Yeni Üyelik
35.
Bölüm

33.Bölüm

@umay_6

Keyifli okumalar.

 

 

 

Gözlerde saklı kalan anılar, ruhumuzda. Besleyip büyüttüğümüz her hayalimiz bir gün gerçek olacak. Sana söz.

 

 

 

 

(Karakterlerin hiçbiri belirlediğim karakterler değiller. 300K'ya özel yapılan bir afiş gibi düşünün. Henüz hiçbir karakterim için kesin bir model kararına varmadım.)

 

 

 

Gecenin karanlığı kara bir çarşaf gibi üzerime çökerken bakışlarım yabancı olduğum evin manzarasındaydı. Oldukça büyük yeşilliklerle dolu bir bahçesi vardı. İki katlı gösterişli ve ihtişamlı, şirin bir evdi. Ormanın girişine yapılmış olan bu ev baktıkça içimi karartıyordu. Burayı hiç sevememiştim.

 

Drewin, Graceden sonra yerleştiği evdi. Gracenin anılarının olduğu evde zamanla yaşayamaz hale gelmişti.

 

Kalbinde sevdiği kadını kaybetmenin acısını taşıyordu.

 

Göz görmeyince gönülden Irak olur derlerdi. Ben üç yıl gözüm görmeyince gönlümde artık görmez, görsede ona kaymaz demiştim. Öyle olmuyor muş, çok sonradan anladım.

 

Göz görmeyince gönülden Irak olmuyormuş sevgilim. Kara gözlerine bakınca anladım.

 

Zihnim burada olmanın, anın gerçekliğini sorgularken geçmişe duyduğum özlem ruhumun acıyla kasılmasına sebep oldu. Bize, sevdamıza duyduğum özlem göğüs kafesimdeki yangını harladı.

 

Sigaramın izmaritini avucuma bastırıp söndürdüğümde avuçlarımın arasında yer edinen koca kesikten yangının izi belli bile olmazdı.

 

"Kendini yakmaktan ne zaman vazgeçeceksin?" Helenin naif sesi kulaklarıma sızdı. "Nasıl yandığını gördüm. Nereden yandığını da. İçindeki acının sana nefes aldırmadığını, seni mahvettiğini de gördüm. Ama daha be kadar fedakarlık yapacaksın? Daha ne kadar seni, acını, yaranı umursamayan insanlar için kendini mahvedeceksin?"

 

"Sen ne zaman beni sık boğaz etmeyi bırakırsan o zaman." Dediğimde gülen sesi kulaklarıma ulaştı.

 

Arkamı döndüğümde onu üstü başı kan içinde bulmak beni şaşırtmadı. Muhtemelen bir saha görevinden dönmüş olmalıydı. Bir istihbaratçı olmanın en zor yanı gerektiğinde her şeyi kabullenmekti.

 

"Öyle bir şey hiçbir zaman olmayacak desene?" Dediğinde yüzümdeki ifadesizlik değişmedi. "Ne yapmayı düşünüyorsun?"

 

Dalgın halim gözünden kaçmamış olmalıydı.

 

"Gerçekten Douglasla iş birliği yapacak mısın?" Dedi merakla.

 

"Saçmalama Helen," dedim gözlerimi devirerek. "Sadece Zeynebi ve Sinanı yanımda istiyorum o kadar. Bunu sağlamak, onların buraya gelmesini sağlamak neden bu kadar zor anlamıyorum." Dedim sorgu dolu bir sesle. "Yanımda güveneceğim birilerini istemek hakkım değil mi?"

 

"Elbette hakkın," dedi sıcak bir sesle. "Lider neden onları burada istememek konusunda katı bilmiyorum ama elbette bunun da bir açıklaması vardır." Dediğinde zihnimdeki karmaşıklık arttı.

 

Günler öncel Isabelleyle yolladığım teklifin cevabı kesin bir hayır olmuştu. Bugün buraya geleceğini ve aramızda çıkacak olan tartışmayı düşünmekse huzursuz olmama sebep oluyordu.

 

"Sonuçlarını gördüm." Dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"Ne sonuçları?" Dedim sorgu dolu bir sesle.

 

"Kathe," dedi. Gözlerine yerleşen dehşet iyice huzursuz olmama sebep oluyordu. "Operasyonda rahmine aldığın kurşun yarası rahmini parçalamış ve yumurtalıklarına zarar vermişti." Dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. "Geçenlerde hamile kalma olasılığının kesinlikle kaybettiğine dair çıkan sonuçlardan bahsediyorum. Hatırlamıyor musun?"

 

"Hayır." Dedim dumura uğramış gibi. "Hayır, hatırlamıyorum."

 

Zihnimin daha çok karıştığını ve allak bullak olduğumu hissettim. Nasıl hatırlamazdım? Daha önce yaşadığım bir şeyi nasıl hatırlamazdım?

 

Kullandığım ilaçlar ve uyuşturucu yüzünden uzun zamandır zihnimdeki hatırların, anıların çoğunun silikleştiğinin farkındaydım ama bu kadar ileri gittiğini düşünmemiştim.

 

Biraz olsun geçmişi düşünmeye kalktığımda bile çok fazla silik şey vardı zihnimde.

 

En kötüsü de hayalini kurduğum hiçbir şeye artık sahip olamayacak olmamdı.

 

Zihnim bir dehlizden ibaretti ve ben o dehlizin içinde kaybolan, benden uzaklaşan anılarıma tutunurken şimdi onları da kaybetmiştim.

 

Zihnimdeki belirsizlik aklımı yitirmeme sebep oluyordu.

 

Her gece kabuslarıma ev sahipliği yapan o kara günü ne kadar unutmak için çabalasam da başarılı olamıyordum. Kullandığım psikolojik ilaçlar zamanla birçok şeyi unutmama sebep olmuş. Beni gün geçtikçe hissizleştirmişti. Durumum gittikçe kötüye gidiyordu ve bir çare bulmak için çabalamıyordum.

 

Yine de, gün geçmez, gönül unutmazdı. Üzerinden ne kadar geçerse geçsin maziyi hatırlatan bir çift göz darmaduman ederdi seni. Duyduğun bir şarkıda, işittiğin cümlelerde, gözünün önünde birbirine sığınak olan insanlarda geçmişten izler bulurdun.

 

Ben ölürdüm ama ne onu, ne yaşattıklarımı, yaşattıklarını ve yaşadıklarımızı unuturdum. Ben herkesi her şeyi unuturdum belki ama onunla ilgili olan hiçbir şeyi unutmazdım.

 

...

 

Duyguları hissetmek çok farklıydı. Hayatınınızın her anında size eşlik eden, karmaşık duygular. Bedeninizi ve ruhunuzu ele geçiren acı verici ya da mutluluk dolu duygular birer güzel hatıraya dönüşürdü.

 

Bazense hissettiklerinizi açıklayamazdınız. İçinizde sizi kemiren duyguyu tarif edemezdiniz. Mutluluk verici ya da acı verici olsun fark etmezdi.

 

Ama şüphesiz ki boğazınızı düğüm düğüm eden şey çok daha acı vericiydi.

 

Bazı yarım kalmışlıklar, bir araya gelmemeliydi.

 

Geçmişin sancılı acısı geleceğin üzerine karabasan gibi çöktüğünde bir yerlerde saklı kalan acının, yarım kalmışlığın eksikliği bir çift gözde yeniden var olurdu yoksa.

 

Bahçedeki veranda da oturmuş parmaklarının arasında içkisini yudumlayan adama baktım. Üzerinde siyah bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Siyah saçları dağınıktı. Kara gözleri geldiğinden beri üzerimdeydi.

 

"Ne istiyorsun?" Dedi buz gibi bir sesle.

 

"Kardeşlerimi." Dedim tereddüt bile etmeden. "Zeynebi ve Sinanı. Onlar olmadan bu operasyonu yürütmeyeceğim. Evliliği de unut."

 

Blöf yapıyordum. Ona sahip olmak istediği özgürlüğü vermek için canımı bile verirdim ama şimdi kardeşlerimi yanımda istiyordum.

 

"İyi," dedi ifadesizliği mesken edilmiş bir yüzle. Gözlerindeki boşluk ve buz gibi soğukluk içimi üşütüyordu. "Beraber yürüteceğimiz bir operasyonda evlilikte olmayacağına göre Zeyneb'e ve Sinanda ihtiyacın yok."

 

Kaşlarım çatılırken, yüzüme sorgu dolu bir ifade yerleşti. "Anlamadım?"

 

"Bu savaşta karşımda olmayı göze almadın mı?" Dedi alayla. "Bende sana istediğini veriyorum işte. Seninle bir operasyon yürütmeyeceğim ve yeni bir evlilikte yapmayacağım. Madem Douglasın sana sunduğu teklif daha cazip, karşımda olmakta senin tercihin."

 

"Ha sen gerçekten ölmek istiyorsun?" Dedim gülerek. Her şeyden vazgeçmesi ve özgürlüğü için çabalamaması kalbimin kasılmasına sebep oldu.

 

"Varsa uğuruna ölmek," dediğinde ne söyleyeceğini tahmin edebiliyordum. "Bu uğurda canım feda sana."

 

Sözleri içimde bir zelzele başlattı. Bir kurşunun bedenimde açtığı yara bile sendeletmezdi belki ruhumu ama onun tek bir sözü alt üst olmama sebep oluyordu.

 

"Keskin." Dedim lütfen dercesine.

 

Lütfen yapma.

Lütfen. Çok dağıldım. Toparlanacak gücüm yok yapma bunu bana, ne olursun.

 

"Yarın Türkiye'ye dönüyorum." Avuçlarım zaten elbisemi toparladı. "En azından birbirimize küs kalmayalım istiyorum İzgi. Olur ya, bir gün karşılaşırsak, hayat bir kez daha bizi bir araya getirirse yeniden birbirini çok eskiden tanıyan iki dost gibi olalım seninle." Gözlerim onu bulduğunda gülümsedi. Gülümsemesi içimi yaktı. "Sana küs kalmak istemem kız çocuğu. Ama senin bana küs kalmana da dayanamam." Serçe parmağını havaya kaldırdırdığında, "Bana bir Alacahan sözü borçlusun." Dedi. "Unutmadım."

 

Boğazıma takılan hayali yumru kalbime oturdu.

Ağlamak istedim.

 

"En azından yeniden deneyelim? Hiç mi umut yok bizim için?" Titreyen ellerime titreyen sesim eşlik etti. "Ben sensiz yapamıyorum."

 

"Bende sensiz uyuyamıyordum, nefes alamıyordum, yaşayamıyordum ama sen yoktun." Dedi acımasızca. "Bende artık olmayacağım."

 

Ben sana bir söz verdim.

Alacahan sözü, ama tutmayacağım.

 

Tutmadığım ilk sözde bu olacak.

 

Çünkü belki de bir daha asla karşılaşamayacağız, sevgilim.

 

Hayalim, rüyalarından silinecek, varlığım mahşerde bile haram olacak sana.

 

Biz seninle mahşere bile kalamadık.

 

Başımı dikleştirdiğimde dolan gözlerimi geriye doğru ittim.

 

"Operasyon peki?" Dedim, sesime ulaşabildiğimde. "Operasyonu kiminle yürüteceksin."

 

Bir an bile beklemeden, "Helinle." Dediğinde kalbime bir kurşun yemiş gibi sarsıldım. "Güvenebileceğim birisiyle." Yapma dercesine baktım gözlerine.

 

Zorlukla yutkunduğumda, "Böyle olsun istemezdim." Dedim. Sesimde geçmişe olan özlemin derin manası vardı.

 

"Bende bizden olsun isterdim." Dediğinde her sözü kalbime kıymık gibi battı. "Yani bir zamanlar." Dedi buz gibi bir sesle. "Eskiden. Çok eskiden."

 

Boğazıma oturan yumru genzime tıkandı. Nefesimi kesti. Geride kaldım diyordu bana. Bizden olmaz diyordu. "Ben-"

 

"Umarım hala bir şeyler telafi etmek için umut etmiyorsundur." Dedi bir anda sözümü bıçak gibi keserek. "Çünkü artık hayatımda geçmişten gelen hiç kimseyi istemiyorum." Seni silip attım. Sözlerinin altında yatan mana bundan ibaretti. Her sözü kalbime batan kıymığın içimi daha çok eşelemesine ve canımın daha çok yanmasına sebep oldu. "Sende dahil." Dediğinde kurşun yeseydim daha az yanardı canım.

 

"Peki." Dedim boğazıma oturan yumruya inat tok bir sesle. "Seni rahatsız etmem."

 

"Gölgen dahi uğramasın yanıma." Dediğinde sözleri nefesinin kesilmesine kalbimin acıyla sıkışmasına sebep oldu. Sol yanımda derin bir sızı belirdi. Onun yüzüne bakakaldım. "Benim seni hayatımdan silip attığım gibi sende beni sil kendinden."

 

Yutkunmadan edemezken, "Onunla." Dedim titrememesi için büyük bir çaba sarf ettiğim ve başarılı olduğum düz bir sesle. Titreyen ellerimi ondan gizlediğimde sağ elimin parmakları sol kolumdaki acıyı söküp almak ister gibi sıkı sıkı sol koluma sarıldı. "Benimle olduğu gibi bir amaç için mi evleneceksin onunla yoksa onu gerçekten sevdiğin için mi?" Diye sordum içimdeki korkuya rağmen.

 

Titreyen ellerim bana hiç yardımcı olmazken tırnaklarım avuç içlerime battı."Kendini onunla bir tutma. Bana cenneti yaşatan bir kadınla cehennemi yaşatan bir kadını kendinle bir tutma. Hayattayken bana cenneti verebilen tek kadındın. Şimdi sadece cehennemi yaşıyorum. Meğer cehennemin görünmeyen o yüzünü cennet sanmışım ama hayat işte. Hayal ettiğim cenneti bana vaat eden bir kadın çıkardı karşıma. Uğuruna ölmeyi göze olacak kadar çok sevdiğim bir kadın." Dedi acımasızca. Canımı yakarak.

 

Uğuruna ölmeyi göze alacak kadar çok sevmiş.

 

Onu sevmiş.

 

Canından çok sevmiş.

 

Canından geçmiş ama ondan geçmemiş.

 

Hakkettin.

Her şeyi hak ettin İz.

 

En çokta sevgisiz kalmayı.

 

Sessiz kaldım. Sesiz kalmak zorunda kaldım. Sessiz bırakıldım. Bir bıçak gibi göğüsümü delen sözleri lal kesilmeme sebep oldu.

 

Ağır ağır kalktı oturduğu verandadan. Gözlerim boşluğa takılı kalmışken gidişini izlemeye yüreğim el vermedi.

 

"Yürüdüğüm hiçbir yolda, sana sırtımı dönmem. Seni ardımda bırakmam. Her daim yanımda görmek isterim. Her daim yanımda ol isterim. Her daim yanında olurum."

 

Hep beni önüne katardı. Eve gidene kadar bekler, her daim gözü üzerimde olurdu.

 

Yanımdan geçip gittiğinde yüzüme bile bakmadı.

 

Bana sırtını döndü.

 

Beni arkasında bıraktı.

 

Ardına bile bakmadı.

 

 

 

Keşke bu sözleri işiteceğime ölseydim.

 

Birkaç adım sesi duydum. Hemen sonra karşımda abisinin yerini alan Aylinin nefret dolu gözlerini seçtim.

 

"Mutlu musun şimdi?" Dedi öfkeyle. "İstediğin oldu işte. Mahvettin bizi." Cevap vermedim. Transa girmiş gibi kilitlenmiştim. "Bak!" Diye bağırdı. "Darmadağın olduk bak!" Dedi öfkeyle. Karşımda çömeldiğinde elleri omuzlarımı kavradı ve ona bakmaya zorladı.

 

Canlılığını yitirmiş ve ölümü kabullenmiş gözlerim onun yaşlarla dolu gözleriyle buluştu. Bedenimi sarsıcığında cansız bir bez bebek gibiydim. Hareket edemiyordum.

 

"Abim seni ilk gördüğünde gelip bana anlatmıştı biliyor musun? Aylarca emin olamamıştı kalbini ele geçiren şeyden ama seni her gördüğünde kalbini ele geçiren o histen de kaçamamıştı. Dedemin yanına gitmiş aile yadigarımız olan yüzüğü de kolyeyi de almıştı ondan. O zaman anlamamıştım ama şimdi anlıyorum. Meğer seni bekliyormuş vermek için. Senin için gidip almış dedemden. Şimdi de hala onca şeye rağmen emanet diye taşıyor yanında işte."

 

"Aylin." Dedim ne diyeceğimi bilemez bir halde.

 

"Biraz olsun hak etmiyorsun ya abimi." Dedi acımasızca. "Neyse."

 

"Benden nefret ediyor!" Diye bağırdım dayanamadığımda.

 

"Aptal!" Diye bağırdı. "Senden nefret etseydi yıllarca ülke ülke her yerde seni arar mıydı?! Sadece canını yakmak istiyor?! Sadece nasıl yandıysa yan istiyor! Bir kez olsun bencillik yapma da etrafında olup bitenlere bir dön bak artık!" Dedi öfkeyle. Elleri bedenimden çekildiğinde sendelendim.

 

"Bir kez olsun çabala İz." Dedi hayal kırıklığı içinde. "Bir kez olsun çabala."

 

Ve gitti.

Herkes gibi.

 

Yine kimse görmedi.

 

Sebep olduğum her şeyin sonuçlarına katlanıyordum ve bunun için bile şikayet etmeye hakkım yoktu.

 

Alışacaksın İz.

Alışmak zorundasın. Neden?

Çünkü zorunda bırakıldın.

 

Ellerimi yüzüme kapatıp etrafımdaki kimseyi umursamadan hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Mahvetmek için gönderilmiştim ama mahvolmuştum. Kimsem yoktu. Annem yoktu. Babam yoktu. Abim yoktu. Kardeşlerim yoktu. Keskin yoktu.

 

Kimsesizliğime kimse olan o adam yoktu.

 

Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlarken içim içime sığmadı. Yaşlar öylesine çoktu ki önümü görmemi zorlaştırıyordu.

 

Sesimde eksik bir kız çocuğunun, kimsesiz bir kadının yardım çığlıkları vardı.

 

Yüzümdeki ellerimin üzerine sıcacık bir çift el sarıldı. Küçücük eller ellerimi yüzümden çektiğinde ağlamalarım şiddetlendi.

 

"Anne?" Dedi Rowanın sesi. Üzerinde pijamalarıyla yataktan kalmış neden ağladığımı anlamak istercesine gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu. Onu en savunmasız anımda karşımda görmek daha çok ağlamama sebep oldu.

 

Küçük elleri yanaklarıma akın eden yaşları sildiğinde, "Ağlama ağlama," dedi telaşla. "Ağlama." Dediğinde dudaklarımın arasından bir hıçkırık daha firar etti. "Anne." Dedi korkuyla. Üzgün bakan gözleri dolu doluydu şimdi.

 

Ellerini yanımdaki koltuğa yasladığında bedenini yukarı iterek kucağıma tırmanmandı. Küçük elleriyle bana sarılmadan hemen önce yanaklarımdan öperken, kafasını boynuma yerleştirdi ve kucağıma küçüldükçe küçüldü.

 

Sanki ne kadar yalnız ve kimsesiz olduğumu bilir gibi, varlığına ihtiyaç duyulduğumu ve muhtaç olduğumu bilir gibi en savunmasız anımda çıkıp gelmişti.

 

Bu küçücük çocuk kısa sürede her şeyim olmuştu.

 

Kısa bir süre bahçede öylece birbirimize sığınmış bir halde durduk. Hava soğudukça Rowanın hasta olma düşüncesi içimi kemirdiği için kucağımda onunla birlikte korkuyla bana bakan Helen ve Drewi görmezden gelerek içeriye girdim.

 

Kucağımda mayışan Rowanı odasına götürüp uyuttuktan sonra ayaklarımı sürüye sürüye banyoya doğru ilerledim. Saten elbisem yerlerde süründü.

 

Banyoya girdim. Kapıyı arkamdan kilitledim ve günler önce siyaha boyattığım saçlarıma baktım aynadan.

 

"O döndüğünde görmek istediği kadını görecek karşısında. Siyah saçlı ve çam yeşili gözleri olan İzgisini."

 

Artık onun İzgisi değildim.

Geçmişten gelen hiçbir şeyi hatırlamıyorsa benim de geçmişin izlerinden kurtulmam lazımdı.

 

Gözlerim aynadaki aksimi bulduğunda sol gözümden akan bir damla yaş yanaklarımdan aşağıya doğru süzüldü. Dudaklarımı birbirine bastırdığımda zorlukla yutkundum.

 

 

 

Banyo dolabındaki demir makası kavradı parmaklarım benden beklenmeyecek bir sakinilikle.

 

İlk kestirdiğimde omuzlarıma kadar uzanan ama şimdi sırtıma gelen saçlarım vardı. Sağ elimle saçlarımı ikiye ayırırken , tereddüt etmeden geçirdim makası saçlarımdan. Birkaç tutam ayaklarımın dibine düştü. Biraz fazla tutamlar.

 

Kestikçe kestim. Kısaldıkça kısaldılar. Canımdan can gitti. Ruhumda saçlarına aşık bir kadının vaveylası yankılandı. Kalbim kaburgalarımın altında sıkış ezildi ama elim titremedi.

 

Dokundurtmadığım saçlarıma makası geçirirken ellerim bile titremedi.

 

Makası gürültüyle lavabonun içine atarken şimdi küt kestiğim saçlarıma baktım cansız gözlerle.

 

Tirtir titreyen ellerim banyo dolabının içini doldurduğum kızıl saç boyalarına uzandı. Boya kabının içine dört kutu boyayı boca edip karıştırdıktan sonra tokayla saçlarımı topladım ve birkaç tutamı ayırıp boyayı siyah saçlarıma vurdum.

 

Vurdum. Vurdum. Vurdum.

 

Siyahlığın üzerini kapatan kızıllıklar ben sürdükçe arttı. Boya yeterli gelmeyince daha çok boya kullandım. Saçlarımın arasında tek bir siyah tel kalmayana kadar boyadım.

 

Titreyen ellerimin arasından sıyrılan fırça da makasının yanına lavaboya düştü. Şimdi Fransa'nın soğu bile içimdeki ateşi soğutmazdı.

 

Rowanın elleri bile ölü kalbimi saramazdı artık.

 

Bekledim. Boyanın tamamen tutması için tamamen bir saat banyoda bekledim. Helen bitti kapımda bu bir saatte. Defalarca kez çaldı kapımı ama açmadım. Drew geldi sonra. Ses vermedim.

 

Benim için kapının arkasında endişelendiklerini biliyordum. Birini aradıklarını da duymuştum ama kim olduğundan haberim yoktu.

 

Saçlarımı yıkayıp güzelce kuruttuktan sonra makası son kez saçlarımdan geçirdim ve kestiğim saçlarımdan ötürü yok olan perçemlerime bir kat daha attıktan sonra ruhumu bıraktığım o banyodan çıktım.

 

Adımımı dışarıya attığım an Helen ve Drewin korku dolu gözleri yerini dehşete bıraktı. Beni asıl şaşırtan onların tepkisi değildi.

 

Koltukta rahatça oturan Aaron'du. Beni kardeşinden ayırmayan hep yanımda olan o adamdı.

 

"Aaron," dedim onu görmenin verdiği heyecanla. Adımlarımı ona doğru atarken oturduğu yerden ayaklandı ve karşımda dikildi. "Nasıl olmuş?" Diye sordum merakla.

 

Kahvelerindeki acı dolu ifadeye inat dudaklarında çok güzel bir ifade hakimdi. "Sen mi kestin?" Diye sorduğunda başımı salladım. Bana doğru bir adım attığında nasırlı avuçları yanaklarıma sarıldı. "Çok güzel olmuş kardeşim." Dediğinde dişlerimi dudaklarıma geçirdim.

 

Saçlarımın üzerine bir öpücük kondururken, kolları beni sıkı sıkı sardı. Titreyen ellerim omuzlarına tutunduğunda, tırnaklarım kamuflaj kıyafetine battı. Çenemi omzuna yaslarken gözlerimi havaya diktim ama gözlerimden firar eden bir kaç damla yaşa engel olamadım.

 

"Beni o gün öldürmeliydin." Yaşlar artıkça kalbimdeki sızı çoğaldı.

 

"Şşş," elleri saçlarımı okşadı. Bir abi gibi. Abim saçlarımı okşamayalı bana sarılmayalı yıllar olmuştu. "Yaşayacak güzel günlerin var kız çocuğu." Dedi teselli dolu bir sesle.

 

O gün o uçurumun kenarında bana engel olmamalıydın abi.

 

 

 

 

 

...

 

Bir çocuğun yarım kalmışlığını taşıyan gözlerimde ne o çocuğun emaresi vardı artık ne de acı.

 

Gülümsedi. Yüzündeki gülümseme alay dolu bir gülümsemeydi. "Umursamıyorum zaten." Dedi düz bir sesle. "Aksine acıyı mesken edinen gözlerini ve bir başına, yapayalnız kaldığını görmek mutlu ediyor beni." Dediğinde vurgun yemiş gibi ona bakakaldım. "Senden nefret ettiğim konusuna gelecek olursak eğer; evet." Dedi. Nefes alamadım. "Başlarda senden nefret ediyordum. Ama artık sana baktığımda içimde uyanan bir nefret bile yok. Her şeyinle bittin bende İzgi."

 

Sakın kimseye kafasında sürekli dönüp duracak kadar kırıcı cümleler kurmayın. O cümlelerin altından kalkamayınca, kırıklar göğüs kafesimize batar nefesimizi keserdi.

 

Eskiden belime kadar uzanan hafif dalgalı gece saçlarım vardı. Gecenin karanlığıyla bütünleşir sırtımdan aşağıya doğru salınırdı. Yeşil harelerim bir kız çocuğunun haylaz parıltısını bir kadının tutuklu bakışlarını taşırdı.

 

Şimdi cansız, ümitsiz ve boş bakışlara sahiptim. En yakın arkadaşımın da belirttiği gibi; Solmuş bir çiçeğin son çırpınışlarını taşıyan bakışlara sahiptim.

 

Yaşamak için çırpınıyordum ama bir damla su veren, sevgisini esirgemeyen kimsem de yoktu. Ölümün getirdiği can havliyle son çırpınışlarımı sunuyordum ama bakan birinin kurtarmak için zahmete girmek istemeyeceği kadar da ölüydüm aslında.

 

Birbirine karışan kirpiklerimi araladığımda odayı dolduran yakıcı ışık gözlerimin sızlamasına sebep oldu. Yattığım yerden doğrularken yataktan ayaklarımı sarkıttım ve banyoya girip hızlı bir duş aldım ve üzerimi değiştirdikten sonra aşağıya indim. Topuklu botlarımdan çıkan tok ses evde yankılandı. Adımlarım salonu bulduğunda herkesin burada olduğunu gördüm. Kanepelerde oturmuş herkes kendi halindeyken kahvaltı için neyi beklediklerini merak ettim. Bende gelmiştim ama kimse yerinden kıpırdamamıştı. Salondaki tekli koltuklardan birine otururken kimseyle muhatap olmadım ve telefonumla ilgilenmeye başladım.

 

Gelen mesajları cevaplarken Becca'nın attığı sonuçlara umutsuz bir bakış attım. Acı gerçek bir kez daha tokat gibi yüzüme çarptı.

 

Ekranıma gizli numaradan bir çağrı düşünce kaşlarım çatıldı. Kapanmadan aramayı yanıtladım.

 

"Alo?" Dedim. Merakla karşı taraftan alacağım cevabı bekledim.

 

"Yıllar sonra sesini tekrar duymak beni ne kadar mutlu etti bilmezsin," Douglas Vancenin kalın ve tok sesi kulaklarıma sızdı. Sessizce söyleceklerini bekledim.

 

"Seninle görüşmek istiyorum." Diyerek konuya girdi.

 

"Hayır." Dedim düz bir sesle.

 

"O zaman önce kardeşine mi uğramam gerekecek?" Öfkeyle yerimde doğruldum. "Aynı senin gibi hem güzel hem zeki hem de adaletli." Dedi. "Onu senin yetiştirdiğin o kadar belliki fiziksel özelliklerin dışında küçük bir kopyan gibi," İğrenç kahkahası kulaklarıma ulaştı. "İlerde ablası gibi çok can yakacak belli. Birkaç dakika sohbet etmek bile karşımda seni görüyormuş hissi yarattı. Kim bilir bu eseri yaratan eşsiz sanatçıyla karşılaşınca neler olacak?" Alay dolu gülümsemesi kulaklarıma doldu. "Eskisi gibi sırt sırta verir miyiz yine İz?"

 

Helenden bahsediyordu. Manevi kız kardeşimden bahsediyordu ama kaçırdığı bir şey vardı. Helen asla aptal bir kadın değildi. Onu hafife alıyordu.

 

"Tamam." Dedim istediğini kabul ederek.

 

"Peşindeki adamları atlattığın ilk anda adamlarım seni bulacak," dedi, rahat bir sesle. "Tekrar görüşmek için sabırsızlanıyorum."

 

Adım sesleri işittiğimde omzumun üzerinden gelene baktım. Bakışlarım üzerinde siyah bir gömlek ve pantolonla dikilen Aaronu buldu. Kahve gözlerindeki tereddütü seçtim. Endişesi nedendi?

 

"Uyumamışsın." dedim kollarımı göğüsümde birleştirip tekrar manzaraya dönerken.

 

"Seni merak ettim." Dediğinde küçük masanın üzerine kırmızı bir şarap bıraktı. "Yine uyuyamayacağını tahmin edebildiğim için sana eşlik etmek istedim." Kabuslarımdan haberi yoktu. Sadece uyku sorunları çektiğimi biliyordu.

 

Uyuyamadığımı değil.

 

"İyi yapmışsın," dedim sandalyelerden birine otururken içeriye gitti ve elinde bir pikeyle geri döndü. Üzerimde sadece siyah bir pantolon ve yine aynı siyah renkte kalın askılı bir buluz vardı. Pikeyi omuzlarıma bıraktığında karşıma oturdu. "Teşekkürler." Dedim pikeye sıkı sıkı sarılırken üşüdüğümü fark etmemiştim. Hiç fark etmezdim zaten.

 

Geçmişin sancılı acısı göğüs kafesimde yerini bulduğunda zihnimde hatırlamak istemeyeceğim bir anı belirdi.

 

"Bu soğukta neden üzerine bir şey alamadan balkona çıkıyorsun?" Dedi sert sesiyle. Omuzlarıma bırakılan şalla birlikte kollarını arkadan sıkıcı belime dolamıştı.

 

"Buz gibi olmuşsun." Dediğinde kollarının arasında ona döndüm ve kara gözleriyle karşı karşıya geldim.

 

"Fark etmemişim." Kollarımı boynuna sardım. "Hem sen ısıtırsın beni her zaman. Sen yanımdayken üşümem." Dediğimde dudakları anlımı buldu.

 

"Hmm," dedi şuh bir sesle. Bedenimi iyice bedenine yasladığında nefesini dudaklarımın üzerinde hissettim. "Öyleyse ısıtalım o zaman güzeller güzeli karımı." Dudakları büyük bir hızla dudaklarıma yapışırken aynı şekilde karşılık verdim.

 

"Daldın yine." Zihnime sızan ses daldığım yerden beni çekip çıkardığında bakışlarım kahve harelerde durdu.

 

"Pardon." Dedim düz bir sesle.

 

Bir süre sessiz kaldığında, " Onunla görüşmeyecek misin?" Diye sordu.

 

"Kiminle?" Dedim. Neden bahsettiğini anlamamıştım.

 

Derin bir nefes aldı. "Kocanla." Dediğinde ona bakakaldım.

 

"Ne?" Dedim büyük bir şaşkınlıkla.

 

"Daha ne kadar kaçacaksın ondan? En azından onunla yüzleşsen sürekli geçmişe takılıp kalmayacaksın." Dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"Boşanalı iki sene oldu," dedim buz gibi bir sesle. "Her seferinde ondan bu şekilde bahsetmen sinirlerimi bozuyor."

 

Kalbim korkuyla teklediğinde titreyen ellerimi ondan gizledim. Bu arlar çok sık olmaya başlamıştı.

 

"Bilmeye hakkı var." Dediğinde öfkeyle ona baktım.

 

"Neyi bilmeye hakkı var?!" Dedim sinirle. "Siktiğimin kazasını mı? Neden yaptığımı mı?" Tırnaklarım avuçlarıma battı. "Aileme ihanet ettim," dedim acı dolu bir sesle. Gözlerim doldu. "Ona ihanet ettim. Bana sordu, defalarca kez bana sordu. Yardım etmek istedi ondan bir şeyler gizlediğimi içten içe biliyordu ki zaten o şerefsiz herif operasyonu batırdığında benim için bizim için her şey çoktan bitmişti." Dedim bir nefeste.

 

"Doğru olanı yaptın." Dedi yumuşak bir sesle. "Bir Cumhuriyet Savcısı olarak sana verilen emir neyse onu yerine getirdin. Görevini başarıyla tamamaladın her ne kadar başkaları buna engel olsa da gerçek bu."

 

"Biliyorum," dediğimde dudaklarımı bir birine bastırdım. "Doğru olanı yaptım ama o halde neden bu kadar acı çekiyorum?" Sol gözümden bir damla yaş aktı. "Neden bu kadar acıtıyor o halde?"

 

Sessiz kaldı. Beni teselli etmekle uğraşmadı ki Bat bunu çok sık yapmazdı zaten.

 

"Katherine." Dedi dalgın bir sesle. "Kendini tehlikeye atacak bir şey yapma olur mu?" Dediğinde gözlerim yavaşça gözlerini karşıya dikmiş adamı buldu. "Sen her ne kadar kimsesiz hissetsen de. Bizler senin için buradayız. Her daim."

 

"Sana bu konuda söz veremem Aaron." Dedim sitemle. "Kolay bir hayatım yok, bunu sende çok iyi biliyorsun."

 

"Yine de," dedi derin bir nefes alarak. "Arkana her baktığında seni bir dosttan öte, canı gibi bilen kardeşi yerine koyan insanlar olduğunu sakın unutma." Bahsettiği sadece kendisi değildi. Helen, Drew ve Zemondan da bahsediyordu.

 

"Unutmam." Dedim boğazıma oturan hissi görmezden gelerek.

 

Umarım Bat.

Umarım.

 

...

 

Sigaramın izmaritini avucuma bastırıp söndürdüğümde derin bir nefes aldım. Bugün bu kaçıncıydı bilmiyorum.

 

Gözlerim yabancı olduğum evin içinde gezindiğinde yaklaşık on dakikadır beklediğim adam bulunduğum odanın girişinde gözüktü.

 

O mavi hareleri görüp tanımamam imkansızdı.

 

"Hoş geldin." Dedi tok ve neşeli sesi. "Seni yeniden yanımda görebilmek büyük bir şeref İz." Dediğinde karşımdaki koltuğa oturdu. Ortamızdaki masada bir laptop vardı. Bir hard disk hemen laptobun üzerindeydi.

 

"Neden buradayım?" Dedim bezmiş bir halde. Dakikalardır buradaydım ve beklemek sıkılmama sebep olmuştu. "Yine neyin peşindesin Vance?!"

 

"Hiçbir şey," dedi kollarını iki yana açarak. "Sadece sana istediğini vermek için buradayım." Dediğinde kaşlarım çatıldı. Gözleriyle laptobun üzerindeki hard diski işaret etti. "Annenden," dediğinde harelerime damalayan koyuluğun yakıcı hissini kalbimin en derinlerinde hissettim. "Sana küçük bir hatıra. İtiraf etmek gerekirse onu bulmak ve ele geçirmek benim için bir hayli zordu ama senin için riskleri göze aldım."

 

Büyüyünce geçer, unutur derlerdi hep. Yine yalan söylemişler bize.

 

"İzlemeyecek misin?" Diye sordu hareketsiz kalmama karşılık. "Gerçi o titreyen ellerinle o kayıdı başlatmayı başarabilir misin emin değilim?"

 

"Sen bir zavallı gibi nasıl yıllarca yaşadıysan bende titreyen ellerimle çoğu şeyi başarabilirim elbette Vance." Dedim sertçe sözünü keserek. "İstersen bunu kalbine saplayacağım kör bir bıçakla sana ispatlayabilirim." Dediğimde kaşlarım çatıldı. "O zaman ellerimin titrememediğinden nasıl eminsem senden bundan şüphe duymayacaksındır."

 

Ona meydan okumam hoşuna gitmiş gibi dudakları kıvrıldı. Benim açmamı beklemeden bilgisayarı açtı ve flaşı taktı.

 

İki dakikaydı.

Sadece iki dakika.

 

Hiç tanımadığım annemle bana reva görülen şey sadece iki dakikaydı.

 

Kabuslarıma ev sahipliği yapacak yeni bir iki dakika.

 

"Benim güzel kızım." Diye başlıyordu kayıt. Annemin güzel, gülümseyen yüzü ekrandaydı. Muhtemelen bu kayıdı doğumdan sonra çekmişti çünkü karnındaki o şişlik yerli yerinde değildi artık."Şimdi kaç yaşındasın bilmiyorum. Büyümüş, serpilmiş çok güzelleşmişsindir kesin." Dedi gülerek.

 

Ciğerlerime doldurduğum hava nefesimi kesti.

 

Sen bilmiyorsun anne ama ben şimdi senin öldüğün yaştayım.

 

Ben seni benden kopardıkları o yaştayım.

 

Yaşım yirmi sekiz oldu belki ama kalbimde hala o iki günlük bebeğin kimsesiz bırakılışımın acısı var.

 

"Oğlum." Dediğinde annem nefes alamadım.. "Bende misin hala canım oğlum?" Diye sordu. Abim burada olsaydı ne düşünürdü merak ettim. Hala nefret eder miydi annemizden?"Hala annenin oğlu musun? Hala benim için babanı alıyor musun karşına?"

 

Güldüm. Alay dolu, uzun bir gülümsemeydi bu.

 

Oğlun hiç sende değildi ki anne. Oğlun hiç senin için babamın karşısında durmadı ki. Oğlun hiç annesi öldürüldü diye üzülmedi, ağlamadı ki.

 

Ama ben ağladım. Yüzümdeki gülümseme dolarken, sağ elimi gözlerime örttüm ve kaydı dondurdum. Yanımda oturan Dougalasa bakmadım.

 

Annemin onu sevmesine, onun annemle büyümesine rağmen ona düşman kesilmesine ağladım.

 

Ben annemi hiç bilmedim.

O annemle büyüdü.

Onun tarafından büyütüldü.

 

Bazı insanlar sevilmeyi hak etmiyordu.

 

"Devam edemeyeceksen e-"

 

"Bırak." Dedim bilgisayarı kapatan eline engel olurken. "Bırak izleyeceğim." Dedim titreyen sesimle.

 

 

 

Kaydı tekrar başlattım. "Kardeşini koruyorsundur değil mi oğlum?" Dediğinde dişlerimi dudaklarıma geçirdim. "Bana söz vermiştin. Onu hep koruyacağım çok seveceğim demiştin." Yapmadı anne. Sözünü tutmadı. "Sen bana verdiğin sözleri tutarsın oğlum. Tuttun değil mi?" Tutmadı. "O daha çok küçük," dediğinde içimin ezildiğini hissettim. "Tek başına, sen onun elinden tut olur mu? Sakın yalnız bırakma onu. Hep yanında ol. Ben yanında olamadım. Sen ol abisi." Dedi zorlukla gülümsemeye çalışarak.

 

Acısını gülümsemesinin arkasına saklamaya çalıştı ama başarılı olamadı.

 

"İzgi," dedi heyecanla. "O kadar güzelsin ki, sana baktıkça bakasım geliyor. Melek gibisin. Seni öpünce huysuzlanıyorsun hemen. Ama Öpmeye kıyamıyorum." Yutkunamadım. "Seni büyütmeyi, seninle büyümeyi o kadar çok isterdim ki. İlk adımlarını bana atmanı çok isterdim. İlk anne mi baba mı diyeceğini çok merak ediyorum mesela? Hangi mesleği seçeceksin? Kimin izinden gideceksin? Nasıl bir hayatın olacak? Bensiz nasıl büyüceksin çok merak ediyorum ama bunları görebilmek için henüz vaktim yok."

 

Sensiz büyüyemedim anne.

 

"Sadece şunu bilmeni istiyorum," dedi. Yüzünde eşsiz bir gülümseme hakimdi. "Ne yapmış olursan ol annen hep seninle gurur duyacak." Bu sözler sıktığım bedenimin serbest kalmasına ve hıçkırıklara boğulmama sebep oldu. "Seninle de abinle de gurur duyuyorum. Nerede olursanız olun kalbim hep sizinle. Benden nefret bile etseniz, kalbim hep sizinle." Başını sağına doğru yatırdığında gülümsemesi büyüdü.

 

Bir bebeğin çığlık kıyamet ağlama sesi geldi kulaklarıma. "İkizinizi de canımdan çok seviyorum..."

 

Ve kayıt bitti.

 

Annemin gülen yüzü bilgisayardan silindiğinde hıçkırıklarım boğazıma dizildi. Omuzlarım sarsıla sarsıla kalbimi ele geçiren acıyla beraber hıçkıra hıçkıra ağladım.

 

Durduramadım kendimi. Yaşlar sel olup aktı gözlerimden. Kimse görmedi.

 

İyileşemiyordum. Ne yaramı gören ne de saran vardı. Bende bu titreyen ellerimle değil dikiş atmak bir yarabandı bile yapıştıramazdım o yaraya.

 

Bir süre durulur, denildikçe yeniden kanar eskisinden daha çok acıtırdı.

 

"Kendini hemen koy verme," hemen kulağımın dibinde hissettiğim sesi ürpermeme sebep oldu. "Eminim annenin sana bıraktığı bir hatıradan canını çok daha fazla yakacak bir şey daha var elimde." Dediğinde ürperdim.

 

Daha ne olmuş olabilirdi? Daha ne kadar kötüsü olabilirdi. Yaşlardan bulanık gördüğüm için zar zor ceketinin cebinden çıkardığı siyah zarfı seçebildim.

 

"Sinan yazmış. Sana." Dedi keyifli bir sesle.

 

Üzerinde kardeşime yazan yazıda takılı kaldı gözlerim. Titreyen ellerimle mektubu ondan aldığımda yüreğimi esir alan korku genzimi tıkadı. Mektubu açarken mürekkebe boyanmış sayfalarda gezindi gözlerin. Her satırda canımdan can gitti. "Kardeşim." Dedim yüreğimden kopup gelen acı bir fısıltıyla. "Zeynep!" Dedim canhıraş. Dilimden dökülen ismi ruhumun vaveylasını taşıyordu. Yakamadığım ağıtım, göz yaşlarımın yanaklarımdan kor bir ateş gibi süzülmesine sebep oldu.

 

 

 

Kardeşim.

 

Yüreği kendinden büyük, acısı göğüs kafesine sığmayan ve kan dolan göğüsünü dudaklarında kusan benim bir türlü rahat nefes almayan güzel kardeşim.

 

Sen gideli iki sene oldu henüz.İki koca senede yokluğun öylesine belliki adliyede, karakolda, olay yerinde, baktığım her yerde seni görür oldum. Senin bir gün yeniden görebilmenin hayaliyle yaşar olduk.

 

İyi misin? Nasılsın? Bilmiyorum ama umarım iyisindir. Umarım mutlusundur. Yaraların vardı, biz saramadık... Sende sardırmazsın zaten kimseye. Güvenmesin öyle kolay kolay. Yaranı açarsan eğer birine seni bir gün oradan vuracağını iyi bilirsin çünkü. Belki bu yüzden hep sivri dikenleri olan ve dokunanı kanatan acımasız bir kadın ama aykırı bir çiçek kadar güzeldin hep.

 

Büyüdün mü kardeşim? Acınla başa çıkabildin mi? Ruhunu dinlendirebildin mi? Kanatları koparılmış bir kelebek gibi son ömrünü bir yarım nefese sığdırdın mı?

 

En önemlisi canın artık acıyor mu kardeşim? Hala yanıyor musun cayır cayır? Hala kızgın ve küskün müsün hayata?

 

Seni bilmiyorum ama benim canım çok yanıyor be kızım. Ben cayır cayır yanıyorum kimsesizliğimde. Ben hayta çok kızgın ve sana küskünüm.

 

Beni seven, ne yaparsam yapayım yanımda olan, elimi sıkı sıkı tutan Zeynep yok artık mesela. Gözlerimin toprağına gömdüm ben onu. Kimsesiz, öksüz, yetim bir piç gibi ortada kaldım.

 

Oğlum annesiz kaldı. Oğlum anne yarısından mahrum kaldı. Ben karımdan, Zeynebimden, senden. Bir de senden mahrum kaldım kardeşim.

 

Beni sarıp sarmalamana, geçecek abi demene öyle çok ihtiyacım var ki seni şu satırlara sığdıramıyorum. Tıpkı Zeynebi hayattayken yanıma sığdıramadım kaybettiğimde ise bir avuç toprağa sığdırmak istemediğim gibi.

 

Ve İz.

Zeynep öldü.

Zeynebim öldü.

Urazım annesiz ben kimsesiz kaldım kardeşim.

Geri dön lütfen.

Oğlumun ona annelik edecek birisine benimde kardeşimin varlığına ihtiyacım var be kızım.

Yalvarıyorum sana Uraz için dön.

 

                                                                                Abin.

 

Kalbimde öyle derin bir sızı meydana geldi ki bu acının beni öldüreceğini sandım. Nefes almadım. Titreyen dizlerim bana hiç yardımcı olmazken yer çakılacağımı hissettim.

 

"Nasıl?" Fısıltım yürek yakan cinstendi. "Nasıl?" Dedim bir kez daha can havliyle.

 

"Meclis." Dediğinde beynimden vurulmuş gibi sarsıldım. "Yaptığın ihanetin bedeli olarak. Zeynep ve Sinanla yaptığın iş birliği yüzünden. Hedef Sinandı." Her bir kelimesi zehir gibi vücuduma işledi. "Zeynep eğer Sinanı korumak için ona siper olmasaydı bugün yaşıyor olurdu."

 

Güçlü durmalıydım. Onun yanında kendimi zayıf düşürmemeliydim ama yapmadım. Artık dayanamıyordum.

 

"Benim yüzümden öldü." dedim fakrına vardığım şeyle birlikte.

 

"Uğursuz!" Demişti babaannem yıllar evvel bana. "Defol git buradan! Senin olduğun yerde yaşam yok! Sen sadece ölüm getirensin!"

 

Haklıydı. Etrafımda kim varsa hepsinin ölümüne ben sebep olmuştum. Beni korumak için yanımda duran sevdiklerimin ölümüne ben sebep olmuştum.

 

Önce Annem. Sonra babam. Şimdi de kardeşim, Zeynep.

 

"Sana bir can borcum var artık." Demişti yıllar evvel.

 

"Yok bana can borcun falan! Kardeşler arasında can borcu falan olmaz!"

 

Ben bununla nasıl yaşayacaktım?

 

"He koşulda her daim," dedik aynı anda. "Ne pahasına olursa olsun, ölüm bizi ayırana dek."

 

Bir arkadaştan öte bana kardeş olan Zeynebi kaybetmiştim.

 

Sözü o bozmuştu.

 

Bizi ölüm ayırmıştı.

 

...

 

Bir ölüm. İki ölüm. Üç ölüm.

 

Üç can. Üç yürek. Üç yara.

 

Tırnaklarımın arasında kendi kanım vardı. Vancenin yanında geçirdiğim bir krizle boğazım ve kollarım çiziklerle doluydu.

 

Bu sefer kimse görmezden gelmezdi yaralarımı.

 

Kaybımı görürlerdi değil mi?

 

İçinde bulunduğum araba Drewin evinin önünde durduğunda yorgun ve cansız gözlerim cama düştü. Bahçeye doluşan adamları fark ettim.

 

Kaç saattir ortalarda yoktum da burası mahşer alanı gibi olmuştu. Avuçlarımın arasında tuttuğum zarf buruş buruş olmuştu. Abime getirdiğim o hard diskte zarfın içindeydi.

 

Onu gördüm. Endişeli ve telaşlı gözleri içinde bulunduğum arabadan beni bulduğunda rahat bir nefes aldığını gördüm. Oturduğum tarafın kapısı beni bırakan koruma tarafından açıldığında inmemde yardımcı oldu.

 

Dizlerimde derman kalmamıştı artık.

 

"İzgi?!" Korkuyla çıkan sesi buz gibi bakan gözlerimin ona saplanmasına sebep oldu. "Ne bu halin?!" Dedi öfkeyle. Gözleri saçlarıma düştüğünde dudakları aralandı. "Saçlarına ne yaptın?" Dedi dehşete düşmüş bir halde. Eve geri döndüğümde beni bu halde görmeyi beklemiyordu.

 

"Sana geçmişi hatırlatan her şeyi silip attım işte." Dedim omuz silkerek. Düşmemek için beni sıkı sıkı tutan korumaya daha çok tutundum. "Artık bana baktığında İzgiden hiçbir şey göremeyeceksin. Ne o istediğin bu değil miydi yoksa." Artık gözlerimi de bir lensin arkasına sakladığımdan olsa gerek bana ulaşamıyordu.

 

Kalakalmış bir haldeyken, "İzgi." Dedi. Bana doğru bir adım attı.

 

Geri çekildim. Çoğu kez ona giden ben olurken bu sefer geri çekildim.

 

Artık savaşmaya gücüm kalmamıştı.

 

Göğüs kafesimdeki acı bana yetiyordu.

 

"Sakın." Dedim buz gibi bir sesle. Ruhumda bir yangın vardı. İçimi yakan bana nefes aldırmayan bir yangın. "Sakın bana yaklaşma." Dediğimde kaskatı kesildi.

 

Gözleri vücudumda gezindiğinde bana ne olduğunu merak ediyordu.

 

"Bunu sana o mu yaptı?!" Dedi öfkeyle. Gözlerindeki gazap dolu ifade kendine yönelik olması lazımdı. Vanceye değil. O bana sadece gerçekleri vermişti. Kanıtlarıyla.

 

"Sen yaptın." Diye yakardım. Dilimden dökülen o iki kelimenin onu dumura uğrattığına şahit oldum.

 

Gözlerim hemen arkasında dikilen abimi bulduğunda nefretle ona baktım. "Sen!" Dedim öne doğru atılarak. Beni tutan korumanın kollarından kurtuldum ama onun bedenimi sıkı sıkı yakalayan ellerinden kurtulamadım.

 

"Allah belanı versin!" Diye bağırdım avazım çıktığı kadar. "Ya ben senin kardeşinim! Sen ne zaman beni yok saymaya başladın abi!" Diye haykırdım.

 

"Sen benim hiçbir şeyimsin!" Dedi o da öfkeyle. Gözlerindeki endişe silinmiş yerini bambaşka bir adamın nefretine bırakmıştı. "Seni gözden çıkardığım ilk an Meclisin hakkında verdiği evlilik kararıydı!" Dediğinde kelimeleri zihnime saplandı. Ruhum kanadıkça kanadı. "Ya İzgi ya Simay dendi ama ben seni seçtim!" Dediğinde Simayın dehşetle abime döndüğünü fark ettim.

 

Bir abi.

İki kardeşi arasında bırakılmıştı.

Canından olanı ateşler içine atmıştı.

 

Simay üvey olmasına rağmen benden daha kıymetliydi onun için. Ben sırf o kadının kızıyım diye ayrım yapmıştı aramızda. Beni tutan kolların arasından sıyrılmak istedim ama başarılı olamadım. Tırnaklarım beni tutan kolları çizdi.

 

"Bir gün!" Dedim nefretle. "Bir gün bana söylediğiniz o yalanların altından kalkamazsam soluğu mezarlıkta, mezarımın başında alırsınız." Beni tutan adamın bedeninin kaskatı kesildiğini, teninin buz kestiğini hissettim.

 

"O günü bekliyor olacağım." Dedi umutla.

 

"Öldüğüm gün abi," dedim. Her sözü içime oturdu. "Benim öldüğüm gün, o toprağın altına girdiğim gün seni affettiğim gündür. Hayattayken yok say beni şimdi. Yokken ayrılmayacaksın o mezarın başından." Dedim ağlamamak için kendimi zor tutarken. "Ama unutma. Seni affeden ben değilim. Abisinin küçük kız kardeşi. Yoksa ben ölsem affetmem seni!"

 

"Sen annenin kızısın." Dedi nefretle. "Aynı onun gibisin. Aynı hırs, aynı kin, aynı öfke!" Dedi karşımda durarak. "İşte bu yüzden hiç bir zaman önceliğim olmayacaksın!"

 

"Nasıl bu kadar kötü olabiliyorsun?" Dedim hayretle. "Ya aklım almıyor benim!" Diye bağırdım avaz avaz. "Annemizdi o bizim! Sen ona yapılanları nasıl görmezden gelirsin! Bir çocuk annesini neden sevmez!"

 

"O kadın benim annem falan değil!" Diye gürledi hiddetle. "Benim öyle bir annemde, senin gibi bir kardeşimde yok!" Dediğinde ona bakakaldım.

 

Dudaklarım aralandı. Abi demek istedim. Dilimin ucuna gelen ve benim için artık hiçbir şey ifade etmeyen o kelimeyi yuttum. O bir kelime boğazımı düğüm düğüm etti. Kalbime oturdu.

 

Abim benim kalbimde izi hiçbir zaman geçmeyecek bir yara bıraktı.

 

"Sonun babamın ellerinden olamadı ama benim ellerimden olacak." Dedi nefretle. "Hayatımızın eskisi gibi olması için senin ölmen gerekiyorsa, öleceksin!"

 

Tırnağım kırılsa canımı yakmaya kalksa ortalığı ayağa kaldıracak o adamı aradım gözlerinde.

 

Benim abimden eser yoktu artık o kahve gözlerde.

 

O Aliye Aşan Karanın büyüttüğü çocuk değildi. Babasının yalanlarla kandırdığı bir oğlan çocuğuydu.

 

O babasının oğlu.

Ben annesinin kızı.

 

Birbirine düşman olan kadın ve adamın, birbirine düşman kesilen iki çocuğuyduk artık.

 

Beni tutan kollar serbest kaldığında, Keskin dermanını yitirmiş bedenimi Egemenin avuçlarının arasına bıraktığında dağ gibi abimi deviren yumruğu abimin yanağında patladı.

 

"Senim ecdadını sikerim!" Dedi yakasına yapıştığında. "Seni burada sike sike gebertirim Mert!" Dediğinde bir karabasan gibi abimin üzerine çöktü.

 

Kimse engel olmadı.

 

"Bir daha benim sevdiğim kadını canıyla tehdit edecek olursan, olur ki bir daha canını yakmaya kalkacak senden canından önce alacağım ilk şey dilin olur." Dedi ölümü fısıldayan bir sesle. "Yemin ederim bu sefer seni kayırmam kendi ellerimle ibret için öldürürüm seni." Dedi gazap dolu bir sesle.

 

"Abla."" dedi beni tutan Egemen çaresizce. Dilinden dökülen tek bir kelime kollarının arasında hıçkırıklara boğulmama sebep oldu. Kimseden utanmadım çekinmedim.

 

Bu halde olmamın sebebi onlardı. Keskinin Sinan ve Zeynebi neden istemediği de belli olmuştu. Çünkü Zeynebin öldürüldüğünü biliyordu. Öğrenmemi istememişti.

 

"Abla silemiyorum göz yaşlarını, alamıyorum acını," diye yakardı. Sırtım göğüsümde yaslıydı ve beni sıkı sıkı tutuyordu. "Sana yalvarıyorum ağlama. Böyle ağlama. Sen ağlayanıca ben ne yapacağımı bilemiyorum."

 

Daha çok ağladım. Durdurmadım kendimi. Öyle çok ağladım ki Egemenin kollarının arasında dizlerimin üzerine düştüm.

 

Egemen ona rağmen beni bırakmadı.

 

"Abla." Simayın sesini işittim belli belirsiz. Yara bere içinde olan ellerimi kavradı elleri belli belirsiz. Yaşlar o kadar çoktu ki önümü göremiyordum bile. "Biz alışık değiliz senin bu hallerine. Biz alışık değiliz senin çığlıklarını duymaya." Dedi çaresizce. İkisi de ne yapacağını bilmiyordu. "Sana kahkahalarla gülmek yakışır, sen şimdi niye acı dolu çığlıklarla bizi elden ayaktan ediyorsun ki?"

 

"Annem onu sevmişti," dedim hıçkırıklarımın arasından. "Beni ona emanet etmişti." Diye yakardım acıyla.

 

Ben her gün kandırılmışım.

 

"Baba," demiştim yıllar evvel. Şimdi babama seslensem de beni duyamazdı. "Annem öldüğünde kaç yaşındaydı?"

 

"Yirmi sekiz." Demişti. Gözleri dalgalanmış, yüreği sıkışmış gibi nefesi kesilmişti.

 

Anne.

Ben şimdi senin öldüğün yaştayım.

Niye ölmüyorum hala?

 

Babam seni nasıl aldıysa benden, beni de sana kavuştursaydı ya gitmeden.

 

O affetmemiş ya seni. Beni de affetmez kesin. Silahından çıkan kurşun, delip geçerdi göğüsümü ama kanayan yer ruhum olurdu kesin.

 

O hard diskin yanında babamın anneme yazdığı ufak bir kaput parçası Douglasın yanında geçirdiğim krizin başlangıcıydı.

 

"Rabbim bir isim yazmış kaderime, Adı Aliye diye bilinen, gözlerinde cenneti taşıyan ama bana cehennemi vaat eden. Bilsem cennetin yansımasını gözlerinde taşıyan ama cehennemi saklayan o gözlere kanar mıydım hiç?"

 

Niye yaptın baba?

Niye yaktın yüreğimi?

Niye?

 

Bak öyle bir çakıldım ki yere, ayağa kalkamıyorum bile.

 

Önce annem, sonra sen, şimdi de kardeşim.

 

Bir kayıbı daha kaldıramazdım.

 

KISA BİR AÇIKLAMA! ÖNEMLİ!

 

Öncelikle hepinize merhaba. Bir açıklama yapmak istiyorum buradan. Kitabı düzenlemeden önce şu şöyle şu böyle dendi. Defalarca kez saçma sapan insanlar tarafından rahatsız edildim bu yüzden. Arkadaşlar ben hayatımda ilk kez kitap yazıyorum. Ne kadar düzenlersem düzenleyeyim elbette mantık hataları olacak yazım yanlışları olacak. Ki bir buçuk hafta bir kitabın bölümlerini ne kadar düzenleyebilirim? Bölüm bekliyorsunuz diye elimden geldiğince hızlı yapmaya çalıştım ama onunla da yetinmeyeler oldu. Buna rağmen hala saçma sapan şeyler görüyorum. Kısıtlı bir vaktim var. Bölümleri yetiştirmekte bazen zorlanıyorum. Bazı bölümleri kısa tutmamamın sebebi de bu çünkü çok az vaktim var. Her şeye rağmen şunun bilince olun lütfen. Hayatımda ilk kez bir kitap yazıyorum. Elbette hatalarım olacaktır ki ben zaten elimden geldiğince düzenlemeye çalışıyorum ve iyi bir iş çıkarıyorum. Çoğu yazar benim yaptığımı yapmıyor mesela. Hangi yazar kanalında bölüm paylaşıyor? Ya da VPN ile girenler için wattapde bölüm atıyor? Ben söyleyeyim sayılı kişiler. Okurlarını önemseyen çok az kişi var platformda. Ve unutmayın.

Bir yazarın kalbini kırarsınız kalemini de kırarsınız. Artık yazmaya hevesimin kalmadığının hissediyorum. Hiçbir şey yapmamama rağmen. Hiçbir suçum olamama rağmen. Elbette bazı zorluklardan geçeceğim. Bu süreçte istediğim tek şey biraz anlayıştı. Çok teşekkür ederim kimse o anlayışı bana göstermedi. Sözlerim size yönelik değil. Sadece arka planda neler olduğundan bölümlerin neden geç geldiğinden haberdar olun isterim.

 

Sağlıkla kalın. İyi akşamlar dilerim.🫶🏻💗

 

 

Bölüm sonu....

 

Nasıl buldunuz?

 

Oy ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

 

 

Sizleri seviyorum kendinize çok iyi bakın görüşmek üzere.🧚‍♂️🫶🏻🥹💚🖤

Loading...
0%