yükselen düzenli sesler odadaki tek sesti.

 

Sol elimin avucundan sarılmış ve koluma doğru uzanan, oradan ise şah damarıma doğru yol çizen sargım değiştirilmişti. Üzerimde siyah bir pijama takımı vardı ve bunlarında bana ne ara giydirildiğinden haberim yoktu.

 

Tek bildiğim annemi babamın öldürdüğüydü.

 

"Sana sormuştum." Aramızda çığ gibi büyüyen sessizliği bıçak gibi bölen ses kurumuş boğazımdan yükseldi. Sesini çıkarmadı. Bende dönüp ona bakmadım. "Sana defalarca kez sormuştum ve sen her seferinde bana yalan söylemeyi ve benden saklamayı seçtin."

 

Yine sessiz kaldı.

 

Konuşacak yüzü var mıydı ki?

 

"Eğlendin mi bari?" Dedim alayla. "Karşında annem için ufacık bir bilgi için kıvranırken eğlendin mi? Ne düşündün merak ediyorum? Hiç öğrenemem mi sandın?"

 

"Saçmalıyorsun." Dedi sertçe.

 

Başımı ondan yana çevirdiğimde gözlerim gözleriyle buluştu. "Her şeye gücün yetebilir, herkese, her şeye sözünü geçirebilir sana itaat etmeleri için ayaklarına kapanmalarını sağlayabilirsin Lider." Dedim dümdüz bir sesle. "Ama ben senin oyuncağın değilim."

 

"Hiçbir zaman bunu idda etmedim." Avuçlarının arasına aldığı yumruğunu daha çok sıktı. Gergindi.

 

"Senden boşanacağımı biliyorsun değil mi?" Sözlerim oturduğu yerde taş kesilmesine sebep oldu. "Umarım benden bu olanları gizlerken beni kaybedeceğin gerçeğini de göz önünde bulundurmuşsundur."

 

"Böyle bir şey asla olmayacak." Sert ve tok sesi kendinden emindi. "Senden asla boşanmayacağım."

 

"Senin benden boşanacağını idda etmedim zaten," kaşlarım havalandı. "Çünkü ben seni boşanayacağım. Mahkeme isterse aylar sürsün umurumda değil yasalar benden yana olacak."

 

"Bunun mümkün olmadığını biliyorsun," bu konuda bir hayli rahattı. "O boşanma asla gerçekleşmeyecek."

 

"Bir Alacahan olduğum günden beri yeterince şey yaşadım, yeterince acı çektim." Dedim. Katran karası gözlerindeki ifadeyi çözmek zordu. "Yeterince hasar aldım ve daha fazla hasar almaya da hiç niyetim yok."

 

"Her şey benim hatam, tek sorumlu benim yani öyle mi?" Diye sordu. "Asıl suçlu babanken, bilmen gereken şeyi benim değil sana onun söylemesi gerekirken beni suçlamandaki tek sebep sana bunu söylememiş olmam mı?"

 

"Sana sordum," dedim dişlerimin arasından. "Sana sormasaydım tamam! Ama sana sordum! Hemde defalarca kez! Seni uyardım , senin bildiğin benim bilmediğim bir şey varsa sana söyle dedim! Ama sen ne yaptın?!" Dedim öfkeyle. "Yalan söyledin!"

 

"Sen söylemedin mi?" Dedi öfkeyle. "Sen benden bir şeyler saklamıyor musun İzgi? Gözümün içine baka baka yalan söylemiyor musun? Sen beni aptal mı sanıyorsun?! Gerçekten hiçbir şeyin farkında olmadığımı mı düşünüyorsun?!"

 

Kaşlarım çatıldı. Yattığım yerde doğrulmak için hareketlendiğimde sol avucuma yüklendiğim için acıyla, "Ah!" Dedim.

 

"Dur!" Dedi ikaz edercesine. Yerinden kalkarken anında dibimde bitti.

 

"Bırak." Dedim öfkeyle. Doğrulamamda yardımcı olurken burnumdan soluyordum.

 

"Rahat dur!" Dediğinde arkamdaki yastığı düzeltti.

 

"Tamam bırak," dedim elimi elimden kurtararak. "Gerek yok." Sinirle burnundan soluduğunda geri yerine geçti ve bu sırada odanın kapısı açıldığında Isabelle, Hector ve babam içeriye girdi.

 

Hiçbir şeyden haberi olmamış olsa gerek bana doğru atılmıştı ki, "Sakın!" Dedim ikaz edercesine. Adımları olduğu yere çakılı kalırken, "Bir katilin merhametine de sevgisine de ihtiyacım yok!" Dedim.

 

Babam kaskatı kesilirken, "Ne?" Demişti.

 

"Ya sen?" Dedim öfkeyle. "Vicdan azabından mı yoksa anneme yaptıkların ortaya çıkmasın diye sevginle mi üzerini örtmeye çalıştın yaptıklarını?" Yüzüme bakmadı. Bakamadı. "Babasının biriciği, gözbebeği?" Dedim alayla. "Sahi sen isteyerek mi sevdin beni yoksa içinde ki vicdan mahkemen mi mecbur etti beni sevmene, sarıp sarmalamana?"

 

"Kızım-"

 

"Ben senin kızım değilim!" Dedim öfkeyle. "Benim bundan sonraki hayatımda baba sıfatı olarak yanımda yer alacak son insan bile değilsin sen! Benim senin gibi bir babam yok!" Diye haykırdım.

 

Monitörden yükselen sesle düzensiz bir hal aldığında Keskin yanı başımda belirdi. "İzgi sakin ol." Parmaklarının baskısını yanağımda hissettim. "Sakin ol güzelim, nefes al."

 

"Dokunma bana!" Dedim onu üzerimden ittirirken nefretle baktım ona. "Siktir git! Hepinizin cehenneme kadar yolu var!"

 

"Katılıyorum." Dedi Isabelle ve Hectorun kızgın bakışlarının hedefi olduğunda omuz silkti.

 

"Defolun gidin," dedim elimle kapıyı göstererek "Çıkın, yalnız bırakın beni!"

 

"İzgi-"

 

"Çık!" Diye bağırdım sertçe. Bedenim zangır zangır titrerken, "Defol git! Hiçbirinizin yüzünü görmek istemiyorum!" Yaşlar yanaklarımdan benden izinsiz süzüldü. "Ya ben yıllarca sana dert yandım?! Yıllarca annem diye senin dizinde ağladım?! Sen utanmadın mı yıllarca beni kandırmaya?! Ya sen yıllarca annemin ölümüne ben sebep oldum diye kendimi paralarken, dedem tarafından onca azarı işitirken, onca tokatı yerken hiç için sızlamadı mı baba?!" Keskinin bedenimi tutan elleri buz kestiğinde korkutucu bir sakinlikle bana baktı.

 

"Hector." Dedi Keskin bedenimi zaptetmeye çalışırken dikkatli davranmaya ve beni incitmemeye çalışıyordu.

 

Babam, Hector tarafından dışarı çıkarıldığında, "Bitmedi daha söyleceklerim!" Diye bağırdım arkasından. "Keskin bırak!" Dedim öfkeyle onu iterken geri çekilmek zorunda kaldı.

 

"Bu halde onunla konuşamazsın." Karşımda çömeldiğinde yumuşacık gözlerle bana baktı. Göğüs kafesim aldığım nefeslerle yükselip kalkarken derin derin nefesler almaya çalıştım. "Önce biraz sakinleşmen ve olayları sindirmen gerek."

 

"Sakinleşmiyorum!" Diye bağırdım avaz avaz. "Sakileşmeyeceğim! Yeter, anladın mı?! Yeter! Bıktım usandım artık, bu bitmeyen sorunlardan da! Her seferinde hiçbir suçum yokken suçlu gösterilmekten de bıktım!" Hector ve Isabelle büyük bir sakinlikle beni izlerken Keskin sıkıntılı bir nefes koyverdi.

 

Odanın kapısı yeniden açıldığında, Zeynep içeriye daldı. Hemen arkasından da Sinan belirdi.

 

"İz?!" Çantasını kanepeye atarken hızlı adımlarla yanıma geldi ve yatakta yanıma çökerken dikkatlice bana sarıldı. Onu özlemiştim. "Aklım çıktı?!" Dedi korkuyla. Sağlam kolumu ona sararken dolan gözlerimden yaşlar süzüldü.

 

"Zeynep." Dedim ağlamaklı sesimle.

 

"Şşş," Elleri tıpkı bir anne şefkatiyle saçlarımı okşadı. "Geçti güzelim. Geçecek yemin ederim. Beraber saracağız yaralarını, beraber kalacağız bu sefer ayağa." İçin için ağlarken kollarının arasına sindim.

 

"İz?" Sinanın tereddüt dolu sesini işittiğimde Zeynebin kollarının arasından sıyrıldım. Hemen diğer yanımda yer alırken sıcak avuçları yanaklarıma akım edene yaşları temizledi. "Halledeceğiz kardeşim." Dedi şefkatli bir sesle. "Biz yanındayız. Hep yanında olacağız."

 

Dikkatlice başımı omzuma yaslarken, "Annemi babam öldürmüş." Dedim. Öylesine ağrıma gitti ki bu cümle Yutkunamadım. Zeynep'le Sinanın birbirlerine baktıklarını fark ettim. "Saklamışlar benden. Kandırmışlar beni Sinan." Dedim küçük bir çocuk gibi sitemle.

 

"Önce iyileş," elleri omuzumu sıvazladı. "Önce bir şu hastaneden çıkalım sonra her şeyi konuşacağız."

 

"Meğer," dilimi ısırdım güçlükle. Bir süre sessiz kaldım. Zeynep beni rahatlatmak istercesine gülümsedi ve sağ elimi avuçlarının arasına aldı. "Herkesin bildiği ama konuşamaya cesaret edemediği o gerçek, benim annemmiş." Ağladığım için akan burnumu çektim. "Babamın annemi öldürdüğü gerçeği o kadar ağır ki..." Duraksadım ve göğüs kafesimi sıkıştıran o histen kurtulmak için derin bir nefes aldım. "Zeynep, ben bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyorum." Dedim başımı iki yana sallayarak. "Yıllarca annemin katilinin elinde büyümüşüm. Ona baba demişim, her ihtiyaç duyduğumda ona koşmuşum, ona sığınmışım." Güçlükle yutkundum. "Bu..." dedim zorlukla. "Bu çok ağır. Ben bu gerçeğin altından kalkamam," yaşlar dur durak bilmeden yanaklarımdan süzüldü. "Ölürüm."

 

Odadaki herkes buz keserken, Keskin bana bakakaldı. Zeynep, gergince gülümsedi.

 

"Şimdi dinlen biraz," dedi Sinan. "Şimdi sadece kendini düşün. Önceliğin kendin olsun." Bir süre başım Sinanın omzunda ona yaslı bir şekilde durdum öylece. Doktor muayene için geldiğindeyse Sinan ve Zeynep Uraza bakmak için odadan çıktılar.

 

"Tekrardan geçmiş olsun İz." Dedi Isabelle gülümseyerek. "Umarım bunu da atlatacaksın."

 

"Geçmiş atlatmayacağım kadar ağır Isabelle." Dedim bomboş bir sesle. İç boş cansız bir bebekten ibarettim sanki.

 

"Belki de atlatmak istemiyorsundur." Dedi Hector araya girerek. "Her şeye rağmen ayakta durabilecek güce sahipsin." Bakışları Keskini buldu. "İyileşmene bıkmadan, usanmadan yardım edecek bir eşe sahipsin." Belli belirsiz gülümsedi. Bu onu daha da sevimli yaptı gözümde. "Yaralarını en güzel şekilde saracaktır."

 

"Hiç kapanmayacak bir yarayı ne pansuman paklar, ne o yara dikiş ne de kabuk tutar." Dedim ifadesiz bir şekilde. "Her daim açık kalacak o yaraya ne yaparsan yap fayda etmez."

 

"Sevgi her yarayı iyileştirir İz." Dedi Isabelle. "Her yaranın merhemidir Sevgi."

 

"Hissedemedikten sonra, ne fayda Isabelle?" Buz gibi sesim içimdeki yangını biraz olsun soğutmuyordu. Keskinin bana bakakaldığını fark ettim.

 

Kalbim üşüyordu ve onu ısıtmasını isteyeceğim bir annem yoktu. Hiç olmamıştı.

 

Keskinin katran karası gözleri sargılı elime düştüğünde kaşları çatıldı. Uzun süre parmaklarımı izledi ve sessizlik odada çığ gibi büyüdü.

 

"Yüzüğün nerede?" Diye sordu merakla. Kaşları çatılmış sargılı halde olan sol elimin parmaklarına bakıyordu.

 

"Bende," dedi Isabelle ve Keskinin bakışları onu buldu. "Tedavi sürecinde çıkartılması gerekmişti. Elimden geldiğince temizlemeye çalıştım ama kan lekelerini bir türlü çıkaramadım yüzükten de alyanstan da." Çantasından çıkardığı yüzükleri Keskine uzattı.

 

"Ben o kanlı yüzüğü asla takmam parmağıma." Dedim buz gibi bir sesle. Keskin yüzükleri Isabelleden alırken avuçlarına hapsetti.

 

"Yenisini yaptırırım ben," dedi çaresizce. Her seferinde nefret dolu bakışlarımı görmek ağrına gidiyordu. "Senin için."

 

"İstemiyorum." Dedim kestirip atar gibi. Isabelle ve Hector merakla bizi izliyorlardı.

 

"İzgi." Dedi yapma der gibi.

 

O bana kıymıştı ama. O bana yapmaması gereken bir şey yapmıştı.

 

Her şeyi mahvetmişti.

 

Bundan sonra bizden olur muydu sanıyordu?

 

Hala ümit edebiliyor muydu gerçekten?

 

"Bana seni hatırlatan, seni andıran ve seni anımsatan hiçbir şeyi istemiyorum artık." Nefretim sesime yansıdı. "Yeni karına yenisini yaptırırsın artık çünkü senden boşanacağım."

 

Kara gözlerine düşen gölgeler kirpiklerimin titremesine sebep oldu. Yeşil gözlerime dolan yaşları akıtmadım. Isabellenin şaşkın bakışlarını üzerimde hissederken Hector sırtını yasladığı duvardan ayırdı ve bana baktı.

 

Avuçlarının arasında ki yüzükleri sıkı sıkıya tutarken, "Bitti." Dedim acımasızca. Kirpikleri gözlerini örttüğünde görmek istemedi ona nefretle bakan gözlerimi. "Bunun bende bir affı yok Keskin." Dedim sıkıntıyla iç çekerek.

 

Gözlerini açtığında konuşmak için dudaklarını araladı ama ondan önce davrandım. "Ben sana sormuştum." Dedim hayal kırıklığı içinde. "Ben sana sordum ama sen yalan söylemeyi seçtin." Dedim sıkıntıyla.

 

"Söyleyemezdim." Dedi yutkunarak. "Senin iyiliğin için böyle olması daha iyiydi."

 

"Şimdi daha mı iyi oldu?" Diye sordum. "Şimdi çok mu iyiyim ben söylesene? İyiliğimi isterken öğrendiğimde ne hale düşüneceğimi önemsedin mi?!"

 

"Seni önemsemediğim tek bir an bile yoktu." Gözleri bu muameleyi hak etmediğini haykırıyordu. "Acın da öfken kadar taze. Sakinleştiğinde her şeyi konuşacağız."

 

"Bu saatten sonra seninle karşılıklı diyaloğa gireceğim tek yer mahkeme salonu olur!" Öfkeyle, sabır çekti. Şaklarındaki damar kendisini belli etti.

 

"Bir kez daha boşanmadan bahsetmeyeceksin!" Dedi sertçe. "Unut onu! Böyle bir şey asla olmayacak!"

 

"Mahkeme celbi eline ulaştığında sırf suratının alacağı şekli görmek için bile sana bir süre daha katlanabilirim!" Diye bağırdım.

 

Odanın kapısı hızla açıldığında abim içeriye girdi telaşla. "Ne oluyor?" Bakışları beni buldu. "İz? Niye bağırıyorsun güzelim?"

 

Kollarımı çocuk gibi ona doğru uzatırken, "Abi." Dedim ağlamaklı sesimle. İki büyük adımda yanımda biterken yatağın yanına çöktü ve kollarımın arasına girdiğinde dikkatlice bana sarıldı. Başımı omzuna yaslarken, "Gitsin hepsi." Dedim. "Abi görmek istemiyorum hiçbirini, gitsinler." Göz yaşlarım yanaklarımdan süzüldü.

 

"Şşş," büyük elleri saçlarımı okşadı yavaş yavaş. "Tamam abim. Çıkaracağım ben şimdi hepsini sen yeterki ağlama."

 

"Abi annemi," dedim için için ağlarken. "Babam annemi-" devamını getiremedim. Dilim varmadı.

 

"Biliyorum." Dediğinde buz kestim. "Haberim vardı." Kollarının arasında kalakaldım.

 

Ne demek haberim vardı?

 

"Sinan mı söyledi?" Diye sordum geriye çekilirken kahveleriyle karşı karşıya geldim. Yorgun ve bitkin gözüküyordu. "Nasıl öğrendin?"

 

"İz." Dedi acı çeker gibi.

 

"Videoyu mu izledin?" Yaşlar yeniden gözlerime doldu. "Gördün mü sende?" Diye sordum acıyla. "Eli bile titrememiş. Pişman bile olmamış." Abim bana öyle bir bakıyordu ki ben ölmek istiyordum. Kahvelerinde seçtiğim suçluluk beni öldürüyordu. Tahmin ettiğim şeyin olmamasını diledim. "Bunca zaman kandırmış hepimizi. Belki dedem de bilmiyordu? Bilseydi bu kadar kötü davranmazdı bana dimi? Bilseydi kızının emanetine sahip çıkardı değil mi?"

 

"Özür dilerim," fısıltısı yürek yakan cinstendi. "İz, çok üzgünüm."

 

"Neden?" Diye sordum merakla. "Niye üzgünsün ki? Bana mı üzülüyorsun? Üzülme sakın bana, iyiyim hem ben. Ama anneme üzülüyorsan ona bende üzülüyorum." Dişlerimi dudaklarıma geçirdim. Abim karşımda ezildikçe ezildi. "Onun tesellisini bu sefer ben sana vermemem abi çünkü bana da bu acının tesellisini verecek hiç kimse yok." Omuz silktim. "Ama olsun," dedim çocuk gibi. "Biz yine iki kardeş veririz sırt sırta değil mi?" Abim sessiz kaldı. Sessiz kaldıkça öldüm ben. "Yine sararız birbirimizin yarasını değil mi abi? Annesiz öksüz olanız biz, birbirimize dayanak olmamız gerekir değil mi?"

 

"İz, ben biliyordum." Dedi zorlukla yutkunarak. Gözlerimi yumdum sıkı sıkı. Kulaklarımı kapatmak istedim ama sağlam olan tek elimle imkansızdı. Görmek istemedim pişmanlıkla bakan kahve gözlerini.

 

Annemin cansız gözleri geldi gözümün önüne ve gözlerim korkuyla açıldığında korkuyla geriye doğru kaydım.

 

"Yalan söylüyorsun," sesim fısıltıdan farksızdı. "Yine yalan söylüyorsun! Hep olduğu gibi babanı koruyorsun ama bu sefer değil." Dedim kabul etmezcesine başımı iki yana sallayarak. "Bu senin üstlenebileceğinden daha ağır bir suç abi." Kucağında ki avuçlarına yapıştım telaşla. Dolu dolu gözlerle baktım gözlerine.

 

Kapının kapanan sesini işittim. Isabelle ve Hector artık odada değildi. Keskinse her an yeni bir krizin eşiğine gelecekmişimcesine tetikte duruyordu.

 

"Bu suçun cezası benim kalbimde idam." Dedim yanık bir sesle. "Bende affı yok. Cezası çok ağır." Ne olur dercesine baktım ona. "Lütfen." Diye yalvardım acıyla.

 

"Özür dilerim." Dedi kısık sesiyle. Avuçlarına sarılan ellerim ateşe değmiş gibi uzaklaştı ellerinden.

 

"Babam mı tehdit ediyor seni?" Diye sordum umutla. "Neyle tehdit-"

 

"Kimsenin beni tehdit ettiği yok!" Diye bağırdığında bir anlık çıkışıyla irkildim.

 

"Yavaş!" Keskinin sert ve tok sesi kulaklarıma ulaştı. Katran karası gözlerindeki korkutucu ifade abime yönelikti.

 

"Biliyordum işte!" Diye bağırdı. "Haberim vardı!"

 

"Bir daha o sesin karım yükselirse ses tellerini koparırım senin Mert!" Diye gürledi Keskin. Abimi çöktüğü yataktan kaldırdı.

 

"Sen karışma." Dedi abim.

 

"Karımın karşısında hareketlerine dikkat et o zaman," dedi sertçe. "O sesini alçaltki yeterince alçalma karşımda. Hareketlerine dikkat et ki dikkat edecek hale getirmeyeyim seni!" Diye ikaz etti.

 

Dehşete düştüğümü hissederken ucu bucağı olmayan bir arafta sıkıştığımı hissediyordum. Sanki beni o Araf'tan kurtarmak için çabalayan herkes daha da dibe çekiyordu beni. Daha çok hapsolmama sebep oluyor ve aydınlığa ulaşmama sebep oluyordu.

 

Abi. Bir kelime, üç harf. Anlamı; Yol gösteren, sırtını yasladığın, sorgusuz sualsiz güvendiğin,seni koruyup kolladığına inandığın, canım dediğin demek.

 

Hayatımda bu sıfata sığdıracağım birisi yokmuş meğer. Hiç olmamış. Fark etmemişim, ne kadar da aptalmışım.

 

Bir bilseydi. Canımı nasıl yaktığını bir bilseydi, içimi görseydi, beni nasıl un ufak ettiğini, acıdan konuşamayacak halde olduğumu bir bilseydi keşke.

 

Abi, demek istedim. Neden? Diye sormak istedim ama alacağım cevaptan ölesiye korktum.

 

Acıdan konuşamayacak kadar dilimin tutulduğunu hissediyordum. Belki de en büyük tepkimi abime vermiştim. Bağırıp çağırmamıştım. Onu sessizliğimle cezalandırmıştım.

 

Gözlerim boşluğa takılıydı. Bulanık gören gözlerime erişmeye çalışan bir adam vardı belli belirsiz. Sıcak parmakları bana kendini hissettirmek gibi yüzümde saçlarımda dolaştı. Nefesimin kesildiğini hissederken yeniden yatağa yatırıldım.

 

Başımdan geçirilen oksijen maskesi yeniden ağzıma kapandığında aldığım nefes ciğerlerimi yaktı. Yakıcı ışığı gözlerimde hissederken kilitlenmiş gibiydim. Nefesimi gittikçe açan hava uykumu getirmeye başladı. Gözlerim ağır ağır karanlığa yeniden kapandı.

 

...

 

Serumun damlayan sesi odanın içindeki tek sesti şu anda. Zihnim haps olduğu karanlıktan sıyrılmıştı

 

Saatler önce telaşla kapıma kadar gelen, benim için endişelen Şebnemin yaşlı gözleri gitmiyordu gözümün önünden. Onu kovmuştum. Senelerce bildiği halde susmuş kulağıma fısıldadığı ninnilerini yalanlarla süslemişti.

 

Farkına vardığım çok şey olduğu gibi artık ne yapacağıma karar verdiğim çok şeyde vardı.

 

"İz?" Isabellenin temkinli sesine çevirdim bakışlarımı. Keskin uyandığımda odada değildi. Nereye gitmişti bilmiyordum. Bakışlarım ağır ağır Isabelleyi buldu. "Bunu sana daha önceden söylemem gerekiyordu belki ama bir türlü fırsat bulamadım." Gülümsedi. Heyecan doluydu. Vereceği haber yüzünden içi içine sığmıyordu.

 

Kaşlarım çatıldı. "Belki sana da iyi gelir, moral olur bu haber." Dedi gülümseyerek.

 

"Neyden bahsediyorsun?" Diye sordum merakla.

 

Ruhumdaki kasvet kendini yeniden belli etti. İçimi sıkıştıran huzursuzluk hissi her seferinde nefes almamı zorlaştırıyordu.

 

"Hamilesin!" Dedi bir anda. Başımdan aşağıya kaynar su dökülmüş gibi hissettim. Kalbim kasılırken kirpiklerim acıyla titredi. Buz kestim. "Keskine belki kendin söylemek istersin diye kimseye söylemedim henüz. Doktorunu da özel olarak tembihledim."

 

Yanlış duymuş olmalıydım. Bu bir hata olmalıydı.

 

Korku ve panik kalbimi esir aldığında böyle bir şeyin nasıl mümkün olabileceğini sorguladım kendi içimde.

 

Fark ettiğim detayla aklımı kaçıracak gibi oldum.

 

Keskinle olan hiçbir birlikteliğimde korunmamıştım! Ne o ne de ben korunmayı bir aptal gibi akıl etmemiştik. Üst üste yaşanan birlikteliklerimizden ötürü hamile kalmamam imkansızdı.

 

"Kaç aylık?" Diye sordum korkuyla. Ellerimdeki titreme yeniden baş gösterdi.

 

"Henüz çok küçük," dedi. "Dört haftalık."

 

Gözlerimi sıkı sıkı yumarken aldığım haberin benim için bir cenaze haberinden farkı yoktu.

 

Benden anne olmazdı ki. Benden bir çocuğa asla anne olmazdı.

 

Heleki bu halde, bu psikolojideyken benden hiç anne olmazdı.

 

"Sevinmedin mi?" Yıkılan yüz ifadem Isabellenin sorgu dolu gözlerle bana bakmasına sebep olurdu.

 

Böyle bir haberin neyine sevinecektim.

 

"Bir çocuğa anne olmak gibi bir hayalim yok Isabelle." Dedim soğuk bir sesle.

 

"Ne?" Dedi şaşkınlıkla. "Nasıl yani?" Diye sordu.

 

"Beni yalnız bırakır mısın lütfen?" Diye ricada bulundum. "Mümkünse bundan kimseye bahsetme."

 

"Ama Keskin-"

 

"Ben onunla konuşurum." Diyerek yalan söyledim. "İkimizin de anne baba olmak gibi bir hayali yok, o yüzden anlayışla karşılıyacaktır." İstemeye istemeye, ısrarlarım sonucunda kabul etmek zorunda kaldı ve beni odada yalnız bıraktı.

 

Odaya sığamadığımı hissederken, boynumdaki oksijen maskesini ve sağ elimin üzerindeki serumu çekip çıkardım canımın acısını önemsemeden. Ayaklarımı yataktan sarkıtırken bütün bedenimin uyuştuğunu hissediyordum.

 

Açık pencereye doğru küçük adımlar atarken soğuk havayı içime çektim. Derin derin nefesler alırken dolan gözlerimi geri ittim. Her şey üst üste gelmek zorunda mıydı? Hayatım yeterince çıkmazdayken, şimdi de bir bebekle mi uğraşacaktım?

 

Nefret ettiğim bir bebeği doğurmak istemiyordum.

 

Bir anda karnıma sarılan kollarla kaskatı kesilirken onun denizin yakıcı kokusu genzime doldu. Burnunu saçlarımın arasında hissederken heybetli bedeni arkadan bana sıkı sıkı sarıldı.

 

"Keskin." Dedim yutkunurken.

 

"Sadece biraz," Yüzü saçlarımın arasına gömülü olduğu için sesi boğuk çıkıyordu. "Biraz." Dedi yeniden. "Haftalardır uyku uyuyamadım, izin verde biraz soluklanayım İzgi." Diye yakardı. "Tamam hatalıyım ama en azından beni kendinden mahrum bırakma."

 

"Yapma." Dedim acıdan kıvranır bir halde. Hele bebeği nasıl söyleyecektim? Ya isterse onu? O zaman ne yapacaktım?

 

İç çekti. "Sensiz bir hayat istemiyorum." Dedi net bir sesle. "Artık değil." Karnımdaki elleri daha çok sıkılaştı. Kalbim korkuyla tekledi.

 

Burnu boynuma sürttü. Sağ tarafıma. Yarası olmayan, yanığı olmayan kısmına.

 

"Bir hatanın seni benden almasına izin vermeyeceğim." Her iki koluda karnımda hareket ettikçe içim eziliyordu.

 

Asıl hata kasıklarımda can bulmuştu.

 

"Biraz yalnız kalıp düşünmek istiyorum," diye mırıldandım. "En azından bir süre bir şeyleri sindirmem için bana zaman ver."

 

"Tamam," dedi hızla. "Ne istiyorsun? Eve gelmem, gözükmem bir süre gözüne d-"

 

"Gitmek istiyorum." Vücudu elimin altında kaskatı kesildi. "Her şeyden, herkesten uzakta olmaya ihtiyacım var. Kendimi dinlemeye, zihnimdeki bu karmaşadan kurtulmaya ihtiyacım var."

 

"İzgi." Dedi, olmaz der gibi.

 

"Çok uzağa gitmeyeceğim, Zeynep'te kalsam benim için daha iyi olur." Dedim. "İstediğin zaman da gelirsin, açarım ben sana kapıyı. Dışarıda bırakmam yani seni." Ne saçmalıyordum Allah aşkına?

 

"Ya özlersem seni?" Diye sordu. Gülümsedim. "Olmaz, kalmazsın Zeynep'te. İzin vermiyorum."

 

Ona doğru dönerken yüzümde kızgın bir ifade hakimdi. "Senden izin almıyorum zaten." Dedim. "Ne istiyorsun dedin, istediğimi dile getirdim."

 

"İsteklerin benim canımı sıkan istekler olduğu sürece, kabul etmemek gibi bir ayrıcalığım var." Dedi. "Kocanım ben senin. Koca sözü dinle, otur evinde."

 

"Hem seni ne ilgilendirir biz boşanıyoruz artık." Dedim kaşlarımı çatarak.

 

"Yeter senden ayrı kaldığım," dedi sitemle. "Sen kal ben giderim diyorum işte, niye naz yapıyorsun?"

 

"Keskin," dedim alayla. "Senin evinde kalsamda aynı halt, Zeynebin evinde kalsamda. Her türlü benden ayrı kalacaksın." Dedim. "Ve ben seninle kalmak istemiyorum."

 

"Evimdeyken, kişisel alanını daha iyi sabote edebilirim." Dediğinde hayretle ona baktım.

 

"Odamın kapısını kilitlerim." Dedim hızla.

 

"Yedek anahtar var. Olmadı balkondan girerim, o da olmadı kapıyı çerçeveyi indirip girerim."

 

"Kesinlikle Zeynepte kalıyorum!" Diye cırladım.

 

"Olmaz!" Dedi anında.

 

Bıkkınlıkla nefesimi verdim. "Gerçekten yalnız kalmaya ihtiyacım var Keskin." Dedim. "Biraz olsun kafamı toparlamak is-"

 

Ne olduğunu anlamadan bir anda dudakları dudaklarıma kapandığında belimdeki kolunun tutuşu sıkılaştı ve sol koluma dikkat ederek, beni kendine doğru çektiğinde soluksuz öpücüğü nefesimi kesti.

 

Gözlerim ağır ağır kapanırken nefesi bana can oldu. Alt dudağımı dişleri arasında çekiştirirken dili dilime dolandı. Soluksuz bir şekilde beni öperken diğer eli yanağımı kavradı ve avucunun sıcaklığını yanağımda hissettim.

 

Karşılık vermedim. Aksine sağ avucumu görüsüne yaslayarak onu geri itmeye çalıştım ama başarılı olamadım.

 

Tutku ve özlem dolu öpücüğü dudaklarımda izini bırakırken beni nefessiz bırakmak istermiş gibi kısa kısa öpücükleriyle ara vermeden öpücüğünü kesti. Nefes almak için duraksamıştım ki dudakları yerinden dudaklarıma kapandı ve uzun bir öpücükle daha çok kesti nefesimi.

 

Bir kez daha itmeye çalıştım ama yine geri çekilmek için bir hamle yapmadı.

 

"Yemin ederim bir gün bu Hectoru boğazlayarak öldür-" Isabellenin öfke dolu sesi bir anda kesildiğinde hızla ayrıldım ondan. "OHA AMA!" Diye bağırdı hayretle. Yanaklarım utançla kızarırken yanımdaki adam arsızca sırıtıyordu. "Daha demin boşanacağım diyordun sen bu adam için, hemen yelkenleri suya mı indirdin?" Diye sordu.

 

"Ne münasebet!" Dedim. Keskine ters ters bakarak yatağıma doğru küçük adımlar attım. "Onunla öpüşmüyordum! O beni zorla öptü! Hem onun beni öpüyor olması ondan boşanmayacağım anlamına gelmez! Şu anda evli bir kadınım ve hala evli olduğum halde cinsel açlığımı bastırması için kocamı aldatmayacağıma göre mecburen boşanana kadar ona katlanacağım!" Yatağa girip çarşafın altına girerken Keskinin gür kahkahası odanın içini doldurdu.

 

"Pes!" Dedi Isabelle ve hemen ardından odadan çıkıp kapıyı sertçe kapattı.

 

"Yeniden yalnız kaldığımıza göre, karımın cinsel açlığını bastırmakta ona yardımcı olayım o zaman." Üzerime üzerime gelirken yutkundum.

 

"Yaralıyım ben," dedim yatakta geri geri giderek.

 

"Bu bir engel değil," gerçekten şu anda üzerime üzerime gelirken beni korkutuyordu. Üstelik haftalardır benden ayrı kaldığını ve kimseyle birlikte olmadığımı düşünürsem korkul git gide büyüyordu. "Dikkatli olacağımdan emin olabilirsin."

 

Bir dakika ne?

 

Gözlerim kısıldığında, "Beni aldattın mı doğruyu söyle?" Diye sordum.

 

"Ne?" Dedi.

 

"Ben nereden bileceğim yokluğumda başkalarının kollarında teselliyi aramadığını?" Diye sordum sitemle.

 

"Yavrum," dedi bir dizini yatağa yaslayarak. Yandan yandan küskün bir şekilde ona baktım. "Farkında mısın bilmiyorum ama senin için bir ülke yok ettim ben." Belli belirsiz gülümsedim ama bunu ona göstermedim.

 

"Bilemiyorum artık," dedim süzülerek. "Malum, Oliviasıydı, Fundasıydı, osuydu busuydu bitmiyor kırıkların." Ters ters baktım ona. "Yokluğumda yapışmışlardır şimdi yakana."

 

"Yakama yapışmasını istediğim tek kadın sensin." Dedi bir anda. Bu adamın benim kalbime zoru vardı. "Yanımda istediğim, soyadımı bir ömür taşımasını istediğim ve yatağımda varlığına ihtiyaç tek kadın yine sensin." Gerçekten kalbimle zoru vardı. "Bir başkası değil, olamaz, olmayacakta." Dedi kesin bir dille. "Zeynep'te kal bir süre kafanı dinle ama en fazla bir hafta İzgi." Dedi. "Bir hafta sonra seninle İsviçre'ye gideceğiz. Kalp naklini daha fazla bekletmeyeceğiz."

 

İtiraz etmek için dudaklarımı aralamıştım ki, "İtirazın reddedildi." Diyerek susturdu beni.

 

İyi de hamile hamile o ameliyatı olmama imkan yoktu. Keskine nasıl söyleyecektim onu da bilmiyordum zaten.

 

"Of!" Dedim çocuk gibi. "Of yani!" Dediğimde gülümsedi.

 

...

 

Hastaneden çıktıktan sonra Zeyneplere geleli henüz iki gün olmuştu. Canım arkadaşım bana bebek gibi bakıyordu. Tabi bu iki günde Keskin kapımda bittiği için Zeynep tarafından da bizzat kovulmakla kalıyordu.

 

Kaçırıldığım o dönemde Zeynep çoktan kürtaj olmak zorunda kalmıştı ve yanında olmadığım için de ona yarı üzülüyordum.

 

"İz, güzelim." Dedi Zeynep mis gibi kokan ezogelin çorbasını önüme bıraktığında. "Sıcak sıcak içte boğazına iyi gelsin." Dedi. Masada çeşit çeşit yemekler vardı. Ben seviyorum diye mantı ve içli köfte yapmıştı. Fırında karnıyarık ve pilavlada gönlümü ferah etmişti. Uraz çoktan yemeğini yemiş yarın okul olduğunu içinse erken yatmak zorunda kalmıştı.

 

Zeynep karşımda otururken, "Sen ne zaman başlayacaksın yine mesleğe?" Diye sordum merakla. "Adliye koridorları özlemiştir seni. Gel de mekanın sahibi kimmiş göster yeni yetmelere."

 

Sözlerime karşılık gülerken, "Başlamayı düşünüyorum benden zaten." Dedi. "Geç bile kaldım. Uraz biraz büyüsün diye bekledim ama yeter artık. Evde dura dura bir hal oldum." Diye sitem etti. "O kada çok özledim ki senin birlikte sabahlamayı, aynı davalara bakmayı, birlikte çalışmayı." Dedi özlemle. Eskiler gülümsememe sebep oldu.

 

"Avukat Zeynebin içinde bulunduğu bir davayı kaybetmesi gibi bir ihtimal hiçbir zaman şahit olunmadı." Dedim gururla. "Bir dönde yüreklere korku salınsın. Bende yokum zaten ortalarda, adliye iyice başı boşlara kaldı."

 

"Avukat Zeynebin kaybedeceği tek dava senin karşısında olduğun davadır." Diyerek o da beni övdü. "Şükür ediyorum ki canım arkadaşım beni onurlandırarak avukatlığı seçmedi ve savcılığı seçerek önüme taş koydu." Gülerek çorbamdan bir kaşık daha aldım. "Ayrıca sen sıkılmıyor musun evde ya?"

 

"Sorma." Dedim. "Hiç sorma. Başsavcı tutturdu sadece sana verilen saha görevine uyacaksın da uyacaksın diye. Hiçbir dosyayı elletmiyor." Yüzümü buruşturdum. "Gıcık herif."

 

"Seni gıcık ettiyse vardır bir bit yeniği," dedi. "Çekersin yakında onun da fişini ama hiç şüphem yok." Dudak büktü.

 

"Şerefsiz herif Silvana görevin dosyasını vermiş." Dedim nefretle. Zeynebin lokması boğazında kalırken, "Helal helal." Dedim.

 

"Ne demek görev dosyasını vermiş?" Dedi hayretle. "Ee ya Keskin öğrenirse?"

 

"Söylemeyeceğim falan de zırvaladı bir şeyler ama iş başa düştü yine." Dedim sıkıntıyla. "Madem onlar usülsüzlükle çıkıyorlar karşıma bende onlara en güzel şekilde veririm cevaplarını."

 

"Ne yapacaksın?" Diye sordu merakla.

 

"Dosyadan çekileceğim." Dedim bir anda.

 

"NE?!" Diye bağırdı. Koyu kestane gözleri iri iri açılmış bana bakıyordu. Beyaz teni ay gibi parlıyordu. Saçlarının rengini açtırmış olmalıydı ki bu renk ona çok yakışmıştı. Kakülleri anlına dökülürken yer yer sarılıklara kumrallıkları eklenmişti. "Nasıl yani?"

 

"Bas bayağı," dedim omuz silkerek. "Çekileceğim işte dosyadan, nesini anlamadın?"

 

"İz," dedi yeme beni der gibi. "Senin ciğerini bilirim ben. Sana verilen hiçbir dosyayı bırakmazsın sen asla. Herkes değişir, her şey değişir ama senin o adalete olan bağlılığın değişmez. Ben ne kadar usulsüz işe bulaşırsam bulaşayım seninle karşı karşıya geldiğim her davada temiz çalıştım." Dedi bir anda ciddileşerek. "Gözünden hiçbir şey kaçmaz senin."

 

"İçim şişti Zeynep! İçim şişti yemin ederim!" Diye sitem ettim. "Çekilsem suç çekilmesem suç. Ne yapayım istiyorsunuz anlamıyorum ki?"

 

Dikkatlice bana bakarken, "Bu hiç hayra alamet değil ama neyse." Dedi istemeye istemeye. Elinde tabağıyla ayaklanıp yanımdan geçerken kulağıma doğru eğildi ve, "NEYSE?!" Diye bağırdı.

 

"Yaaa!" Diye çığlık attım.

 

"Bağırma!" Diye bağırdı. "Çocuk uyuyor. Ne biçim teyzesini sen! Az saygı!"

 

"Bana bağırma derken bile bağıran sensin Zeynep!" Dedim sesimi alçaltarak. "Bin kere dedim sana şöyle bağırma kulağımın dibinde diye!"

 

Kapının zili evin içini doldurduğunda, "Geldi seninki yine." Dedi alayla. Kapıyı açmaya giderken yerime çöktüm ve çorbamdan içmeye devam ettim.

 

Günleridir kapımda soluğu alıyordu. Konuşmak bir şeyleri halletmek için çabalıyordu ama çabası nafileydi.

 

Birkaç dakika sonra mutfağın kapısında Sinan belirdi. "Aaaa," dedim şaşkınlıkla. "Sen mi geldin Sinan?" İstemsizce gözlerim onu aramıştı. Bugün neden gelmemişti acaba?

 

"Kim gelecek başka?" Dedi ters ters. Ceketini sandalyelerden birine bırakırken alkol kokusu doldu burnuma. Zeynebin gülen suratı düşmüş gözlerine gölgeler uğramıştı.

 

"Nerdesin bu saate kadar?" Diye sordu. "Leş gibi de içmişsin Sinan! Kaç kere dedim şu zıkkımı içme diye!" Dedi sinirle.

 

"Karışma Zeynep." Dedi eliyle şakaklarımı ovalayarak. "Elimde kalan tek şeyi bırak bari o kalsın." Dediğinde şaşkınlıkla Sinan'a baktım.

 

"Saçma sapan konuşup benim asabımı bozma!" Dedi Zeynep öfkeyle. "Başlarım senin derdine de, gelmişine de geçmişine de!" Dedi sinirle. "Sen önce bana, hesap ver!"

 

"Zeynep, başım patlıyor zaten her ne söyleyeceksen sabah söylersin olur mu?" Dedi Sinan. "Gerçekten şu anda hiç kavga edecek halim yok seninle."

 

"Sinan," dedi Zeynep. "Sen bizim nikahımızın olduğu gün o kadına nasıl gidersin?" Dudaklarım aralanırken, Zeyneb'e bakakaldım. "Üstelik benim bunu o kadından iğrenç bir şekilde öğrenmeme ne gerek vardı?"

 

"Sırası değil Zeynep?" Dedi Sinan. Rahatlığı karşısında hayrete düştüm bir kez daha. "Hemde hiç sırası değil." Dedi kestirip atar gibi.

 

"Tam da sırası." Diye bağırdı. "Ya sen ben hiç üzülür müyüm, kırılır mıyım, ne hissederim diye düşünmüyor musun? Bir kez olsun söz konusu o kadın-"

 

"Onun bir adı var." Dedi Sinan, Zeynebin sözünü keserek. Ona hayretle baktım. "Leyla. Adı Leyla."

 

"Allah senin belanı versin." Dedi Zeynep öfkeyle. "O gün o imzayı atan benimde belamı versin. Senin beni sevmeni yıllarca bekleyen bana da yazıklar olsun." Dedi tükürür gibi.

 

Sinan sıkıntılı bir nefes alırken alkolün de getirdiği gevşeklikle, "Bizden olmayacağı en başından beri biliyordun Zeynep." Dedi.

 

"O zaman ümit vermeyecektin?!" Diye bağırdı avaz avaz. "O zaman ben her gitmek istediğimde beni durdurmayacaktın?! Sen eğer bana ümit vermeseydin, git Zeynep deseydin ben yok mu diyecektim Sinan?!" Gözlerinden akan yaşlar yanaklarını ıslattı. Kırgınlığını en derinimde hissederken içim acıdı. "Sen neden yaptın ki bunu bana ya? Niye böylesine yakıp yıkıyorsun ki beni Sinan? Niye nefes almama izin vermiyorsun?"

 

Bir şey bekledim. Kırgınlığını giderecek bir şey söylemesini bekledim ama beklediğim gibi olmadı. "O gün o nikaha geldim ama mecburiyetten. O gün o damatlığı giydim ama senin için değil, isteyerek, hevesle değil yine mecburiyetten. O gün o imzayı attım Zeynep ama yine senin için değil mecburiyetten." Sinan yine ve yine yanılttı. Hep olduğu gibi.

 

Bir kadına onu istemediğini canını böylesine yakarak söylememeliydi.

 

Zeynep öyle bir gülümsedi ki, gülümseyişi boğazımı düğüm düğüm etti. Sağ parmakları sol elinin yüzük parmağını kavradı ve alyansı ile birlikte tektaşını da çıkardı tereddüt etmeden. Yüzüklerini resmen Sinanın suratını fırlatırken, "Bitti." Dedi. Kapıda uykulu gözlerle annesi ve babasını izleyen Urazı fark ettiğimde oturduğum yerden hızla ayaklandım ve ona doğru adımlarımı attım. "Artık yokum."

 

Urazın önünde dururken, "Gel teyzeciğim." Dedim sağ kolumla onu dikkatlice kucaklayarak.

 

"Zeynep-" tam o sırada etin ete çarpma sesi kulaklarıma dolduğunda Urazı görmemesi için göğüsüme bastırdım ve hızlı adımlarla salona doğru ilerledim.

 

"Teyze." Dedi korkuyla.

 

"Yok bir şey teyzeciğim." Dedim onu sakinleştirmek adına. Mutfaktan gelen belli belirsiz sesleri işittim. "Anneyle baba biraz tartışmış sadece. Konuşuyorlar kendi aralarında. Büyüklerin aralarına girmekte yasak. Konuşmuştuk hani seninle hatırlıyor musun?" Diye sorduğumda başını sallayarak onayladı.

 

"İz?" Dedi Zeynep mutfaktan çıkarken. "Sen Uraz için birkaç parça kıyafet alır mısın? Ben daha sonra gerisini hallederim. Yukarı çıkıp valiz hazırlamam gerek." Dediğinde sessiz kaldım.

 

"Anne nereye?" Diye sordu Uraz. Bağırış seslerinden korktuğu her halinden belli oluyordu.

 

"Anneciğim," dedi Zeynep yanımıza gelip Urazın küçük ellerini avuçları arasına alarak. "İz teyzenin çiftliği var ya hani? Sen orayı çok sevmiştin, atlara da binmiştin hatta. Biz bir süre orada kalacağız teyzenle birlikte."

 

"Ama babam?" Dedi dudak bükerek.

 

"Babanın işleri varmış oğlum," dedi zorlukla yutkunarak. "O sonra gelecek yanımıza." Diyerek yalan söyledi.

 

Sıkıntıyla iç çekerken, "Gel bakalım küçük bey," dedim Urazın elinden tutarak. "Anneleri üzmek yok. Anneler ne diyorsa onu yapıyoruz yoksa çok üzülürler." Dedim.

 

Pıtı pıtı adımlarla Zeynep'e doğru yürüdüğünde küçük kollarını boynuna doları ve her iki yanağına da öpücükler kondurdu.

 

Gülümsemem yüzünde yer aldığında Zeynepte huzurla gülümsedi. "Üzmedim demi seni? Çıkmadım ki hem sözünden?"

 

"Yok," dedi Zeynep. "Sen hiç üzmezsin ki zaten beni." Dediğinde saçlarına küçük bir öpücük kondurdu ve ayaklandığında adımları yukarıya çıkan merdivenleri buldu.

 

"Hadi bakalım küçük bey, gidip seninle çanta hazırlayalım." Dedim elinden tutarak.

 

Urazla birlikte küçük bir çanta hazırlamış daha sonra Zeynebin eşyalarını toplamasına yardım etmiştim. Temelli gidiyordu bu sefer. Şimdilik ihtiyacı olanları almıştı ama yine gelip her şeyini alacaktı bu sefer. Valizlerini arabaya yerleştirirken Sinan'la konuşmadım. O da zaten pek konuşmak istermiş gibi durmuyordu bu yüzden ellemedim. Kapıdan çıkarken girişe bir araba yaklaştı. Aracın sürgü koltuğunda Isabelle indi.

 

"Nereye böyle?" Diye sordu merakla. "Kaçıyor musun? Halbuki seni ben kaçırmaya gelmiştim. Keskini kudurturdum karını kaçırdım diye." Dedi alayla.

 

"Zeynebi çiftlik evine yerleştirmem gerek." Dedim sıkıntıyla. "Yer değişikliği yapıyoruz yani."

 

"Olmaz," dedi. "Sen benimle geliyorsun işimiz var."

 

"Zeynebi yalnız bırakamam Isabelle." Dedim. "Bana ihtiyacı var."

 

"Git sen İz." Dedi Zeynep sürücü koltuğunun açık camından bağırarak.

 

"Olmaz." Dedim kaşlarımı çatarak.

 

"Gerçekten önemli," dedi Isabelle. "Görmen gereken bir şey var."

 

"Zeynep'ten önemli değil." Diyerek arkamı dönmüştüm ki, "Şu anda Keskinin, poyraz köyde bir depoda Silvanı öldürmek için bulunduğunu söylesem sana?" Diyerek hızla ona dönmemi sağladı.

 

"Bence gerçekten gitmen gereken konular var İz." Dedi Zeynep. "En azından çok geç kalmamaya çalış ha bu arada gelirken dondurma al!" Diye bağırdı arabayı çalıştırırken.

 

"Bu saatte nerden bulayım ben sana dondurma?" Diye cırladım.

 

"Kocana söyle!" Diye bağırdı. "Canım çekti de sana dondurma fabrikası bile aşır o herif! Gösteriş yapmayı seviyor gözüne girmek için! Ne olmuş yani bir ülke yok ettiyse! Ben az mı senin için saç baş kavgalara girdim be! Bir dondurmayı mı çok görüyorsun bana?!" Bunların hepsini söylerken arabayı kullanıyordu ve gözden kaybolduğunda haline gülmekle yetindim.

 

"Atla." Dedi Isabelle arabayı göstererek.

 

"Ah Keskin Ah." Dedim söylene söylene arabaya binerken birlikte yola çıktık.

 

...

 

Poyraz köye giden yok uzayıp giderken, "Isabelle?" Dedim merakla. "Hectorla aranızda tam olarak ne var?"

 

Vücudu gerilirken, "Hiçbir şey." Dedi. "İş ortakları gibi düşün. Bir süreliğini birlikte çalışıyoruz sadece." Dedi.

 

"Ne için ama?" Diye sordum merakla. "Üstelik aranızda pekte bir şeyler yokmuş gibi durmuyor ha Isabelle?" Dedim alayla. "Ne dersin?"

 

Buruk bir tebessüm dudaklarında yer alırken, "Kendisi nişanlıymış bir zamanlar." Dedi. Şaşkınlıkla ona baktım. "Nişanlısına deli gibi aşık bir adammış." Derin bir iç çekti. "Yani benim İspanya'da duyduklarım bunlar."

 

"Hectorun kim olduğunu biliyorsun değil mi?" Dedim.

 

"Biliyorum," dedi. "İspanya'nın meşhur kralı." Dedi alayla. "Ölüm Kralı." Bir şey hatırlamış gibi gözler bir yere daldı. "Bir keresinde bana, Ölümün kralına en çok ölümün kraliçesi yakışır demişti." Dedi gülümseyerek. "Bu sözü söyledikten saatler sonra nişanlısının mezarına gittiğini öğrenmiştim." Hiçbir şey söyleyemedim. "Erkekler gerçekten gereksiz varlıklar hayvanlar bile benim gözümde onlardan daha yüceler o yüzden bizim gibi eşsiz varlıkları, kadınları her halleriyle kabullenmek yerine bir de şikayet edip duruyorlar."

 

"Değil mi ama?" Dedim ona katılarak. "Şükür edeceklerine hep bir sitem derdinler."

 

"Başın sağolsun." Dedi bir anda. "Annen için."

 

"Sen sağol." Demekle yetindim.

 

"Bebek haberini ne yaptın?" Onun hatırlatmasıyla farkına varırken varlığını bile unuttuğumu fark ettim.

 

Yutkunurken, "Henüz bir şey yapmadım." Dedim. "O da duruyordur herhalde yerinde, yani bilmiyorum."

 

"Kontrole gitmedin mi?" Dedi şaşkınlıkla. "Doktor düşük tehliken olduğundan bahsetmişti. Çok fazla üzülmemeye ve mümkünse stres yapmamaya çalış. Kimseye söylemeyeceğime söz verdim ama çok fazla da saklayamam hele ki Hector ve Keskinin arasındaki buzlar yeni yeni erimeye başlamışken."

 

"Onu zaten istemiyorum Isabelle," dedim sıkıntıyla. "Bu bebek hiçbir şekilde doğmayacak."

 

Araba gideceğimiz depoya yaklaştığında Isabelle sözlerime karşılık tek kelime etmedi. Birlikte araçtan inerken deponun etrafındaki adamların beni görmesiyle yüzlerindeki şaşkınlığı fark ettim ama bozuntuya vermedim.

 

Altımda lacivert, yüksek bel bir kot pantolon varken, omuzları düşük beyaz ve bol bir kazak vardı sadece üzerimde. Saçlarım yine belime doğru salınırken omuzlarımı dikleştirdim.

 

"Bu şerefsizler beni içeri almadılar." Isabelle yanımda yürüdü. "Bende mecburen çareyi sende buldum çünkü bu eğlenceyi kaçırmazdım."

 

"He harcadın yani beni?" Dedim gülerek.

 

"Başka çarem yoktu." Dedi dudak bükerek.

 

"Isabelle Allister." Dedi kapıda bizi karşılayan koruma. "Hector Markovun kesin emri var. İçeriye girişiniz yasak."

 

"Kendisi benim misafirim." Dediğimde adamın bakışları beni buldu ve anında bir adım geri çekildi.

 

"Bayan Alacahan." Dedi aksanlı sesiyle. Yabancı olduğu belliydi. "Hec-"

 

"Hectordan değil benden emir aldığını ne çabuk unuttun?" Dedim otoriter bir sesle. "Yokluğum size bir şeyleri unutturduysa size kendimi hatırlatmaktan zevk duyarım." Dedim sertçe.

 

"Saygısızlık etmek istemedim." Dedi hürmetle.

 

"O halde işe sözümü ikiletmemekle başlayacaksın." Karşımda sus pus olurken, "Isabelle Allisterin bundan sonra istediği her yere giriş izini bizzat benim tarafımdan verilmiştir. Emire itaatsizlik infazınıza sebep olur." Dediğimde hepsi karşımda dimdik durdu.

 

"İz hanım?" Aybarsın heyecan dolu sesi kulaklarıma ulaştığında omzumun üzerinden bana doğru gelen adama döndüm ve gülümsedim. "Hastaneye gelememiştim bir türlü burada olduğunuz haberini alıncada hemen geldim." Dedi. "Nasılsınız?" Konuşmama izin vermedi. "Gerçi her zamanki gibi mükemmel gözüküyorsunuz, orası ayrı." Dedi gülümseyerek.

 

Bu hali benimde gülmeme sebep olurken, "İyiyim Aybars." Dedim. "Sen nasılsın?"

 

"Ben mi?" Dedi şaşkınlıkla. "Ben iyiyim, sizi gördüm daha iyi oldum vallahi. Yokluğunuz ölüm, varlığınız yaşam bahşediyor." Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Maşallah tabi nazar değmesin."

 

"Övdü mü gömdü mü anlamadım ben ama anladığım şey birazdan İz hanım tarafından tepelenecek olduğu?" Bu sesin sahibi Uğurdu. Bakışlarım onu bulduğunda hürmetle başını eğdi. "Aramıza sapa sağlam döndüğünüz için size ne kadar minnettar olsak az İz hanım." Dedi gevşek gevşek. "Özlettiniz kendinizi."

 

Sözleri daha çok gülümsememe sebep oldu. "Çok mu azar işittiniz?" Diye sordum merakla.

 

İkisinin de gözleri hatırladıklarıyla dehşetle açıldığında acır gibi baktım ikisine de. "Kuyruğunuz gibi peşinizde dolaşacağımız içim şimdiden kusura bakmayın İz hanım ama ben bir kez daha o günlere dönmek istemiyorum." Dedi Uğur irkilerek. "Allah' ım," dedi kaşınarak. "Hatırladıkça huylanıyorum anasını satayım."

 

"Ne yapıyorsunuz siz burada?!" İdil her ikisinin de kafasına bir tane geçirirken sinirle baktı ikisine de. Onu görmeyi özlemiştim. "Niye yerinizde değilsiniz siz?!" Beni fark etmesiyle duraksarken, "İz hanım?" Dedi. "Yeniden merhaba."

 

"İdil," dedim ona doğru bir adım atarak. "Seni özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi." Dediğimde sol koluma dikkat ederek boynuna sarıldım. Bu hareketimle kaskatı kesilirken neden bir anda böyle bir şey yaptığımı bende bilmiyordum.

 

"Bende sizi özledim İz hanım." Dedi oda bana sarılırken kaş göz yaptığını anlamak zor değildi. "Ama eğer biraz daha bu şekilde durmaya devam edersek ben sizin yapmadığınızı yapıp bu ikisini tepeleyeceğim." Dediğinde gülerek geriye doğru çekildim. Kızıl saçlarını kestirmişti. Önceden sırtına gelen saçları şimdi omuzuna geliyordu.

 

"Saçların yakışmış." Dedim maşalı saçlarına bakarken.

 

"Sağolun." Demekle yetindi. Bakışları sırıtarak ona bakan iki şebeğe döndüğünde yüz ifadesi katılaştı. "Yürüyün lan!" Dedi tersçe. "Eşşek herifler! Gidip etrafı kolaçan edin."

 

"Aman," dedi Uğur kötü kötü bakarak. Şu an tam olarak kiralık aşkta ki Koray bakışı vardı yüzünde. "Seninle de iki eğlenmeye gelmiyor! Her seferinde karabasan gibi çöküyorsun üzerimize!" Diye bağırdı yüzüne doğru.

 

İdil, Uğura onu öldürecekmiş gibi bakarken, "Yaşamak istiyorsan uzaklaş kardeşim." Dedi Aybars elini Uğurun omzuna vurarak. İki birlikte arkasını dönerken, "Ben gerçekten korkuyorum bu kadından abi bak. Bir gün siparişlerine yaptığı gibi bizi de doğrayacak diye ödüm kopuyor yemin ederim." Eğer onu duymadığımızı sanıyorsa yanılıyordu.

 

Gülerek yeniden önüme döndüğümde kapılar bizim için açıldı ve buz gibi depoya adımımı attığım an soğuk ürpermeme sebep oldu.

 

İçeriye doğru ilerlerken karanlığın içinde loş ışığın hakim olduğu bir yer çekti dikkatimi. Sandalyeye bağlı birisi otururken ağzı yüzü kan içindeydi ve bu Silvanı tanımamda yardımcı oldu. Üzeri tamamen çıplaktı ve göğüsündeki yanıklar sol yanımın sızlamasına sebep oldu. Acısı dehşet verici bir şeydi.

 

Keskini hemen karşısında görürken bir hayli rahat görünüyordu.

 

"Isabelle." Dedi Hector öfkeyle bizi fark ettiğinde. "Neden bir türlü rahat durmuyorsun?!"

 

Isabelle omzu silktiğinde, "Huyum kurusun." Dedi alayla. "Tabiatıma ters Hector." Keskinin bakışları omzunun üzerinden beni bulduğunda arkasını tamamen döndü ve adımlarını bana doğru çevirdi. İçerisi kan ve küf kokuyordu. Bu midemin bulanmasına sebep oldu.

 

"Neden geldin?" Dedi aramızda birkaç adım kala. "Dinlenseydin güzelim. Yaran daha çok taze. Ben gelecektim tazen."

 

Sıcak avucu sağ yanağıma sarıldığında kedi gibi sürttündüm avucuna ve kirpiklerimin alandan ona baktım. "İzlemek istedim." Demekle yetindim sadece.

 

Sıkınıyla iç çekti. "Ne söylersem söyleyeyim gitmeyeceksin değil mi?" Dediğinde gülümsedim. "Ah, bir kez olsun dinlesen şu sözümü."

 

"Ne yapalım?" Dedim gülerek. "Bütün dünyaya , herkese her şeye sözünü geçirebiliyorsun ama bir karına sözünü geçiremiyorsun Lider." Dedim alayla. Başını öne doğru eğerek iki yana eğdi ve gülümsedi. "Senin de kusurun bu olsun."

 

"He razısın yani benden?" Dedi merakla.

 

"Bilemiyorum artık," dedim dudak bükerek. Kaşları havalandı. "Zaman ne getirir bilemiyorum. Biz önce icraat görelim bakalım." Dedim tatlı tatlı.

 

Güldüğünde, gamzesi yeni yeni çıkan kirli sakallarının arasından kendini belli ettiğinde sakallarına dokunma istediği parmak uçlarımın karıncalanmasına sebep oldu.

 

"Keskin." Dedi Hector. "Başlayalım artık." Keskin, başını sallayarak onayladığında arkasını dönmek için hareketlenmişti ki kolundan tutarak durdurdum.

 

"Bu ceketle rahat edemezsin." Dedim sol koluma dikkat ederek ceketini çıkartırken üst üstten hareketlerimi izledi. Ceketi adamlarına uzatırken gömleğinin kollarını güzelce katladım. "Ne diye beyaz gömlek giydiysen? Hep mahvolacak, hep bana iş çıkar zaten." Dedim söylene söylene.

 

"Çamaşırları sen yıkasaydın tamam da, her şeyi zaten çalışanlar yapıyor yavrum." Dedi gülerek. "Hem ben bir giydiğim takımı bir daha giymiyorum zaten, sorun olmaz o yüzden."

 

"Niye?" Dedim kravatından tutup kendime çekerken gevşettim ve düğümü çözüp gömleğinin ilk üç düğmesini de açtım ve bu rahat bir nefes almasına sebep oldu.

 

"Alışkanlık." Dediğinde, gömleğinin yaklarını düzelttim. "Tüh," dedi bir anda. "Bak sen şu işe ki, az önce yaptığın da eklendi alışkanlıklarımın arasına." Bu haline gülerken geri çekildim. Gitmeden evvel göz kırpı ve, "Senin gibi." Dediğinde gülümsemem büyüdü.

 

"Gerçekten az önce ne izledim ben?" Dedi Hector homurdanarak. "Gözlerim kanadı yemin ederim. Biz burada adamı ne zaman kesip biçeceğiz diye bekliyoruz cümbür cemaat beyfendi köşede karısıyla fingirdeşme derdinde!" Diye hayıflandığında ona dil çıkardım.

 

Isabelle bu halini gülerek izledi. "Dostunu karısından mı kıskanır oldun Hector?" Dedi alayla.

 

"Henüz barışmadık." Dedi küskün küskün.

 

"Aynen ondan." Dedi Keskinde ve kalın, kemikli ve uzun parmakları masanın üzerindeki kesici aletlerde gezindi.

 

 

 

"Sana karımın selamını getirdim Silvan." Sesindeki vahşilik, bütün çehresine yansıdı.

 

Eline aldığı oldukça sivri ve keskin bıçağın üzerine dikkatlice bir sıvıyı döktü.

 

"Döktüğü şey ne?" Diye sordum merakla.

 

"Kezzap." Diyerek yanıtladı beni İdil. "Her türlü ölecekte yine de bedeninin her hangi bir operasyonla bile toparlanamaması için elinden geleni yapıyor."

 

Keskin elinde, kezzapla ıslattığı bıçakla ona doğru yaklaştı. Sol avucundan başlayıp, dirseğine oradan da şah damarına uzanan yanığın üzerine bıçağı bastırarak çekti ve deresinin yanıp erimesine sebep olduğunda Silvanın acı dolu haykırışı depoyu inletti.

 

Damaralarının kabardığını fark ettim. Keskin sanki ruhunu deşmek ister gibi yarasını deşti. "Yetmez!" Dedi öfkeyle. "Bu sana yetmez Silvan!" Diye gürledi.

 

Bıçağı bir yana savururken Silvanım başı öne doğru düştü. Keskin, parmaklarına muştayı geçirirken tehlikeli bir yavaşlıkla ona doğru döndü ve Silvanın çenesine öyle bir yumruk attı ki çenesinin kaydığını, ağzının kanla dolduğunu gördüm. Ağzından akan kanlar durmak bilmezken bir yumruğu daha patladı yüzünden ve kandan gözükmeyen yüzü iyice kana bulandığında şakaklarından sızan kanlar kulaklarına kadar aktı.

 

Midemin bulandığını hissederken, bu kez kerpeteni aldı Keskin. "Tuttun." Dedi adamlarına. İki kişi kollarından tutarken, Keskin çömeldi ve sağ bileğini yakaladı. Silvan kalan son gücüyle de çırpınırken işaret parmağının tırnağı söküldü. Haykırışı depoyu inletirken acısını sanki kendi tırnağımda hissettim. Yüzümü buruştururken kusmamak için zor duruyordum. Her bir tırnağını yavaş yavaş çekerek ona işkence ediyor, etini kerpetenin altında çekiştiriyordu.

 

Silvanın acı içindeki gözleri beni buldu. Kandan gözükmüyorlardı bile. "Seni o gün o depoda yakmakla kalmayıp, öldürmeliydim!" Diye bağırdı. "En azından çektiğim işkeneceye değerdi!" Dedi nefretle.

 

"Bak sen şu işe?" Dedi Keskin alayla. "Birileri gerçekten ölmek istiyor ha Hector?" Adamlarına bir baş işareti verdiğinde getirdikleri paslı testereyle Silvan korkuyla yutkundu. "Benim sol yanımda karşılık senin sol yanım Silvan!" Adamlarının elinden aldığı testereyi sol kolunun dirseğinden vururken, testere paslı olduğu için kolu kopmadı ve bu Keskinin etini çekiştire çekiştire kolunu kesmesine sebep olduğunda Silvan öyle bir haykırdı gözlerimi yumsam dahi çığlıklarına kulak kapayamadım.

 

İz sen hala emin misin bu adama ihanet etmek istediğine? Değilim.

 

Düşmanına bunu yapan bizi de düşmanı olarak gördüğünde kim bilir neler yapar! Bir şey yapamaz ben onun çocuğunun annesiyim! Hani istemiyordun! Şartlar değişti!

 

Öylece bomboş gözlerle sırtı bana dönük adamı izledim. Engel olmadım. Başına gelen her şeyi fazlasıyla hak ediyordu.

 

"Bu gece ve bir çok gece," dedi testereyi bir köşeye atarken masadan aldığı adamlarının onun için hazırda beklettiği kezzapla ıslattığı özel yapım bıçağını bir anda sol gözüne saplandığında mide bulantım gittikçe arttı. Kasıklarımda belli belirsiz bir sızı peydah oldu. "Acıdan inim inim inleyeceksin! Ahtım olsun seni öldürmeyeceğim! Ölmek için yalvaracaksın ama seni öldüremeyeceğim!"

 

Silvan acıdan bağıra bağıra ağlarken tam o sırada Hector, "Seni uyarmıştım." Dedi ve bu cümlesi Isabelle ve İdilin yüzünde bir gülümseye yol açtı.

 

Hiç kimse hak etmediği bir şeyi yaşamıyordu.

 

Bana adaletsizlikle gelmişti. Hak etmediğim şeyler yaşamıştı ve şimdi o hak ettiği her şeyi yaşıyordu çünkü kanun önünde bu adamın bir cezası yoktu.

 

Üç kuruşa sustururdu. Herkes gibi.

 

O halde bana düşende ona verilen cezaya razı gelmek oluyordu.

 

Cezasını veren Keskindi ve buna itirazım yoktu. Hiçbir zaman onu bunun için yargılamayacak ve suçlamayacaktım.

 

Kataran karası gözlerinde yer edinen infaz Silvan içindi.

 

Bunları yapmasının tek sebebi ise bendim.

 

Bölüm sonu...

 

DÜŞÜNCELERİNİZİ MERAK EDİYORUM NELER DÜŞÜNÜYORSUNUZ?

Loading...
0%