Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24.Bölüm

@umay_6

OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN!

 

KEYFİLİ OKUMALAR DİLERİM.

 

 

 

 

 

Katran karası bakışları sonu olmayan bir okyanusun izlerini taşıyordu. Sanki o okyanusun içindeydim, yüzeydeyim. Nefes alıyordum ve düşmekten korkmuyordum çünkü boğulmayacağımı biliyordum.

 

Yaptıklarım, yaşanmışlıklar ve yaşattıklarım.

 

Hayatım bu üç evreden oluşuyordu belki ama bir kadın olarak hayatımda çoğu şeye mecbur bırakılmış ve sevilmemiştim.

 

Bunu yıllarca fark etmemişim meğer. Meğer herkesin kilit noktası, zafere giden o yolda harcanan o kadınmışım ben.

 

Gözden çıkarılan kadın.

 

Mecbur bırakılan kadın.

 

Hiç sevilmemiş o kadın.

 

Meğer kimsem yokmuş.

 

Meğer yanımda var olan herkes aslında hiç yokmuşta benim bundan yıllarca haberim olmamış. Kendi küçük dünyamda kandırıp durmuşum kendimi.

 

Çünkü o kadının içinde de öksüz, eksik ve yarım hisseden bir kız çocuğu vardı ve karşımda dikilen bu adam sanki o kız çocuğunu görüyor gibiydi.

 

Sanki ruhumu biliyor gibiydi.

 

Beni benden daha çok tanıyor gibiydi.

 

Sırtım arabanın kapısına yaslıyken üzerimde omuzlarıma bıraktığı ceketi vardı. Ona eşlik eden korumalar bizden elli metre kadar uzaktalardı ama tetikte olduklarını görebiliyordum.

 

"Bana neden söylemedin?" Sesi buz gibiydi. Öylesine soğuk ve düzdü ki içinde ki kırgınlığı iliklerime kadar hissettim. "Bilmeye hakkım yok muydu İzgi?" Dedi sitemle. "Bunu bana neden çok gördün sen?" Dişlerimi dudaklarıma geçirirken dolan gözlerimi kaçırdım. "Gözünde bunu bilmemi gerektirecek kadar kıymetim, sende de hiç hatırım yok muydu da sen bunu bir başkasından öğrenmeme razı gösterdin?"

 

Sustum. Söyleyecek hiçbir şeyim yoktu çünkü.

 

Haksızdım.

 

"Onu istersin sandım." Diye mırıldandım.

 

"Onu istiyorum zaten!" Diye bağırdığında gözlerimi yumdum. "Çünkü öğrendiğimde annesinin senin olduğu bir çocuğu ne kadar istediğimi fark ettim?! Çünkü öğrendiğimde içimde saklı kalan o heyecanın yeniden gün yüzüne çıktığını ve baba olmayı ne kadar çok istediğimi fark ettim?!" Dedi öfkeyle. "Ben istiyorum İzgi. Ben baba olmak istiyorum."

 

"Ama ben istemiyorum!" Diye bağırdım avaz avaz. "Eğer baba olmayı çok istiyorsan seni baba yapmasını çok isteyeceğin bir kadınla evlen." Dedim düz tutmaya çalıştığım sesimle. "Çünkü o kadın ben değildim."

 

"Böyle olmak zorunda mısın?" Dedi yılmış bir sesle. "Her seferinde hevesimi kursağımda bırakmak zorunda mısın?"

 

"Senin heves ettiğin o şey benim için sadece bir felaketten ibaret." Tırnaklarımı sarıldığım cekete geçirdim. "Görüyor musun? Ne kadar da yalnız ve kimsesiz kadınım. İnandığım her şeyin, hayatımın bir yalandan ibaret olduğunu öğrendim ve sırtımı yaslayabileceğim güvenebileceğim hiç kimsem yok." Dedim omuz silkerek. "Hiç kimsesi olmayan bir kadında bir de kalkmış neden diye soruyorsun?" Diye yakardım. "Sence nedeni yeterince açık değil mi?"

 

"Ben varım." Dedi umutla. "Ben varım ya İzgi." Bana doğru bir adım attı. "Hiç mi hissettirmedim sana kendimi söyle? Bunca hengâmenin içinde hiç mi ulaşamadım sana?"

 

Görüşüm bulanıklaştığında, ağlamaya başladığımın farkında bile değildim. "Keskin anlamıyorsun. Anlamıyorsun, ben yapamam." Dedim ellerimi iki yana açarak. "Benden bir çocuğa anne olmaz. Bu kadar yaralıyken, olmaz. Bundan sonrada olmaz." Diye yakardım. "Lütfen," dedim titreyen sesimle. "Benden bunu isteme, lütfen."

 

"Seni onu doğurman için zorlayamam İzgi." Dedi. Onun da benim gibi eli kolu bağlıydı. "Seni ömrü boyunca annesinden mahrum bırakacağın bir bebeği doğurman için zorlayamam bu onun için hayattaki en büyük kötülük olur."

 

Yüzü kapı gibi dururken hiç bir duyguyu yakalayamadım. Ne düşünüyor anlayamadım. "Bu bizim tartışabileceğimiz bir konu değil. Dikkatsizliğim yüzünden olan bir şey ve biz seninle boşanma sürecine girmişken, hele ki boşanmayı kesinlikle düşünüyorken bir bebek kriziyle uğraşmak istemiyorum ben Keskin." Yüzünde hiçbir mimik oynamadan sükunetle beni dinliyordu. "Kontrole gittim." Buz gibi bakan gözlerinde bir hareketlilik fark ettim.

 

"Nasılmış?" Dedi dizginleyemediği hevesiyle. Boğazıma oturan yumru yutkunmamı engelledi. Acı her yerdeydi. Göğüs kafesindeydi, ruhumdaydı ve kasıklarımdaydı. "Ne kadarlıkmış? Cinsiyeti belli mi? Kalp atışlarını duydun mu?" Dedi heyecanla.

 

"Aldırmak için gün aldım." Gözlerindeki parıltılar bir bir söndü.

 

Gülümsedi. Öyle bir gülümsemeydi ki ban küfür etseydi daha az canım yanardı. Sessizliği ölümü çağrıştırıyordu.

 

"Bu evliliği daha fazla sürdürmek istemiyorum çünkü seninle evlendiğim günden beri yaşamadığım şey kalmadı."

 

"Seni hiçbir şey için zorlamayacağım." Dedi, katı bir sesle.

 

"Emin olduğum tek şey senden boşanacağım ve bu bebeği aldıracağım olduğu." Dedim, sertçe. "Bir çıkmazdayız." Ceketine işleyen tırnaklarımın derime battığını hissettim. "Ve ben senin karanlığında yolumu bulmakta zorlanıyorum." Dedim acımasızca.

 

Bu olmak zorundaydı.

 

Böyle olmak zorundaydı.

 

"O zaman seni aydınlığa kavuşturmak farz oldu." Dedi buz gibi bir sesle. Sanki karşımda kapı duvardı. "Aldır bebeği," kelimeleri boğazımı düğüm düğüm etti. "Avukatına ver vekâletini ve anlaşmalı bir şekilde en azından söz konusu boşanmamız olduğunda beraber bir ortak yol varalım." İfadesi kendinde emindi.

 

"Boşanalım." Dediğinde kalbim atmayı bıraktı. "Çünkü bu saatten sonra seninle evli kalmak kendime yapacağım en büyük saygısızlık olur." Dediğinde dudaklarım aralandı ama tek kelime bile çıkmadı ağzımdan. Öylece ona bakakaldım.

 

"Beni hayatında istemeyen bir kadının varlığını bende yanımda istemiyorum artık." Kelimeleri bir kurşun görevini gördü adeta. Kalbimin orta yerine saplandı. "Belki de haklısındır." Yüzünde yarım bir tebessüm yer açtı. "Belki de senden boşandıktan sonra beni baba yapmasını çok istediğim bir kadın çıkar karşıma."

 

Buz kestim. Yandım, kül oldum.

 

"Bu bebeği istesem de doğurmazdım zaten." Demekle yetindim sadece. Kelimeler benden izinsiz ağzımdan çıkıyordu. "Doktora gittiğimde hamileliğimin riskli geçeceğini ve eğer kalp nakli olursam ameliyat bebeğin öleceğinden bahsetmişti." Yüzünde düz bir ifadeyle beni dinledi. "Ameliyatta bir sorun çıkmasa bile," dedim zorlukla. "Yüzde doksan ihtimalle masada kalma ihtimalim var. O doğumhaneden ne benim ne de onun sağ çıkması gibi bir ihtimal çok düşük yani." Gülümsemem acı doluydu. "Yaşatmak istediğin kadının, yaşamaması için hayat her şeyi sunuyor önüme. Kalbim bir zehir gibi bedenime işliyor ve yavaş yavaş öldürüyor beni." Kirpiklerimin altından ona baktım. "Sen hala yaşatmak istiyor musun beni?" Diye sordum. "Hala beni yaşatmak için bir nedenin var mı?"

 

Kara gözleri uzun süre yüzümü izledi. Yanaklarımı ıslatan ama kuruyan gözyaşlarımın izlerine değdi gözleri. Sessizliği yüreğimin korkuyla atmasına sebep oluyordu.

 

Gözlerini gözlerimden çekmeden, "Artık yok." Dedi karanlığı mesken edinmiş sesiyle. Kaşlarım havalandığında bu istemsizce havalandı ve nefesimin soluk borumu tıkadığını hissederken kaburgalarımın altında son çırpınışlarını veren kelebeklerimin ömrü kısa sürdü.

 

İki kelimesi kaburgalarımın altında bir cinayete sebep oldu.

 

Cevabım ise ona kocaman gülümsemek oldu. Dolan gözlerime inat, kırgın ve kocaman bir gülümseme sundum ona. Bu sefer gözlerimin etrafında beliren o göz gamzelerimin ortaya çıkmasında ki sebep kalbimde verdiğim infazdan sebepti.

 

"Bitti o zaman." Dedim zorlukla gülümsemeye çalışarak ama öylesine zordu ki bu gözlerimin daha çok dolup taşmasına ve birkaç göz yaşının firar etmesine sebep oldu.

 

"Başlamış mıydı ki?" Dedi alayla. Başını iki yana doğru salladığında bu hareketi sitem doluydu.

 

"Doğru," dedim titreyen sesimle. "Hiç başlamamıştı. Bu yüzden ne çabaya ne de ısrara gerek yok." dedim onun gibi acımasızca ama birkaç gözyaşı daha ihanet etti bana.

 

Öfkeyle parladığında gözleri, "Çabamı da ısrarımı da hiçbir zaman hak etmedin ki?" Dedi sertçe ve bu susmama sebep oldu. Kaburgalarımın paramparça olmasına ve kemiklerinin kalbime batmasına sebep olan sözleri benim için bir tokattan daha ağırdı.

 

Kalbim avuçlarının arasındaydı ve o avuçlarının arasında tuttuğu kalbimi lime lime ederken, sesimi bile çıkaramadım.

 

İnat etmedim.

 

Zorlamadım.

 

Acıyı kabullendim.

 

Şimdi benden o kadar uzaktaydı ki aramıza giren kilometreleri aşmaya ne benim gücü vardı, ne de onun çabalamaya niyeti vardı.

 

"Çocuklar bıraksın seni, yalnız gitme eve." Dedi. Öylece baktım sadece. Boş ve hissiz bir bakışmaydı aramızda geçen. "En azından boşanana kadar bir süreliğine de olsa sana göz kulak olsunlar." Dedi ve gitti.

 

Üzerimde onun ceketi olmasına rağmen aralık ayının ayazının buz gibi soğuğu kalbimin üzerini örttü.

 

Bugün.

 

30 Aralık.

 

Ruhum yaşamayı, kalbim atmayı bıraktı. Kendi içimde kendi ruhumun ve kalbimin intiharını gerçekleştirdim.

 

O gitti ve bir daha arkasını dönmedi.

 

Gitti ve geri gelmedi.

 

Gitti ve bitti.

 

...

 

Keskin Ardıç Alacahan.

 

Beni aklımın ve kalbimin arasında, arafta bırakan o adam.

 

Bir okyanusu andıran o bakışlarına gömülü kaldığım ve cansız bedenimin gözlerinin karasına vurduğu o kıyıdaydım sanki.

 

Ruhumdaki yangın, kalbimdeki esaret dilimi lal etmiş bir ömür o kıyıda cansız bir şekilde yatmama sebep olmuştu.

 

Bir gün.

 

Ama bir gün.

 

Onunla başka bir hayatta yeniden tanışmayı, kollarının arasında, o güzel gözlerinin içine bakarak ve ona çok sevdiği o gülümsememi sunarak ölmeyi diledim.

 

İki saat önce adliyeye uğramış ve Başsavcıyla bir görüşme gerçekleştirmiştim.

 

Dosyayı bırakmıştım.

 

Zor olsada bırakmıştım.

 

Bir amaç için çıktığım bu yolda yeni bir amaç için hamlemi yapmıştım.

 

...

 

Boynuma görünmez bir halat geçirmiştim. O halat görünmez bir halata bağlıydı ve ruhumun ayaklarının altındaki sandalye yerde yan bir şekilde yatarken ayaklarım boşlukta sallanıyordu. Ruhuma geçirdiğim o hayali urgan kırık, dökük ve eskiydi.

 

Bağlı olduğu yerden sökülmesine ve kopmasına çok az kalmıştı.

 

"İz her şey hazır." Bakışlarımın kilitlendiği projeksiyondan çektim gözlerimi. Zihnime sızan tanıdık ses Sinana aitti. Kahvelerine yerleşen endişe ise benim içimdi. Oturduğu yerden ayaklanıp ayakta masanın başında duran bana doğru geldi.

 

Üzerimde çizgili, lacivert, straplez ve üst kısmının bir kısmı beyaz renkte olan ve kalçalarımı saran bir elbise vardı. Üzerime beyaz blazer bir ceket almış ayağıma da yine beyaz bir topuklu ayakkabı giymiştim. Maşayla dalgalandırdığım saçlarımı sıkı bir ar kuyruğu yapmış perçemlerimi de şekillendirdikten sonra yüzüme bırakmıştım. Oldukça sade ve soft tonlar kullanmıştım makyajımda. Kahve ve şeftali tonlarına ağırlık vermiş solgun yüzüme biraz olsun renk gelmesini sağlamıştım.

 

 

 

"Bunu senin yerine yapabilirim," ellerini destek olurcasına ellerimin üzerine kapattığında ona cansız gözlerle baktım. "Senin için hiç kolay olmayacağının farkındayım ama Meclise arkanda bir ekiple gitmenin de zor olduğunun farkındayım. Eğer istersen bunu sen-"

 

"Hayır." Sesim fısıltıdan farksızdı. Keskinle konuştuktan iki gün sonra ona gönderdiğim boşanma celbini imzalayarak bana geri göndermiş ve avukatına vekâlet vermişti. "Onu ben tutuklamak istiyorum. Buna hakkım var." Dedim düz bir sesle.

 

Sinan sıkıntıyla iç geçirirken geri çekildi. "Sen nasıl istiyorsan öyle olsun o zaman." Dedi. "Ekip aşağıda seni bekliyor. Bütün hazırlıklar tamam, her şey eksiksiz ilerliyor." Başımı sallayarak onu onayladığımda masanın üzerindeki çantamı ve telefonumu alıp toplantı odasından ayrıldım.

 

Başım ve omuzlarım dik bir şekilde karakolun içinde çıkışa ilerlerken üzerimde yapacağım şeyden ötürü hayret ve hayran dolu bakışları hissettim.

 

Topuklu ayakkabılarımdan çıkan tok ses karakoldan çıkmamla birlikte azalırken beni bekleyen polis memurları beni fark etmeleriyle yerlerinde dikleştiler.

 

Hava buz gibiydi ama üşüyen bedenim değil ruhumdu.

 

Kalbim buz tutmuştu çünkü gelip kimse üzerimi örtmemiş benimle sıcaklığını paylaşmamıştı.

 

Sol yanımdaki yanık iyileşmesine rağmen sızım sızım sızladı. Arabama binerken diğerleri de benimle birlikte araçlara yerleştiler ve beklemeden çalıştırdım aracı.

 

Direksiyonu dikkatlice kullanmaya özen göstererek, Meclise giden yola saptım. Göğüs kafesim aldığım her solukta ezilirken kirpiklerim titredi.

 

"Babam nerede kaldı?" Küskün bir şekilde koltukta oturan ve üzerinde mavi bir elbisesi olan kız çocuğu. Henüz sekiz yaşındaydı ve bugün doğum günüydü ama babası ilk kez geç kalmıştı. Yetişememişti ve saatin on ikiyi geçmesine yarım saat kalmıştı.

 

Şebnemin yüzüne yerleşen tebessüm içtendi. "Birazdan gelir," dedi parmaklarını kızım gece saçlarında gezdirerek. "Bu seferlik gecikmiş biraz ama biliyorsun baban hep gelir sana." Dedi gülümseyerek. "Yüze kadar sayarsan eğer baban gelecek."

 

Gözleri hevesle parlayan kız çocuğu, "Annemde gelir mi?" Diye sordu. Şebnemin yüzündeki gülümsemesi donduğunda ne söyleyeceğini bilemedi. Bu yaşta heves ettiği şey içler acısıydı. İzgi, annesizliği bir türlü kabullenemiyordu. Atıfla evlenmeli henüz bir sene olsa da henüz tam anlamıyla dokunamamıştı küçük kızın kalbine.

 

"Yüze kadar sayarsan sadece baban gelir." Demekle yetindi zorlukla.

 

Kız çocuğu hevesinden hiçbir şey kaybetmeden kocaman olan gözlerini duvardaki guguklu saate dikti ve parmaklarıyla içinden yüze kadar saymaya başladı. Pastası masanın hemen üzerindeydi ve mumları da dikiliydi ama kız çocuğu ne o pastayı istemişti ne de mumları üflemişti. Abisi daha fazla dayanamamış doğum gününü kutlayıp hediyesini verdikten sonra odasına gitmişti.

 

Kız çocuğu sabırsızca oturduğu yerden ayaklandı ve evin boydan boya cam olan kısmından hüzünle baktı bahçe kapısına. Henüz yüzü tamamlamamıştı ama babası da gözükmüyordu.

 

Küçük parmakları cama yapışırken, son rakamı içinden söyledi ve tam o anda bahçe kapısı açıldığında gözleri Işıl Işıl parladı. Babası elinde tuttuğu çikolatalı pastayla ve üzerinde olan mumlarla bahçe kapısından içeriye girdiğinde kız çocuğu neşeyle gülümsedi ve kapıyı açmak için koşarak gitti salondan.

 

"Düşeceksin İzgi!" Diye bağırsada Şebnem, kız çocuğu onu umursamadı ve boynun zar zor yettiği kola asılıp kapıyı açtığında karşında babasını ve mumları yanan pastayı gördüğünde heyecanla ona baktı.

 

"Baba," dedi naif sesiyle. "Geldin!" Dedi ellerini neşeyle birbirine vurup çırparak.

 

"Geldim kızım," dedi babası önünde onun boyuna yetişebilmek için çömeldi ve diz çöktü. "Ben sana hep yetişirim." Pastayı üflemesi için kızına doğru uzattı.

 

"İyiki doğdun benim güzel kızım." Diye fısıldadı babası.

 

Nefesim ciğerlerime yetmediğinde arabanın camını indirdim ve rüzgar sertçe suratıma çarptığında direksiyonu sıkı sıkı kavradım. Dişlerimi dudaklarıma geçirirken ağlamamak için gösterdiğim çaba başarılı oldu ve Meclise ait olan binanın önünde durdu arabam.

 

Babam buradaydı. Bugün herkes buradaydı.

 

Derin bir nefes aldığımda arabamın kapısı bir memur tarafından açıldı ve sakin ve ciddi bir şekilde indim arabadan. Kapıdaki korumaların bakışlarını üzerimde hissederken omuzlarımı dikleştirdim ve yüzümde düz bir ifadeyle ilerlediğimde polis memurları hemen arkamdaydı.

 

"İz hanım?" Dedi kapıdaki koruma. "Bir sorun mu var?" Diye sordu. Tedirgin olduklarını görebiliyordum.

 

"Açın kapıları." Dedim buz gibi bir sesle. Parmaklarımı arkama doğru uzatırken tutuklama kararı avuçlarımın arasına bırakıldı.

 

"İz hanım," dedi temkinli bir şekilde. Diğerinin kulaklığıyla haber verdiğini fark ettim. "İçeriye bu şekilde giremezsiniz."

 

"Senden izin istemiyorum zaten." Dedim sertçe. Tutuklama kararını on uzattığımda bekletmeden aldı. "Alacağımızı, alacağız ve gideceğiz." Bakışları kağıtta gezinirken şaşkınlığı bütün yüzüne yansıdı.

 

"Lider kapıların açılmasının iznini veriyor." Dedi bir diğer koruma. "Aç kapıyı." Ellerim yumruk halini alıp tırnaklarım avuçlarıma battığında kapı açıldı ve içeriye doğru bir adım attığımda artık her şeyin başladığı o noktadaydım.

 

Arkamda polis memurlarıyla Meclisin içine doğru ilerlerken bahçedekilerin dikkatlerinin hepsi bizim üzerimize çevirirdi.

 

"Üç kişi benimle gelsin," dedim içeriye girerken. "Diğerleri temkinli olsun. Birazdan geleceğiz." Dediğimde arkamda üç devlet memuruyla Meclisten içeriye girdim ve ana binadaki herkes bize bakakaldı.

 

Adımlarımı asansöre doğru atarken tereddüt etmedim. Geri adım atmadım. Asansörü çağırdığımda dakikalar sonra asansör geldi ve birlikte asansöre bindiğimizde toplantı salonunun olduğu katın düğmesine bastım.

 

Asansör beş dakika sonra toplantı salonun olduğu katta durduğunda kalbim gümbür atmaya başladı.

 

Derin bir nefes alarak bir adım attığımda gerisi de beraberinde geldi. İzin alma gereği duymadan toplantı odasının kapısını destursuzca açtığımda masanın etrafına toplanan üyeleri gördüm ama ona bakmadım. Bakamadım.

 

 

 

Gözlerim abimin yanında oturan babama uğradığında kaşlarını çattığını gördüm.

 

"Kusura bakmayın bölüyorum," dedim otoriter bir sesle. "Ama fazla uzun sürmeyecek." Herkes dikkatle beni dinlerken, "Atıf Kara." Dedim buz gibi bir sesle. "Seni Aliye Karayı öldürme suçundan tutukluyorum." Masadaki herkesin yüzleri silikleşti. Hepsinin şaşkınlığını hissettim ama bu odada babamla tek başıma kaldım.

 

Geriye doğru çekildiğimde, "Alın." Dedim arkamda dikilen memurlara ve bu harekete geçmelerine sebep oldu.

 

"Bir deliliniz, kanıtınız olmadan kulaktan doldurma laflarla mı hareket edeceksiniz sayın savcım?" Bakışlarım Akif Karadereyi buldu. Bana hayal kırıklığıyla bakıyordu. Keskine bakmadım. Bakmadım çünkü bakarsam yüzleşeceğim şeyden korktum.

 

Babamın bileklerine geçirilen kelepçeyi seçebildim. "Elimde bir delilimde kanıtında var. Beni başkalarıyla karıştırmak yerine tasmanızın elinde olduğu sahibinize söyleyenin sizi sıkı tutsun." Dedim sertçe. "Yoksa günün birin de sizin sonunuz da diğer meclis üyelerinin sonundan farklı olmayacak."

 

"Buna nasıl izin verirsin Lider!" Diye yükseldi Fikret Yılmaz. "Karına sahip çıkamıyor musun?" Keskinin bıçak kesilen gözlerinin ona saplandığını görmesem de hissettim.

 

"O artık karım değil." Sözleri kalbimin orta yerine saplandı. Bu yediğim kaçıncı kurşundu bilmiyordum. "Anlaşmamalı bir şekilde boşanma kararına vardık ve kendisinin ilgilendiği veya sorumlu olduğu hiçbir şeyden artık sorumlu değilim."

 

Herkesin şaşkınlığı giderek artarken, "İsabet olurdu." Dedi Funda'nın babası. "Bu evlilik en başından beri hataydı. Fevri karar verdiniz."

 

"Götürün." Dedim hepsinin sözlerini görmezden gelerek.

 

"İz," dedi abim yerinden ayaklanarak. "Saçmalıyorsun!" Diye yükseldi. "Ailemize ihanet eden bir kadın yüz-" Tok ve gür bir ses abime attığım tokattan yankılandı.

 

Başı sağına doğru düşerken, "Bu saatten sonra senin gibi bir abim yok benim." Dedim nefretle. "Sakın, varlığın yanıma bile uğramasın çünkü bu sefer o kelepçeleri senin bileğine vurmak zorunda kalırım." Nefretim içime işledi. "O kadın dediğin senin annen ve sen hiçbir zaman onun sana olan sevgisini hak etmeyeceksin." Dedim tükürür gibi.

 

Gözlerim yeniden masadakilerde gezindi ve onun Katran karası gözlerine çarptı. Buz gibiydi. Karanlığını hiç hissetmediğim kadar hissettim.

 

Artık bir Kara da Alacahan da değildim.

 

Yakın zamanda annemin kızlık soyadını alacaktım ve bir Aşan olacaktım.

 

Katran karası gözleri bir kuyuyu andırırken artık aydınlıktaydım. O kuyunun dibinde değildim ve artık gözlerinde yansımam yoktu.

 

...

 

Bir sorgu odasındaydım. İlk kez karşımda oturan birisini sorgulamaktan ve alacağım cevaplardan korkuyordum. Parmaklarımın arasında ki kalemi sıkı sıkıya tutarken babam karşımda oturuyordu.

 

"Kusura bakmayın geciktim." Tanıdık bir kadın sesi kulaklarıma ulaştığında bakışlarım Avukat Leyle Yamanı buldu.

 

Sarı saçları sırtına dökülürken, beyaz teni ortadaydı. Üzerinde siyah bir pantolon ve beyaz saten bir gömlek vardı. Koyu kahverengi gözlerinde heyecanı öylesine iğrenç geldi ki gözüme karşıma oturduğunda ellerini masaya yerleştirdi ve gözlerini bana dikti.

 

Leyla Yaman.

 

Zeynebin bitmek bilmeyen kabusu, Sinanın bir türlü vazgeçemediği Leyla. Onu görmeyeli yıllar olmuştu.

 

Yüzümde alay dolu bir gülümseme yerleşti. "Sana yıllar önce de söylemiştim Leyla." Dedim. "Karşımdaysan eğer yenilmeye mahkumsundur." Sükunetle beni dinledi. "Ama bir konu da seni tebrik etmem gerek."

 

Kaşları merakla havalandı. "Hangi konuda?" Diye sordu.

 

"Sinan senden kendi isteğiyle vazgeçmezdi." Dediğimde bana bakakaldı. "Ama sen beni karşına almayı göze alarak çıktıysan eğer bugün karşıma bundan sonra Sinanın kalbinde değil karşısında yer edineceğin gerçeğinide göz önünde bulundurmuşsundur." Vücudu gerilirken boğazını temizledi.

 

"Başlayalım lütfen." Dedi geçiştirerek.

 

"Sana avukatlık yaptırmayacağım biliyorsun değil mi?" Dedim kendimden emin bir sesle. Leyla'nın kahverengi gözlerindeki tedirginliği okudum. Meclise çalışan ve mesleğine iyi olan sayılı avukatlarda ama Karşısında ben varken kazanması imkansızdı. "O barodan adın inecek Leyla."

 

"Bu bir tehdit mi?" Dedi gardını koruyarak.

 

"Hayır," dedim rahatça arkama yaslanarak. "Sana olacakları haber veriyorum sadece." Ellerimi masaya yerleştirirken. "Neyse," dedim. Bakışlarım filimli camın arkasında olduğum gözleri buldu. "Başlayalım, bakalım."

 

Elimin altında ki evraklara göz gezdirirken maskemi kuşandım. "Eşinizi," dedim soğukkanlılıkla. Babam hiçbir tepki vermeden bana bakıyordu. "Çocuklarınızın annesini neden öldürdünüz?"

 

Sessiz kaldı.

 

"Gözünüzü bile kırpmadan altı yıllık eşinizi göğüsünden nasıl vurdunuz? Neden vurdunuz merak ediyorum açıkçası?" Öyle zordu ki karşısında hiçbir şey olmamış gibi davranmak. Boğazına yapışmamak için tırnaklarım avuçlarımı keserken öyle zordu ki bunu yapmak zorunda olmak.

 

Soğukkanlı ve sakin olmalıydım. Bu sadece bir ön izlemeydi.

 

Başsavcı o camın arkasındaydı ve göstereceğim tek bir duygusallık benim aleyhime olurdu.

 

"Sayın savcım," dedi Leyla araya girerek. "Öncelikle müvekkilimi suçladığınız suçla ilgili bir deliliniz, ispatınız var mı? Yoksa gerçekten kulaktan dolma bir dedikoduyu mu konuşuyoruz şu anda?"

 

Öfkem içimi kemirirken, "Elbette." Dedim. "Beni bilirsiniz Avukat hanım. Sizin ve sizin gibi çoğu avukat gibi boş vaatlerde bulunmam. Savunduğum, iddia ettiğim her şeyin bir delili ispatı vardır."

 

"Görebilir miyiz?" Dedi.

 

Arkama yaslanırken, "Bilir kişi raporunda belirttiğimiz gibi dosyaya aldırdığım gizlilik kararı ve delilin yok edilme tehlikesi yüzünden sizde mahkemede görmeniz gereken her şeyi göreceksiniz." Dedim.

 

"Yapmayın Sayın savcım," dedi Leyla. "Dosyayadaki gizlilik kararı yüzünden delilere erişemiyoruz. İhbarı kimin yaptığını da söylemiyorsunuz, o halde müvekkilimin daha fazla burada kalmasına gerekte yok." Oturduğu yerden kalktığında, "Gidelim Atıf Bey." Dedi.

 

Dudaklarım konuşmak için atlanmıştı ki, Sorgu odasının kapısı açıldı ve içeriye başsavcı girdi.

 

"Otur avukat." Dedi sert sesiyle. "Sorgu henüz bitmedi."

 

"Ama sayın başsavcım-"

 

"İz savcı," dedi üzerine basa basa. "Sorgusunu bitirdiğinde bir size gidebilirsiniz dediğinde buradan elini kolunu sallaya sallaya çıkabilirsin. Ama şimdi otur. Hadsizlik etme." Leyla yeniden yerine oturduğunda Başsavcı kapıyı kapattı ve içeriye girdi.

 

"Hiçbir şey söylemeyecek misiniz Atfı Bey?" Üzerine gidersem belki konuşurdu. "İtham edildiğiniz şey size dokunmuyor mu? Halbuki suçsuz olan her insan suçsuz olduğunu kanıtlamak için yalvarır, çabalar ve dil döker." Dedim. "Oysa siz sanki gözlerime bunu gerçekten yapmış ve pişman olmamış gibi bakıyorsunuz."

 

Sessizlik.

 

"Müvekkiliniz sanırım biraz asosyal bir insan," dedim parmaklarımı masaya vurarak belli bir ritim buldum. "Halbuki katıldığı davetlerde, verdiği röportajlarda hakkında çıkan yalan haberlerde car car konuşmasını çok iyi biliyor. Bİze gelince herhalde Sayın Başsavcım herkesin dilinin lal kesilesi geliyor ha? Ne dersiniz?"

 

"Kızımla görüşmek istiyorum." Dediğinde gülümsemem dondu. "Beni yargılamayan, öfkesini, kinini bana hissettirmeyen, babasına aşık kız çocuğuyla. Kızımla." Dedi yutkunarak.

 

Kalbimin kırıklığı gün yüzüne çıktığında kirpiklerim acıyla titreşti. Öne doğru eğilirken gözlerinin içine baktım. "Kızınızla yapacağınız konuşmaya kalbiniz dayanamayabilir." Dedim imayla. "Çünkü hatırladığım kadarıyla kendisi annesini öldürenin babası olduğunu öğrendiğinde kalbi buna dayanamamıştı."

 

Gülümsedi babam. Alayla. "Siz savcılar," dedi başını iki yana sallayarak. "Herkesi suçlamaya ve ön yargıyla yaklaşmaya bayılırsınız. Sanki kendiniz sütten çıkma ak kaşıkmışsınız gibi..."

 

"Biz savcılar," dedim onun gibi. "Adaleti sağlamak için varız. Söz konusu adalet yabancılar için değil sevdiğimiz insanlar içinde geçerlidir ve siz, Atıf Bey karşımda bir suçlu olarak oturduğunuz sürece bunu hiç bir zaman anlamayacaksınız." Oturduğum yerden sandalyemi iterek ayaklandım.

 

"Şimdilik misafirimizsiniz," dedim ayakta dikilirken iki polis memuru içeriye girdi. "Ama yarın çıkacağınız nöbetçi mahkemede bir ömür sizi misafir etmekten onur duyarız." Dedim odadan çıkmadan hemen önce.

 

Odadan çıktığımda koridorun boş olması benim için iyi miydi kötü müydü bilmiyordum. Bir elimle duvardan destek alırken göz yaşlarımı tutamadım. Yaşlar yanaklarımdan süzülürken dudaklarımın arasından kaçan hıçkırığa engel olamadım.

 

Sırtımda bir elin varlığını hissederken başım sağıma döndü ve başsavcının yüzünde şefkat dolu bir gülümsemeyle bana baktığını gördüm. "Her ne kadar anlaşamasakta, sürekli atışıp dursakta İz savcım. Yaşadıklarınız çok ağır ve ben bunu görmezden gelemem." Dediğinde dudaklarım titredi. "Her türlü yardıma açığım ve yanınızdayım. Dilerseniz eğer mahkemede Sinana eşlik ederek ikinci bir savcı olarak yer alabilirim."

 

Yaşlar yanaklarımı ıslatırken kollarımı bana destek olan adama doladım ve çenemi omzuna yerleştirdim. "Teşekkür ederim." Dedim hıçkırıklarımın arasından. Onun elleri sırtımı bulduğunda şefkatle sıvazladı.

 

"Hadi bakalım hadi," dedi geri çekilerek. "Daha çok işimiz var Sayın Savcım. Bu dava burada kapanmaz." Dediğinde içten bir şekilde güldüm.

 

Ellerimle ıslanan yanaklarımı sildim. Omuzlarımı dikleştirdim ve o kırgın kız çocuğunun bakışlarını sildim gözlerimden.

 

"He şöyle," dedi omzumu sıvazlayarak. Dudaklarımı birbirine bastırarak ıslak gözlerle gülümsedim. "Geri dön bakalım artık sahalara." Dediğinde gülümsemem dudaklarımdan taştı.

 

"Ben yukarı çıksam iyi olacak." Dedim yanından ayrılırken beni onayladı. Yukarıya çıkan merdivenlere doğru ilerlediğimde birkaç polis memurunun baş selamını aldım ve merdivenleri çıkmaya başladım.

 

Kasıklarıma saplanan anlık bir acıyla iki büklüm olurken tırabzanlara tutundum. Nefesimi kesen acı hareket etmeme izin vermezken acı dalga dalga yayılarak bedenimi terk etti ve hafif bir sızı bıraktı geriye. Kaşlarım çatılırken derin bir nefes aldım ve doğruldum.

 

Birkaç saniye soluklandıktan sonra merdivenleri çıkmaya devam ettim ve herkesin harıl harıl çalıştığı o alana çıktım. Babamı bekleyen meclis üyelerini ve onu görmezden gelerek yanlarından geçtim. Adımlarımın yönü toplantı odası olurken camdan, Sinanı, Zeynebi ve Devrimi gördüm içeride.

 

"Nasıl geçti?" Dedi Zeynep beni görür görmez.

 

"Bir Savcı ve suçlu arasındaki sorgu nasıl geçebilirse öyle." Dedim bir sandalye çekip otururken. "Bilinmezliklerle dolu. Ne suçunu kabul ediyor ne de inkar ediyor. Utanmadan karşımda rahat rahat oturuyor. Güvendiği şey eğer meclise bu sefer onu hiçbiri kurtaramaz çünkü elimde sağlam bir delilim var." O video, onun için müebbet demekti.

 

"Hiçbir yere sığamıyorum sanki Zeynep." Dedim yerimden ayaklanırken. "Yapayalnız, kimsesiz hissediyorum kendimi. Yıllarca bir yalanın içinde annemin katlilinin kollarında büyümüşüm." Kollarımı iki yana açarak, "İç bomboş sanki. Ağlamaya, bağırıp çağırmaya bile halim kalmadı. Bittim, tükendim ve nefes alamıyorum." Dedim ellerimi birbirine vurarak.

 

"Yok! Yok olmuyor, yapamıyorum!" Diye isyan ettim. "Ya ben az önce aşağıda yıllardır baba dediğim, yanına sığındığım, güvendiğim, inandığım o insanı annemi öldürmekle suçladım." Sinan ve Zeynep ne yapacağını bilmez gibi bana bakarken Devrimin adımlarının hedefi bendim. "Neden? Diye sordum. Neden, ya neden?! Niye?! Bir baba bu kötülüğü neden yapar?!" Devrim, beni kolumdan tutup kendinde çekerken kolları bedenimi sardı ama benim ona sarılmaya mecalim bile yoktu.

 

Başım omzuna düşerken için için ağladım kollarının arasında. "Onun savunulacak hiçbir yanı yokken, abimin beni karşısına almasını kaldıramıyorum." Dedim. "Ya o bizim annemiz. Ben kabul edemiyorum! Kabullenemiyorum! Aşamıyorum! O nasıl kabul ediyor?! Nasıl yıllarca susabilmiş anlamıyorum?! Nasıl yıllarca o adama baba diyebilmiş, sevebilmiş, saygı duymuş anlamıyorum?! Anlamayacağımda çünkü kimse beni anlamak için çabalamadı benden onlar için çabalamayacağım artık!"

 

"Geçecek," dedi saçlarımı okşarken. "Biz varız. Ben varım. Seni seven yanında olan insanlar var. Biz hepimiz beraber saracağız senin yaralarını. Düştüğün yerden kalkmana bu sefer biz yardım edeceğiz İz. O enkazdan sağ çıkacaksın sen, biliyorum."

 

Çıkamayacaktım.

 

O enkazdan sağ çıkamazdım çünkü bu acıyla baş edemiyordum. Bu acıya dayanamıyordum.

 

...

 

Sinan gecesini gündüzüne katıyor, Başsavcıyla birlikte dünkü sorgudan beri benim için uğraşıyorlardı. Zeynep, Leyla'yı tanıdığı ve daha önce çok kez karşı karşıya geldiği ve hamlelerini bilip her daim galip geldiği kadını savuşturmaları için ise Sinan ve Başsavcıya yardımcı olurken toplantı odasında oturmuş çıtımı bile çıkarmadan gözlerim boşluğa dalmış bir şekilde oturuyordum.

 

Önüme bırakılan, üzerinde dumanı tüten bardakla kafamı geriye attım ve Devrimin kahveleriyle karşı karşıya geldiğimde yorgun bir tebessüm belirdi dudaklarımda.

 

"Günlerdir doğru düzgün beslenmiyorsun. Sıcak bir ıhlamur iyi gelir." Dedi yanıma otururken.

 

"Sağol." Demekle yetindim sadece. Sıcak kupayı avuçlarımın arasına alırken dikkatli bir yudum aldım sıcak olduğu için.

 

Toplantı odasının kapısı tıklatıldığında, cam olan kapıda Leyla'yı fark ettim ve gözlerim anında Zeynebi bulurken buz kestiğini fark ettim. Önündeki evraklarla ilgilenirken içeriye giren Leyla'yı umursamadı.

 

"Sinan Savcım," dedi Leyla ama Sinan onun olduğu tarafa bakmadı bile. Gözleri sadece Zeynebin üzerindeydi. "Müvekkilime ailesiyle neden görüş yasağı getirdiğinizi sorabilir miyim?"

 

"Öyle gerekti." Dedi Sinan düz bir sesle. Kahveleri Zeynebin üzerinden çekildi ve Leyayı buldu ama gözleri sanki artık ona kapı duvardı. Babamın avukatı olarak hayatının hatasını yapmıştı.

 

"Bilir kişi raporunda bunu belirtmemiştiniz, saatler önce böyl-"

 

"Avukat," dedi Sinan sözünü keserek. "Dosyaya aldırdığım gizlilik kararı, ayriyeten olası bir durumda, ailesinden yardım alabileceğini göz önünde bulundurarak müvekkiliniz hakkında böyle bir karara vardım." Leyla'nın gözlerine yerleşen öfkeyi gördüm. "Hesap sormaksa kimsenin haddine değil."

 

Leyla susmak zorunda kaldığında, "Nasıl arzu ederseniz." Dedi ve kapıyı arkasından çarpıp çıkarken adımları nezarethaneye giden yolu buldu.

 

"Tercih ettiğin kadınla bir türlü kabul etmediğin kadın arasındaki en büyük fark bu işte." Dedi Devrim imayla. "Biri yanında durmayı göze alırken diğeri karşında durmayı ve adaleti yanıltmayı göze alıyor."

 

Zeynebin gülümsediğini gördüm. "Neyseki artık yanında olmam hiçbir şeyi ifade etmiyor." Dedi. "Boşandıktan sonra, birbirini çok iyi tanıyan iki yabancıdan başka bir şey olmayacağız. Belki duruşmalarda karşı karşıya geliriz ama tabii ki hedefim adaleti yanıltmak değil adaletten yana olmak olacaktır." Dedi imayla.

 

Sinan belki pişmandı ama artık bir faydası yoktu.

 

"Özel hayatınızla ilgili sorunlarınızı evinizde konuşursunuz." Dedi Başsavcı. "Şimdi, işinize dönün. Vakit az, istediğimiz kararın çıkmasını istiyorsanız çenenizi mahkememe salonunda, elinizi de burada çalıştırın." Hepimiz sus pus olurken dudaklarımı birbirine bastırdım ve ıhlamurumdan bir yudum daha alırken, Sinan öfkeyle soluk alıp vermekle yetindi.

 

"Siz devam edin." dedim gülmemeye çalışarak. Sinirim bozulmuştu.

 

"Tabi sayın savcım," dedi Başsavcı imayla. "Ihlamur yeterli gelmemiştir biz size bir kahve söyleyelim." Dediğinde boğazımı temizleyerek yayıldığım sandalyede dik oturdum.

 

"Kusura bakmayın." Derken diğerlerinin bıyık altından gülümsediğini gördüm.

 

Onlar kendi aralarında bir münakaşaya girdiklerinde belki de günler sonra ilk kez içten bir şekilde gülümsedim. Güle oynaya sohbet ettim hepsiyle hatta başsavcıyla bile. Rütbeyi, makamı bir kenara bıraktık hepimiz. Üzerimizdeki hayali cübbeleri çıkardık.

 

Sorunları bir köşeye bırakarak kısa süreliğine de olsa beraber sohbet ettik ve uzun zaman sonra bu bana öylesine iyi geldi ki kelimeler bile kifayetsiz kalırdı anlatmaya içimdeki huzuru.

 

Bir yanım eksik olsada...

 

"Çıkıyor musun?" Evrakları yerleştirmek için boğuştuğum çantadan kaldırdım kafamı ve kapıda dikilen Devrime çevirdim bakışlarımı.

 

"Evet," dedim fermuarlı çekerken.

 

"Çiftliğe mi yine?" Diye sordu.

 

"Hı hı," telefonumu da aldıktan sonra eksik bir şey olup olmadığını kontrol ettim. Çantamı da koluma astıktan sonra adımlarımı kapıya doğru attım ve birlikte çıkışa doğru ilerledik. "Sen ne yapacaksın? Eve gitmeyecek misin?"

 

Karakoldan çıktığımızda karşı karşıya durduk.

 

"Bir evim yok," dedi buruk bir tebessümle. "En azından üç senedir çatısı olmayan bir evde yaşıyorum."

 

"Devrim," dedim bıkkınlıkla. "Yapma artık. Lütfen, beni daha fazla zorda bırakma. Böyle çok iyiyiz. En azından karşılaştığımızda yüz yüze bakacak halde kalalım." Başımı omzuma doğru eğerken, "Olur mu?" Dedim.

 

"Peki," dedim yarımca. "Öyle olsun." Dediğinde gülümsedim ve ona doğru bir adım atıp sarıldım.

 

"Zor zamanlarımda bana sırtını dönmediğin için, yanımda olduğun için teşekkür ederim." Dedim minnetle. "İyiki varsın." Elleri sırtıma dokunmuştu ki kulaklarımın uğuldamasına sebep olan bir silah sesi duydum ve Devrimin bedeni öne doğru sarsıldığında geriye doğru adım atmak zorunda kaldım.

 

Bağırış ve çığlık sesleri duydum ama zaman algımı yitirmiş gibiydim. Silah seslileri attı ve karakolun camlarının alaşağı olduğunu hissederken Devrimin, bedeni üzerime devrildi.

 

Sırtına olan ellerime bulaşan ıslaklığı hissettiğimde, başı omzuma düştü.

 

"Ali." Diye fısıldadım çaresizce ama cevap vermedi. "Ali." Dedim bir kez daha ama bu sefer bedeni titremeye başladığında hiç olmadığı kadar üşüyordu.

 

BÖLÜM SONU.

 

NELER DÜŞÜNÜYORSUNUZ BAKALIM?

 

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.

 

SİZİ SEVİYORUM CANLARIM💚

Loading...
0%