Yeni Üyelik
31.
Bölüm

29.Bölüm

@umay_6

HELLOOO! BEN GELDİM! BENİ ÖZLEDİNİZ Mİ? BEN ÇOK ÖZLEDİM.

 

NEYSE ÇOK UZATMAYACAĞIM, SİZİ DİREK BÖLÜME BIRAKIYORUM AMA BÖLÜM SONUNDA YAPTIĞIM AÇIKLAMAYI LÜTFEN HERKES OKUSUN! ÖNEMLİ!!

 

Tarih 21 Mayısı gösteriyordu. Akrep yelkovanı kovalamış saat gece yarısını çoktan geçmişti. Sabah olmak üzereydi. Hangi gündeydim bilmiyorum ama Mayıs aynın güzel havasına nazaran hava bugün kasvetli ve karanlıktı.

 

Kalbimde acısı hiç geçemeyecek bir yaranın derin izi vardı.

 

Hiç beklemediğiniz anlarda geçmiş yakanıza yapışır pişmanlığın ve acının içinde kıvranıp dururdunuz. Bir şarkının sözlerinde, eski bir fotoğrafta, rastaladığınız bir insanda bir anda geçmişin tozlu raflarında bulurdunuz kendinizi. Size yakışmayan bir sonu yeniden yazmak için elinize alırdınız o kalemi aslında ama her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu yazacak hiçbir şey bulamadığınız zaman anlardınız.

 

Bitti sandığım hiçbir şeyin aslında bitmediğini. Her şeyin yeniden başladığını anladığım o anlardan birinde haps olup kalmıştım sanki.

 

"Kathe?" Zihnime sızan pusulu ses daldığım yerden çekip çıkardı beni. Bakışlarım ne zaman geldiğini bilmediğim Becca'ya çevirildi. Kahverenginde olan saçları ela gözlerine eşlik ediyordu.

 

"Dalgınsın?" Dedi merak dolu sesiyle. Üzerinde doktor önlüğü vardı. "Çıkmadı mı hala test sonuçların?" Zemonun manevi kızlarından biriydi.

 

Bir diğeriyse, FBI'ın kıymetli ajanlarından, Helen Amondu.

 

Helen, benimle aynı yaştaydı.

 

İkisi de benim aksime babası tarafından bütün kötülüklerden uzakta büyütülmüştü.

 

"Boşuna yaptırdım," diye sızlandım. "Sonuç değişmeyecek."

 

"Henüz bir şey bilmiyoruz, herkes aynı şeyi söyledi diye vazmıgeçeceksin yani?" Tereddüt dolu sesi içimi kemirdi.

 

"Ben o şansı bir kere kaybettim Becca," Derin bir nefes aldım. "Ben onunla birlikte birçok şeyi kaybettim. Her ne kadar onun bundan haberi olmasada." Sesim acıyı kendine mesken edilmişti.

 

Bir adam sevmiştim.

Dünyasını başına yıkmıştım.

 

"Sen sana verilen görevi yerine getirdin. Yapman gerekeni yaptın, kimse seni bu yüzden suçlayamaz." Sıcacık avucu buz gibi avucumun üzerini örttü. "Doğru olanı yaptın." Dedi teselli dolu sesiyle.

 

"Ona ihanet ettim," dedim. Kalbim acıyla kasıldı. "Aileme, arkadaşlarıma." Hayal kırıklığı içinde gülümsedim. "Karşılığı ne oldu peki?" Güldüm. "Koca bir hiç!" Dedim öfkeyle.

 

"Haklısın canım benim," dedi teselli dolu bir sesle. "Çok haklısın hemde ama bazen hayat istediğimiz gibi ilerlemiyor. Bunu artık aşmak zorundasın. Kendi yoluna bakmalısın."

 

Onlar kendi yoluna bakmıştı ama ben o yolun asfaltında paramparça bir halde kalakalmıştım.

 

"Mesleğimi kaybettim yok yere, bir günde her şeyimi kaybettim ve bunun acısını yıllardır çekiyorum." Dedim. "Yok yere." Yaşadıklarımın acısı göğüsümde yerini bulduğunda oturduğum yerden ayaklandım. "Ben gideyim artık," dedim kollarımı ona dolarken.

 

"Sonuçlarını beklemeyecek misin?" Diye sordu.

 

"Hayır." Dedim arkamı dönüp gitmeden hemen önce. Adımların hastanenin kafeteryasının çıkışını buldu.

 

Douglasla yaptığım bir anlaşma bütün dengeleri değiştirmiş, kartları yeniden dağıtmama sebep olmuştu.

 

Şimdi ben yanmış, o ise yaklaşık iki yıldır ortalardan kaybolmuştu. Ve Keskin bana gelmeden, o bana asla gelmeyecekti.

 

Buz gibi hava tenime çarparken üzerinde sivil kıyafetlerle beni bekleyen FBI ajanları gözüme çarptı.

 

"Bayan Katherine." Dedi Theo. Bir robotu andıran mekanik bir sesi vardı. Her zaman düz ve tok konuşurdu. Gerekmediği sürece ağzını bıçak açmazdı.

 

FBI'ın sadık ve en güçlü ajanlarından bir tanesiydi.

 

Zemon onu özellikle başıma dikmişti.

 

Burada geçirdiğim iki yılda Theo hep bana yardımcı olmuş, eğitimler vermiş, bir abi gibi yaklaşmıştı.

 

Her ne kadar görünürde bir FBI ajansı olarakta gözüksem, FBI ait kimliklerden birine de sahip olsam bunların hepsi kamuflajdı.

 

Bunların hepsi annemin benim hayatımı güvenliğe almak için yaptıklarıydı.

 

"Bay Theo." Dedim resmiyetle. Yanımızda ajanlar olduğu sürece hiçbir zaman birbirimize isimlerimizle hitap etmezdik.

 

Dudakları belli belirsiz kıvrıldığında, "Bugün yapacağımız eğitimden haberiniz vardır umarım?" Diye sordu.

 

Omuzlarımı dikleştirirken, "Elbette." Dedim düz bir sesle.

 

Kaşları havalandığında bunu beklemediğini biliyordum. "Yine kaçarsınız sanmıştım?" Dedi sorgu dolu bir sesle. Her eğtimden kaçtığım ve geç geldiğim günlerden bahsediyordu. "Ya da unutursunuz?" Dediğinde sözleri zihnimdeki urganda asılı kaldı.

 

Düşünme, Kathe. Düşünme.

 

"Bugün tam vaktinde orada olacağım." Dedim buz gibi bir sesle.

 

Adeline'nın hiçbir duyguyu barındırmayan soğuk gözleri bizim üzerimizdeydi. Oldukça açık mavi gözleri bembeyaz teniyle bütünleşmiş haldeydi. Gece mavisine boyadığı saçları beline doğru dalgalar halinde süzülüyordu. Keskin yüz hatları ona ayrı bir hava katarken üzerinde gecenin karanlığıyla bütünleşen siyah kıyafetleri gizemli ve ürkütücü gözükmesine sebep oluyordu.

 

Bazen onu İdil'e benzetirdim.

 

Ortadan ayırdığı saçları yüzüne dökülürken, gür, uzun ve dalgalı saçları hep hacimli ve dikkat çekiciydi. Bu iki yılda gözlemlediğim tek şey saçlarına asla kimseyi dokundurtmamasıydı.

 

Theo'nun dokunuşunu kolumda hissederken Adeline'yla aramızdaki göz teması kesildi ve yeşillerim yeniden onu buldu.

 

"Adeline sana eşlik etsin," dedi sıcacık bir sesle. Buz tutan kalbimi biraz olsun ısıtmıyordu. Kaşlarım çatıldığında, "Seni Z'ye götürecek." Dedi.

 

FBI'da hiç kimse onun gerçek adını bilmiyordu. Ben, Becca ve Helen hariç. Kimliğinin gizli kalması önemliydi. Çünkü FBI demek; Zemon demekti.

 

Yüzünü sayılı kişi bilir, sesini duyan bir daha duymazdı.

 

"Z yanımda kimseyi istemez." Dedim sertçe. "Hele ona giderken hiç istemez." Dedim şüpheyle.

 

"Bilmediğin şeyler var Katherine." Dedi mekanik bir sesle. "Z, bu sefer tek gelmemeni istedi." Bakışlarım yeniden Adeline'yi bulduğunda dudaklarının arasına yerleştirdiği sigarasından bir nefes çektiğini gördüm. Turkuaz gözleri dumandan ötürü kısıldı.

 

"Lafı dolandıran insanlardan nefret ederim Theo." Dedim öfkeyle. "Eğer bildiğin bir şey varsa söyle."

 

Theonun ela gözleri duygusuzluğu mesken edilmişken, derin bir nefes aldı.

 

"Hala neyi bekliyorsun Theo?" Adelinenin naif, su gibi duru sesi aramıza sızdığında bir baş hareketiyle yanımızdaki ajanların uzaklaşmasını sağladı. Parmaklarının arasına sıkıştırdığı sigarasını yer atarken üzerine sertçe bastı ve onu çiğneyerek bize doğu adımlarını attı.

 

Adeline, her zaman peşinde ölümü getirirdi. Bütün ruhu karanlığı kendine mesken edilmiş gibiydi.

 

Lenslerle gizlediğim, Yeşillerim ikisi arasında gidip geldiğinde Theo bıkkınlıkla nefesini bıraktı. Gözlerim sonunda Adeline de durduğunda, yüzüne ona yakışan bir gülümseme yerleşti.

 

Gerçeğinden uzak bir gülümseme.

 

"Bayan Katherine." Dedi saygıyla. "Kabalığımı maruz görün," dedi dudak bükerek. Theonun buz gibi gözleri onun üzerindeydi. Bana saygı duymak zorundaydı. FBI'da hiç kimse ne bana, ne de Helene karşı gelebilirdi.

 

"Sorun ne Adeline?" Diye sordum merakla. Theonun gergin tavrı gözümden kaçmadı. O Adelinenin aksine beni incitmekten çekinirdi.

 

İncinirsem, canımı yakmaya kalkarsa bedelini bizzat Zemon ödettirdi. En ağır şekilde.

 

"Sorun," dedi duruşunu dikleştirerek. "Eski eşiniz." Dediğinde nefesim kesildi. "Keskin Ardıç Alacahan."

 

Boğazımın düğümlendiğini hissettim. Yıllar sonra adını tekrar duymak nefesimi kesti.

 

Geçmiş yakama bir kez daha yapıştığında kalbimdeki acı ruhumda kendime yer edindi. İkisi de gözlerimdeki cansız ifadenin nasıl hareketlendiğini izledi.

 

Konuşmak istedim. Aralıklı olan dudaklarımdan tek kelime çıkmadı. Göğüsümü kamçılayan acı ruhumda derin yaralar bıraktı.

 

O kadar uzun zaman olmuştu ki. Adını bir başkasından duymayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki şimdi Adeline karşımda adını zikrettiğinde bile güven veren varlığını hisseder gibi oldum.

 

"Anlamadım?" Diyebildim sesime ulaştığımda. Göğüs kafesim hızla yükselip geri indi. Sol kolumda derin bir sızı kendini belli ettiğinde sağ elimin parmaklarını o sızıya bastırmamak için zor tuttum kendimi.

 

"İstihbarat seni istiyor." Dedi bir anda. Ona bakakaldım. "Onlar için çalışmanı istiyor." Dediğinde geçmiş bir filim şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. İçimdeki acı katlanarak arttı.

 

Dudaklarıma alay dolu bir tebessüm yerleştiğinde, " Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" Dedim öfkeyle.

 

"Katherinenin onlarla çalışmayacağını onu tanıyan herkes bilir." Diyerek araya girdi Theo.

 

"Söz konusu o olsa bile mi?" Dedi Adeline sorgu dolu bir sesle. "Yanılıyorsun Theo." Dedi gözlerini ona doğru çevirerek. Güçsüz düşemezsin kathe. Sakın. Sakın zayıf düşme yoksa cezası çok ağır olur. "Söz konusu Keskin Ardıç Alacahan olduğunda-"

 

"Yeter!" Diye bağırdım bir anda. İkisinin de gözleri beni bulduğunda öfke dolu gözlerimle karşılaştılar. "Yeter kesin sesinizi!" Dedim sertçe. İkisi de susmak zorunda kalırken aldığım her nefes ciğerlerimi sıkıştırdı.

 

"Bir kez daha benim yanımda ondan bahsedecek olursanız ikinizde bunun sonuçlarına katlanırsınız!" Dedim buz gibi bir sesle. İkisi de sadece bana bakmakla yetindiler.

 

"Bazı şeyleri artık aşmak zorundasınız." Dedi Adeline öfkeyle. Gözlerim bıçak gibi ona saplandı. "Sizi zayıf düşüren şeyleri hayatınızdan çıkarmalısınız." Dediğinde sözlerinde çekince yoktu. Dürüst bir kadındı.

 

Turkuaz gözleri imayla üzerimde takılı kaldığında bahsettiği şeyin sadece o olmadığını anladım.

 

Elim ayağım buz keserken, hatırladığım şey ona bakakalmama sebep oldu.

 

Bahsettiği şey o değildi.

 

Bahsettiği şey bir yıl önce kullanmaya başladığım uyuşturucuydu. Damarlıma işlediğim zehirdi. Kalbimi, aklımı zayıf düşüren illetten bahsediyordu.

 

"Bir daha ağzını açacak olursan, yemin ederim seni kendi ellerimle öldürürüm Adeline." Dedim öfkeyle. Theonun kaşları çatıldığında sorgu dolu gözlerle bize baktı.

 

Adeline kollarını göğüsünde birleştirdiğinde, "Bunu yaparken ellerinizin titremediğinden emin olun ama olur mu?" Dediğinde, öfke kanımda kaynadı. Ona doğru atılmıştım ki Theo önüme geçerek ona kalkan oldu.

 

"Kendinize gelin!" Dedi sert ve tok bir sesle. Adelinenin elinin bacağına sardığı korsedeki bıçağına uzandığını fark ettim. "Z bu halinizi görse ikiniz de hücre cezası alırsınız! Her seferinde aranızda süren şu sürtüşmeden vazgeçin artık!" Theonun gözleri omzunun üzerinden Adelineyi bulduğunda, "Deneme bile Ade!" Dedi sertçe. Kahvelerine ölümün emaresi yerleşti.

 

Bir benzeri benim yeşillerimde de vardı. "Ya da ölmek istiyorsan dene." Dedi gazap dolu bir sesle. "Çünkü bir gün gerçekten saldırmaya kalktığında yaşayacağının garantisini sana veremem!"

 

Adelinenin gözleri bana döndüğünde, kavradığı bıçağının kabzasını öfkeyle korsesine yeniden yerleştirdi.

 

İkimizin de nefret dolu bakışları birbirimizin hedefindeydi.

 

Adelineyle yıldızım hiçbir zaman barışmamıştı. Her zaman bencil ve acımasız bir kadın olmuştu. Yarasını bildiğinin yarasını deşmekten çekinmezdi.

 

Bu gidişle, Sonu benim elimden olacaktı.

 

"FBI dön Ade." Dedi Theo itiraz kabul etmez bir sesle. Adelinenin hayret dolu gözleri ona döndü. "Katheye ben eşlik edeceğim."

 

"İstemez." Dedim kestirip atar gibi. "Z'ye gitmeyeceğim." Dediğimde Theonun kaşları çatıldı.

 

"Ya nereye gideceksin?" Diye sordu. "Z seni bekliyor. Önce ona uğramamı-"

 

"Oğluma gideceğim Theo." Dediğimde sessiz kaldı. "Oğluma gideceğim." Dedim kelimelerin üzerine basa basa.

 

Biraz da ağlayacağım. Sonra oğluma sarılıp uyuyacağım.

 

Yine kimse görmeyecek.

 

Yine kimse bilmeyecek.

 

...

 

Hani bazen içinize bir şey oturur. Yutkunamazsınız. O yumru gözlerinizi doldurur, kalbinizi bir taş gibi vurur ve paramparça eder.

 

Heves ettiğiniz, umut ettiğiniz her şey kursağınızda kalır. Bir daha da yutkunamazsınız. O yumru içinize oturur, kendini hatırlatır sürekli. O taş kalbinize vurur yüreğinizi deşer.

 

Sanki bir kıymık gibi kazır içinizi. Oyar da oyar. Bir oluk oluşur sonra göğüs kafesinizde.

 

Kaburgalarınız içe çöker, nefes aldırmaz. Yaşatmaz.

 

Göğüs kafesi oluğu.

 

Ben o oluğa bir ip geçirdim. Ucuna da hayallerimi, çocukluğumu astım.

 

İzgiyi astım.

 

Parmaklarım oğlumun yumuşacık teninde gezindi. Yatak odamda kolumu dirseğime yaslamış avucumu yüzüme yaslamıştım. Yatağımda huzurla uyuyan oğlum derin bir uykudaydı.

 

O olmasaydı belki de şu an yaşamıyordum. Rowan beni hayata bağlayan tek şeydi. Bir annesi yoktu. Onu çok seven bir babası vardı belki ama annesi yoktu.

 

Benim gibi öksüz doğmuştu bu dünyaya.

 

Bir can bir cana yaşam olmuştu ama kendi canından olmuştu.

 

"Kathe?" Drewin alışkın olduğum sesi kulaklarıma sızdığında gözlerim ağır ağır onu buldu ve yattığım yerden toparlandım ağır ağır. Koyu kahve gözleri dikkatle beni inceledi.

 

Omuzlarıma dökülen sarı saçlarıma, canlılığını yitirmiş yeşillerime ve solgun tenime baktı. Üzerimde bütün vücudumu saran uzun kollu siyah mini bir elbise vardı. Bordo topuklu ayakkabılarımı yine bir köşeye fırlatmıştım.

 

"Geldin mi?" Yüzüme dökülen saçlarımı kulağımın arkasına yerleştirdim. "Bu gece gelmezsin sanıyordum?" Dedim merakla.

 

Üzerinde siyah kargo bir pantolon, siyah bir tişört ve ayağına geçirdiği postalarıyla içeriye girdi. Üç numaraya vurulmuş saçları, keskin çehresi ve koyu kahve gözleri ilgiyle beni buldu.

 

Onunla Fransa'da tanışmıştık. FBI'da.

 

Canı gibi bildiği, gözünden sakındığı ve yıllar evvel kaybettiği bir kadın vardı hayatında.

 

Grace.

 

Onunla tanıştığımda sekiz aylık hamileydi. Güneşten bir parça aldığı sarı saçları göz alıcı bir güzelliğe sahipti. Benim gibi yeşil gözleri vardı ama onun gözleri benimkinin aksine daha açık bir yeşildi.

 

Bana birkaç ayda arkadaşlık etmiş, yaralarımı sarmıştı. Birlikte aynı sofraya oturmuştuk. Karnında bir can taşırken bile bana elini uzatmıştı.

 

Riskli bir hamileliği vardı. Doğuma bir ay olmasına rağmen erken doğum yapmıştı.

 

"Seni evde yalnız bırakmak istemedim." Dediğinde sözleri bundan yaklaşık altı ay önceyi anımsama sebep oldu. Zihnimden bu anıyı anından def ettim. Hatırlamak bile istemiyordum.

 

Drewin bakışları oğluna döndüğünde yüzünde şefkat dolu bir gülümseme belirdi. "Seni çok seviyor." Dediğinde benzeri bir gülümseme de benim dudaklarımda yer edindi. İşaret parmağımı avuçlarının arasına alan ufaklığa baktıkça gülümsemem büyüdü.

 

"Bende onu çok seviyorum." Dedim içimden gelen bir sesle. "Her şeyden çok hem de." Diye fısıldadım acıyla. "Canımdan çok." Boğazımı düğüm düğüm eden acının sebebi geçmiştendi.

 

Annemdendi.

 

Kanayan yaramdandı.

 

"Hiç istemedin mi?" Dedi bir anda. Gözlerim Rowanın masum yüzünde asılı kaldığında saçlarına uzanan ellerimin hareketi kesildi. Kalbimdeki saklı kuş korkuyla kanat çırptı.

 

İçimde bir zelzele yaşandı.

 

"Ben istiyorum İzgi. Ben baba olmak istiyorum."

 

Zihnimde çığlık çığlığa bağıran ses kalbimi sıkıştırdı.

 

"Anne olmayı." Diye devam ettiğinde titremeye başlayan ellerimi Rowanın üzerinden çektim hızla. Kazağımın kollarını çekiştirdim. Titreyen ellerimi ondan saklarken lenslerin gizlediği gözlerimle baktım ona.

 

Koyu kahve, yeşillerimin üzerini örten lenslerdi.

 

Derin bir nefes aldığımda aldığım nefes ciğerlerimi sıkıştırdı. "İstemedim." Sesim bir fısıltıdan farksızdı.

 

"Maalesef bebeği kaybettik İz hanım."

 

Gözlerimi kırpıştırırken, "İstemedim." Dedim başımı iki yana sallayarak.

 

"Neden?" Diye sordu hayretle. Yanıma çöktüğünde merakla bana baktı. "Senden çok güzel bir anne olurdu Kathe." Dediğinde gözlerimi kaçırdım. "Kendi kanından olmayana böyle annelik yapıyorsan canından olanı kim bilir nasıl severdin." Dedi gülümsemeye çalışarak. Her bir sözü kalbime bıçak gibi saplandı. "Neden istemedin?" Diye sordu bir kez daha. Gözlerimi yumduğumda bütün seslerden kaçmak istedim. Geçmişi hatırlatan her şeyden kaçmak istedim. "Bir eng-"

 

"Yeter!" Dedim bir anda patlayarak. Oturduğum yataktan hızla ayaklandığımda, "Yeter, sus!" Dedim öfkeyle. Drew bir anda neden böyle yaptığıma anlam vermezmiş gibi bana bakarken, Rowan yerinde huzursuzca kıpırdandı.

 

"İzg-"

 

Kanın beynime sıçramasına ve gözümün dönmesine sebep olan şeyi dillendirmeye kalktığında, "Sakın!" dedim ayarlayamadığım sesimle. Rowan korkuyla sıçrayarak uyanırken, ağlamaya başladı. Titremelerim artarken Drew temkinli bir şekilde ayaklandı.

 

"Tamam." Dedi tereddütle.

 

"Bunu konuştuk!" Diye bağırdım avaz avaz. "Buradaki hiç kimse bana bu şekilde seslenmeyecekti! Bunları konuştuk!" Geri geri giderken titreyen vücudumu zapt edemiyordum.

 

Bir elim kalbime giderken ağrıyan yere baskı uyguladım sertçe.

 

"Tamam," dedi Drew, Rowanı kucağına alırken. "Tamam tamam. Sakin ol." Dediğinde endişeyle bana baktı.

 

Zihnimdeki ses beni çıldırtacak raddeye getirirken, göz bebeklerimin titrediğini hissettim. Terleyen avuçlarımı pantolonuma sürterken, "Nerede?" Dedim bilinçsize. Gözlerim o kadar hızlı bir şekilde etrafı taradı ki hiç bir şey çözemedim. Çekmecelerden birine atılırken hızla açtım ve içini karıştırmaya başladım. "Neredesin?! Neredesin?!" Tir tir titreyen ellerim bana hiç yardımcı olmazken bütün odayı karış karış armaya başladım.

 

Nereye koymuştum?!

 

"Kate." Dedi Drew çaresizliği mesken edilmiş sesiyle.

 

"Nerde Drew?" Dedim ağlamaklı sesimle. Aldığım her nefesin ciğerini yaktığını hissediyordum. Kalbimdeki ağrının gittikçe arttığını ve sanki kan akışını kestiğini hissediyorum.

 

Nefes alamıyordum.

 

Tırnaklarım boğazımdaki deriyi çekiştirirken, "Nerede?!" Diye bağırdım öfkeyle. Rowan daha çok ağlamaya başlarken deli gibi her yeri aramaya devam ettim.

 

Yatağın altında bulduğum büyük siyah çantayı kavradım hızla.

 

Adımlarım lavaboyu buldu. Drewin peşimden gelen adımlarının sesini işittim.

 

Drewin, "Yardım lazım mı?" Dediğini duysam da cevap vermedim. Hızla lavaboya girip kapıyı kilitlerken çantayı hızla açtım ve içi uyuşturucu iğnelerle dolu çantanın içinden boş bir iğneyi ve kırmızı şişeyi aldım. Ellerim tir tir titrerken bunu yapmak oldukça zordu.

 

"Kate." Diyen Drewin sesini duydum. Kapıyı tıklattı. Nefeslerim gittikçe sıkılaştığında gözümün önü karardı.

 

"Kapıyı aç yardım edeyim. Tek başına yapamazsın geciktin." Dedi.

 

Derin derin nefesler almaya çalıştım.

 

Yapamayacağımı anladığımda, İğneyi yerine bırakırken titreyen ellerimle kilidi açtım ve içeriye girdi. Kapıyı arkasından kapattığında lavaboya bıraktığım iğneyi ve şişeyi aldığında gözlerimi ellerinden ayırmıyordum.

 

Sıvıyı iğneye enjekte edene kadar içimi kemiren şey dilimi damağımı kuruttu. Kuruyan dudaklarımı ıslattım. Şırıngaya enjekte ettiği iğneyi bir anda sol koluma sapladı. Dudaklarımın arasından boğuk bir inleme kaçarken bir kaç dakika içinde titremelerim azaldı.

 

"Kendine ne yaptığına bir bak." Dediğinde suratını buruşturdu. Bu halde olmamdan nefret ediyordu.

 

"Bunu bana sen yaptın," dedim derin derin nefesler alırken. "Sebep olduğun şeyler için kendinden nefret etmelisin benden değil." Beni uyuşturucuya başlatan bu halde olmama sebep olan kişi oydu.

 

"Seni zayıf düşürüyor. Bırakmalısın." Dedi, huzursuzlukla.

 

"Denemedim mi sanıyorsun?" Klozetin kapağını kapatıp üzerine oturduğumda sakinleşmeye çalışıyordum.

 

"Bu son," dediğinde ona baktım. "Tekrarı olmayacak. Nasıl bu illete seni alıştırdıysam öyle de bırakacaksın." Dedi kendin emin bir sesle.

 

"Umarım başarırsın." Dedim alayla.

 

"Zemonun bundan haberi olmasını istemezsin," dediğinde gülümsemem dudaklarımda asılı kaldı. "Buradaki hiç kimsenin bu halde olduğunu bilmeni istemezsin."

 

"Siktir git." Dedim öfkeyle soluklanarak. Gülümsedi. "Zemon asıl bunu bana yapanın sen olduğunu öğrenirse seni öldürür." Dediğimde yüzündeki gülümseme suratında asılı kaldı.

 

Sıkıntılı bir nefes alırken oturduğu yerden ayaklandı ve içeriye girdi. Başımı fayansa yaslarken damarlarımda dolaşan zehirin kanımı kaynattığını hissediyordum.

 

Muhtemelen Rowanı annesine bırakacaktı. Hemen üst katımızda yaşayan Anna sevimli ve tatlı bir kadındı.

 

"Çık dışarı." Dediğimde beni ikiletmedi. Arkasından kapıyı kilitlerken bana oldukça yabancı olan simaya çevirdim bakışlarımı.

 

Dudaklarım çölde susuz kalmışım gibi kupkuruydu. Sarı saçlarım terden aklıma yapışmıştı.

 

Zemonun sesi zihnimde yankılandı.

 

"Senden geriye hiçbir şey kalmadı. Ne adın ne soyadın. Ailen, arkadaşların , sevdiklerin hiç biri yok. Bambaşka birisisin artık. Ve ona göre davranacaksın Katherine."

 

Oturduğum fayansın buz gibi zeminine yasladım ellerimi. Omuzlarım sarsılırken, gözlerimden akan yaşlar önümü görmemi zorlaştırdı.

 

"Özür dilerim anne." Dedim hıçkırıklarımın arasından. "Benden razı değilsen özür dilerim." Diye yakardım. "Çünkü ben sana layık olamadım."

 

...

 

İlk baharın bembeyaz, güzeller güzeli çiçeklerini açan ağaçlarla birlikte gökyüzünü aydınlık bir hava sarmıştı.

 

İçinde bulunduğum kör kuyu, beni en derinlerine bir bataklık gibi çekti. Ruhum karanlığın tonlarına bir kez daha bulandığında hasta kalbimde derin bir sızı vardı.

 

İki yıla sığdırdığım ama göğüs kafesimde taşıyamadığım bir sızıydı.

 

Ruhum uçsuz bucaksız bir uçurumun dibinde bekliyordu. Bir zamanlar çocukluğum intihar ettiği o uçurumdu.

 

Ama artık siyah saçlarım yoktu. Uzun da değildiler. Lenslerin gizlediği gözlere sahiptim artık. Eski İzginin aksine daha güçlü bir vücuda ama eksisinden daha ölü bir kalbe.

 

"Katherine?" Helenin naif sesi balkonun içini doldurduğunda gözlerim ağır ağır ona döndü. Koyu laciverti andıran gözleri üzerime sardığım pikeyi garipsercesine baktı.

 

Herkesin sıcaktan kavrulduğu havalarda kazaklarla gezer, vücudumdaki soğukluğu üzerime attığım battaniyeyle çözmeye çalışırdım ama pek başarılı olamazdım.

 

Son bir yıldır, yaz kış demeden kabanlara ve kazaklara sarılır olmuştum. Hasta kalbim, kullandığım uyuşturcular yüzünden iflas etmeye başlamıştı.

 

Yıllar evvel geçirmem gereken operasyonu geçirmediğim ve bu operasyon Zemon tarafından iptal edildiği için bir kalp nakli olamamıştım.

 

Henüz ameliyatıma giren doktorun o olduğundan ve aslında beni üzeri yalanlarla süslenmiş örtünün altındaki gerçekler bir sır gibi aralandığında canımı yakan acı artık aldığım nefesi bana haram kılar olmuştu.

 

Sarı ve aralarında yer yer koyuluşların bulunduğu saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmıştı. Saçlarının aksine Laciverte çalan gözleri beyaz teniyle bir bütün halindeydi. Uzun, çevik ve güçlü bir vücudu vardı. Kıvrımlı hatlarını saran siyah, mini dar elbise uzun bacaklarını ortaya çıkarmıştı.

 

Babasının izinden gidiyordu. FBI'ın kıymetli istihbaratçılarındandı. Tırnaklarını geçirdiği avını asla elinden kaçırmazdı.

 

Fazlasıyla kurnaz ve sinsi bir kadındı. Eğer arada Zemon olmasaydı bana asla sıcak kanlı bir şekilde yaklaşmazdı.

 

"İlaçlarını almadın mı yine?" Diye sordu karşımda ki verandaya kurulurken bacak bacak üzerine attı. Mavi irsileri, ahşap masanın üzerine yağdığım ilaç kutularına değdi.

 

Gözleri imayla bana kaydığında, lacivertlerinde kızgın bir ifade belirdi. "Zemon öğrenirse ne olur biliyor musun sen?!" Dedi öfkeyle. "Bir bok yiyorsan, O zaman tedbirini de alacaksın!" Diye kızdı.

 

O ilaç kutularının içi uyuşturucu doluydu.

 

Zemondan saklamak için bulduğum bir çözümdü ama FBI'de de işime çok yarıyordu çünkü kalp hastası olan birinin kutularca ilaçları yanında taşıması ve saat başı ilaç alması kimsenin gözüne batmıyordu.

 

"Yorgunum helen," dedim bitkin bir halde. Pikenin altında, ondan gizlediğim ellerim zangır zangır titriyordu. "Tartışacak halim yok." Soğuk iyice içime işlediğinde üzerimdeki pike bile artık beni ısıtmıyordu.

 

Bedenin üzerine örttüğün battaniye ısıtır belki vücudunu ama ruhunun üzerine örttüğün hiçbir şey ısıtmaz içini.

 

Nasıl ki kırık bir kalp tamir olmuyorsa, hatırladığımızda o kırgınlık boğazımızı düğüm düğüm ediyorsa, bir gün cansız bir bedenim üzerine örtülen beyaz bir bez parçası bile artık ısıtmaz bedenini.

 

"Bu halin, Seni yok Sayan başkaları ile gününü gün eden bir adam için mi?" Tırnaklarım sarındığım pikeyi sıkıca kavradı. "Sırf işini yaptın ve onu polise verdin diye seni hayatından çıkaran bir adam için daha ne kadar yalnız kalacaksın?" Dedi öfkeyle.

 

"Ona ihanet ettim ," dedim sertçe. "Ne yapsaydı hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam mı etseydi?" Lenslerin gizlediği gözlerim acıyı mesken edilmişti.

 

İçimdeki acı, göğüsümün sıkıştırıyor, nefes almama izin vermiyordu.

 

"Devletine, makamına, işine ihanet etmemek için ona ihanet ettin?" Dedi öfkeyle. Söyleyecek bir şey bulamadım. "Doğru olanı yaptığın için neden hala kendini suçluyorsun?" Diye sordu hayretle.

 

"Eğer doğru olanı yapmış olsaydım şu anda makamımda oturuyor olurdum Helen." Boğazım düğümlendi. "Bana göre hatta birçok kişiye göre ben doğru olanı yaptım ve bana verilen görevi başarı ile tamamladım. Ama yine onlar kazandı ve ben kaybettim." Bakışlarım lacivert irsilerini buldu. "Demekki bir yerde hata yapmışım."

 

"İstihbarat ile işbirliği yaptı diye kendini suçlayamazsın!" Diye bağırdı, bir anda. "Bu senin suçun değil! Sen bir Savcı olarak görevini yaptın ama asıl sırtını yasladığın, güvendiğin o adamlar sana ihanet etti. Çünkü karşılarında bir Cumhuriyet Savcısı vardı ve onu kolay kolay deviremezlerdi ama yapacakları iş birliği daha tatlı geldiği için hepsinin gözden çıkardığı ilk kişi sen oldun!" İçime çektiğim nefes kalbimin acıyla kasılmasına sebep oldu. "Meclis tarafından verilen her kararı göz önünde bulunduran, şimdi ise sırf Meclis istedi diye başka bir kadınla evlilik yoluna giren bir adamdan bahsediyorum sana!"

 

Zemine sabitlediğim gözlerimin arasından bir damla yaş süzüldü. Artık aynadaki aksime baktığımda kendimden, bir eser bulamadığım yüzümde kayıp gitti.

 

"Neden yapıyorsun bunu kendine İz," dediğinde sanki geçmişte ki bütün sesler zihnimde aynı anda yankılandı. Gözlerimin akına sızan kırmızlığı hissettim. "Neden ölmek istiyorsun?" Diye sordu.

 

Haklıydı. Ben hep gözden çıkarılan olmuştum.

 

Kimin başı sıkışsa ilk ben ona koşardım ama kimin kuyruğu sıkışsa gözden çıkardığı ilk kişi ben olurdum.

 

"Çünkü yaşamam için bir sebebim yok," diye fısıldadım acıyla. İki bükül kaldım oturduğum yerde. "Kimsenin beni yaşatmak için de bir nedeni de yok."

 

"Annesinin ölümüne sebep olanı sen neden yaşatmak istiyorsun?" Sessiz kaldı. "Bana can olanı canından ettim ben. Senin bende ki bu ısrarın, bu çaban neden?" Diye sordum.

 

Katran karası gözleri çözmediğim bir şekilde bana bakarken monitörden yükselene kalbimin sesi odayı dolduruyordu.

 

"Elbet vardır bir sebebi," dedi, Kalın ve tok sesiyle. "Elbet vardır." Kara gözleri bilinmezliğe doğru yol aldı. "Senin ölmek için bir sebebin varsa benimde seni yaşatmak için birçok sebebim var." Dedi. Kalbim, sözlerinin etkisiyle gümbür gümbür atarken monitörden yükselen düzensiz sesler odanın içini doldurdu.

 

Onun vardı.

Onun beni yaşatmak için bir nedeni vardı.

O nedeni bana hiç söylememişti.

 

Ben onda hep saklı, gizli kalandım.

 

Korktuğunda, canı sıkıldığında, özlediğinde, yorulduğunda, canı yandığında koşa koşa kaçıp geldiği o kuytu köşesi bendim onun.

 

Bir zamanlar Keskin Ardıç Alacahanın saklanmak için can attığı kuytu köşesiydim.

Malihulyasıydım.

Güzel gözlüsüydüm.

İzgisiydim.

 

Şimdi ise hiçbir şeyiydim.

 

...

 

Her bıçağın açtığı kesik can yakmaz. Kesiğin açtığı yara ne kadar derinse yara o kadar büyüktür derlerdi ama o bıçağın açtığı küçük bir yara sızım sızım sızlardı.

 

Kendini hep hatırlatırdı.

 

Derin olan yara ne kadar çok kapanırsa kapansın arkasında iz bırakır kendinden. Ama küçük olan yara ilmek ilmek işlerdi kendini. Geç kapanırdı ama geride iz bırakmazdı.

 

Çünkü dıştan bakıldığında ne kadar yaralı gözükürsen gözük, için acımıyorsa fayda etmez.

 

Oysaki kalbinde en büyük yarayı taşıyanlar gülümsemesinin arkasına gizledikleri neşelerinde saklıdır.

 

Bir can kırığı saplı göğüs kafesime. Çakarsam kapanacak o yara, duracak o kan belki ama ben ondan bir iz kalsın istiyorum göğüs kafesimde.

 

Ondan bana kalsın.

Çünkü benim onda açtığım yara kapanmaz. Dikiş tutmaz.

 

Saatler önce, Douglasla yaptığım görüşme zihnimde belirdi.

 

Geçmiş hatırlamak istemeyeceğim kadar ağır ve keşkelerle doluydu.

 

Keşkelerle dolu bir geçmişi iyikilerle dolu bir gelecek için feda etmiştim.

 

"Sen neden geldin Vance?" Dedim bir anda. "Yıllardır görmedim seni, bu destursuz ziyaretini neye borçluyuz?" Dedim merakla. Becca'nın şüphe dolu bakışları onu buldu.

 

"Sanki hiç gelmiyorum." Diye homurdandı.

 

"Gelmiyorsun," dedim. "İki yıldır bir kere bile kapımı çalmadın. Aramadın, nasılsın diye sormadın. Hiç merak bile etmedin. Şimdi yıllar sonra geçmişsin karşıma hiçbir şey olamamış gibi konuşuyorsun ve benden de aynı şeyi bekliyorsun." Dedim sertçe. Yutkundu. "Son kez soruyorum neden buradasın?"

 

"İstihbarat seni istiyor." Dedi bir anda. Ona bakakaldım. "Onlar için çalışmanı istiyor."

 

Dudaklarıma alay dolu bir tebessüm yerleştiğinde, " Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" Dedim öfkeyle.

 

"Bunu söylemek için buraya gelmen bile çok saçma," dedi Becca. Benim gibi bir şeyleri kafasında oturtamıyordu. İstihbarat beni niye istesin ki?

 

"İzin onlarla çalışmayacağını onu tanıyan herkes bilir." Diye devam etti.

 

"Anlaşmanın detaylar-"

 

"Dinlemek istemiyorum," dedim sözünü keserek. "Ne uğuruna olursa olsun onlarla çalışmayacağım."

 

"Söz konusu mesleğini geri almak olsa bile mi?" Dediğinde aramıza çöken sessizlik bir çığ gibi büyüdü.

 

Sanki kansere yakalanmıştım da içimi kemiren hastalık bir türlü öldürmüyordu beni. Canımdan can alıyordu, kalbimi yerinden söküp arıyor beni nefessiz bırakıyordu ama bir türlü de ölemiyordum da.

 

"İstihbarat benden ne istiyor?" Diyebilidim sesime ulaşabildiğimde. Öylece bir süre bana baktığında her ne söyleyecekse nasıl söyleyeceğini bilmiyormuş gibiydi.

 

"Senden istedikleri Keskine tekrar eşlik etmen," Boğazımın düğümlendiğini hissettim. Yıllar sonra adını tekrar duymak nefesimi kesti. "Yapılacak olan operasyonlarda sana ihtiyaç duyuyorlar İz çünkü Meclisin içindeydin, her şeyi sen yaptın her şey senin gözetimin altındaydı ve o dünyayı biliyorsun çünkü o dünyanın içinden geldin. Bir başkası bunu yapmaz, uyum sağlayamaz. Bu yükü sırtlayamaz. Benimle gelirsen her şeyi detaylıca onlar sana anlatacaktır." Dedi tek nefeste.

 

"Şafağa giden yolda ablamı kurtların içine mi atacaksınız yine?" Dedi Becca öfkeyle. Benden yaşça küçüktü. Yaşadıklarımın ağırlığını bildiği için, bana hep destek olmuş, kardeş olmuştu. Sinirle güldü. "Bir kez daha kuyruğunuz sıkıştığınızda gözden çıkarılsın diye mi?"

 

"İstihbarat bunu yapmaz." Dedi kendinden emin bir sesle.

 

"İstihbarat bunu defalarca kez yaptı!" Diye bağırdım. "Defalarca kez yok saydı, binbir zorlukla başardığım kariyerimi bir suçluyla işbirliği yapmak için yok ettiler. Makamımı elinden aldılar. Sen istihbarata çok güveniyor olabilirsin çünkü onların içinden geliyorsun ve onlara çalışıyorsun. Onlar gibisin ve sende söz konusu o adam olduğunda tıpkı onların yaptığı gibi beni gözden çıkardın." Nefretle baktım ona. "Bir kez daha sizin elinde oyuncak olmayacağım!"

 

Keskinin beni aradığının haberi ona ulaştığında, saklandığı delikten çıkmış soluğu yanımda almıştı.

 

Bu sefer ona oyunu ben oynayacaktım.

 

Babamın evindeydim.

 

Gidecek başka yerim yoktu.

Bana babalık eden adamın yanına gelmiş, ona sığınmıştım.

 

Annemin emanetiydim ben ona.

Yani öyleymişim.

Bilmiyordum.

Anneme yıllardır deliller gibi aşık olan, o öldükten sonra bile ona verdiği sözü tutan. Vasiyetini vasiyeti sayan adamın yanındaydım.

 

"Ben anneni ilk gördüğümde, yaşamak için bir nedenim olduğunu hissettim İzgi." Demişti Fransa'daki ilk günlerimde.

 

"O gitti. O öyle bir gitti ki ben bir daha nefes alamaz, yaşayamaz oldum." Karşımda sigarasını büyük bir sükunetle içen ve beni derin gözlerle izleyen altın sarısı harelerin sahibi olan adamdan çekmedim gözlerimi. "Ölmek istedim. Sonra seni gördüm. İşte o zaman hala vaktim var dedim kendi kendime. Yaşmak zorundasın Zemon dedim. Onu korumak zorundasın. Emanetine sahip çıkmak zorundasın." Demişti geçmişin izlerini taşıyan sözleriyle.

 

"Seni özlemişim Z." Dudaklarım hüzünle yukarıya doğru kıvrıldı. Zemonun parmaklarının arasına sıkıştırdığı sigarası dudaklarına doğru giderken havada asılı kaldı.

 

Yüzünde manidar bir ifade belirirken, "Bende seni küçük kızım." Dediğinde içinin daraldığında emin olduğum bir nefes çekti içine.

 

"Benim küçük, güzel kızım."

 

Babamın şefkatli sesi zihnimde yankılandığında oturduğum yerde taş kesildim.

 

"Memleket gözlüm."

 

Zihnimdeki ses kulaklarımda çınladığında istemsizce ürperdim.

 

Kollarımı bacaklarımın etrafıma sararken, çenemi dizlerime yaslayıp lenslerin gizlediği gözlerimi ona kaldırdım.

 

Bir gün gel sevgilim. Bir gün gel. İşte o zaman sana yemin ederim, herkesten gizlediğim gözlerimi sana göstereceğim.

 

Çünkü sen seversin.

 

Sen gözlerimi çok seversin.

 

Sen en çok benim gülen gözlerimi seversin.

 

Bende sakallarının arasına gizlediğin o küçük çukuru...

 

"Aileni özlüyorsun biliyorum," dedi dalgın halime karşılık. "Babanı," dediğinde kısa bir an duraksadı. "Kardeşlerini, Şebnemi." Bir kesiğin bile yakamadığı canımı sözleri yaktı.

 

Şebnem.

 

Annem yerine koyduğum, canımdan çok sevdiğim kadındı. Bana annelik yapan, gözünden sakınan, her daim yanımda olmasa bile varlığını hissettiren bir kadındı.

 

Bana annelik yapan o kadın, benim annemin can dostuydu.

 

Kan kardeşiydi.

 

Benim annem, sırtında kardeşinin ihanetinin acısının açtığı yarayla toprağa gömülen kadındı.

 

"Şebnemde bizim gibiydi," diyerek anlatmaya başlayan Zemonu dinledim dikkatle. "Annen gibi o da bu görev için seçilen ve annenin zor anında ona yardım etmek için görevlendirilen bir ajandı." Dediğinde gerçekler her seferinde daha çok yaktı canımı. "Annen, her şeye rağmen. Babana olan o derin sevgisine rağmen ona verilen görevi yerine getirmek için çabaladı. Sevdasını içine gömdü yine de affetmedi. Çünkü babana aşık olmuş olması babanın bir suçlu olduğunu değiştirmiyordu. Tıpkı babanın anneni deli gibi sevmesine rağmen ihanetini görmezden gelememesi gibi." Dediğinde gelecek olanı tahmin edebiliyordum. "Annenim önceliği vatanıydı. Önceliği ettiği yemindi. Taşıdığı rozetine, silahına layık olmaktı."

 

Öylesine bendi ki. Öylesine benziyorduk ki birbirimize annemle tanıyabilmeyi, uzun uzun sohbet edebilmeyi canı gönülden diledim.

 

Sen benim kızımsın. Demişti o videoda. Sen benim canımsın. Can kızımsın.

 

Ben annemin kızıydım.

Canıydım.

Can kızıydım.

 

Ben annemin İzgisiydim.

 

18 Aralıkta annemi.

16 Aralıkta annemin İzgisini vermiştim toprağa.

 

Benim annem yoktu.

Annemin kızı yoktu.

Annemin can kızı artık yoktu.

 

"Şebnemin, Atıfa olan duygularının farkına vardığımızda çoktan geç kalmıştık İzgi." Tırnaklarım avuçlarıma öyle bir baskı uyguladı ki köklerinin kırıldığını ve bıçak gibi derime saplandığını hissettiğimde sol yanımda çok derin bir sızı baş gösterdi. "Anneni satan, gözden çıkaran istihbarat değil Kardeşiydi." Acı kalbime doğru sıçradığında ruhumu ele geçirdi. Öyle ki tıkandığımı hissettim. "Annen, Şebnem için ölürdü İzgi." Dediğinde gözlerime dolan yaşlar yanaklarıma akın etti.

 

Nefesimin kesildiği ana bu andı.

 

"Öldü de." Dediğinde genzime dolan hıçkırıklar dudaklarımın arasından firar etti. "Şebnem için öldü. Ölmeden önce de, onun ihanetinden bir haber bir şekilde, seni ona ve bana emanet etti."

 

Anne.

 

Beni bir başkasına emanet etmek yerine, yanımda kalsaydın ya.

 

Beni bir başkası değil sen korusaydın ya. Sen sarılsaydın ya. Sen saçımı okşasaydın ya. Sen yanımda olsaydın ya. Sen benimle oyunlar oynayıp, sohbet etseydin ya.

 

Şebnemin değil de senin dizinde uyusaydım ya ben anne.

 

Herkes var yanımda.

Her şeyim var.

Ama sen yoksun.

 

Sen yoksun anne.

 

"Şebnemin anneni deşifre ettiği ortaya çıktığında, FBI'dan atıldı. Bir daha geri dönememek üzere, Fransa'ya girişi yasaklandı."

 

Nefret ediyordum.

Anneme bunları yapan, ölümüne sebep olan kadını yıllarca annem yerine koymuş olmamdan nefret ediyordum.

 

"Abini," diye devam ettiğinde kabuk tutmamış yarama tuz bastı. Dalan gözlerim o kada hızlı bir şekilde gözlerine saplandı ki kısa bir an için afalladı.

 

"Abim." Diye fısıldadım acıyla. "Abim." Dedim bir kez daha.

 

Sanki biraz daha yükseltsem sesimi abim bir yerden çakacak ve "Söyle abim." Diyecekti. "Söyle benim canım. Söyle abim."

 

Abi. Abi. Abi.

 

Kaç kez çağırdım seni bir bilsen. Kaç kez bağırdım seni göklere bir bilsen.

 

"Sen çağır abim," demişti bir keresinde.

 

"Kimi çağırdıysam gelmedi."

 

"Ben gelirim abim." Demişti. "Sen çağır ben gelirim. Ayak tabanlarım paramparça olsun, kan dolsun. Ben sana koşa koşa gelirim. Sen çağır. Abi de. Ben duyarım. Hissederim. Gelirim sana."

 

Öyle bir ağlamak istedim ki. Şimdi burada onun gözleri önünde öyle bir ağlamak istedim ki, ağlamadıkça canım çıkacak sandım.

 

Abi ben çağırdım.

Ben her gün seni çağırdım.

Sen gelmedin.

Sen gelmedin abi.

 

Ben acımla, kimsesizliğimle bir başıma kaldım.

 

"İzgi-"

 

"Katherine benim adım." Dedim sertçe. O kadar hızlı bir şekilde sıyrıldım ki içinde bulunduğum andan buna sebep olan şeyin kullandığım uyuşturucudan olduğunu biliyordum.

 

Tıpkı ellerimin titremesi ve bir türlü ne yaparsam yapayım ısınamamam gibi.

 

"İzgi değilim ben." Dedim başımı iki yana doğru sallayarak. Gözlerimi yukarıya kaldırdığımda ağlamamak için çabaladım. "Ben. Onun. İzgisiyim." Dedim kelimelerin üzerine basa basa. Derin bir nefes aldım ama yetmedi. "Sizin değil."

 

Hatırla İzgi, hatırla.

 

Hatırla, neydi? Hatırla.

 

"Biz hangi aydayız Katherine?" Diye sordu Zemon Şüpheyle. Gözlerimden süzülen yaşlar çenemden kayarak, boynuma doğru yavaş yavaş akın etti. "Biz hangi aydayız Katherine?" Diye sordu bir kez daha. Israrla ve öfkeyle.

 

"Mayıs." Dedim acıyla. Zemon gözlerini öyle bir yumdu ki yüzüne bakmaya utandım. "Mayıstayız biz." Dedim oturduğum yerde cansız bir bebek gibi sallanırken, dudaklarımın arasından bir hıçkırık kaçtı. "Bugün onun doğum günü." Dediğimde kalbimdeki acı delirmeme sebep olacak kadar çoktu. "Bugün yirmi bir mayıs Z." Diye yakardım. Altın hareleri yeniden aralandığında gözlerine içimi yakan bir ifade vardı. "Bugün benim sevdiğim adamın doğduğu gün Z."

 

Altın kareleri sol avucumdan başlayıp, şah damarıma kadar uzanan yaraya değdiğinde içi acıyor muş gibi baktı.

 

Benim yandığım gibi yanamazdı.

 

Beni yakmışlardı.

Annem yine gelmemişti.

 

"Kathe." Dedi acıyla. "Sen yine ilaçlarını almadın mı?" Sorusu öylesine çaresizdi ki daha fazla tutamadım kendimi.

 

Başım önüme doğru eğilirken, dudaklarımın arasından bir hıçkırık firar etti. Omuzlarım sarsıldığında sessiz sessiz ağladım kendi içimde. Dudaklarımı birbirine bastırdığımda, sesimi kestim.

 

Z, bilmiyordu. Zaman algımı ve çoğu anımı yitirmeme sebep olan şeyin kullandığım uyuşturucu olduğunu bilmiyordu.

 

Kalbim için kullandığım ilaçlar başlarda yan etki göstermeye başlamış ve ya al yavaş zaman algımı yitirmeme sebep olmuştu. Uyuşturucu kullanmaya başladığımdan beride unutkanlıklarım artmaya başlamıştı.

 

İçinde bulunduğum taş evin duvarlarına sindi acım bir kez daha. Zemine dökülen göz yaşlarım yine kendinden bir iz bıraktı.

 

Buradan da ben geçtim sevgilim.

Sen uğradığında anlarsın belki.

Ama ben unuturum.

 

Burada senin için ağladığımı zihnim unutur ama ruhum unutmaz.

 

Zemonun beni sakinleştirmeye çalıştığını hatırlıyordum. Kesik kesik te olsa zihnimde böyle bir anı vardı.

 

Bir kaç gün sonra unutacağım bildiğim bir anıydı.

 

Çıplak ayaklarım buz gibi fayansın zemininde kendinden izler bıraktı. Dışarıda yağan yağmur, kopan fırtına ruhumdaki dinginliğin aksine fazla gürültülüydü.

 

Hayali bir tabutun için gömmüştüm, çocukluğumu. Annemle olan hayallerimi. Onu. Onun İzgisini.

 

Ölü bir ruhun, içi boş bir bedenin tabuttan çıkarılıp toprağa gönülmesi gibiydi.

 

Yaşadığımı hissettiğim son anlarda kalbime bir neşterin acımasızca geçirilmesi gibiydi.

 

Hiç bilmediğim, ama kıyısından ayrılmadığım o kara gözler, ölüm gibiydi.

 

Değişmiştim. Acımı göğüs kafesimde beslemiş, kalbimde büyütmüştüm. Ruhumu un ufak etmiş, parçalarına bile ulaşamaz olmuştum.

 

En önemlisi büyümüştüm.

 

Ruhumu saran kara, siyah kanatların gölgesi bile üzerimde değilken, çocuk kalmam gibi bir imkan yoktu zaten.

 

Ayaklarımı sürüye sürüye, Bodrum kata indim. Z'nin beni güvende tutmak için aldığı ve sıkı korunan evlerden bir tanesiydi.

 

Her bir basamağı ağır ağır indim. Güçsüz kalan bedenim merdivenlerin korkuluklarına tutundu. Omuzlarıma dökülen sarı saçlarım uzamaya başlamıştı. Aşağıya inmeden önce lenslerimi çıkarıp odada bırakmıştım çünkü ona gelmiştim.

 

Zemine ayaklarımı bastığımda, uzanan koridorda yürüdüm ağır ağır. Üzeri çiziklerle, kurmuş kanlarla dolu kapının önünde durduğumda, yaralı avuçlarımdaki anahtarı deliğe soktum ve kilitli kapıyı açtığımda uzun zamandır girmediğim odaya girdim.

 

Tekli bir yatak, ve bir şifoniyer vardı.

 

Şifoniyerin üzerinde bir çerçeve vardı.

Hayır.

Birden fazla çerçeve vardı.

 

Kapının kolunu bıraktığımda delikteki anahtar gürültüyle yere düştü. Ağır adımlarla şifonyere doğru ilerlediğimde, kaybettiğim kadının, İzginin köşede bir yerlere beni izlediğini biliyordum.

 

Yara bere içindeki avuçlarım ikimize ait olan, içinde bizim fotoğrafımızın bulunduğu ve Z'nin bizden habersiz çektiği çerçeveyi avuçlarımın arasında tuttum.

 

Çiftlik evindeydik. Yüzümde büyük bir gülümseme hakimken karşı tarafta bir yere bakıyordum ama neye baktığımı hatırlamıyordum. Yanımda ki adamın kara gözleri üzerimdeyken, dudakları bana bakarken iki yana kıvrılmıştı.

 

Bu görüntü içimi ısıttı. Bir daha asla bana böyle bakmayacak. Ben gülünce gülmek gelmeyecekti içinden.

 

"İyiki doğdun sevgilim," diye fısıldadım kısık bir sesle. "İyi ki doğdun."

 

"Katherine!" Çok derinlerden gelen tanıdık ses zihnime sızdığında istemsizce irkildim. Elimdeki çerçeve irkilmemek birlikte yeri boyalarken, etrafa saçılan cam parçaları ayaklarımın altına serildi.

 

"Katherine!" Bu kez bağıran ses daha netti. Gelen Adelineydi. Kalbim korkuyla atarken, öne doğru bilinçsizce bir adım attığımda cam kırıkları ayak tabanlarıma battı ve kor kızıl kan açılan kesikten sızarak zemine aktı. Geriye doğru acıyla bir adım attığımda daha büyük bir cam parçası diğer ayağımın tabanını kesti ve çerçeveden çıkan fotoğrafın üzerine kor kırmızı kan sıçradı.

 

Adeline, nefes nefese kapıda belirdiğinde, siyah saçlarının terden yüzüne yapıştığını ve deniz mavisi gözlerinin tereddütle dolu olduğunu gördüm.

 

"Seni buldu," dedi karanlığın içindeki sessizliği bıçak gibi bölen sesiyle. "Yerini buldu! Fransa'da olduğun ve nerede gizlendiğin artık biliniyor!" Dediğinde ayak tabanlarımda bir kesik daha açıldı. "Yakalandık Kathe."

 

Sobe, Kathe.

 

BUNDAN SONRAKİ BÖLÜMERDE OY VE YORUM SINIRI KOYMAYA KARAR VERDİM. OKUYAN SAYISI FAZLA AMA OY VEREN VE YORUM YAPAN ÇOK AZ KİŞİ VAR.

 

OY VE YORUM SİNİRİ DOLMADAN HİÇBİR ŞEKİLDE BÖLÜM ATMAYI DÜŞÜNMÜYORUM BİLGİNİZE. UMARIM ANLAYIŞLA KARŞILARSINIZ. SİZLERİ SEVİYORUM. GÖRÜŞMEK ÜZERE🧚

 

Hadi bay. Öpüldünüz.

Loading...
0%