Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23.Bölüm

@umay_6

Keyifli okumalar dilerim.

 

Bazen, gerçeklerin üzerini örten yalanlar beraberinde binbir sırrı getirir.

 

Zihninde dönüp duran geçmişi kafanın içinde defalarca kez sorgularsın. Düşünmek öylesine zordur ki çıldıracağını sanırsın bazen.

 

Annem hakkında ki gerçeğin bende yarattığı enkazınsa bir tarifi yoktu.

 

İçeride ki kan kokusuna daha fazla dayanamamış kendimi dışarı atmış ve çalılıkların arasında bir köşeye kusmuştum. Midemde hiçbir şey kalmayana dek kusarken artık sadece öğütüyordum.

 

Sırtımda bir elin varlığını hissederken, "İyi misin?" Diye sordu Isabelle. İki büklüm olmuş vücudumla öne doğru eğilirken soluklanmaya çalışıyordum ama midem her seferinde daha çok kasılıyordu.

 

Uzattığı suyla ağzımı çalkalayıp tükürürken, "Kusmaktan nefret ediyorum!" Dedim. Yavaşça doğrulurken kaldırıma oturdum ve elimle yüzüme yapışan saçlarımı geriye doğru çektim.

 

"Hamileliliğin ilk aylarında çok normal," dedi. Varlığını hatırlamak kalbimin kasılmasına sebep oldu. Onu kesinlikle istemiyordum. "Yine de bir kontrole gidersen mide bulantın için ilaç ve halsiz düşmemen için vitaminlerini alsan iyi olur. Yoksa sen söylemeye kalmadan ani ruh hali değişiminden ve sürekli olarak kusmandan Keskin kendisi anlayacaktır."

 

"Bu bebeği istemiyorum." Dedim buz gibi bir sesle.

 

"Bunu gözlerine görebiliyorum," önümde çömeldiğinde mavileri dikkatle bana baktı. "Korktuğunun da farkındayım, seni korkutan ne İz? Bir kadın anne olmayı neden istemez? Bu muhteşem bir duygudur." Dedi gülümseyerek. "İçinden senden, sizden bir parça var bundan daha değerli ne olabilir ki?"

 

Acıyla gülümsedim. "Ben istesem de bu bebeği doğurmam Isabelle." Dedim. "O masada ya ikimiz birlikte can vereceğiz yada o veya ben."

 

Isabelle tekrar konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki bize doğru gelen Keskini, Hectoru ve İdili fark etmemle, "Sonra konuşuruz." Diyerek ayaklandım.

 

Üzerinde ki beyaz gömleği kan içindeyken yaklaştıkça burnuma dolan kan kokusu yüzümü buruşturmama sebep oldu.

 

"Yüzün bembeyaz, olmuş." Dedi yanıma vardığında dokunmak için hareketlendi ama geriye doğru attığım bir adımla duraksadı. "Neyin var?"

 

Birkaç adım daha geriye gidip ondan iyice uzaklaşırken kaşları çatıldı. "Kan kokusu tuttu herhalde," dedim yüzümü buruşturmadan edemezken. "Ondan midem kötü biraz." Dediğimde bakışları üzerine düştü.

 

"Arabada yedek gömleğim vardı," dedi tok bir sesle. "Değiştiririm birazdan."

 

"Gömleği değiştirsen ne fayda?" Dedi Isabelle. "Kan kokusu sinmiştir bir kere üzerine. Yıkanmadan da çıkmaz." Keskin ona kaşlarını çatarak baktığında Isabelle omuz silkti.

 

"Beni Kilyos'a bırakır mısın?" Diye sordum merakla. "Zeynep çiftlik evinde tek başına. Onu orada bir başına bırakmak istemiyorum. Saatte epey geç oldu zaten."

 

"Çıkarız birazdan." Dedi sadece. Gözleri sürekli olarak çıplak omuzlarımdaki ve boynumdaki sargıda geziniyordu.

 

"Yolda giderken dondurma da alalım ama." Dediğimde kaşları çatıldı. Zeynep istemişti. Unutmasam iyi olurdu.

 

"Bu saatte nerden bulacağız açık dondurmacı?" Diye homurdandı Hector. "Yarın yersin."

 

"Olmaz!" Diye çıkıştım. "Canım çekti, şimdi yemek istiyorum."

 

"Bir tarafların mı şişecek yarın yesen." Dediğinde ters ters ona baktım. "Gece gece uğraştırma bizi, zaten yorgunuz."

 

"Senden mi istedim ben he senden mi istedim?" Dedim ellerimi belime yerleştirerek ona bakarken.

 

"Yaşlı teyzeler gibi durup bakma bana öyle," dedi ağzının içinde. "Zaten onlardan da pek bir farkın yok ya. Kıyamet kopsa tırnağım kırıldı diye ağalarsın sen kesin."

 

Gülümsedim. "Ben en çok neyden nefret ederim biliyor musun Hector?" Dedim alayla. Merakla bana baktı. "İnsanların tanımadığı insanları bir kılıfa sığdırmasından ve hakkımda hiçbir şey bilmeden konuşmasından." Gülümsemem büyüdü. "Lütfen," dedim alayla. "Bir daha yapma olur mu? Çok üzülürüm."

 

Boş boş bana bakarken gözlerimi devirdim. Bir minibüs hemen yanımızda durduğunda Aybars elinde siyah bir gömlekle geldi.

 

Keskin, üzerinde ki gömleği çıkarmak için hareketlendiğinde, "ÇÜŞ!" Diye bağırdım. Katran karası gözleri beni buldu. "Ne yapıyorsun?"

 

"Müsaadenle üzerimi değiştireceğim İzgi." Dedi alayla.

 

"İyi de niye burada değiştiriyorsun?" Diye sordum.

 

Kaşları havalandı.

 

"Neyse, yok bir şey." Diye mırıldandım. O üzerindeki kanlı gömleği çıkarıp yenisini giyerken düğmelerini iliklemeye başlamıştı bile. Açık olan minibüsün içine binerken cam kenarın oturdum özellikle.

 

Saat epey geç olmuştu.

 

Isabelle ve Hectorun ardından Keskin de bindiğinde kapı kapandı ve araba hareket etti.

 

Başımı cama yaslarken kollarımı göğüsümde birleştirdim ve karşımda ki ikiliye baktım.

 

"Bir hafta içinde geri döneceğiz." Diyerek söze başladı Hector. Muhattabı yanımdaki adamdı.

 

"Bir hafta için erken," ceketinin cebinden çıkardığı sigarasını yaktığında Isabellenin endişeli bakışları kısa bir süre üzerime uğradı ama ona sorun yok dercesine bakmakla yetindim. Sigaranın dumanı arabayı doldururken genzime dolan koku rahatsız olmama sebep olasada umursamamaya çalıştım. "Mecliste ki yerini geri istiyorsan bir süre daha burada kalmalısın."

 

"İspanya da halletmem gereken işler var." Dedi sıkıntıyla. "Orayı boş bırakamam."

 

"Isabelle senin yerine bir süre işleri idare edebilir." Diyerek öneride bulundu.

 

"Yanlış yoldan gidiyorsun Aybars." Diye seslendim öne doğru. "Kilyos'a gideceğiz."

 

"Eve dönmemekte hala kararlı mısın?" Diye sordu yanı başımdan ama ona dönmedim. "İki gün yetmedi mi?"

 

"Seninle konuşuyor olmam seni affettiğim ve yaptığım şeyi unuttuğum anlamına gelmez." Dedim buz gibi bir sesle. "Psikolojik olarak kötü bir dönemden geçiyorum. İnişlerim, çıkışlarım yersiz hareketlerim olabilir ama bunların hiçbiri sana seni affettiğimi düşündürmesin Keskin." Hele ki hamilelik hormonları yüzünden duygusal boşluğa düşüp iyice ona sığınmak istemiyordum.

 

Gerçekten iyi değildim.

 

"Sana hastane de de söylemiştim," yeşillerim ifadesizliği mesken edilmiş kara gözlerini buldu. "Bu yaptığının bende affı yok."

 

"Ne demek istiyorsun?"

 

"Bence sen benim ne demek istediğimi gayet iyi anlıyorsun." Oturduğum yerde doğruldum ve dikkatlice ona baktım. "Normal bir hayatımız yok, seninle güle oynaya da evlenmedim. Ne sen ne de ben bu evliliği istiyorduk." Derin bir nefes aldım. "Seninle evlendiğim günden beri her seferinde beni yargıladın, suçladın. Her ne kadar yaptıklarından pişman olsan da her seferinde seni affedip geri dönsemde bu olayın, benden sakladığın bu gerçeğin bende affı yok." Yüz ifadesi, katı ve sertti. Konuşurken araya girmiyor sözümü kesmiyordu. "Sana defalarca kez sordum Keskin." Dedim hayal kırıklığı içinde. "Hep bir şansın vardı ama sen hepsini elinin tersiyle ittin." Tırnaklarım avuçlarımı kanattı. "Yanlış bir evlilikti." Dedim düz tutmaya çalıştığım sesimle. "Her şeyiyle yanlış bir evlilikti. Her ne kadar dile getirmesen de ileride baba olmak istediğini biliyorum. Onu geçtim bütün dünyaya sahip bir adamasın. Meclisin başındasın ve ileride üyeler de tıpkı babaannen gibi bir bebeği, varisi öne sürecek ve benim sana o bebeği veremeyeceğimi de gayet iyi biliyorsun. Maruz bırakıldığın ve içinde olduğun bu hayat çok karanlık ve ben karanlığı sevmem. O karanlığa haps olmak istemem. Her ne kadar o meclise üye olan bir adamın kızı olsamda her zaman sizden daha farklıydım ben."

 

"Ayrılmak mı istiyorsun?" Diye sordu. Öylesine düzdü ki ifadesini çözemiyordum. Sanki söylediklerimin bir kıymeti yoktu.

 

"Bir gün sana ellerine kelepçe vurmayacağımın garantisini vermem diyorum." Dedim sıkıntıyla. "Bir gün mesleğim yüzümden seninle karşı karşıya gelmem diyemiyorum. Senden şüphe etmem, arkandan iş çevirmem, sana ihanet etmem diyemiyorum Keskin." Diye yakardım.

 

"Sorun mesleğin mi? Anlamıyorum İzgi." Dedi öfkeyle. "Sorun senden sakladıklarım mı? Mesleğin mi? Ne?!"

 

"Sen farkında değilsin galiba?" Kaşlarım havalandı. "Kiminle evli olduğunun farkında mısın sen?" Diye sordum. "Belli ki değilsin ama ben söyleyeyim. Bir Cumhuriyet Savcısı ile evlisin. Hayatını kaydırabilecek seni müebbete bile mahkum edebilecek o kadınla evlisin." Dedim öfkeyle. "Ben sana hiç bir şeyin garantisini vermemezken sen bana söz konusu imparatorluğun olduğunda karşımda olmayacağının garantisini verebilir misin?"

 

"Söylesene!" Diye bağırdım. "Bir gün kapında arkamda polislerle ellerine kelepçe vurmayım diye, karşı karşıya gelmeyelim diye değil mi çırpınışım ? Ya işin saçmalığına bakar mısın?" Dedim alayla. "Bir mafyayla ilişki yaşadım, onunla evliyim. Üstelik bir Savcıyım ve günün birinde karşısına geçtiğimde o adama onu tutuklamayacağıma, mesleğime karşılık onu tercih etmeyeceğime dair söz bile veremiyorum! Görmüyor musun?" Kalbim acıyla kasıldı. Karalarına dalgın bir ifade yerleşti. "Yok işte olurumuz." Diye fısıldadım. "Her şeyi geçtim benden sakladığın gerçeğin altında kaldım ben. Ben hala o gerçeğin altında ezilirken, yaşadıklarımın ağırlığını kaldıramazken hiçbir şey olmamış gibi davranmak istemiyorum."

 

Parmaklarının arasına sıkıştırdığı sigara kendi kendine yandı ve külü yere düştü. Yüzünde ciddi bir tavrıla, "Boşanmak mı istiyorsun?" Diye sordu sertçe.

 

"Keskin bak-"

 

"İstediğin bu mu?!" Diye bağırdı. "Lafı çevirip durmadan söyle!"

 

"Bana güvenmiyorsun." Dedim. İtiraz etmedi. "Her zaman, her hareketimin altında bir şeyler arayacaksın. Bana ne kadar belli etmesende sürekli işle ilgili şeyleri saklamaktan, gizli saklı işlerini yürütmekten yorulduğunu biliyorum." Hiç göstermese bile fark edebiliyordum. "Her şeyi geçtim bana inanırken her daim bir tereddüt içindesin ve ben bana inanmayı da güvenmeyi de seçtiğini söyleyen ama bunu canı gönülden istemeyen bir adamla daha fazla evli kalmak istemiyorum." Her bir sözde boğazımdaki yumru büyüdü. Yutkunamadım. "Boşanalım."

 

Katran karası gözlerine örülen duvar ona ulaşmamı imkansız kılarken gözlerini üzerimden çekti ve karşıya baktı. "Kilyos'a gidiyoruz." Söylediğim onca şeye karşılık söylediği son sözler bunlardı.

 

Benden annemi öldürenin babam olduğunu saklayan bir adama güvenemezdim. Bana güvenmeyen bir adamın çocuğunu doğurup ona annelikte edemezdim.

 

Arabada derin bir sessizlik hakim olduğunda çiftlik evinin önüne gelene kadar hiç kimse konuşmadı. Siyah, demir kapının önünde durduğumuzda minibüsün kapısı kendiliğinden açıldı ve inmek için tereddüt etmedim. Başımı eğerek araçtan indiğimde, demir kapının şifresini girdim ve içeriye girerken arkama dahi bakmadım.

 

Sırtım kapıya yaslıyken arabanın asfaltta çıkardığı sesi duydum ve sessizlik yeniden benimle buluştuğunda kapının dibine çöktüm.

 

Dizlerimi karnıma çektiğimde kollarımı etrafına sardım. Başımı dizlerime yaslarken ağlamak istedim. İçim içinden çıkana dek ağlamak istedim ama sanki ona bile gücüm yoktu.

 

Ağlayamadım.

 

Göğüs kafesimde bir mezar kazılırken, içine de bizi gömerken tek damla gözyaşı düşmedi gözümden.

 

"İz?" Zeynebin dehşet dolu sesiyle başımı dizlerimden kaldırırken şaşkınlıkla bana bakan gözleriyle karşı karşıya geldim. Koşarak yanıma gelmesiyle bilekte çömeldi hemen yanımda. "Ne oldu?"

 

"Zeynep," dedim hissiz bir şekilde. Cansız bir bebekten farkım yoktu. Böyle olmasını ben istemiştim. "Senin bir jinekolog arkadaşın vardı, benim için randevu alır mısın ona. Ama kayıtlara geçmesin. Kimse bilmesin istiyorum."

 

"İz." Dedi ne söyleyeceğini bilemez gibi.

 

"Kendi kliniğiydi hatırladığım kadarıyla. Sen konuş bir şekilde. Hiçbir operasyon, yaptırdığım tahlillerin kayıtlara geçmesini istemiyorum." Dedim ruhsuz bir şekilde.

 

Ne ben kazanmıştım ne o.

 

Gerçeklerle başa çıkamıyordum.

 

...

 

"Nasıl gidiyor İz?" Zihnimin derinliklerine sızan pusulu ses daldığım yerden çekip çıkardı beni.

 

Zeynep'le birlikte bir buçuk haftaya yakın çiftlik evinde kalmıştım. Etrafımda Keskinin korumaları yoktu, Keskinin kendisi de yoktu. Aramamıştı, sormamıştı. Günlerimi Urazla geçirerek, Zeynep'le hastaneye giderek ve Sinan'la dertleşerek geçirmiştim. Bu bir haftalık süreçte ailemle hiç kimseyle iletişime geçmemiştim. Onlarda benimle konuşmak gibi bir aptallığa neyse ki yeltenmemişlerdi.

 

Şimdi ise İstanbul emniyet müdürlüğündeyim. Halletmem gereken işlerim vardı.

 

"İyi," dedim düz bir sesle başımı bilgisayardan kaldırmadan. "Bildiğin gibi işte aynı, değişen bir şey yok."

 

İyi gitmek zorundaydı. Hayatım ne kadar berbat olursa olsun insanlar karşıma geçip bana iyi misin diye sorduklarında ayakta duracak halim dahi olmasa iyi olmak zorundaydım. Güçlü olmak zorundaydım yoksa bu dünyada yaşayamazdım. Böyle yetiştirilmiştim. Böyle olmak zorundaydım.

 

Bakışlarım Aralık aynın gökyüzüne getirdiği karanlık ve kasvetli havadaydı. Gökyüzünü kaplayan derin kasvet içime işlemiş gibiydi. Huzursuzdum.

 

"Başsavcı uğrayacaktı aslında yanına ama işi çıktı son anda o yüzden ben geldim." Bakışlarım yanımda dikilen adama döndü. Devrim Ali Özkan. İki gün önce İstanbul'a geri dönmüştü ve yine soluğu yanımda almıştı. Üzerinde kamuflaj kıyafeti vardı. Saçları son gördüğüm haline göre daha uzundu ve kahvelerinde ki o yorgunluk silikleşmeye başlamıştı. Oturduğum sandalyenin hemen arkasında dikiliyordu ve bakışları üzerimdeydi.

 

Keskine boşanma davası açmıştım. Henüz tarafıma onun tarafından bir cevap gönderilmese de olması gereken olmak zorundaydı.

 

"Sorun değil," bakışlarım tekrar ekranı buldu. "Başsavcıyla başka bir zaman da görüşebilirim." Dedim.

 

"İz," dediğinde avuçları omuzlarıma tutundu. Tamamen cam olan odanın dışındaki bir kaç polis memurunun gözlerinin bizim tarafımıza kaydığını gördüm. "İyi değilsin, görüyorum." Yüzümü kaplayan ifadesizliğin maskesinin alaşağı olduğunu hissettim.

 

"Kimse fark etmese de sen ne kadar iyiyim desen de görüyorum seni." Yeşil harelerim harelerine tutundu. "Daha ne kadar eziyet edeceksin kendine?"

 

"Ben bir cumhuriyet Savcısıyım Devrim," dedim. "Yarın öbür gün yanımda polislerle kapısına dayanmayacağımın bir garantisi yok. Ellerine takılan kelepçeye engel olamayacağımı da biliyorum bu babam ve abim içinde geçerli. Hayatımda bulunan herkes için geçerli." Derin bir nefes aldım. "Ben ona bir seçenek sundum. O da kabul etti ve bitti."

 

Sıkıntıyla iç çektiğinde yanımda ki tekerlekli sandalyeyi çekti ve gözlerini üzerim diktiğinde bıkkınlıkla ona döndüm. "Hayatım boyunca sanırım bu huyundan nefret edeceğim." Dediğinde güldüm. "Çok kesin çizgilerin var. Özellikle söz konusu kendin olduğuna fazla acımasızsın." Sıcak avucu hiç bir art niyet göstermeden sargısı çözülmüş ama izi hala duran sol elimin üzerine kapandı. "İnsanlar hata yapar İz. İnsanlar, özellikle sevdiğimiz insanlar herkesten çok yakar canımızı. Kırıp dökerler, bizi bir çıkmaza sürüklerler ama bazı şeylerin affı vardır. Keskin her ne kadar sana bunu söylememekte hatalı olsada ondan boşanmanı gerektirecek kadar ağır biz cezayı hak etmiyor."

 

"Mesele sadece bu değil," dedim sıkıntıyla. "Aldığım görev-"

 

"Ben bizden olmayacağını anladım artık," dedi bir anda. Yüzünde ki yarım tebessüm içimi burktu. "Bu demek değil ki senden vazgeçiyorum. Sadece mutlu olmanı istiyorum ve onun yanındayken mutlu olduğunu gördüğüm için geri çekiliyorum aradan." Yutkunamadım. "Aldığın göreve gelecek olursak bu sana verilen vatani bir görev İz. Eğer en başından kabul etmeseydin seni yargılamazdım ama kabul ettiğin bir yol kat ettiğin ve herkesin umutlanmasını sağladığın bu yolda onları yalnız mı bırakacaksın?" Diye sordu. "Ona ihanet etmeyeceksin belki ama makamına ihanet edeceksin. Senin adalete olan keskin tutkunu bilmeyen yok." Gülümsedim. "Bu yüzden seçtiler ya seni. Sana kalsa ne Meclis ne de baban umurunda ama buna mecbur bırakıldın çünkü herkes bilir, İzgi Savcı ona verilen hiçbir doyası geri çevirmez ve eğer sen bu dosyayı geri çevirseydin mesleğini tamamen kaybedeceğin de bir diğer gerçekti." Dedi ısrarla. "Beni anlıyorsun değil mi?" diye sordu. "Beni anlıyorsun değil mi İz?"

 

Anlıyorum. Kahretsin, çok iyi anlıyorum!

 

Elimi elinin altından çektiğimde tekrar ekrana döndüm ama hiçbir şey göremedim sanki. Gözlerim boşluğa daldı.

 

"Mahkemenin Savcısı Sinan mı olacak?" Diye sordu.

 

"Birinci dereceden yakınım olduğu için mahkemeye katılmam imkansız. Sadece tutuklanması için tanıklık edeceğim. Gerisi Sinanda, o yüzden içim rahat." Dedim düz bir sesle.

 

Sandalyesinde geriye yaslandı. Parmakları şakaklarını ovaladı. Migreni tutmuş olmalıydı. "Babanın aleyhine yapacağın tanıklık onu müebbete bile mahkum edebilir İz, bunu biliyorsun değil mi?" Parmaklarım klavyenin üzerinde duraksadı. "Üstelik bugün Meclise gideceksin baskın yapar gibi." Dedi. "Ondan sonra ne yapacaksın?" Diye sordu merakla.

 

"İnan bende bilmiyorum Devrim." Dedim sıkıntıyla ona bakarak. Kahve gözleri, yüzümü taradı. "An'a bıraktım artık her şeyi. Hayat-"

 

"Ne getirirse o yöne savrulacağız." Dedi sözümü tamamlayarak.

 

Odanın açık kapısında Sinan belirdiğinde yüzünde bir gülümseme hakimdi. "Beraber." Dediğinde ikimizin de yüzünde bir gülümseme açtı.

 

"Zeynep nerede?" Diye sordu içeriye giren Sinana.

 

"Benim çiftlikte." Dedim araya girerek.

 

"Hayırdır?" Diye sordu. "Ne iş?"

 

"Boşanıyorlar." Dedim dan diye. Devrim şaşkınlıkla Sinana döndü. "Sinan beyin bitmeyen Leyla sevdasından!" Dedim imayla. "O küçücük dünyasına herkesi, her şeyi sığdırdı ama bir benim arkadaşım fazla geldi ona. Halbuki en çok hak eden o iken." Dedim öfkeyle.

 

"Evliliğimizin mecburiyetten olduğunu biliyorsun," dedi. "Leyla'ya karşı hissettiklerim hiçbir zaman Zeynep için geçerli değildi. Olmadı ve Zeynepte bunu bile bile kabul etti."

 

"Etmedi!" Dedim sinirle. "O da senin gibi gençliğinin en güzel yıllarında bir evlilik yapmaya mecburdu ve Sinan sen Zeynebin sana karşı olan sevgisini hiçbir zaman hak etmedin." Dedim öfkeyle.

 

"Biliyorum," dedi. Çehresine hüzün yansıdı. "Ben Zeynebi belki hiç hak etmedim ama Zeynep mutlu olmayı çok hak ediyordu."

 

İkisinin çıkmaz halleri onlara üzülmeme sebep oldu. Bir düzlüğe çıkamıyorlardı. "O seni sevdi. Her şeyiyle kendini sana ve Uraza adadı. Yıllarca bekledi belki sende seversin diye ve aptallığıyla geç olsada yüzleşti."

 

"Ben sevmedim İz." Zeynep burada olsaydı ve bunu duysaydı çok üzülürdü. "Sevemedim. Denedim ama olmadı."

 

"Madem öyle rahat bırak o zaman kızı." Dedi Devrim. "Gitmesine izin vermiyorsun, kalsa ayrı bir dert zaten. Bırak o zaman bundan sonraki hayatında mutlu olsun Sinan."

 

Elimdeki kalemi çevirirken, "O boşanma dilekçesini imzalayacaksın Sinan." Dedim. "İstesen de istemesen de o boşanma olacak çünkü artık Zeynepte bir yerin de affın da yok." Sinanın bakışlarına çöken keder içimi yaktı.

 

Uzun bir iç çekerken, "Neyse." Dedim. "Devam edelim. Ne yaptın? Tutuklama kararını çıkardın mı? Arama emri?" Diye sıraladım sorularımı.

 

"Hepsi hazır." Dedi. "Dava dün gece açıldı. Tutuklandıktan sonra aldığım ifadeyle direk nöbetçi mahkemeye sevk edeceğim. Beklemeyeceğiz, yani çok. Sen bana asıl delilden haber ver. Flaş belleği bulabildin mi?" Diye sordu.

 

Masanın üzerindeki çantamı açtığımda içinde annemin öldürüldüğü video kaydı olan flaş belleği Sinana verdim. Isabelle eğer o gün o depodan flaşı almasaydı mecburen Keskine gitmek zorunda kalacaktım ama Isabelle beni kırmayıp vermişti.

 

O olmasa halim ne olurdu bilmiyorum.

 

"Mahkemede tanıklık etmek istemezsen seni anlarım İz." Dedi Sinan şefkatle. "Bu sefer orada sözü geçen değil sözü dinlenen olacaksın."

 

"Sorun değil." Dedim zorlukla gülümseyerek. "Halledebilirim."

 

Sinan ve Devrim kısa süre gözleriyle konuştular. Bu sırada bilgisayardaki iddanemeyi Sinan için düzenlemeye başladım. Her ne kadar davanın Savcısı Sinan olsada müebbete giden o yolda benim izlerim olacaktı.

 

"Savcılarım?" Engin komiser elinde tuttuğu tepsideki iki çay ve bir kahveyle gülümseyerek içeriye girdi. "Size çay getirdim, sıcak sıcak içiniz ısınır." Dedi tepsiyi masanın ortasına bırakırken. "Sayın Savcıma da her zamanki gibi orta şekerli kahvesinden. Bol köpüklü." Dedi tepsideki kahveyi önüme bırakarak.

 

"Nasılsın Engin?" Dedim merakla. "Uzun zaman oldu görülmeyeli?"

 

"Ben iyiyim savcım," dedi gülümseyerek. "Asıl siz nasılsınız? Haberinizi aldım ama gelmeye fırsat olmadı bir türlü."

 

"Hiç sorun değil." Dedim.

 

"Gerçi sahalara döndüğünüze göre iyisinizdir." Dedi. "Sorgu odaları sesinize hasret kaldı." Dediğinde gülümsedim.

 

"Yakında temelli döneceğim, o zaman yine bol bol vakit geçiririz." Demekle yetindim.

 

Başını sallayarak onayladığında, "Size kolay gelsin o zaman." Dedi ve saniyeler sonra odadan kayboldu.

 

Dumanı tüten sıcak kahveme uzanmıştım ki, "İz, ne yapıyorsun?" Dedi Sinan benden önce davranıp kahvemi alırken kaşlarım çatıldı. "Hamilelikte, kahve zararlı. İçmemen gerek, üstelik düşük tehliken varken burada olmanda doğru değil ya neyse." Dediğinde oturduğum yerde taş kesildim.

 

Devrimin avuçlarının arasında tuttuğu sıcak çay bardağı yeri boylarken Sinana bakakaldı. "Ne?" Dedi şaşkınlıkla.

 

"Sen..." dedim dilim tutulmuş gibi. "Sen nereden biliyorsun?" Diye sordum korkuyla. Zeynep be Isabelleden başka bilen kimse yoktu. Bir de doktorum Elif hanım biliyordu sadece ama onun söyleyeceğini sanmıyordum.

 

"Zeynep ağzından kaçırdı." Dediğinde rahat bir nefes aldım. Aklım çıkmıştı. "Hem onu geç sen," dedi kızgınlıkla. "Niye dikkat etmiyorsun? Doktorunla da özel olarak konuştum İz, şu an evde yatıp dinlenmen gereken yerde ayağında o topuklularla dışarıda olman bebeğin sağlığı için kötü. Kalbin zaten ikinizi de kötü etkilerken, aldığın ilaçların da bebeğe yeterince zararı varken sen neden bu kadar fevri davranıyorsun? Ya bir şey olursa?" Olsun diye yapıyorum zaten.

 

"Hamile misin?" Devrim, gerçekten şu anda bir de seninle uğraşamam. "Nasıl İz? Hatırladığım kadarıyla asla anne olmak istemiyordun?"

 

"Hala öyle." Dedim buz gibi bir sesle. "Dikkatsizliğimin bana getirdiği bir hata sadece."

 

Sinan sıkıntıyla iç çekerken, "Aldırmak için gün bile almışsın!" Diyerek kızdı yine bana.

 

"Onun haberi yok mu?" Diye sordu Devrim merakla. Hala şoktaydı.

 

"Yok!" Diye çıkıştı Sinan. "Hanımefendi sanki bu bebeği tek başına yapmış gibi bebeğin babasına söyleme gereği duymamış bile!"

 

"Ben söylemeye kalmadan o öğreneceğe benziyor zaten!" Diye çıkmıştım. Sandalyemi geriye itip ayaklanırken, "Az daha bağır! Böyle duymadı kimse! Sağır sultana kadar gitti sesin be!" Dedim.

 

"Hata yapıyorsun İz." Dedi Sinan öfkeyle. "Pişman olacaksın. Hem de çok pişman olacaksın."

 

"Hataysa benim hatam!" Dedim öfkeyle onun gibi. "İstemiyorum kardeşim! Zorla mı?!" Masanın üzerinde ki telefonumu aldıktan sonra bir hışımla ayrıldım yanlarından.

 

İçim içime sığmazken kendimi karakoldan nasıl attım bilmiyorum. Ciğerlerime ulaşan soğuk hava yüzüme çarparken üzerime bir şey almadığım için üşüdüm.

 

Ağaçların olduğu taraftaki banka oturduğumda, sakinleşmeye çalıştım. Genzime dolan hava sanki soluğumu kesiyormuş gibiydi.

 

Sanki o bile bana yaşamayı hak etmediğimi söylemeye çalışıyordu. Sanki soludum hava bile haramdı. Soğukta tir tir titrerken oflaya oflaya yerimden kalktım ve tekrar içeriye koştum.

 

Karakola yeniden girerken içerinin sıcağı kısacık da olsa yediğim soğuk yüzünden taş kesilen vücudum gevşedi. Küçük adımlarla yeniden odaya girdiğimde her iki adamada bakmadan küskün küskün yerime oturdum ve kollarımı göğüsümde birleştirdim.

 

"Niye geri geldin?" Diye sordu Sinan eğlendiği her halinden belli olan sesiyle.

 

"Sanane!" Diye çıkıştım. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. "Kahve içmeme de izin vermedin zaten! Git bana midemin bulanmayacağı bir şeyler getir. Sabah kahvaltı da edemedim zaten! Kus kus bir hal oldum! Bütün düzenimi altüst etti gelir gelmez!" Sinirlerim bozulduğu için dolan gözlerimi kırpıştırdım. "Zaten hepiniz üstüme üstüme geliyorsunuz. Bir kere de yargılamadan, suçlamadan önce beni anlamaya çalışıp tamam deseniz ölür müsünüz?" Dedim ağlamaklı sesimle.

 

"İz?" Dedi ikisi de aynı anda şaşkınlıkla.

 

"Hayır, sinirim bozuldu." Dedim çeşmeleri açarken. Bu bir hafta da Zeynep bu ruh hallerime alışmıştı bile. Çiftlikte ki bir tavuğun yavrusu öldü diye iki gün ağlamış, yas tutmuş bir de çiftlikte cenaze merasimi düzenlemiştim. Canım çekti diye kek yaptığımda, kekim kabarmadı ve güzel olmadı diye de ağlamıştım. Uraz bana küstüğünde de, ata binemeyince, sürekli kustuğumda, koku hassasiyetlerim yüzünden dengemin alt üst olmasından da... Her şeye ağlayıp duruyordum ve hepsi karnımdaki ruh emici yüzündendi.

 

"Babası olacak herifte beni bırakıp gitti zaten!" Dedim hala ağlarken. "Bununla ortada kaldım! Ne yapacağım onu da bilmiyorum! Her şey üstüme üstüme gelip duruyor. Hangi biriyle uğraşacağımı da şaşırdım!"

 

Devrimin gözleri boşluğa dalmışken, Sinan bu hallerimi hayretle izliyordu.

 

"Ne bakıyorsun sende be?!" Diye cırladım. Masanın üzerindeki kalemi ona fırlatırken, "Açım ben aç! Anlamıyor musun?!" Dedim.

 

"Allah hepimize bu dokuz ayda sabır versin." Dedi odadan çıkarken. "Özellikle bebeğin babası olacak o adama."

 

"Onun bir adı var!" Diye bağırdım arkasından kalem fırlatırken. "Gerizekalı herif!" Camın arkasında beni izleyen şaşkın yüzlerle karşılaştığımda, "Ne bakıyorsunuz?!" Diye bağırdım onlarda. Hepsinin eli ayağı birbirine dolanırken, bakışlarını üzerimden çektiler.

 

"Sana bir kez anne olmayı hiç mi istemiyorsun diye sormuştum." Bakışlarım karşımdaki adamı buldu. "Cevabın netti. Şimdi ne değişti?" Diye sordu.

 

"Hiçbir şey ." Dedim düz bir sesle. "Ama hayatımda ki insanların değiştiği bir gerçek." Gülümsedim. "Belki de beni anne yapmasını istediğim ve beni anne olmaya ikna eden o adam çıkmıştır karşıma." Sözlerim birer kurşun görevini. "Sonuçta her insan aşka ve sevgiye yenilmeye mahkumdur."

 

Kahvelerine yerleşen kırgınlığı gizlemedi. Tıpkı benim bir zamanlar ona olan kırgınlığım gibi.

 

"O bebeği istemiyorsun." Dedi gerçekleri yüzüme vurmak istercesine. "Ve doğurmayacaksın da." Dedi beni bilir gibi.

 

Derin bir nefes verdi. "Bugün neyden emin oldum biliyor musun İz?" Dedi. Kahveleri bir mızrak gibi yeşillerime saplanmıştı. "Sana aslında hiç ulaşamadığımdan, kalbine dokunamadığımdan ve sana verdiğim şeyin sadece zarar olduğundan." Dedi. Sözleri boğazımı düğüm düğüm etti. "Ve senin beni aslında hiçbir zaman benim seni sevdiğim gibi sevmediğini fark ettim." Sözlerinde tereddüt etmedi. "Ben sana yanmışım orası kesin de hiç mi yakamadım seni? Hiç mi yer edinemedim kalbinde kendime?"

 

Birkaç saniye gözlerinin içine baktıktan sonra derin bir nefes aldım ve oturduğum yerde dikleştim. "Hala bencil herifin tekisin. Hala sanki ben seni iki günde silip atmışım gibi davranıyorsun." Dedim. "Sen gittin Devrim sen. Ben beklemedim mi? Ben her seferinde her şeyi sineye çekmedim mi? Her seferinde affetmedim mi seni? Her seferinde yeni bir şans vermedim mi sana? Sen ne yaptın peki? Hepsini elinin tersiyle ittin ve şimdi karşıma geçmiş bana beni hiç mi sevmedin diye soramazsın sen! Ben sanki her şeyi çabucak aşmışım gibi hadsizce de konuşamazsın!" Dedim sertçe. "Evet aramızda bir şeyler yaşandı ama bitti." Dedim kelimelerin üzerine basa basa. "Birbirini eskiden tanıyan iki yabancıdan farklı değiliz bir seninle. Ben sende bitmemiş olabilirim belki ama sen bende biteli çok oluyor ve beni bilirsin. Bitirdiğim bir hikayeye baştan başlamam ben. Ne yaşandıysa yaşandı. Hepsi geçmişte kaldı ve ben geçmişe bir sine çekip yoluma bakıyorum artık." Bıkkınlıkla iç çektim. "Sende yoluma çıkmaktan vazgeç artık çünkü ben yolumu değiştirip sana dönmeyeceğim."

 

Gülüşü sitem doluydu. "Gittiğin yolun sonu Alacahana mı çıkıyor?" Diye sordu. Sanki son bir umut kırıntısına rastladım gözlerinde.

 

"Bundan sonra gireceğim her sapağın, yürüdüğüm her yolun sonu sadece ona çıkıyor." Gözlerini yumdu.

 

Öylece sessizce dururken başını iki yana salladı. "Peki." Dedi gözlerini açmadan hemen önce. Kalbi kırıktı ve ben o kırıkların yapıştırılsa bir daha eskisi gibi olmayacağını biliyordum. Oturduğu yerden ayaklandığında bana arkasını döndü ve içeriye elinde bir portakal suyu ve sandviçle giren Sinanın yanından geçip gitti.

 

Sıkıntıyla oflarken Sinanın o portakal suyunu nerden bulduğunu sorguladım kendi içimde. Devrim umurumda değildi. Artık ne hali varsa görsündü.

 

"Al bakalım kara civciv." Dediğinde yüzümü buruşturdum. "Taze sıkılmış portakal suyunuz ve peynirli sandviçiniz." Diyerek elindekileri önüme bıraktı.

 

Korka korka sandviçi kokalarken kısa bir an bekledim. Kokudan rahatsız olmayanında memnuniyetle gülümsedim ve sandviçten bir ısırık aldım.

 

Ağzımdaki lokmayı çiğnerken portakal suyuna uzanmıştım ki ağzımda ki tat ekşidi ve yüzüm git gide buruştuğunda damağıma yayılan domatesin iğrenç tadı yüzünden sandviçi resmen masaya fırlatarak elim ağzımda lavaboya koştum.

 

Odadan çıkmadan önce Sinanın, "Öf ya!" Diye sızlandığını duydum. "Neyden midesi bulandı acaba? Hayır, o kadar da dikkat ettim yiyebileceği şeylere. Zeynebi mi arasaydım?" Diye söyleniyordu.

 

Bahane olurdu ona da!

 

...

 

Sinanın zoruyla karakoldan ayrıldığımda çiftlik evine giden yoldaydım. Yalnızdım. Yanımda korumalarım yoktu ve arabayı ben kullanıyordum. Radyoda Sezen Aksu çalarken Kilyos yolları fazla ıssızdı ve korkuyordum.

 

Sanırım etrafımda beni koruyan bir orduya alışmıştım. Babamın adamlarını istemiyordum. Babamda bunu bildiği için sanırım istediğime saygı duymuş ve hepsini geri çekmişti. Sanırım Keskine güvenmişti.

 

Karanlık yolda ilerlerken çalan telefonumun sesi arabanın içinde yükseldi. Ekranda Zeynebin araması belirirken, "Efendim Zeynep?" Diyerek açtım telefonu.

 

"Gelirken ekmek alsana kuzum ya." Dedi. "Evde hiç kalmamış bir de tarhana alsana, sen seversin yapayım sana midene de iyi gelir belki."

 

"Olur," ileride benzinlik vardı. "Benzinlikte duracağım zaten şim-" Benzinliğe giriş yapmıştım ama duramamıştım. Araba durmayı bırak yavaşlamazken duvara çarpmamak için yeniden benzinlikten çıkmak zorunda kalmıştım.

 

"İz?" Dedi Zeynep korkuyla. "Sesin kesildi? Ne oldu?" Ayaklarım frene tekrar baskı uyguladı ama değişen bir şey olmadı araba son hız asfaltta ilerlemeye devam etti.

 

"Zeynep frenler tutmuyor." Dedim endişeyle. "Duramıyorum!"

 

"Ne?" Dedi. "Ne demek frenler tutmuyor İz?!" Dedi korkuyla. "Neredesin sen?!"

 

"Çiftliğe yarım saatlik yolum var." Dedim direksiyonu dikkatlice kullanırken. "Bir şekilde durdurmam lazım."

 

"Nasıl durduracaksın Allah aşkına?!" Dedi endişeyle. "Üstelik hamile haline niye araba kullanıyorsun sen?! Nerede o dibinden ayrılmayan eniklerin?"

 

"Konumuz bu mu gerçekten?" Diye bağırdım. Korku içimde çığ gibi büyüdü. "Hep Sinan yüzünden! Kalacaktım işte karakolda!"

 

"Tamam sakin ol önce." Dedi. Birkaç hışırtı sesi duydum. "Hayır benim arabamda yok yanımda! Urazı da bırakamam tek evde ne yapacağız İz? Keskini mi-"

 

Yüzüme çarpan, her iki şeritten de üzerime doğru gelen araçlar önümü görmemi zorlaştırırken arabayı sağa doğru kırıp olası bir kazadan kaçınmak istedim ama bu arabayı şiddetle duvara vurmama sebep oldu.

 

Öne doğru yalpalarken kesik kesik nefesler aldım. Eğer kemerimi takmamış olsaydım kafam şu anda direksiyonla birdi.

 

Az önce üzerime gelen araçların ileride durduklarını fark ettiğimde, torpidodaki silahımı aldım ve arabadan hızla indim.

 

Ormana doğru ilerlerken çok uzakta olmayan bir ağacın arkasına saklandım ve silahımın şarjörünü kontrol ederek emniyetini açtım.

 

İki araçtan da üzerinde takım elbiselerle yaklaşık ona yakın adam indiğinde birkaçı bu tarafa doğru hareket etti.

 

"Bitmiyorlar ki anasını satayım! Bitmiyorlar ki!" Dedim iyice ormana doğru ilerlerken arabadan olabildiğince uzaklaşmaya çalıştım ama karanlıkta ayağımda topuklularla engebeli ve çamurlu yolda biraz zordu.

 

Silahımı sıkı sıkı kavrarken telefonumu yanıma almadığımı fark ettim. "Yemin ederim gerizekalsın İzgi ya!" Diye sızlandım karanlıkta koşuştururken arkamdan gelen adım seslerini duydum.

 

Dilerim Zeynep yardım çağırırdı.

 

Her şey niye beni buluyordu ya! Bir bitmedi çilem yemin ederim!

 

...

 

 

KESKİN ARDIÇ ALACAHAN

 

Bir kadın tanıdım.

 

Gülüşü her şeye bedel. Gözleri yaşam vaadeden, sesi garip bir şekilde huzur veren.

 

Hele kokusu.

 

Solumayı asla bırakmayacağım, teninden yayılan etkileyici kokusu her solduğumda aklımı başımdan alıyor zaman kavramımı yitirmeme sebep oluyordu.

 

Çam yeşili gözleri ise bakmaya asla doyamayacağım, yanımdayken bile her daim o gözlerin güzelliğinin her hareketini kaçırmak istemeyeceğim bir güzellikteydi.

 

Meclisteydim. Onu masanın önünde kalan sandalyeye bağladığım odada. Benim odamda. Sanki hayali hala buradaydı ve onu o sandalyeye zorla bağladığım için küfürler yağdırıyordu. Ağzı çok bozuktu.

 

"Keskin." Bakışlarımı daldığım yerden çekip karşımda oturan Hectora çevirdim. Isabelle hemen karşısında oturuyordu. "Almanya da kurduğun düzeni yok ettin ve Almanların, aynı zamanda müttefik içinde olduğumuz dostlarının kendine cephe almasına sebep oldun. Bu kadarına gerek var mıydı?"

 

"Az bile yaptım." Dedim bir an bile tereddüt etmeden. "Almanlara ve müttefiklerine gelecek olursak hepsiyle yapacağımız sevkiyatlar durdurulacak. Güvenliklerini sağlamamız için talep ettikleri her şey fes edilecek." Rahatça koltuğumda arkama yaslandığımda parmaklarım masada belli bir ritim tuttu. "Beni karşısına almaya kalkan infazını da onaylamıştır."

 

"Yarın gece İspanya'ya döneceğim." Dedi Isabelle araya girerek. "Yapmam gerekenleri biliyorum ama bir hususta endişeliyim Keskin." Dikkatlice bana baktı. "Sizin için." Dedi mavilerini her ikimiz arasında gezdirerek.

 

"Endişelenmen gereken son insanlar bile değiliz Isabelle." Dedim buz gibi bir sesle. "Hectorun yokluğunda İspanya da ki imparatorluğuna nasıl sahip çıkacağın seni endişelendirsin. Orayı çok başı boş bıraktınız, düşmanlarınızdan birkaçı çoktan içeriye sızmıştır."

 

"Dikkatli olacaktır." Dedi Hector. Yeşil gözleri Isabellenin mavi gözlerine saplandı. "Öyle değil mi belle?"

 

Isabellenin öfkesi çehresine yansırken, "Isabelle!" Dedi. "Adımı kısaltıp durma!" Dedi sitemle.

 

"Sanırım hitabın hoşuna gitmedi." Dedim alayla Hectora. "Kızını zapt edemiyor musun Hector?"

 

Hector gözlerinde parlayan haylazlıkla beraber, "Sen karını zapt edebiliyor musun?" Dediğinde sıkıntıyla iç çektim.

 

Bakışlarım önümdeki boşanma celbini buldu. Geleli iki gün oluyordu ve henüz bir cevap göndermemiştim ama altında her imzasını gördükçe öfkem katlanarak artıyordu.

 

"Lider!" İdil, nefes nefese içeriye daldığında kaşlarım çatıldı.

 

Endişeli hali gözümden kaçmazken, kalbimin kaburgalarımın altında korkuyla çarpmasına sebep olan o ismi söyledi.

 

"İz hanım." Dedi tedirgince.

 

Oturduğum yerden ayaklanırken, "Ne olmuş?" Diye sordum. Hector ve Isabelle de benimle birlikte ayaklandı.

 

"Kilyos yolunda, sanırım eve giderken şiddetli bir kaza geçirmiş," Nabzım durdu. Gözlerime damlayan koyuluğu hissettim. "Aracına yerleştirdiğimiz GPS' ten az önce sisteme bildirim düştü. Durumu ağır olabilir."

 

Boğazıma sarılan görünmez eller soluğumu keserken kravatımın çekiştirdim.

 

"Aradanız mı?" Diye sordum. "Ulaşabildiniz mi?! Durumu nasıl?!"

 

İdilin rengi gittikçe artarken, "Önce bir sakin ol." Dedi.

 

"Başlatma lan sakinliğine!" Diye bağırdım. "Soruma cevap ver sen benim!" İdil sıkıntıyla iç geçirdi.

 

"Kaza yaptığı bilgisi sisteme düşünce çocuklar yola çıkmıştı." Dedi. "Keskin," dedi nasıl söyleyeceğini bilemez gibi.

 

Göğüs kafesimde dehşet bir sızı peydah oldu. Kaburgalarım sanki kalbime battı. "Ne?" Dedim korkuyla. "Söyle!" Dedim sabırsız bir sesle.

 

"Ne araçtan ne de İz hanımdan sinyal alamıyoruz." Dedi endişeyle. "Arabası yolun kenarındaki uçuruma yuvarlanmış."

 

Korku iliklerime kadar işlerken, nefesimin kesildiğini hissettim. Göğüs kafesim patlayacak gibiydi ve kalbim atmayı bırakmıştı.

 

"Henüz kesin bir şey yok," dedi İdil beni rahatlatmak adına. "Sa-"

 

"Hamileydi." Isabellenin dudaklarının arasından çıkan kelime beynimden vurulmuşum gibi kalakalmama sebep oldu. Şaşkınlığı ve dehşeti aynı anda yaşadım.

 

Gözlerim ağır ağır Isabelleyi bulduğunda benim gibi bu odadaki herkes ona bakakalmıştı.

 

"Keskin." Dedi korkuyla. Karşımda titrerken kazağının kollarını çekiştirdi. Dili tutulmuş gibiydi. "Sana söyleyecekti." Diye fısıldadı çaresizce.

 

"Hamile miydi?" Diye sorarken buldum kendimi.

 

Bana söyleyecekmiş.

 

Baba olacakmışım.

 

Kalbimin atışları içimde deli gibi çarpmaya başladı. Korku öyle bir illetti ki ne bir adım öteye gitmeme ne de ileri gitmeme sebep veriyordu.

 

Onu yalnız bırakmıştım.

 

Yanımda değilse, güvende değilse benim suçumdu.

 

İçimde patlamaya hazır bir yanardağı vardı sanki. Kelimeler zihnimin içinde dönüp duruyor içim ateşle dolup taşmasına sebep oluyordu.

 

"Şu an beş buçuk haftalık olması lazım." Diyerek konuşmasına devam ettiğimde gözlerimi yumdum. Kulaklarımı kapatmak ve sağır olmak istedim her şeye.

 

Soluğum boğazıma tıkanırken nefes almakta güçlük çektim.

 

"Bana." Sesim arafta gibiydi. Bana yabancıydı. "Karımı, sapasağlam bulacaksınız!" Dedim her bi kelimenin üzerine basa basa. Gözlerimi yeniden açtığımda, bakışlarım hepsinin üzerinde gezindi. "Şehri alt üst edeceksiniz ama bana karımı da bebeğimi de sağsalim bulacaksınız!" Dedim emredercesine.

 

Hamileydi ve bana söylememişti.

 

Gerek görmemişti. Saklamıştı.

 

Hamileydi ve şimdi yaşıyor mu? İyi mi? Bilmiyordum.

 

Ona baba olmayı istemiyorum derken bile bugün aslında baba olmayı ne kadar çok istediğimi fark ettim.

 

...

 

Ayağım son gazda Kilyos yolunda ilerlerken arkamda konvoy halinde olan arabalar vardı.

 

"Sinyal yok mu İdil?" Diye sordum.

 

"Kolyesinde kesik kesik bağlantı var ama nerede olduğunu saptayamıyorum!" Diye sitem etti. "Bağlantı sürekli gidip geliyor."

 

Avuçlarım direksiyonu öfkeyle daha sıkı kavradığında parmak uçlarım bembeyaz kesildi ve kan akışı da aynı hızda kesildi. Haberi aldığımda kalbimin atmayı bıraktığı ve ruhumun acıyla kıvrandığı gibi.

 

İlerlediğim yolda yolun kenarına park edilen iki aynı marka araba gördüm ama etrafında kime yoktu ve bundan sonrası ormanlık alandı. İdil bahsettiği uçuruma sadece yüz metrelik bir yol kalmıştı.

 

Kaşlarım çatılırken gaza daha çok yüklenip yoluma bakmıştım ki, "Keskin dur!" Dedi İdil can havliyle. "Dur dur dur! Sinyal geldi!" Ona verdiğim o pusula kolyesindeki GPS sayesinde izini sürebiliyorduk şu anda.

 

Anında frene basarken araba öne doğru yalpaladı ve İdil konuşmak için dudaklarını araladığında gecenin karanlığında gür bir ses duyuldu.

 

Bir silah sesi.

 

"Ormanda," dedi İdil hızla. "Belli belirsiz de olsa saptayabiliyorum. Yakınlaştıkça sinyalin gücü artıyor ve uyarı veriyor. Ormana girmemiz gerek."

 

Yirmi yakın arabada benim arkamda dururken içindeki korumalar çoktan dışarıya çıkmıştı. Hızla arabadan inerken belimden silahımı çıkardım ve geldiğimi belli etmek adına iki tane ard arda bir tane de bir süre bekledikten sonra havaya sıktım.

 

Gözlerimde gazabın ateşi yanarken ip gibi dizilen korumalara çevirdim bakışlarımı. "Ormanı karış karış arayacaksınız! Her taşın altına bakacaksınız! Bir iz bulan iki el ateş etsin. Şimdi dağılın!" Diye gürledim.

 

Aybars, ve Hector benimle bir gruba ayrılırken Isabelle, İdil ve Uğur bir diğer guruba ayrıldı ve hep birlikte ormanın içinde dağıldık.

 

Avuçlarımın arasında sıkı sıkı tuttuğum silahımla birlikte ormanın içinde ilerlerken, "Lütfen o arabadan inmiş ol." Dedim kendi kendime. "Ve lütfen iyi olun İzgi." Diye fısıldadım ormanın derinliklerine doğru ilerlerken.

 

"Karımın için tehdit olan herkesin infazı ellerinizde!" Diye gürledim.

 

Bir kez daha olmaz.

 

Bu sefer olmaz.

 

İZGİ KARA ALACAHAN

 

Elimde sıkı sıkıya tuttuğum silahımla ağacın arkasında nefes bile almazken dikkatlice etrafı kolaçan eden adamı bekledim. Silahı kavradığı kolları öne doğru uzandığında çevik bir hareketle kolunu yakalayıp çenesine sert bir tekme savururken susturucu takılı olan silahı avuçlarıma düştü ve o geriye doğru kayarken karın boşluğuna sıktığım kurşunla yere yığıldı.

 

Öldürmek benim işim değildi.

 

Dördü gitti kaldı beşi.

 

Dokuz kişilerdi. Dört kişiyi sessizce etkisiz hale getireceğim diye iflahım kurumuştu ama bir yara almadan atlatabilmiştim onları.

 

Birkaç adım sesi daha işittiğimde seslerin nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Sağımdan ve solumdan gelen adım sesleriyle içten içe bir küfür savururken önce sağımdan çıkan adamın kollarının altından geçip karnına bir yumruk savururken, onun dirseği karnıma sertçe vurdu ve bu hareketi nefesimin kesilmesine sebep oldu ama beni durdurmadı. Yılan gibi etrafında dolanıp sırtına sıktığım kurşunla yere yığılmasını sağlarken diğer adamın kurşunları üzerime yağdı ama son anda ağacın arkasına saklanarak kurşunların hedefinden kurtuldum. Kasıklarımda dehşet bir sızı peydah olduğunda bacaklarımı birbirine bastırdım.

 

"Yolun sonu sizin için gözüktü bayan Alacahan." Dedi arkamdaki adam.

 

"Sen önce kimin itisin onu söyle!" Dedim dişlerimin arasından. Acıyı görmezden gelmem gerekiyordu.

 

Ağacın arkasında tetikte dururken oda hemen arkamdaki bir ağacın arkasındaydı ama gövdesi ağaca sığmadığı için omuzları ortadaydı.

 

Silahımı kaldırıp ateş etmek için bir hamle yapacaktım ki duyduğum ard arda iki el ve biraz bekledikten sonra sıkılan üçüncü kurşunla dudaklarım istemsizce kıvrıldı. "Yolun sonunun kimin için olduğu tartışılır ha? Ne dersin?" Dedim alayla onu sol omzundan vurmadan önce.

 

Küfredecek ağacın arkasından çıktığında gördüğüm yüzle bocaladım. Eğer son anda yine ağacın arkasına sinmeseydim sıktığı kurşun bedenimi delip geçerdi.

 

Bu adamı tanıyordum.

 

Babaannemin en yakın adamıydı. Rıdvan. Rıdvan çele.

 

Öfkeyle gözlerimi yumarken bir silah sesi daha duydum ve kurşunun hemen yanından geçtiğini hissettim. "Karıma kurşun sıkmaya kalkışan her kişi ölmeyi göze almıştır." Göz kapaklarım ağır ağır aralanırken az ileride onun heybetli bedenini fark ettim.

 

Karanlığıyla bütünleşen kara gözleri üzerindeyken bakışları buz sıcağını andırıyordu.

 

Göğüs kafesim rahatça inip kalkarken, derin bir nefes aldım.

 

Bir kez daha beni ölümün ucundan aldı.

 

Yetişti.

 

Hep olduğu gibi.

 

"Etrafı kolaçan edin." Dedi buz gibi sesiyle arkasında ki adamlarına. Hepsi çil yavrusu gibi dağılırken elimi karnıma koyarak nefeslerimi düzene sokmaya çalışırken öne doğru büküldüm. Kasıklarımda başta olduğu gibi dehşet bir sızı olmasada belli belirsiz bir ağrı vardı.

 

Bir şey olmuş muydu?

 

"Ne oldu?" Dediğini duydum endişeyle. Adım seslerini işitirken saniyeler sonra dibimde bitti.

 

"Önemli bir şey değil." Dedim beni tutan ellerinden kurtulurken.

 

"Karnına darbe mi aldın? Ağrın mı var?" Diye sordu tedirgince. Soluklanmaya çalışırken ona cevap vermedim. "İzgi bana cevap ver!"

 

"Yok bir şey!" Diye bağırdım geriye doğru çekilirken.

 

"Yok saydığın şey karnındaki bebeğimiz mi yoksa ben miyim?" Dediğinde gözlerim dehşetle iri iri açıldı.

 

Öğrenmiş miydi?

 

"Bana ne zaman söylemeyi düşünüyordun?" Yutkunamadım. "Ya da şöyle söyleyeyim." Dedi alayla. "Bana söylemeyi hiç düşündün mü?"

 

Zamanın içinde kaybolduğumu hissederken sesimi kaybettiğimi fark ettim çünkü söyleyecek tek bir sözüm bile yoktu. Kara gözlerinde bariz bir kırgınlık varken, içinde ki hayal kırıklığını en derinlerimde hissettim.

 

Bölüm sonu.

 

Neler düşünüyorsunuz?

 

 

Burayı okursanız sevinirim. Bir süre alıntı ve bölüm atamayabilirim. Beklediğinizden daha geç gelebilir bölümde altını da bunun sebebi ise YKS çalışmalarım. Günler kaldı ve benim bu günlerimi iyi değerlendirmem gerekiyor. Bu yüzden beni anlayacağınız düşünüyorum.

 

Sizleri seviyorum.

 

Kendinize iyi bakın, görüşmek üzere.💚

Loading...
0%