Yeni Üyelik
34.
Bölüm

32.Bölüm

@umay_6

MERHABA!

 

Aslında bölümü dün atmıştım ama açamayan ve giremeyenler olmuş. Teknik bir sıkıntı yaşadığım için wattpade giriş yapamıyordum. Yaptığımdaysa bölümleri düzenleyemiyorum ama sonunda başarabildim.

 

Sizi bölüme bırakmadan önce birkaç şey söylemek istiyorum. Wattpadw giremeyenler içim watsapta bir kanal açtım. Buraya attıktan bir kaç gün sonra bölümü orada da yayınlıyorum bilginize. Kitabın Instagram hesabından ya da bana özelden, Instagramdan ulaşarak kanalın linkine ulaşabilirsiniz.

 

Sizleri seviyorum. Kendinize iyi bakın.

 

Keyifli okumalar.

 

 

 

Kana bulanmış hatıralar, kanadı kırık kuşlar, üzeri yalanlarla süslenmiş sırlar, kalbi hasta kadınlar ve kırık pusulalar.

 

 

 

 

(Karakterlerin hiçbiri belirlediğim karakterler değiller. 300K'ya özel yapılan bir afiş gibi düşünün. Henüz hiçbir karakterim için kesin bir model kararına varmadım.)

 

 

 

İçimize oturan cümleler olurdu. Kafamızda sevdiklerimizin bıraktığı ve sürekli dönüp duran kelimeler. Zihniniz bir dehliz kadar sakin be sessiz ama aynı zamanda bir vaveylanın çığlığını taşırdı içinde.

 

Sessiz ve çaresiz bir vaveyla. Kimsenin duymadığı, duyanların kulaklarını kapattığı ve görmezden geldiği.

 

Ruhumda yaşamın yorgunluğu vardı. Ruhumda kimsesizliğin, öksüzlüğün yarası vardı.

 

Belki sonsuz bir uyku, ruhumdaki acıyı unutmanın en kolay yoluydu.

 

"Nerde benim aslanım? Uyuyor mu?" Dün gece evden ayrılan ve sabaha karşı gelen Drewe çevirdim bakışlarımı. Saçları dağılmış, gözleri uykusuzluktan kızarmıştı.

 

"Operasyonu kabul ettiğimi bildirdin mi?" Diye sordum merakla. Gözleriyle beni onayladığında, "Bir sorun çıkmadı değil mi?" Diye sordum bu sefer.

 

Bedeninin bütün ağırlığını kanepeye bırakırken sırtımı tezgaha yasladım. "Yok," dedi başını koltuğa yaslarken. "Oğlum nerde?" Diye sordu tekrar.

 

"Uyuyor." Dedim düz bir sesle.

 

"Baba!" Neşeli bir çığlık sesi kulaklarıma ulaştığında dudaklarıma huzur dolu bir tebessüm yerleşti. Bakışlarım omzumun üzerinden onları bulduğunda Rowan resmen uçarak Drewin üzerine atladığında, Drewin dudaklarından gür bir kahkaha kaçtı.

 

Üzerinde gezegenlerin olduğu lacivert pijaması üzerine yapışmıştı. Terlemiş olmalıydı. Anlına dökülen kahverengi saçlarını babasından almıştı. Çoğunlukla babasına benziyordu ama gök gözlerini annesinden almıştı.

 

Drew bazen, Rowanı izlerken dalıp giderdi.

 

Onlar eğlenirken ben ikimize sert bir kahve yaptım. Rowan ve Drewde mutfağa gelirken, Drew, Rowanı sandalyesine oturttu. Beni fark etmesiyle küçük ellerini havaya kaldırarak bana doğru uzattı. Ne yapacağını bildiğim için gülümsedim. Yüzümü küçük avuçlarının arasına alırken masum gözleri önce yüzümü inceledi. Ellerinin baskısını yanaklarımda hissederken dudaklarının baskısını da yanaklarımda hissettim.

 

İçim huzurla dolarken, gülümsemem büyüdü.

Rowan bunu hep yapardı. Saçlarının arasına küçük bir öpücük kondurduktan sonra o uyanmadan hazırladığım kahvaltısını önüne koydum ve yanındaki sandalyeye çöktüm.

 

Sabah olmak üzereydi. Masanın üzerindeki tabakaları ve bardakları toplarken geceliğimin etekleri çekiştirildi.

 

Tabakları tezgaha bıraktığımda küçük oğlumu kucakladım.

 

"Birileri beni mi özlemiş bakalım?" Dedim işaret parmağımla burnuna bir fiske vururken.

 

Ağzından onaylayan mırıltılar çıktığında yanaklarına sulu sulu öpücükler kondurdum. Sabahları genelde pek konuşmaz, huysuz olurdu. Henüz iki yaşındaydı ve çok küçüktü. Doğduğundan beri onu herkesten saklıyor ve koruma iç güdüsü ile gidip geliyordum.

 

Varlığı bana Urazı hatırlatıyordu. Kim bilir nasıl büyümüştür şimdi.

 

"Daldın yine." Drewin sakin sesi zihnime sızdığında gözlerimi Rowandan çekip ona çevirdim. "Yine ne düşünüyorsun?" Az önce kalktığım sandalyeye geri çökerken, Rowanı kucağıma aldım ve göğüsüme yatırdım. O, dün gece siyaha boyattığım saçlarımın uçlarıyla oynarken keyfi yerinde gibiydi.

 

"Abimi ve kız kardeşimi." Dediğimde kaşları çatıldı.

 

"Onlar zaten buradalar." Dedi sorgu dolu bir sesle.

 

Yüzümde manidar bir gülümseme yer edinirken, "Zeynep ve Sinandan bahsediyorum, Drew." Dedim. Maziye duyduğum derin özlem yüreğimi esir aldı. "Kanımdan olmayan ama canımdan olanlardan. İki yıldır onlardan haber alamadım. Neredeler! Ne yapıyorlar hiç bilmiyorum." Dedim dudak bükerek.

 

En önemlisi boşanmışlar mıydı?

 

"Neyse," dedim beni anlamadığını fark edince. "FBI'da olanlardan bahset biraz. Ne dediler?" Diye sordum merakla.

 

Sandalyesinde rahatça geriye yaslanırken, "Yeni bir evlilik gerçekleştirilecek." Dediğinde dikkatle onu dinlemeye başladım. "Bunu zaten biliyorsun. Bilmediğin şey Kathe, evliliğin basit bir nikahla geçiştirilmeyecek olması." Kaşlarım çatıldı.

 

"Anlamadım?" Dedim sorgu dolu bir sesle.

 

Yüzünde keyif dolu bir ifade belirirken, "Anlı şanlı bir düğün yapılacak." Dediğinde ona bakakaldım. NE?! "Düğün burada Fransa'da yapılacak. Hazırlıklara çoktan başlandı bile. Bir hafta içinde bütün ülkeleri temsilen, Meclisin üyeleri ve cemiyetten herkes burada olacak." Alay dolu gülümsemesi büyüdü. "Düğünü özellikle Lider istedi." Dediğinde şaşkınlığım kat kat arttı.

 

Kalbim heyecan ve korkuyla atarken, "Ne düğünü ya?!" Diye cırladım. "Ne düğünü?! Öyle saçmalık mı olur muş? Evliliği kabul ettik diye bütün dünyaya ilan etsin bir de beyefendi!" Diye bas bas yüzüne doğru bağırdığımda suratını buruşturdu.

 

"Maalesef Kathe, tam da bahsettiğin gibi olacak." Dediğinde öfkeyle ona baktım. Kucağımda Rowanla birlikte ayaklanırken, huysuzlaşan oğlumu ona verdim ve telefonumu alıp salondan ayrıldım. "Teyzeye gelinlik giydireceğiz oğlum."

 

"Drew!" Diye bağırdım arkasından sinirle.

 

"Belli olmaz bunun işi. Baktın bir kardeş verdi kucağımıza." Dedi alayla. "Nasip, kısmet bu işler." Kanepenin üzerindeki yastığı ona fırlatmak için hamlede bulunmuştum ki Rowanı kendine siper etti gülerek.

 

"Korka herif." Diye homurdandım ağzımın içinden. Yastığı geri yerine fırlatırken, parmaklarım telefondan tanıdık bir numarayı buldu.

 

Bu işin aslı astarı neydi öğrenmem lazımdı. Har meşgule düşerken kaşlarım çatılmıştı ki, Burnumun dibine sokulan telefonla Theoya ters ters baktım. "Zemon." Dedi. Seninle konuşmak istiyor."

 

Elindeki telefonu sertçe çekip aldığımda karıştırdığım çorbanın kaşığını eline tutuşturdum ve mutfaktan çıkıp salona ilerledim. Dün gece o ve Adeline beni yalnız bırakmak istememişlerdi.

 

"Orada işler nasıl gidiyor Kate," Özlediğim kalın ses kulaklarıma ulaştığında gülümsedim. "Beni özledin mi?" Devam etti. "Umarım özlemişsindir."

 

"Yine ne işler çeviriyorsun Zemon," dedim sadede gelmesini istercesine. "Oldukça sabırsız birisi olduğumu biliyorsun. Beni oyalamak istemezsin."

 

"Pekala, o zaman iyi dinle çünkü, italyaya dönmüyorsun,"dedi. İtalya, daha önce yaşadığım ve benim için güvenli olan ülkelerden bir tanesiydi. Fransa'ya aylar önce gelmiştim. Bir an önce gitmek hedefimdi ama başarılı olamamıştım.

 

"Anlamadım?" Dedim şaşkınlıkla.

 

"Ne duyduysan o," dedi katı bir sesle. "Bir süre daha Fransa'da kalacaksın. Senden istedikleri her ne ise yapacaksın." Dedi itiraz kabul etmez bir şekilde.

 

"Bir dakika bir dakika anlamaya çalışıyorum." Bulunduğum yerde volta atarken hiçbir şey anlamamıştım. "Ne demek istiyorsun?"

 

"Tebrik ederim Kate senden boşanan kocanla bir kez daha evcilik oynayacaksın" dediğinde içimde bir yerlerde yer yerinden oynadı. "Ve sanırım bu kez biraz daha gerçek olacak."

 

"Hadi onu anladım!" Dedim sinirle. "Düğün nereden çıktı? Nikah yeterdi!"

 

"Onu da müstakbel kocanla konuşacaksın artık." Dedi imayla.

 

"Z!" Diye cırladım öfkeyle. Aldığım cevapsa suratıma kapan telefon olmuştu.

 

Hayat gerçekten sağlı sollu bana her yerden geliyordu.

 

...

 

Karanlıkta kaldığım ilk an bir daha asla ışığına ulaşamayacağımın farkında olduğum andı.

 

Geçmiş, Geçmemişti. Geçmiyordu. Öyle bir haldeydim ki yaşadıklarıma alışmak dahi istememiştim. Geçmiş hep bir yerlerde karşıma çıkıyor yakama yapışıyordu.

 

Göğüs kafesimde izi kalmış yara ilk günkü ki oluk oluk kanıyor her geçen gün acısı katlanarak artıyordu. Bu acıya hasta kalbim ne kadar dayanır bilmiyordum.

 

 

Attığım her adımda bir sonraki adımımı hesaplıyor on adım ötesinin planını yapıyordum.

 

Her olasılığı düşünmüş her şeyi hesaba katmıştım ama varlığından bir haber olduğum kalbim ona tutulduğunda hiç olmamam gereken birine aşık olmuştum.

 

Yürüdüğüm yolda, yaptığım planlarımda, operasyonlarımda her daim kendimden emin ve kararlı duruşumu sergilemiştim. Ama günün birinde hesap edemediğim o şey gelip kapımı çaldığında yapacağım şeyin acısı göğüsümde çoktan yerini bulmuştu.

 

Adımlarım İstihbarata ait binadan içeriye girdi. Dik omuzlarım ve sarsılmaz bir duruşla danışmaya doğru adımladım.

 

"Katherine Amon." Dedim düz bir sesle. Danışmanın bakışları beni bulduğunda beni tanıdığını gördüm.

 

"Bay Benjamin ve diğer herkes sizi toplantı odasında bekliyor," dedi. "Size eşlik edeyim."

 

Oturduğu yerden ayaklandı ve önümde yürümeye başladı. Topuklu ayakkabılarımdan çıkan tok ses içeride yankılanıyordu. Üzerimde kalçalarımı saran, straplez deri siyah bir elbise vardı. Evden çıkmadan önce üzerime geçirdiğim kabanımı sıcakladığım için arabada bırakmıştım. Dudaklarımda, beyaz tenimle bütünleşen kırmızı bir ruj varken, ten makyajımı hafif tutmuş gözlerimeyse sadece bolca rimel uygulamıştım.

 

Elbisenin sırt kısmı tamamen açık olmasada, yaptırdığım dövmemi kısmen belli ediyordu.

 

Saçlarımsa dövmemi kapatacak kadar uzun değillerdi.

 

"Efendim?" Bakışlarım toplantı odasının kapısında dikilen adamı buldu. "Katherine Amon, geldi." İçeriden olumlu yanıt almış olacak ki kenarı çekildi ve geçmem için izin verdi.

 

Toplantı odasından içeriye girdiğimde birçok bakış üzerime döndü. Katran karası gözler ok gibi üzerime saplandı.Ne ona ne de yanındakilere baktım.

 

"Seni tekrar aramızda gördüğüme sevindim İz." Dedi Cumhuriyet Başsavcısı Kerim Durmaz. Bir zamanlar yol göstericim, sırtımı yasladığım, sırrımı payalaştığım, beni baba şefkatiyle sarıp sarmalayan, çoğu zaman karşımda dursa da zorda kaldığımda yanımda beliren o adamı, sığdırdığım birçok sıfat şimdi hiç olmamış gibi zihnimdeki boşlukta asılı kalmıştı.

 

"Ben sizin için aynı şeyi söyleyemeyeceğim Başsavcım." Dedim dudak bükerek. Benjaminin bakışlarını üzerimde hissettim. "Neden buradayım?" Dedim merakla. "Toplantı yarın yapılacaktı, niye bugün çağırdınız?"

 

"Ben öyle istedim." İngilizce konuşan adama döndü bakışlarım.

 

"Hep böyle emrivaki yapar mısınız?" Kaşları çatıldı. "Yoksa sabırsız biri misiniz?" Dedim alayla.

 

"Bir hafta sonra yapılacak olan ve bütün dünyadan önemli isimlerin katılacağı düğün için buradasınız." Dedi sözlerimi görmezden gelerek. "Douglas Vance düğünden önce sizinle görüşmenin yollarını arayacaktır."

 

Zihnime sızan geçmişin acısı canımı hiç olmadığı kadar yaktı.

 

Biz onunla hiçbir zaman birbirimizi sevdiğimiz için, mecbur bırakılmadan o nikah masasına oturmamıştık. Ne şimdi ne de sonrasında.

 

"Nikahtan sonra Keskin beyin evine taşınacaksınız," Geride bıraktığım iki yıl geçti gözümün önünden. Göğüs kafesimde yarım kalmışlığın, yaşanamayan ama yaşanması gereken şeylerin acısı kendine yer buldu.

 

Hak etmemiştik.

 

"Yapılacak olan davetlerde Douglas Vance ile bir araya geleceksiniz, kendisi henüz tam olarak aranmadığın için geziyor, eğleniyor ama peşinde olduğumuzun da gayet farkında." Dedi.

 

"Zamanında beni dinleseydiniz şimdi hiç birimiz buna mecbur olmazdık." Dedim Sertçe. Haklılığım karşısında sessiz kaldı. Onları uyarmıştım. Defalarca kez.

 

"Varlığı hem bizim için hemde Keskin beyin, aileniz ve dostlarınız için tehdit." Dedi.

 

"Benim bir ailem yok," dedim kesin bir dille. "Bir babam yok, dostlarım yok." Bıkkınlıkla bana baktı. "Benim bu hayatta sadece bir kız kardeşim var," Varlığı dudaklarımın kıvrılmasına sebep oldu. "Ailem dediğim de o kardeşim dediğimde."

 

"Sen her ne kadar kendi içinde yok sayarsan say, biyolojik ol-"

 

"Biyolojik olarak bir ailem olduğu doğru," Bakışlarım abimin yorgun düşen kahvelerine, Egemenin ve Simayın gözlerine değdi. "Ama bu hayat bana, sana kan bağıyla veya biyolojik olarak bağlı olmasa bile insanların senin ailen olabildiğini gösterdi. Kanımdan değil belki ama kanımdan olanlardan daha çok kardeşlik yaptı bana. Kan bağı, biyolojik olarak falan hiçbiri umurumda değil," dedim sertçe. "Benim ailem dediğim, canınını yakacak olsalar uğruna can alıp can vereceğim tek bir kişi var bu hayatta." Buz gibi sesim içimi üşütüyordu. "Ölmek istemiyorsanız ona yaklaşmazsınız."

 

Helen benim her şeyimdi. Tırnağı kırılsa ortalığı ayağa kaldırırdım. Yanımda hiç kimse yokken, bir hastane odasındayken, acılar içinde kıvrılırken, krizler geçirip kendime zarar verirken, psikolojik tedavi alırken, ağlama krizlerine girdiğimde, kendimi boşlukta bulduğumda, ölmek istediğimde... intihar ettiğimde o hep benimleydi. Babam yoktu, abim yoktu, kız kardeşim yoktu, Keskin yoktu... arkadaşım dediğim kimse yoktu. Annem... O zaten hiç olmamıştı.

 

Buraya ilk geldiğimde de tekrarladıkları şeyleri tekrarlamaktan başka bir şey yapmamışlardı. Sadakatimden, Douglasla işbirliği yapıp onlardan intikam almamadan korkuyorlardı. Bana güvenmiyorlardı. Bu zaten bilindik bir gerçekti ama zamanında sırtını yasladığın insanların karşında düşmanınmış gibi durması haksızlıktı. Ben onlara ihanet etmemiştim onlar bana ihanet etmişti ama ben de sevdiklerime ihanet etmiştim. Şüphesiz benim yaptığım daha ağırdı. Söz konusu bana, makamıma verilen görevdi ve benden istediklerini yapmak benim mesleğimdi.

 

İstihbaratta ki binada, odalardan birindeki küçük bir balkonda sigara içerken içtiğim sigara hasta kalbime hiç iyi gelmiyordu.

 

"Yani şimdi... bas bayağı tekrar evleneceksiniz?" Diye sordu Helen. Saçına beyaz bir bandana takmış güzel yüzünü ortaya çıkarmıştı.

 

"Kısa süreliğine," dedim. "Doldursana." Kadehimi ona doğru uzattım. Şarabın yakıcı hissi boğazımı yaktı. Boğazımı yakan şarap Şubat aynın ayazında paramparça olmuş bir rahmin, bir kurşun yarasının bıraktığı acı dolu hissin yardım çığlıklarını atan İzginin ruhunu saran acıydı.

 

Şömineden gelen çıtırılar, gevşememe sebep oluyor ruhumdaki kadına huzur veriyordu.

 

"Nasıl olacak peki?" Mavileri endişeyle bana bakıyordu.

 

Dudak büktüm. "Bilmiyorum," dedim. "Söz konusu o olduğunda ben hiçbiri şey bilmiyorum Helen. Öylece kalakalıyorum sanki. Kelimelerimi toparlayamıyorum, söyleyecek bir şey bulamıyorum." Hüzünle gülümsedim.

 

"Söylemese de bana hiç güvenmedi. Biliyordum ben, hissediyordum. İnsan hissetmez mi? Hissettim işte.Hiçbir zaman söylediklerime inanmadı, hep bir şeyler aradı arkasında. Kendime küstüm, hayata küstüm, herkese her şeye küstüm. Aynaya her baktığımda gördüğüm o kadını tanıyamaz oldum artık. İzgiden hiç bir şey bulamaz oldum. Bambaşka birisi oldum çıktım. Ben onlar için kendimden geçtim ama onlar bir kez olsun bana inanmayı, güvenmeyi seçmediler Helen. Haksızda değiller ki."

 

"Yine de, bir kez olsun, bir kez olsun inanmadı babam bana. Onu korumak için kapısını çaldığımda bile." Derin içli bir nefes çektim içime. "Bir insana ailesi inanmazsa hiç kimse inanmaz," dudaklarım titredi. Ailem dediklerim bana hiç inanmamıştı. "Artık öyle bir hal alır ki zamanla sen bile kendine, yaptıklarına, hayallerine inanamaz olursun. Hayata dair her şeyden vazgeçersin." Dedim. "Sonra bir gün artık dayanamazsın ve geçirirsin o urganı boynuna."

 

"Geçecek," başımı göğüsüne yasladığında elleri saçlarımı buldu. "Geçecek kardeşim, hepsini her şeyi geride bırakacaksın. Acıtmayacak eskisi kadar."

 

"Geçmiyor," dedim hıçkırıklarımın arasından. "Yemin ederim Helen, her şeyi denedim ama geçmiyor." Sıkı sıkı sardı kolları bedenimi. "Alışırsın diyorlar ama ben alışamadım bile." Diye sızlandım. "İki yıl oldu ben bir gün olsun unutamadım, bir gün olsun geçmedi benden. Bir gün olsun alışamadım hiçbirinin yokluğuna."

 

"Hak ettim mi Helen?" Diye sordum. "Ben hak ettim mi bunları?"

 

"Hayır," dedi Kesin bir dille. "Onlarca hatalarına rağmen her seferinde affettin onu, aileni. Görmezden geldin, yok saydın ama sonunda doğru olanı yaptın diye sildiler seni. Senin doğrun onların yanlışıydı diye, güç uğuruna yok saydılar seni." Mavileri, yeşil harelerimi buldu "Ben yetmez miyim?" Diye sordu. "Ben olurum her şeyin senin. Sen oldun bana bende sana olurum."

 

"Yetersin," dedim göz yaşlarımın arasından. "Sen yanımda olduğun sürece ben hep ayakta kalacağım Helen. Senin için."

 

"Seni seviyorum." Dedi tekrar kollarını vücuduma dolarken. Kimsesiz yoktu bu hayatta. Öksüz, yetim büyümüştü. Onu büyüten Zemonu babası bilmiş, iki yıldır yoldaşı olduğum beni kardeşi bilmişti.

 

"Bende Helen," dedim içli bir sesle. "Bende seni çok seviyorum."

 

Bir süre birbirimize sığındık. Sessizce, hiç konuşmadan. Biraz olsun sevginin, merhametin sıcaklığını yeniden hissedebilmek çok iyi geldi.

 

Bu hissi tatmayalı uzun zaman olmuştu.

 

"Bölüyorum ama," Adelinenin sesi aramıza sızdığında ikimizde toparlandık. Gözlerim kapıda, üzerinde FBI ait kamuflaj kıyafetleri ile dikilen kadını buldu. "Liderin dostları burada." Dediğinde kaşlarım çatıldı. "FBI, en güvendiği adamlarına ihtiyaç duymuştu."

 

"Ben tanıyor muyum?" Diye sordum merakla. Yere attığım siyah topuklularımı ayağıma geçirirken, sızlayan ayak tabanlarımı umursamadım. Yukarıya sıyrılan deri elbisemi düzelttikten sonra kapı ağzında dikilen Adelineye döndüm.

 

Helen de oturduğu yerde toplanırken, saçına geçirdiği bandanayı çözdü ve sarı saçlarının omuzlarına dökülmesini sağladı. Onun da üzerinde Adelinenin bire bir aynısı olan bir kamuflaj kıyafet vardı.

 

İkisi de siyahlara bürünmüştü.

 

"Sanmıyorum Kathe." Dedi geçmemiz için yol açarken, önünden sıyrıldım. Tesisteki odamdan ayrıldıktan sonra koridora adımlarımı attım ve çıkışa doğru ilerledim.

 

"Neden bu kadar çabuk geldiler?" Diye sordu Helen. "Düğün günü zaten bütün Meclis burada olacaktı."

 

Adeline sıkıntıyla iç çekerken, "Bilmiyorum Helen. "Dedi. "Liderin işlerine akıl sır ermez." İkisi de sözlerin ardından sessiz kaldıklarında büyük bahçeye çıktık.

 

Bahçe kapısından yeni içeriye giren siyah minibüsü karşılamak için önde bekleyen İdili gördüm.

 

Üzerinde kırmızı mini bir elbise ve siyah deri bir trençkot vardı. Turkuaz gözlerindeki buz gibi ifadeyi bu mesafeden bile seçebildim.

 

Etrafta gözlerimi gezdirdiğim de Keskinden bir ize rastlayamadım.

 

Minibüs durduğunda aracın kapısı otomatik olarak açıldı.

 

Oldukça iri yarı, uzun boylu, esmer tenli bir adam aşağıya indiğinde kaşlarım çatıldı. Amber gözlerindeki bilinmezlik etrafta gezindi. Lacivert takım elbisesinin içinde çok şık görünüyordu.

 

"Kim bu adam?" Diye sordum merakla. Yanımda dikilen Adelinenin bakışları bana döndü.

 

"Onu tanımıyor musun?" Diye sordu şaşkınlıkla.

 

Tek kaşım havalandığında, "Tanımam mı gerekiyordu?" Dedim sorgu dolu bir sesle. Amber gözlere sahip olan bu adam kimdi merak etmiştim.

 

Onu daha önce Mecliste görmemiştim. Keskin de bahsetmemişti. Yeni bir üye miydi?

 

"Giray Kara Arkan." Diye söz girdiğinde bu ismi daha önce duyduğumu anımsadım ama hatırlayamadım. "Yirmi sekizinci meclis üyesi. Aynı zamanda Fransa'daki imparatorluğun sahibidir kendisi. Dünyanın en iyi boksörlerindendir. Çıktığı ringlerde deviremediği kimse olmamıştır. Fazlasıyla kurnaz ve dikkatlidir. Gözünden hiçbir şey kaçmaz. İki yıldır, Liderle birlikte."

 

Gözlerim kırılırken, "Neden burada?" Diye sordum merakla.

 

"Lider için buradalar." Dediğinde kaşlarım çatıldı. Çoğul kelimesini anlamaya çalışırken, az önce Girayın indiği minibüsten inen iki adamı ve kadını fark ettim. İki tanıdık sima vardı. Isabelle ve Hector da buradaydı. Yanlarındaki yabancı simayı, çıkaramamıştım ama bakışları ölümün soğukluğunu taşıyordu.

 

Parıldayan açık yeşil gözleri, sağ gözünün altındaki dikiş izi ve bir ölüyü andıran bembeyaz bir teni vardı. Siyah saçları anlına doğru dökülürken, keskin yüz hatları ve içe çökük elmacık kemikleri dikkat çekici ve korkutucuydu.

 

"Venom Boris." Dedi Adeline kim olduğunu sorgular gözlerle adama baktığımı fark ettiğinde. "Kırmızı bültende, her yerde aranan bütün dünya da adını duyurmuş bir seri katil." Dedi, hayranlıkla. "İşlediği cinayetler hayranlık uyandırıcı."

 

Helen öğürür gibi bir ses çıkardığında, "Sadist herifin teki işte." Dedi yüzünü buruşturarak. Adeline ona ters ters baktığında aynı şekilde karşılık aldı.

 

"Ah," dedi beni fark eden Isabelle. Güzel çehresine yerleşen keyif dolu gülümseme, koyu mavi gözlerine yansıdı. "Sanırım bizi güzel günler bekliyor." Dedi gülerek. "Kaosun kokusunu alıyorum." Dediğinde çocuk gibi ellerini çırptı.

 

Bu hareketi Adeline, Helen ve benim birbirimize bakmamıza sebep oldu.

 

"Kanın ve ölümün kokusunu es geçme belle." Dedi adının Venom olduğunu öğrendiğim adam.

 

Hectorun kaşları çatıldı. Burnundan sert bir nefes verirken, "Isabelle." Dedi sertçe. Venomun gözleri ağır ağır ona döndü. "Adı belle değil. Isabelle." Dedi kelimelerin üzerine basarak.

 

"Kendisi bundan bir rahatsızlık duymadı." Dedi ellerini pantolonun cebine koyarken Hectora doğru döndü. "Seni rahatsız eden neydi anlayamadım?"

 

Hector öne doğru bir adım attığında, "Beyler beyler beyler." Dedi Isabellenin sakinleştirici ve yatıştırıcı sesi. "Hadi ama, benim için birbirinizi sonra yersiniz. Bayan Alacahanı bekleterek onu daha fazla kızdırmayalım değil mi?" Dedi adımlarını bana doğru atarken dikkatleri üzerime çekti. "Kendisinin beklemekten nefret ettiğini duymuştum."

 

"Öyle," dedim düz bir sesle.

 

Isabelle karşımda dikildiğinde,"Seni görmek güzel İz." Dedi. Gözleri yüzümde ve saçlarımda gezindi, "Yıllar sana acımış. Eskisinden daha da güzelleşmişsin." Sanki içimdeki yangını bilir gibi, "Saçlarını kestirmekle en doğru kararı vermişsin." Dediğinde gülümsedim.

 

Kollarımı kaldırdığımda, "Hoş geldin." Dedim ona kucak açarak. Aynı şekilde karşılığını alırken sarılışıma karşılık verdi. İdili, Hectoru, Girayı ve Venomu suratlarında ciddi bir ifadeyle konuşurken gördüm.

 

"İyi ki geldin Isabelle." Dedim en içten bir şekilde.

 

"Bir süre buradayım," dedi geri çekilirken. "Uzun bir süre." Başımı sallayarak onayladığımda geri çekildi.

 

Omuzlarımı dikleştirirken bana doğru adımlarını atan üç adama karşı ifadem katı ve sertti. "Hoş geldiniz." Demekle yetindim sadece. Hepsi başlarıyla sözlerimi kabul ederken, " Ziyaretinizi neye borçluyuz?" Dedim sorgu dolu bir sesle.

 

"Beyler!" Yabancı bir ses ama tanıdık bir sima görüş açıma girdiğinde öfke kanımda kaynadı. Damarlarımda bir zehir gibi dolaştı.

 

Helin, salına salına bize doğru gelirken yüzünde geniş bir gülümseme vardı. "Abiciğim, hoş geldin." Diyerek Girayın boynuna atladığında şaşkınlığım katlanarak arttı ama ifadem değişmedi. Mimiklerim ifadesiz ve düzdü.

 

Girayın elleri kardeşinin sırtını bulurken, "Hoş bulduk güzelim." Demişti. Sorgu dolu gözlerle Adeline ve Helene bakarken onlarında bir şeyden haberleri olmadığını anladım.

 

"Sizlerde hoş geldiniz." Dedi abisinden ayrılırken. "Buyrun, Keskin sizi bekliyor." Dediğinde kaşlarım havalandı.

 

Askerlik arkadaşıydı sanki?!

 

Hepsi gitmek için hareketlendiğinde, "Henüz sözümü bitirmedim." Dedim sertçe. Bu hepsinin adımlarının durmasına yetti. Kimse beni görmezden gelemezdi. "Ayrıca soruma da bir cevap alamadım?"

 

Helinin kahveleri beni bulduğunda suratında yapmacık bir gülümseme belirdi. "Ama-"

 

"Sen sus." Dedim sözünü sertçe keserek. Ortamda gezinen gerginlik elle tutulur cinstendi. "Muhattabım sen değilsin." Dediğimde öfke gözlerinde yer edindi. "Size gelince," dedim yeniden bizi izleyen dörtlüye dönerken. "Sorduğum soruya hala bir yanıt alamadım." Dedim imayla. "Neden buradasınız?"

 

"Sadece Lidere hesap veririz." Dedi Venom bir anda. Gözlerimin kör bir bıçak gibi ona saplanmasına neden oldu.

 

"Gerekirse karıma da hesap vereceksin Venom." Sert ve emir veren sesinden önce elinin varlığını belimde hissettim. Ani hareketi nefesimin kesilmesine sebep olurken, sözleri zihnimde bir zelzeleye de sebep olmuştu.

 

Hepsinin onun karşısında duruşlarının nasıl değiştiğini izledim.

 

"Karımı görmezden gelmek, hele onu hafife almak hayatının hatası olur." Dedi öğüt gibi. Venomun kaşları çatılırken açık yeşil gözleri bana döndü. "Nefretini kazanmaksa en son isteyeceğin şey olsun." Dedi uyarı dolu bir sesle.

 

Her ne kadar aramızda sorunlar da olsa, kimsenin karşısında beni ezdirmez küçük düşürmezdi.

 

"Sizinle evde görüşeceğim." Dedi düz bir sesle. "FBI' da görüşme sağlamak bizim için iyi olmaz." Sözleri itiraz kabul etmiyordu.

 

Belimdeki elinin varlığı aklımı karıştırırken, "Keskin." Diyen sese çevirdim bakışlarımı. Sinirlerimi zıplatıyordu. Bir kaşık suda boğmak istiyordum onu. "İstihbaratla yapacağın görüşme de bugün. Ne kadar sürer bilmiyoruz. Eğer istersen üyelerle, yarın bir görüşme sağla." Diye bir teklifte bulundu.

 

"İstihbaratla yapacağı görüşmeyi sen sağlayabilirsin." Dedim buz gibi bir sesle. Yüzündeki gülümseme dondu. "Avukatı olarak buna yetkin var. Sen istihbaratla görüşürken o da üyelerle görüşür." Yüzümde, tatlı bir gülümseme yer edindi. "Nasıl olsa avukatı olarak, Meclisin toplantısına dahil olman doğru olmaz." Gözlerimi yanımdaki adama çevirdiğimde onun gözlerinin dün gece boyadığım saçlarımda takılı kaldığını gördüm. "Öyle değil mi?"

 

Ona yönelik sorumla birlikte gözleri saçlarımdan zorlukla koptuğunda beni buldu. Katran karası gözleri, kendine bir yurt arar gibiydi. Kaybolmuş gibiydi. Parmaklarını sırtıma dökülen saçlarımın ucunda hissettim.

 

Bu hissi deli gibi özlediğimi fark ettiğimde, burnumun direği sızladı. "Öyle." Dedi beni onaylayarak. Muhtemelen neyi onayladığını da bilmiyordu ki kaşları çatıldı.

 

Gülümseyerek onlara döndüğümde, "Çözülecek başka bir sorun yoksa, evli evine, köylü köyüne!" Dedim hepsini kovarken.

 

Giray gülerken, diğer üçü tip tip bana baktı. Muhtemelen anlamamışlardı ama pek umurumda olduğu da söylenemezdi zaten.

 

"Biraz konuşabilir miyiz?" Helinin sesiyle neredeyse gözlerimi devirerek ona dönecektim ki kendimi zor tuttum. Keskinden cevap almayınca, elleri ceketinin üstünden koluna dokundu ve bende olan dikkatini kendisine çekmeye çalıştı. "Keskin?" Dedi bir kez daha. Kara gözleri üzerimden ayrıldığında içimi sıkıştıran huzursuzluk hissi göğüsümü kamçıladı. "Önemli." Dedi kelimelerin üzerine basa basa.

 

"İdil," dedi Keskin. Belimdeki elinin varlığı çekildiğinde kendimi boşluğa düşmüş gibi hissettim. İdil, gözlerini ona dikerken ondan aldığı sessiz komutla birlikte, "Buyrun." Dedi üyelere. "Size eve kadar eşlik edeyim."

 

"Uğrayacağım yanına!" Dedi Isabelle arkasını dönmeden hemen önce. Ona gülümseyerek cevap verirken kısa süre içinde yanımızdan ayrıldılar.

 

"Bekliyorum ben," Gözlerimi devirdiğimde, sesi her seferinde beynime sinyal veriyor gibiydi. Öldür gitsin! Bahçede bizden uzak bir tarafa doğru ilerlediğinde, yaklaşık elli metre ilerideki banka oturdu ve gözlerini ayırmadan bizi izlemeye başladı.

 

Keskinde gitmek için bir hamle yapmıştı ki kolundan tutarak gitmesine engel oldum. "Eğer onun yanına gidersen-"

 

"Gidersem?" Dedi üzerime doğru bir adım atarak. "Ne yaparsın?"

 

Tırnaklarımı koluna saplarken, "Mahvederim seni. Delirtir, aklını alırım." Dedim öfkeyle. "Öldürürüm seni. Yaparım bunu." Sinirden betim benzim atmıştı. İçimde uyanan kıskançlığı bastıramamıştım.

 

Kalın, kemikli ve damarlı elleri elbisemin kemerinin tokasına kanca gibi takıldı ve kendine doğru çektiğinde bedenimi bedenine yasladı. "Ona ne şüphe," dedi dilini damağına vurarak. Sıcak nefesi dudaklarımın üzerine çarptı. "Ama beni öldürmek konusuna gelecek olursak , bunun için bir emanete ihtiyacın yok." Parmakları kıskaç gibi kemerin tokasına dolandığında bedenimi iyice kendine doğru çekti. Ani hareketi nefesimin kesilmesine sebep oldu."Biliyorsun değil mi?"

 

Tırnaklarımı pazılarına geçirirken, gittikçe koyulaşan harelerini ve az önce yüzündeki alay dolu ifadenin yerini ciddi bir ifadeye bıraktığını zevkle izledim. İyice dibine girerken, dudaklarımız arasında bir karışlık bir mesafe vardı ama ikimizde bir hamlede bulunmadık. "Biliyorum," dedim kışkırtıcı bir sesle. "Bir de neyi biliyorum, biliyor musun Keskin?" Yeşillerimi katran karası gözlerine sabitledim. Gözlerinin en içine diktim gözlerimi. "Bir daha o kadını sana dokunurken, seni de buna izin verirken görürsem önce seni sonra da onu öldüreceğimi çok iyi biliyorum."

 

Dudakları iki yana doğru kıvrıldığında bu tavrım hoşuna gitmiş gibiydi.

 

Geri çekildiğimde, "Git bakalım." Dedim kendimden emin bir şekilde. "Avukatının bugün sesini yarın selasını duyarsın artık." Dedim alayla.

 

Başını geriye doğru attığında ellerini beline yasladı ve sabır çekti.

 

Arkamı döndüğümde onu bahçede bıraktım. Gitmeyeceğinden emindim.

 

Ve öyle de oldu.

 

...

 

 

Gün geçmez, gönül unutmazdı. Üzerinden ne kadar geçerse geçsin maziyi hatırlatan bir çift göz darmaduman ederdi seni. Duyduğun bir şarkıda, işittiğin cümlelerde, gözünün önünde birbirine sığınak olan insanlarda geçmişten izler bulurdun.

 

Ben ölürdüm ama ne onu, ne yaşattıklarımı, yaşattıklarını ve yaşadıklarımızı unuturdum. Ben herkesi her şeyi unuturdum belki ama onunla ilgili olan hiçbir şeyi unutmazdım.

 

"Sen benim yazgımsın İzgi," diyen sesi kulaklarımda yankılandı. "İnsan hiç unutur mu yazgısını? Yok sayabilir mi? Bırakabilir mi?" Geçmişin elleri boğazıma sarıldı. "Bırakmaz, bırakmam. Öl de ölürüm. Yaşa de yaşarım senin için. Sen iste. Sen söyle bana herkesi ayaklarının altına sereyim. Önünde ceketini iliklesin herkes, senden çok bana saygı duysunlar. Sen yeter ki iste Sevgilim ben senin için dünyayı ayağa kaldırır canını yakmaya kalkanın, tek damla göz yaşına sebep olanın celladı olurum. Sen yeter ki iste. İtme beni kendinden. Yakıp kül etme beni."

 

Nasıl yapıyordu? Nasıl hala canımı bu denli yakabiliyordu?

 

Unutmak istedim. Bu acıyı, sebep olanı unutmak istedim.

 

Sebebim olmuştu.

 

Bilseydi şu üç yıl içinde yaşadıklarımı elleri sarıp sarmalar mıydı yine beni? Aptal. Dedi içimdeki ses. Hala umut mu ediyorsun? Kalbim acıyla kasıldı. Bu sırada içimde ki diğer ses belli etti kendisini. umut fakirin ekmeğidir. Derken diğerinin çıldırmasını zevkle izledi.

 

Telefonumun sesi beni ana döndürürken bakışlarım tezgahın üzerindeki telefonumu buldu.

 

Aaron.

 

Parmaklarım hızla telefonumu kavrarken bardağı masaya bıraktım. Aramayı yanıtlarken mutfaktan bahçeye çıkmıştım.

 

"Aaron?" Dedim İtalyanca. "Aylardır aklım çıktı! Telefonlarımı neden açmıyorsun?" Diye sordum.

 

İtalyada bana dövüş dersleri veren ve yasadışı kulüplerde yer almamı sağlayan, iki yıldır yanımda olan ve acıma ortak olan sayılı insanlardandı.

 

Helen gibi FBI' de gizli bir istihbarat ajanıydı. Her deliğe girer arkasında hiç iz bırakmazdı. Hayalet olarak bilinirdi. Varlığı bilinen ama görünmeyen.

 

Gülen sesi kulaklarıma doldu. "Beni bu kadar özlediğini bilseydim daha erken arardım." Dedi. Sesi iyi geliyordu. Tok ve düzdü. "Öncelikle seni endişelendirdiğim için özür dilerim. Kabalık ettim. Beni affedecek misin?"

 

Çocuk gibi çıkan sesi gülümsememe sebep oldu. "Sana küs kalmayacağımı biliyorsun," dedim. "Bile bile benimle oynamak hoşuna mı gidiyor."

 

"Katherine Katherine Katherine," diyerek adımı tekrar etti. Türkçe bilmediği için adımı söylemekte zorluk yaşadığı için bana hep bu şekilde seslenmişti. İkinci adımla. Zemonun bana koyduğu isimle. Kayıtlarda onun kızı olarak geçtiğim manevi ismimle. Adımı tekrar etmeyi seviyordu. Bunu hep yapardı. "Seni nasıl özlediğimden haberin var mı?"

 

"Bende seni çok özledim," dedim.

 

"Bana o şekilde seslendiğini göre pek özlememişsin." Sıkıntılı nefesini duydum. "Yardıma mı ihtiyacın var kathe?" Ne zaman ona kullanmadığı ve kimliğinden sindirdiği ismiyle seslensem ya başım dertte olurdu ya da çıkmazda olduğumu bilir gibi imdadıma yetişirdi.

 

"Sadece sana ihtiyacım var," dedim özlem dolu bir sesle. Bahçedeki korumaların bir çoğunun tanıdık yüzler olduğunu fark ettim. Drewin evini dolduran korumalar onun korumalarıydı. "Abimi özledim."

 

"Hala Fransa'da mısın?" Diye sordu. Bir kaç hışırtı sesi duydum. "Günaydın bebeğim." Dediğini duydum. Muhatabı keskinlikte karısı benimse can dostum Belatrixti. Ondan başkası olamazdı. Onları çok özlemiştim.

 

"Evet." Dedim düz bir sesle.

 

"En kısa zamanda orada olacağız." Dediğinde sesi boğuk çıkıyordu. "Bunu yapmak istemezsin."

 

"Neyi?" Diye sordum. Neyden bahsediyordu. Değişik değişik sesler işitirken Bellatrixsin inlemesi kulaklarıma doldu. Gözlerim yuvalarından çıkacak mış gibi fırladı.

 

"Sizi pis azgınlar!" Diye bağırdım. Hala İtalyanca konuşuyordum. "Sizi kaç kere bastım bir kere olsun yüzünüz kızarmadı! Ben sizden daha çok utandım!" Bellatrix inlemeleri gittikçe arttı. "Ben yanınızdayken zaten her haltı yiyorsunuz! Bari telefondayken yapmayın!" Her hangi bir cevap alamadım. Telefonu sinirle suratına kapattığımda daha çok onlar benim suratıma kapatmış gibi hissettim.

 

Gerçekten doyumsuzun tekiydiler.

 

Çalan kapının ziliyle oflaya oflaya yerimden ayaklandım. Ayaklarımı sürüye sürüye kapıya doğru ilerledim. Hızlı adımlarla kapıya ulaştım ve ikinci kez zilin çalınmasının ardından kapıyı açtım. Kapıda Alexsander ile karşılaştım. Üzerinde siyah bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Bakışlarım gömleğinden gözüken açıklığa kaydı. Dövmeleri ile süslediği vücudunun altında sakladığı yara izlerini seçebiliyordum.

 

"Quoi de neuf?" (Ne var ne yok?)Dedi içeriye girerken. Geçmesi için izin verdim ve kapıyı arkasından kapattım. Onu iki yıldır tanıyordum. Fransa'da bulunduğum zamanda bana arkadaşlık etmişti.

 

"que faites-vous ici?" (Burada ne yapıyorsun?) dedim kaşlarımı çatarak.

 

"qu'il y ait de l'amour." (Aşk olsun.) dedi koridorda ilerlerken. "Seni özledim geldim. Olamaz mı?" Gözlerimi devirdim.

 

"Beni özlediğin için gelmezsin sen buraya," Bedenini çuval gibi koltuğa bıraktı ve sehpanın üzerindeki likörlü çikolatalardan birini açıp ağzına attı. "Yine ne oldu?"

 

"Nasıl olduğunu merak ettim." Dediğinde bakışları üzerimde gezindi. "Gördüğüm kadarı ile iyisin."

 

"Siktir git o zaman." Dedim tekli koltuğa kurulurken.

 

Onu iki yıldır tanıyordum. Geçirdiğim bir kazada beni bulmuş yardım etmişti. Zamanla iki yabancının ilişkisi dostluğa dönüşmüştü.

 

Gözlerimi yeniden aydınlığa açtığımda kendimi Fransa'da bulmuştum. Bana oldukça yabancı ve ondan uzak bir şehirde. Bu evi onun sayesinde bulmuş, Drewle onun sayesinde tanışmıştım. Zemonun ortadan kaybolduğu zamanlarda bana oldukça yardımcı olmuştu ama bir türlü bana neden bu kadar yardım ettiğini anlayamamıştım.

 

Bir şeyleri sorgulamayı ve anlamayı bırakalı çok oluyordu.

 

Türk olduğunu biliyordum ve buna rağmen sahte bir kimlikle karşıma çıkmış Türkçe bilmediği yalanını söylemişti. Elbet bir gün onunda icabına bakacaktım.

 

"Nasıl gidiyor hayat?" Ona boş boş baktım. "Fransa'ya alıştın mı?"

 

"Birçok şeye alıştım Alex," dedim buz gibi bir sesle. "Yalanlara," kaşları havalandı. "Sırlara, hayal kırıklığına, ihanete ve acıya." Derin bir nefes aldım. "Bir şehire alışmak benim için sandığın kadar zor olmadı."

 

"Senin adın sevindim." derken içten içe şüpheye düştüğünü biliyordum.

 

"Kahve?" Diye sordum oturduğum yerden ayaklanırken.

 

"Sert olsun." Dedi.

 

Ben kahveleri hazırlarken o telefonuyla uğraşıp saçma sapan magazin haberlerinden bahsedip durmuştu.

 

"Maria ile aranız nasıl?" Diye sordum kahvesini ona uzatırken. "En son baya kötüydü aranız."

 

Tekli koltuklardan birine kuruldum ve henüz sıcak olan kahvemden bir yudum aldım.

 

"Beni aldattı." Dediğinde boğazıma kaçan kahve yüzünden öksürmeye başladım. "Bende şaşırmıştım."

 

Boğazımdaki yakıcı sıvıyı öksürerek temizlerken kıpkırmızı olmuştum.

 

"Gerçekten mi?" Diye sordum merakla. Marinanın böyle bir şey yapacağını düşünmemiştim. "Ona evlenme teklifi edecektin? Gelip benden fikir aldın hemde!"

 

Dudaklarına hayal kırıklığı dolu bir tebessüm yerleştiğinde ona üzüldüm.

 

"Bir adam İz her şeyle başa çıkabilir. Her şeyi affedebilir. Yalanları, sırları ama ihaneti asla." Dediğinde boğazıma oturan yumru yutkunmamı engelledi. Bakışlarımı kaçırdım. Kaçtığım gerçek bir kez daha suratıma tokat gibi çarpıldığında kalbim yaptığım şeyin acısı ile kasıldı. Buruk bir gülümseme yüzünde yer edindiğinde, "Özüne dönmüşsün." Dedi. "Saçların çok yakışmış." Diye devam ettiğinde gülümsedim. "Ama asıl konu gözlerin işte.

İnsanın baktıkça bakası geliyor. Garip bir şekilde içine çekiyor insanı. Bağımlılık gibi bir şey."

 

"İzgi," diye fısıldadı. Sesi zihnimdeki duvarlara çarparak beni sersem etti. "Ne kadar güzel ve büyüleyici gözüktüğünü bilseydin benim her seferinde gözlerinin güzelliği karşısında aklımı yitirdiğin gibi kendi güzelliğin karşısında aklını yittirirdin." Kirpiklerim titrediğinde gözlerimiz yeniden buluştu ve karanlığında kayboldum.

 

Kirpiklerim acıyla titredi.

 

"Gülümsemeni gözlerinde saklıyorsun sanki." Dedi. "Kısılan gözlerinde yanaklarında oluşmayan gamzelerin oluşuyor sanki." Bakışları sürekli gözlerim ve dudaklarım arasında gidip geldi. "Gülümsemeni izlemeyi seviyorum ama gülünce gözlerinin kenarında beliren o küçük belli belirsiz göz gamzelerini izlemek benim için paha biçilme, izlemeye doyamayacağım eşsiz bir sanat eseri." Ona bakakaldım. "Keşke gülünce oluşan bu görüntünü resmedebilsem ama zihnimde bile zaman zaman öyle silikleşiyor ki her gün yeniden gülümsemeni görmek için sebepsizce can atıyorum."

 

Geçmiş zehirli bir sarmaşık gibi dolandı boynuma. Dikenleri boğazıma battı, zehirli bir virüs gibi damarlarıma işledi, kanımda yer edindi.

 

Hiç beklemediğiniz anlarda geçmiş yakanıza yapışır pişmanlığın ve acının içinde kıvranıp dururdunuz. Bir şarkının sözlerinde, eski bir fotoğrafta, rastaladığınız bir insanda bir anda geçmişin tozlu raflarında bulurdunuz kendinizi. Size yakışmayan bir sonu yeniden yazmak için elinize alırdınız o kalemi aslında ama her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu yazacak hiçbir şey bulamadığınız zaman anlardınız.

 

Alex'le uzun uzun sohbet etmiş daha sonra onu yollamıştım. Şimdi evimdeki balkonda tek başıma otururken caddede gidip gelen insanlara değiyordu gözlerim. İçim derin bir özlemle yanıp tutuşurken onu aramaya dahi yüzüm yoktu.

 

Ama yanımda olmasına ihtiyacım vardı.

 

Ay batmış şafak sönmüş gün doğmuştu. Rowan ve Drew uyuyalı saatler oluyordu. Bahçedeki korumların gözleri sürekli etraftaydı. Hepsi olası bir duruma karşı tetikteydi. Üzerimde siyah, saten düz bir gecelik vardı. Üzerime geçirdiğim sabahlığıma ne kadar sarınırsam sarılayım buz tutan kalbimi ısıtmıyor, yaralı ruhumun akıttığı kanı durdurmuyordu.

 

Her olasılığı düşünmüş her şeyi hesaba katmıştım ama varlığından bir haber olduğum kalbim ona tutulduğunda hiç olmamam gereken birine aşık olmuştum.

 

Ne ağzımın tadı var ne canda huzur

Gönül nasıl derin bir kederde?

Aşkından ümidi kestim hiç olmazsa

Evim şenlensin sohbete gel de

 

Dilimden dökülen şarkının sözleri balkonda yankılandı. Ciğerlerimi sıkıştıran acı, bir zehir gibi içimi yaktı.

 

Sen hiç fark etmeden kalp kırmadın mı?

Merak edip vicdanına sormadın mı?

Ne yaptım ben sana bu kadar

Nihayet ben de bir anadan doğmadım mı?

 

Sol gözümden akan bir damla yaş, dudaklarımın üzerinden süzüldü. Sus dercesine ama susmadım.

 

Bir daha olmaz, bin kere tövbe

Kan davası mı bu, bu nasıl öfke?

Bir daha olmaz, bin kere tövbe

Kan davası mı bu, bu nasıl öfke?

 

Bir ruhun vaveylası, kendini hiç duyulamayacak bir boşlukta duyurmaya çalıştı.

 

"İzin sesi çok güzeldir. Bir kere dinlersen bir daha vazgeçemezsin. Hep söylesin istersin."

 

O hiç sesimi duymamıştı. Ben ona hiç sesimi duyuramamıştım.

 

Perişanım şimdi, mutlu oldun mu?

Başını yastığa rahat koydun mu?

Perişanım şimdi, mutlu oldun mu?

Başını yastığa rahat koydun mu?

 

Şarkıyı içli içli söylerken gözlerimi kapatmış bahçede beni izleyen gözlerden kaçınmıştım. Adım sesleri duydum. Balkonun kapısının açıldığını ve içeriye birisinin girdiğini.

 

Drew olmalıydı. Sesime uyanmış olmalıydı.

 

Sen hiç fark etmeden kalp kırmadın mı?

Merak edip vicdanına sormadın mı?

Ne yaptım ben sana bu kadar

Nihayet ben de bir anadan doğmadım mı?

 

Bir beden kuruldu yanıma. Başımı omzuna yaslarken, elini omuzlarıma sardı. Bir dost gibi, acımı görür gibi sırtımı sıvazladı ama geçmedi. Boğazımda ki o yumru kalbimdeki o sancı geçmedi.

 

Acı bana nefes aldırmadı.

 

Bir daha olmaz, bin kere tövbe

Kan davası mı bu, bu nasıl öfke?

Bir daha olmaz, bin kere tövbe

Kan davası mı bu, bu nasıl öfke?

 

Perişanım şimdi, mutlu oldun mu?

Başını yastığa rahat koydun mu?

 

Son nakarata devam edemedim. Sağ elimle yüzümü kapatırken Drewin omuzunda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Güçsüz düşmek istemiyordum. Gardımı indirmek istemiyordum ama bugün aldığım bir mail bütün dünyamın yeniden başına yıkılmasına sebep olmuştu.

 

"Çok üzgünüm Katherine," demişti Becca telefonun ucundan. Raporları gördüğümü bilmiş olmalıydı. "Kurşun rahmini parçalamış. Kalbinin durumunda ötürü anne olman senin için zaten tehlikeliydi ama artık imkansız."

 

Bir bilseydi. O sözlerin nasıl canımı yaktığını, saatlerdir kafamda dönüp durduğunu ama kimseye belli etmemeye çalıştığımı bilseydi. İçimdeki acıdan nefes almadığımı, bir bilseydi bu haberi bana hiç vermezdi.

 

"Çok üzdüm. Hiç anlayış göstermedim sana. Hep kafamın dikine gittim, seni hiç dinlemedim. Bebeği bilmeye hakkın vardı evet ama onu doğurmamı istemeye hakkın yoktu. Annem hakkında ki gerçekleri benden saklamaya da hakkın yoktu." Dedim ağlamalarımın arasından. "O da gitti işte. Kendi isteğiyle gitti o da. Ben bir şey yapmadım ki. Benim yüzümden mi oldu? Aldırmadım, ama düştü o." Dedim kendimi açıklama ihtiyacına girerek. "Düştü bak vallaha. Ben yapmadım bir şey. Aldıracağım dedim ama aldırmadım. Acıdım sana. Gitmedim kürtaj gününe de zaten senin yüzünden." Ellerimi kıracakmış gibi sıkarken, "Ben gitmedim ama o gitti işte." Yaşlı gözlerimi kaldırarak gözlerimi katran karası gözlerine diktim. "Sende gideceksin biliyorum. Kabul ettin zaten boşanmayı. Sende gideceksin işte onun gibi. Herkes gibi sende bırakacaksın beni."

 

Geçmiş bir kurum lekesi gibi ruhumda izini bıraktı. Tertemiz bir ruha sahip değildim artık.

 

"Sana beni affet diyemem." Dedi yutkunarak. "Buna hakkım yok. Ama sen beni yanında istesen de istemesen de İzgi ben hiçbir yere gitmiyorum." Başını iki yana doğru salladı. "Boşanmak mı istiyorsun? Ona da tamam ama senden boşanacak olmam hayatından çıkacağım anlamına gelmiyor. Evliliğimizin kağıt üzerinde sonlanacak olması da senin benin gönlümdeki yerini değiştirmiyor. Tıpkı bir kağıt parçasının verdiği hüküm yüzünden senin benim karım olduğun gerçeğini hiçbir zaman değiştiremeyeceği gibi." Dişlerini sıktığını belirginleşen çene kaslarından anladım. "Birinin yüreğine bir kez uğrarsa bir kadın, o yürekten o kadını atmak zordur. Ne yaylanmış olursa olsun seni atmıyorum yüreğimden." Kalbimin ortasına konan kanadı kırık kelebeğin sargılarının arasından zift sızdı. "Çünkü bu hayatta bana yeniden dönmeni hevesle bekleyecek o adamım ben. Seni beklemekten bıkmayacak, sabredecek o adamım."

 

Başımı omzuma doğru eğerken, " Yapma." Dedim acıyla. Yaşlar yanaklarından çeneme doğru bir yol çizdi. "Kırık bir pusula, Alacahan erkeklerinde iş görmez." Dediğimde vurgun yemiş gibi kaskatı kesildi.

 

Başımı Drewin omzundan kaldırırken nefes almaya çalıştım ama çok zordu. Tırnaklarım boğazımı çekiştirdi ama nefes alamadım. Soluk boruma uzanan görünmez eller geçmişin sancılı izini taşıyordu.

 

"Katherine!" Dediğini duydum Drewin telaşla.

 

Sol yanıma saplanan ağrıyla iki büklüm olurken, dudaklarımın arasından acı dolu bir, "Ah!" İnlemesi firar etti. Acı katlandığında titremelerim attı.

 

"Sikeyim! İlaçlarını almadın mı?!" Diye gürledi. Sesi bütün evi inletecek kadar güçlü ve gür çıkmıştı.

 

Romanın ağlama sesi kulaklarıma ilişti ama çöktüğüm yerden ayağa kalkamadım. Kalkıp onu korktuğu şey her ne ise ondan kurtarmak için koşa koşa yanına gidemedim.

 

Bu daha çok, omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamama sebep olmuştu.

 

"Ölürüm sana kadın." dedi sandalyesini çekip bana doğru yaklaşarak. Dudaklarının sert baskısını anlımda hissettiğimde gözlerim kapandı. "O gülen gözlerinin güzelliğine ölürüm." Dedi dudaklarını anlımdan çekmeden.

 

Koluma saplanan şırınganın bıraktığı küçük sızıyı hissettim. Sol tarafımı esir alan acının bir zehir tarafından uyuşturulduğunu ve ana dönmemi sağladığını.

 

Boşlukta asılı kalan gözlerim Drewin gözleriyle buluştuğunda, vücuduma enjekte ettiği şeyin bir ilaç olmadığını biliyordum. Acımı, zihnimi uyuşturacak ve bir süre beni uykuya mahkum edecek o zehri bana verdiğini biliyordum.

 

Bunu yaparken gözlerindeki pişmanlığı ve çaresizliği de görebiliyordum ama onu bana vermek zorunda olduğunu da. Başka türlü beni krizin eşiğinde döndüremezdi.

 

Artık gülen gözlerim yok.

Ruhunun vaveylasında yaşamak için çarpınan İzginin ölü bakışları var gözlerimde.

 

Oysa ben senin için anne olmanın belki de o kadar kötü bir şey olmayacağını düşünmüştüm.

 

Şimdi de nasip olmuyor işte.

...

 

Kulaklarımı esir alan uğultu, kafamın içinde zihnimi almak bullak edecek bir zonklamaya bir oldu. Göz kapaklarımın üzerine bindirilen tozlu sayfalar gözlerimi açmamı zorlaştırıyordu. Kirpiklerimin arasından sızan ışık bulanıktı.

 

"İzgi," dediğini duydum endişeli tok sesinin. Göz kapaklarım ağır ağır aralanmaya başladı ama geri kapandı. "İzgi." Dedi bir kez daha ısrarla. "Aç gözlerini, hadi." Sıcak ellerinin baskısını yüzümde hissettim.

 

Adım sesleri duydum. Birkaç ses kulaklarımda uğultulu bir şekilde yankılandı ama kime ait olduğunu seçemedim. "Neden uyanmıyor?" Dedi telaşlı sesi.

 

"Bilinci açık ama uyanmakta zorluk çekiyor." Dediğini duydum yabancı bir sesin. "Yeni yeni kendine geliyor. Birazdan uyanır ama bir süre evde dinlense iyi olur."

 

Bir kaç hışırtı sesi duydum. Yattığım yerde kıpırdandığımda avuçlarımı yatağa yasladım ama hissettiğim acıyla dudaklarımın arasından boğuk bir inleme kaçtı ve açmakta zorlandığım gözlerim hızla açıldı.

 

"Dur dur," dedi onun sakinleştirici sesi. "Elini kesmişsin, yüklenme avuçlarına." Gözleri tedirgin bir şekilde üzerimde geziniyor nasıl olduğumu anlamaya çalışıyordu.

 

Buraya ne zaman gelmişti? Nasıl haberi olmuştu? Elimi nasıl kesmiştim? En önemlisi neden bu haldeydim?

 

Gözlerim etrafta dolandığında hala Drewin evinde olduğumuzu fark ettim. Bana ait olan odada, bana ait olan yatakta uzanıyordum. Göğsüme bağlı olan kablolar ve kolumda bir serum vardı.

 

Yattığım yerde doğrulamama yardımcı olduğunda parmaklarının yakıcı etkisini sırtımda hissettim. "Kathe." Drewin sesi kulaklarıma ulaştığında başımı ağır ağır ona çevirdim ve kucağında ağlamaktan kızarmış ve korku dolu gözlerle bana bakan Rowanı görmek kalbimin kasılmasına sebep oldu. Büyük ihtimalle çok korkmuştu.

 

"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" Yabancı bir erkek sesinin sahibi yanımda bittiğinde onun benimle ilgilenen doktor olduğunu anlamam çok uzun sürmedi.

 

"Sol kolumu hissetmiyorum." Dedim dürüst bir şekilde. Parmaklarımı kıpırdatmaya çalıştım ama beceremedim. "Hiçbir şekilde kıpırdatamıyorum." Dedim kuru bir sesle. Doktorun gözleri onun gözleriyle buluştuğunda sözlerimle buradaki herkesin buz kestiğini hissettim.

 

"Bir hastaneye gitsek iyi olacak," dedi gizlemeye çalıştığı tedirgin haliyle. "Orada yapacağım tetkikler-"

 

"İstemiyorum," dedim kestirip atar gibi.

 

"Katherine." Dedi Helen kızarcasına. Gözlerim onun gözleriyle buluştuğunda, "İstemiyorum Helen." Dedim anlaması için tekrar.

 

Hastaneye gidersem her şey ortaya çıkardı.

 

"İzgi." Dedi onun sert ve katı sesi.

 

"Su verir misin?" Dedim gözlerini üzerimden çekmeyen Helene. Gözlerindeki kızgın ifade silinirken arkasındaki komodinden bana bir bardak su doldurdu.

 

Kesik olan avucumu uzattığımda almama izin vermedi ve yanıma çöktüğünde suyu bana içirdi.

 

Suyu içtikten sonra sağ kolumu Rowana doğru uzattım. "Hadi git bakalım, anneye." Drewin sözleriyle birlikte onun hala sırtımda olan elinin buz kestiğini fark ettim.

 

Hector ve Isabelle birbirlerine bakarken, Venom ve Girayın kaşları çatıldı. Aylin ve İdilin gözleri fal taşı gibi açılırken abimin ağzı açık kalmıştı.

 

Drew, Rowanı bana doğru uzatmak yerine yanımdaki boşluğa bıraktı. Rowan bu hareketiyle huysuzlanırken kucağıma tırmandı. Küçük elleriyle bana sarılırken, sağ yanağını göğüsüme yasladı ve sessizce kucağımda kendine yer edindi.

 

Yüzümde yarım bir gülümseme yer edinirken, yaralı elim onun saçlarının arasında gezindi.

 

Sırtımdaki elin varlığı çekildiğinde, üzerimdeki gölge de çekildi. Gözlerim hareketiyle ona dönerken kara gözlerindeki buz gibi ifade aramıza koca bir duvar ördü. Soğuk hissiz bir bakıştı. Başlarda gözünde olan o nefretin emaresi bile yoktu artık gözlerinde. Öylece baktı. Yılların izini taşıyan ve açıkta kalan sol kolumdan şah damarıma uzanan yaraya değdi gözleri.

 

Geri çekildiğinde, "Gidiyor musun?" Diye sordum merakla. "Kalsaydın, biraz daha." Dediğimde sessiz kaldı. Kalbimdeki ölü kelebek, heyecanla kanatlandı.

 

Geri çekildiğinde, "Kalamam." Dedi karanlığın içinden gelen derin bir sesle. Umutla parıldayan yeşillerim bir bir söndü. "Evde, Helin bekler." Kelimeleri bir kurşun görevini gördü. Kalbimi delip geçip, ruhuma saplandı. Hayal kırıklığını kuşanan gözlerim onun gözlerinde takılı kaldı. "Sargını değiştirmeyi unutma."

 

Ve gitti. Arkasına bile bakmadan, odadan çıktığında Venom, Giray ve Hector'da onun peşinden ilerlediler.

 

Benden gitmişti.

Bizden gitmişti.

Bir daha da asla geri gelmeyecekti.

 

Ölümün ucunda bile olsam, merak etmeyecekti. Belki öldüğümde, mezarıma bile uğramazdı. Hem zaten kimse çiçekte bırakmazdı mezarıma. Bir mezarlıkta, toprağın altında bile yalnız kalacaktım çünkü karanlıktan korktuğumu bilen hiç kimse sabaha kadar başımda beklemeyecekti.

 

Hak ediyordum ama.

Her şeyi hak ediyordum.

 

"Geçmiş olsun İz," dedi Isabelle halimden anlar gibi. Onlarla birlikte gitmemişti ama o da gidecekti. "Bir telefon uzağındayım." Dedi gülümseyerek.

 

Gitmek için hareketlendiğinde, "Isabelle." Dedim boş bir sesle. Merakla bana döndü. "Lidere söyle, bu operasyonda yanımda Zeynebi ve Sinanı istiyorum." Dediğimde kaşları çatıldı. "Onlar yoksa bende yokum. Onlar yoksa bu evlilik olmayacak. Kabul ettiğim anlaşmayı ne pahasına olursa olsun fes edeceğim."

 

Önüme dizilen hayali domino taşlarından birkaçı devrildi. Resmin tamamını henüz göremesem de yaşanacakları biliyordum.

 

"Aksi halde, Douglas Vancenin teklifini kabul etmekten geri durmayacağım."

 

Sana söz.

Bir daha hiç gülmeyeceğim.

 

Çünkü hak etmediğimi bana çok güzel öğrettin.

 

 

Bölüm nasıldı?

 

Nasıl buldunuz?

 

Tek bir ricam var sizden. Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Şimdilik kimse giremediği için oy sınırı koymuyorum.

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere💚

Loading...
0%