Yeni Üyelik
32.
Bölüm

30.Bölüm

@umay_6

AY HELLOO! NASILSINIZ?UMARIM İYİSİNİZDİR. ÖNECELİKLE BÖLÜMLER ARTIK BU KADAR GEÇ GELMEYECEKLER. HER CUMA VEYA CUMARETESİ BÖLÜM ATACAĞIM. SİZDEN ŞİMDİLİK TEK RİCAM, LÜTFEN AMA LÜTFEN OY VERİN VE YORUM YAPIN. OY VERMEYİP YORUM YAPMAYANLAR YÜZÜNDEN BENİ AKTİF OLARAK TAKİP EDEN VE BÖLÜM BEKLEYEN OKURLARIMA HAKSIZLIK YAPMAK İSTEMİYORUM. NORMALDE BÖLÜMÜ BİRKAÇ GÜN ÖNCE ATACAKTIM AMA CİDDİ BİR RAHTSIZLIK GEÇİRDİM BU HAFTA İÇERİSİNDE VE BİR KAÇ GÜN YATIŞIM GERÇEKLEŞTİ. KAN DEĞERLERİM ÇOK DÜŞÜK, TANSİYONUM BİRAZ YÜKSEK ÇIKTI. BU SICAKTA TERLİ TERLİ KİLİMANIN BAŞINDA DURDUĞUM İÇİN GEVE VAKTİ GEÇİRDİĞİM HAVALEDEN KAYNAKLI HEPSİ. AYRIVAİŞ YÜZÜNDEN AKTİF BÖLÜMDE ATAMIYORUM. SİZİN İÇİN İŞİ DE BIRAKTIM. KIYMETİMİ BİLİN BAKIN. MDKFKDKDKDMD.

 

Neyse canlarım sizi çok sıkmak istemiyorum ve bölüme bırakıyorum.

 

Keyfimi okumalar.

 

Merak. Birine karşı, ansızın, merak duymaya başlarsınız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek tek amacınız haline gelir.

 

Aşka en uzak cümle, senden nefret ediyorum değil, bilmek istemiyorumdur.

 

FLAUBERT

 

 

 

Gece, bembeyaz gökyüzünü kara bir örtüyle kaplamıştı. Esen rüzgar, sonbaharın yapacaklarını andıran sararmış ve solmuş yapacakları uçuşturuyordu. Hafif çiseleyen yağmur gözlerimi bir türlü ayırmadığım cama vuruyordu.

 

Herkesten sakladığım gözlerim. Bir lensin arkasına gizlediğim gözlerim.

 

27 Mayıs 2025

 

Bir gün gel sevgilim. Bir gün gel. Senin bana geldiğin gün, o çok sevdiğin gözlerimi açacağım sana.

 

Söz.

İzgi sözü.

İzgi'nin sözü.

 

Hayatta yaşadıklarımız, yaşattıklarımız, kurban gittiklerimiz, haksızlığa uğramışlıklarımız sadece bizi değil ruhumuzu da yorardı. Ruhumuzun yansımasını alan gözlerimizdeki ışıltı, zamanın, hayatın acımasızlığıyla sönüp gitmişti.

 

"Gözünün ferini çalmışlar senden kızım." Zemonun birkaç ay evvel söylediği sözler yankılandı zihnimde. Kirpiklerim acıyla titreşti. Gözlerim ağır ağır kollarıma kaydığında birinin eski bir yarayla kaplı olduğunu, diğerinin ise iğne izleriyle dolu olduğunu gördüm.

 

O kolumdaki delik deşik iğnenin bıraktığı izlerin çok daha beteri kalbimdeydi. Kalbimdeki boşluktan sızan kan zift rengindeydi.

 

Adeline bana haber verdiğinde o evden apar topar nasıl çıkartıldım. Zemonun evinde kendimi nasıl buldum bilmiyorum. Zihnimde takılı kalan sözler andan soyutlanmama ve çabasız bir insan gibi oradan oraya sürüklenmeme sebep olmuştu.

 

"Seni buldum." Dedi umutla. "Yerini buldum. En kısa sürede orada olacağım."

 

"Geç kalma," diye mırıldandım. "Saat on ikiyi geçerse kapıyı açmam sana." Gülüşü en sevdiğim müziğin notları gibi kulaklarıma ulaştı.

 

"Seni özledim." Dedi bir anda. Göğüs kafesim bile aldığım nefesle yükseldi ve öylece kalakaldı. Benim gibi. "Kokunu, sesini, evimde, yatağımızdaki o halini..." dedi hasretle. "Tenini, dudaklarını ama en çok o çam yeşili gözlerine yeniden bakabilmeyi çok özledim."

 

"Keskin."

 

"Senin," dedi kısa bir süre duraksayarak. "Her zerrene ayrı bir hasretim. Bu öyle bir hasret ki seni içime soksam bile yetmeyecek gibi."

 

Ağlamak istedim.

Ağlayamadım.

 

Gelmişti.

Sonunda gelmişti ve beni bulmuştu.

 

"Dedem hep insan candan oldu mu canınını kaybetmiştir derdi." Dedim iç geçirerek. Hemen yanımda dikilen Adelinenin temkinli bakışları üzerimdeydi. Bir krizin eşiğine gelip kendime zarar vermemden korkuyordu. Artık lenslerin gizlemediği ama eskisinden de bir eser kalmayan gözlerim onun turkuaz rengindeki gözleriyle buluştu. "Candan olmadım diye mi bu haldeyim ben? Can evimden gittim diye mi?"

 

Tek söylediği," Sizi anlamıyorum." Oldu.

 

Gülümsedim. Buruk ve yarım bir gülümsemeydi. "Sorun değil Adeline." Dedim kırık bir sesle. "Ben anlaşılmamaya alışığım."

 

Sorun değildi.

Sorun değildi.

 

Anlaşılmamak sorun değildi.

Hiç olmamıştı.

 

Hayır sorundu.

Sorundu İzgi.

Sorundu.

 

"Katherine!" Zemonun kulaklarıma sızan tok ve gür sesiyle eş zamanlı olarak, kazağımın kollarını hızla çekiştirdim ve arkamı döndüm. Sarı saçlarım önüme gelirken yeşil harelerim endişenin yer edindiği altın sarısı gözlerle karşı karşıya geldiğinde, Zemonun affalladığını fark ettim. Her ne söyleyecekse unutmuş gibiydi.

 

Bir çift tanıdık göz, karşımda dağ gibi duran adamın yerinde sarsılmasına, dilinin lal kesilmesine sebep oldu.

 

Annemin gözleri.

Annemin büyük, çam yeşili gözleri.

Gece saçları.

Ay gibi teni.

 

"Aynı ona benziyorsun. Öylesine osun ki bazen sana baktıkça kardeşimi görüyorum. Rabbim onu bizden aldı belki ama emanetini bıraktı bize." Teyzemin buruk sesi, hayali gözlerimin önünden geçti. "Annemi tanıyamadım diye üzülme İzgi. Annesiz büyüdüm diye de üzülme kızım."

 

"Lenselerini neden çıkardın?" Diye sordu boğuk bir sesle. Boğazına takılan hayali yumruyu görebiliyordum. Bir benzeri de bende vardı.

 

Yutkunmadan edemedim. Acının beni iki parçaya ayırdığını, ruhumu böldüğünü ama ölemediğimi. "Beni tanısın diye." Dedim acı bir fısıltıyla. "Gözlerimden tanır o beni. O yüzden çıkardım." Dedim mahçup bir şekilde."Hani kestim ya saçlarımı, boyadım bir de. Belki tanımaz beni..."

 

"O nedenmiş?" Diye sordu çatık kaşlarının altından.

 

"Saçlarım eskisi gibi değil ya artık..." diye mırıldandım acıyla. Kısacıklar artık. Siyah değiller. Eskisi gibi gür değiller.

 

Onun sevdiği gibi değiller.

 

"Saçlarını da boyarsın şimdi sen?" Dedi aramızdaki gerilimi yumuşatmaya çalışarak. "Eski haline çeviririsin." Dediğinde güldüm. Zemonun gözlerinin sürekli olarak dalıp gittiğini hissettim. "Ona bu kadar çok benzemen haksızlık." Diye yakardı, bir anda. "Öleyim mi istiyorsun ne?" Dedi şakaya karşılık.

 

"Sözün var anneme," dedim dolan gözlerimin ardından. Yüzündeki gülümsemesi donduğunda onaylayarak başını salladı.

 

"Önce senin güvenliğinden emin olacağım, sağlıklı olduğundan, artık tehlikede olmadığından ve mutlu olduğundan."

 

"Sonra peki? Sonra ne olacak?"

 

"Sözümü tutacağım. Kızını güvende tutacağım ve sonra gideceğim."

 

"Nereye? Sende mi gideceksin Z? Herkes gibi sende mi gideceksin?"

 

"Nerede olursam olayım İzgi," dedi avuçlarını ellerimin üzerine kapatarak. "Arkana her baktığında beni göreceksin."

 

"Söz mü?"

 

"Söz."

 

Gözleri dibinin geldiğine emin olduğum saçlarıma değdiğinde, "Uzatırsın sen şimdi o saçları da kesin yine." Dediğinde yüzümdeki gülümseme dudaklarımda asılı kaldı.

 

"İz asla dokundurtmaz saçlarına. Bazen kırıklarını bile almadığı oluyor. Dokundurtmaz hiç bir kuaföre. Hep kendisi yapar. Hele o düzleştiricileri, maşaları kullanırken içi gider hep. Saçların ruhunun aynası olduğunu ve yaşanmışlıkların taşıdığını düşünür."

 

Bir zamanlar evet, abi.

Öyleydi.

Şimdi kestim.

Görsen tanımazsın beni.

 

"İzgi, kızım."

 

Babamın sesi kulaklarımda yankılandığında irkilerek etrafıma bakındım.

 

"Kızım?" Diyen Zemonun sesini işittiğimde gözlerim hızla onu buldu ama kısa süre oyalandı üzerinde.

 

Babamın sesini duyar gibi olmuştum sanki. İçimi saran huzursuzluk hissi midemin kasılmasına sebep oldu.

 

"Memleket gözlüm."

 

Ellerimin titremeye başladığını ve nefesimin kesildiğini hissettim.

 

"Aliyenin İzgisi."

 

Sol elimin parmaklarında bir uyuşukluk baş gösterdi. Kalbimi saran zehir nefes almamı engelledi.

 

Sağ elimi sol koluma sararken, sıkı bir kuvvet uyguladım acının geçmesi için ama geçmedi. Ne kadar bastırırsam bastırayım acı geçmedi. Daha çok arttı.

 

Yaranı gösterme. Yaranı gösterirsen, zamanında sarmak için çabalayan herkes bir gün yarandan, en derininden vurur seni.

 

Nefesimi kesen acıya rağmen, "Buradan ne zaman gideceğiz?" Diyebildim. Belli etme. Sakın belli etme.

 

Yarası olmayan, anlamaz canı yananı.

 

Saatler önce Adelinenin verdiği haber herkesin yüreğine korku salmıştı. O Bodrum katından çıkıp Z'nin evine gelene kadar kırk takla atmıştık.

 

Eğer evin içinde bir gizli geçit olmasaydı, kapıya yığdı adamları beni bulurdu.

 

"Şimdi ne yapacağız peki?" Adelinenin sorusu aramıza girdiğinde Zemon sıkıntılı bir nefesi bıraktı dudaklarının arasından. Nasır tutmuş elleriyle yüzünü sıvazladığında, parmakları sakallarını kaşıdı.

 

"Beni nasıl buldu?" Diye sordum. Saatlerdir merak ettiğim tek şey buydu. Adelinenin bakışları Theoyla kesildiğinde Zemonun yüzündeki elleri duraksadı. "Ne?" Dedim sessiz kalmalarına karşılık. "Bir cevap versenize!"

 

"Adeline." Dedi Zemon düz bir sesle ve bu kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Adeline sıkıntıyla iç geçirirken, deniz mavisi gözlerini bana çevirdi. Uyarı ve temkinli bakışları umursamadı.

 

Her zaman fazla cesur ve fevri davranırdı. Kendini kanıtlama çabası sonu olacaktı.

 

Kalbimi saran huzursuzluk hissi ruhumu ele geçirdi. "Kara ailesinin yerine geçen ve Fransa'da ki imparatorluğun sahibi olan bir adam sayesinde sana ulaştı." Dediğinde sorgu dolu gözlerle ona baktım. "Giray Kara Arkan." Dediğinde bu ismi daha önce hiç duymadığımı fark ettim. Zihnim hiçbir şeyi kolay kolay unutmazdı.

 

Artık değil İz.

Artık eskisi gibi değilsin.

Mahvoldun, kabullen.

 

"Kara ailesinin yerini alan bir Meclis üyesi mi varmış?" Diye sorduğumda Theo gelecek olanı bilir gibi tetikte bekliyordu. "Bu imkansız." Dedim hayretle. "Meclisteki yirmi sekizinci üye Atıf Kara! Nasıl olurda o hala hayattayken, varisleri varken onun yerini bir başkası alabilir?!" Dedim öfkeyle.

 

"Kate." Dedi Adeline tereddütle. İlk kez bana karşı bu kadar yumuşaktı. Gözlerim Zemonu bulduğunda altın harelerinde çözemediğim ama içimi yakan bir ifade hakimdi.

 

"Benim yüzümden mi?" Diye sordum. "Benim yüzümden mi yerini başkasına verdiler?" Hiç kimseden ses çıkmadı. "Z," diye yakardım. "Benim yüzümden mi?"

 

Bal rengi, Altın harelerine düşen kara gölgeler benim ruhumun üzerini kara bir çarşaf gibi örttü. Karanlığa bulandım.

 

"Kate." Dedi nasıl söyleyeceğini bilemez gibi.

 

Tam o sırada, Adeline ondan önce davrandı ve buz gibi bir sesle, "Babanız öldü." Dediğinde ona bakakaldım. Kaskatı kesildim. Hareket edemez, nefes alamaz oldum. "Yerine yeni Meclis üyesi, Giray Kara Arkan getirildi."

 

Babanız öldü.

 

Adelinenin sesi zihnimde dönüp durdu. Bir cümle defalarca kez yankılandı zihnimde. "A-anlamadım?" Dedim kekeleyerek.

 

Theo, arkasını dönerken kapıyı çekip

çıktı. Onun babası öldürülmüştü. Benim babam ölmüştü.

 

Annem gibi öldürülmemişti değil mi?

 

"Ne zaman?" Diye sordum acıyı mesken edinmiş bir sesle. "Nasıl ya?!" Diye haykırdım öfkeyle. "Nasıl?!" Diye bağırdım ikisinin de yüzüne avaz avaz.

 

"Siz Fransa'ya gittikten bir ay sonra," dediğinde her bir sözü kalbimi acıttı. "Meclis tarafından infazı verildi."

 

Bir çocuk hayalini kurduğu her şeye büyük bir inançla bağlanır. Sonra biri gelir hevesini kursağında bırakır, inandığı her şeyi başına yıkar.

 

Babam. Benim bütün hayallerimi, inancımı başıma yıkan bir adamdı.

 

"Y-yalan." Dedim titreyen bir sesle. Gözlerime dolan yaşlara eş zamanla geriye doğru sarsak bir adım attım. "Dağ gibi adamdır benim babam." Dedim acıyla.

 

Gölgesi düşer hep üzerime.

Sakınır, saklar beni herkesten.

 

"Hiç kimse deviremez onu, öyle kolayca." İnanma İz. Yalan söylüyorlar. Sakın inanma. "Babam ölmedi benim!" Diye yakardım acıyla.

 

Biri bir şey söylesin isterdim. Ölmedi desin istedim. Kalbimi saran, ruhumu delik deşik eden o açıdan beni kurtarsın istedim.

 

"Katherine." Dedi Zemon temkinli hareketlere bana doğru yaklaşırken.

 

"Ölmemiştir değil mi?" Dedim çaresizce. Sessiz kalıyorlardı. Çok sessiz kalıyorlardı ve bana acırcasına bakıyorlardı.

 

"Bakmayın bana öyle!" Diye bağırdım yüzlerine doğru. Aldığım nefes ciğerlerimi sıkıştırdı. Bir elim kalbime doğru giderken, "Babam ölmedi benim!" Dedim canhıraş.

 

Ayaklarım bedenimi daha fazla taşıyamadığında dizlerimin üzerine düştüm. Bedenim zangır zangır titrerken duyduğum gerçeği sindirmeye çalışıyordum.

 

Kız çocuklarının babası ölürse, hayalleri de ölür.

 

"Katherine," Zemonun sesini zar zor işittiğimde, tanıdık ellerini sarsılan omuzlarımda hissettim.

 

Daha kaç kere yanacaktım böyle?

Daha kaç ölüm görecektim?

 

"Yapma böyle." Dedi içi parçalanmış gibi.

 

Görmüyor muydu kimse? Kimse nasıl parçalandığımı un ufak olduğumu görmüyor muydu?

 

Yaşlarla dolup taşan, kan çanağına döndüğüne emin olduğum gözlerimi önümde çömelen adama kaldırdığımda, Zemonun yüzü silikleşti.

 

Bal rengi gözlerinin yerini , koyu kahve gözler aldığında içimde dolup taşan his kalbimi sıkıştırdı.

 

"İz!" Atıf Karanın endişeli ve tok sesi, ağlayan kızının sesini işitmesiyle yüreğini sıkıştırdı. Bahçede sürdüğü mavi bisikletinden düşen kızını fark eder etmez, masadaki misafirlerini bırakmış bir telaşla ve korkuyla bahçeye koşmuştu.

 

Kız her ağladığında, kalbine saplanan ağrı ciğerlerlerini sıkıştırıyordu.

 

Kızının sırtına uzanan siyah saçları çarptı önce gözüne, ağlamaktan kızarmış bembeyaz teni ve kıpkırmızı olmuş yeşil harelerini gördüğünde içi yandı.

 

"Baba," dedi memleket gözlüsü içli içli. Babasının uzun ve heybetli cüssesinin gölgesi üzerine devrildiğinde kendini güvende hissetti İz.

 

"Kızım." Dedi önünde çömelirken, beyaz kilotu çorbanın kana bulandığını gördü. Diz kapağındaki yırtıktan sızan kan çorabını kirletmişti.

 

"Çok acıyor," dedi burnunu çekerken. Atıf Karanın içi gitti bu haline. "Baba çok acıyor." Dedi ağlamaklı sesiyle.

 

"Güzel kızım benim," dedi Atıf şefkatle. Nasırlı ve büyük elleri kızının saçlarını okşadı. "Memleket gözlüm. Ağlama, güzel gözlüm." Dedi yanaklarına akın eden yaşları temizlerken. "Ağlama benim kara kızım."

 

"Ama acıyor," diye nazlandı İz, babasına. Onun şefkatini, merhametini , sevgisini ve ilgisini her zaman hissetmeyi seviyordu. "Çok acıdı baba."

 

Gülümsedi Atıf, kızının tatlı haline. "Öpeyim de geçsin babam." Dedi saçlarının arasına öpücük kondururken. "Öpeyim, sonra sararız yaranı, geçer acısı." Dediğinde başını salladı İz onaylayarak.

 

Atıf, dudaklarını kızının soyulan dizlerine bastırdığında hafif sızıya rağmen babasının hareketine kocaman gülümsedi iz.

 

"Geçti mi?" Diye sordu kızına merakla bakarken alacağı cevabı biliyordu.

 

"Geçti babam," dedi yüzündeki kocaman gülümsemesiyle. "Geçti. Acımaz ki daha."

 

Peki bu acı baba?

Bu acı nasıl geçecek?

Kalbimde ki bu acı, boşluk hissi nasıl geçecek?

 

Öpersen geçer mi, baba?

 

"Geçer". Dedi küçük iz. Saklandığı karanlıktan çıktığında ağlamaktan kızarmış gözleri çarptı gözüme. "Ama artık baban yok." Dediğinde kalbime bir bıçağın bile açamayacağı kadar derin bir kesik açtı. O kesik ruhumu delip geçti. "O yüzden o acı geçmez. O acı, sen etini kemiğinden de sıyırsan, kalbini göğüs kafesinden de ayırsan geçmez."

 

Kan revan içinde kaldım.

Babam görmedi.

 

Ruha işleyen acı, bedenden çıksa ne fayda? O acıya hiçbir şeyin faydası yok artık.

 

Baba kalk baba.

Üzerine atılan o toprak ısıtmaz seni.

Kalka baba.

Ne olursun, kalk.

 

"Kızımla uyur, ısınırım ben."

 

Baba bana bunu yapmamış ol ne olursun.

Baba ne olur baba.

Yalvarırım, bunu yapma.

Yalvarırım sana bunu bana yapma.

 

"Ne zaman geleceksin, memleket gözlüm? Yetmedi mi bu kadar ayrılık? Çok özledim."

 

Baba ben istesem de gelemem artık sana.

İstesem de gelemem.

Senin gittiğin yer çok uzak.

Ben oranın yolunu da izini de bilmem belki ama çokta uzak değilim sana.

 

"Ölmüş," dedim oturduğum yerde cansız bir bebek gibi sallanırken gözlerimi önümde çömelen adama kaldırdım. Islak kirpiklerimin arasında tutunan bir damla yaş gözlerimden süzüldü. "Babam ölmüş Z." Diye fısıldadım acıyla. "Benim yüzümden ölmüş."

 

"Yok öyle bir şey." Dedi öfkeyle. "Kendine gel artık."

 

"Babam Z, babam!" Dedim tekrarlayarak. Göğüs kafesimdeki acı bana nefes aldırmıyordu. "Ne yapmış olursa olsun babamdı. Benim babamdı. "

 

"Anneni öldürdü!" Diye bağırdı bir gerçeği yüzüme vurarak. "Eli bile titremedi. Seni yıllarca bir yalanla büyüttü. Öksüzlüğüne ağladın kollarında! Bir kez olsun seni teselli etmedi!" Ağlamalarım şiddetlendi kendimi durduramadım. "Senim baban ne yapmış olursa olsun bir katildi!"

 

"Sus artık!" Diye bağırdım dayanamadığımda. "Yeter sus artık!"

 

Yalvarırım sana sus artık.

Ben bu acıyla baş edemiyorum zaten. Sen de iyice deşme yaramı ne olursun.

 

"Kabullenmek zorundasın!" Diye bağırdı avaz avaz. "Bir katilin kızısın." Dedi zehir zemeberek sözlerini fısıldadığında. "Anneni öldüren o adamın kızısın? Onun için göz yaşı dökmeye utanmıyor musun?"

 

Hakılıydı. Babam bir katildi. Kötü bir adamdı, kötü bir eşti, belki ama iyi bir babaydı.

 

Çok iyi bir babaydı.

 

Kızının kalbi, yüreğiydi. Gölgesi üzerime düştüğünde, sırtını bana yasladığında güven verendi.

 

Şimdi artık o da yoktu.

 

Kimsesiz kalmıştım.

Yapayalnız kalmıştım.

 

Şimdi ben kimin kapısını çalsam, kızım gelmiştir diye koşa koşa, bir hevesle o kapıyı bana açacaktı?

 

Ah baba.

Ah baba.

 

Öyle bir gittin ki, çocukluğumu da götürdün yanında.

 

Annemi aldığın yetmedi. Bari çocukluğumu bıraksaydın.

 

Bari ona dokunmasaydın.

 

 ...

 

Karanlıkta kaldığım ilk an bir daha asla ışığına ulaşamayacağımın farkında olduğum andı. Dayak yediğimde, kan kustuğumda, bir kurşun yarası ile yaşamaya başladığımda birileri hep geçeceğini söyleyip durmuştu. Geçmemişti. Geçmiyordu. Öyle bir haldeydim ki yaşadıklarıma alışmak dahi istememiştim. Geçmiş hep bir yerlerde karşıma çıkıyor yakama yapışıyordu.

 

Göğüs kafesimde izi kalmış yara ilk günkü ki oluk oluk kanıyor her geçen gün acısı katlanarak artıyordu.

 

İki yıl önce, aldığım görevle başlamıştı hikayem. Yapmamam gereken şeyler yapmış, hiç aşık olmamam gereken bir adamın güvenli ve huzurlu kollarına sığınmış ona aşık olmuştum. Günler haftaları haftalar ayları kovalamış, kışın ayazında avuçlarımın arasında tuttuğum silahı ona, aileme doğrultmuş hepsini kaybetmiştim.

 

Bir şeyi kazanmak istemiştim. Adaleti sağlamak istemiştim ama kazandığım hiçbir şey yoktu.

 

Kaybettiğim çok şey vardı.

 

Adımlarımı attığım karanlık sokakta arkamda birinin varlığını hissettim. Bakışlarım omzumun üzerinde arkamı bulduğunda ıssız ve boş sokak beni karşıladı. Kimse yoktu.

 

Sapacağım başka bir sokakta yüzüme doğrultulan namluyla birikte adımlarım hava da asılı kaldı. Hani kimse yoktu İz? Sen ona inandın mı aptal.

 

"Benimle geliyorsun." Dedi.

 

"Hmm," dedim silahı tutan bileğine vurmadan hemen önce. "Öylemiymiş ya?" Bacağına sertçe tekme atıp sendelemesine sebep oldum. Düşen silahını sıkı sıkıya kavradım. Hızla toparlandığında ona doğrulttuğum silahına baktı. "Hiç haberim yok." Dedim dudak büzerek.

 

Bir süredir istihbarat peşimdeydi. Benimle konuşmak istiyorlardı. Karşımda dikilen bu adamda onlardan olmalıydı.

 

"Kimin itisin söyle!" Dedim sertçe. Parmaklarım tetiğe baskı uyguladı. "Benden ne istiyorsunuz?"

 

"İstihbarat seninle konuşmak istiyor," gözleri tetiğe baskı uygulayan elimde gidip geldi. "Sadece onları dinlemeni istiyor daha sonra özgürsün."

 

"Sana neden inanayım?" Diye sordum.

 

"Keskin," dediğinde kaşlarım çatıldı. "Söz konusu anlaşma Keskin Alacahan ile ilgili en azından onun için bize birkaç saat ayırabilirsiniz." Dedi. Meraklı bakışları üzerimdeydi. Bir anlık dalgınlığımla elimdeki silahı alırken beni kıskaç altına aldı ve silahı şakağıma dayadı.

 

Her zaman olduğu gibi Keskin Ardıç Alacahan beni zayıf düşürüyordu. Ondan nefret ediyordum.

 

"Zor kullanmak istemiyorum," nefesini saçlarımda hissettim. "Sizden istediğim benimle birlikte gelmeniz sokağın başında bizi bir minibüs bekliyor. Sadece birkaç saat sürecek istemezseniz özgürsünüz."

 

"Sizi dinlemek bile istemiyorum zaten!" Dedim öfkeyle. Ayağımı kaldırıp sertçe ayağına vurduğumda geriye doğru sendelendi. Acıyla inledi. "Anlaşmanızı da bilmek istemiyorum!" Silahı almak için davrandığımda benden önce davrandı ve ıssız sokakta patlayan silahın sesi duyuldu. Omuzumda hissettiğim yakıcı acıyla dudaklarımın arasından bir çığlık kaçarken geriye doğru sendelenmiş titreyen ellerim kanayan omzumu bulmuştu.

 

Derin derin nefesler alırken, göğüs kafesim hızla inip kalkıyordu.

 

"Anlaşmayı kabul edeceğime dair birazcık bile umudun varsa az önce onu kendi ellerinle yok ettin," Yutkundu. "Madem o kadar çok istiyorsunuz gidelim bakalım." Parmaklarıma bulaşan kor kızıl kan oluk oluk kanıyordu. Ellerim gittikçe kana bulandı.

 

"Bu taraftan." Dediğinde eliyle sokağın başını işaret etti.

 

...

 

Kendimi bir sorgu odasında bulduğumda bakışlarımı karşımdaki filmli camdan ayırmıyordum. Orada beni izleyen birileri olduğunu biliyordum. Bir zamanlar sende oradaydın İz. Burada olmayı hak etmiyordum.

 

Omzumun uyuşmaya başladığını hissediyordum. Pansuman yapmak istemişlerdi ama izin vermemiştim. Onlara güvenmiyordum.

 

İçinde bulunduğum odanın kapısı açıldığında üzerinde siyah kargo bir pantolon, siyah bir tişört ve ayağına geçirdiği postalarıyla genç bir adam girdi. Üç numaraya vurulmuş saçları, keskin çehresi ve koyu kahve gözleri ilgiyle beni buldu.

 

"İzgi Kara." Dedi düz ve tok sesiyle. Yıllar sonra adımı bir başkasının ağzından duymak zihnimin geçmişte sürüklenmesine sebep oldu. Titreyen kirpiklerimi kaldırdım ve gözlerimi gözlerine diktim. "Sizi yeniden görmek ne güzel. Şeref verdiniz." Dedi alay edercesine.

 

Karşıma geçip kurulduğunda elindeki dosyayı yeni fark ettim. Masaya bıraktı.

 

"Sanırım biraz kötü bir görüşme sağlandı," dediğinde bakışları kanayan omzumdaydı. "Sizi bu şekilde ağırlamak istemezdik." Derken kahve gözleri sürekli temkinli bir şekilde beni kontrol ediyordu. Gözlerinde gizleyemediği bir endişe hakimdi.

 

"Bir umudunuz varsa adamınız onu kendi elleriyle yok etti." Dedim düz bir sesle. Sanki karşımda yıllarımı paylaştığım adam değilde bir yabancı vardı.

 

"Söyleceklerimi dinleyince emin olun bizimle çalışmak isteyeceksiniz." Derken buraya istemeyerek geldiği bariz belliydi.

 

"Sizin gibilerle işim olmaz." Dedim katı ve sert bir sesle.

 

"Bizim gibiler?" Alayla güldü. "Bir zamanlar bizimle aynı yolda yürüyordunuz."

 

"Bana ihanet etmeden önceydi," kurmuş dudaklarımı dilimle ıslattım. "Siz bir suçluyu bana tercih etmeden önceydi."

 

"Bir suçlunun kızıydınız," Boş ve düz bir bakış attım. "Bir suçlunun karısıydınız ve bir suçluya aşık oldunuz." Yutkunamadım. "Ailenize, dostlarınıza, eşinize ihanet ettiniz."

 

"Koca bir hiç için." Dedim dilimden akan öfkeyle.

 

"Pişman mısınız?" Diye sordu.

 

Bakışlarım camın ardındakileri buldu.

 

"Asla," dedim kesin bir dille. "Ben bana verilen görevi yerine getirdim, doğru olanı yaptım. Yine olsa yine yaparım. Operasyon için kendimden, ailemden, dostlarımdan, sevdiğim adamdan vazgeçtim ama siz benim arkamda durmak yerine ilk gözden çıkardığınız ben oldum." Alayla güldüm. "Şimdi ise bana muhtaçsınız." dedim. Bakışları kamerayı bulduğunda sıkıntılı bir nefes verdi.

 

Tek bir pişmanlığım var. Hiçbir şeyi hak etmeyen insanlar için sevdiğim adamı harcadım.

 

Ona bunu yaptığım için pişmanım. Sizin gibi görevini, vatanını satanlara hizmet ettiğim içinse kendimden utanıyorum.

 

Siz şimdi bunu bilmeyin. Ben vakti gelince haddini bilmeyen haddini çok güzel bildireceğim.

 

Sessizliğim sizi korkutsun. Çığlıklarım değil.

 

"An-"

 

"Dinlemek istemiyorum!" Dedim sertçe. "Bana sunacağınız şey her ne olursa olsun kabul etmiyorum!" Bıkkın bir bakış attım. "Sizinle ve işbirliği içerisinde olduğunuz Keskin beyle yapacağım hiçbir anlaşmayı kabul etmiyorum."

 

"Bakın," dedi. "Sizi anlıyorum. Yaşadıklarınız çok ağır şeyler, bizim sizi mecbur bıraktığımız durumda, şu anda sunduklarımızda size hiç mantıklı gelmiyor biliyorum. Ama bize yardım etmelisiniz."

 

"Beni anlıyor musunuz?" Dedim alayla. "Beni nasıl anlıyorsunuz ben anlamıyorum mesela? Siz benim yaşadığım ne yaşamış olabilirsiniz?" Suratım acıyla kasıldı. "Benden her şeyimi alabilirsiniz. Ailemi, dostlarımı, makamımı. Yoluma taş koyabilirsiniz, bana bu hayatı zehir edebilirsiniz ama sizde biliyorsunuz ki beni ben yapan şey bunlar değil. Ben başarılarımla, karakterimle, adaletimle, sadakatimle var olurum. Şafağa giden o yolda sizin yolunuza çıkan her taşı çekip atarım ama sizin yolunuza çıkan ben olmamama rağmen görmek istemezsiniz bunu." Derin bir nefes aldım. Görüşüm bulanıklaştı. "Gözünüze batarım çünkü. Hata yapmadığım için, başarılarımla beni övdükleri için. Zekamı bir silah olarak kullandığım için. Benim silahımın namlusunun size döneceği günün korkusu ile yaşarsınız, sizde, meslektaşlarımda. Ayağımın kayması en çok onların işine gelir çünkü bir tekme de onlar atmak için hazırda beklerlerler düştüğüm yerden kalkamayayım diye her yerden saldırırlar."

 

Büyük bir dikkatle beni dinlerken söylediklerimin onun için hiçbir şey ifade etmediğini biliyordum ama camın arkasındakiler için aynı şeyi söyleyemezdim.

 

"Keskin Ardıç Alacahan ile tekrar bir evlilik yapmanızı istiyoruz," dedi söylediklerimi duymazdan gelerek konuya girdi. Bakışlarım uzayan tırnaklarımı buldu. Kesmeliydim. "Yapacağımız operasyonlarda onu koruyacak ve ona yardımcı olmak için yanında olacaksınız. Meclisteki yerine tekrar kavuştu ama düşmanları çok. Amerika Birleşik devletlerine bağlı CIA bizimle birlikte çalışacak ve size eşlik edecek. Bu süreçte tekrar mesleğinizi elinize alacak ve operasyon sonrasında terfi alacaksınız. Douglas Vancenin elinde bulunan zehirli kimyasal gazlar on iki ülkede belirli kişilere korumaları için ve zamanı geldiğinde oluşturulacak olan nükleer silah için verildi. Biz aslında sizin içinize sızdığınız Meclisin onlarla birlikte olduğunu sanıyorduk ama aslında aynı tarafta olduğumuzu çok geç fark ettik."

 

"Vance," dedim gülerek. "Hani Keskin beyin yakın arkadaşı ve bana içeriden bilgi veren adam değil mi?" Başını salladı. "Ava giderken avlanmışsınız da haberiniz yokmuş. Kendi ellerinizle onu içimize soktunuz ve aslında hedef şaşırtmasına sebep oldunuz." Başımı sağa doğru eğdim. "Tamda bir aptaldan beklendiği gibi." Dedim onları aşağılayarak.

 

"Bizi uyarmıştınız." Dedi bir gerçeği itiraf ettiğinde.

 

"Sizi birçok konuda uyarmıştım," dedim. "Beni dinlemediğiniz her an buna pişman oldunuz. Tıpkı şimdi olduğu gibi."

 

"Douglas Vance peşinize düşecektir. Sizinle anlaşma yapmak isteyecek ve kendi tarafına çekmek isteyecektir. Hem Keskin bey hemde aileniz için sizi kullanmak isteyecektir." Asıl dertleri şimdi anlaşılmıştı.

 

Yapacakları operasyonlarda beni karşılarında görmek istemiyorlardı çünkü haklarında birçok şeye sahiptim. Ayrıca operasyonun ana maddesi Keskine ve aileme bağlandığı için olası bir karşılaşmada kafalarını karıştırmamdan işleri berbat etmemden korkuyorlardı.

 

Merakla cevabımı bekledi. Uzun bir süre sessiz kaldığımda ona boş boş baktım. Düşünmem gerekiyordu. Şu anda omzumu tamamen uyuşturan bir kurşun yarası ile mantıklı düşünemiyordum ve biraz daha beklersem her an bir yere yığılabilirdim.

 

"Düşüneceğim," dediğimde zaferle gülümsedi. Oturduğum yerden ayaklandım. "Benden haber bekleyin. İtlerinizi peşimde istemiyorum."

 

...

 

Bu hayatta her şeyden çok anlaşılmak önemliydi. Sevilmekten çok, sevdiği tarafından, sevdikleri tarafından anlaşılmayı isterdi her insan.

 

Bir hata yaptığında, kızmak yerine dinlemeyi seçselerdi, bizi anlamaya çalışsalardı hiç kimse kırgın kalmazdı sevdiklerine.

 

Belki hak ettiğimiz hayatları yaşsaydık, ya da hayatımızı, ailemizi kendimiz seçebilseydik, bugün çocukluğumuza, gençliğimize ve şimdimize çok şey borçlu olmazdık.

 

Zemonun evindeydim. Dün Fransa'ya gelen ve her yerde beni arayan adamdan, beni saklamak için gecesini gündüzüne katan bir adamın evindeydim.

 

Adeline ve Theo benim için kapıdalardı. Zemon evde bilgisayarda bir şeylerle uğraşıyor, sürekli FBI ile anlaşmalar yapıyordu.

 

"Boşuna çabalıyorsun," dedim yitik bir sesle. Fazlasıyla sakindim. Kendimi hissiz ve boşlukta hissediyordum. Bunun sebebi yarım saat önce Zemonun gözü önünde aldığım ama onun fark etmediği uyuşturucudan ötürüydü.

 

İlaç kutuların içine sakladığım haplarda.

 

Zemonun bal rengine çalan altın hareleri ağır ağır bana döndü. "Eninde sonunda beni bulacak." dedim omuz silkerek. "Ve sen beni bulmasına engel olamayacağın gibi, beni senden almasına da engel olamayacaksın Z." Diye fısıldadım.

 

"Ne olursa olsun," dedi kendinden emin bir sesle. "Gözlerin beni aradığında hep beni göreceksin. Zemon yok demeyeceksin. O hep var. En olmadık zamanlarda bile var. Senin için var." Dediğinde gülümsedim. "Her korktuğunda, sıkıştığında, yalnız kaldığında yanında olacağım Katherine." Bir babanın kızına baktığı gibi baktı bana.

 

Gözlerindeki ifade bunları bilir gibiydi. Sanki başka bir şey için hazırlık yapıyordu.

 

Bu bakışı biliyordum.

Babamda bana öyle bakardı.

 

Yani bir zamanlar.

 

"Hep bir yerlerde olacağım." Dedi yemin eder gibi. "Nereye bakarsan bak beni göreceksin. Seni asla yalnız bırakmayacağım."

 

Derin bir nefes aldığımda, "Biliyorum." Dedim iç geçirerek. "Ama senin bilmediğin şey Z. Bir gün arkasını kolladığın benin belki de artık yanında olamayacağıdır." Dediğimde kaşları çatıldı. Huzursuzluğu çehresine yansıdı.

 

"Benden önce ölmeyeceksin kız çocuğu." Gülümsedim. Yarım bir gülümsemeydi bu.

 

"Hani nereye bakarsam bakayım her an seni görecektim?" Dedim alayla.

 

"Önüme kattığımı kaybetmektense, arkanda duranı kaybet." Dedi manidar bir şekilde. "Ben seni kaybedersem ne yaparım bilmiyorum. Ama sen bensiz yaşarsın." Dediğinde kızgın kızgın baktım ona. "Onun için yaşarsın." İzgi demek istedi. Bunu gözlerinde gördüm ama yine bir krizin eşiğine gelmemden korkuyor olsa gerek vazgeçti.

 

Gözleri, çıplak omuzlarıma kaydı. İki sene önceden, sol kolumda kalan yaraya baktı.

 

"Anneni de yakmışlardı böyle," dediğinde nefesim kesildi. "Yarası görünür değildi senin gibi ama onun da ruhunu yakmışlardı. Gençliğini, yaşayacağı yıllarını yakmışlardı." Başımı yasladığım dizlerim titremeye başladığında kafamı dizlerimden kaldırdım. "Söylemiyordu ama bilirdim. Canı her geçen gün daha çok yanıyordu."

 

"Sen benim yaram görünürde diye yanmıyorum mu sanıyorsun Z?" Diye fısıldadım acıyla. "Annem ne kadar yandı bilmem, ama ben nasıl yandım çok iyi bilirim. Keşke beni yakan tenimdeki yara olsaydı, yürekten yandım ben. Çakmak çakmadılar diye mi görmezden geliyorsun?"

 

"Katherine-"

 

"Yaranın büyüklüğü, küçüklüğü, nerede olduğu asıl mesele değil Z," dedim nasihat verir gibi. "Yara yaradır. Herkesin yarası kendisini yakar. Nerede olduğu, ne kadar büyük olduğu değil nereden yandığı önemlidir."

 

Gülümsedi. Yaş almış yüzünde hayatın izleri vardı. Annemin elleri dokunmuş muydu yüzüne? Bana değmeyen elleri değmiş midir ona? İşitmediğim sesini işitmiş midir kulakları.

 

"Kirpiklerinde asılı kalan yaşların var, gözlerinde." Dedi sitemle. "O gözlere ıslak bakmak yakışmıyor."

 

"Edebiyat yapma bana Z." dedim gülerek önüme dönerken. "Deviririm çam yarması gibi seni yere." Dedim antrenmanlara vurgu yaparak.

 

"Nereye deviriyorsun beni?" Dedi yükselerek. "Elimde lolipop gibi çevirir, ağzıma sakız diye atar çiğnerim seni, yer cücesi."

 

Dudaklarımda ki gülümseme yüzümde donup kaldı. İki kelime. Kulaklarımı aşıp zihnime sızan o iki kelime geçmişte takılı kalmama sebep oldu.

 

Ben istesem de unutamam seni.

 

"Ne dikildin öyle zürafa gibi tepemde?" Dedim. Kaşları çatıldı.

 

"Senin beni sürekli olarak bir hayvana benzetme işini ne yapacağız acaba?" Dedi sitemle.

 

Sitemi kıkırdamama sebep oldu.

 

"Ayrıca Zürafa mı?" Dedi. Kaşları havalandığında üstten üstten bana baktı. "Sana ne demeli yer cücesi?"

 

Kaşlarım çatıldı. Bir ayağımı öfkeyle yere vururken, "Boyum bir yetmiş altı benim!" Dedim sitemle.

 

Kara gözleri üzerimde dolaştığında, "Ama küçücüksün." Dedi anlam veremiyormuş gibi. "Ele avuca sığmıyorsun." Sözleri içimde bir şeylerin yerinden oynamasına sebep oldu. Kara gözleri yeşillerime mühürlendi.

 

Yutkunmadan edemezken, "Çocuk gibi mi?" Diye sordum merakla. Beni bir çocuğa mı benzetiyordu gerçekten?

 

Dalgın dalgın yüzümü izlerken, "Çocuk gibi." Dedi iç geçirerek. Kaşlarım çatıldı. "Baş belası bir kız çocuğu gibi." Dediğinde kaşlarım daha çok çatıldı. "Nazlı ve şımarık bir kız çocuğu gibi." İstemsizce gülümsedim. Başını aşağıya doğru eğdiğinde ondan sakladığım gülümsememi görmek için çabaladı. Bu hareketi kalbimin atışlarının hızlanmasına sebep oldu. "Yer cücesi seni." Dedi bir çocuğa seslenir gibi tatlı bir tınıyla. Geri çekildiğinde, dudağında belli belirsiz bir tebessümle birlikte önüne döndü.

 

Çıkmazdaydım. Bir yola sapmıştım. Aklımı şaşırmış, yönümü kaybetmiştim. Kaybolmuştum. Ne aşina olduğum kara gözler vardı artık, ne özlediğim kokusu.

 

Sığamıyordum hiç bir yere.

 

Birisi çıkıp geliyordu. Tek bir sözüyle yerle bir ediyordu beni. Adını andıklarında aklımı karışıyordu. Elim ayağım birbirine giriyor, gözlerim kapıyı buluyordu.

 

Bekliyordum.

 

Bir gün gelecekti biliyordum.

 

"Yanlış bir şey mi söyledim?" Z'nin sesini duyduğumda irkildim. Daldığım yerden çektiğim gözlerim bana merakla bakan gözleri buldu. "Kate." Dedi uyarırcasına.

 

Oturduğum yerden aceleyle ayaklanırken, "Adeline, salonda beni bekliyordu." Dedim yanından kaçarak ayaklanırken adımlarım odayı buldu. Kafamı dağıtmam lazımdı.

 

Zihnimi boşaltmam ve biraz nefes almam lazımdı.

 

Üzerimdeki, kalçalarımı kapatan tişörtü sıyırdım ve koridorda bir köşeye fırlattığımda, siyah, sporcu südyenim ve şortumla kaldım.

 

Çıplak ayaklarım buz gibi zeminin üzerinde izlerini bıraktı.

 

Buradan da geçtim. Bu evde kaldım, saklandım ve kaçtım senden. Bir gün uğrarsan izlerime rastlarsın elbet. Yadırgama sakın.

 

Bodrum katına inen merdivenleri hızlı hızlı inerken, omuzlarımı biraz geçen saçlarımı bileğimdeki siyah tokayla sıkı sıkı topladım. Perçemler yüzümü kapatırken, sarı ışığın aydınlattığı ve ortasında bir ring bulunan, etrafı sandalyelerle dolu olan antrenman odasına ilk adımımı attığımda Adelineyi orada buldum.

 

Siyah saçlarını tepeden sıkı bir şekilde bağlamış ve örmüştü. Beyaz teninde hiç makyaj yoktu. Turkuaz rengi gözlerinde benim yeşillerimin aksine canlı bir ifade hakimdi.

 

Üzerinde lacivert şortlu bir takım vardı ve bakıldığında benzeri bende olan karın kasları rahatça görünürdeydi. Theonun tribünlerdeki koltuklara rahatça kurulduğunu ve yanında birkaç FBI ajanı olduğunu gördüm.

 

Hepsi başlarıyla bana selam verirken aynı şekilde selamlarını aldım ve ringin etrafını çerçeveleyen ipin altından sıyrılarak içeriye girdiğimde, Adeline yaslandığı yerden ayrıldı.

 

"Sonunda," dedi bezmiş bir şekilde. "Bir an korktuğunu düşünmeye başlamıştım." Dedi alayla.

 

"O halde aptallık etmişsin." dediğimde yüzündeki alay dolu gülümseme büyüdü.

 

"Fazla öfkelisin. Kate." Dedi dilini damağına vurarak. "Öfken sana hata yaptırmasın? Kaybetmeye alışık değilsindir sen."

 

Bu iki yıl içinde onunla sayısız kere ringe çıkmıştık. Bir ajan olduğu için performansı benden çok daha iyidi. Ama Zemonun beni eğitmesiyle dengeler değişmiş, zemine sırtı yatırılan ben değil o olmuştu.

 

Bir anda yüzüme doğru savurduğu yumrukla birlikte, eğilerek kaçınca boşluğa doğru savrulan yumruğu yüzünden sendelendi ve karnına sert bir tekme attım. Eğildiğim yerden kalkarken tekmemi havada yakaladı ve beni sertçe yere vururken gözlerimin önü kısa bir süre karardı. Sıkı sıkıya kavradığı bacağımı diğer elimle tuttuğu koluna sert bir tekme atarak kurtardım.

 

"Hadi ama," dedim nefes nefese ayağa kalkarken. "Paslandın mı yoksa Hell?" Dedim ona soyadı ile seslenirken.

 

"Seni ilk gördüğüm halinden çok daha iyisin Kathe," dedi o da ayaklanırken. "Daha hızlı ve çeviksin. Zaten belli bir performansın vardı ama Fransa'da katıldığın yasa dışı dövüş klüpleri yaptığın antrenmanlar oldukça işe yaradı. Zemon seninle gurur duyuyor."

 

"Biliyorum," dedim yüzüme savurduğu bir yumruğu daha savururken diz kapağıma beklenmedik bir tekme yedim. Dişlerimi birine bastırırken altında kaydım ve ayak bileklerinden tutup beni savunmasına izin vermeden topuklarımın üzerinde yükseldim ve sırtına ulaştığımda üzerinde takla attım ve boynundan tutup vücudunu sertçe yere çarptım. Ayaklarını ve kollarını kıskaç altına aldığımda beni devirmeye yeltendi ama kucağına oturdum ve ağırlığımı üzerine iyiyice uygulayarak kalkmasına engel oldum.

 

Dudaklarında beliren yarım gülümsemenin benzeri dudaklarımda yer aldı.

 

"Ama bildiğim bir diğer şey ise formdan düştüğün," dedim üzerinden kalkarken serbest bıraktığım elleri belimi buldu ve kalkmama izin vermedi. "Yumrukların eskiden daha güçlüydü."

 

Boşluğumdan faydalanıp çeneme geçirdiği yumruğuyla birlikte sendelenirken, beni üzerinden ittirdi ama yere düşmemi sağlayamadı. Ayağım, yerde kayarken hızla toparlandım ve yüzüme savurdu tekmesini havada yakalarken boynumun altından geçirip, diz kapağını bükerken, yüzüstü sert bir şekilde zemine yapışmasını sağladım.

 

Theo, yaslandığı yerden doğrulurken, az önce Adeline yüzüme attığında suratına oluşan alay dolu gülümseme silinmişti.

 

"Katherinenin lehine oynadığın her bahiste kaybetmen gerektiğini bil, Theo." Dedi Juan üzerime oynadığı bahsi kazandığı için göğüsünü kabarttı. "Yoksa bu hatunun sana kaybettireceği tek şey para olmayacak." Dediğinde Theonun gözleri bıçak gibi juana döndü.

 

"O diline bir daha karımı dolayacak olursan , Juan. Koparcağımdan emin olacağım." Adeline nefes nefes ayaklanırken Theonun söyledikleriyle yüzünde bir gülümseme belirdi.

 

Theo, söz konusu karısı olduğunda fazla korumacıydı ve bu tavrı bana çoğu zaman onu hatırlatıyordu.

 

"Duydum ki bayan Alacahan teşrif etmiş." Dedi. Türkçesi kardeşine nazaran daha iyidi. Bakışları beni buldu. "Kendisiyle şahsi olarak tanışmak istedim." Elini dostça bana doğru uzattı. "Ivan Samoilov," dedi. "Sizin büyük bir hayranınızım." Diye devam ettiğinde benim gibi buradaki çoğu kişinin kaşları çatıldı. "Göz kamaştırıyorsunuz." Diyerek iltifatta bulundu.

 

"Dikkat et Ivan," dedi Keskin sertçe. Belimdeki tutuşu sıkılaştı. "Kamaşan gözlerini oydurtma bana."

 

Ivanın yüzüne alay dolu bir gülümseme yerleşti. "Kıskanç bir adam olduğunu bilmiyordum Lider." Dedi.

 

"İstisnalar Ivan," zaten ona yapışık halde olan bedenimi iyice kendine doğru çekti. "İstisnalar." Dedi bir kez daha.

 

Bozulan at kuyruğumu çözerken saçlarımı elimle dağıttım. Adeline patlayan dudağından sızan kanı silerken, sağ yanağında ki kızarıklık gözüme çarptı. Moraracaktı.

 

Dudaklarım konuşmak için aralanmıştı ki tam o anda içinde bulunduğumuz salonun içini kaplayan kırmızı ışıklara eş zamanlı olarak, robotik ses odanın içini doldurdu.

 

İzinsiz giriş!

 

İzinsiz giriş!

 

Hepimiz birbirimize sorgu dolu ifadeyle bakarken , bir duvarı andıran ama aslında arkasında çok şey saklı olan gizli bölme ortadan ikiye ayrıldı ve duvarın arkasındaki kamuflaj ve yedek kıyafetlere eş zamanlı olarak, duvara asılı halde duran silahlar ortaya serildi.

 

Yabancı!

 

Yabancı!

 

Yabancı!

 

"Ne oluyor?" Diye sordu Juan. Theo o kadar hızlı bir şekilde tribünlerden atladı ki ne ara yanımıza vardı anlamadım.

 

"Çıkmamız gerek." Dedi Adelinenin koluna yapışırken. "Derhal yanınıza ne alacaksınız alın!" Öyle durmamıza karşılık, "HADİ!"

diye bağırdığında Adelineyle birlikte aynı anda öne doğru bir adım attık.

 

Theo ve Juanın üzerinde silahları ve kıyafetleri vardı ama aynı şey Adeline ve benim için geçerli değildi.

 

Siyah, yüksek bel bir pantolonu hızla şortun üzerine geçirirken, boğazlı kazağı da aynı şekilde üzerime geçirdim. Adelineyle aynı anda hareket ederken, ikimizde sol bacağımıza sardığımız korselere bıçaklarımızı ve uyuşturucu iğnelerimizi yerleştirdik.

 

Bize ait olan silahları da belimize yerleştirirken, birbirimizle haberleşmek için kulağımıza kulaklıklarımızı taktık.

 

Bir kaç hışırtıdan sonra, "Katherine!" Dedi Zemon. "Derhal, çık oradan!"

 

Bildiğimde ki tokayı tekrar saçlarıma geçirirken, "Neler oluyor Z?!" Dedim endişeyle.

 

"Oyalanmanın sırası değil!" Diye bağırdı öfkeyle. Theo önden çıkarken, Adeline tereddütle bana baktı ama o da onun peşinden çıktı.

 

Juan silahına sarılırken başıyla sola doğru gittiğini işaret etti ve beni burada yalnız bıraktı.

 

"Meclis burada!" Dediğinde donup kaldım. "Keskin!" Dediğinde nefesimin kesildiğini hissettim. "Burada! Bütün evin etrafı adamlarıyla dolu! Ne yapıp edip seni buradan çıkarmamız lazım!" Şakaklarıma saplanan şey bir mermi olsaydı daha az sendelenirdim. "Hepiniz beni duyuyor musunuz?! Önceliğimiz kızım!" Diye emretti.

 

Buradaydı.

Gelmişti.

Bulmuştu yine.

 

"Ben seni hep bulurum."

 

Bulmaması imkansızdı. Bunca sene bulamaması bile mucizeydi.

 

Ama bu sefer kaçmayacaktım. Saklanmayacaktım. Bir gün karşı karlıya gelecektik ve benim bundan kaçmamın bir anlamı yoktu.

 

Ağır bir yavaşlıkla kulağımdaki kulaklığı kapattım. Hemen sonrasında tamamen söküp yerine geri bıraktım.

 

Dakikalar önce indiğim merdivenleri geri çıktım. Tam yirmi dokuz merdiven. Yirmi dokuz merdiven sonra holdeydim. Perdenin arkasında hareket eden silüetleri görebiliyordum. Takım elbiseli adamlar vardı. Çok... çok kalabalıklardı.

 

Sonra onu gördüm. Üzerinde siyah bir gömlek vardı. Altında siyah bir pantolon. Saçları dağınıktı. Sakalları uzamıştı.

 

Kara gözleri hiç olmadığı kadar soğuk bakıyordu. Zayıflamıştı. Üzerinde sadece siyah bir gömlek ve pantolonla duruyordu. Gözlerine eşlik eden siyah saçları hiç olmadığı kadar dağınıktı. Kemikli ve sert çehresi ay ışığının altında parlıyordu. Sakalları uzamıştı. Kalıplı be heybetli vücudu sanki biraz zayıflamıştı.

 

Kara gözleri parlamıyordu. Sönük, cansız ve acımasız bir ifade hakimdi gözlerinde. Benim tanıdığım, bildiğim sevdiğim adama ait gibi durmuyorlardı.

 

En önemlisi yansımasında yer edinen şey bir boşluktan ibaretti. Sanki bakıyordu ama görmüyordu.

 

Hayatım boyunca ağzıma sürmediğim şeyleri alışkanlık haline getirmiştim. Alkol ve sigara bağımlısı olmuştum. Nefret ettiğim ne varsa onlarla yaşamış onlarla yaşadığım acıyı söküp atmak istemiştim. Ama ne zihnimi bulandıran o zehir ne de ciğerlerimi tıkayan kalp rahatsızlığımı ileriye taşıyan o zıkkımı bırakabilmiştim.

 

Her gece kabuslarıma ev sahipliği yapan o kara günü ne kadar unutmak için çabalasam da başarılı olamıyordum. Kullandığım psikolojik ilaçlar zamanla birçok şeyi unutmama sebep olmuş. Beni gün geçtikçe hissizleştirmişti. Durumum gittikçe kötüye gidiyordu ve bir çare bulmak için çabalamıyordum.

 

Belime taktığım silahımı kavradı titreyen ellerim. Ayağıma geçirdiğim postalların sesi parkelerde yankılandı. Evde kimse yoktu. Büyük ihtimalle hepsi dışarı çıkmıştı ama sayıca onlardan çok azdık. FBI'ın buraya gelmesi zaman alırdı.

 

Arka kapıdan çıktığımda gecenin karanlığına inat sarıya boyattığım saçlarım gün yüzüne çıktı. Ön bahçeye doğru bir adım atmıştım ki bir şey fark ettim.

 

İdilin silahının namlusunda Theo hakimken, gözlerini bir an olsun kırpmıyor avını kıstırmış, bir avcı gibi duruyordu.

 

"At silahını." Dedi buz gibi bir sesle. Kızıl saçları rüzgarda sallanıyordu. Eskisinden daha uzundu. Sırtına kadar uzanan saçları beline uzanıyordu artık. Nereden gelmişti, nasıl gelmişti bilmiyorum ama üzerine straplez, lacivert bir elbise vardı ve kıvrımlı hatlarını ortaya çıkarmış ona çok yakışmıştı. Dudaklarındaki bordo ruj ruhunda ki karanlığa yakışmıştı. Tıpkı gördüğüm kadına yakıştığı gibi.

 

Silahı kavradığı koluna kaydı bakışlarım. Öylesine ustaca tutuyordu ki, sanki hiç kimse onun elinden o silahı alamaz gibiydi. Bir seri katilden başka türlüsü beklenemezdi zaten.

 

İdilin arkasından yaklaşan bir karaltı fark ettiğimde, karanlıkta gördüğüm ilk şey bembeyaz boynuna yaslan ve parlayan bir bıçak oldu. Adelinenin gazap dolu gözleri görüş açıma girdiğinde bıçağı İdilin boğazına daha sert yasladı.

 

"Asıl sen çek o silahını kocamın üzerinden." Dedi otoriter bir sesle. Theonun dudakları gururla kıvrıldı. "Yoksa o güzel boynunu koparmak zorunda kalacağım." Dediğinde İdil alayla güldü.

 

Silahının namlusu Theoya dönükken eteğinin altından çıkardığı bıçağını, sıkı sıkı kavradı ve elini arkaya uzatarak , Adelinenin karnına doğru yasladığında, "Buradan sağ çıkmanız için son şansınız." Dedi uyarıyla. "Ha eğer bu şansı elinizle geri tepiyorsanız, elimi kana bulamaktan zerre çekinmem, zira-" Adeline bıçağı öfkeyle daha sert bir şekilde İdilin boynuna yasladığında, ufak bir kesik açıldı ve bu öne doğru bir adım atmama sebep oldu.

 

"Senin aksine ben pek laf ebeliği yapmayı sevmem kızıl şeytan." Dedi Adeline nefretle. Bıçağı kesiğe biraz daha bastırdığında, İdilin parmağı tetiğe baskı uyguladı. "İstediğim kansa, arzu ettiğim ölümün soğukluysa doğrulttuğum namluyu ateşlerken tereddüt etmem!" Diyerek İdili kışkırttığında, beklemediğim bir şey oldu.

 

İdilin silahından çıkan kurşun, Adelinenin son anda durumu fark etmesiyle omzunu sıyırdı. İdil, Adelinenin boynuna yasladığı eline sertçe vururken, kolunun altından kayarak sıyrıldı ve bıçağı Adelinenin göğüs kafesine saplamak için yeltendiğinde, Adeline, İdilin bıçağı tuttuğu elini kavradı ve avuçlarının arasında sıkı sıkı tuttuğu bıçağı nefretle İdilin boynuna tekrar yasladı.

 

İdil,dizini kırarken Adelinenin karnına sert bir tekme geçirdi ve boynunda ki kesil sıyırırken onu kendinden uzaklaştırdı.

 

Adeline öfkeyle öne doğru tekrar atılmıştı ki, bir kol arkasından boynuna sarıldı ve bir silahın namlusu şakaklarına dayandığında Silahı tutan elin sahibini görmek donup kalmama sebep oldu.

 

"Fazla oynuyorsun," dedi Aylin tehlikeli bir sesle.

 

Adeline sinirle bir nefes verirken gülümsedi. Gülümsemesindeki vahşilik akıl kaçırtacak derecedeydi. Theonun silahı da İdilin ensesine yaslandığında, Ayline nefretle baktı.

 

"Tüh," dedi Adeline. "Desene o halde, cenaze işlemlerinizi başlatmamız gerekecek." Dedi alayla.

 

"Yazık," dedi Theoda, karısına eşlik ederek.

 

"O halde bilmediğiniz bir şey söyleyeyim ben size." Dedi Aylin Adelinenin kulağına yaklaşarak. Boyundaki eli sıkılaştı. "Eğer karşında ki kişi Aylin Alacahansa, onunla oynanacağın hiçbir oyunda kazanma şansın yoktur." Dedi nefretle. "Bu sözlerim nasihat değil. Ölümünün çağırsı. Huyum kurusun, abime çekmişim. Çünkü o bana hiçbir savaşta kaybetmemem gerektiğini, oyunları nasıl bozacağımı çok güzel öğretti biliyor musun?" Dediğinde güldü. Ona bir kaçığa bakar gibi baktım. "Ne dersin? Üzerinde bir deneme yapalım mı?" Dediğinde İdilin, şuh kahkahası kulaklarımı doldurdu.

 

"Sana eşlik etmekten zevk duyarım." İdilin sözleriyle beraber Adeline ve Theonun gözleri birbirini buldu. İkisi de o kadar atik bir şekilde harekete geçtikleri ki öne doğru telaşla bir adım daha attığımda bileğime sarılan bir elle beraber geriye doğru çekildim.

 

Sırtım soğuk bir duvara yaslanırken, tanıdık gözlerle karşı karşıya gelmek nefesim kesilmesine sebep oldu.

 

"Sen." Nefesimin kesilmesine sebep olan ses zihnimde çığlık çığlığa yankılandı. Silahı tutan parmaklarım titrediğinde karşımda heybetiyle dikilen adamın bir sanırdan ibaret olduğunu düşündüm. Onu karşımda görmek olduğum yere çakılmama sebep olmuştu.

 

Geçmiş, koca bir enkaz gibi üzerime devrildi. "Hiçbir yere gitmiyorsun." Dedi yemin eder gibi.

 

Gerçek olamazdı.

Gerçek olmamalıydı.

 

"Kaçışın yok artık." Gözlerinde avını ağına kıstırmış bir avcının vahşiliği ve nefreti hakimdi. Tenime dokunan elleri buz kesen vücudumun alev alev yanmasına ve nefesimin kesilmesine sebep olmuştu. Kalbim şu iki yılda hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. Özlediğim kokusu, burnumun direğini sızlattı.

 

Kara gözlerinde yansımam yoktu.

En acısı buydu.

 

Buradan gitmem lazımdı. En kısa sürede. Kaçtığım geçmişimle yüzleşmeye henüz hazır değildim.

 

Belki de hiç olmayacaktım.

 

Kara gözleri dalgalandı. Yeşil harelerimi gören gözleri, kısa bir an donup kalmasına sebep oldu. Burnuma dolan deniz kokusu, genzimi yaktı.

 

Uzun zamandır işitmediğim sesinden dökülen tek bir kelime alt üst olmama sebep oldu. "Malihulya..." Dudaklarının arasından dökülen kelime geçmişe duyduğum özlemin, kalbimde derin bir sancı başlamasına sebep oldu.

 

Zihnim karanlığa kapılarını aralarken, bedenim kollarının arasına yığıldı.

 

Bir bahar başlangıcı yine geldim sana.

Bana bu baharda kışı yaşatma olur mu sevgilim?

 

Artık solmak istemiyorum.

 

Ve, ve, ve, bölüm sonu.

 

Nasıl buldunuz?

Yazın hemen!

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı da lütfen unutmayın. Sizleri çok seviyorum. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere hoşçakalın.💚🧚

Loading...
0%