Yeni Üyelik
27.
Bölüm

27.Bölüm

@umay_6

 

 

 

HERKESE YENİDEN MERHABAAA.

 

BÖLÜM İÇİN ÇOK BEKLETTİM BİLİYORUM AMA YAZMAYA HİÇ VAKTİM OLMADI GERÇEKTEN. SINAV YAKLAŞTIKÇA DERSLERE ASILMAYA BAŞLADIM VE AYNI ZAMANDA ÇALIŞTIĞIM İÇİN YORGUN ARGIN ZİHNİMİ TOPARLAMDAN DA YAZMAK İSTEMDİM.

 

OY VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN. ÖZELLİKLE YORUMLRINIZI OKUMAK ÇOK KEYİF VERİYOR.

 

NEYSE SİZİ BÖLÜMLE BAŞ BAŞA BIRAKIYORUM.

 

ÖPÜLDÜNÜZ.

 

KEYİFLİ OKUMALAR DİLERİM.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu dünyada bize derin acılar bırakan insanlar vardı. Hepsi sevdiğimiz, güvendiğimiz ve değer verdiğimiz insanlardan oluşuyordu. Kelimeler bıçak görevini görür kalbimizin ortasına saplanırdı. İçimizdeki acı ruhumuzda en derine işler geçmişten kalan bir iz bırakırdı kendinde. Acı veren, kimi zaman yarası deşilen ve hatırladıkça içimiz de ki acının gün yüzüne çıktığı anlar olurdu.

 

Buna, böylesine derinden yara almamıza ve acının bizi bambaşka bir insana dönüştürmesine sevdiğimiz insanlar bizleri mecbur bırakırdı.

 

Acı değiştirir.

 

Acı öyle bir değiştirir ki her şeyini bildiğin bir insan bambaşka bir insana dönüşürdü.

 

Değiştiren acı insanı yabancılaştırırdı.

 

Benim kalbimde, ruhumda tanıdığım herkese yabancıydı.

 

En çokta babama.

 

Yüzümü kaplayan sıcaklık haşladığım yumurtanın buharından yükseliyor ve yüzümü yalıyordu. Dalgın halim gün yüzündeyken derin bir iç çektim. Günlerdir ruhumu saran karanlık içimi sıkıştırıyordu.

 

Babamın ertelenen mahkemesine iki gün kalmıştı ve vakit yaklaştıkça içimdeki korku büyüyor, bocalamama sebep oluyordu.

 

"İzgi?" Onun tok ve erkeksi sesinde yer edinen uyku mahmurluğuyla genzinden gelen boğuk sesi düşüncelerimi bıçak gibi ikiye ayırdı. Kesilen düşüncelerimle zihnim ana dönerken daha ben ona dönemeden çıplak kolları belime sarıldı ve bedenini bedenime yaslarken çenesi omuzumda yer aldı. Huzur dolu bir tebessüm dudaklarımda yer edindiğinde denizin kokusu buram buram genzime doldu. Sıcacık bedeni gevşememe sebep oldu. "Neden erken kalktın?" Sorusu yılan gibi zihnime sızdığında zihnimdeki tilkilerin kuyrukları birbirine dolandı. Kördüğüm oldu.

 

İnan sevgilim, bilmek istemezsin.

 

"Erken uyanınca bugün kahvaltıyı ben hazırlamak istedim." Dedim düz bir sesle. "Sende derin derin uyuyordun uyandırmak istemdim." Dedim kollarının arasında ona doğru dönerek ve yeşillerim katran karası gözleriyle buluştu. Karanlığı içime aktı.

 

Bir çift kara gözde evim vardı.

 

Kendimi güvende hissettiğim, sırtımı yasladığım tek dağ ve sığındığım tek limandı.

 

Benim için hep öyle kalacaktı.

 

Keskin, bende hep var olacaktı.

 

Onu asla unutmayacaktım.

 

Unutamayacaktım.

 

Aşağı ineli henüz on dakika olmuştu. Bu süreçte sadece, yumurtaları kaynatmış, çay koymuş ve masayı yeni yeni hazırlamaya başlamıştım.

 

Muhtemelen yataktaki yokluğumu fark eder etmez uyanmış olmalıydı.

 

"İzgi." Dediğini duydum adımın üzerine bastıra bastıra. Katran karası gözlerinde çözemediğim bir ifade vardı. Gerçi ben onu hiç çözememiştim ya. Ben onun aksine açık bir kitap gibiydim. Her şeyimi, her hareketimi okuyordu ve ben ne o kitabın kapağını kapatıyordum, ne o yazarın kalemini kırıyordum ne de yüzü açık kartlarımı ters çeviriyordum.

 

Hep kartlarım açık oynamıştım.

 

Onun aksine çünkü o kaçak oynamayı ve bildiklerini kendine saklamayı çok severdi.

 

"Durgunsun." Dedi bir anda. Kara gözleri yüzümü dikkatle inceliyordu. "Bir sorun mu var?" Dedi sorgu dolu bir sesle.

 

Var demek istedim.

 

Anlatmak, içimi atmak ve beni günden güne tüketen ve zehir gibi damarlımda dolanan acıyı kusmak istedim.

 

Ama hiçbirini yapmadım.

 

Yaptığım tek şey gülümsemek oldu. Bu daha çok şüpheye düşmesine sebep oldu.

 

"Hayır." diyerek yalan söyledim. Kaşları çatıldı. "Kullandığım ilaçlardan olsa gerek. Zihnim bir dehlizden ibaret sanki."

 

"Son günlerde dalıp dalıp gidiyorsun. Bana anlatmak istedi-"

 

"Hayır." Dedim hızla. Kara gözlerinde yer edinen kuşku içini kemiriyordu. "Gerçekten iyiyim, Keskin. "Dedim. "İlaçlardan olsa gerek durgunluğum." Karaları yeşillerimin içinde bilinmezliğe doğru yol aldığında orada aradığı şeyi ona vermedim.

 

"Sen üzerini değiştir bende kahvaltıyı hazırlayayım." Dedim konuyu geçiştirerek. Günlerdir zihnimi kurcalayan birçok şeyin beni durgunlaştırdığını ve sessizleştirdiğini biliyordum. Onunda gözünden kaçmamış olmalıydı. "Hem havada çok güzel bugün" Dedim bakışlarımı içimi kaplayan kasvete inat aydınlık olan gökyüzüne. "Kahvaltıyı dışarıda yaparız. Neyse, hadi tutma beni. Öğlen olacak neredeyse biz daha yeni kahvaltı ediyoruz." Parmak uçlarımda yükselip yanağına bir öpücük kondururken, "Hadi sevgilim." Dedim ve kollarının arasından sıyrılırken, mutfak çıkışına doğru hafifçe iteledim kaslı bedenini."Hadi hadi hadi." Dedim onu kovarak.

 

Mutfaktan çıkarken, "Hayret bir şey ya. "Dediğini işittim.

 

Yarım tebessümüm heybetli bedeninin kaybolmasıyla yavaşça soldu.

 

Tezgahın üzerinde duran telefonum titrediğinde açılan ekranıma düşen bildirim kalbimin sıkışmasına sebep oldu.

 

Bilinmeyen Numara

 

"Kurt ine sızdığında artık zaman avlanma zamanıdır. Peki sen, avlayan mı olacaksın? Avlanan mı? Sence de artık bazı şeylerle yüzleşmenin vakti gelmedi mi bayan Alacahan?"

 

Mesajı sindirememişken yeni bir bildirim daha düştü ekrana.

 

"Kandırdığın şeyin bir başkası mı yoksa kendinin mi olduğuna kara verdiğinde ve ben bundan emin olduğumda olacak olan kaçınılmaz olacak."

 

Göğüs kafesim korkuyla yükseldi ve içim doldurduğum zehir gibi bir nefesle geri indi.

 

Kırgınlığın gölgesinde, acıların içinde ve kimsesizliğin çaresinde, öldüm.

 

Ne koyulduğum bir mezar, sarıldığım bir kefen, üzerime atılan bir avuç toprak vardı.

 

O bile bu fani dünyada bana çok görülmüştü.

 

Ruhumun üzerinde bir sis bulutunu andıran gölgeler ve karanlığın içine haps olmuş, o urganı boynuna geçirmiş bir kız çocuğu vardı.

 

O kız çocuğu artık yaşamıyordu.

 

Benim gibi.

 

Bu son olsun artık. Yalvarırım bu son olsun.

 

Üzerime çöken karanlık bütün etrafımı sardı. Keskin gelmeden hemen önce kahvaltıyı hazırlamayı başardım. Sessizliğim kahvaltıda da sürerken o bunun farkında olsa da üzerime gelmedi. Kahvaltıdan sonra ben salondaki kanepede uzanırken Keskin meclise gideceğini söylediği için üzerini değiştirmek amacıyla yukarıya çıkmıştı. Günlerdir benimleydi. Hastanede olan süreci de sayacak olursak işlerini benim yüzümden çok fazla ihmal etmişti ve hiç olmazsa bugün Meclise uğraması gerektiğini biliyordum.

 

"Sevgilim." Tok ve sert sesi kulaklarıma sızdığında yeşil harelerimdeki çaresizliğin yerini maskelenmiş gölgeler aldı ve onun heybetli bedenine çevirdim daldığım yerden çektiğim gözlerimi. Üzerinde ona çok yakışan ve bütün vücudunu saran lacivert bir takım elbise vardı. Beyaz, dar gömleği kaslı vücudunu sarmıştı. Gömleğinin ilk üç düğmesi açıktı ve kavisli aklımı başımdan alan köprücük kemiklerine dokunmak için parmak uçlarım karıncalandı. Günlerdir dağınık olan siyah saçları bugün büyük bir uyum içindeydi. Kemikli ve sert çehresindeki sakallarını tıraş etmişti ama tamamen kesmemişti. Gür kirpiklerinin arasına sıkıştırılmış katran karası gözleri dipsiz bir kuyuyu andırıyordu. Koltukta kalan boşluğa çöktüğünde elleri ellerimin üzerine sarıldı. Sıcaklığı bir kez daha içimin ısınmasına sebep oldu. "Ben şimdi çıkıyorum. Birkaç saate gelmiş olurum. Sen beni bekleme yemeğini ye ve ilaçlarını aksatma sakın." Dedi ikaz ederek.

 

"Çok geç kalma." Demekle yetindim sadece.

 

Bıkkınlıkla nefesini verirken, "Bekleyeceksin değil mi?" Dedi beni bilir gibi. "Ah, bir kez de sözümü dinleyip inat etmesen." Dedi sitemle.

 

Gülümsediğimde, gözlerim kısıldı.

 

"Vakitlice gel." Dedim kaşlarımı çatarak. "Vaktinden geç gelirsen, almam seni eve." Bu sefer sözlerim onu gülümsetti ve sakallarının arasına gizlenmiş gamzesi ortaya serildi. " Geçireyim mi seni?" Dedim öylece durmasına karşılık hevesle.

 

Kara gözlerinde bir ışık parladığında yutkundu. Gözlerinde yine ve yine yansımam vardı.

 

Hep olacaktı.

 

"Olur." Dedi çözmediğim garip bir ses tonuyla ama dudaklarının kıvrılmak için an kolladığını biliyordum. Üzerimdeki pikeyi kaldırdığımda, saten beyaz geceliğimin sıyrılmasıyla beyaz tenim göz önüne serildi. Koltuğun üzerine bıraktığım sabahlığımı da üzerime geçirirken koltuktan ayaklanmıştım ki onun eli bileğime sarıldığında kucağına düşmemi sağladı ve anlık hareketi yüzünden dudaklarımdan, "Hiii!" Diye garip bir ses çıktı.

 

Kolları yılan gibi belime dolandığında beni iyice kucağına çekti. "Aklımı aldın, deli." Dedim ters ters ona bakarak.

 

"Sende benim aklımı başımdan alıyorsun." Bir eli ensemden kayarak saçlarımın arasına sızdığında bedenimi bedenine yasladı. Dudaklarımızın arasında bir karışlık mesafe vardı. Sıcak nefesi dudaklarımın üzerine çarparken kalbim heyecanla kanat çırptı.

 

Onu özlemiştim.

 

"Fakat ben senin aksine şikayet etmiyorum" Dudakları dudaklarıma çarptığında kesik bir nefes verdim.

 

"Sana bundan şikayetçi olduğumu düşüren nedir?" Diye sorduğumda gözlerimi gözlerine dikerek kucağında hareketlendim ve dişlerini birbirine bastırdığını belirginleşen çene hatlarından anladım.

 

Yutkunurken, "Değil misin?" Diye sordu.

 

"Cevabını bildiğin soruları neden soruyorsun?" Kaşlarım havalandı. "Şüphen mi var yoksa?"

 

Parmakları saten kumaşın üzerinden tenime gömüldü. Altımdaki varlığının baskısı nefesimi kesiyordu. Dudakları dudaklarıma çarptı ama öpmedi. "Diyelim ki var." Dedi erkeksi sesiyle. " Şüphelerimi gidermek için ne yapacaksınız savcı hanım?" Dediğinde gülümsedim. Onunda gözlerinde haylaz bir parıltı hakimdi.

 

Biraz daha yaklaştığımda dudaklarımın baskısı artık tamamen üzerindeydi, "Size gerçeği göstereceğim ve yaşatacağım." Dedikten hemen sonra dudaklarının üzerinde kıpırdanan dudaklarım aralanan dudaklarının arsında yer aldı.

 

Tadı damağıma yayılırken dudaklarıma tatlı bir işkence sundu. Belimden kayarak omuzlarıma doğru çıkan büyük eli geceliğin askısını düşürdü ve V yaka göğüs dekoltesi olan açık gerdanımın ve sağ göğsümün tamamen ortaya serilmesine sebep oldu. Omuzlarıma dökülen saçlarımı geriye doğru itti ve parmakları tenimde kendine bir rota çizdiğinde kucağında kıvrandım. Öpüşü gittikçe derinleşirken dili dilime dolandı.

 

Arzu etrafımı kırmızı bir bulut gibi sararken dokunuşları tenimin alev alev yanmasına sebep oldu. İstekle kucağında kıvrandığımda her iki eli de bu sefer kucağındaki bacaklarımdan yukarıya doğru kayarak ve okşayarak geceliğimin eteğinin altına sızdı.

 

"Keskin." Dedim bu işkenceye son vermesi adına. Kalp atışlarım hızlanmış dudakları dudaklarımdan ayrılırken nefes nefese kalmıştım. Henüz birlikteliğimiz için erkendi. Dikişlerim daha alınmamıştı ve olası bir zorlanma benim için kötü bitebilirdi.

 

Anlı anlıma yaslandığında, "Ben böyle işin evveliyatını döne döne sikeyim." Dedi boğuk bir sesle. "Durmam gerek biliyorum." Diye fısıldadı. Kapalı gözlerim aralandığında karanlığıyla karşılaştım. "Ama söz konusu sen olduğunda irademe hakim olamıyorum." Dedi boğuk bir sesle.

 

"Ben sadece seni geçirecektim." Dedim dudak bükerek. "Ayaklanınca azan sensin. Söylesene senin tarafta durum o kadar vahim mi?"

 

"Seni arzulamak nefes almak gibi ve benim soluğumun kesilmemesi için sende can bulmam gerekiyordur belki de?" Dediğinde hareket eden adem elması parmak uçlarımın karıncalanmasına sebep oldu. "Ve evet İzgi, benim tarafımda söz konusu sen olduğunda durum o kadar vahim çünkü ayarlarımla oynuyorsun."

 

"Ben ne yaptım yine ya?"

 

"Gözlerin..." Dedi iç geçirerek, bir anda. Sanırım gözlerimin onda neden bu denli bir etki bıraktığını hiçbir zaman anlayamayacaktım. "Gözlerini görmek hatta görmeyi bırak o gözlerini hatırlamak ve seni zihnimde yaşatmak bile bana bu hayatta hala yaşamaya değer şeyler olduğunun en büyük kanıtı." Sanki karanlığından sıyrılmış ve benimle birlikte aydınlığa kavuşmuştu. "Karanlığım seni kirletir sanmıştım ama senin aydınlığın beni temizledi. Seninle her şeye koşulsuz şartsız, önünü arkasını hesap etmeden varım. Çünkü bu sefer benim karanlığım birini yutmadı. Karanlığıma rağmen içimde kalan tek güzel şeysin. Işığımsın."

 

Alt dudağımı dişlerimin arsında ezdim, sertçe. O her beni sanki içine bile sığmayan dolup taşan o hisle sarmaladığında ağlamak istiyordum.

 

Çünkü onun sevgisini hak etmiyordum.

 

Her anlamda.

 

"Sana inanmak istemiyorum." Dedim çocuk gibi. Kaşları çatıldı. "Öyle bir konuşuyorsun ki, sanki hiç gitmeyecek beni sevmekten asla vazgeçmeyecek miş gibi ve eğer ben buna inanırsam bir gün inandığım her şeyin üzerime yıkılmasından korkuyorum."

 

"Neden birinin seni koşulsuz şartsız, bir ömür seveceğine inanmıyorsun?" Diye sordu karanlık bir sesle. "Hiç mi canı gönülden sevmediler seni?" Dediğinde kurşun yesem böylesine acımazdı canım. "Yoksa kimse inandırmadı mı gerçekten seni sevdiklerine? Hiç hissedemedin mi gerçekten sevildiğini?" Diye sorduğunda içim ezildi.

 

Derin bir nefes aldığımda, "Ben hayatım boyunca sevdiğim insanların veya beni seven insanların kalbinin kapısına yakın otururum mesela. Yerimi bilirim yani." Dedim gülümsemeye çalışarak ama o dikkatle beni dinlerken çok zordu. "Bunun sebebi de bir gün hepsinin sorgusuz, sualsiz tek hatamda o kapının dışında olacağımdır. O yüzden o kapıya yakın otururum ki içindekiler beni görmesin ve sessiz sedasız ayrılayım isterim."

 

"İzgi." Dedi sen ne anlatıyorsun dercesine. "Ben ev diye sana sığınmış, kalbimin orta yerine sevda diye senin adını yazmışım." Dedi yanık sesiyle. "Varsın kimse istemesin seni. Ben isterim seni. Ben en çok seni ister seni bilirim."

 

"Kimsem yok ki ama benim. Hiç kimsem y-"

 

"Ben varım." Diye atıldı anında hızla. "Ben varım ya Sevgilim. Ben yetmez miyim sana? Ben olurum senin kimsen."

 

"Ben sana yaramam." Dedim hüzünle.

 

"İzgi." dedi kesin bir dille.

 

"Paramparça oldum Keskin İçim soğumuyor. Ne yaparsam yapayım olmuyor ve ben bir gün içimdeki kırık parçaların seni kanatmasından korkuyorum." Dedim gözümden akan yaşlarla birlikte. "Benden sana yar olmaz." Diye yakardım bir serzeniş içinde. "Ben sana sadece yara olurum."

 

"Yarama merhem, canıma can olanın söylediklerine de bak hele?" Dedi sitemle. "Sen benim yara merhem, canıma can, acıma şifasın. Nasıl kendini bana yar değil de yara olarak görürsün?" Dedi sözlerime karşılık öfkeyle. "İzgi, sen benim malihulyamsın. Kara sevdamsın." Diye bir itirafta bulundu. "Biliyorsun değil mi?"

 

"Seni seviyorum."

 

"Biliyorsun değil mi sevgilim? Bendeki yerine inanıyorsun değil mi? Oturduğun yer kapının arkası değil bu sefer değil mi? Kapıya yakın oturmuyorsun artık değil mi? Bu sefer eminsin değil mi? Bu sefer kendine bir yer aramaman gerektiğini ve senin yerinin benim kalbim olduğunu biliyorsun değil mi?" Diye fısıldadı. "Artık bendesin değil mi kız çocuğu."

 

"Sendeyim."

 

"Ve güvendesin."

 

"Senin kollarında."

 

"Ve özgürsün artık değil mi kız çocuğu?"

 

"Özgürüm. Sendeyim ve senin kollarındayım."

 

"Özgürsün. Bendesin ve benim kollarımdasın." Gözlerimin içine öyle bir ifadeyle bakıyordu ki çoğu zaman karşısında söyleyecek hiçbir şey bulamıyordum. "Hep te öyle kalacaksın."Dedi yemin eder gibi.

 

Başka bir şey söylemedi. Beni kendine doğru çekerken, göğsüne sindim. Şefkatli dokunuşları çıplak kollarımda ve omuzlarımda gezindi. Bana her dokunduğunda tenim cayır cayır yanıyor buz tutan kalbim yavaş yavaş çözülüyordu.

 

Her seferinde bana dokunduğunda içimdeki şehvet karşı koyamadığım arzuyla birleşiyordu.

 

Çıldırtıcı bir yakışıklılığı ve çekiciliği vardı. Bir kadının ona karşı koyması imkansızdı.

 

Bu düşünce midemin garip bir hisle burkulmasına sebep oldu.

 

Derin bir nefes alırken, "İşe geç kalacaksın." dedim düz bir sesle.

 

"Sikerim işini. Ben sana geç kalmışım." Dedi öfkeyle kendine kızar gibi. Kalbim sözleriyle deli gibi çarptı. Kalbime zarar, ruhuma şifaydı. "Yetişememişim sana. Bundan daha önemlisi var mı sanıyorsun sen?" Aldığı nefesle göğüs kafesi yükseldi ve içi sıkılmış gibi yavaş bir ağırlıkla geri söndü.

 

"Belki de ben geç gelmişimdir sana. Belki de sen vaktinde olman gereken yerdeydin ama ben sana yetişemedim Keskin. Belki de asıl kurtarılması gereken sensindir ve ben bunu anlayamamışımdır. " Dedim dalgın bir sesle. Ne ona ne de ruhuna yetişemediğimi, kalbine dokunamadığımı hissediyordum. Vaktinden önce gelen oydu. Bekleyen, sabreden yine oydu. Kaçan, korkan ve kalbine, ruhuna yetişemeyense yine bendim.

 

O vaktinden önce olması gereken yerdeydi.

 

Bense geç kalan, beni bekleyen adamın ruhuna yetişemeyendim.

 

"Senin yaralarını sarmak, sana geçte olsa kavuşmak benim kalbimdeki yaraları sarar İzgi." Dedi iç geçirerek. Aldığı nefesin göğsünü sıkıştırdığını biliyordum. "Varsın ben bugün işe geç kalayım. Ama yeter ki seni geciktirmeyeyim. Sana yetişebileyim." Sesinde asılı kalmış ruhlarına sarılmamış, delik deşik edilmiş yaraları vardı. Can yakan bir tondu.

 

"Geçte olsa ben hep senin sokağına uğrayacağım biliyorsun değil mi? Sana geç kalsam da ruhuna yetişeceğim ve haps olduğun o karanlıktan çıkaracağım biliyorsun değil mi?" Diye sordum tereddütle.

 

"En azından artık çabalıyorsun." Sözleri ucu yakılmış bir ok gibi kalbimin orta yerine saplandı. Yaktı ve yandım.

 

Yanmak benim kaderimde vardı.

 

Hayatım boyunca hep yanacaktım.

 

Asla soğumayacaktım.

 

...

 

Ayaklarımın altında derin kesikler bırakan ve ayak tabanlarımı paramparça eden, üzeri cam kırıklarıyla dolu bir yolun üzerinde yürürken asfalta akan kan zift değil, kor kızıl rengindeydi.

 

Bir çocuğun yirmi altı yıllık yolculuğunun izleri o asfalta dökülmüştü. İçindeki kan ayak tabanlarından cam kırıklarının üzerine boşaldıkça ruhu her geçen gün ışığını daha çok kaybediyordu.

 

Işığım sönüyordu ve yine kimse beni fark etmiyordu.

 

Belki de kangren olan yeri kesip atmak gerekirdi?

 

Ayak tabanlarıma jilet vurup bu acıyı kökünden kesip atsam ruhum huzura kavuşur muydu?

 

Yalanların arkasına saklanmış, gizli gerçekler gün yüzüne çıktığında hayatınız tepe taklak olur ve bir daha asla var olduğunuz kişi gibi olamazdınız.

 

Acı olgunlaştırır. Heveslerimizi...Gülümsemelerimizi...Çocuksu heyecanlarımızı...Hayallerimizi...Umutlarımızı... İnancımızı ve güvenimizi çalardı bizden.

 

Aslına bakarsanız, acı sandığımızdan daha çok acıtır ve yıpratırdı.

 

Bir kelime, üç harf. Bakıldığında küçümsenen ama yaşadığımızda nefesimizi kesen o kelimenin adı acıydı.

 

Ezo'nun ela gözleri dalgın bir şekilde televizyondaydı. Ekranda yansıtılan diziyi izlemediğine ve geçmişin sancılı rüyasına daldığına emindim.

 

Bir adam tanımıştı yarım ömründe.

 

Kalan yaşanmışlıklarını ve gülümsemesini çalmıştı ondan.

 

Ezo bir adam tanımıştı ve üzerine devrilen hayallerinin altında kalmıştı.

 

Bir kere sevmişti.

 

Bir daha sever miydi bilmiyordum ama birini sevmek, yeniden aşık olmak ve güvenmek en çok onun için zordu.

 

"Ezo?" Diye seslendim dalıp giden kadına. Ezo oturduğu kanepede irkilirken bakışlarını bana çevirdi. Zeynep, Uraz'ı okula bırakacağı ve oradan da adliyeye geçeceği için Ezo beni yalnız bırakmamak için yanıma gelmişti. "İyi misin kuzum sen?" Diye sordum merakla.

 

Yüzüne buruk bir gülümseme yerleşti. "İyiyim kuzum. Dalmışım öyle." Dedi geçiştirerek.

 

Başımı omzuma doğru eğerken, "Onu düşünüyorsun değil mi?" Dediğimde gözlerini kaçırdı. "Hala aşamadın değil mi?"

 

"Aşılacak gibi mi İz? Aşabilseydim böyle perişan olur muydum şimdi? Yaşanan ağırlığının altında kaldım ben. Umudumu yitirdim artık. Geri gelse affet dese asla affetmem o ayrı mesela ama sevdiğinden yara alınca üstesinden gelemiyorsun. Benim sığındığım o limanın teknesi battı. Suyun hırçın dalgalarının içinde boğulalı ve kurtarılmayı beklemeyeli çok oldu." Dedi dolu gözlerle. "Ama biliyor musun?" Dedi dolu gözleriyle gülümseyerek. "Artık acıtmıyor."

 

"Yaralar hep acıtır Ezo. Sen yaran kabuk bağladı diye o yaranın kabuğu kalkmayacak yandığın yerden tekrar yanmayacak mısın sanıyorsun?" Serzenişim onu bir kez daha yaktı.

 

"Hevesle gitmek istediğim o düğünde yediğim bir kurşun benden her şeyimi, hayallerimi aldı İz." Öyle bir gülümsedi ki gülümsemesinin altında ezildim. "Artık kurtarılamayacağımı biliyorum çünkü öleli çok oldu. Akıttığım ilk göz yaşında can verdim ben."

 

"Serçe kuşları..." Diye fısıldadım. "Ağladıklarında ölürler Ezo." dedim bir gerçeği daha ona hatırlatarak. Gözünden akan bir damla yaş yanaklarından süzüldü. "Sen daha kaç kere öleceksin?"

 

Bir kurşun ondan en büyük hayalini almıştı. Kasıklarına yediği kurşun rahmini parçalamış anne olma hakkını elinden almıştı. Nişanlıydı. Düğününe iki hafta vardı ve sevdiği adamın ondan çocuk için vazgeçmesiyle yüzleşmişti.

 

"Onu suçlayamazdım İz. Ona hiçbir zaman kızmadım da. Sadece kırgınım. Ama buna bile hakkım yokmuş gibi hissediyorum." Sesindeki çaresizlik kalbimi acıttı. "Onun baba olmaya hakkı vardı ama benim anne olmaya hakkım yoktu."

 

Son cümlesi...Acısının vücut bulmuş haliydi.

 

Kendi kendini acıtıyor yarasını kaşıyor, kabuğunu acımasızca canını yakarak kaldırıyordu. Yarasını yine kendisi kanatıyordu.

 

"Onu sevmek ışıkları sönmüş bir lunaparkın ışıklarının yanması gibiydi, gözlerine her baktığımda içimdeki kız çocuğu canlanıyor demiştin." Söylediklerimin canını yaktığını gözlerinde gördüm. " Hala öyle hissediyor musun Ezo?"

 

"O lunaparkın ışıkları söndü." Dedi dilinden zehir akıtırcasına. "Bir deprem yaşandı ve kız çocuğunun binmeyi çok sevdiği o dönme dolap üzerine devrildi İz." Acısı öyle bir yerdendi ki yabancısı olduğum bu acı için teselli kelimelerim yoktu.

 

Gerçi Ezonun teselliye ihtiyacı da yoktu. Onun en büyük tesellisi sevdiklerinin hayatta olmasıydı çünkü o düğünde verdiği tek kayıp annelik hakkı değildi.

 

"Kimse o kız çocuğunu o enkazdan çıkarmadı." Omuz silkti çocuk gibi. Uzandığım yerden kalkıp yanına gittiğimde koltuğa oturdum ve onu kollarımın arasına çektiğimde göz yaşları bu anı bekliyormuş gibi aktı. "Bende umudumu yitirdim artık."

 

Bazı acılar, cümleler, kelimeler ruhun katiliydi.

 

Ezo'nun ruhunun katili, Botan Kılıçtı.

 

Soyadı gibi keskin bir kılıç saplamıştı Ezo'nun göğüs kafesine. Onu yarasıyla bırakıp gitmiş, ahını almıştı.

 

Ezo, Botanı hiçbir zaman affetmeyecekti.

 

Bir süre için için ağladı kollarımda. İçindeki acıyı saklamadan kustu. Gözlerinin akı ağlamaktan kızarana kadar ağladı.

 

Annesinin dizinde bile ağlayamayan Ezo benim kollarımda ağladı.

 

Sakinleşene kadar bekledim yanında. Ağlamaları dindikten sonra mutfağa geçip sıcak bir kahve hazırladım onun için. Birlikte sessizce oturduk televizyon karşısında. Ne o konuştu ne ben.

 

İkimizde içimizdeki cehennem ateşini sessizliğimizle harladık. Bir kez daha içimize attık.

 

Beni hasta eden de içime attıklarımdı ya zaten.

 

Bir türlü akıllanmıyordum işte.

 

Bana gel demiştim anne. Sen niye ölüme gittin?

 

Sessizliği kıran zilin sesi evin içini doldurdu.

 

"Ben bakarım." Dedi Ezo kahve kupasını sehpaya bırakıp ayaklanırken gözden kayboldu. Çok geçmeden kapının açıldığını duydum.

 

"Kimsiniz?" Dedi Ezo sorgu dolu bir sesle.

 

"Asıl siz kimsiniz?" Genzinden gelen tok ve kalın ses Douglas'a aitti. Sıkıntıyla ofladım.

 

"Önce ben sordum."

 

"Ne fark eder?" Dedi Douglas. Kısa bir sessizlikten sonra, "Keskinin arkadaşıyım."

 

"Yeterli değil ayrıca seni tanımıyorum. Keskin tanımadığım kimseyi içeriye almamam gerektiğini söylemişti."

 

"Beni tanıman mı gerekiyordu?"

 

"Tanımamam daha mı hayırlı olurdu?" Diye cevap verdi Ezo.

 

"Lan manyak mısın nesin?!" Douglas'ın sinir dolu sesi gülmeme sebep oldu. "Çekil önümden içeriye gireceğim."

 

Daha fazla tartışmalarını istemediğim için,"Ezo, bırak gelsin!" diye bağırdım içeriden.

 

"Ezo mu? Kürt müsün sen?" Oturduğum yerde istemeye istemeye ayaklandım. Ayaklarımı sürüye sürüye salondan çıkarken kapıda kalan Douglas çarptı gözüme. Ezo hemen karşısında dikilirken, mavileri onun üzerindeydi.

 

"Rahatsız mı oldun gavur herif!" Dedi Ezo öfkeyle. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken Douglas, kısa bir an afalladı.

 

"Ne didişiyorsunuz, kedi köpek gibi?" Dedim ellerimi belime yerleştirip ikisine de ters ters bakarak. "Geç içeri Vance." Dedim kapıda kalmasına karşılık. Ezo içeriye doğru ilerlerken Douglas da içeriye girmek için bir adım atmıştı ki Ezo bir anda tutuğu kapıyı kapatmak için itti.

 

Eğer Douglas son anda suratına çarpmak üzere olan kapıyı tutmasaydı şu anda kırık bir burnu olabilirdi. Burnundan sinirle sert bir soluk verirken mavileri öfkeyle parladı.

 

"Kendin gibi garip arkadaşlar bulmuşsun. Hepinizin, dengi dengine." Dedi sinirle. "Deli deliyi dakka'da bulur diye boşuna dememiş atalarınız."

 

"Aynı tip insanlardan olmaksa farklı olmak her zaman iyidir!" Diye bağırdı Ezo içeriden. Kaşlarım Ezo'nun sözlerine karşılık imayla havalandığında Douglas umutsuzca başını iki yana salladı.

 

"Yenge hanım, şu öküze söyle de çekilsin kapının ağzından. Donduk yahu!" Baturun sesiyle birlikte şaşkınlığım yüzüme yansıdı. Başımı uzatıp Douglas'ın arkasına baktığımda, Baturun yanında Zeynep'i görmeyi beklemiyordum.

 

"Senin adliyede işin vardı hani Zeynep?" Dedim imayla.

 

"Dönüş Yolunda, Batur beyle karşılaştık." Dedi Douglas'ı itip omuzlarındaki cekete sarınarak içeri girerken kaşlarım havalandı.

 

Baturun üzerinde bir takım elbise vardı ama takımın ceketi yoktu.

 

"İşim bitmişti zaten. Seni görürüm diye geldim zaten." Duraksadı ve omzunun üzerinden bana baktı. "Kovsaydın bir de İz? İnsan bir hoş geldin der ya hani."

 

Baturda içeriye girerken ellerini pantolonunun ceplerine soktu ve duruşunu dikleştirdi. "Katılıyorum. Sen misafirlerini böyle mi karşılıyorsun yenge hanım?" Dedi kınar gibi. "Cık cık cık." Dedi dilini damağına vurarak. Tip tip ona baktım. "Hayret bir şey yani."

 

Douglas bizi umursamadan içeriye girdiğinde Zeynep'in arkasından gitti. "Kocam nerede?" Diye sordum merakla. "Kocamı niye getirmediniz? Yine bütün işi ona yıktınız değil mi pis herifler!" Dedim ona kızarak.

 

O kızgın halime gülerken kapıyı ayağıyla iterek kapattı ve bir kolunu omzuma atarak kendisiyle birlikte beni içeriye doğru yönlendirdi. "Günelerdir kocanlasın zaten. Adamı kapatman yaptın resmen kız. Hala sönmedi mi ateşin?" Dediğinde ağzım beş karış açık kaldı.

 

"Defol git be!" Dedim onu iterek ve kolunun altından çıktım. Koltuğun üzerine attığım telefonumu aldıktan sonra onları salonda bırakarak bahçeye çıktım.

 

Arama kısmında onun numarasını bulup tuşladım ama üç kez üst üste aramama rağmen telefonlarıma cevap alamadım. Aybars'ı aradığımda telefon ikinci çalışta açıldı.

 

"Alo? Aybars?" Dedim hızla.

 

"Buyurun İz hanım? Bir sorun yoktur umarım?" Dedi merakla.

 

"Yok yok," Dedim. "Keskin nerede?" Diye sordum telefonun ucunda beni dinleyen korumam Aybar'sa. "Saatler oldu hala gelmedi."

 

"Eve gideceğini söylemişti İz hanım." Diye yanıtladı.

 

"Malikaneye mi gitti?" Diye sordum merakla. Aybar'sın cevabını beklerken, tam o sırada belime sarılan kollarla birlikte kokusu doldu genzime. Çenesi omzuma yaslandığında, "Cık." dedi omzuma bir öpücük kondururken, "Evime geldim." Diyen tok ve erkeksi sesi kulaklarıma doldu. Gülümsemem yüzümde kocaman bir hal aldığında kalbim heyecanla kanat çırptı.

 

Kollarının arasında ona doğru dönerken benim kollarım onun boynuna dolandı yavaşça. Yüzünde ki eşsiz gülümsemesi yüzünü daha aydınlık ve çekici kılıyordu. Bir adama gülümsemek bu kadar yakışırken, neden daha çok gülmüyordu? "Neredesin sen?" Diye sordum kaşlarımı çatarak. "Arıyorum açmıyorsun. Soruyorum söyleyen yok. Ne diye beni me-"

 

Dudaklarıma kapandığında kelimelerimi yutmak zorunda kaldım. Alt dudağımı dudaklarının arasına aldığında tatlı bir işkence sundu bana. Soluğumu kesen öpücüğü derinleştiğinde, uzun tutku dolu bir öpücüğü dudaklarıma bıraktıktan sonra geri çekildi. "Bir insan birkaç saatte bu kadar özlenir mi?" Dedi anlını anlıma yaslarken, yutkundu. "Birkaç saatte bile delirecektim sensizlikten, yemin ederim." Dediğinde güldüm. "Şöyle gülmesene."

 

Kaşlarım çatıldı. Geri çekilirken," Neden?" Diye sordum merakla. Gülünce kısılan gözlerimi ve tebessümümü kısa bir süre izledi.

 

"İçim gidiyor." Vurgun yemiş gibi sarsıldım. "Şu gülüşe kaç paket sigara bitirsem faydasız." Elleri yüzümü örten saçlarımı sıyırdı. "Sanırım ben ne kadar içersem içeyim, sensizliğe alışamayacağım. Zihnimi bulandıran alkolde olsa, her şey silikleşse de bir sen net kalırsın kafamın içinde."

 

İki elimi yanaklarına bastırdığımda yüzüne öpücükler kondurmaya başladım. "Oh!" dedim yanağında öperken. "Oh ya!" dedim bir diğer yanağından da öperken. Elleri belimde sabit dururken dudaklarında onu öpücüklere boğduğum için büyük bir gülümseme vardı.

 

"Kız yaladın adamı köpek gibi!" Diye bağırdı Batur camın arkasından.

 

"Kocam değil mi? İstediğimi yaparım, sanane!" Diye bağırdıktan sonra bu sefer dudaklarına yapışan ben oldum.

 

"Aaaa!" Diye bağırdı teyzeler gibi. Keskin dilini ağzımın içine ittiğinde ikimizde Baturu umursamadan öpüşmeye devam ettik. " Yalayıp, yuttu lan adamı!"

 

"Lan gerizekalı!" Diye bağırdığını duydum Douglas'ın. "Mal, herif! Ne bok yiyorsun lan sen orada!"

 

"Gavur olduğu yetmiyormuş gibi bir de küfür ediyor, dinsiz imansız!" Dedi Ezo bir anda.

 

"Konu yine ne ara bana geldi anasını satayım!"

 

"Rica ediyorum biraz usturuplu konuşur musunuz Doglas bey." Dedi Ezo sitemle. "On lafınızdan dokuzu küfür, kalanını da anlamakta güçlük çekiyorum. Sizi İslam'a ve imana davet ediyorum." Dediğinde kıkırdadım. Dudaklarımız ayrıldı ama onun tarafından tekrar birleştirildi.

 

"Adım, Douglas benim." dedi tek derdi buymuş gibi. "Yanlış söyleme Kürt kızı."

 

"Adınızda bile meymenet yok. Bakın beni dinleyin İslam'a yönelin. Size yeni bir isim de koyarız." Douglas'ın sıkıntıyla iç çektiğini ve bıkkınlıkla Ezo'ya baktığını gördüm. Batur kınarcasına bize bakıyor ağzının içinde bir şeyler homurdanıyordu. Orta parmağımı ona doğru kaldırdığımda ağzı açık kaldı. Öfkeyle soludu. "Cemil olabilir bence. Suat? Yusuf? Orhan?" Diye sordu Ezo, Douglas'a, gülerek. "Eğer beğenmezseniz, Abdullrezzak ve şerefsiz de seçeneklerimiz arasında mevcut."

 

Douglas bıçak kesilen gözleriyle Ezo'ya baktığında, Ezo, tatlı tatlı gülümsedi.

 

"Kızmayın hemen Doglas bey. Siz İslam'a yönelirseniz bende sevaba gireceğim işte. Bakın çok hayırlı bir işe sebep olursunuz." Dediğinde onu ikna etmekten çok onunla uğraşıyor gibiydi.

 

"Hayırlı bir işe vesile olmak ve sevap kazanmak istiyorsan eğer Kürt kızı, evlen ve dinini güvence altına al." Dedi düz bir sesle. Ezonun yüzündeki gülümseme dondu. "Eminim bundan daha hayırlısı yoktu ama şimdiden kocana acımaya başladım. Yazık, adam cağız nasıl bir şeye bulaştığını bilse koşa koşa kaçardı."

 

Ezonun yüzündeki gülümseme gittikçe soldu. Douglas ona bakmadığın için bunu fark etmedi. Ezonun yüzü taş gibi dümdüz kesildiğinde bakışlarını Douglas'tan çekti ve önüne çevirdi. Evlilik, lafını duyduğunda bile içini kaplayan hüzünü biliyordum.

 

Ezonun bir anda sessizleşmesi Douglas'ın garibine gitmiş olacak ki mavileri yanındaki kadını buldu. "Sustun?." Dedi sorgu dolu bir sesle. "Seni kıracak bir şey mi söyledim Kürt kızı?" Çenem Keskinin omzuna yaslıyken onları izliyordum. Bedeni bedenimi sıkıca sarmış, yüzü saçlarımın arasına gömülmüştü ve elleri yine saçlarımın uçlarıyla oynuyordu. Benim aksime o hiçbirini umursamadan sadece benimle uğraşıyordu.

 

Ezo, ısrarla ona bakan adama bakmadı. "Sadece önemsediğim insanlara kırılırım Douglas bey." Adını düzgün söyledi. Gavur bile demedi. "Bir yabancının sözleri beni incitmez." dedi buz gibi bir sesle.

 

Douglas ısrarla ona bakmasına rağmen, Ezo ona bakmadı.

 

"O halde sizi küstürmüş olmalıyım?" Dedi bu sefer.

 

"Size neden küseyim ki?" dedi Ezo alayla. "Çok mu önemli birisiniz?" Alayla güldü. "Buradaki herkes için bu söz konusu olabilir ama benim için aynı şey geçerli değil." dedi çatal diliyle.

 

Tek bir söz sizi geçmişe götürür ve insanlara karşı gardınızı korumanız gerektiğini hatırlatırdı bize. Kırman gerekirdi ki kırılmayasın. Ezmen gerekirdi ki ezilmeyesin. Yok sayman gerekirdi ki umursanasın. Hayatın kanunu buydu. Sana yapılmadan önce sen yap ki canı yanan sen olma.

 

Yazılı değildi ama bilinen bir kanundu işte.

 

"Sana bir sürprizim var." Bir anda söylediği şey afallamama sebep olsa da hızla geri çekildim ve içimi kemiren heyecanla, merakla ona baktım.

 

"Yaaa," Dedim kollarının arasında süzülerek. "Ne, sürprizi?" Diye sordum merakla.

 

Güldüğünde, "Kapılarda karşılansaydım eğer bizzat öğrenecektin ama o kadar sorumsuz bir karım var ki evlendiğimizden beri ne beni uğurluyor ne de karşılıyor." Sitemle söyledikleri gülmeme sebep oldu.

 

"Şu seni geçirip geçirmemem veya karşılayıp karşılamamamla ilgili alıp veremediğin ne anlamıyorum." Dedim gözlerimi kısarak.

 

Bir ara Zeynep'in, Batura,"Gay misiniz Batur bey?" Diye sorduğunu duymuştum ama geri kalanına kulak verememiştim pek.

 

"Karım olarak vazifelerini yerine getirmiyorsun." Dedi ciddi ciddi. "Senden şikayetçiyim." Dediğinde kaşlarım havalandı.

 

"Allah Allah." Dedim kollarının arasından sıyrılıp ellerimi belime yerleştirerek. "Ne kusur işlemişim de haberim yok acaba?"

 

"Sana kusurlusun demedim. Senden şikayetçiyim dedim." Dedi kaşlarını çatarak.

 

"Ne fark eder?" Dedim ters ters.

 

"Çok şey." Dedi karanlık bir sesle. " Çünkü hayatımdaki tek kusursuz şeysin sen. Kendini kusurlu olarak görmen yine kendine yapacağın en büyük saygısızlık olur."

 

"Konuyu çarpıtma." Dedim homurdanarak. "Onu geç şimdi neymiş benim vazifelerim? Neyden şikayetçisin sen bakalım?" Ellerim belimde ters ters bakışlarla ona bakarken bu halime güldü.

 

"Her an ayağındaki topukluları çıkarıp kafama fırlatacakmış gibi duruyorsun." Dedi yüzünde yer edinen aydınlık bir tebessümle. "Senden korkmalı mıyım?" Dedi alayla.

 

"Bizim oralarda hanımdan korkmayana gavur derler." Dediğimde gülümsemesi büyüdü. "Gavur olmaya niyetli değilsen hanımcı olman tavsiyelerim arasındadır kocacığım. Aklında bulunsun." Dedim göz kırparak. "Şimdi söyle bakalım neymiş şikayetin?" Dedim tekrar.

 

Kolumdan tutup kendine doğru sertçe çektiğinde göğüsüm göğsüne çarptı. Ufak, gelip geçici bir sızı sol yanımda peydah olsa da belli belirsiz olduğu için üsteleyip onu endişelendirmek istemedim. "Ay olacak neredeyse ama karım beni beslemeyi bir kez olsun düşünmedi." Dedi tok bir sesle.

 

"Derdin yemek mi?" Dedim şaşkınlıkla. "Söyleseydin yapardım sana."

 

Kara gözleri haylazlıkla parladığında, "Derdim yemek evet." Dedi. Kulağıma doğru eğildiğinde, "Ama tatmak istediğim asıl tadın senin bacaklarının arasında olduğunu ve yemek istediğim şeyin sen olduğunu atlıyorsun sevgilim." Dudaklarım aralandı. "Eminim beni emzirmeyi özlemişsindir çünkü ben seni çok özledim."

 

"Bunu kast etmemiştim." Dedim sesime ulaşabildiğimde.

 

"Halbuki ben gayet açık konuşmuştum." Dedi nefesini boynuma üfleyerek. Huylanarak kaçtığımda dudaklarımda istemeden oluşan bir gülümseme yer edindi. "Eğer hala anlamadıysan uygulamalı olarak gösterebilirim sana." Dedi arsızca. "Yaşatacağım konusunda ise eminim. Peki sen beni beslemeye cesaret edebilir misin?"

 

"Terbiyesiz herif!" Dedim kaşlarımı çatarak. " Ağzının ayarı iyice bozulmuş senin! Hiç utanmanda yok!"

 

"Bozduran utansın." Dedi arsız arsız. " Sahi?" Dedi duraksayarak. "Gerçekten beslemeyecek misin beni?" Onu göğsünden ittirdiğimde kızaran yanaklarımı ondan saklayarak uzaklaştım. "Doktorunla konuştum. Bir sorun olmayacağını söyledi." Ben içeriye kaçarken oda gülerek peşimden geliyordu. "Gel buraya yer cücesi nereye gidiyorsun acaba?" Dediğinde adımlarımı hızlandırdım. "Benden kaçabileceğini mi sanıyorsun?" Bana yetiştiğinde kollarını arakadan bana sardı ve ayaklarımın yerden kesilmesine sebep olduğunda dudaklarımın arasından neşe dolu tiz bir çığlık kaçatığında kahkaham evde yankılandı. Göz ucuyla baktığımda Batur ve Zeynebin bir konuda tartıştığını, Ezonun kendine bir kahve yaptığını ve Douglas'ın bahçede telefonla konuştuğunu gördüm. "Yakaladım seni." Dedi tehlikeli bir sesle. "Benden kaçabileceğini mi sandın? Ayağındaki topuklulara rağmen onca insanın arasına bakındığımda, araya gizlenmiş o cüce boyundan tanırım seni ben. "

 

"Boyum bir yetmiş altı benim!" Diye cırladım kollarının arasında çırpınırken. "Cüce diyemezsin sen bana!"

 

Genzinden gelen melodik bir sesle güldüğünde kulaklarıma sızan gülüşü eşsiz bir notayı andırıyordu. Dinlemekten asla bıkmayacağım ve bana özel kalmasını istediğim bir parça gibiydi. "Seke seke kaçıyorsun bir de çocuk gibi." Dedi burnunu burnuma sürterek. "Nesin sen? Yavru ceylan mı?" Dediğinde gülümsemem büyüdü. "Bunu sevdin." Dedi gözlerini kısarak. "Halbuki ben buna da sitem edecek bir şey bulursun diye hazırlamıştım kendimi ama." Dedi benimle alay ederek.

 

"Sana ne demeli peki?" Dedim gıcık bir sesle. "Dayamışsın merdiveni otuzuna yetmemiş boyunu da iki metreye dayamışsın, zürafa gibi dikiliyorsun her seferinde tepemde. Bir de beni beğenmiyorsun."

 

"Seni beğenmemek mümkün mü?" Dedi belimdeki tutuşunu sıkılaştırırken. Yanında olduğum her an bana dokunmadan, kollarının arasına almadan duramıyordu. "Ayrıca zürafa mı? Daha yaratıcı bir şey beklerdim senden?" Dedi yüzünü ekşiterek. Daha sonra gözlerinde arsız bir parıltı yer edindiğinde benzeri bir gülümseme de dudaklarında yer edindi. "Bazı şeyleri merdiveni dayadığım doğru ama eğer sende istersen sana da bir şeyleri dayatabilirim." Gözlerim iri iri açılırken dudaklarım aralandı. Şaşkın halime karşılık gür bir kahkaha dudaklarının arasından kaçtığında güldüğü için kısılan gözleri kısa bir an duraksamama sebep oldu ama silkelenerek kendime geldiğimde al al olmuş yanaklarımla kaçtım yanından.

 

"Dev olmuş başıma, konuşuyor bir de arsız arsız." Dedim söylene söylene. "Çölde susuz bıraktılar da yangının mı körüklendi beni görünce, azgın herif!" Merdivenleri koşar adım çıkarken o da peşimden geliyordu.

 

"Yangınımın körüklendiği doğru." Dedi eğlenen bir sesle. "Madem bu seni bu kadar rahatsız ediyor söndür o zaman yavrum. " Sözlerine cevap vermemi engelleyen şey yatak odamızın kapısını açtığımda karşılaştığım şeydi. "Ha niyetin yoksa, ateşinde yanmaya da razıyız." Güldüm. Sesli ve içten bir şekilde. Bazen beyefendi hallerinin yerini alan kıroluğu beni öldürüyordu.

 

Yatağın yanında ki komodinin üzerinde ki beyaz lotus çiçekleri o kadar güzel gözüküyorlardı ki güzellikleri karşısında dilim tutuldu. "Keskin..." Demiştim ki varlığının verdiği güveni hemen arkamda hissettim. Her iki kolu da belime dolandı.

 

"Bu çiçekler bataklıkta, çamurun içinde yetişirlermiş," Dedi tok, kalın ve erkeksi sesiyle. Gözlerimi çiçeklerden alamadım. Çok güzellerdi. "O bataklığın, çamurun ve karanlığın içinde yeşerir büyürlermiş. Üzerlerine düşen her pisliği, kötülüğü temizlerlermiş. Çiçekçi amca anlatınca, sen geldin aklıma. Nasıl ki sen benim en karanlık sokaklarımda çiçek gibi açıp, onca kötülüğümü bir toz bulutu gibi temizleyip, beni aydınlığa kavuşturduysan lotus çiçekleri de seni aydınlatsın istedim. Bir çiçeğin bile bataklığın içinde açabildiği bu iğrenç dünyada sende bütün güzelliğinle aç istedim." Dolan gözlerim akmak için hazırda beklerken genzime dolan yaşlara inat içimdeki mutlulukla gülümsedim.

 

"Bunun asla benim en sevdiğim çiçeğin lotus olmasıyla alakası yoktur kesin." Dedim imayla.

 

"Ufak bir yardım almış olabilirim." Hareketlenen göğsünden güldüğünü anladım. "Ama bu yardım seni mutlu etmeme engel değil." Dediğinde bu sefer sesli bir şekilde güldüm.

 

"Bırak beni, çiçeklerime sarılacağım." Dedim kollarının arasında kıpırdanarak.

 

"Onları ben aldım sana, bana sarılman gerekiyor." Dedi uyuz uyuz.

 

"Onların şefkatime ihtiyacı var, biraz sevmem gerekiyor kendilerini." Dedim gıcık olsun diye.

 

"Ya benimde senin sevgine ve şefkatine ihtiyacım varsa?" Gülümseyen dudaklarımı birbirine bastırdım. "Karım olarak vazifelerini yerine getir."

 

Kollarının arasında ona doğru döndüğümde zarifçe kollarımı boynuna sardım. "Ne arzu edersiniz sevgili kocam?" Dedim alayla gülerek.

 

"Sarılsana bana." Dediğinde gülümsemem büyüdü. Göğüsüm göğsüne çarptığında boynundaki kollarımı sıkılaştırdım ve başımı omzuna yaslayarak ona sarıldım. Anında beni sarıp sarmaladı. Tenimde gezen kor ateş içimi ısıttı.

 

Keskin demek; Huzuru iliklerime kadar hissettiğim ve güvende olduğuma emin olduğum ev demekti.

 

Beni bütün kötülüklerden saklayan, sakınandı.

 

Can evimdi.

 

Konuşmak için dudaklarımı aralamışım ki aşağıdan yükselen Zeynep'in, "Ne demek yok?!" Diye yükselen bağırışıyla hızla geri çekildim. Kalbim endişeyle kanat çırptığında onun kara gözlerine yerleşen merakı gördüm.

 

"Sakin ol." Dedi yüzümü avuçlarımın arasına alırken. "Sakin ol tamam mı güzelim? Sakın panik yapma. Zararlı senin için biliyorsun." Dedi kalbimi hatırlatmak istercesine.

 

"Bir şey oldu." Dedim korkuyla. "Birine bir şey oldu Keskin." Korku göğüs kafesime dalga dalga yayıldı. Endişe içimi kemirdi.

 

"Tamam, gel bakalım birlikte." Dedi elimi sıcak avcumun içine alırken. "Ama önce sakin ol." O, beni sakin tutmak için uğraşırken birlikte odadan çıktık ve merdivenleri indik.

 

"Ne demek yok Sinan?!" Diye bağırıyordu Zeynep avaz avaz. "Kendi ellerimle bu sabah okula bıraktım ben oğlumu! Ne demek yok?!"

 

Korku kalbimde yuva kurduğunda sol yanımda ufak bir sızı belirdi. Uraz kayıp mı olmuştu? Korkuyla yavaş yavaş indiğim merdivenleri bir hışımla indim. Aldığım nefesle göğüs kafesim hızlı hızlı inip kalkarken salonda dört dönen Zeynep'i gördüm.

 

"Baktın mı iyice etrafa?" Dedi ağlamaklı sesiyle. Perişan hali içimi parçaladı. "Sinan lütfen..." Diye yakardı. "Çocukların arasına karışmıştır, görememişsindir. Öğretmenine falan sordun mu? Bazen ben geciktiğimde okulun yanındaki parkta oturup bekliyor beni. Oraya da baksaydın." Yaşlar gözlerinden inci gibi aktığında kestane koyusu gözleri bana uğradı. "İz." dedi. Dudakları titredi. "İz, oğlum yok." Bağırsaydı daha az içim acırdı. Yaşlar dur durak bilmeden akarken hıçkırdı. Herkes ne yapacağını şaşırmış gibiydi.

 

"Canımın içi..." Dedim yanına varırken ellerine sarıldım. "Bir sakin ol önce. Uraz bu, bekleyememiştir Sinan'ı, eve gitmiştir belki? Yapmıştı ya daha öncesinde de bir kere hani. Celallenme hemen."

 

"Yok!" Dedi hıçkıra hıçkıra ağlarken. "Sinan bakmış her yere, hem Uraz'ı biliyorsun eve gitseydi haber verirdi bir şekilde. Öğretmeni de son dersten sonra görmemiş." Paniği, elimi ayağımı birbirine dolandırdı. Kısa bir süre duraksadığında, gözleri gözlerimde takılı kaldı. "Bir şey oldu," Dedi deli gibi ağlamaya başladığında.

 

"Hayır b-"

 

"Oğluma bir şey oldu." Dedi acı bir fısıltıyla. Gözleri geriye doğru kaydığında kalbim korkuyla kanat çırptı. Kollarımın arasında sarsıldığında Batur imdadıma yetişti ve düşmesine izin vermeden Zeynep'i yakaladı. "Su, kolonya falan bir şey getirin." Batur kucakladığı Zeynep'i koltuğa dikkatlice yatırırken yüzünü örten saçlarını elleriyle sıyırdı. Ezo kolonyayla geri gelirken, oturduğum yerden kalktım ve Zeynep'in düşürdüğü telefonunu yerden aldım.

 

"Alo? Sinan?" Dedim panikle.

 

"İz! Allah kahretsin, yok hiçbir yerde! Yok!" Diye bağırdı telefonun ucundan.

 

"Tamam, sakin ol önce. Karakola geç sen. Okulun etrafındaki kamera kayıtlarını incelesinler, öğretmenini de sorguya alsınlar kapıdaki güvenlik falan artık kim varsa!" Dedim bir solukta.

 

"URAZ!" Diye bağırıyordu boğazı yırtılırcasına.

 

"SİNAN BENİ DİNLE!" Diye bağırdım en sonunda. "Panik yapmanın sırası değil, anlıyor musun beni? Kendine gel, sokak sokak arayarak bir şeyi çözemezsin! Sana söylediklerimi boşver. Direk karakola geç sen, ben halledeceğim tamam mı?" Zeynep yavaş yavaş ayılırken oğlunu sayıklayıp duruyordu. "Ben Zeynep'i de alıp geleceğim. Söz bulacağız. Yeter ki bir de seninle uğraştırmak zorunda bırakma beni, lütfen."

 

Telefonu kapattıktan sonra sıkıntılı bir nefes aldım. "Yapabileceğim bir şey var mı?" Diye sordu Keskin elini destek amaçlı sırtıma koyarak.

 

"Her ne olursa." Dedi Batur hemen ardından.

 

"Olursa söylerim." Dedim düz bir sesle.

 

Panik yapmanın sırası değildi. Uraz kayıpsa aklı selim bir şekilde hareket etmem gerekiyordu.

 

"Karakola gidiyoruz." Dedim buz gibi bir sesle.

 

...

 

Gözlerimi karşımdaki dev ekrandan ayırmazken Mobese kayıtlarını inceliyordum. Sinan birçok yere telefon ederken, Zeynep'in cansız bir bebekten farkı yoktu. Tam iki saattir Uraz yoktu.

 

Kalbimde yokluğunun getirdiği bir sızı vardı.

 

Ya bir şey olduysa? O zaman ne yapacaktım?

 

Uraz'ı her ne kadar Zeynep doğurmuş olsa da, annesi o olsa da onun bir annesi de bendim.

 

O benim de oğlumdu.

 

Başına bir şey gelmişse ne yapardık?

 

"Maalesef, sayın savcım." Dedi Engin komiser umutsuzlukla. "Bundan sonrası kör noktalara giriyor."

 

"Elimizde o kısmı gören bir kamera yok mu?" Dedim bakışlarımı ekrandan ayırmadan.

 

Zeynep içi sıkışmış gibi oturduğu yerden ayaklandığında bir eli kalbinin üzerine baskı uyguladı. Ağrısını gidermek istermiş gibi.

 

"Ya kimse görmemiş mi?!" Dedi sitemle. Herkesin bakışları yükselen sesiyle birlikte ona döndü. "Koskoca okul! O kadar öğretmen bir çocuğa göz kulak olmamış mı?"

 

"Zeynep?" Dedim yapma dercesine.

 

"Yol bilmez iz bilmez o." Diye yakardı. "Küçücük daha, aklı ermez bile hiçbir şeye."

 

"Zeynep." Dedi Sinan kapıda belirdiğinde Zeynep'in öfke dolu bakışları onu buldu.

 

" Senin yüzünden." Dedi bir hışımla yanına vardığında sertçe göğsünden ittirdi. Sinan'ın saçları dağılmış, gömleğinin ütüsü bozulmuştu. O da iyi gözükmüyordu. "Sen geç kalmasaydın oğlum şimdi yanımda olacaktı." Bir kez daha göğsünden ittirdiğinde Sinan sendeledi. "Git." Dedi bir kez daha omuzlarından itekleyerek. "Git oğlumu getir bana."

 

Öylece durmasına karşılık; öfkesi gittikçe arttı. "Ne bakıyorsun?!" Diye bağırdı. "Git, oğlumu ara." Elleri güçsüzce iki yanına düştüğünde yaşlar gözlerinden sicim sicim aktı. Hıçkırığı içimi parçaladı. Sinan'ın iç yakan kahveleri Zeynep'in üzerindeydi. "Daha çok küçük o Sinan." Sinan gözlerini yumduğunda Zeynep'i kollarının arasın çekti. Her iki koluyla Zeynep'i sararken başını göğsüne yasladı. Gözlerimden firar eden bir damla yaş saçlarımın arasında gizlendi. "Korkmuştur o bizi yanında bulamayınca şimdi. Yapamaz o bensiz biliyorsun. Acıkmıştır da şimdi..." Dedi için için ağlarken.

 

Herkes içler acısı hallerini izledi dolu gözlerle. Keskin bir kolunu omzuma dolarken sırtımı sıvazladı.

 

"Canını yakmışlar mıdır?" Bu patlama noktam olurken, yaşlar sicim sicim aktı gözlerimden. Zeynep'in sorusu yüreğimi parçaladı.

 

"Sorumluluğunun farkında olmayan bir annenin dramıyla mı uğraşacağız gerçekten?" Leylanın sesi bıçak gibi ortamı ikiye böldüğünde herkesin bakışları onu buldu. Zeynep, Sinan'ın göğsünden doğrulurken, "Ne dedin sen?" Dedi tehlikeli bir sesle. Gözlerindeki gazap Leyla içindi.

 

Kimsenin onu tutmamasını diledim.

 

"Daha ne kadar bir çocuğun kaybı yüzünden beni ve müvekkilimi burada tutmaya devam edeceksiniz sayın savcım?"

 

"Sayın savcı." Dedi Sinan sertçe. " Haddini bil avukat." Leyla, Sinan'ın sesleriyle duraksasa da bozuntuya vermedi.

 

Boşluktan yararlanan Zeynep Sinan'ın onu tutan kollarının arasından sıyrıldığında bir memurun masasına yaslanmış olan Leylaya doğru atıldı.

 

Tokat'ı yanağında yer edinirken etin ete çarpmasıyla çıkan tok ses gür bir şekilde yankılandı. Kollarımı göğsümde birleştirip Zeynep'in Leylanın saçlarına asılmasını izledim. Leyla tiz bir .ığlık atıp geri çekilmeye çalıştı ama Zeynep saçlarına öyle bir asılmıştı ki Sinan bile ayıramadı onu.

 

"Seni lime lime ederim!" Diye bağırdığında sarı saçlarını bir halat gibi eline doladı. "Duydun mu beni?! Senin canını şimdi şuracıkta alırım, kimsede engel olamaz!" Hırsla büyüyen gözlerindeki gazabı Leylanın üzerine çökmüştü. Zeynep diğer eliyle Leylanın yüzünü kavradığında tırnaklarını acımasızca derisine bastırdı ve kor kızıl kan Leylanın yanaklarındaki çiziklerde kendini belli etti. "Oğluma, anneliğime uzanan o dilini keser, gözlerini oyarım senin kevaşe!" Dedi tehlikeli bir sakinlikle.

 

Sinan Zeynep'i belinden yakalayıp kuvvetle çektiğinde birkaç polis memuru düşmemesi için Leylayı tuttu. Zeynep'in avuçlarında oldukça büyük bir saç yumağı vardı. Ellerinde iğrenç bir şey varmış gibi saçları savurdu. "YETER!" Diye bağırdı Sinan Zeynep'i sıkı sıkı tutarken. "Sakin ol." Dedi kulağına doğru. "Sakin ol tamam mı? Yaptın zaten yapacağını, sakin ol."

 

"Seni mahvedeceğim!" Diye bağırıyordu Sinan'ın kollarında kurtulmak için debelenirken, Zeynep. "Duydun mu beni Leyla Yaman! Benim adım Zeynep Çelikse senin adın o tabeladan inecek" Dedi öfkeyle. "Sana avukatlık yaptırırsam bende Zeynep değilim! O barodan adını sildireceğim duydun mu beni?!"

 

Sinan Zeynep'i zorlukla toplantı odasına soktuğunda bile Zeynep'in bağırışları kesilmedi.

 

"Az bile yaptı." Dedi yanımızda yer edinen İdil. Kızıl saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmış, buz mavisi gözlerini etrafta gezdiriyorken kollarını göğsünde birleştirmişti. "Ben onun yerinde olsaydım ilk işim masanın üzerindeki kalemlerden birisini şah damarına saplamak olurdu." Sözleri şaşkınlıkla ona dönmeme sebep oldu.

 

"Neyse ki onun yerinde olan sen değildin İdil." Dedi Keskin uyarı dolu bir sesle.

 

"Neyse ki." Dedi buz gibi bir sesle.

 

Yaşananlar çığ gibi üzerime devrildiğinde kalbimin kısa bir süreliğine atmasına sebep olan Engin komiserin sesi buz kesmeme sebep oldu. "Sayın savcım." Dedi çekingen bir sesle. Gözleri yerdeydi bana bakmıyordu. "Belgrat ormanlarında altı yaşlarında bir çocuk cesedi bulmuşlar."

 

Zihnimde bir deprem yaşandı.

 

Kıyamet artık çok yakındı.

 

 

 

 

BÖLÜM SONU. BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ?

 

OY VE YORUM YAPMAYI UNUTYMAYIN SAKIN!

Loading...
0%