Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26.Bölüm

@umay_6

Hepinize yeniden merhaba.

 

LÜTFEN BU KISMI OKUYUN.

 

NORMALDE BÖLÜMÜ BU KADAR GECİKTİRMEYECEKTİM VE BU BÖLÜM SEZON FİNALİ OLACAKTI AMA SEZON FİNALİNE BİRAZ DAHA YOLUMUZ VAR GİBİ. BU BÖLÜM SEZON FİNALİ DEĞİL. ONA AÇIKLIK GETİREYİM.

 

İKi ARKADAŞIM GEÇTİĞİMİZ GÜNLERDE KOACELİDE CİDDİ BİR TRAFİK KAZASI GEÇİRDİLER. İKİSİNİ DE KAYBETTİK VE BÖLÜMÜN GECİKMESİNDEKİ SEBEP KÖTÜ BİR PİSKOLOJİDE OLDUĞUM VE YAZAMIYOR OLDUĞUMDU. DÜN BİRİNİN CENAZSENİE KATILDIM VE YILLARCA BİR ARADA OLDUĞUM SOFRAMIZI PAYLAŞTIĞIM ARKADAŞIMI KAYBETMEK VE BUNUNLA MEZARLIKTA YÜZLEŞEMEK ZORUNDA OLMAK O KADAR ZORUMA GİTTİ Kİ ANLATAMAM. HALA İNANAMIYORUM. HALA HAYAL GİBİ AMA YAPACAĞIM BİR ŞEY YOK.

 

Yanımda olmasanda hep kalbimdesin canım arkadaşım. Keşke bu kadar erken gitmeseydin. Daha birlikte çok yolumuz vardı ama nasip değilmiş demekki.

 

Neyse çok konuştum.

 

Sizi bölümle baş başa bırakıyorum.

 

Keyifli okumalar.

 

 

 

 

 

 

Korktuğu karanlığa sığınan bir kadın vardı.

 

Kanadı kırık kelebekleri canlanmış, göğüs kafesine ateş böcekleri uğramış bir kadın vardı.

 

O kadın bendim.

 

Kimsesizliğinin içinde korktuğu karanlığa sığınan, seven ve inan o kadındım ben.

 

Bir kız çocuğu vardı içimde ölü kalan. Bir kız çocuğu vardı ruhumda son nefesini veren. Kimin zaman bir uçurum ucunda, açık mir mezarın içinde ve karanlık bir kuyunun dibindeydi.

 

Hepsinde yaralı ve küçüktü. Annesi yoktu bir kere.

 

Annesi olmayan kadın eksikte olurdu, yaralıda.

 

Zamanın aleyhime işlediği günlerdeydim. Kendi içimdeki savaşı aklımın kazandığı o gündeydim.

 

Ölümün pençesinde, bir kız çocuğun cansız bedeninin üzerine bırakmıştım yara bere içinde olan ruhumu.

 

Hastanede dördüncü günümdü. Göğüsüme bağlı kablolarla savaştığım dördüncü günümdü. Serumlarla beslendiğim ve sağlık durumumun dikkatle takip edildiği dördüncü günümdeydim.

 

Keskin oradaydı. Camın arkasında içi içine sığamıyormuş gibi günlerdir orada dikiliyordu.

 

Sözünü tutmuştu.

 

Zaten o sözünü hep tutardı.

 

Ameliyat doktorların umduğundan daha iyi geçmişti. İki haftayı burada geçirecek olsam da bunun için bir sıkıntı görmüyordum çünkü artık buradan çıktığımda rahat bir nefes alacaktım.

 

Eskisinden daha dikkatli olmam gerekse de eskisine göre daha sağlıklı olacaktım.

 

Yanı başımdaki hemşire serumumu kontrol ettikten sonra, odadan ayrıldı. Keskin camın arkasında dikilirken beni izlemekten öteye gidemiyordu.

 

İçeri giremiyordu.

 

İçeri girmesi kesinlikle yasaktı ve bir süre daha beni oradan izlemek zorundaydı.

 

Gülümsedim.

 

İçi rahat etsin istedim. Günlerdir kendini yiyip bitirmişti o camın arkasında. Yanıma gelememek, yanındayken bu kadar uzak olmak zoruna gidiyordu.

 

Aldığım ilaçların etkisiyle gözlerim yeniden karanlığa kapandı.

 

...

 

Buz gibi tenimin üzerinde gezinen sıcak bir baskı hissettim. Göz kapaklarımın üzerindeki baskı geri çekildiğinde sıcak bir nefes boynuma, saçlarımın arasına vurdu.

 

Şah damarımın üzerindeki yanık izinin üzerinde hissettiğim dudaklarla zihnim haps olduğu karanlıktan kurtuldu. Denizin mistik kokusu doldu burnuma. Şah damarımın üzerinde bir yangın vardı. Oraya izini bırakır gibi basan dudaklar ise o yangını söndürmüştü.

 

İçim bomboştu sanki. Her şey akıp gitmiş benden geriye hiçbir şey kalmamış gibiydi.

 

Ruhsuz ve hissizdim.

 

"Malihulya." Dediğini duydum belli belirsiz. "Ne yapacağım ben seninle?" Dedi isyanla. "Ne yapacağım ben senin gözlerine bir daha bakamazsam? Ne yapacağım ben senin kollarında yeniden uyuyamazsam?" Dedi.

 

"Keskin." Dedim kuru bir sesle, zorlukla. Şah damarımın üzerine basılı olan dudaklarının kıvrıldığını hissettim.

 

Bugün hastanedeki kaçıncı günümdü bilmiyordum. Uyanıyor, yemeğimi yedikten sonra geri uyutuluyordum.

 

Günleri, tarihleri unutur olmuştum.

 

Başı boynumdan ayrıldığında katran karası gözleri yeşillerimle buluştu ve gülümsedi.

 

Parmak uçları saç diplerimi okşadı belli belirsiz. "Yanı başımdayken bile dinmiyor benim hasretim sana." Dedi karanlık bir sesle. "Ben yine hep sana tutsak, sana mahkum, sana hasretim."

 

Güldüm. Bu göğüsümün acımasına sebep olsada umursamadım. "Yokluğumda şair etmişim seni demek?" Dedim yüzümde yer edinen gülümsemeyle. Baygın bakışlarım onun kara gözlerine kenetliydi.

 

"Şiir gibi kadınsın," dediğinde gülen gözlerim kısıldı. Kalbim heyecanla çarptı. "Bana da seni yazmak düşer." Başını iki yana salladığında gülümsedi. Silik ama güzel bir gülümsemeydi. "Şu gülüşün varya." Dedi beni izlerken. "Yerimden yurdumdan edecek beni."

 

"Yalnız sen böyle konuşunca ben söyleyecek bir şey bulamıyorum." Dedim sitemle. Bakışları yumuşadı. Gülümsemesi büyüdü. "Ne yaptım da senin gibi bir adam çıktı karşıma?" Dedim iç çekerek. "Yüreği yüreğimle atan, ruhundaki pamuk ipliğini ruhuma bağlayan seni hak edecek ne yaptım acaba ben?" Dedim yerimde dikkatlice doğrulurken gözleri gözlerimden ayrılmadı.

 

"Asıl sen söyle?" Dediğinde sorgu dolu gözlerle ona baktım. "Hangi duamın kabulüsün sen bana?" Dediğinde yutkundum. Parmak uçları yüzümü örten saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Ben ne diledim de rabbim bana seni nasip etti?" Diye serzenişte bulundu. "Onca kötülüğün içinde Allah'ın bir lütfu musun sen bana?"

 

Gökyüzünde her şeyi silip atan iki aşığın ruhları dans ediyordu sanki gözlerimizde. Ruhum ruhuna karışmıştı.

 

Dilim lal kesildi sözleri karşısında. "Keskin." Dedim yanık bir sesle. Kollarım boynuna dolanırken sargıma dikkat ettim. "Seni çok seviyorum, biliyorsun değil mi?" Boyuna sıkı sıkı sarıldığımda onun yüzü saçlarımın arasına gömüldü.

 

"Biliyorum." Dedi boğuk bir sesle. "Biliyorum, sevgilim." Sargımdan dolayı beni tam anlamıyla sarmıyor istediği gibi sarılamıyordu.

 

"Sana sarılmayı deli gibi özlemişim de haberim yokmuş." Dediğinde güldüm. "Kendini benden mahrum bıraktıkça bana hayattayken cehennemi yaşatıyorsun." Geri çekildiğinde yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Ama şu gözlerine her baktığımda, senin gözlerin her bana değdiğinde, kokunu her soluduğumda cennetime kavuşuyorum. Seninle, yeniden yaşam buluyorum." Diye fısıldadı sözlerini zihnime kazımak ister gibi.

 

"Seninle olmak bazen gerçekten zor olabiliyor ama olsun," dedim omuz silkerek. "Ben ona da razıyım." Dediğimde kirpiklerinin çerçevelediği gözleri kısıldı.

 

"Şüphesiz, seninle olmamak daha zor olurdu." Dedi yanık bir sesle.

 

Dudakları sözlerinden hemen sonra hiç vakit kaybetmeden dudaklarımın üzerine kapandı. Üst dudağımı kavrarken, dudaklarımın üzerine kapanan dudaklarının karşılığını almıştı. Arlanan ağzımdan içeriye sızan dili, dilime dolandı. Islaklığı ıslaklığıma karıştığında, soluksuz bir öpüşmeye tutuştuk. Belimdeki eli sıkılaştığında canımı yakmamaya dikkat ederek beni iyice kendine doğru çekti ve üst dudağımı dudaklarının arasında ezip, emip çekiştirip geri bıraktı. Bunu birkaç kere daha tekrarladıktan sonra dili yine dilime dolandı ve öpüşmemiz gittikçe tutkulu bir hal almaya başladı.

 

Nefes almak için geri çekildiğimde kısa bir soluk almıştım ki dudakları yeniden dudaklarımı yapıştı ve alt dudağımı çekiştirdi. Kısa kısa nefeslenmeme izin verirken, her soluk aldığımda dudakları yeniden dudaklarımı buluyordu.

 

Aynı şekilde tekrar dudaklarıma yapıştığında, aynı şekilde karşılığını aldı.

 

"İz hanım?!" Aramıza sızan tok bir sesle dudaklarımız birbirinden ayrılırken gözlerim yakalanma korkusuyla büyüdü. Kapıda doktorum ve yanında asistanları varken şaşkınlıkla bize bakan bakışları değişti ve yerini ima dolu bakışlar aldığında yanaklarım ısındı. "Kusura bakmayın böldük sanırım." Dedi doktorum gülmememek için kendini sıkarken. "Bağlı olduğunuz makineler uyarıya titreştiğinden ötürü endişelendiğimiz için gelmiştik ama sizin keyfiniz gayet yerinizde belli ki." Dişlerimi dudaklarıma geçirirken saçlarımı yüzüme örttüm.

 

"Kısa kes doktor." Dedi Keskin tok bir sesle.

 

"Mümkünse eşinizden bir süre uzak dursanız iyi olacak." Dediğinde Keskinin kaşları çatıldı. "Olası durumların yarattığı heyecanlar kendisine şu an için pek iyi gelmeyebilir." Dediğinde bıyık altından gülüyordu. "Tekrardan geçmiş olsun."

 

Çıkmak için arkalarını döndüklerinde asistanlardan birisi, "Biz hiç olmamışız gibi devam edebilirsiniz." Dediğinde utançla ellerimi yüzüme kapattım.

 

"Rezil olduk!" Dedim kapanan kapının ardından. "Senin yüzünden, bütün hastaneye rezil olduk ya!" Dedim ağlamaklı sesimle.

 

"Yavrum, ben ne yaptım şimdi?" Dedi şaşkınlıkla. "Ayrıca sen her ben seni öptüğümde böyle ani reaksiyonlar göstereceksen biz daha çok basılırız." Dedi halime gülerken.

 

"Ay resmen basıldık değil mi?" Dedim alttan alttan ona bakarak. "Vallahi rezil olduk ya!" Diye sızlandım.

 

Avucunu yanağıma yaslayıp beni kendine doğru çekerken dudaklarını sertçe yanağıma bastırdı ve bu gülümsememe sebep oldu.

 

"Hep gül böyle," dedi diğer yanağımdan da öperken. "Hep gül." Dedi iç çekerek. "Gül de ömrüm senin gülüşünde biraz daha uzasın." İçime doldurduğum nefes onun kokusuyla karıştı.

 

İçim içime sığmadı sözleriyle.

 

İç çekerken başımı omzuna yasladım ve kedi gibi göğüsüne sokuldum.

 

Çenesi başımın üzerinde yer aldığında kolları etrafıma dolandı.

 

"Ne zaman çıkacağım?" Diye sordum merakla. Ne zamandır buradaydım onu da bilmiyordum.

 

"Bir hafta daha kalmamız gerekiyor." Dedi sıkıntıyla.

 

"Sıkıldım artık!" Dedim sitemle. "Uyanıyorum, yemek yediriyorlar sonra yine uyutuyorlar. Zaman algımı yitirdim artık. Hem dikişlerim de alınmayacak mı birkaç güne? Çok sıkılıyorum burada, evimize gidelim."

 

Gülümsediğinde neye güldüğünü anlayamamıştım. "Dikişlerini aldırdıktan sonra geçeriz evimize." Dedi. "Bu süreçte sanma ki ortalıkta at koşturacaksın. Tedavi sürecine evde devam edilecek." Dedi katı bir sesle.

 

"Emredersiniz." Dedim alayla.

 

"Sizi memnun edebildiysek ne mutlu bana Savcı hanım." Dedi gülerek.

 

Kalbim tekledi. Ruhumdaki kelebekler kıpır kıpır oldu.

 

"Savcı hanım dediğinde bir garip hissediyorum." Başını eğdiğinde beni görmek için çabaladı.

 

"Nasıl garip oluyorsun?" Diye sordu. Kara gözlerinde bariz bir merak vardı.

 

"Bilmem." Dedim dudak bükerek. "Seviyorum sanırım böyle seslenmeni. Hoşuma gidiyor garip bir şekilde." Dedim dalgın bir sesle.

 

"Demek öyle." Dedi göz kırparak. İyice sindim kollarının arasına. "Savcının kocası?" Dedi kendi kendinde ve bu kıkırdamama sebep oldu. Yüzünü buruşturdu. "Liderin karısı daha iyi. Tercihlerim arasında bu şekilde anılmak yok ama sen hep benim karım olarak kalacaksın ve bu şekilde anılacaksın." Dedi kendinden emin bir sesle. "Yanına yakışanı, yanından ayırmaman gerekir." Göz kırptı ve gülümsedi.

 

"Benim yanıma yakışan yanımda da." Dedim kafamı göğüsünden kaldırıp ona bakarak. "Senin yanına yakışan belli mi peki?" Diye sordum gülmeden edemezken.

 

"Belli." Dedi. Katran karası gözleri gözlerimi izledi. Uzun uzun, sessizce izler dururdu bazen beni. Ama en çok gözlerimi. "Ezelden beridir belli yanıma yakışan." Sesindeki içtenlik içime işledi.

 

"Hmm." Dedim yutkunamdan edemezken. "Neymiş bakalım, o ezelden beri yanına yakışan?" Diye sordum iyice dibine girerek. Gözlerimi gözlerinin en derinine diktim.

 

Bir an bile tereddüt etmeden, "Sen." Dedi ve bu kocaman gülümsememe sebep oldu. "Benim yanıma bir sen yakışırsın. En çok sen yakışırsın. Senden başkasını istemem yanımda. O gözlerin bir bana baksın isterim böyle. Bir bana gülsün isterim yine böyle gözlerin." Dedi, erkeksi ve tok sesiyle. "Bir tek sen ol isterim yanımda."

 

"Bir tek senin yansıman düşsün gözlerime." Dedik ikimizde aynı anda, birbirimiz bilir gibi.

 

"Bir tek benim yansımam yer edinsin gözlerinde." Dedim bu sefer. "O kara gözlerin hep böyle baksın bana." Diyerek sessiz bir istekte bulundum.

 

"İçim gider gibi." Dedi fısıltıyla.

 

Gülümsedim. "İçin gider gibi." Dedim.

 

"İzgi," dedi kısa bir süre sonra. Tedirgin ve tereddüt doluydu. "Yaptığımın affı yok belki ama en azından deneyemez misin bizim için? En azından bir şans veremez misin bize?" Diye sordu.

 

"Yaşadıklarımın üzerimdeki etkisi çok büyük Keskin." Dedim iç geçirererek. "Bir süre hatırlamak, konuşmak istemiyorum. Sadece unutmak ve iyileşmek istiyorum." Dedim sıkıntıyla.

 

"Unutmak iyileştirir mi?" Diye sordu, bir anda. Sözlerimde takılı kalmıştı.

 

"Yaşatmak acıtmaz mı?" Kaşlarım havalandı.

 

"Acı hatırlar, unutulmaya mahkumdur. Hayatımızın bir parçası olan sevdiklerimiz unutulmaya mahkum değildir." Dedi net bir sesle.

 

"Unutmak iyileştirir." Dedim onu aksine. "Yeni bir sayfa açarsın kendine bir kere. Yeni bir ben yaratırsın kendine."

 

"Ama asla eskisi gibi olamazsın." Dedi yutkunarak. "İnsanı kendisi gibi yapan yaşanmışlıklarıdır. İyisiyle de kötüsüyle de olsa yaşadıklarıdır. Acı değiştir. Ama unuttuğun birinin kendisini sana hatırlatmaya çalışması daha acı vericidir." Kara gözleri yeşillerime mühürlendi. "O yüzden sanırım her ne yaşamış olursam olayım unutmak istemezdim."

 

"Ben isterdim." Diye fısıldadım. "Unutmak çok isterdim." Dedim canı gönülden gelen bir istekle.

 

"Her şeyi mi?" Diye sordu.

 

"Her şeyi." Dedim.

 

"Beni de mi?" Dediğinde bu sorusu o kadar masum geldi ki gözüme gülümsedim. Sorusunda bir çocuğun masumluğu yatıyordu.

 

"Her şey silinsin isterdim zihnimden." Kara gözlerine gölgeler düştü. "Herkesi her şeyi unutmak isterdim ama bir seni... Bir seni unutmak istemezdim." Dediğimde gözlerine düşen gölgeler dağıldı. Aydınlığa ulaştı.

 

"Ya unutmak zorunda kalırsan?" Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Bakma öyle. Hayat bu. Ne getireceği belli olmuyor."

 

"Ben seni unutmam." Dedim kendimden emin bir sesle. "Her şeyi unuturum ama seni asla unutmam."

 

"Unutmaz mısın?" Dedi umut dolu gözlerle.

 

"Unutmam." Dedim sertçe. "İnsan sevdiğini unutur mu hiç?" Dedim kızgın kızgın ona bakarak. "Sen unutur musun bilmem, ama ben seni asla unutmam." Dedim tersçe.

 

"Ciğerimi söküp alsalar içimden seni alamazlar. Delik deşik olurum belki ama senin içimdeki yerine kimse dokunamaz. Ben delireceğimi bilsem dahi unutamam seni." Dedi yemin eder gibi. "Kokusuna sığınanı, gülüşünde yaşam bulanı nasıl unuturum bilmiyorum ben. Ben unutmam seni. Unutamam."

 

"Alacahan sözü." Dedim bir anda, serçe parmağımı ona doğru uzatırken. Bir söz versin istemiştim ve bu şekilde olsun istemiştim.

 

O verdiği her sözü tutardı.

 

Gülümsedi ve serçe parmağı serçe parmağıma dolandığında, "Alacahan sözü." Dedi, benim gibi.

 

Buz tutmuş elime nazaran onun eli sıcacıktı.

 

Sıcaklığı her daim üzerimi örtüyor, yine buz tutmuş kalbimin ısınmasına sebep oluyordu.

 

Böylesine karanlığa haps olmuş bir adam, nasıl olurdu da benim kalbimi aydınlığı ulaştırırdı.

 

Kaburgalarımın altındaki ölü kelebeklerin canlanmasına ve onlara arkadaşlık eden ateş böceklerinin içimin kıpır kıpır ve Işıl Işıl olmasına sebep oluyordu.

 

Buna sebep olan adamsa tam karşımdaydı.

 

Başımı omzuna yasladığımda bir kolu sıkıca sardı beni yine.

 

"Hep böyle yapacak mısın?" Diye sordum dalgın bir sesle.

 

Diğer kolunuda etrafıma sardığında, "Ne yapacak mıyım?" Diye sordu.

 

İç çekerken, "Her sana sığındığımda, sarıp sarmalayacak mısın beni böyle?" Dedim.

 

Kolları sıkılaştığında, "Hep." Dedi. Aldığı nefesle göğüsü yükselirken başımı kedi gibi omzuna sürttüm. "Hep böyle saracağım seni. Ne olursa olsun, sırtımı asla dönmeyeceğim sana. Sen bana ne şekilde gelmiş olursan ol ben hep tutacağım elinden." Dedi. "Hiçbir şey." Dedi üzerine basa basa. "Hiçbir şey sen bana dönükken, bana ihtiyacın varken, bana sığınırken sana sırtımı dönmemi sağlayamaz."

 

"Hiçbir şey mi?" Diye sordum yutkunurken. Sesimde bir kız çocuğun masumluğu vardı. Artık öyle bir hale gelmiştim ki her şeyden umut eder olmuştum. Hiçbir sözün kesinliğine emin olamıyordum. Olmayacaktım da.

 

"Hiçbir şey." Dedi net bir sesle.

 

Gülümsedim. Rahat bir nefes alırken öylece durduk bir süre. Birbirimize yaslandık. Başım onun omzunda yaslı haldeyken sıkı sıkı sardı bedenimi. Ara ara dudaklarının belli belirsiz baskını hissettim saçlarımda.

 

Koca bedeni bana en büyük sığınak, kara gözleri ise bana ev oldu.

 

"Bir keresinde sana, seni kaybetmek beni korkutmaz demiştim." Dediğinde o anı hatırlamak canımı yaktı. "Ama korkuyorum İzgi." Dedi karanlık bir sesle. Kalbim tekledi. "Kendi içimde kabullenmek istemesem de bu durumu, sen her ölümle burun buruna geldiğinde ben çok korkuyorum." Dudaklarını saçlarıma bastırdığında saklamadan içine çekti kokumu. "Ama beni asıl korkutan, sen hayattayken senden mahrum kalmak. Gözlerinden, kokundan..." dedi şiir gibi bir sesle. "En çokta gülüşünden."

 

Kollarımı ona dolarken, "Böyle bir şey asla olmayacak." Demiştim. Sağ gözümden akan bir damla yaşı görmedi gözleri. İyiki de gözleri gözlerime değmedi bu sefer. "Ölüm takdiri ilahi. Elbet bir gün hepimizi bulacak, sana seninle bir ömür geçireceğim diyemem ama yanında değilken bile seninle yaşayacağımı söyleyebilirim. Benden uzakta da olsan, benden nefrette etsen, beni artık sevmesen bile kalbim hep seninle, senin için atacak."

 

Onca sözümün arasından, "Ben senden nefret etmem." Dedi sertçe. "Seni sevmekte zor ama nefret imkansız." Dediğinde göğüsümü dolduran nefes ciğerlerimi yaktı. "Çünkü ben senden nasıl nefret edilir bilmiyorum." Dediğinde zihnimde bir uğultu baş gösterdi. Yaram deşildi. İçim acıdı.

 

"Hiçbir şey," dedim zorlukla konuşarak. "Hiçbir şey benden nefret etmene sebep olamaz mı? Sana ne yaşatırsam yaşatayım hep bir affı olacak mı senden?" Diye sordum. Alacağım cevabı korkuyla bekledim.

 

"Ne yaşanmış olursa olsun, bana ne yaşatırsan yaşat hep senin bende, içimde bir yerlerde affın olacak." Dedi derin bir nefes alarak. "Her şeyin affı vardır bende ama ihanetin yoktur." Dediğinde buz kestim.

 

Parmak uçlarıma kadar buz kestim. Bütün bedenim taş kesildi sanki, nefes bile alamadım.

 

"İhanetin bir sebebi yoktur." Dedi dilinden zehir akıtırcasına. "Bir amacı vardır. O amacın neye hizmet ettiği de malum." Tırnaklarım avuçlarıma battı. Yine ve yine. "Lakin bana yapılan bir ihanetin affı yoktur. O yüzden yeniden takacaksan o yüzüğü parmağına her şeyden emin olmanı istiyorum çünkü bu sefer birbirini hiç tanımayan, bir evliliğe zorlanmış olan iki yabancıdan daha fazlasıyız." Ben yine kendimi kanattım. Hep olduğu gibi.

 

Ruhumu esir alan karanlık bir sis bulutu gibi sardı etrafımı. Şiddeti gittikçe arttı ve tıpkı bir hortum gibi boynuma dolandı. Sessiz kalırken bir cevap vermedim. Verecek bir cevabımda yoktu zaten.

 

"Sana asla ihanet etmem!." Dedim yemin eder gibi. Hareketlenen göğüsümden güldüğünü anladım.

 

"Etmezsin değil mi?" Dedi gözlerimi gözlerinin en derinlerine gözlerini dikerek. "Yapmazsın değil mi İzgi? Beni sırtımdan vurmazsın değil mi?" Dedi çocuk gibi ve bu hali gözüme öylesine masum gözüktü ki istemsizce gülümsedim.

 

Kaşlarım çatıldığında, "Asla." Dedim kendimden emin bir sesle. Keşke bizde senden bu kadar emin olabilseydik. Kara gözleri parladı. "Asla ihanet etmem ben sana." Rahat bir nefesi dudaklarının arasından verdiğinde nefesi saçlarımın arasına karıştı.

 

Allah'ta benim belamı verisindi artık.

 

Belki de gerçekleri öğrendikten sonra artık kara gözlerinde yer edinen yansıma bana ait olmayacaktı.

 

Belki de beni unuturdu.

 

Başkasını severdi.

 

"Hamile olduğumu öğrendiğinde," Boğazıma oturan yumru konuşmamı engelliyordu. Ağlamak istiyordum. "Belki de beni babasını yapmasını çok istediğim birisiyle evlenirim senden sonra demiştin." O sözlerin kırıklığı hala içimdeydi. Hiçbir zaman unutamayacaktım.

 

"Çok üzülmüştüm." Dedim çocuk gibi. "Ama sana darılamamıştım da."

 

"İzgi." Diye yakardı.

 

"Ben anlarım seni Keskin." Dedim zorlukla. "Baba olmak istersen analarım seni. İlerde de isteyeceksin biliyorum. Beni ikna etmek isteyeceksin ama benden olmaz biliyorsun değil mi? Ben yapamam biliyorsun değil mi? Bir çocuğa annelik edemem. Rahmimde yeniden can bulacak bir canın nefesini kesen ben olmak istemiyorum. Buna kalkışmakta istemiyorum çünkü bu çok... çok korkunç. O yüzden benden böyle bir beklentin varsa vazgeç. Eğer bunun ümidiyle yaşayacaksan yıllarca yol yakınken dönelim biz bu yoldan."

 

Onunla olmak çok güzeldi ama onunlaykende her şey gerçekten çok zordu. "Ben anlarım seni bak. Anlarım."

 

Ben zaten herkesi anlamıştım.

 

Ama hiç anlaşılamamıştım.

 

Sanırım çoğu şeye alışmak zorunda olduğum gibi buna da alışmak zorunda kalacaktım.

 

"Annesinin senin olmadığı bir çocuğa babalık yapmak istemiyorum." Dedi buz gibi bir sesle.

 

"Keskin," dedim omzundan doğrularak. "Sen baba olmak istiyorsun ama." Dolan gözlerimi geriye doğru ittim. "Sırf benim yüzümden istemiyormuş gibi davranmak zorunda değilsin. Benimde bu konuda bencillik yapmaya hakkım yok. Eğer senden istersen boş-"

 

"Sakın." Dedi sertçe sözümü keserek. "Ben o hatayı bir kez yaptım. O protokole sırf sen istiyorsun diye o imzayı attım ama bir daha asla böyle bir şey olmayacak." Yapma dercesine baktım ona. "Evet baba olmak istiyorum." Dedi başını iki yana doğru sallayarak. Sanki gözlerindeki hevesi silmek ister gibiydi. O umudu, hayali yok etmek ister gibiydi ve bu hali canımı yakıyordu. "Ama bencillik yapıp seni anne olman için zorlayamam." Dedi. "Ben annesinin senin olduğu bir çocuğu istiyorum. Başka bir şey değil. Eğer sen değilsen o çocuğun annesi o halde benimde bir çocuğa baba olamama gerek yok." Gözleri buz sıcağını andırırken katran karası gözleri gözlerimi buldu.

 

Gözlerinde kazılı olan mezara, babalık hayalini gömmüştü.

 

Benim yüzümden.

 

"Çünkü artık baba olmak istemiyorum." Dediğinde gözlerime dolan yaşları geri ittim. Genzime dolan hıçkırıklar serbest kalmak için an kolluyordu.

 

Gülümsedi. Öyle bir gülümsedi ki gülümseyişi içimi yaktı.

 

"Gelirim ben birazdan," dedi oturduğu yerden ayaklanıp saçlarıma bir öpücük kondururken gözlerimden akmak için hazırda bekleyen yaşlar kirpiklerime tutundu. "Sen uyu. Bekleme beni." Dedikten sonra gitti.

 

İçimdeki his dolup taştığında genzimden yükselen hıçkırıklar göğüsüme oturdu ve gözlerimden tek damla yaş dahi akmadı.

 

Kuruyan yaşlarım bu sefer içime aktı. Kaburgalarımın üzerine yağan sağanak yağmur kelebeklerin kanatlarını ıslattı ateş böceklerin saklanmasına ve ışıklarını söndürmesine sebep oldu. İçimde bir fırtına başladı.

 

O gitti ve Işık'larım söndü.

 

O gitti ve karanlık yeniden kara bir çarşaf gibi üzerime örtüldü.

 

Onun benden gitmesi demek, benim korktuğum her şeye haps olmam demekti.

 

Lakin artık her şey için çok geçti.

 

Odanın kapısı yeniden açıldı ve Douglas Vance içeride belirdi.

 

Yüzünde manidar bir gülümseme hakimken, "Geçmiş olsun İz." Dedi ve kapıyı arkasından kapattı. "Sonunda seninle baş başa kalabildik." Dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

Omuzlarımı dikleştirirken, çenemi havaya diktim.

 

Mavilerinde titreşen soğuk ateş, üzerime sıçradı.

 

Beni ve herkes yaktı.

 

Kıyamete sebep oldu.

 

Öldüm.

...

 

Bir çocuğun kırık kalbini taşıyordum ruhumda. Annesiz kalmış bir çocuğun eksikliğini ve yarımlığını. Bir kadının ruhunda yer edinmemesi gereken ne varsa taşıyordum ruhumda.

 

Bastırılan sesim. Mecbur bırakıldıklarım. Kırılmış kanatlarım, kanayan ruhum, ölü gözlerim.

 

Ve en önemlisi öksüzlüğüm.

 

Annesizliğimin içinde bıraktığı yara hiçbir zaman geçmeyecekti. Hep bir yerlerde oluk oluk kanayacaktı.

 

Bazı yaralar dikiş tutmaz ya hani. İp geçirmez. Sargı tutmaz. Yara bandı istemez. Benimki de öyle bir yara işte. Ne dikiş tutardı ne zımba. Ne yara bandı yapışırdı, ne de sargısı sarılırdı. İçimde kanar dururdu. O yara kandan gözükmezdi. O yara zamanla enfeksiyon kapar beni ölüme sürüklerdi.

 

Kimsesizliğe, öksüzlüğe hele ki annesizliğe hiçbir çare yoktu.

 

Hemde hiç.

 

Zeynep yanımdaydı. Keskin, benim için yiyecek bir şeyler almaya gitmişti. Yanında Douglas vardı. Can dostu.

 

Benim bir can dostum yanımdaydı. Birisi benim için adliyede çırpınıyordu.

 

Gençliğime arkadaşlık eden o adam ise hala komadaydı.

 

Kahveleri derin ve uzun bir karanlığa göz yummuş, aydınlığa kavuşmak için bir savaş içindeydi.

 

İçim yangın yeriydi.

 

"Ne yaptınız Sinan'la?" Dedim bakışlarımı daldığım yerden çekerek. "Boşanma işini." Zeynep kucağında ki kasede atıştırdığı mısırlarla öylece bana baktı. Bakışları saatler önce açtığı filimden koptu.

 

Kalbindeki pamuk ipliğinin Sinanından kopması gibi.

 

Kestane koyusu kahvelerinde, bir kadının kendini yitirmişliği vardı.

 

"Açtım davayı." Dedi düz bir sesle. "Önümüzdeki ay ilk mahkemede bitmesi dileğiyle boşanacağız." Dediğinde bunu söylerken bile zorlandığını fark ettim. Derin bir nefes aldığında bakışları dalgalandı.

 

"Ne hissediyorsun peki?" Diye sordum merakla. "Üst üste gelen olaylar yüzünden yanında olamadım hiç. Kim bilir nelerle uğraştın ben yokken." Dedim hüzünle.

 

"Senin varlığın yeter İz." Dedi Zeynep. Kucağındaki kaseyi bıraktığında uzandığı kanepeden kalktı ve yanıma geldiğinde yatağın sağ kısmına çöktü. Başımı omzuna yaslarken onun da bir kolu bana dolandı. "Hep yanımdaydın zaten. Hep. Her zaman yanımdaydın. Benim için sinanı, abim dediğin insanı karşına aldın çocuğu zaman. Onu geçtik hamileliğimde, doğumumda, doğumdan sonraki süreçte hep yanımdaydın sen benim. Yokluğumda Uraza anne oldun, bana kardeş." Dediğinde güldük ikimizde. "Sen olmasan ben o fakülteyi bile bitirmezdim biliyorsun değil mi?"

 

"İnanır mısın bende bir ara Uraza bakmaktan sınıfta kalacağımı düşünüyordum." Dediğimde kıkırdadı. "Borçlar hukukunun dersine bir ay girmemiştim. Sınav günü yaklaştıkça, ağlayacaktım resmen. Senle Sinan keyif ediyordunuz zaten. Bir gariban bendim." Dedim alayla.

 

"Ona rağmen fakülteyi birincilikle bitirdin ama." Dedi gururla.

 

"Kendi hakkını yeme," dedim doğrularak ve gülümseyen güzel çehresine baktım. "Uraz rağmen, Sinan'a rağmen, o kadar lafa söze, yargılayan bakışlara rağmen, derslikte seni çıldırtan hocalarına rağmen ikincilikle bitirdin fakülteyi Zeynep." Dedim onun gibi gururla. "Kendinle her zaman gurur duymalısın çünkü ben seninle her zaman gurur duyacağım."

 

Dudakları büküldüğünde, "Sence ben iyi bir anne miyim İz?" Dedi ağladı ağlayacak bir sesle. "Ne bileyim, bazen yetemediğimi hissediyorum Uraza. Düşünmeden edemiyorum. Acaba diyorum Sinanla evlenmek gibi bir hata yapmak yerine kendi içimizde bir orta yola mı varsaydık? Bu Uraz için daha mı iyi olurdu? Yoksa başka bir adamın varlığı onu rahatsız mı ederdi?" Dediğinde kederi boğazımı düğüm düğüm etti.

 

Kucağında birleştirdiği ellerini avuçlarımın arasına aldım. "Sen mükemmel bir annesin." Dediğimde yaşlarla dolan gözleriyle gülümsedi bana. "Hamile halinle okulunu yarıladın, üstüne Uraz doğduktan sonra belli bir süre dondurmana rağmen daha sonra yeniden devam ettin ama bu süreçte hep gözünde kulağında Urazdaydı." Avuçlarımın arasındaki ellerini sıkı sıkı tuttum. "Uraz her zaman önceliğindi senin. Üzerine titredin hep. Üstelik," dedim güldüğümde duraksadım. "Oğlun, sana aşık." Dediğimde sesli bir şekilde nefes vererek güldü ve birkaç yaş gözlerinden firar etti. "Uraz babası olmadan zorlanır belki, tökezler ama sensiz yapamaz Zeynep."

 

Gözlerinden akan yaşları sildi elinin tersiyle. "Bunları beni teselli etmek için söylemiyorsundur umarım." Dedi gülerek.

 

"Saçmalama," dedim hızla. "Bu yalan değil ki. Sen benim hayatımda gördüğüm en iyi annesin." Dediğimde gülümsemesi büyüdü.

 

"İzo?" İçeriye bir anda dalan Batur'la birlikte ikimizin de gözleri onu buldu. Kahverengi gözleri Zeynebi bulduğunda kaşları çatıldı. "Zeynep hanım?" Dedi sorgu dolu bir sesle. "Sizde mi buradaydınız?" Tanışmışlar mıydı? Batur kapıyı kapattığında heybetli bedeni tamamen içeriye girdi. "Ve yine ağlıyorsunuz?" Dediğinde gözlerini Zeynep'ten çekmiyordu. "Bu sefer neden ağlıyorsunuz?"

 

"Sizede merhaba Batur Bey." Dedi Zeynep samimiyetle. "İz için buradayım." Demekle yetindi sadece.

 

"Neden ağladığınızı hala söylemediniz?" Dedi merakla. Kapıyı arkasından kapattı ve içeriye girdi.

 

Zeynep gerilirken bu gözümden kaçmadı. "Önemli bir şey değil."

 

Batur'un kaşları havalandığında, "Hep önemsiz şeyler için ağlar mısınız böyle?" Dedi ve bu Zeynebin susmasına yetti. Gözlerim istemsizce ellerine düştüğünde yüzüğünün yerinde olmadığını gördüm. Takmamıştı.

 

"Sen niye geldin?" Diye sordum merakla.

 

"Kalbimi kırdın şu an yenge hanım." Dedi elini sol göğüsünün üzerine koyarak. Bu hareketi beni ve Zeynebi gülümsetti. "Geçmiş olsuna geldim. Hata mı ettim?"

 

"Estağfirullah," dedim hızla. "Hoş geldin. Geç otursana. Keskinde gelir birazdan." Dedikten hemen sonra odanın kapısı açıldı ve Keskin elinde poşetlerle belirdi.

 

"Sinan nerede?" Diye sordum merakla.

 

"Adliyeden telefon geldi, acil gitmesi gerekti." Dediğinde başımı salladım onaylayarak.

 

"Hoş geldin kardeşim." Dedi Batur'la tokalaştığında.

 

"Hoş buldum," dedi Batur tok bir sesle. "Bu arada çok geçmiş olsun."

 

"Sağol." Dedim gülümseyerek.

 

"Alayım ben onları istersen," dedi Zeynep Keskinin elindeki poşetlere uzanarak. "Şu masaya kurarım şimdi bir şeyler. İz içinde hazırlarım." Poşetleri kaptığında odadaki küçük masanın üzerine koydu ve poşetlerin içindeki yemekleri çıkarmaya başladı.

 

"Sende ne var ne yok?" Diye sordum merakla. Keskin yanıma geldiğinde her iki yanağımı da sertçe öptü ve anlıma bir öpücük kondurduktan sonra az önce Zeynebin kalktığı sandalyeye oturdu.

 

"Ne olsun be yenge," dedi o da bana cevap verirken kanepeye geçti ve rahatça yayıldı. Başımı keskinin omzuna yaslarken kirpiklerimin altından ona baktım. Bana gülümsediğinde, göz kırptı. "Sen kocanı esir aldığın için bütün yükü ben ve can kardeşlerim yüklenmiş durumdayız." Dedi sıkıntıyla. "Kısacası sürünüyoruz." Dediğinde güldüm.

 

"Hep benim kocam mı çalışacak? Biraz da siz çalışsın." Dedim sitemle.

 

"Emir büyük yerden." Dedi Keskin. Hareketlenen göğüsünden güldüğünü anladım.

 

"Lideriçeye laf yok zaten." Dedi Batur ellerini teslim olurcasına havaya kaldırırken.

 

"O ne be öyle?" Dedim yüzümü buruşturacak. "Hiç olmadı. Kraliçe tercihlerim arasındadır. Sana da tavsiye ederim." Dedim omzu silkerek.

 

"Emredersiniz, sayın Kraliçe." Dedi alayla. Gözleri kebapları dürüm yapan Zeynebi bulduğunda, "parça parça ettin bütün dürümü." Dedi. Zeynebin önündeki lavaşı yırtılan dürümü çekip aldı.

 

"Sarıyordum işte ne güzel." Dedi Zeynep şaşkınlıkla. "Neyini beğenmedin?" Diye sordu kaşlarını çatarak.

 

"Elime alsam ortadan ikiye kırılacak Avukat hanım." Dedi kebabı yeni bir sürüme sararken ondan yiyemeyecek olmak yüzümün asılmasına sebep oldu. Bana yasaktı. "Ağzının yeri geldiğinde iyi laf yapıyor. Çeneniz car car çalışıyor ama işe gelince pek beceriksiziz herhalde?" Dedi gülerken. Sardığı dürümü Zeyneb'e uzattı.

 

"Buyrun," dedi yüzünde ukala bir gülümsemeyle. "Afiyet olsun."

 

"Kalsın." Dedi Zeynep burun kıvırarak. Tekli koltuğa çöktüğünde kendine bir lavaş çıkardı. "Ben kendi dürümümü kendim sararım. Gerek yok. Siz yiyin." Öfkeyle kebabı lavaşın içine attığında gülmemek için dudaklarımı birbirine batırdım.

 

"Zeynep güzel yemek yapar aslında," dedim araya girerek. "Bir kez tatsan bir daha bırakamazsın onun yemeklerini. Yedikçe yiyesin gelir sadece yıllardır şu lavaş sarma işini beceremedi o kadar." Dediğimde Zeynep kağıda sardığı dürümünü eline almadan hemen önce bana öpücük attığında aynı şekilde karşılık verdim.

 

Aline aldığı dürümü tam ısıracaktı ki sardığı kağıt avuçlarının arasından düştü ve dürümün yarısı elinde kalırken bir diğer yarısı yeri boyladı. Zeynep öylece kalakalmışken ben çekinmeden gülüyordum. Keskin sus dercesine bana baktığında omuz silktim.

 

Batur yüzünde gevşek bir gülümsemeyle az önce yaptığı dürümü Zeyneb'e uzattı. "Buyrun Zeynep hanım." Dedi gülerek. "Sizin için yapmıştım zaten. Söz konusu nasipse o şey her türlü sahibini bulur."

 

Zeynep, Batur'un elindeki dürümü çekip aldığında diğerini masanın üzerindeki poşetin üzerine bıraktı ve yere düşen kağıdın içinde kalan dürümü de kenara koydu. İkisi de temiz olduğu için atma gereği duymadı.

 

"Azıcık yiyeyim mi bende?" Diye sordum çocuk gibi.

 

"Olmaz." Dedi katı bir sesle. "Sen çorbanı içeceksin." Zeynep sıcak çorbayı da poşetten çıkarıp kaşıkla birlikte Keskine uzattığında yüzümü buruşturdum.

 

"İçim dışım çorba oldu ama ya!" Diye sızlandım. "Başka bir şey yemiyorum ki!"

 

"Şimdilik sağlıklı beslenmen gerek, olası bir durumu göz önünde bulundurmalıyız. Doktorunun kesin emri var." Çorbaya dalırdığı kaşığı dudaklarıma doğru uzattı ama başımı geriye doğru atıp kaçtım ondan.

 

"İzgi aç ağzını." Dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Kaşları çatıldı. Çorba kasesini yukarı kaldırdığı yatağın küçük tepsisinin üzerine koydu. "Zorla içiririm bu çorbayı sana bak. Aç ağzını." Dedi katı bir sesle.

 

"Ihı." Dedim yüzümü çevirerek. Dudaklarımı birbirine bastırmışken bir eli yüzümü kavradı ve yanaklarımı sıkarak dudaklarımın sudan çıkmış balık gibi öne doğru çıkmasına sebep olduğunda kaşığı ağzıma tıkadı ve yutmamı sağladı.

 

Bu hareketi şaşkınlıkla ona bakmama sebep olurken peçeteyle dudaklarımın üzerini sildi ve hala sıktığı yanaklarımı serbest bırakmadan öne doğru çıkmış dudaklarıma dudaklarını bastırıp geri çekildi.

 

"Garip bir ilişkileri var." Dediğini duydum Zeynebin.

 

"Bazen onları anlamakta zorlanan tek kişi olduğumu sanıyordum." Dedi Batur homurdanarak. Keskin yanaklarımı serbest bıraktığında asık suratımla zorla içirdiği çorbayı içtim mecburen. "Neyseki yalnız değilmişim."

 

Göz ucuyla Batur'un Zeynebin sardığı ikiye ayrılan dürümü önüne çektiğimi ve bir parçasını ağzına attığını gördüm. Kaşlarım havalandığında, "Ne?" Dedi dudaklarını oynatarak. Gülümsedim.

 

Çenem onun tarafından tutulup kendinde doğru çekildiğinde burnumun dibindeki çorba kaşığıyla suratım yeniden asıldı.

 

"Az insaf ya!" Dedim sitemle. "Bende insanım! Kaç gündür sıvı diyetinde gibi sadece çorba ve suyla besleniyorum! Ekmek bile vermiyorsun bana gaddar herif! Canan Karatay bile diyet listelerinde senin bana davrandığın kadar acımasız davranmamıştır müşterilerine! Ne olurdu bir parça ek-" Ağzıma tıkılan çorba kaşığıyla kötü kötü baktım ona.

 

Son kaşık olmalı ki bir kez daha yeltenmedi vermek için. Yanaklarımı avuçlarına yaslayıp her iki yanağımı da sertçe öptüğünde, "Aferin benim güzel karıma." Dedi.

 

"Ödül olarak çikolata verecek misin?" Diyen Batur'la birlikte ters bakışlarım onu buldu. Zeynep bıyık altından gülerken bu sefer tip tip bakışlarımın hedefi Keskindi.

 

"Pislikler!" Dedim kötü kötü. "Siz zaten bir kendinize müslümansınız. İzginin canı çeker mi? Bu kızda ister mi demek yok hiç!"

 

"Yenge sen hele bir iyileş Urfa kebap senin köpeğin olsun." Dedi alayla.

 

"Urfa mı yediniz bir de?!" Dedim ağlamaklı sesimle. Dolan gözlerimi Keskine çevirdiğimde, "Birazcık yiyeyim ya bir şey olmaz." Dedim. Kaşları çatıldı. "Çok küçük. Minacık." Dedim işaret parmağımla baş parmağımı birleştirerek.

 

"Olmaz." Dedi bütün katılığıyla. "Doktorunun kesin emri var."

 

Dudaklarım büzüldü. Omuzlarım çökerken sırtımı yastığa yasladım ve kollarımı göğüsümde birleştirerek, yüzümü yana doğru döndüm.

 

"Güzel sarmışsınız." Dedi Zeynep bir anda.

 

Batur afalladığında, "Neyi?" Diye sordu.

 

"Dürümü diyorum, güzel ve sıkı sarmışsınız." Dedi Zeynep dürümden bir ısırık daha alırken.

 

Batur yüzünde kendini beğenmiş bir gülümsemeyle, "Daha sıkı ve güzel sardığım başka şeyler vardır." Dediğinde ağzım beş karış açıldı. Zeynep kalakaldı. "Bu kolları görüyor musunuz Zeynep hanım? Bunların güzelce sarıp sarmalayamayacağı hiçbir şey yok." Dedi kaslarını göstererek.

 

"A-anlıyorum, Batur bey." Dedi Zeynep titreyen sesiyle. Canım arkadaşıma kal gelmişti.

 

"Gerizekalı." Diye homurdandı Keskin ağzının içinden.

 

İç çekerken yanıma kurulan adamın göğüsüne kuruldum bende. Başımı göğüsüme yaslarken, elleri saçlarımda gezindi. Parmaklarının belli belirsiz baskını hissettim saçlarımın uçlarında. Bir kolu beni sararken iyice mayıştım. Sindim göğüsüne. Gözlerim ağır ağır kapandı ama uykuda değildim. Dinlenmek içindi bu.

 

Elleri ayrılmadı saçlarından. Yanağımı kedi gibi sürttüm göğüsüne. Sargıma dikkat ederek ona sarıldığımda diğer koluda bedenime dolandı ve sıkı sıkı sardı beni.

 

Nefesini kulağımın dibinde hissederken, "Öyle özlemişim ki sana şöyle sıkı sıkı sarılmayı." Dedi yanık bir sesle. Dudaklarım iki yana doğru kıvrıldı. İçim kıpır kıpır oldu. "Yanımda olduğunda ama seni kollarıma alamadığım, sıkı sıkı sarılamadığım her anımda kokun burnumun direğini sızlatıyor." Burnu boynuma sürtündüğünde gülümsemem büyüdü. "Nasıl da ilmek ilmek işlemişsin öyle güzel içime?" Hareketlenen göğüsünden güldüğünü anladım. "Bu can bedenden çıksa kimse çıkaramaz seni içimden biliyorsun değil mi İzgi?" Dedi nefesini boynuma üfleyerek.

 

"Seni seviyorum." Diye fısıldadım, kalbimden dolup taşan o belirsiz hisle.

 

Hareketleri durdu. Boynuma yaslanan burnu derince çekti kokumu içime. "Şu iki kelime her senin dudaklarından döküldüğünde, sesin kulaklarıma ulaştığında ölecek gibi hissediyorum." Dedi içli içli. "Alt üst ettin beni."

 

"Ne güzel yapmışım işte." Dedim gülerek. "Benden başkası yer edinemez yüreğinde. Ben olmasam bile yer edinemez sende işte." Gözlerimi açtığımda ona doğru döndüm. "Öyle değil mi?"

 

"Öyle." Dedi anında. "Hele o gözlerini nasıl unuturum? Senin yerine başkasını nasıl koyarım?" diye yakardı. "Gözlerinin güzelliği bana cenneti vaat etti bu dünyada. Sence ben cennetimden vazgeçer miyim?" Yüzümü örten saçlarımı geriye doğru çekti ve gözlerimin iyice ortaya sarılmasına sebep oldu. "Bir çift çam yeşiline yenilmekte varmış kaderde."

 

Kaşlarım havalandığında, "Bu seni rahatsız mı etti?" Dedim alayla. "Bütün dünyaya hükmediyorsun ama gözlerimi görünce elin kolun bağlanıyor sanki. Sence de zaafın olmak senin için kötü değil mi?"

 

"Seni bulmuşum bir de şikayet mi edeceğim?" Dedi hayret edercesine. "Bırakta benim zaafım sen oluveresin. Çok mu?" Sözleri sanki benim için özenle oluşturulmuş bir alfabe gibiydi.

 

Her bir kelimesini pamuk ipliğine geçiriyor, damarlarının içine işleye işleye kalan kısmı kalbinin etrafına tıpkı bir koza gibi sarıyor ve ruhundan uzanan pamuk ipliği bu sefer benim kalbimi sarıyordu.

 

Dikiş tutmayan, yara bandı tutmayan kalbimin yarasını ruhu sarıyordu. Kanadı kırık kelebekler yavaş yavaş iyileşmeye ve içimdeki ışığın yansıması olan ateş böcekleri saklandıkları yerden çıktılar.

 

Canıma can kattılar.

 

Şüphesiz buna sebep olan yine oydu.

 

Her güzel şey yine onunlaydı.

 

O halde neden bu kadar karanlığa sağlanmıştı?

 

"Yanacağını bile bile atar mı insan kendini o ataşe?" Diye sordum, yutkunmadan edemezken. Katran karası gözlerindeki kuyu beni içine çekti.

 

Dudakları yavaşça aralandığında, "Sana gelen yolda varsa yanıp kül olmak, başım gözüm üstüne." Dedi tok bir sesle. Kelimeleri kurşun gibi kalbime saplandığında ruhumu delip geçti.

 

Kirpiklerimin arasında kalan gözlerim gözlerinde asılı kaldı.

 

"Ne zaman bizi fark edeceksiniz diye bekliyorum ama sanırım bizi görmezden gelmeye niyetlisiniz?" Dediğini duydum Baturun. "Öpüşecekseniz, gözlerimizi de kapatalım olur mu?"

 

"Kes sesini." Dedik Keskin ile aynı anda. Gözlerimi devirirken bakışlarımı Batur'a çevirdim.

 

"Tencere kapak misali birbirinizi bulmuşsunuz yemin ederim." Diye homurdandı.

 

Odanın kapısı tıklatıldığında hepimizin bakışları kapıya döndü.

 

Kapı açıldığında içeriye uzatılan kafayla beraber heyecanla yerimde doğuruldum. "Ezo!" Dedim sevinçle.

 

Yüzündeki gülümsemesi yerini korurken, "Yokluğumda yataklara mı düştün Teyzemin kızı?" Dedi içeriye girerken Keskinin göğüsünden doğruldum.

 

Keskin de toparlanırken, Batur ve Zeynebin yanına geçti ve Ezo yanımdaki sandalyede yer aldı.

 

"Ne zaman geldin sen?" Dedim dikkatlice ona sarılırken. "Keşke haber verseydin. Ben seni Diyarbakır'da sanıyordum." Geri çekildiğimde gülümseyen yüzüyle karşı karşıya geldim.

 

"Başına gelmeyen kalmamış." Dedi hüzünle. "Merak ettim seni çok. Sığamadım Diyarbakır'a da zaten. Gelmesem aklım kalacaktı." Sıkıntıyla iç çekti.

 

"İyi yapmışsın." Dedim gülümseyerek. "Bende çok özlemiştim seni. Hazır gelmişken kalsana biraz yanımda." Dedim dudak bükerek.

 

"Olur," dedi buruk bir tebessümle. Ela gözlerine gölgeler düşmüştü. Eski ışığı yoktu sanki. "Kalırım." Dedi. Avuçlarımı ellerinin arasına aldığında gözlerini gözlerime dikti. "İz, ben bir şey öğrendim." Dediğinde söyleyeceği anladım. "Annen," dedi çekinerek. Hatırlamak buz kesmeme sebep oldu. Gözlerim Ezonun gözlerinde saplı kaldı. "Ne söylenir bilmiyorum. Seni teselli edecek cümlelerim yok belki bu durum için ama yanında olduğumu bil olur mu?" Dudaklarımı kıvırmak içim zorladım ama olmadı. "Hatırlatmak istemezdim ama görmezden de gelemezdim."

 

"Başka kim biliyor?" Diye sordum kuru bir sesle. Kalbime düşen gölgelerin bir sis bulutu gibi gözlerime uğradığını biliyordum.

 

Annem benim kanayan yaramdı.

 

O yara hiçbir zaman kapanmayacaktı.

 

"Bizimkilerin hepsi öğrendi." Dediğinde aldığım nefes ciğerlerimi yaktı. "Dedem kahroldu." Diye fısıldadı acıyla. Dolan gözlerini geriye itti. Tırnaklarım bu sefer onun ellerini çizdi. "Seninle konuşmak, yanına gelmek istiyor ama onu itmenden korkuyor." Dediğinde attığı tokatlar geldi gözümün önüne.

 

O konağın kapısının her seferinde onun tarafımdan yüzüne çarpılması geçti gözümün önünden.

 

"Gelmesin." Dedim zorlukla. Yaşanmışlıklar büyük acı bir hatıraydı benim için ve ben bana bunları yaşatanlarla yüzleşmek istemiyordum. Bir kez daha o acıyı kusmak istemiyordum.

 

Baş edemediğim bir acıyla yeniden yüzleşmek istemiyordum.

 

İçinde saklı kalsındı.

 

Ara ara açılırdı belki o yara. Deşerdi içimi ama geçerdi.

 

Geçerdi değil mi?

 

Geçmesini umdum.

 

Umarım geçerdi.

 

"İz," dedi Ezo kederle. "En azından konuş. Bari içine atma. Geç kalınan her şey sonun olacak yoksa. İçine ata ata, susa susa mahvettin zaten kendini." Diye yakardı.

 

"Gelmesin Ezo." Dedim öfkeyle. "Dedem annemi öldürenin..." konuşamadım. Dilim varmadı. "Gerçeği öğrenmeseydi mezarıma bile gelmezdi." Dediğimde yapma dercesine baktı ela gözleri. "Her kapısını çaldığımda bana duvar olan adamdan bahsediyorsun Ezo. Günahsız bir çocuğu tokatlarıyla susturan bir adamdan bahsediyorsun. Ben o adamın neyini dinleyeyim?" Dedim sitemle.

 

Sustu. Söyleyecek sözü yoktu. Olmasındı zaten.

 

"Kendi iyiliği için gelmesin." Dedim, bu sefer. "Yoksa duyacaklarını kaldıramaz." Dedim yutkunarak. "Tıpkı benim yaşadıklarımı kaldıramadığım gibi kalbi iflas eder."

 

Benim kalbim 16 Aralık gecesinde iflas etmişti.

 

Yirmi altı senelik ömrüme, bir kız çocuğunun yaralı kalbine sığdırmak zorunda kaldığım ve öksüzlüğümle başa çıkmak zorunda bırakılmıştım ben.

 

Anneme olan özlemim kalbimden dolu taşıyordu. İçim içime sığmıyordu onun özlemiyle ama benim annemi iki kör kurşuna, beş dakikaya sığdırmışlardı.

 

Benim annem öldürülmüştü.

 

Kim bana ne anlatıyordu?

 

Benim annemi babam öldürmüştü. Ben bunca yıl bir yalanla yaşamışım. Bir yalan yüzünden onca tokata, haksızlığa uğramışım.

 

Kim bana kendini affettirmeye çalışıyordu?

 

Benim annemi babam öldürmüştü.

 

Benim annem öldürülmüştü.

 

Ben öksüz bırakılmış bir kadındım.

 

Kim? Hangi cesaretle, arsızlıkla karşıma geçip benimle konuşmaya yüz bulabiliyordu.

 

Annemin yüzünü unuttum ben. Öylesine silikti ki hafızamda, hatırlamak zorunda kaldığımda kalbimden, kendimden olmuştum.

 

Beni yaşıyor mu sanıyorlardı?

 

Sakinliğimden mi cesaret alıyorlardı?

 

O halde gerçekten aptallardı.

 

"Sen nasıl istersen öyle olsun." Dedi iç geçirerek. Dolu gözlerle gülümsediğinde, "Hamileymişsin." Dedi bu sefer ve bu vurgum yemiş gibi ona bakakalmama sebep oldu. Keskin gözlerindeki mezarın açıldığını ve acısının yeniden gün yüzüne çıktığını gördüm. "Senin gibi bir annesi olacağı için çok şanslı." Dediğinde boğazıma oturan yumru, nefes almama izin vermedi.

 

"Ezo..." dedim yanık bir sesle. Sesimdeki yangın acısı deşilen o adam içindi.

 

"Sağlıkla kucağına almayı nasip etsin rabbim." Dediğinde dolu gözlerinden bir damla yaş firar etti. En çok bunda zorlanırdı işte. Bebek haberlerinde çünkü belki de hiçbir zaman tatmayacağı bir duyguydu.

 

Dedem benimde, Ezonun da ruhunun katiliydi. Üç sene önce, düşmanlarının, kuzeninin düğününe yaptığı baskında çok kayıp vermiştik. Ama şüphesiz ki en büyük kaybı Ezo vermişti. Kasıklarına saplanan kör kurşun rahmini parçalamış, ondan en büyük hayalini almıştı.

 

Ezo, bu acıyla yıllardır baş etmeye çalışıyordu. Her ne kadar deli dolu bir kız olsada, dizlerime yatıp ağladığı günleri bilirdim. Gecenin karanlığına saklanır, yorganı üzerine örter ve gizli gizli ağlardı. Sabah yine hiçbir şey olmamış gibi uyanır, herkesi neşesiyle şenlendirirdi.

 

Keşke demiştim birçok kez. Keşke o kurşun bana gelseydi.

 

"Umarım senin gibi güzeller güzeli bir kızın olur." Dedi gülümseyerek. Sırtı onlara dönüktü ama eğer arkasındakiler yüzünü görseydi kahrolurdu. Bir kurşun, çiçek gibi solmasına ve kurumasına sebep olmuştu.

 

Üç senedir bir kelebeğin yirmi dört saatlik ömründe son nefesinde verdiği çırpınışı veriyordu kendi içinde.

 

Onu yaralayan bir diğer şey ise, rahmi parçalandıktan sonra nişanlısı tarafından terk edilmesiydi.

 

Ezo herkesin yüzünü güldürmüştü belki ama kimse onun yüzünü güldürememişti.

 

Bir serçeye benzetirdim onu. Ağladığında can veren serçe kuşlarına. Dışarıdan bakıldığında çok güçlü, neşe dolu ve dobra bir kadındı belki ama özünde çok kırılgan ve narindi.

 

Ağlarsa ölürdü.

 

Ezo öleli üç sene olmuştu ama kimse üzerine toprak atmamıştı.

 

Bugün bir yaş daha firar etti o güzel gözlerinden ama yine kimse görmedi benden başka. Ezo bir kez daha can çekişti gözlerimin önünde ve ben yine hiçbir şey yapmadım.

 

"Ağlama Ezo." Demiştim haberi aldığında çığlık kıyamet ağlamasına karşılık. Göz yaşları bir okyanus olmuş içinde kendi hayallerini boğmuştu elleriyle. "Serçeler ağladığında ölürler. Sen ağlama."

 

Ezo hayata kızgın, kırgın. Aşka küsmüş bir kadındı. Yarası kasıklarındaydı belki ama acısı ruhuna saplanmış kalbini kanatmıştı.

 

"Hamile değilim." Dedim dan diye. Ezonun yüzündeki ifade sarsıldı. "Düşük yaptım." Dedim dilimden zehir akıtırcasına. Keskin, bir anda odadan çıkarken Batur peşinden gitti ve arkalarından çarpılan kapı irkilmeme sebep oldu.

 

"Nasıl?" Dedi dehşetle. "Herkes hamileliğini konuşuyor. Basına bile sızmış!" Dediğinde söylediklerini umursayacak durumda değildim. Basın zerre umurumda değildi.

 

Gidişinin ardından,"Keşke hiç bilmeseydi." Diye fısıldadım boşluğa doğru. "O zaman belkide duymak bile bu denli yakmazdı canını." dediğimde aldığım her nefeste boğuldum sanki.

 

Onun da az önce aldığı her nefes ciğerlerine yetmemişti biliyordum. Duramamıştı içini sıkıştıran acıyla yanımda.

 

"Kendini suçlama," dedi Zeynep yanıma geldiğinde. "Böylesi nasipmiş demekki." Dedi hüzünle.

 

"Söylemiyor, göstermiyor belki ama açısından durmadığını biliyorum Zeynep." Dedim keder dolu bir sesle. "Normalde ayrılmaz hiç yanımdan ama sanki aldığı nefes bile yetmiyor ciğerlerine. Sürekli kısa aralıklara dışarıya çıkıyor. Gördüm birkaç kere camdan. Bir keresinde üç paket sigara bitirdi on dakikada. Sanki onu zehirleyen bu acı zihnini bulandırsın diye unutmak ister gibiydi." Dedim göz yaşlarımın arasından. "Kaybettiği o bebek hep içinde ukde kalacak biliyorum." Dedim acıyla. "Çünkü öğrendiğinde içindeki sevincin gözlerinden dolup taştığını gördüm ben." Dedim hıçkıra hıçkıra ağlarken. Ezo sağımda yer aldı Zeynep solumda. İkisi de kollarını bana doladıklarında hıçkırıklarım arttı.

 

"Vakti değil demekki daha İz," dedi Ezo sırtımı sıvazlayarak. "Yaradanın vardır elbet bir bildiği." Onunda yıllardır sığındığı rabbimdi.

 

Benimde rabbimden başka sığınacak kimsem yoktu.

 

Ben istemiyordum Ezo diyemedim. Ben ona üzülmüyorum baba olmayı çok isteyen o adama üzülüyorum diyemedim.

 

Benim canım ona yanıyor, kalbim ona kanıyor diyemedim.

 

En iyi bildiğim şeyi yaptım.

 

Ağladım.

 

Varlığıyla yokluğu bir olan bir bebeğin gidişine o adamın can acısına ağladım.

 

...

 

"Dikkat et." Keskin kucakladığı bedenimi arabadan çıkarırken kafamı eğerek kucağında yükseldim ve ciğerlerime dolan havayla beraber aydınlığa çıktım. Hastaneden sonunda çıkabilmiştim. Bir süre daha evde tedbir için doktor ve hemşire olsada durumum iyi gidiyordu.

 

Kucağında benimle birlikte çiftlik evine doğru ilerlerken korumaların gözlerini üzerimizde hissettim.

 

Malikaneye gitmek istememiştim. Bir süre yalnız kalıp kendimi dinlemeye ihtiyacım vardı.

 

Kollarım boynuna dolandığında gözleri bana uğradı. "Rahat mısınız Savcı hanım?" Dediğinde güldüm.

 

"Çoook!" Dedim neşeyle. "En sevdiğim koltuk gibisiniz, yoruldukça uğrarım artık kucağınıza." Dediğimde yüzünü buruşturdu.

 

"Gerçekten odunun tekisin biliyorsun değil mi?" Dediğinde gülerek birlikte eve girdik. "Her zaman bekleriz." Dedi hemen sonra. Bacaklarımı kucağında sallarken güldü. "Çocuk gibisin." Dedi sesindeki garip tınıyla.

 

Kucağında benimle birlikte evin içinde ilerledi. Şöminenin olduğu koltuklara doğru ilerlerken bedenimi yavaşça bıraktı ve koltuğun üzerine atılan pikeyi üzerime örttü.

 

Sırtımı yaslayarak doğrulduğumda o da bacaklarımı kaldırdı ve kucağına yerleştirirken koltuğa oturdu. Yakıcı bir his bırakan parmaklarının baskısı eşofmanımın içinden kayarak çıplak tenimi okşadı.

 

"Maşa ile koca ayı gibiyiz." Dedim kıkırdayarak. Kaşlarını çatarak sorgu dolu gözlerle bana baktı. "Yanında en az maşa kadar küçük kalıyorum. Koca ayı da her maşaya sarıldığında maşa kollarının arasında kaybolurdu ve kendini güvende hissederdi. Bende sana sarılınca öyle hissediyorum işte." Dedim gülerek.

 

"Bunu asla başka şeylere yormayıp dolaylı yoldan bana ayı demek istediğini düşünmeyeceğim." Dedi ağzının içinde geveleyerek.

 

Tekrar kıkırdadığımda, "Aşk olsun kocam." Dedim. Gözlerine yerleşen şaşkınlık garip bir hal aldı. "Hiç yapar mıyım öyle şey."

 

"Ne dedin sen?" Diye sordu yüzünde hafif bir tebessümle, bir anda doğrularak.

 

"Hiç yapar mıyım öyle şey." Dedim sorgu dolu bir sesle.

 

"Cık," dedi genzinden gelen erkeksi ve tok bir sesle. "Ondan önce söylediğini soruyorum." Dedi.

 

"Aşk olsun." Dedim ne var bunda der gibi.

 

Bıkkınlıkla bana bakarken, "Beni sinir etmeye bayılıyorsun değil mi?" Dedi çatık kaşlarının altından bana bakarken.

 

Yerimde doğrulurken iki elimide yüzüne yasladım ve her iki yanağına da sertçe öpücüklerimi bıraktım. "Evet!" Diye şakıdım kulağının dibinde. Yüzü buruşurken, "Seni çıldırtmak en büyük hobim olabilir..." duraksadığımda hemen ardından, "Kocam." Dedim ve bu sertçe yutkunmasına sebep oldu.

 

Şu anda gerçekten maşa olup onun gibi küçücük kalıp saklanmak istiyordum. Gülümsediğinde ne yapacağını anladım. "Hayır bak, dik-" sözümü tamamlamam izin vermeden nefesini boynumda hissettiğimde tikim yüzümden boynumu bükerek ondan kaçmaya çalıştım ama kolları belime dolandığında parmakları karnımda hareket etti ve kahkaham bütün evde yankılandı.

 

Boynuma vuran nefesi kaçmama sebep olurken karnımdaki elleri deli gibi gülmeme sebep oluyordu.

 

"Y-ya," dedim zorlukla konuşarak. "D-dur, lütfen." Dedim nefes nefese ama hiç oralı olmadı. Parmakları yeniden tenimde kıpırdandığında gür bir kahkaha daha kaçtı dudaklarımdan. Gözlerimden yaş gelene kadar gülmeme sebep oldu.

 

Karnımdaki ellerinin hareketi kesildiğinde dişlerini yanağıma geçirdi ve koparmak istercesine çektiğinde canımın acısıyla sızladım. "ÇÜŞ! HAYVAN!" Diye bağırdığımda ısırdığı yere ve diğer yanağıma sertçe bir öpücük kondurdu ama yetmemiş olacakki tekrar tekrar öptü.

 

Dudaklarımda bir tebessüm yer edinirken, "Vallahi sebebim olacaksın he." Dedim neşeyle. Şah damarımdaki ize dudaklarını bastırdığında sıcak nefesi boynuma döküldü ve bu yeniden kıkırdayarak kaçmama sebep oldu. "Yapma dedim sana kaç kere şöyle!" Dedim sitemle. "Huylanıyorum." Dedim tekrar kaçarken.

 

Elleri belimde sabit kaldığında, "Hoşuma gidiyorsun." Dedi tok bir sesle. Nefesi dudaklarımın üzerine çarptığında ne ara bu kadar yakınıma geldiğine anlam veremedim. "Şimdi şu an bir dilek hakkım olsa yine seni dilerdim." Dediğinde kalbim tekledi. Sıcak avucu yanağıma yaslandığında belli belirsiz okşadı. "Çok güzelsin." Dedi hayran hayran yüzümü izlerken. Ağır ağır yutkundum. "Güldüğünde kendimi bambaşka bir dünyaya aitmiş gibi hissediyorum. Hele o gülen gözlerin varya... İşte onlar benim gökyüzüm. Bu hayatta sıkılmadan , bıkmadan usanmadan saatlerce izleyebileceğim tek şeysin." Yanaklarım hücum eden ısı ve sözleri utanmama sebep oldu. Dişlerimi dudaklarım geçirirken kirpiklerimin altından ona baktım.

 

"Şu anda seni deli gibi öpmek ve daha fazla ileriye gitmek istiyorum ama yapamıyorum." Dedi dişlerinin arasından konuşarak. Ameliyattan dolayı bir süre ilişkiye girmemiz doğru değildi. Anlını anlıma yasladığında, "Seni özledim." Dedi işten gelen bir sesle.

 

"Bende seni çok özledim." diye fısıldadım dudaklarına doğru. Gittikçe yaklaştı. Kalbim heyecanla atmaya başladı.

 

"Hmm," dedi genzinden gelen erkeksi sesiyle. "Benim karım beni ne kadar özlemiş bakalım?" Dedi eğlenen sesiyle.

 

"Çoook." dedim harfleri uzatarak. Güldü. Melodik ve eşsiz bir gülüşü vardı. Her güldüğünde genzinden gelen o melodik ses eşsiz bir nota gibiydi.

 

"Ne kadar çok?" Kolları belime dolandığında beni kendine doğru çekti ve kucağına oturmamı sağladığına bacaklarımı iki yana açtım ve rahat bir şekilde oturdum. İki eli belimde dururken beni sabit tuttu.

 

"Yalnız şu anda hiç yardımcı olmuyorsun." Dedim yutkunarak. Altımdaki varlığı aklımı karıştırıyordu.

 

"Soruma cevap ver." Dedi erkeksi sesiyle.

 

"Kocaman." Dedim kollarımı iki yana doğru açıp geri çekilerek ve daha sonra bir anda sıkı sıkı sarıldım ona. "Böyle bak. İçime sokmak ister gibi, çok ama çok özledim."

 

"İçine mi sokacaksın beni?" Dedi haylaz bir sesle. Kaşlarım çatıldı ve geri çekilirken ona çatık kaşlarımla baktım. "Bundan memnuniyet duyarım sevgilim." Ellerini belime bastırdığında beni yeniden kendine doğru çekti. Bir anda sertçe beni kendine doğru çekmesiyle dudaklarım dudaklarına çarptı.

 

"Hemen aklın başka şeylere kaysın zaten." Dedim homurdanarak.

 

"Aklımın değilde, daha büyük bir şeyin başka bir şeyin içinde kaymak için can attığına eminim." Dediğinde ona bakakaldım. Nefes almayı bir an için unuturken başını geriye atarak gür bir kahkaha attı.

 

"Şaşırdığında tam bir sincaba benziyorsun." Dediğinde ifademi anında düzeltip kaşlarımı çatarak ona baktım. "Benim küçük, güzel sincabımı kızdırdım mı yoksa?" Dedi gülerek.

 

"Sincap ne be?" Dedim yüzümü buruşturarak. "Tamam senin ayı olduğun bir gerçek ama Sincap ne alaka? Nerem sincaba benziyor benim? Hem bir dakika sen beni bir hayvana mı benzettin az önce? Benzettiysen de niye sincaba benzetiyorsun? Sincap ne alaka bir kere? Ya sen beni dinliyor musun?!" Diye bağırdım en sonunda nefes nefese sorularımı sıralayarak.

 

Gülen dudakları dudaklarımın üzerine kapandığında kucağında yükselmemi sağladı ve beni iyice kendine doğru çekerken öpüşünü derinleştirdi. Dili ağzımın içine bir yılan gibi sızdığında dilini dilime doladı ve alt dudağımı çekiştirerek emdikten sonra üst dudağımı kavradı ve dudaklarının arasına haps etti. Soluğumu kesen uzun ve tutku dolu bir öpücüğü daha dudaklarıma bıraktığında nefes alma ihtiyacıyla geri çekildim.

 

"Sen... Sen varya, çok fenasın." Dedim gülmeden edemezken.

 

Burnunun ucunu burnuma sürttüğünde, "Sana fena herkese bela." Dediğinde tam bir keko gibi konuşması gülmeme sebep oldu.

 

"Nesin sen?" Dedim gülerek. "Mahallenin ağır abisi falan mısın? Yoksa günümüzde daha modern adıyla keko denilenlerden misin?" Dedim kaşlarımı kaldırarak.

 

"Sana ne lazımdı?" Dedi göz kırparak.

 

Kollarımı boynuna dolarken, "Sen." Dedim içli içli. "Bana bir sen lazımsın."

 

"O zaman varlığımla sevgili karımı şereflendirmek benim için onurdur." Demeden hemen önce yanağıma bir öpücük daha kondurmuştu.

 

İçim içime sığmazken gülümsedim.

 

Akrep yelkovanı takip etti. Bildiği yolda izini sürdü ve günaha yenik düşmedi. Yolundan şaşmadı. Zehrini yine kendi kendine içine içine akıttı.

 

Karanlığı ruhumu sarıp sarmaladı.

 

Artık tamamen ona aittim.

 

"İşlemekten asla vazgeçmeyeceğim tek günahsın." Diye fısıldadı karanlık bir sesle. "Şu gülümsemeni görmek için bütün dünyayı yok etmem gerekse, senin için yok ederdim." Dedi yemin eder gibi. "Hep böyle gül." Katran karası gözleri beni içine çekmek ister gibi bakıyordu.

 

"Hep mi?" Diye sordum gözlerimi kara gözlerinden ayırmadan. Aramızda uzanan pamuk ipliği kalbimi bir koza gibi sardı.

 

Kalbi kalbime sarıldı.

 

"Hep." Dedi iç çekerek. "Çünkü sen güldüğünde ben sanki hiç derdim tasam yokmuş gibi hissediyorum. Bütün o karanlığın karmaşanın içinde önce gözlerin, sonra sesin, en son gülüşün çekip çıkıyor beni aydınlığa ve ben sen güldükçe yaşamak istiyorum." Diye fısıldadı.

 

"Ve ben," dedim onun gibi. "Sen bana böyle baktıkça, yaşamak istiyorum." Dedim kısık bir sesle. "Bir gün öleceksem huzur bulduğum, güvende hissettiğim kollarında son nefesimi vermek istiyorum."

 

"Bir daha sakın ölümden bahsetme." Dedi sertçe. Sözlerim onu kızdırmıştı. Dudaklarını anlıma bastırdığında başının göğüsüne yasladı ve parmak uçları yine saçlarımın uçlarında oynadı. "Seninle ölmekte güzel ama yaşamak bambaşka bir şey o yüzden sen yaşa ki ben seninle birlikte ömrüme ömür katayım." Sesi durgun ama toktu.

 

Derin bir nefes alırken, "Hep bunu yapıyorsun." Dedim.

 

"Neyi?" Diye sordu merakla.

 

"Ne zaman sana yaklaşsam, sarılsam veya sen beni sarsan parmakların hep saçlarımın uçlarıyla oynuyor." Dedim bir anda konuyu değiştirerek. "Bunu neden yapıyorsun?" Diye fısıldadım dalgın bir sesle.

 

Ormanın derinliklerinde ilerlediğimizde etrafınızı derin ve korkutucu bir sessizlik sarar ya hani. Göğe doğru yükselen ağaçların yaprakları sallanır ve içinizdeki korkunun büyümesine sebep olur. Rüzgarın hafif esintisiyle beraber tanıdık bir koku ulaşır sonra burnunuza. İçinizdeki korku kara bir sis bulutu gibi dağılır ve aydınlığa kavuşturur sizi. İşte ben denizin mistik kokusunu onda soludukça, kollarının arasına girdikçe kendimi huzurlu ve güvende hissediyordum.

 

"Saçlarına dokunmak hoşuma gidiyor," dedi, iç geçirerek. "Uçlarındaki hafif dalgalar parmaklarımın arasında kaydıkça benim daha çok oynayasım geliyor." Yüzümü örten saçlarımı elleri sıyırdı. "Garip bir his. Tarif etmesi zor ama vazgeçilmesi imkansız." Dedi yavaşça. Sesinde can veren bir his vardı.

 

"Desene yeni bir alışkanlığın daha oldu sayemde?" Dedim gülümseyerek. Kokusu git gide mayışmama sebep oluyordu. Kirpiklerim ağır ağır örttü gözlerim.

 

Sessiz kaldı. Uzun, çok uzun bir süre sessiz kaldı ve uykuyla uyanıklık arasında kaldığım o anda nefesini kulağımın dibinde hissettim.

 

"Söz konusu sen olduğunda, radarıma giren her şeyi alışkanlık edinmek gibi bir huyum var." Diye fısıldadı. "Bak sen şu işe ki, sen benim en büyük alışkanlığımsın. Hemde hiçbir zaman vazgeçemeyeceğim bir alışkanlık."

 

Parmaklarını yeniden saçlarımın uçlarında hissettiğimde, bir çakmağın sönük ve cılız ateşi cayır cayır yanmama sebep oldu.

 

Kelebekler yeniden doğdu ve eskisinden daha da iyi kanatlara sahip oldular. kaburgalarımın altında saklı kalan ve onun katran karası gözleriyle karşılaşınca ortaya çıkan o ateş böcekleri ise artık saklanmadılar. Özgürce göğüs kafesimde hareket ettiler ve kendilerine yurt edindiler.

 

Onların yurdu benim göğüs kafesimdi belki ama benim yurdum bir adamın kolları o adamın yurduysa benim gözlerimdi.

 

Bunu biliyordum.

 

Bildiğim diğer şey ise ortaya döküldüğünde söz konusu cehennem artık benim için başlayacaktı.

 

"Kardelen çiçekleri..." diye fısıldadı bu kez. "Zamansız güzelliğin ifadesi, vaktinden önce açan, Ardıçların gölgesinde güneşe doğru uzanan, masalsı bir destan. Sen işte osun." Dedi zihnime kazınsın ister gibi. "Ardıçların gölgesinde uzanan kardelen çiçeğisin. Benimsin."

 

 

 

Bölüm sonu.

Loading...
0%