Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.Bölüm

@umay_6

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

 

 

 

 

İlahi bakış açısı

 

Kasım ayının buz gibi sıcağı, bahçede oturan kadına zemherinin soğuk ayazını hissettiriyordu. Ruhundaki kız çocuğu ondan kilometrelerce uzağa savrulurken belki de artık hiçbir zaman onu kurtaramayacağının farkındaydı.

 

Karanlık bir kuyuda haps olmuş kız çocuğunu istese de kurtaramazdı çünkü karanlık yaşı kaç olursa olsun onu hep korkutmuştu.

 

İzgi Kara yeşillere ev sahipliği yapan gözlerini bir türlü alamadı bahçedeki görüntüden. Ruhunun yarasını bir kez daha deşti kendi içinde. Yazarının kalemini kırdı acısı. Babası annesinin ölümünden sonra ikinci bir evlilik yapmıştı. Bu kadın, Meclis üyelerinden biri olan Arif Karaderenin kızıydı. Bu evlilikten iki kızı bir oğlu olmuştu Atıf Karanın. Simay, Egemen ve Asya.

 

Gözlerinin beyazını dolduran damarlarına kırmızılıklar yerleşmişti. Yeşilleri hiç olmadığı kadar cansız ve soluktu. Onu uzaktan izleyen babası içten içe kahrolurken kızının günden güne bir çiçek gibi solduğunu görmek elden ayaktan düşmesine sebep oluyordu.

 

İzgi, onun her şeyiydi. Onunla, kızıyla babalığını tatmıştı. Koca adamken bile oğlu ve kızına çocuk olmuştu.

 

Hele ki İzginin hasta kalbi onu her gün korkuturken üzerine titremesi, gözünden sakınması ve herkesten koruması en çok ona kıymet verdiğindendi. Kalbinin stresten ve üzüntüden uzak durması gerekiyordu ama bu durumda bu oldukça zordu.

 

Atıf Karanın en büyük endişesi kızının atlatamayacağı bir krizin eşiğine gelmesiydi. Yüreği ağzında, gözü telefondaydı. Her gün korkuyla açıyordu Şebnemin telefonlarını.

 

Canı canından gidiyordu ama hiçbir şey yapamıyordu.

 

Şebnem hanım kızıyla birlikte bahçede kahkahalarla gülüşüp oyunlar oynarken İzgi Kara hayatın adaletsizliğine sövüyordu. Şebnemin çocuklarının üzerine titreyişi, onları sarıp sarmalasına imrenerek bakardı hep. Her ne kadar kendisine de annelik yapmış olsa içindeki o boşluğu dolduramamıştı. Kimse dolduramazdı.

 

Annesiz büyüyen her kız çocuğu eksik büyürdü. Onu koruyacak bir annesi olmadığını bildiğinden küçüklüğünden eğitirdi kendini. Kelimeleri bıçak görevi görür herkesin ondan sakınmasını sağlardı.

 

Annesi hiç onunla oyunlar oynamamıştı. Saçlarını örmemiş, kulağına ninilerini fısıldamamıştı. Kucağına alıp kokusunu bile soluyamamıştı. İzgi Kara annesinin katiliydi. Aliye Kara nasıl bir can getirmişse bu dünyaya, hayat verdiği o can kesmişti soluğunu.

 

Çok istemişti. Annesinin her anında onunla olmasını, onun tarafından büyütülmeyi... Onunla gurur duymasını canı gönülden istemişti.

 

Fakülteyi birincilikle bitirdiğinde ona gururla bakan annesini aramıştı gözleri. Hiç yoksa babam var demişti ama Atıf Kara o gün kızının yanında olamamıştı.

 

Her ne kadar İz gözbebeği olsada, Söz konusu Meclis olduğunda kızını hep ertelemişti. Ona en ihtiyacı olduğu zamanlarda babası yanında hiç yoktu.

 

Umudunu kestiği andaysa abisini görmüştü. Ona kucak açan güvenli kollarına sığınmış, gururla bakam gözlerini görmüştü. Çocuk gibi diplomasını abisine göstermişti.

 

"Seninle gurur duyuyorum İzgim." Diyen sözleri yüreğine bahar getirmişti.

 

Bu sözleri annesinden duymayı çok istemişti ama hiç duymamıştı.

 

Yirmi altı yıllık hayatı boyunca annesinin varlığını aramıştı hep gözleri. Mezuniyetinde, ilk okula gittiğinde, korktuğunda, sevindiğinde, aşık olduğunda...Hepsini annesiyle paylaşmak her anını onunla yaşamak istemişti. Gıptayla bakardı her anne kıza. İç çekti istemsizce. Lakin bu iç çekiş aldığı nefesin boğazını düğüm düğüm etmesine gözlerinin yaşlarla dolmasına sebep olmuştu. Annesizlik bambaşka bir şeydi. Bu acının, eksikliğin tarifi yoktu.

 

"Ne yapıyorsun?"

 

İzgi, daldığı yerden çektiği bakışlarını yanına çöken ağabeyine çevirdi.

 

Babasından sonra sırtını yasladığı tek dağ.

 

Abisi.

 

Mert Kara.

 

Ona hep bir omuz olan, onu her şeyden koruyan abisi de babası da, sırtını yasladığı o dağda yıkılmıştı. İzgi Kara o dağın altında kalmıştı. Kalbi hayal kırıklıklarıyla doluydu.

 

Altında kaldığı enkazdan sağ çıkabileceğini düşünmüyordu. Paramparça bir kalbi, yaralı bir ruhu vardı.

 

Hasta kalbi, onu bir uçuruma sürüklüyordu. Ölüm hiçbir varlığa ne kadar yakın olmaması gerekiyorsa İzgi Karaya o kadar yakındı.

 

Haftalardır onunla konuşmayan kız kardeşinin solgun yüzüne baktı Mert Kara. Siyah saçları dalgalar halinde beline dökülürken yeşilleri hiç olmadığı kadar cansız bakıyordu. Bu halde olmasının sebebi kendisiydi.

 

Mecliste bir karar verilmişti.

 

Ya İzgi Ya Simay denmişti.

 

Atıf Kara İzgi için karşı çıkarken Simay için sesini çıkarmamıştı. Herkesten her şeyden önce önceliği her daim İzgi olurdu. Gözünden akan tek damla yaş için taş üsütün de taş bırakmazdı. Şimdi göz yaşlarının sebebi kendisiydi çünkü oğlu göz göre göre kızını Meclise kurban ederken hiç bir şey yapamamıştı.

 

Simay daha küçük. Demişti babasına. O yapamaz. Kaldırmaz bu yükü. İz güçlüdür, her şeyin altından kalkar o. Boğazını kavrayan görünmez ellerden kurtulmak için gömleğinin ilk iki düğmesini açtı Atfı Kara.

 

Simay küçük diye İzi mi harcayacağım? Demişti Atıf Kara. Onu istemediği bir evliliğe mecbur mu bırakacağım? Ölürüm, yine de yapmam. Bakışları Meclis üyelerinde gezinirken Benim kimseye kurban edecek kızım yok! Demişti.

 

Bizde senden kurbanlık koyun istemiyoruz zaten Atıf, demişti Rıza Alacahan. Tavrı da ifadesi kadar sertti. Kabul edersen kızın gelinimiz olsun diyoruz. Derken bile oğluna ve ailesine yakışacak tek kadının İzgi Kara olduğundan adı kadar emindi.

 

Oğlunun sırf İzgi için Funda'yla olan nişanı attığını da biliyordu. Gerçi hiçbir zaman o nişanı istememişti . Elinde sonunda atacaktı ama bu bahanesi olmuştu.

 

Annesine olan benzerliği yüreklere korku salsada, kendinden ödün vermeyen tavrı, sivri dili ve her daim dik duruşu, hafife alınamayacak kadar tehlikeli zekası içten içe herkesin ona hayranlık beslemesine sebep oluyordu.

 

Mecliste ki herkes Atıf Karanın kızı İzgi Karayı hafife alamayacağını çok iyi bilirdi.

 

Öfkesi gözünü kararttı mı, içindeki ateş hepsini yakar kül ederdi. İşte bu yüzden Rıza Alacahan özellikle Vance kadınlarının hepsinin evlenmesini beklemişti. Gelini olarak istediği tek kadın İzgi Kara'ydı.

 

Bu evlilik Mecliste karar kılınsada, Atıf Karanın İzgi henüz küçükken ona verdiği sözü vardı. İzgi elbet bir gün Keskinle evlenecek ve yolları kesişecekti.

 

Bu yüzden İzginin geçmişte yapmak istediği evliliğe sert ve katı bir tepki vermişti, Atıf Kara.

 

Baba, demişti Mert Kara. Yalavaran bakışları babasındaydı. Simay canına kıyar. Atıf Karanın elini kolunu bağladı kelimeleri, ne yapacağını bilmez bir şekildeyken cevabı netti.

 

Evliliği kabul etmiyorum. Kızımda kabul etmeyecektir. Kızlarımın hiçbiri bir Alacahanla evlenmeyecek! Dedikten sonra daha fazla o masa da oturmadı. Verdiği sözü tutmadı. Kızının yüzündeki gülümsemeyi soldurmak istemedi. Ona sevgiyle bakan yeşillerine düşen gölgelere sebep olmak istemedi. Söylenenleri de duymak istemedi evine gitti. Kızına sarıldı ve kokusunu doya doya içine çektiğinde ona gülümseyerek bakan gözlerini izledi. Daha sonra gittiğine, Merti arkasında bıraktığına bin pişman oldu. Oğlu yine hep yaptığı gibi bir kardeşini kurtarırken öbürünü harcamıştı. Ve harcanan yine ve yine İzgi olmuştu.

 

Canım dediği kızı, candan olmuştu.

 

Kız kardeşinin gözlerinin içine bakmaya utandı Mert Kara. Kırgınlığını görebiliyordu. Kendi affettirmek gibi bir çabaya da girmiyordu çünkü İzgi affetmezdi. Keskin çizgileri, kuraları vardı. Karşısındakine acımazdı, merhamet etmezdi. Rıza Alacahan bunu onda gördüğü için özellikle onu istemişti.

 

Konuşmak istedi. Özür dilemek istedi ama hiçbirini yapamadı. Çünkü biliyordu. Tek bir kelime etseydi kardeşi ağzına tıkardı lafını.

 

"Bazen düşünmeden edemiyorum," Kardeşinin naif sesi aralarında ki sessizliği böldü. Merakla bekledi söyleyeceklerini. "Acaba annem yaşasaydı ne olurdu? Nasıl olurdu diye?" Nefret ettiği kadını hatırlatması öfkeyle ona bakmasına sebep oldu ama İzgi bunu görmedi. Abisi annesini hiç sevmiyordu. "Ben bu evliliğe mecbur edilmezdim belki. Yanımda dağ gibi dururdu annem. Kimselere ezdirmezdi beni. Ne sana ne babama. Sizin pis oyunlarınız için feda etmezdi beni. Beni kırmaktan üzmekten çekinirdi. İstemediğim bir evliliğe zorlamazdı." Titreyen sesi yüreğini yaktı. "Hayatım boyunca," titrek bir nefes kaçtı dudaklarından. Omuzları sarsıldı. Yeşillerine yaşlar doldu. "Hayatım boyunca eksik kalacağım. Öksüz kalacağım. Hayatım boyunca sırf size yaranabilmek için sırf sizi kırmamak için yapmak istemediğim her şeye mecbur bırakılacağım demi abi?" Sorusuna cevap vermedi. Öyle bir şey olmayacak, izin vermem diyemedi. Olacak olanı saklamadı. "Peki siz bütün yükünüzü benim omuzlarıma yüklerken ne kadar dayanabileceğimi sanıyorsunuz?" Aklından geçeni dile getirmemesini ümit etti. "Ölüm bir nefes kadar yakınımdayken, hasta kalbim ne kadar dayanır bilmiyorum. Daha ne kadar içim kan kusarken hiçbir şey olamamış gibi insanlara gülümser, güçlü görünmeye çalıştım bilmiyorum abi ama bildiğim bir şey var." Derin bir nefes aldı. Sol gözünden bir damla yaş aktı. "Bir gün öleceğim abi. Bir gün atacaksın o kara toprağı üzerime. Umarım o gün geldiğinde kardeşine geç kalmamış olursun. Yoksa mezarımın başında af dilerken bulursun kendini ama beni bilirsin. Bu hayatta oluru yoksa bazı şeylerin toprağın altında da olmayacaktır." Oturduğu yerden ayaklanırken son kez abisine baktı. "Senden önce gidecek olursam annemin yanına seni ona söyleceğim." Dedi çocuk gibi. Yaşlar yanaklarına gücüm etti. "Kızsın sana. Ben kızamadım, kıyamadım, yok sayamadım o yapsın. Anneler evlatlarını korur. Ben sana annemin emanetiydim, sen annenin emanetini niye koruyamadın abi?" Belki de annesininden sonra ilk kez bir göz yaşı aktı kahvelerinden. "Benim belki annem yoktu ama sen vardın ."

 

"Artık," dediğinde sesi güçlükle çıkıyordu. "Artık yok muyum?" Diye sorarken sesinin titrememesi için gayret gösterdi ve başarılı da oldu.

 

Kırık bir tebessüm yerleşti dudaklarına. Ona bakmayan abisi görmedi tebessümünü. "Yoksun." Dedi acımasıza. Canını yakmak istercesine söyledi kelimelerini ve yaktı da. Ardına dahi bakmadan kamelyadan ayrılırken pare pare ettiği abisinin yüreğini ezip geçti. Omuzları sarsıla sarsıla ağlayan koca adamı görmedi gözleri.

 

Mert Kara, yaptığı şeyin pişmanlığına ağlarken kalbi acıyla yandı.

 

"Memleket gözlüm," Adımlarının duraksamasına sebep veren, yüreğinin kırkınlığına sebep olan babasının sesi sızdı kulaklarına İzgi. Ona her daim Karadenizi, memleketini çağırıştıran yeşillikler kahveleriyle buluşmadı bu kez. Ona seslenen adama dönmedi. Dönemedi. Dönerse olacağı biliyordu. Babasına dayanamıyordu. "Ben," dediğini duydu. "Ben istemedim." İnanmadı İzgi. "Yemin ederim istemedim kızım. Karşı çıktım. Olmaz dedim."

 

Alayla kıvrıldı dudakları. "Ama öyle olması gerekiyordu değil mi baba?" Başını salladı iki yana doğru hayal kırıklığı içinde salladı ama babasından bir cevap alamamıştı. "Öyle gerekiyordu ve Atıf Kara her zamanki gibi gerekeni yaptı!" Diyerek, Öfkeyle soludu.

 

"Engellemeye çalıştım!" Diye yakardı babası.

 

"İki gün sonra nikahım var!" Diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Öfke dolu bakışları, ok gibi babasına saplandı ama sanki onu görmüyor gibiydi. "Sevmediğim, istemediğim , nefret ettiğim bir adamın karısı olacağım! Senin yüzünden! Sizin yüzünüzden!" Hangi kadın istemezdi sevdiği ile evlenmeyi? Evlilik telaşı içinde olmayı. Sözünü, nişanını, kınasını, düğününü yetiştirmeye çalışırken o tatlı telaşa sevdiğinin de katılmasını. Elinden tutmasını, hangi kadın istemezdi? Her gece sevdiğiyle uyuyup onunla uyanmayı. Mutlu bir yuva kurmayı hangi kadın istemezdi? İzgi Kara da istiyordu. Sevdiği adam için hazırlanmayı, onun için gelinlik giymeyi istiyordu ama olmamıştı. Gerçekleşememişti hayali. Bunun da burukluğu vardı içinde. Sade, kuru bir nikahla evlenecekti. Üstelik sevmediği bir adamla.

 

"İz," dedi. Ne diyeceğini bilemez gibi.

 

"Böyle yaşanır mı sanıyorsun sen? Seni sevmeyen istemeyen, sevmediğin istemediğin biriyle yaşanılır mı baba, söyle bana?" Fısıltısı dudaklarından zar zor çıktı. Takati kalmamıştı artık laf anlatmaya. "Söyle bana böyle yaşanılır mı? Ben böyle yaşayabilir miyim?"

 

İzginin göğüsü öfkeyle yükseldi ama öfkesi içindeki kırgınlığıyla birleştiğinde içimde ki his parçalara ayrıldı ve etrafa dağıldı.

 

Hiçbir cevap vermedi babası. Başını kaldırmadı eğdiği yerden. Bakamadı kızının gözlerine. Çekip alamadı onu düştüğü o kör kuyudan. Yardım için çırpınan halini görmek istemedi. Uzattığı elini tutmadı. Kızını yüreğinin yangınıyla baş başa bıraktı ve kaçtı yanından.

 

Aldığı her soluk, yorgun ve hissizdi.

 

Atıf Kara, şüphesiz ki her şeyden, herkesten çok güzel kaçardı ve İzgi Kara bunun gayet farkındaydı.

 

Bazen farkında olmak canını hiç olmadığı kadar yakıyordu.

 

Yapma. Demişti karısı ona. Yalvarmıştı. Kanından değildi belki, o doğurmamıştı belki ama canından çok seviyordu manevi kızını Şebnem Kara. O senin kızın ona bu kötülüğü yapma Atıf. Karısını merhametiyle bir kez daha yüzleşti o gece Atıf Kara. Onun çocuğu olmamamasına rağmen kendini nasıl harap ettiğine şahit oldu. O bizim kızımız. Demişti kesin bir dille Şebnem Kara. O benim kızım. Sen benim kızımın yüreğini nasıl yakarsın? Sen onu yakarken yüreğin hiç mi sızlamaz? Hiç mi duymazsın yakarışlarını? Hiç mi görmezsin çaresizliğini? Diye sormuştu. Bir şey yap Atıf. Demişti göz yaşları içinde. Yalvarıyorum sana bir şey yap. İz yapamaz, nasıl yapsın? Nasıl kaldırsın? Allah aşkına bir şey yap. Onun için bile çok fazla. Zaten yıllarca eksik büyüdü. Şimdi de sen eksik bırakma onu. Ben her ne kadar annesinin yarattığı boşluğu doldurmaya çalışsam da bir yere kadar. O zaten annesiz bir de babasız mı bırakacaksın?

 

Karısının sözlerine karşılık tek bir kelime edemedi. Yüreğini yakan sözleri sol göğüsünde derin bir sızıya sebep olurken kızını mecbur bıraktığı şey yüzünden kendisini asla affetmeyecekti.

 

Yapma. Demişti odadan çıkamadan önce karısı. Pişman olacaksın. Lütfen, yapma. Yanında ayrılmadan hemen önceki son sözleri bu olmuştu.

 

Belki şu anda kimse farkında değildi ama bu evliliğe sebep olan herkes bin pişman olacaktı.

 

...

 

İZGİ KARA

 

Pencereye çarpan yağmurun dingin sesi içimdeki hissizliği karıştı. Tırnaklarım avuçlarımdaki kabukları soymakla uğraşırken kaldırdığım ve kanattığım etlerimin acısını hissetmiyordum bile. Avuçlarıma yine kan dolmuştu.

 

Avuçlarımdaki o kan lekeleri, hiçbir zaman silinmemişti. Silinmeyecekti. Zaman kahyanın içinde bölünse bile avuçlarıma her baktığımda o kirli kanla yüzleşecektim.

 

Üzerimde, saten bembeyaz bir elbise vardı. İnce askılı, bütün vücudumu saran ve kıvrımlı hatlarımı ortaya seren bir elbiseydi. Sırt kısmı tamamen açıktı ve bittiği yer belimin tam iziydi.

 

"Annenin." Demişti Şebnem. Onu bana verirken elleri titremiş içi gitmişti. "Bir daha böyle bir şansın olmaya bilir İz."

 

"Annemin nikahında giydiği bu elbiseyi o nikahta kirletmek istemiyorum." Demiştim katı bir şekilde.

 

Başka hayallerim vardı önceden. Böyle giymeyecektim. Böyle olmayacaktı. İçim içim sığmayacak, heyecandan uyuyamayacaktım geceleri.

 

Ağlamaktan yorgun düştüğüm için değil.

 

"Annen giymeni isterdi." Demiş, beni zorla ikna ederek giymeme sebep olmuştu. Dümdüz, etekleri yere kadar uzanan zarif ve şık bir elbiseydi. Göğüs kısmındaki hafif dantel işlemleri elbiseyi çok daha güzel göstermişti.

 

Ben bunu böyle giymek istemezdim. Çok eskiden bir nikah masasına oturmuştum. Yarı yolda bırakılmış, dönüşü olmayan bir yola girmiştim. Bir zamanlar çok sevdiğim o adamın adını kalbimden silmiştim. İzi bile kalmamıştı.

 

"Bir gün döneceğim. Beni beklediğini bilerek döneceğim."

 

"Seni beklemeyeceğim yüzbaşı. Dönme sakın. Çünkü döndüğünde, geride bıraktığın seni seven bir kadın olamayacak artık."

 

"İz?!" Lilly Vancenin korku dolu sesi kulaklarıma sızdığında cansız bakışlarım ağır ağır onu buldu. Gelin ve damat için hazırlanan masanın üzerindeki yemek tabaklarının yanındaki bordo örtüyü aldı ve hızla yanıma gelerek kanattığım avuçlarıma bastırdı örtüyü sertçe ve bu hareketi dişlerimi birbirine bastırmama sebep oldu.

 

Kuyunun dibine çakıldığımdaki acıyı yeniden tattım sanki. "Ne yapıyorsun? Yaralarının kabuklarını kaldırıp neden kanatıyorsun?" Diye sordu hayretle.

 

Aynısını ruhuma yapıyorlar Lilly ama hiçbiriniz görmüyorsunuz. Hiçbiriniz oluk oluk kanayan yarama bir bez bile bastırmıyorsunuz.

 

Hem, kanamayan yara kabuk tutmaz ki.

 

"Her görünen yara can yakmaz." Dedim, kısık bir sesle. "Her görünenin sarılmaya ihtiyacı yoktur belki. Her görünen öldürmez belki ama görünmeyen yaraların zihnindeki boşluğa düşüp kendini hatırlattığında aklını kaçırırsın Lilly."

 

Bugün, o kara gündü. Bugün hayatımın en berbat günüydü. Sanki bunu bilir gibi gökyüzü karanlık ve kasvetliydi. Dün gece yağmaya başlayan yağmur dinmek bilmemişti. Nikah salonunda üzerimde sade beyaz bir elbiseyle gelin odasında yanımda yegane dostum olan Lily Vance ile birlikteydim. Birazdan hiç istemediğim, sevmediğim bir adamın karısı olacaktım.

 

Nefes alamıyordum. O davetten beri nefes alamıyordum. Soluklarım kesik kesik, aldığım nefesler, solduğum hava zehirdi. Her şey o kadar aceleye gelmişti ki kendimi ne ara nikah masasında bulmuştum anlayamıyordum.

 

Gök gürlediğinde çakan şimşekle beraber içerisi aydınlandı ve geri söndü. Bir anlık bir hevesle çakan şimşek ışığı da bir ömür sönük kalmaya ve kendini yer yer belli etmeye mecburdu.

 

Yağmurun gölgesinde kalmaya ve sadece ortaya çıktığı anlarda yüreklere korku salardı. Karanlığın içinde bir anlık bir ışıkla sizi aydınlığa kavuşturduğunuzu sanardınız ama o ışık söndüğünde artık karanlığa mahkum kalırdınız.

 

O karanlık Keskindi.

 

Mahkum olduğum karanlığın adı sadece iki kelimeydi.

 

"Keskin Alacahan." Diye fısıldadım benim bile zor duyabileceğim bir sesle ve o an gök bir kez daha gürledi odanın içi bir kez daha parıldadı ve yeniden söndü. "Kendi gibi kara gözlere sahip olan adam." Diye fısıldadım bir kez daha.

 

Yağmur bastırdı. İnce yağmur taneleri iri taneler haline geldi. Garip ama huzur veren bir ezginin notları gibi içinde bulunduğum odanın camına vurdu. Dışarıda bıraktığım ruhumu sırılsıklam etti.

 

Yağmur bu sefer göz yaşlarımı saklayamadı. Gök gürlediğinde çığlıklarımı bastıramamıştı.

 

Ruhumda bir vaveylanın çığlığı yankılandı.

 

Bırak İz. Demişti Kerim Başsavcı. Bırak kızım. Mahvolacaksın, görüyorum. Ama çok geçti. İş işten geçtikten sonra söylenen sözlerin de vazgeçilen şeylerin de pek bir anlamı kalmıyordu. Vicdanını rahatlatmak için öyle söylediğini biliyordum. Çünkü o da oynayacağım oyunun benim için hiç iyi sonuçlar doğurmayacağını biliyordu. Tek derdi görevi layığıyla tamamlamamdı.

 

Mahvolacaksın demişti. Bilmediği şey ise zaten mahvolmuş olduğumda. Daha ne kadar dibe batabilirdim ki? O kör kuyuda daha ne kadar karanlıkta kalabilirdim? Ne kadar dayanabilirdim? Sesimi duyurabilir miydim ya da? Sanmıyorum.

 

İçim kan ağlarken kahkahalarla gülerdim hayata inat. Beni nerden vurursa vursun, ne kadar yaralarsa yaralasın her şeye herkese inat başım dik dururdum. Yılmaz, inat eder yara bere içinde kalkardım ayağa. Bana başka türlüsü yakışmazdı çünkü.

 

Ben İzgi Kara.

 

Bir devrin başlangıcı belki de sonu olacaktım.

 

Hangisi olacağım şu an için muammaydı belki ama emin olduğum tek şey Keskin Alacahanın, başında durduğu o meclisin sonu olacağımdı. Tek temennim en az hasarla kurtulmaktı ki oda pek mümkün değildi.

 

Dik başlı, söz dinlemez, lafımı esirgemez,fevri ve düşünemeden hareket ederdim. Dikenlerimi çıkarmaktan çekinmez, bir gül goncası gibi açar hiç beklemedikleri anlarda saplardım dikenlerimi. Acımasızdım. Söz konusu adaletim, fikirlerim, savunduğum düşüncelerimse karşımda kim durursa dursun tanımazdım. Beni harcamaya kalkanı hepsinden önce bozuk para gibi harcardım.

 

Ben sadece Meclis üyelerinden olan Atıf Karanın kızı değildim. Sadece makamımdan da ibaret değildim. Beni ben yapan bunların hiçbiri değildi. Adaletim, merhametim, gözü kara oluşum, vicdanımdı beni ben yapan. Başıma her ne gelirse gelsin içimden söküp alamayacak olduklarıydı beni ben yapan.

 

İçim yara.

İçim kabuk tutmayan yaralarla dolu.

Ruhumsa bir katliama kurban gitti.

 

Daldığım yerden bakışlarımı çektiğimde bakışlarım ellerini karnında birleştirmiş ve sıkıntıyla iç geçiren Lillyi buldu. Altı haftalık hamileydi. Al al olan yanakları güzelliğine güzellik katmış. Aldığı kilolar onu daha da sevimli bir hale getirmişti. Şüphesiz ki çok şanslıydı çünkü sevdiği adamla evliydi ve mutlu bir evliliği vardı. Bozulmamasını diledim.

 

Odanın kapısı tıklatıldığında Lilyinin tedirgin bakışları gergin vücudumu bulmuştu. "Müsait misiniz?" Diyen karanlık ses ona aitti. Lily kapıya çevirdiği bakışlarını tekrar yeşillerime çevirdiğinde sessizce onayladım.

 

Göğüs kafesim maratona koşmuş gibi çarpıp dururken bana hiç yardımcı olmuyordu. "Gelebilirsin, Keskin." Dediğinde kapı ağır bir yavaşlıkla açıldığında koca bedeni görüş açıma girdi.

 

Katran karası gözleri yeşillerimle buluştuğunda zihnimde bir şimşek çaktı. Öylesine soğuk bakıyordu ki içimdeki yangınıma rağmen üşüdüğümü hissettim. Üzerinde kalıplı ve uzun vücudunu saran siyah bir takım elbise vardı. Simsiyah saçları düzen içindeydi. Kirpiklerin gürlüğü kara gözlerini çerçeveliyordu. Adı gibi Keskin ve kavisli kaşları çatıktı. Belirgin elmacık kemikleri hokka burnuyla bir bütün içindeydi. Esmer teni ay gibi parlarken sanki gözlerinin karanlığıyla bütünleşmiş gibiydi. Yüzünün ayrıntıları öylesine kusursuzdu ki bir ressam onu çizmeye kalkışsa bu yıllarını alırdı ve muhtemelen tamamiyle tuvale onun güzelliğini çizemezdi.

 

"Sana boyundan büyük laflar etme demiştim." Dedi tok ve kalın sesiyle. İçimi kaplayan öfke gittikçe arttığında boğazıma takılan yumru kalbime oturdu. Nefes alamadım.

 

Arkasından tanıdık bir kaç sima daha belirdiğinde rahatladım. Aylin Alacahan yüzünde şirin bir gülümseme ile kapıdan kafasını uzattığında sarı saçları omuzundan sallanmıştı. Masmavi gözleri beni süzerken kafasının üzerine yaslanan çenenin sahibine, koca kafaya, Sergen'e baktım.

 

"Hayırdır?" Diye sordu. "Bir tane de benim kafamın üsütüne mi konsun diye bekliyorsun abi? Açsana kapıyı. Sıkıştık burada!" Diye isyan etti.

 

"Üzerimden çekilirsen ben gayet rahat bir şekilde o boşluktan geçebileceğim." Gözlerini devirdi Aylin. "Bir öküz çöktü de şu an üzerime. Yalan söyleyip, abime yakalandığımda bile bu kadar büyük bir yükü omuzlarımda taşımamıştım." Lily kıkırdadı. Bense sadece düz düz bakmakla yetindim. "Ha gayret koçum. Biraz daha yüklen de birlikte böcek gibi yere yapışalım. Sonra da abim ezip geçsin bizi."Alayla güldü. "Nasıl olsa yapmadığı şey değil."

 

İkisi de bir anda öne doğru yalpalayarak içeriye girdiğinde kapı sertçe duvara çarpmıştı. Keskin kardeşlerine kızgın bir bakış atarken gözlerini kapatıp açmış tahminimce sabır dilemişti. Daha çok dileyecekti.

 

Bakışlarının hedefi tekrar ben olduğumda kaşlarım havaya kalktı. Söyleceklerini bekledim.

 

"Nikah memuru geldi." Dedi düz bir sesle.

 

"Eee?" Dedim bende. Gerçekten mi İz?

 

"Ne Eee?" Dedi sertçe. Kaşları çatıldı. "Ne dememi bekliyorsun?" Bir an önce bitsin bu işkenece de defolup gideyim gibi bir hali vardı.

 

Dudaklarım aralandığında, "Önce evlilik sözleşmesini imzalayacaksın." Dedim. Konuşurken parmaklarım yanı başımda bulunan dosyayı ve kalemi kavramış ona doğru uzatmıştı.

 

Çatık kaşlarının altındaki gözlerinde bir mezar kazılıydı. Gür kirpikleri kısıldığında,

"Okumadığım hiçbir şeyi imzalamam." Dedi.

 

"Oku o zaman." Dedim, omuz silerek.

 

Dik dik bana baktı."Vaktimiz yok. Nikahtan sonra hallederiz."

 

"Yeterince vaktin olduğunu ve nikah memurunu biraz da olsa bekletebileceğini biliyorum çünkü tam yarım saattir ben de dahil hepimiz seni bekliyoruz." Bakışları kısıldı. "Ayrıca nikah memuru yeni gelmedi. Sen geç geldiğin için haliyle ondan da haberin yok." Dedim alayla.

 

Aynı şekilde, dik dik ona baktığımda kaşları havalandı.

 

"Nikahtan sonra okur, imzalarım dedim." Dedi kelimelerin üzerine basa basa.

 

"Bende şimdi dedim." Dedim sertçe. Katran karası bakışları yeşillerimi delip geçerken çehresine yerleşen ifadeyi çözemedim. Ama korkutucu gözüktüğü kesindi.

 

"Nikahtan sonra." Diye tekrar etti. Bu son söyleyişim der gibi.

 

"Şimdi." Dedim inatla.

 

Dudakları cevap vermek için aralandığında İdil Çakanın bedeni kapıda göründü. "Nikah memuru daha fazla beklemeyeceğini söylüyor." Bakışları üzerimde gidip geldi ama ikimizde ona bakmadık. "Acele edin."

 

Kaşlarım uyarırcasına havaya kalktığında dilini ağzının içinde yuvarladı ve damağını şıklattığında ortaya çıkan adem elması dilimi damağımı kuruttu. Uzattığım dosyayı sertçe çekip alırken on dakika boyunca maddeleri okudu ve her okuduğu maddede kaşları daha çok çatıldı.

 

"Üç ay deneme süresi derken?" Diye sordu çarık kaşlarıyla. "Bu ne demek?"

 

"Evliliğimiz!" Diye şakıdım. "Baktık olmuyor hiç uğraşmadan anlaşmalı bir şekilde boşanır gideriz. Sonra sen yoluna ben yoluma." Gittikçe sinirlenirken bakışları tekrar önündeki kağıtlara döndü.

 

"Unutun boşanmayı, bu sözleşmeyi ayık kafayla hazırladığından bile şüpheliyim." Dedi. Her ne kadar onaylamasa da gelişi güzel imzalamış kağıtları resmen suratıma fırlatmıştı. Gözlerimi yumup sakinleşmeye beklerken derin derin nefesler aldım.

 

Sakinim, sakinim.

 

Sakinim.

 

Çok sakinim.

 

Her şeyi görmezden gelerek oturduğum yerden ayaklandığımda odadan çıktım. Peşimden ilerlerken nikah solununa girmeden önce elimi tutmuş ne kadar çekmeye çalışsam da başarılı olamamıştım.

 

Tuttuğu yer, avuçlarım, ateş gibi yanmaya başlamıştı.

 

Alkışlar eşliğinde yüzümüzde sahte gülümsemelerle nikah masasına ilerlediğimizde benim sandalyemi çekti ve kendi yerine oturdu.

 

İyi bari, otururken altımdan çekmek gibi bir salaklık yapmamıştı.

 

Her ikimizin de yüzünden yapmacıklık akarken Kerim Başsavcının huzursuz hali gözüme çarptı. Yanında oturan meslektaşlarım garip bir ifadeyle bize bakarken gerginlikleri buradan okunuyordu. Meclisle aynı salonda bulunuyorlardı. Her iki tarafta yeterince gerginken bir an önce bu nikahın bitmesini umdum.

 

Nikah memuru deftere bir şeyler yazarken bakışları bana döndü ve yüzünde sıcak bir tebessüm oluştu.

 

"Gelin hanım, adınız soyadınız?" Diye sordu.

 

"İzgi Kara." Dedim buz gibi bir sesle.

 

"Damat bey, adınız soyadınız?" Bakışlarım yanı başımda oturan adamı bulduğunda bu merasimi ne kadar gereksiz bulduğu suratından anlaşılıyordu.

 

"Keskin Ardıç Alacahan." Dediğinde şaşırmadan edemedim. İkinci bir ismi mi vardı?

 

Nikah memuru tekrar bana döndüğünde, "Sayın İzgi Kara, kendi rızanızla..." Gerisini duymadım. Sorusu içimde zelzeleye sebep olduğunda bakışlarım koltuklarda oturan Kerim Başsavcıyı buldu. Aileme bakmadım. Bakamadım.

 

Yüzünde babacan bir gülümseme ile bana bakarken buradan dönüşümün olmadığının farkındaydı.

 

Önümdeki mikrofona doğru eğildiğimde nefeslerin tutulduğunu hissettim. "Evet." Diyen sesim salonda yankılandığında çoğu kişi rahat bir nefes almıştı.

 

"Siz Sayın, Keskin Ardıç Alacahan." Adı ne kadar uzundu ya? "Hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan kendi rızanızla Sayın İzgi Karayı eş olarak kabul ediyor musunuz?" Benim akisime bir an bile tereddüt etmedi.

 

"Evet." Gür ve tok sesi salonda yankılandığında arkadaşlarının ıslık ve alkış sesleri hayli uzun sürdü.

 

Bir iki kişinin omuzlarını birbirine vurarak hin bir şekilde güldüğünü ve diğerlerinin sırıttığını gördüm.

 

Alkışlar devam ederken, nikah şahitlerinin de onaylamasıyla imzalar atıldı. Kulaklarımda ki uğultu yerli yerindeyken ruhumu kara bulutlar esir almıştı.

 

"Bende beldiye başkanımızın bana verdiği yetkiye dayanarak, sizleri karı koca ilan ediyorum!" Sandalyelerimizden ayaklandığımızda nikah memuru Aile Cüzdanını bana uzattı. "Gelini öpebilirsiniz." Ne?

 

Soluğumun genzime tıkandığını hissederken belimde hissettiğim elin varlığı bakakaldığım yerden çekip çıkardı beni. Karşımda ki adamın gözlerini bile göremeden sıcak dudaklarının baskısını anlımda hissederken beni iyice kendine doğru çekmişti.

 

Bu kışın soğuğunda cayır cayır yandığımı hissettim. Görmesemde, işittim. Dudakları anlımı bulduğu anda gökyüzü sanki bunu kutlamak istercesine yağmurun şiddettini arttırdı ve gök bu sefer daha gür bir şekilde gürledi.

 

Dudakları uzun süre çekilmedi anlımdan. Oyalandıkça oyalandı. Evliliğimizi dudaklarıyla mühürledi.

 

Yaşananların bir sanrıdan ibaret olmasını canı gönülden isterken yeşillerime kenetlenen bir çift kara göz acı gerçeği bir kez daha çarptı yüzüme. Acının derin emareleri harelerimde yer bulduğunda öylesine ağlamak istedim ki mecbur bırakıldığım şey yüzünüzden. İçim çıkana kadar, bağıra çağıra ağlamak istedim ama yapamadım. Genzime dolan hıçkırıkları yok saydım. Kirpiklerim daima ağlamak için sızlayacaktı ama ben ağlamayacaktım.

 

"İz," Şebnemin şefkat dolu sesi aramıza sızdığında belimdeki eller geri çekildi ve ona arkamı döndüm. Masmavi gözleri dolu doluyken kollarını boynuma doladığında kalbim acıyla kasıldı. Aşina olduğum kokusu genzime dolduğunda burnumun direği sızladı. Annem bana hiç sarılmamıştı. Her şey geçtim ben annem nasıl kokar onu bile bilmiyordum.

 

Hiç bir anımda yoktun anne.

Hiç bir anımda yoktun.

 

Bir kez daha ne kadar yalnız olduğum gerçeği yüzüme bir tokat gibi çarptı.

 

"Özür dilerim." Dediğinde elleri saçlarımda geziniyordu. Annemi istiyordum. Çok mu şey istiyordum sanki? Tamam yine evlenirim o adamla ama bana sarılan annem olsaydı ne oldurdu sanki? Herkesin annesi vardı. Benim annem niye yoktu? "Çok özür dilerim. Engel olmadım. Hiçbir şey gelmedi elimden."

 

Şebnem bile mecbur bırakıldığım şey yüzünden kendini sorumlu tutuyordu. Hiçbir suçu olmamasına rağmen Hemde.

 

Keşke sende biraz olsun pişmanlık duysaydın baba.

 

Kollarımı ona dolarken çoğu kişinin gözlerinin üzerimizde olduğunu biliyordum. "Şebnem," dedim. Ona hiçbir zaman anne demememiştim. Diyememiştim belki ama o da annemdi. Bu gerçeği kimse değiştiremezdi. "İyiki varsın." Omuzlarımda hissettiğim ıslaklık göz yaşlarıydı. "Hep ol olur mu? Kimse olmasa bile yanımda sen hep ol."

 

Yıllarca elini üzerimden çekmemişti. Hastalandığımda, yardıma ihtiyacım olduğunda kendimi yalnız hissettiğim her an şebnemi bulmuştum yanımda.

 

"Bende senin annenim." Demiş durmuştu hep. Mavi gözlerindeki suçluluk neyden kaynaklıydı hiçbir zaman çözmemiştim. Bana bir farklı bakar, bazen dalıp giderdi.

 

Sanki karşısında çok önceden tanıdığı ve çok sevdiği birisini görürdü.

 

Geri çekildiğinde yaşlı gözlerle bana baktı. "Her daim gölgem üzerinde olacak." Dediğinde dudaklarında buruk bir tebessüm hakimdi. "Yanında olmasam bile kalbim her daim seninle."

 

Gülümsedim. Belki de haftalar sonra ilk kez içten bir şekilde gülümsedim. "Biliyorum." Bakışlarını kaçırdı. "Hepte bileceğim." İstemeye istemeye geri çekildiğinde suratları beş karış beni bekleyen ikizlere baktım.

 

Kollarımı onlara doğru açtığımda bekletmediler beni. Egemen ve Simay birlikte üzerime resmen atladıklarında geriye doğru sendelemiştim ama sırtımı bulan bir el dengede durmama yardımcı olmuştu.

 

Parmak uçları nazik bir şekilde sabit durmamı sağlarken avuçları belime baskı uyguladığında soluğum kesildi.

 

Ani hareketi dumura uğramama sebep olmuştu. Nefesimi tuttuğumu fark ederken belimdeki elin çekilmesini beklemedim ama o öyle bir hamlede bulunmadı.

 

Avucunu sırtıma yasladığında dik durmamı sağladı. Parmaklarının temasını çıplak sırtımda hissettiğimde irkilmeden edemedim. Bir ürperti bütün vücudumu sarıp sarmaladı.

 

"Seni çok seviyoruz." İkisi de aynı anda konuştuklarında onları sarıp sarmaladım.

 

"Bende sizi çok seviyorum," dedim onlara sıkı sıkı sarılırken bir süre sonra geri çekildim. "Evden gidiyorum diye sakın ha rahata alışmayın." Güldüler. "Yakarım çıranızı." İkisi yan yana gelince hiçte iyi şeyler olmuyordu.

 

"En fazla motor yarışlarında toplarsın bizi," dedi alayla Egemen. Kaşlarımı çattığında ellerimi teslim olurcasına kaldırdı. "Vazgeçtim." Şebek gibi güldü. "Toplamazsın." Az nezarethanelerden toplamamıştım onu bu yüzden.

 

Bakışlarım küskün bir şekilde annesinin yanında dikilen küçük kız kardeşim Asya'yı buldu. Adımlarımı ona doğru atarken önünde çömeldim.

 

Yeri bende çok ayrıydı. Benimde onda yerimin ayrı olduğunu biliyordum. Asya bensiz yapamazdı. Kendini hep yarım eksik hissederdi.

 

Tıpkı yirmi altı senedir benim kendimi eksik ve yarım hissettiğim gibi.

 

"Bebeğim?" Sakladığı yüzünü göstermemekte ısrar ederken nazikçe kollarından tuttum ve yaşlarla dolan yeşillerine baktım. Küçücük dudakları öne doğru büzülmüşken her an ağlayacak gibiydi.

 

Bana benziyordu. Siyah saçları sırtına doğru dökülürken, bembeyaz teni kıpkırmızı olmuştu. Aramızdaki tek fark gözlerinin yeşilinin benimkilerden çok daha açık olmasıydı.

 

"Gelemeyecek misin bir daha evimize?" Diye sordu, dudak bükerek. Sanki gelmeyeceğim desem her an ağlayacaktı.

 

"O nasıl söz?" Dedim aceleyle. "Gelmez olur muyum hiç ablacığım tabii ki de geleceğim. Evlilik öyle bir şey değil ki." Sanırım hiç görüşmeyeceğimizi sandığı içindi bu tavrı.

 

"Artık akşamları benimle uyumayacaksın. Odanda boş kalacak. Masal da okuyamayacaksın bana biliyorum!" Diye mızmızlandı. "Gitme abla," gözlerinden yaşlar aktı. Sıkıntılı bir nefes koyverdim. "O gelse olmaz mı?" Eliyle arkamda bir yeri işaret etti. Sanırım Keskin di. "O gelin gelsin bize. Serhat eniştem gibi." Dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırırken Keskinin iç güveyi olacağını hayal bile edemedim.

 

"Anneciğim olmaz ki ama öyle." Diye uyardı Şebnem gözlerini belerterek.

 

"Bebeğim," bakışları tekrar bana döndü. "Ben de geleceğim. Sen de geleceksin istediğin zaman. Hem ben sen ne zaman çağırsan gelirim ki. Sana masallarda okurum." Söylediklerim biraz olsun onu sindirir sanmıştım ama sanırım yanılmıştım. Küçük kollarını boynuma doladığında hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamasıyla elim ayağım birbirine girdi. Ne yapacağımı bilemedim.

 

"Asya," dedim. "Ama birtanem niye böyle yapıyorsun? Konuşmuştuk hani? Sen böyle yaparsan ben çok üzülürüm ama." Sözlerim hiçbir etki etmezken yardım istercesine Şebneme bakmıştım ama o da ne yapacağını bilmiyor gibiydi. Katır inadı vardı. İkna olmadan beni hayatta bırakmazdı.

 

"İstemiyorum işte!" Diye cırladı. "Tek başıma kalacağım evde. Kimse oynamıyor ki senin gibi benimle. Hepsi sıkılıyor hemen. Hem sen beni okula bırakıyorsun sabahları. Sen olmasan kim bırakacak beni? Her gece masal okuyacaktın hani bana? Gidersen okuyamazsın ki?" Göz yaşları omuzlarımı iyice ıslattı. "Sen gidersen gelmezsin ki abla. Gidince ya çok geç geliyorsun ya da hiç gelmiyorsun." Dediğinde kalbim acıyla kasıldı. Boğazıma takılan yumru yutkunmama izin vermedi. Sanırım sürekli çıkan tayinlerim, saha görevlerim kız kardeşimde büyük bir travma bırakmıştı. Evliliği de bir daha dönmemek sanıyordu ki bunun sorumlusu tam bir haftadır bu şekilde Asya'yı çığlık kıyamet ağlatan ikizlerdi.

 

Onlara kötü kötü baktığımda ikisinin de yüzünde keyif dolu bir gülümseme hakimdi.

 

Asya bir anda geriye çekilince bakışları arkamdaydı. Omzumun üzerinde arkama doğru baktığımda Keskinle karşılaştım. Katran karası gözleri kısa bir an yüzümde durdu ama daha sonra Asya'yı buldu. Yüzünde sıcak bir tebessüm varken gülümsediğini ilk kez görüyordum. Sol yanağında oluşan çukuru belli belirsiz kendini belli ederken tebessümü yüzüne çok yakışmıştı.

 

"Asyaydı değil mi?" Diye sordu. Asya başını onaylayarak salladığında bakışları kısa süreliğine beni bulmuş çekingen ifadesinin yerini dik başı ve kızgın bakışları almıştı. Kime çektiği belliydi.

 

"Evet," dedi Asya. "Sende ablamı çalan o adamsın." Gözlerim şaşkınlıkla büyürken Asyaya uyarırcasına bir bakış atmıştım ama o hiç umursamamıştı.

 

"Ta kendisi," diye cevapladığında Asyanın bakışları gittikçe kısıldı. Kalbim tekledi."Ablanla evlenmiş olmam ve benimle birlikte yaşayacak olması hiçbir zaman görüşmeyeceğiniz anlamına gelmiyor. İstediğin zaman gelip görebilirsin ablanı. Hatta istersen kalırsın da. Sabahları istersen seni yine okula bırakır." Kız o bakışlar ne?! İki dakika da tav mı oldun hemen bacak kadar boyunla? "Bizim evliliğimiz sizin aranızdaki bağı hiçbir şekilde engellemeyecek. Bundan emin olabilirsin."

 

Kısa bir an düşündüğünde, "Engellemeyecek mi?" Diye sormuştu. Hayret edercesine ona baktığımda bakışlarını benden kaçırdı. Ya ben ne anlatıyorum iki saattir o zaman?!

 

"Engellemeyecek." Keskin beni Asya'dan da istediğine göre artık sırtım yere gelmezdi. Çünkü Asya sanki bakışlarıyla ölçüp tartıyor onay verir gibi bir de başını sallayıp duruyordu.

 

"Tamam o zaman," dedi içine kaçmış sesiyle. Sen varya sen. "Ama istediğim zaman getireceksin ablamı bana." Dedi hızla. Gülümsedim. "Tamam mı?" Diye sordu bir de işaret parmağını sallayarak.

 

"Tehdit mi ediliyorum küçük hanım?" Diye sordu alayla Keskin.

 

Asya omuz silkti. "Yok ben tehdit etmiyorum. O ablamın uzmanlık alanı. Küçük bir uyarıydı sadece." Dediğinde nerdeyse kahkaha atacaktım.

 

"Küçük bir İz yetiştiyoruz resmen," demişti Şebnem gülerek. "Birdiniz, iki oldunuz. Ortalığı birbirine katarsınız artık."

 

"Valla ben başka bir İz vakası daha kaldırmamam, zira yediğim dayağa da azara da yeterince doydum." Diye Egemen homurdanıyordu. Üniversiteye başladı başlayalı dertleri bitmemişti. Katıldığı yasa dışı motor yarışları fazlasıyla tehlikeliydi. Etrafındaki insanlar fazla tekinsiz insanlardı ama defalarca kez onu uyarmama rağmen uyarılarımı dikkate almamıştı.

 

"Sakın!" Demiştim ona çok sinirlendiğim bir anda. "Yasa dışı olan her hangi bir olayda sakın benden medet umma! Seni defalarca kez uyardım! Son kez uyarıyorum! Bir gün o parmaklıkların arkasına yerleştiğinde ve haksız olduğunda suçunun üzerini örteceğimi düşünme sakın!"

 

"Al benden de o kadar." Diyen Simaya ters bir bakış attım. Yalan yok şimdi az Şebnemin süslü Pakize terlikleriyle kovalamamıştım iki hergeleyi.

 

İkizler bir araya geldiklerinde ne kadar huysuz olursa olsunlar, hep birbirlerinin arkasını kollarlardı.

 

Babamın ve abimin bakışlarını üzerimde hissettim ama ikisinden tarafada dönmedim. Vedalaşmak bile istemedim. Hak etmiyorlardı.

 

Göğüsümü kamçılayan o hissi görmezden geldim. Üzerime saplı halde duran iki çift kahveler beni diri diri gözlerindeki toprağa gömmüşlerdi. Kan tutmuş kalbimden sızan kan, Kaburgalarımın arasındaki çatlaktan sızdı.

 

Göğüs kafesim kan doldu.

 

Gözlerim etrafta dolandı amaçsızca. Birini aradı ama kimi aradı bilmiyorum. Bildiğim tek şey, yapayalnız bir kadın olduğumdu.

 

Söz konusu mesleğim olduğunda insanların benden uzaklaştığı bir hayata gözlerimi açmıştım ben. Sırf Atıf Karanın kızıyım diye kapıların yüzüne kapandığı bir hayat sürmüştüm. Babamın işlediği suçların günahının bedelini ben ödemiştim.

 

Yok yere.

 

Başsavcı Kerim yüzünde hala yerini koruyan tebessümüyle bana yaklaştığında beni kollarının arasına aldı. Geri çekildiğinde kahveleri yeşillerimdeydi.

 

"Allah utandırmasın güzel kızım." Daha çok utandırsın der gibi çıkmıştı sesi ama neyse.

 

"Amin başsavcım." Dudaklarıma zoraki bir tebessüm yerleşti. Kahvelerindeki uyarıyı yakaladığımda sessiz bir bakışma sürdü aramızda. Birçok şey anlattık birbirimize aslında ama belki de kimse fark etmedi.

 

Biz karşılıklı durmuş birbirimize bakarken hemen ardımda varlığını hissettiğim adamın onun sonu olacağımdan haberi yoktu.

 

Belime dolanan kolla birlikte kala kalırken tanıdık bir koku doldu genzime. "Artık karımsın, İzgi Kara." Dedi karanlığı yuva edinmiş sesiyle. "Engel olamadın." Dediğinde geçtiğimiz günlerdeki sözlerime vurgu yaptı.

 

"Artık Alacahan." Dedim ona atladığı bir detayı hatırlatarak.

 

Başını iki yana doğru salladığında, "Doğru." Dedi. "Artık bir Alacahansın." Öyle bir söyledi ki sanki hep öyle kalacağım gibi. "Benim karımsın ve öyle de kalacaksın." Dedi yemin eder gibi.

 

Mahvolacaktı.

 

Belki de birlikte mahvolacaktık ama bu oyunun tek bir kazananı olacaktı.

 

 

Bölüm sonu.

 

Lütfen oy ve yorum yapmayı unutmayın!

 

Altta bir yerlerde bir yıldız olacaktı! Ona basmayı sakın unutmayın!

Loading...
0%