Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25.Bölüm

@umay_6

 

Keyifli okumalar dilerim canlarım.

 

 

    

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

⚜️

 

Hayat, yüzünde açan bir tebessümü soldurmak için an kollardı. Bir gülüş bin felakete sebep olurdu. Azıcık bir mutluluğu çok görürdü bize. Elinde paslı bir bıçakla sabırla bekler dururdu seni vurmak için. Kendini en özgür, mutlu ve işte şimdi her şey yolunda dediğin o anda o bıçağın acısını sırtında hissederdin ama delip geçtiği yer kalbin olurdu.

 

Başta zor gelir. Alışamazsın, bu acıya. Neden? Diye sorar durursun kendine. Neden şimdi? Neden bugün? Bir sürü sayabileceğim nice soru daha beraberinde gelirdi acıyla birlikte.

 

Geriye kalansa, yıkık dökük sadece enkazdan ibaret olan bir yaralı kadın kalırdı. Sabırla beklerdi o kadın. Birisi düştüğüm yerden tutup kaldırsın beni diye. Bu sefer yanlış olmadığımı ve hayat her hançerini kalbime sapladığında o yarayo saran birisi olsun isterdi yanında.

 

Yarası yarasına denk olmasa bile şefkati, merhameti isterdi.

 

Ne o yarayı saran ne de düştüğü yerden kalkmasına yardımcı olabilecek bir el uzanırdı.

 

Tek başına o enkazdan çıkmak zorunda kalırdın. Her şeye rağmen gülümsemeye, acıyla bağışıklık kurmaya ve alışmaya çalışırdın.

 

Zamanla öyle bir hal alırdı ki bu, mutlu olmaya, gülümsemeye korkak, çekinir hale gelirdin. Acaba? Derdin içten içe.

 

Acaba bu sefer bir gülüşe, mutluluğa kaç ömür öğüteceğim? Daha kaç acıyı bir gülüşe sığdıracağım ve daha kaç mutluluk için, gelip geçici anlar için gülümsemeye korka hale geleceğim?

 

Acaba bu sefer beni vuracak olan o paslı hançer bir kez daha kalbimin orta yerine, en derinine saplandığında kan ağlayan içim gözlerimden dolup taşacaktı?

 

Daha kaç acı benden, yaşamımdan bir parça daha alacaktı?

 

Ölüyordum.

 

Kendi içimde yavaş yavaş beni tüketen bir hastalık vardı sanki. Kanser gibi. Her geçen gün vücuduma yayılıyor geçen günler solmama ve güçsüz düşmeme sebep oluyordu. Her seferinde yere çakıldığımda ayağa kalacak gücü bulamıyordum kendimde.

 

Ölmek istiyordum ama bu acı, bu beni tüketen hastalık öldürmüyordu da.

 

Belki de kangren olan yeri söküp atmak gerekirdi içimden ha?

 

Başta zor gelir elbet.

 

Başta her şey zordur.

 

Ama her zorluğun sonunda bir kolaylık vardır.

 

İzle.

 

Kırık kanatlarımı nasıl titreye titreye sardığımı ve bu hastalığın beni nasıl tükettiğini izle.

 

Annesini babasının öldürdüğü, abisinin ve hayatındaki herkesin bunu bildiği ama yıllarca sakladığı o kadınım ben.

 

Yıllarca kendisini annesinin katili diye suçlanan, bir yalana kurban giden ve senelerce kandırılan o kadınım.

 

Annesinin mezarına gitmeye yüzü bile olmayan o kadınım ben.

 

Bir bebeğe annelik yapamayacağını canı gönülden hisseden o kadınım ben.

 

Çünkü annesiz büyüyen her kız çocuğu, elbet korkar annesizliğiyle sınayacağını bildiği bir çocuğu dünyaya getirmeye.

 

Şimdi ben hiç olmadığım kadar çok korkuyordum ama yanımda yine kimse yoktu.

 

Avuçlarımdaki kurumuş kan, tırnaklarımın arasına sızmıştı. Gözlerimi bir an olsun avuçlarımdan çekmezken omuzlarım ilk kez düşük ve başım öne eğikti.

 

Hastaneye nasıl gelmiştim bilmiyordum. Hatırladığım tek şey kurşunların arasında yere çökmüşken üzerime kapanan ve beni korumak için siper olan birkaç polis memuruydu.

 

Devrimin yarasına ağlaya ağlaya zorlukla bastırdığımı hatırlıyorum. Ağzımdan tek kelime çıkmıyordu. Yarasına bastırıp ağlarken polis memurlarının yara alıp almadığımı sorduklarını hatırlıyorum.

 

Ambulans gelene kadar o soğuk zeminde otururken, Ali'nin başını dizlerime yaslamıştım. Her daim ayakta dimdik duran bedeni üzerime yıkılırken sırt üstü bir şekilde dizlerimde uzanıyordu ve ondan duyduğum tek şey acı dolu inlemeleri ve soluklarıydı.

 

"Hanımefendi lütfen izin verin?" Dedi ambulanstan inen ve elinde sağlık çantasını tutan genç bir kadın. "Yarası enfeksiyon kapmadan hastaneye yetiştirmemiz gerek. İzin verin arkadaşlar sedyeye taşısınlar." Sözleri kulaklarımda uğuldarken zorlukla başımı salladığımı ve dikkatlice geri çekildiğimi hatırlıyorum.

 

İki erkek sağlık görevlisi sedyeyle yanıma gelirken dikkatlice Aliyi sedyeye yerleştiler ama kilitlenmiş gibi ona bakarken acıyla buruşan yüzünü seçebilmiştim. "Y-yavaş," dedim titreyen sesimle aceleyle. "B-biraz ya-yavaş." Dedim tir tir titrerken kana bulanan ellerim zangır zangır titriyordu.

 

"İç kanama riski olabilir, gidene kadar yolda gerekli müdahaleyi yapalım ama Eşref hocaya haber verin. Ameliyathane hazır olsun." Dedi kadın sağlık görevlisi.

 

"Bende geleceğim." Dedim oturduğum buz gibi zeminden hızla ayaklanırken dönen başım yüzünden sendelendim ve kadının elleri nazikçe beni tuttu. "O-onun yanında olmam gerek." Dedim arkasından sarsak bir adım atarken. "O bana destek oldu. O yanımdaydı hep, benimde onun yanında olmam gerek."

 

Sağlık görevlisi beni dikkatlice yürütürken, "Siz iyi misiniz?" Diye sordu. Ambulansa doğru yaklaştığımızda kasıklarımdaki sızı dehşet bir hal aldı. "Yüzünüz bembeyaz olmuş, bir tansiyonunuza baksaydık en azından."

 

Ambulanstan içeriye binerken turuncu koltuğa oturdum ve sırt üstü yatırılan adama müdahale eden ambulans doktorlarından çekmedim gözlerimi.

 

Kadın olan sağlık görevlisi de benim arkamdan binerken, kapıyı sertçe kapattı ve gözlerinin üzerimde takılı kaldığını fark ettim.

 

"İyi olacak değil mi?" Diye sordum ağlamaklı sesimle. "Lütfen, iyileştirin onu. Annesine ne derim ben hem? Annesinin ondan başka kimsesi yok ki. Bir evladı var sadece. Kimsesi yok başka. Kimsesi yok." Dedim transa geçmiş gibi.

 

"Hanımefendi." Dedi. "Hamile miydiniz?! Kanamanız var. Söyleseydiniz sizi diğer ambulansa alırdık sizi!" Dedi telaşla.

 

Sedyenin dışında sarkan elini tuttum sıkıca. Buz gibiydi. Az önce sarıldığım sıcacık bedeni şimdi buz tutmuştu. "Ölme sakın," dedim burnumu çekerken çocuk gibi. "Ölme tamam mı? Sende gitme." Kasıklarımdaki sızı kalbimdeki sızıyla eş değerdi. Sanki birisi avuçlarının arasında beni lime lime ediyordu. Üzerime basıyor canımın acısını umursamadan acılarımın üzerinden tek tek geçiyordu.

 

"Atlatır o bunu da," dedim yutkunmaya çalışmak ama çok zordu. Bacaklarımın arasından süzülen sıcaklığı hissettim. "Asker o. Asker adam kolay kolay yıkılmaz ki hem." Kadın karşımda dikildi ve bir şeyler söylemeye başladı ama onu ne görüyor ne de duyuyordum. "Değil mi?" Dedim umutla.

 

 

Vurulmuştu.

 

Sırtından vurulmuştu ve şimdi ameliyattaydı. Kaç saat olmuştu bilmiyorum ama çok olmuştu.

 

Çok olmuştu ve hala bir haber yoktu.

 

Kötü bir şey mi vardı ki? Niye çıkmamıştı hala?

 

Ameliyatenin önündeki koltukta otururken başımı Zeynebin omzuna yaslamış boş gözlerle ameliyathanenin kapısını izliyordum ama ne gelen vardı ne giden.

 

"İz?" Dedi Zeynep. "Sen iyi misin? Ne dedi doktor?" Diye sordu.

 

"Bir şey demedi." Dedim kuru bir sesle. "Ufak bir kanamaymış sadece." Yalan.

 

Zeynep iç geçirirken sessiz kalmakla yetindi. Ne söyleyecekti ki zaten? Ne söylenirdi ki?

 

Ameliyatenin kapısı açıldığında yerimden fırladım. Bu hareketim kasıklarıma bıçak gibi bir acının saplanmasına sebep olurken bir süre duraksamak zorunda kaldım.

 

"Nasıl geçti ameliyat?" Dedi Sinan umutla doktora bakarak. Ellerim kasıklarımın biraz üzerine baskı yaparken acıyı geçirmeye çalıştım. Kulağım onlardayken acının geçmesini bekledim. "Yaşıyor değil mi?"

 

Soluğum kesildiğinde gelecek olanı korkuyla bekledim.

 

"Şimdilik durumu gayet iyi. İç kanama riski olduğu için kendisini yirmi dört saat yoğun bakımda tutacağız. Ameliyat ne kadar iyi geçerse geçsin hastamız hayati tehlikeyi henüz atlatmış değil." Dediğinde rahat bir nefes aldım.

 

"Şükür," dedi Sinan mutlulukla Zeyneb'e sarılırken. "Buna da şükür."

 

"İyiymiş işte," dedi Zeynep. "Yaşıyormuş bak, demiştim ben sana ama. Devrim güçlüdür, öyle kolay kolay pes etmez." Dediğinde gülümsedim.

 

"Şu an için tek temennimiz kurşunun omur iliğine isabet etmiş olmaması," diyerek devam etti. "Üç santim daha yukarıya gelseydi eğer yüzde yüz ihtimalle bir daha ayağa kalkamaz, sakat kalır ve askerliği yanardı." Dediğinde duvara tutunarak dikkatlice yeniden sandalyeye oturdum.

 

"Neyseki verilmiş sadakanız varmış." dedi doktor. "Birazdan kendisini yoğum balıma alacağız. Önümüzdeki yirmi dört saat için ise görüş izni veremiyorum maalesef."

 

Kalbimde ki korku dalga dalga yayılarak yerini yitirdiğinde mutlulukla gülümsedim.

 

Yaşıyordu.

 

"Tekrardan geçmiş olsun." Dedi ve gitti.

 

"İz?" Dedi Sinan yanımda bittiğinde. "Niye ağlıyorsun? İyimiş işte."

 

O söyleyene kadar ağladığımın farkında bile değildim. Sessiz kalırken, Sinan kolunu omzundan sararak beni göğüsüne çekti ve hıçkırıklarım dudaklarımdan firar ettiğinde göğüsünde uzun bir süre ağladım.

 

İkisi de sessizliğiyle bana destek olurken varlıklarını hissetmek içime bir nebze su serpti.

 

Ameliyatenin önünden birlikte ayrılırken yoğun bakım ünitesinin olduğu kata gelmiştik bu seferde. Avuçlarımın arasında sıcak bir çay varken hala dumanı tütüyordu.

 

Sinan yanımdaki koltukta uyuya kalmıştı. Zeynep, Uraz için eve gitmek zorunda kalmıştı ama geri döneceğini biliyordum.

 

Sabah olmak üzereydi ve saatlerdir buradaydık. Ağlamaktan sızlayan kirpiklerimi kırpmak bile gözlerimin sızlamasına sebep olurken bir türlü uyuyamamıştım.

 

Bugün babamın duruşması vardı. Duruşma nöbetçi mahkemeyle hafta sonu olduğundan ötürü akşam yapılacaktı ve ben o mahkemeye gidebilecek miydim onu bilmiyordum ama bildiğim şey Sinanın gitmek zorunda olduğuydu.

 

Tek istediğim Alinin şu yirmi dört saati sorunsuz atlatmasıydı.

 

Yaşmaya vaktim kalacak mıydı bilmiyordum ama ne yapacağımı çok iyi biliyordum.

 

...

 

"Henüz kimin yaptığını bulamadık." Sinanla hastanenin kafeteryasında oturuyorduk. Ellerimdeki kurmuş kandan kurtulsamda sanki her baktığımda o kan hiç gitmemiş gibi yerinde duruyordu ve bu ürpermeme sebep oluyordu.

 

"Ama tahmin etmekte zor değil İz." Dediğinde konuşmamakta ısrar ediyordum. "Babanı tutukladığın günün akşamı Devrimin vurulması karakola suikast düzenlenmesi..."

 

"Dikkat dağıtmak için." Dedim buz gibi bir sesle. "Bu işin altında meclisin olduğunu tahmin etmek zor değil evet ama amaçları dikkat dağıtmaktı. Hepimizin dikkatini dağıtacak ve karakoldan uzaklaşmamızı sağlamak için yaptılar çünkü avukatı dışında kimseyle görüşme izni yoktu babamın. Kim yaptı, emri kim verdi henüz bilmiyorum ama bildiğim tek şey benim o mahkemeye gelmemi engellemek ve senin dosyanın üzerindeki dikkatini dağıtmaktı. Böylece mahkemede Leyla dalgınlığından yararlanacaktı. Tamam elimizde bir video var her ne kadar montaj olmasada Leyla bunu idda ederek hakimin kafasını karıştırabilir. Devrimin yaralanması ise hepsinin işine gelir çünkü hastaneden ayrılmayacağımı ve o mahkemeye gelmeyeceğimi biliyorlardı. Benim tanık olarak hele ki babasını polise şikayet etmiş ve aleyhine tanıklık yapmak için dosyaya adımı yazdırmış olmam ve mahkemeye gelmemem demek onlar için avantaj olacaktı çünkü benim tanıklıktan çekilmem demek babamın aklanması demek."

 

"Ne yapacaksın o zaman?" Diye sordu. "İz bu halde mahkemeye gelemezsin." Dedi sıkıntıyla. Halim ne kadar kötüydü bilmiyorum. Aynaya bakmamıştım. "Saatler önce bir kanama geçirdin. Devrime ne olacağı belli değil."

 

"Durumum o kadar ciddi değil." Dedim düz bir sesle.

 

"Seni muayene eden doktorunla konuştum." Dedi bir anda. Bakışlarımı diktiğim gri renkteki masadan çekmedim. Karton bardağı tırnaklarımla çizmeye başladım. "Az kalsın düşük yapıyordun. Bebeğin hayata tutunması için, senin sağlıklı bir şekilde hamileliğini atlatman için acilen hastaneye yatman gerekiyor. Gözetim altında olduğun sürece her şey daha kolay ve dikkatli bir şekilde ilerleyecektir. Düşük tehliken henüz geçmiş değil. Yatıp dinlenmen gereken yerde ortalıkta koşuşturup duruyorsun! Kalbinin bebeğe bir zararı olmasada sana var İz. Hamile halinle kalp ameliyatı da olamazsın. Olursan eğer bu sefer bebeğin ameliyat sırasında hayatta kalma ihtimali çok düşük çünkü geçireceğin operasyondan sandığından daha riskli. Günden güne çöküyorsun ve sana ulaşmamıza bile izin vermiyorsun." Diyerek bana kızdı. "Ya karnındaki bir can!" Dedi sitemle. "Sana tutunan, şefkatine ihtiyaç duyan, seni hissetmek isteyen bir can! Kendini düşünmüyorsan bari onu düşün! Hiçbir şey yiyip içmiyorsun, bu bebeğin gelişmemesine sebep oluyor. Artık durumunun ciddiyetine var!" Öfkeyle bana baktığını hissederken ben ona bakamadım. Avuçlarım arasındaki karton bardaktaki sıcaklık avuç içlerimi yaktı. "Ne istiyorsun kızım sen?!" Dedi hesap sorarcasına. Gözlerim ilk kez bana kızgın bakan kahvelerini buldu. "Derdin kendini öldürmek mi?! Eğer öyleyse bu gidişle başarılı olacaksın!"

 

Buruk bir şekilde gülümsedim. "Fiziksel olarakta psikolojik olarakta kendimi hiçbir şeye hazır hissetmiyorum." Dedim bomboş bir sesle. "Sadece yapmam gerekeni yapmak. Her şeyi bitirmek ve gitmek istiyorum." Kahvelerindeki endişenin arasına merhameti eklendi. "Buradan, her şeyden çok uzaklara."

 

"Az kaldı," karton bardağın üzerindeki avucumu sardı sıcak elleri ve sıkı sıkı tuttu. "Az kaldı abim. Çok az kaldı, az daha sabır. Az daha gayret et."

 

Varlığından güç alırcasına parmaklarını sıkı sıkıya tutarken başımı salladım dolu gözlerle.

 

"Ondan sonra nereye istersen ben götüreceğim seni söz." Dedi. "Kimsenin sana ulaşmasına izin vermeyeceğim." Gülümsediğimde o da gülümsedi. "Söz bak," dedi gülerek. "Sana abi sözü." Dolan gözlerimden akan bir damla yaş kirpiklerimin dibinden firar etti ve dudaklarımı birbirine bastırarak ağlamamak için zorlukla gülümsedim.

 

Boğazımda kendinde yer edinen koca yumru içimin ezilmesine sebep oldu. Ağlayamadım.

 

"Hadi kalkalım artık." Dediğinde birlikte ayaklandık. Masanın etrafında dolaşıp geldiğinde koluma girdi. Dikkatli adımlarla asansöre doğru yürürken yürüdükçe kasıklarımda belli belirsiz bir sızı meydana geliyordu ama bunu Sinana belli etmedim.

 

Beraber asansöre bindiğimizde, Alinin olduğu üçüncü kata bastı ve asansör saniyeler sonra hareket etti.

 

İkimizde sessizken bu sessizlik içimin sıkışmasına sebep oluyordu.

 

Asansörün kapıları iki yana kayarak açıldığında uzun bir koridora çıktık. Burada tek tük insanlar vardı. Acil kadar kalabalık değildi ama buraya ilk geldiğim zaman oğlunu kaybeden bir annenin feryadı yüreğimi sızlatmıştı.

 

Koridoru benim yüzümden yavaş ve ağır adımlarla ilerlerken, ileriden sola döndük ve yoğum bakım ünitesinin olduğu kısıma girdiğimizde Devrimin içinde olduğu iki numaralı yoğun bakım ünitesinden çıkan doktorları fark ettiğimde adımlarım hızlandı. Kasıklarımdaki acıya rağmen koştur koştur yanılarına giderken, "Ne oldu?" Diye sordum. Doktorun yüzündeki can sıkıcı ifade kalbimin korkuyla göğüs kafesimi parçalayacakmışçasına atmasına sebep oluyordu.

 

"Uyandı mı?" Diye sordum umutla. "Bir gelişme var mı? Durumu nas-"

 

"Maalesef," dedi doktor sözümü keserek ve bu kelimesi kulaklarımın çınlamasına sebep oldu. "Devrim Ali bey aniden nükseden iç kanaması yüzünden şu anda komada." Dediğinde gerisini dinlemedim.

 

Kulaklarım uğuldarken tutunacak bir yer aradım ama ellerim boşluğa savrulduğunda asistan doktorlardan birisi duvara yaslı sandalyeye oturmama yardımcı oldu.

 

"İyi misiniz?" Diye sordu. Cevap vermedim.

 

Boğulduğumu hissediyordum. Hayali bir urganın ucunda sallandığımı ve ayaklarımın altındaki tabureyi itenin ve bütün bunlara sebep olanın babam olduğunu hissediyordum.

 

Devrim benim yüzümden bu haldeydi.

 

Benim yüzümden komadaydı.

 

Benim yüzümden ölüm döşeğindeydi.

 

Bağıra çağıra ağlamak istedim. İçim ateş gibi yanarken bu acı beni kavururken ağlamak istedim. Öfkemi, nefretimi, kinimi kusmak istedim ama içim ateş gibi yanarken buz tuttum sanki.

 

Dilim lal kesildi. Çığlıklarım soluğuma tıkandı.

 

İçimdeki keder, yorgun düşmeme sebep oldu. Cansız bir bebek gibi oradan oraya sallanıyor transa geçmiş gibi titriyordum. Toparlanmam gerekiyordu ama üst üste gelen bu kadar olaydan sonra nasıl toparlanacığımı da bilmiyordum.

 

Her ne kadar Ali'yle geçmişte bir ilişkim olmuş olsada o aynı zamanda beni en yakınımdı. Dostumdu, acımı paylaşandı, sevincimi benimle yaşayandı ve ne olursa olsun bana kırgın kalamayandı.

 

Kendimi anlayamadığım, acıyla başa çıkamadığım o günlerdeydim. Çıkmazdaydım. Ali yoktu, babam yoktu, abim yoktu, Keskin yoktu, Annem... o zaten hiç olmamıştı.

 

Peki ben ne yapacaktım şimdi?

 

Ben kimse sığınacaktım bu sefer?

 

Sinanında desteğe ihtiyacı vardı. İçeri de yatan kardeşim dediği insandı ve bencillik edip ondan beni teselli etmesini bekleyemezdim.

 

Kimsesizlik öyle zordu ki... Etrafına baktığında kimseyi görememek, yapayalnız bir kuyunun dibinde yardım beklemek ama içten içe kimsenin gelmeyeceğini bilmek gibiydi.

 

Daha fazla tutmadım kendimi. Sıktığım bedenimi serbest bıraktım. Dizlerimin üzerine sertçe çalışırken saçlarım yüzüme döküldü ve hıçkırıklarım boğazımdan yükseldi.

 

Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlıyordum. Acı ilmek ilmek içime işliyordu. "Ben ne diyeceğim Seval teyzeye?" Dedim hıçkırıklarımın arasından. "Sinan ben nasıl söylerim o kadına oğlun komada diye?"

 

Her şey birkaç saniye içinde gerçekleşti. Birkaç saniye içinde ruhumdaki kız çocuğunun çığlıkları hastane koridorlarında yankılandı. O kız çocuğunun boğazı yırtılırcasına attığı çığlıklar bütün hastaneyi inletti. Yirmi altı yıldır benimleydi. Yirmi altı yıldır içimde cayır yanıyordu ve kimse onu görmüyordu.

 

Kan dolan kalbim kaburgalarımı sıkıştırdı. Un ufak olmama ezildikçe ezilmeme sebep oldu. Ruhumun açık yaralarının deşildiğini, o yaralarım sızım sızım sızladığını hissettim.

 

Doktorun kurduğu kelimeler üzerime doğrultulmuş bir ok gibiydi. Alev alev yanan o okun ucu kalbimin orta yerine saplı haldeydi. Canımın acısı ruhumun acısına karışıyor kendi içimde defalarca kez çocuk gibi hıçkırmama sebep oluyordu.

 

Cayır cayır yanan ruhumun külleri kalbimin üzerini örttü. O kül alev aldı. Kalbimin içindeki yangın bir ölü kadar cansız olan o buz gibi külün bile yeniden alev almasına ve ruhumun acılar içinde çığlık çığılığa bağırmasına sebep oldu.

 

Dışarının zemheri soğuğu biraz olsun içime işlesin yangın yeri olan kalbimi üşütsün istedim. Kuyunun dibindeki kız çocuğunun diz kapaklarına batan ucu sivri taşların üzerine sinen kurumuş kanı göğüs kafesinden atan kanlar kapladı.

 

Kor kızıl kan bir kız çocuğunun ruhuna, benimse kalbime mürekkep gibi yayıldı. Ruhuma sarılı sarmaşığın zehiri beni yavaş yavaş, ilmek ilmek işleyerek öldürüyor, bedenimi tüketen bu acı yaşamama izin vermiyordu.

 

"Yalvarıyorum!" Diye çığlık attım canhıraş beni tutan sağlık görevlerine. Çığlıklarım bütün hastaneyi inletiyordu. "Yalvarıyorum, uyandırın! Annesine ne derim ben?! Annesine nasıl söylerim?! Nasıl derim oğlun ölmedi ama yaşamıyorda diye!" Hıçkırdım. Yaşlar önümü görmemi zorlaştırırken kaburgalarım paramparça oldu. Parmak uçlarımdan başlayarak sol yanımdan ilerleyen tehlikeli sızı kalbime sıçradı.

 

Sırtımı duvara yasladıklarında birkaç el omuzlarıma baskı uyguladı. Tekmelerim birilerine çarptı ama kim olduğunu seçemedim. Attığım her çığlık hastanenin altını üstüne getirirken, acıma şahit olan insanların dehşet dolu gözlerle beni izlediklerini gördüm.

 

Kalbimdeki acı dayanılmaz bir hal aldı. Çığlıklarımın kesilmesine sebep olan acı içime doldurduğum havayı vermeme bile izin vermedi. Bir doktorun canlı canlı hastasının kalbini neşteriyle kesmesi ve paramparça etmesi gibi derin, bir acı kalbimde nüksetti. Bedenim uyuşurken gözlerim geriye doğru kaydı.

 

Kalbim ölü bir cesetten ibaretken, ruhumdaki kız çocuğu bacaklarımın arasındaki kandan sızarak intahar etti.

 

Yaşmak ne demekti, hiç tatmamıştım.

 

Ama ölümün keskin soğuğunu, Azrail'in nefesini ensemde hissediyordum.

 

...

 

"Bebeğin beşiği çamdan." Annemin naif sesiyle içinde bulunduğum karanlık ormanda etrafımda döndüm. Yeşil harelerim telaşla sesin sahibini aradı. "Yuvarlandı düştü damdan."

 

"Anne!" Diye çığlık attım boşluğa doğru. "Anne neredesin?!" Diye bağırdım avaz avaz. Sesimi duyarsa beni bulurdu. Anneler kızlarını bulurdu. Benim annem beni tanır mıydı bilmiyorum ama hissederdi değil mi? Kızını, hissederdi değil mi?

 

"Bey babası gelir Şam'dan."

 

"Anne korkuyorum." Dedim titreyen sesimle. Karanlık gittikçe koyulaştı. Baktığımda ellerimi bile göremedim. Saçlarım karanlıkla bütünleşti. "Anne ne olur." Koştum. Nereye olduğunu bilmeden ciğerlerim parçalanırcasına çıplak ayaklarıma batan taşlara, cam kırıklarına inat ayak tabanlarımı kazıyıp sökmek ister gibi delice koştum ormanın derinliklerine doğru.

 

Ayağımın takıldığı bir taşla birlikte dizlerimin üzerine düşerken çimlerin arasındaki cam kırıkları avuçlarıma, diz kapaklarıma battı. Bacaklarımı kesti, koşamayayım annemi bulamayayım diye. Her yerim kan içinde kaldı. Acı üzerime atılan balık ağı gibi beni yakaladı.

 

"Dayan ey dizlerim dayan." Dedi düştüğümü bilir gibi.

 

"Bacaklarımı kesip atsam, ayak tabanlarımı yaksam, dudaklarımı diksem, ruhumu sakat bıraksam annemi verir misin bana geri?" Diye fısıldadım karanlığa doğru.

 

"Yaktı, yıktı, kül eyledi." Boşluğun içinde yankılanan ninninin sesi kafamın içinde yankılandı.

 

Tüm o karanlığın içinde aykırı bir çiçek gibi yüzündeki eşsiz gülümsemesiyle gülen gözleriyle üzerinde bembeyaz elbisesiyle annem belirdi karşımda.

 

Teni, bir ölününkinden daha solgundu.

 

"Ruhum bile bu kadar silik değilken, sen niye zihnimde böylesine silik kaldın ki anne?" Diye fısıldadım. Ayağa kalkmak ve ona sarılmak istedim. Dokunmak, parmak uçlarına kadar öpmek, kokusunu doya doya solumak istedim ama biliyordum.

 

Annem şimdi benim yanımda olsa bile benim yirmi altı yıllık hasretim yine dinmezdi.

 

"Anne." Dedim avuçlarımı çimlere yaslayarak ve bu cam kırıklarının etime gömülmesine sebep olurken titreyen ve paramparça olmuş ayak tabanlarıma inat ayağa kalktım zorlukla. Sırtım bütün yaşanmışlıkları bir heybeye yüklemiş ve omuzlarıma asmışım gibi kambur duruyordu.

 

O heybenin kollukları omuzlarımı kesti. Akan kan zift gibiydi.

 

"Anne." Dedim bir kez daha. İlk adımlarını atan bir bebek gibi sarsak ve tembeldi adımlarım.

 

Annem gülümsediğinde kollarını bana doğru uzattı, "Gel kızım." Dedi şefkatli sesiyle. "Gel benim nazlı bebeğim." Dediğinde gözlerime dolan yaşlar yanaklarımdan süzüldü.

 

Dudaklarımın üzerine düşen göz yaşlarım acı bir su değildi.

 

Ağlamıyordum.

 

Kan ağlıyordum.

 

Artık sadece içim kan ağlamıyordu.

 

Benim için açılan kollarına doğru kesik avuçlarımı uzattığımda sanki gittikçe uzaklaştı benden.

 

"Anne canımı çok yaktılar." Dedim hıçkırıklarımın arasından. Kendimi tutamadım. "Anne kimse acımadı bana. Herkes kıydı bana. Herkes yıkıp geçti beni. Lime lime oldum anne." Bir adım daha attığımda gülümsemesi büyüdü. "Bir bataklığa düştüm sanki." Diye fısıldadım cılız bir sesle.

 

İki kez hıçkırdım kendi içimde.

 

İki kör kurşun için, iki kez hıçkırdım.

 

İki günlük bir bebek için iki kez hıçkırdım.

 

Yirmi altı yaşında ki kadın için hıçkırmayı bırak ağlayamadım bile. O zaten yanmış, kül olmuştu.

 

Yaşamıyordu ki... Nefes alsa ne faydaydı?

 

"Anne beni de al yanına ne olur." Diye yalvardım. Ayak tabanlarımın altındaki cam kırıklarının hepsi zifte boyandı.

 

"Daha vakit var kızım," dedi bomboş bir sesle. "Henüz çok küçüksün. Henüz yerin burası değil." Diye fısıldadı. "Orada güvendesin."

 

"Bir çocuğun yanı annesinin yanıdır," dedim ona doğru bir adım daha atarak. "Bir çocuk en çok annesinin yanında güvendendir. Sen nerdeysen benim de orada olmam gerek." Annemin hayali gittikçe silikleşti. Ben koruyamamıştım. Ben yanımda tutamamıştım.

 

"Hayır!" Diye çığırdım can havliyle. "Anne!" Diye çığlık attım, acılarıma inat sadece onun için. Gittikçe kayboldu ama gülümsemesi yüzünden hiç silinmedi. Dermanı kalmayan içi zift tutmuş vücudum öne doğru atıldı ve yerde sürüne sürüne bir bebek gibi emekleye emekleye ona ulaşmaya çabaladım ama ulaşamadım.

 

Annem kayboldu. Zamanın içinde bilinmezliğe doğru kayboldu ve ışığının kaybolması karanlığa haps olmama sebep olduğunda bütün ormanda ki herkesin işitmesine sebep olacak olan çığlığım göğüsümden yükselerek göğe ulaştı.

 

Kanadı kırık, yaralı ve kırık kanatları kanla dolmuş beyaz kelebekler çığlığımla birlikte göğe uçtu.

 

Onlar bile özgürlüğe kavuşurken ben zifiri karanlıkta, zamanın içinde sıkışıp kaldım.

 

Yok oldum.

 

Pıt pıt pıt. Yağmur damlalarının cama çarpan hafif sesini işittim. Pıt pıt pıt. Bir kez daha aynı şekilde vurdu cama yağmurun iri taneleri.

 

Bir örümceğin ağını örttüğü gibi gözlerimi örten, birbirine karışmış kirpiklerim yakıcı ışığa aralandı. Sanki gözlerim bu beyaz ışığa alışık gibi tavanda asılı kaldı. Damarlarımda ki kırmızılığın gözlerimin akına kırık bir kalemin mürekkebinin dağıldığının dağıldığı gibi dağıldığını biliyordum.

 

Bedenimi saran ağırlık hissi, vücudumu uyuşturuyordu. Zihnim bir kıyametten ibaretti. Kafamın içinde kurduğum saatli bombanın patlamasına ve beni yok etmesine çok az kalmıştı.

 

Annesini, bir kız çocuğundan babasının aldığı o kadın yirmi altı yaşındaydı. Yirmi altısında bileklerine bir jilet vurmuştu.

 

Annesinin iki kör kurşunla sönen kalbi, kızının bileklerinde kan ağlıyordu.

 

Gözleri, gözlerinde yaşam bulsada artık canlı bir cenazeden ibaretti sadece.

 

Boğazımdaki kuruluk yutkunmamı zorlaştırdı. Gözlerim ağır ağır sağ tarafıma kaydığında aramızda ki boydan boya cam olan ve perdeleri açık olan kısımda onu gördüm.

 

Aliyi.

 

Bir ölü gibi cansız yatan bedenini görmek kalbimin korkuyla kanat çırpmasına sebep olsada hareket eden göğüsü rahat bir nefes alamama sebep oldu. İçinde bulunduğum hastane odasının kapısı kayarak açıldı ve önlüklü iki adam ve bir kadın içeriye girdi.

 

Uyandığımı fark eden doktorların yavaş adımları hızlandı ve erkek olanlardan birisi serumumu kontrol etti önce. Kalemininin ışığını gözlerime tuttu ve göz bebeklerimi inceledi dikkatlice.

 

"Müsaadenizle." Dediğinde stetoskopunu kulaklarına taktı ve bantların yapıştırıldığı ve monitöre bağlı olan kalbimi dinledikten sonra üzerimden doğruldu.

 

İki arkadaşının yanında, tam karşımda yerini aldığında hissiz ve boş gözlerle baktım üçüne de.

 

"Öncelikle," dedi sıkıntıyla kadın olan doktor sözü alarak. Bakışlarındaki tedirginlik zerre umurumda değildi. Her ne söyleyecekse tepkimden korktuğu belliydi. "Bebek için çok üzgünüm." Bacaklarımın arasından sızan o kor kızıl kanda bir cana kıymışlardı. Yeşillerimde bir bebeğin annesinin bedenindeki katlini gerçekleştiren ve ciğerini parçalayan o his meydana geldi. "Maalesef bebeği kaybettik, İz hanım." Dedi temkinli bir şekilde. "Size yapılan uyarılara ve düşük tehlikenize rağmen bu kadar süre hayatta kalması bile mucize. Yaşaması imkansızdı." Dedi yutkunarak, Hale hanım. Gözlerindeki ifadenin çok daha kötüsü benim kalbimdeydi. "Bebeğinizin kalbi durmuştu. Önceliğimiz size müdahale etmekti. Ağır bir krizin eşiğindeydiniz ve bebeği sizi geri döndürebilmek için geri plana atmak zorunda kaldık yoksa ikinizi de kaybetme riskimiz oldukça yüksekti."

 

Ruhumdaki kız çocuğunun intiharı, bir annenin rahimindeki bebeğinin kalbinin durmasıyla eş değer olamazdı.

 

İkisi de birer intihardı.

 

İkisi de artık mezarı olmayan ölü bir cesetten ibaretti.

 

Peki neden kasıklarımdaki sızı içimdeki ağlama istediğinin yükselmesine sebep oluyordu. Onu istemediğim halde neden ağlamak istiyordum. Çünkü onu istiyordun İz.

 

"Sorun değil, zaten anne olmak hayallerimin arasında yoktu." Dediğimde hepsinin gözlerine yayılan şaşkınlığı ve dehşeti okudum. Avucumun içinde kırmızı bir bebek patiği vardı. Üzerinde küçük küçük kan lekeleri hakimdi. Kimse ne yaşadığımı bilmiyordu. O ameliyathanede neler yaşadığımı kimse bilmiyordu.

 

Benim belki anne olmak gibi bir hayalim yoktu ama Keskinin baba olmak gibi bir hayali vardı.

 

Onu istemişti. Benim aksime.

 

Belki de onu sevmişti. Benim aksime.

 

Duyunca kahrolacaktı. Duyunca içindeki depremin şiddeti bütün dünyayı yıkmayı yetecek güçte olacaktı çünkü ilk öğrendiğinde bile katran karası gözlerinde benim yüzünden gizlediği parlaklıkları tamamen sönecek. Karanlığı kasvetle harmanlanacak, gölgesi zifti bulayacak ve önünü bile görmesine izin vermeyecekti.

 

Üstelik artık ona yol gösterecek bir pusulası da yoktu.

 

"O nasıl?" Diye sordum merakla. "Durumu nasıl?"

 

"İyi," dedi doktor hanım gülümseyerek beni yatıştırmak istercesine. "Durumu şu an stabil. Hepimiz uyanmasını dört gözle bekliyoruz."

 

Omuzlarım hayal kırıklığıyla düşü.

 

"Ne kadar süredir uyuyorum." Diye sordum kuru bir sesle.

 

"Uyumuyorsunuz, uyutuluyorsunuz." Dedi diğerine nazaran daha genç olan erkek doktor. Altın hareleri üzerimdeydi. "Durumunuzu kontrol altına almak için bunu yapmak zorundaydık. İki gündür verdiğimiz ilaçları kestikten sonra uyanmanız olası bir durumdu." Dedi derin bir nefes vererek. Öylesine hissizdim ki içim bomboştu sanki. Tepki veremiyordum. Öylece karşımdaki insanları izliyordum. "İsviçreden sizin için getirilen kalple birlikte eşinizin de onayıyla yarın gece kalp nakliniz gerçekleşecek." Dediğinde yeşillerimin ortasına onun kara gözlerinin koyluğunun damladığını hissettim.

 

"Burada mı?" Sesim bir fısıltıdan farksızdı.

 

"Hep buradaydı." Dedi gülümseyerek. Yana doğru kayarak geriye çekildi ve küçük bir çerçeveyi andıran camın arkasında onu gördüm. "Hiç gitmedi."

 

Kollarını yasladığı yerden kaldırarak doğruldu ve yorgun düşen harelerine yerleşen korkunun emaresi silindi gözlerinden. Dudaklarının arasından derin bir nefes verirken başını öne doğru eğdi ve dudakları kıpırdadı ama ne söylediğini anlayamadım.

 

Yeniden gözleri gözlerimle buluştuğunda kara gözlerine yayılan depremin enkazındaki çatlaklara rastladım. Harelerine düşen gölgeler gözlerim gözlerine değdiği ana sis bulutu gibi dağıldı.

 

Biliyordu.

 

Muhtemelen benden önce öğrenmişti.

 

Acısını benden gizli bir başına yaşamıştı.

 

"Sadece beş dakika sizin için izin verebiliriz." Dedi anlayışla. "Daha fazlası mümkün değil." Dedi net bir sesle.

 

Hepsi birbirinin ardına takılarak kapıya kartlarını okutup çıktıklarında Keskinin kara bir kuyuyu andıran gözleri doktorları buldu ve göğüs kafesi yükseldi.

 

Camın arkasındaki görüntüsü kapıya doğru ilerlemesiyle yok oldu ve hala açık olan kapıdan içeriye doğru bir adım attığında, cansız bir şekilde kuyunun dibinde yatan kız çocuğunun parmakları hareket etti ve kuyunun üzerindeki o küçük beyaz ışık kendini belli etti.

 

Ateş böcekleri bu sefer göğüs kafesimin altında bana doğru attığı ikinci adımla parladı ve üçüncü adımlıya ışıklar hiç sönmeyecekmiş gibi yıldız gibi kaburgalarıma kuruldu.

 

"İzgi." Sesindeki garip tını ruhuma huzur verdi. Kaburgalarımın arasından kan sızan çatlak kapandı. Dingin bir esintiyi anıdan kokusu yanı başıma geldiğinde burnuma doldu ve bu gözlerimin kapanmasına sebep olurdu. "Kapatma gözlerini," dedi çaresizce. "Günlerdir gözlerini görebilmek, yeniden bakabilmek için dualar ederken gözlerini kapatarak beni o kabusa mahkum etme bir daha." Diye yakardı. Ona kırgında olsam sesimi çıkarmadım.

 

"Aç yeşilliklerini de cennetime kavuşayım." Diye fısıldadı. Parmak uçları saç diplerimde gezindiğinde gözlerim istemsizce aralandı. Rahat, uzun ve derin bir iç çektiğinde bunu gizleme gereği duymadı. Avucunu saçlarımın tepesine yaslarken bana doğru yaklaştı ve dudaklarını kirpiklerimin bittiği yere bastırdığında kirpiklerim titredi. Dudaklarının rotası bu kez anlım olurken yazgısını bilir gibi dudakları uzun süre anlımda asılı kaldı. Kalbimi kamçılayan o his çarşaf gibi üzerime örtüldü ve kuyunun başında dikilen o küçük ışığın Keskinden yayıldığını ve bana elini uzattığını gördüm.

 

"En azından açtın gözlerini. Bana kırgın baksa da çam yeşillerin, cennetim de cehenemimde bu gözlerde." Sözleri boğazımı düğüm düğüm etti. "Açıldıkça aydınlığa kavuşmama , bana baktıkça yaşama isteğiyle dolup taşmama sebep olan şu gözlerin varya." Dedi yemin eder gibi. "Kapandıkça bana kıyameti yaşatıyor. Hayattayken göz kapaklarının üzerinde açılsın diye dinlenen dudaklarımın üzerinde cehennemi yaşıyorum ben." Dedi bir itirafta bulunur gibi.

 

"Kırgın olsun gözlerin bana, küskün olsun, öfke dolu olsun, mutlu olsun, heyecan dolu olsun. Her türlü baksın bana." Dedi aldığı nefese kokumu sığdırmak ister gibi. "Yeterki nefretle bakma artık bana." Dedi sitemle. "Senin nefretin beni yıkacak tek şey bu hayatta." Diye fısıldadı.

 

Zihnime, aklıma, kalbime, ruhuma kazındı kendisi gibi sözleri.

 

Unutamazdım, kırgınlığına rağmen beni sarıp sarmalamasını.

 

Ölsem unutmazdım.

 

"Keskin." Dedim kuru bir sesle. Vücudum halsiz ve yorgun düşmüştü. Kılımı kıpırdatacak halim yoktu.

 

Katran karası gözleri beni izlerken parmak uçları saçlarımda geziniyordu. "Özür dilerim." Dedi bir anda. "Söylediğim her şey için. Öfkeme yenik düşüp seni kırdığım için. Bencilim yaptığım ve bebek konusunda ısrar ettiğim için." Sol gözümden akan bir damla yaş düşmeden, yanağıma akmadan işaret parmağının üzerine tutundu.

 

İçimde ki acı parmaklarının ucuna aktı.

 

"Seni yalnız bıraktığım için. Düşüncesilik ettiğim için." Dedi, yatıştırıcı bir sesle. Katran karası gözleri ruhuma işlemişti. Sanki son kez bana böyle güzel bakıyormuş gibi hissettim. O yüzden ilmek ilmek işledim bu bakışlarını hafızama. "Her şey için özür dilerim, sevgilim." Dediğinde dolan gözlerimden yaşlar akmak için tutundu ama ağlayamadım.

 

Gözlerim doldukça, yaşlarla ıslanan kirpiklerimi gördükçe yüzü acı çekermiş gibi kasılıyordu. "Seni seviyorum." Diye fısıldadı. Bağırsa, kurduğu iki kelime bir cümle içimde bu denli yankılanmazdı. Avuçlarım yatağı sıkı sıkı kavradı. Aramızdan geçen her zamanda kendini kalbime, ruhuma bir örümceğin ağını işlediği gibi işlemişti. "Ve senden vazgeçmiyorum sebebi ne olursa olsun. Senden gitmiyorum bana ne söylersen söyle. Seni bırakmıyorum, sonuçları ne doğuracaksa doğursun." Nabzım, kalbimde. Kalbim boğazımda atıyordu. "Karanlıktaydım İzgi. Zifiri karanlıktaydım." Gözlerinde beni kaybetme korkusu vardı.

 

"Sonra sen geldin." Dedi ve gülümsedi. Bu kadar güzel gülümsemesi kalbimin ağrımasına sebep oluyordu. "En karanlık sokaklarımda güneş gibi parladın, kaldırım taşlarının arasında çiçek gibi açtın. Karanlığıma ışık. Yoluma, yol. Yarama, merhem oldun." Sözleri içimde bir zelzele yarattı. Kaburgalarımın arasından sızan zift ruhuma işledi. "Sen geldin ve ben o sokaklarda, kaldırım taşlarında açan o çiçekler ezilmesin, ölmesin diye o kaldırımda hiçbir zaman yürümedim. İçimde kalan tek ve en güzel şey sen ol istedim."

 

Yaşlar gözlerimden akın ettiğinde dudaklarımın arasından bir hıçkırık kaçtı. "Ağlama." Dedi dişlerini sıkarak. "Ağla diye söylemiyorum bunları. Ağlama." Dedi ama daha çok ağladım. Her şeye ağladım.

 

"Özür dilerim." Dedim hıçkırılarımın arasından. "Keskin, her şey için özür dilerim." Ağlamam arttı. Yaşlar dinmedi.

 

"Dileme." Dedi sertçe. "Sen niye özür diliyorsun? Özür dilemesi gereken, hiçbir zaman sen olmamışken neden özür diliyorsun?"

 

Burnumu çekerken, "Seni kırdım." Dedim.

 

"Bende seni kırdım." Dedi.

 

"Çok üzdüm. Hiç anlayış göstermedim sana. Hep kafamın dikine gittim, seni hiç dinlemedim. Bebeği bilmeye hakkın vardı evet ama onu doğurmamı istemeye hakkın yoktu. Annem hakkında ki gerçekleri benden saklamaya da hakkın yoktu." Dedim ağlamalarımın arasından. "O da gitti işte. Kendi isteğiyle gitti o da. Ben bir şey yapmadım ki. Benim yüzümden mi oldu? Aldırmadım, ama düştü o." Dedim kendimi açıklama ihtiyacına girerek. "Düştü bak vallaha. Ben yapmadım bir şey. Aldıracağım dedim ama aldırmadım. Acıdım sana. Gitmedim kürtaj gününe de zaten senin yüzünden." Ellerimi kıracakmış gibi sıkarken, "Ben gitmedim ama o gitti işte." Yaşlı gözlerimi kaldırarak gözlerimi katran karası gözlerine diktim. "Sende gideceksin biliyorum. Kabul ettin zaten boşanmayı. Sende gideceksin işte onun gibi. Herkes gibi sende bırakacaksın beni."

 

Yanımdaki boşluğa oturduğunda, "İzgi İzgi İzgi." Dedi adımı tekrarlayarak. Sıcak avuçları yaşlarla ıslanan yanaklarıma salındığında gözlerimin en için baktı. Göreceklerinden korktum. "Sen istedin diye kabul ettim ben boşanmayı. Seni istemediğin hiçbir şeye mecbur bırakmak istemedim. Bebek konusunda da boşanma konusunda da sana baskı yapmak zaten yeterince yaralıyken seni daha fazla deşmek istemedim. Annen hakkında sakladıklarım affedilecek şeyler değil. Sana beni affet demiyorum zaten. Affetme." Dedi anlayışla. "Ben sana ne iyi gelecekse, sen nasıl mutlu olacaksan ona göre hareket ettim. Annen konusunda gizlenenlerse benim suçum değil. Çocukluğundan bu yana en başta baban tarafından kandırılmış yıllarca bir yalanla yaşamışsın. Ani gelişen evliliğimiz, üst üste gelen olaylar ve öğrendiklerin darmadağın etti ve bu benim elimi kolumu bağladı çünkü bu acıya yabancıyım. Seni nasıl toparlayacağım, yaranı nasıl saracağımı bilemedim İzgi. Sana seni iyileştireceğime dair, geçeceğine dair söz vermek istemedim çünkü ne geçer o acı ne de iyileşir. Bu yüzden bir yalana tutunmanı istemedim. Sevdiklerine tutun istedim." Derin bir nefes aldığında, aldığı nefesin içini sıkıştırdığını biliyordum.

 

"Çok üzüldün mü?" Dudaklarım titredi. "Ona," dedim başımı omzuma doğru eğerek. "Bebeğine. Gittiğine çok üzüldüm mü?" Diye sordum. Alacağım cevabın içimi parçalayacağını biliyordum.

 

Katran karası gözlerine yerleşen derin acı yutkunmamı zorlaştırdı. Kara gözlerinde yabancısı olduğum ama dehşet derecede can yakıcı olduğunu bildiğim bir acı vardı.

 

"Üzüldüm evet." Dedi zorulukla. Sesindeki kayıp kalbimi yaktı. "Bebeğimize, üzüldüm." Tırnaklarım avuçlarıma battığında hafif bir sızı meydana geldi. "Gelişi her ne kadar zamansız olsada sen onu istemesen de sana iyi geleceğine emindim ben. Onu hissettiğinde bırakmayacağını, zarar gelmesin diye canından bile geçeceğini biliyordum çünkü." Gülümsedi. Yarım ve buruk bir gülümsemeydi dudaklarındaki gülümseme. "Gelişi nasıl zamansız olduysa gidişi de bir o kadar beklenmedik oldu ve onun gidişi içimden bir parçayı daha götürdü benden." Gözlerimi kaçırdım. Acısına şahit olmak istemedim. "Yarımı kaybettim sanki İzgi." Dediğinde dişlerimi dudaklarıma geçirdim. "Sende gittin, ben hiç kalmadım sanki." Dedi karanlığı yuva edinmiş sesiyle. "Yok oldum ve yok olmak çok can yakıyormuş. Siz benden gittiğinizde anladım."

 

Yanık, sol elimi iki eliyle sıkıca sardığında bu hareketinde acısını dindirmemi ister gibi sessiz bir isteği vardı benden ama benim kendime bile hayrım yoktu.

 

"Yapamıyorum." Diye yakardım yalvarırcasına gözlerinin içine bakarak. "Sanki koca bir duvarın altında kaldım. O taşların altından çıkmayı deniyorum ama başaramıyorum." Yutkundum. "Bir enkazın altında kaldım. Dokunsalar o taşlar benim üzerimde alev alacak sanki. Bu öyle bir acı ki... öylesine yanıyorum ki en derinimden, kaldıramıyorum artık." Avuçlarımı saran sıcak avuçları daha çok sıktı elimi. Sol avucumun üzerindeki yanığa bastırdı avucunu ve o yara kabuk tutmasına rağmen içi kanla doldu.

 

Kanadıkça kanadım.

 

"Hangi çocuk istemez annesiyle büyümeyi? Hangi çocuk gece korktuğunda, annesine sığınmayı istemez?" Diyebildim. "Ben kaç gece kışın ayazında annem belki gelip üzerimi örter diye o yorganın altına girmedim senin haberin var mı?! Ben kaç gece odamın penceresinde içimdeki umutla, hevesle belki gelir diye bekledim biliyor musun sen?!" Göğüs kafesim aldığım nefesle sıkıştı. "Annesizlikle sınanmadıysan eğer bir başkasının annesizliğine de el uzatma." Dedim kırık bir sesle. Kara gözlerinde dipsiz bir karanlık vardı. Karanlığına öyle bir haps olmuştu ki onu göremiyordum. "Kül olursun." Dedim yutkunarak.

 

Elimin üzerindeki eli çekildiğinde, bunu neden yaptı anlayamadım.

 

"Sana beni affet diyemem." Dedi yutkunarak. "Buna hakkım yok. Ama sen beni yanında istesen de istemesen de İzgi ben hiçbir yere gitmiyorum." Başını iki yana doğru salladı. "Boşanmak mı istiyorsun? Ona da tamam ama senden boşanacak olmam hayatından çıkacağım anlamına gelmiyor. Evliliğimizin kağıt üzerinde sonlanacak olması da senin benin gönlümdeki yerini değiştirmiyor. Tıpkı bir kağıt parçasının verdiği hüküm yüzünden senin benim karım olduğun gerçeğini hiçbir zaman değiştiremeyeceği gibi." Dişlerini sıktığını belirginleşen çene kaslarından anladım. "Birinin yüreğine bir kez uğrarsa bir kadın, o yürekten o kadını atmak zordur. Ne yaylanmış olursa olsun seni atmıyorum yüreğimden." Kalbimin ortasına konan kanadı kırık kelebeğin sargılarının arasından zift sızdı. "Çünkü bu hayatta bana yeniden dönmeni hevesle bekleyecek o adamım ben. Seni beklemekten bıkmayacak, sabredecek o adamım."

 

Başımı omzuma doğru eğerken, " Yapma." Dedim acıyla. Yaşlar yanaklarından çeneme doğru bir yol çizdi. "Kırık bir pusula, Alacahan erkeklerinde iş görmez." Dediğimde vurgun yemiş gibi kaskatı kesildi.

 

Sanki elinde bir tığ iğnesi vardı. Ucuna geçirdiği siyah ve yeşil ipi damarlarına ilmek ilmek işliyordu. Ona acı veren her bir kelimem, sözüm, cümlem ise yolunu şaşırmasına ve o tığın kıymık gibi canına batmasına sebep oluyordu.

 

Beni kendi içine işlerken bile kendi tenine acımdan izler bırakıyordu yine.

 

Kirpikleri titrediğinde içli bir nefes verdi. Aldığı nefesin soluk borusuna tıkandığını ve yutkunmasını zorlaştırdığını biliyordum. Benim kalbime bağlı olan monitör onun göğüs kafesine bağlı değildi belki ama kaburgalarının altında saklanan kalbinin etrafını saran o kara ip yumağının benim kalbime doğru görmesem bile hissediyordum.

 

Kalbi kalbimi sarıyordu.

 

Her şeye rağmen.

 

"Tamir ederim." Dedi çaresizce. "Kırlan cam gözlerini işlerim o pusulaya. Yolumu şaşırtsın bana, elimi kolumu bağlasın beni bir çıkmaza sürüklesin umurumda değil." Dedi kendinden emin ve net bir sesle. "O kırık pusula en çok benim yüreğimde iş görür. En çok o bana yarenlik eder." Gözlerinde beni ikna etmek için belli olan bir çaba vardı. "Ben o kırık pusulayı. istiyorum İzgi." Yutkundu. Gözleri içime işledi sanki. "Ben o pusulaya sahip kadını istiyorum. Bir başkasını değil."

 

Sessiz kaldım. Yüreğim pare pareyken içim onunla doluyken sessiz kaldım. Sessiz kalmak zorundaydım. Konuşursam ona umut verecektim ve ben ona bu haldeyken umut vermek istemiyordum.

 

"Uyumak istiyorum." Dedim sadece. Gözlerine işleyen mezarın üzerinde birisi yatıyordu. Bir oğlan çocuğu. Onu oraya haps eden bendim. Onu karanlığa haps eden yine bendim.

 

"Peki." Diye fısıldadı. "Sen uyu ben beklerim başında." Dediğinde dişlerimi dudaklarıma geçirdim sertçe. Susuzluktan kabuk tutmuş dudaklarımın kabuklarını kaldırdığımda kanın metalik tadını dilimde hissettim.

 

"Keskin." Diye fısıldadım.

 

"Buradayım ben," dedi. "Bekliyorum. Gitmeyeceğim bir yere ama senden son bir şey istiyorum." Dediğinde ıslak kirpiklerimin arasından ona baktım. "Yarın ve uzun bir süre bundan mahrum kalacağım o yüzden bu gece her şeyi unut ve sadece kollarında uyut beni." Dudaklarım aralandı. "Şefkatli kollarının arasında bir çocuğu uyutur gibi uyut beni. Bu gece göğüsünde sakla beni, bir çocuğu kandırır gibi her şeyin bir sanrıdan ibaret olduğuna inandır beni."

 

Yüzümdeki ifade dondu. Söylediği şeyi anlamaya çalıştım kendi içimde. Çelişkiler zihnimdeki tilkilerin kuyruklarına dolandı.

 

"Tamam." Dedim. Yatakta yana doğru kaydığımda yüzünde kabul etmememin şaşkınlığı vardı.

 

Bir düş kırıklığının içinde, kırgınlıklarının üstünü örtmek ve ona, son olacağını bile bile huzur dolu ve rahat bir uyku çekmesini vermek istedim.

 

Yatağın ucuna çöken heybetli bedeni yanıma devrildi dikkatlice. Onun cüsseli vücudunun yanımdaki boşluğa sığması imkansızdı bu yüzden üzerime doğru eğildi. Başı sol tarafımın üzerine düştüğünde göğüsüme doğru uzanan saçlarıma burnunu sürttü ve gözleri ağır ağır kapandı. Denizin, tuzlu mistik ve odunsu kokusu genzime dolduğunda aldığım nefes başta ciğerlerimi yaksada kaburgalarımın arasına tatlı bir his sundu.

 

Kolları dikkatlice karnıma sarıldığında yutkundum. Her hareketi nefesimi kesiyordu. İşaret parmağım ucuna takılı olan, medikal oksijen aletinin takılı olduğu elim havalandı. Titreyen elim yavaşça yumuşacık saçlarının arasına sızdığında gergin omuzları gevşedi. Rahat nefesi göğüsüme döküldü.

 

Bir hastane odasında, onu kandırdım. Kırgınlığıma rağmen göğüsümde uyuttum.

 

Bir hastane odasında yine onu kandırdığım için pişman oldum.

 

Kendi kırgınlığını acısını görmezden geldi ve içinde beni sarıp sarmaladı. Sanki buna, birine sarılmaya kollarının arasında uyumaya ihtiyacım olduğunu bilir gibiydi. Kendi için değil benim için istemişti.

 

Asıl kandırlan bendim.

 

...

 

Anne, ölüyorum.

 

Anne, senin kalbine sıkılan iki kör kurşun benim damarlarım saplandı. Kanım içimde kurudu. Ruhum, çocukluğumla birlikte yandı. Bir avuç külden ibarettim artık. Ruhumun külleri bir adamın karanlığında üzerime yağdı ama sen yoktu.

 

Yirmi altı yıl önce senin nefesini kesen iki kör kurşun benim ruhuma saplı hala. O iki kör kurşun ben kül olduğumda bile sapasağlam kaldı. Küllerimin arasında kaldı. Senin gibi.

 

Azrail'in nefesini hissediyorum anne.

 

Öleceğimi hissediyorum.

 

Bu acının beni öldüreceğini biliyorum.

 

Anne, ölüyorum.

 

Anne, ölümün soğuğu uğruyor üzerime. Bir adam beni ısıtmak için çabalıyor ama sen yoksun.

 

Üstümü örtmüyorsun ve içimde kalan eksik parçamsın. Sen gelip üzerimi örtmüyorsun ve o adam nefesiyle bile beni ısıtmaya kalksa yine buz gibi kalırım ben.

 

Ölümün soğuğunu kuşanırım üzerime ölecek gibi.

 

Anne, hissediyorum.

 

Hissediyorum, az kaldı.

 

Öleceğim.

 

Bugün olmasa bile şu birkaç gün içinde son nefesimi vereceğim biliyorum ve sana kavuşmak için her şeyden çok can atıyorum bu sefer.

 

Kuru bir toprağın altında seni hissetmek ısınmama sebep olur belki. Kül olan ruhum alev alırda yeniden hayat bulur belki.

 

Anne boynuma bir urgan. Her o iskenmeye çıktığımda boynuma ama ayaklarımın altındaki iskenmeyi henüz itmeden boğuyor o urgan beni. Nefesimi kesiyor göz bebeklerimin akının genişlemesine damarların ortaya çıkmasına sebep oluyor.

 

Öldürmüyor ama. İçimdeki canımı emiyor sanki. Ruhumu emiyor ve beni elden ayaktan düşürüyor.

 

Beşiğimin altında verdiğin o son nefesin hayali bir urgan gibi bağlı boynuma. Öylesine kısa ki o ip boynumu sıkıyor ve ipin küçüklüğü boğazımı kesiyor sanki.

 

Bu kadar kısamıydı senin son nefesin?

 

Bu kadar kısa olmak zorunda mıydı hayatımdaki varlığın?

 

Beş dakikaya sığdırılmak zorunda mıydın anne?

 

Parmak uçlarımdan yaktın beni anne. Yanık parmak uçlarım artık kalem tutmaz oldu.

 

Yattığım yerde sıçrayarak uyandığımda nefes nefeseydim. Göğüsümde uyuyan Keskin hızla üzerimden doğrulurken korkuyla bana baktı.

 

Bir elim ağrıyan kalbime giderken, "Ne oldu?" Diye sordu panikle. Rahat nefes almam için üzerimden kalktı. Monitörden yükselen bozuk kalbimin sesini duydum.

 

"İzgi." Dedi bir şey der gibi. Sıcak avucu sol yanağıma yaslandığında gözlerimin içine baktı.

 

"Kabus," dedim zorlukla. "Kabus gördüm." Dedim nefes nefese. Her gece aynı kabustu. Her gece o depodaki video göz kapaklarım gözlerimin üzerini örter örtmez zihnimde oynuyordu. Her gece biraz daha eksiliyor biraz daha yanıyordum.

 

"Bak bana," dedi iki avucunu da yanağıma yaslayıp ona bakmamı zorladığında. "Nefes al Sevgilim." Dedi ama nefes alamıyordum. Soluk boluma iki kurşun sıkılmıştı sanki. Annemi alan o iki kurşun soluk boluma saplıydı. "Nefes al." Diye tekrar etti.

 

"Hadi bak bana. Bak benim gibi." Dediğinde derin bir nefes aldı ve onunla birlikte kesik bir nefes alıp vermemi sağladı. Bunu birkaç kere tekrarladığında nefeslerim düzene girmeye ve kalbimin ritmi düzelmeye başladı. Başım göğüsüne düşerken kolları sırtıma dolandı. Sıkı sıkı sardı güçsüz düşen bedenimi. "İşte böyle," dedi rahat bir nefes alarak. "Aferin benim güzel karıma."

 

Göğüsünde soluklanırken elleri sırtıma dökülen saçlarımı okşadı nazikçe. Yoğun bakımın kapısının açıldığını duydum.

 

Hemen ardından, "Keskin bey?" Diyen doktorumun sesini. Sırtına tutunan güçsüz ellerim yavaşça yere doğru kaydı.

 

Keskin dudaklarını saçlarımın üzerine bastırırken uzun bir nefes çekti ciğerlerine. Doktoru görmezden gelirken birkaç dakika daha sıkı sıkı sardı beni. Bırakmadı.

 

"İz hanımı ameliyattan önce son kez müdahale etsek iyi olacak." Dediğini duydum doktorun belli belirsiz. Sesi bir uğultudan ibaretti. Burnuma denizin mistik ve hemen ardından gelen odunsu kokusu dolduğunda gülümsedim.

 

Ellerim kucağıma kaydığında başım cansız bir bebek gibi göğüsünde kaldı. Kollarının arasındaki vücudum sarsıldı.

 

Zihnim bir dehlizin karanlığına doğru yol aldığında, "İzgi!" Diyen panik dolu sesini duydum ama kıpırdayamadım. Bütün vücudum taş kesmiş gibiydi. Gözlerim sonsuz bir karanlığa kapanırken beni sarstığını hissettim.

 

Bilincim, beni terk etmeden hemen önce işitebildiğim tek ses ise, monitörde bir düzlüğü andıran, sessiz ama bir çığlık kadar korkutucu hissettiren bir çınlama aynı düzlükte ilerledi.

 

...

 

Kursağımda bırakılmış bir lunapark vardı çocukluğumda. Işıkları sönmüş ve canlılığını yitirmiş bir lunapark. Dönme dolaba binmeyi hevesle bekleyen ama binmeyen bir İzgi vardı içimde. Lunaparka küsen ve o lunaparka bir daha hiç gitmeyen bir İzgi vardı içimde.

 

Sonra bir adam gelmişti.

 

Bana karanlığın içinde bile olsa o lunaparkı sevdirmişti. Birlikte bindiğimiz dönme dolapta ışığı sönmüş ateş böceklerim onun kara gözlerinde baktığımda aydınlanmış tıpkı dönme dolabın ışıkları gibi beklenmedik bir süprizle karşılaşmıştım. Şimdi içimdeki o ateş böcekleri ateş gibi yanıyordu ve sönmeye hiç niyetleri yoktu.

 

Yeni bir krizin ardından hakkımda alınan kesin karar İsviçreden benim için getirilen kalbin acil nakliydi. Zihnim ilaçların etkisiyle uyuşuktu. Ağzımda bir oksijen maskesi vardı. Çıkarmam yasaktı.

 

Keskin, yanı başımdaydı.

 

Buz tutmuş, bir ölünün ki kadar beyaz olan elimin üzerine dudaklarını bastırmış gözlerini kapatmıştı. Kendiyle bir kavganın içindeydi. Uyandığımdan beri tek kelime etmemişti. Ameliyatın birkaç saat erkene çekilmesi bile onu tedirgin ediyordu çünkü sağ çıkacağımın garantisi yoktu.

 

O ameliyatta kısacık da olsa kalbim durduracak ve eski, ölü kalbimin yerini bir başkası alacaktı ama içim hep aynı kalacaktı.

 

Kalbim değişse bile içimdekiler değişmeyecekti.

 

Keskinin avuçlarıma tutunan elleri elimi öyle bir sıkı tutuyordu ki sanki bıraksa kayıp gidecektim avuçlarının arasından.

 

"İzgi," diye fısıldadı içli bir sesle. Dudakları tenimin üzerinde hareket etti. Yutkundu ağır ağır. "Pera; her şeyim demiş senin için." Dedi gözlerini açmadan. "Her şeyi olan bir adamı kimsesiz bırakma olur mu?" Dedi çocuk gibi. Ne düşündüyse gözlerini çıkarmak ister gibi sıkı sıkı yumdu. "Biliyorum çok yoruldun. Ama en azından savaş olur mu? Pes etme sakın." Gözleri açıldı ama bana değmedi. Katran karası gözlerinde kıyamet vardı. "Ben bekleyeceğim seni o kapının dibinde. Kaç saat sürerse sürsün bekleyeceğim." Dediğinde gülümsedim.

 

Gözleri beni bulduğunda yüzü acıyla kasıldı. "Gülümsemeni hiçbir şeye değişmemem ama bana böyle gülme." Dedi çaresizce yakararak. "Son kez bakıyormuş gibi bakma bana. Son kez gülüyormuş gibi gülme de. Bu beni her şeyden çok öldürür." Dedi yanık bir sesle. Yanağını avucuma yasladığında kirpikleri huzurla kapandı ve aldığım nefesin acıyla göğüsümü sızlattığını görmedi. Derin derin soluklandı.

 

O ameliyattan sağ çıkamayacak olmamamın bir garantisinin olmamasının onu korktuğunu biliyordum.

 

Diğer elim havalandığında, oksijen maskesini çekip çıkardım ve ciğerlerime dolan hava rahat bir nefes almamı sağladı.

 

Gözleri yeniden açıldığında onun en çok sevdiği şekilde kocaman ve göz gamzelerimin ortaya çıkmasına sebep olacak şekilde gülümsediğimde iç çekti.

 

"Ölürüm sana kadın." dedi sandalyesini çekip bana doğru yaklaşarak. Dudaklarının sert baskısını anlımda hissettiğimde gözlerim kapandı. "O gülen gözlerinin güzelliğine ölürüm." Dedi dudaklarını anlımdan çekmeden.

 

"Keskin," dedim sızıyla. Dudakları yavaş yavaş anlımdan kayarak kirpik diplerimin bittiği yerdeki küçük göz gamzelerime dokundu. Dudakları bir süre orada asılı kaldı. Diğerinin hatrı kalmasın ister gibi diğerinden de öptü. Bir eli yanağımdayken, "Öpsene beni." Dedim.

 

Benim o ameliyathaneden sağ çıkacağımın garantisi yoktu.

 

Onu affetmeyecek olsamda birazdan bıçak altına yatacaktım. Azrail ile savaşacaktım.

 

Eğer öleceksemde dudaklarımda onun dudaklarının izi kalsın istedim.

 

Bir ihtimalden ibaretti belki ama ihtimaller de imkan dahilindeydi.

 

"Yapma şunu," dedi, sertçe. "Veda eder gibi konuşmasana be kız çocuğu?" Diye yakardı. "İçim gidiyor, anlamıyor musun?"

 

Bu sefer onu beklemedim. Ondan evvel davrandım ve dudaklarını dudaklarımla birleştirdim. Yatakta doğrulurken bir kolu belime dolandı ve beni sabit tuttuğunda kollarım boynuna dolandı. Ellerim saçlarına sızdı.

 

Dudakları aralandığında, içimde bir deprem yaşandı. Üst dudağımı dudaklarımın arasına alırken, tatlı bir sızıyla çekiştirdi ve dili dilme dolandığında kördüğüm olduk.

 

Bir eli yanağımı avuçladığında içindeki korkuyu söküp almak ister gibi, ona kendimi hissettirmek ister gibi tutkuyla öptüm onu.

 

Parmakları hastane elbisenin üzerinden tenime gömüldü, başını yana doğru yatırdığında ağzım daha fazla açıklandı ve bütün hıncını çıkarmak ister gibi dudaklarımdan öptü ama canımı acıttığını sanmış olacak ki geri çekilip dudaklarımın üzerine şefkatli bir öpücük kondurdu.

 

Dün gece onu göğüsümde uyutmuştum. Bugün onu öpmüş varlığımı hissettirmiştim.

 

Kendi içimde ona veda etmiştim çünkü sonum belli değildi.

 

Onun da istediği gibi onu bir çocuğu kandırır gibi kandırmıştım.

 

"Ben seni canıma kattım," dedi dudaklarımın üzerine nefesini üfleyerek. "Sen gidersen benden geriye hiçbir şey kalmaz." Dedi net bir sesle. "Yaşa İzgi." Diye yalvardı. "Yaşa canımın içi." Sol gözümden bir damla yaş aktı. O yaş dudaklarımın üzerinde asılı kaldı. "Yaşa." Diye tekrar etti. "Canımdan etme beni. Kalbimi sök al, ama beni canımdan etme. Gözlerinden, kokundan mahrum bırakma." Alnı alnıma yaslandı. Kalbindeki sızıyı kalbimde hissettim. "Ben bununla yaşayamam."

 

"Sana bunun için söz vermemem," dedim göz yaşlarımın arasından.

 

Hıçkırdım.

 

Tam iki kere, göz yaşlarımın arasından hıçkırdım.

 

"Ağlama," dedi dişlerinin arasından konuşarak. "Sen ağladıkça ben bu şehri sular altında bırakmak herkesi senin bir damla yaşında boğmak istiyorum." Dedi. "O yüzden ağlama. Yok etme beni." dedi çaresizce. "Seni ruhuma kattım. İçimde yaşattım." Diye yakardı. "Ben sende tutsak kaldım." Dedi yemin eder gibi. "Ve hayatım boyunca hiç bir tutsaklığa böyle delicesine mahkum olmak istemedim."

 

"Seni seviyorum." Diye fısıldadım.

 

"Ben sana tutsağım." Dedi, tok ve kalın sesiyle. "Ben sana mahkumum." Dedi söz verir gibi. "Benim boynum bir senin karşında bükülür. Dizlerim bir tek senin için çöker." Sıcak nefesi dudaklarıma çarptı.

 

İçimde bir zelzele yaşandı.

 

"Sen benim pusulamsın İzgi." Dediğinde sesli bir şekilde güldüm yaşların ardından. "Ben seni kaybedersem yolumu kaybederdim." Geri çekildi ve gülüşümü görmek ister gibi sıcak gözlerle bana baktı. "Işığımı söndürme. Beni o karanlığa yeniden mahkum etme."

 

İçli bir nefes verdim. O böyle konuştukça kelimeler zihnimde sayfalara karışıyor, mürekkebin kağıtta bıraktığı iz sözleriyle karmakarışık bir hale bürünüyordu.

 

O bana içi gider gibi baktıkça ben yaşmak istiyordum.

 

O karşımda çaresizken, tutunacak tek dalı ben iken yaşamak istiyordum.

 

Onun için.

 

"Artık İz hanımı ameliyat almamız gerek." Odanın kapısında dikilen iki hemşire bize doğru yaklaştı. Birisi, yatağı bağlı olduğu yerden çözdü ve tekerleklerini açtı.

 

"Bekletmek aleyhimize işliyor." Dediğinde başımı salladım onaylayarak. Keskin elimi bırakmadan oturduğu yerden ayaklandı ve hareket eden yatağın yanında yürüdü.

 

Odadan çıktığımızda ameliyathanenin bulunduğu yere koridorun sonuna doğru ilerledik.

 

"Buradayım ben," dedi aceleyle. "Gitmiyorum hiç bir yere tamam mı? Bekleyeceğim seni burada."

 

"Biliyorum." Diye fısıldadım.

 

Ameliyathanenin kapısının önünde durduğumuzda, "Buradayım, sevgilim." Dedi. Elleri ellerimden istemeye istemeye ayrıldığında ameliyathaneden içeriye girmeden hemen önce, "Buradayım ve sen çıkana kadar. Uyandığında beni yanında görene kadar hiçbir yere gitmiyorum." Dedi.

 

Kendi içinde yaşadığı karmaşada boğulurken ameliyathanenin kapıları iki yana kayarak ortada buluştu ve kapandı.

 

O kapının arasında kalan küçücük boşluk bizi temsil ediyordu.

 

Birbirine bir o kadar yakın ama bir o kadar da uzak.

 

Yakınlığın arasına sızan o uzaklık benim gözüme bir asır kadar büyük ve uzun gözüktü.

 

İçinde kayboldum.

 

     

⚜️

Bölüm sonu.

 

Nasıldı?

 

Neler düşünüyorsunuz?

 

Oy ve yorum yapmayı unutmayın sakın!

 

Sizi seviyorum, kendinize çok iyi bakın💚

Loading...
0%