Yeni Üyelik
36.
Bölüm

34.Bölüm

@umay_6

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

Madem sensin o.

Madem sevmeksin, gülmeksin, yaşamaksın.

Madem yüzün yüzümde, sesin sesimde, yüreğin yüreğimde

Madem milyarlarca ihtimal varken rastladık birbirimize.

Kal böyle değişme, gitme, yaşlan benimle.

 

            

Cemal Süreyya

 

 

 

 

 

 

 

 

Karanlığın içinde yaşamayı öğrenen bir kadın vardı.

 

Karanlığın içinde yaşamayı öğrenmek zorunda bırakılan bir kadın vardı.

 

Bir zamanlar yaşamayı çok seven, cıvıl bir hayatı olan kadın vardı. Yüreğinde sadece annesinin giderken geride bıraktığı eksikliğin acısını bulunduran bir kadın vardı.

 

Şimdilerde binbir acıyı benimser olmuştu.

 

"Bilerek istemedin." Dedim ruhsuz bir sesle. Gözlerimi karşıya sabitlemiş ellerimi kucağımda birleştirmiştim. Avuçlarımın arasında yarım bir şekilde duran şarap bardağındaydı gözleri. Yadırgamıştı."Onların gelmesini bilerek istemedin." Gözlerimi kırpıştırdım. Kirpiklerim sırılsıklamdı ama akıtacak göz yaşım yoktu.

 

"Canın yansın istemedim." Dedi düz bir sesle. Çaprazımdaki tekli koltukta oturmuş bir ölü kadar cansız bedenimi izliyordu kara gözleri.

 

"Canımı en çok yakan sen olduğun halde mi?" Diye sordum. Sözlerine gülmek istedim ama ona bile takatim yoktu.

 

"Kendinde değilsin." Dedi. Sesi zihnimdeki boşluğun içinden süzülüp parçalara ayrıldı. Aklımda sadece Zeynep vardı. Sinanın göz yaşlarının izi olduğu ve mürekkepin aktığı o mektup vardı.

 

Aklımda Uraz vardı. Ellerimle büyüttüğüm, oğlum vardı.

 

Ne annesi vardı ne teyzesi.

 

Kimsesiz kalmıştı. Benim gibi.

 

"Neden buradasın Keskin." Kan çanağına dönmüş gözlerim onun üzerimden ayrılmayan gözlerini buldu. "Bugün Türkiye'ye dönmüş olman gerekiyordu? Şimdiden operasyon için evlilik hazırlıklarına başlaman gerekiyordu." Dedim alayla.

 

Kara gözlerindeki buz gibi ifade çatırdadı. Gözleri tırnaklarımla kanattığım ellerime değdi ve çıplak kollarıma. Tırnaklarımın büyük ellerindeki bir benzeri izi de onda vardı.

 

İğne izlerini fark etmemesi imkansızdı ama bu şu an için umursayacağım son şey bile değildi.

 

"Senden haber alamadım." Dedi karanlığa takla attıran bir sesle.

 

"Benden haber aldıktan sonra gidebilirdin." Aramıza ördüğü o kalın duvar ona ulaşmamı engelliyordu. Duvarların arasındaki çatlaklar filiz vermiş dikenli sarmaşıkları çıkarmıştı ortaya. Ben her ona dokunmaya kalktığımda kanıyordum. "Neden gitmedin?"

 

"Kıyamadım." Dedi tereddüt bile etmeden. O kesinliği kaskatı kesilmeme sebep oldu. "Seni öyle görünce de gidemedim." Dedi. Aldığım nefes ciğerlerimi ilk kez sıkıştırmadı belki de. Uzun zaman sonra yakmadı sözleri canımı.

 

"Umursamalıydın." Dedim buz gibi bir sesle. "Sonuçta hayatında geçmişten gelen kimseyi istemiyordun beni umursamalıydın." Dedim kırık bir sesle.

 

"Evet," dedi. "Öyle yapmalıydım ama yapamadım." Sanki bunu yapmayı çok istemişti ama ona engel olan bir şeyler olmuştu içinde. Gidememişti benden. Onca şeye rağmen.

 

"Ben çok yoruldum, Keskin." Dedim sıkıntıyla. "Bu ikilemden. Kafamı karıştıran sözlerinden, benden sürekli bir şeyler saklanmasından çok sıkıldım." Dedim bıkkınlıkla. "Senden özgürlüğünü aldım. Birçok şeyi daha aldım. Sana bunun için yardımcı olacağımı da söyledim. Bu operasyonda yanında olmam gerekiyorsa olacağım dedim. Operasyondan sonra beni görmek istemezsen seni rahatsız etmem dedim. Seni özgürlüğüne kavuşturur sonra ortadan yok olurum dedim ama kabul etmedin. Ben her şeyi yapıyorum. Bak deniyorum. Çabalıyorum. Ama belirsizlikte bırakılmak istemiyorum. Bu operasyonu benimle yürüteceksen benimle yürüt. Araya başkalarını sokma. İkimizde mesleğimiz gereği yapmamız gerekeni yapalım profesyonelce, bu süreçte gözünün olduğu yerde durmam. Kulağının işittiği yerde konuşmam ama en azından bir şeyleri telafi etmemde de yardımcı ol bana." Diye yakardım.

 

Yaslandığı yerden doğruluğunda gözlerimin içine baktı şefkatle. "Bak." Dedi. "Aramızda ne yaşanırsa yaşansın sen benim sevdiğim kadındın." Kaburgalarımın altında hareketsiz duran kalbim tekledi. "İhanetinin bile değiştiremediği bir şey bu. Seni affedememek çok ayrı bir şey mesela. Sana olan sevgimle kıyaslanamazdı bile. Kalbimle aklım arasında bir savaştaydım seni bulmadan önce. Araftaydım. Eğer olurda sana olan sevgim galip gelirse bu savaşta bir umut vardır hala bizim için diyordum kendi kendime ama İzgi denedim." Dedi umutsuzca. "O savaş biteli çok oldu. Ben, seni affedemiyorum." Dediğinde sözleri beni yıktı.

 

Aldığım nefes soluğuma tıkandı.

 

Sözleri kıymık gibi kalbime battı. O kıymığın acısı bir kesiğin açtığı yaradan daha derin daha acı vericiydi.

 

Parmaklarım şarap bardağının etrafında belirli bir ritim tutmuşken üzerimde olan bir çift göze çevirdim bakışlarımı. Bakmaya korktuğum kara gözlerine baktım korkuyla. "Unutmuş gibisin?" Dedim yarım bir gülümsemeyle, zorlukla. "Her şeyi silip atmış, geçmişini yakıp gitmiş ve kendine yeni bir sayfa açmış gibisin?"

 

Öylece baktı bana. Kara gözlerinde hiçbir duygu yoktu. O başlarda gözlerini mesken edinen nefretin emaresi yoktu gözlerinde. Sırtını yavaşça koltuğa yasladığında bir yabancıya bakar gibi baktı bana.

 

Yüzümdeki yarım tebessüm yerini kırık bir gülümsemeye bıraktı. Yüzüme gelen saçları çekerken gözleri bir süre saçlarımda oyalandı. "Vazgeçmiş gibisin?"

 

Sahiden öyle mi?

 

Sorgu dolu gözlerle bana baktı kısa bir an için. Kara gözleri kısıldığında, "Senden mi?" Dedi alayla.

 

İçimi yakan bir nefes çektim ciğerlerime. "Bizden." Dedim geçmişe vurgu yaparak.

 

Biliyorum. Biliyorum ama kabullenmek istemiyorum.

 

Dudakları belli belirsiz kıvrıldı. Acı ve yarım bir tebessümdü. "Vazgeçtim zaten." Bana bir yabancıya bakar gibi bakacağına keşke öldürseydi. "Ben bizden vazgeçeli çok oldu." Dedi buz gibi bir sesle. Yüreğime bir vurgun yaptı her şeyden habersiz. Nefes alamadım. "Ben senden geçeli çok oldu. Ben seni unutalı çok oldu İzgi." Dedi zehir gibi bir sesle. "Sen hala ne için çabalıyorsun?" Dedi alayla. Yutkunamadım. Her sözü boğazıma dizildi. Kalbime oturdu. "Ben senin sevgine de sadakatine de inanmıyorum. Sen ne için çabalıyorsun?"

 

Canın yansım istemedim diyen, kıyamadım diyen o adam şimdi beni lime lime etmişti.

 

"Keskin." Dedim yanık bir sesle. Adıyla seslenmem oturduğu yerde taş kesilmesine sebep oldu. Ona adıyla seslenmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Bu yüzden her seferinde garipsiyor ve yanındaki varlığımı sorguluyordu kendi içinde. Sanki bir şeyden emin olmak istiyordu. "Ben seni çok seviyorum." Dediğimde katran karası gözleri gözlerimde donup kaldı. Gözlerime dolan yaşları geri itemedim. Sol gözümden bir damla yaş süzüldü. "Yemin ederim çok seviyorum." Dedim titreyen sesimle. Dişlerimi dudaklarıma geçirirken korkuyla çarpan kalbim göğüs kafesimi sızlattı.

 

O benim göğüs kafesi oluğumdu.

 

Kalbimdeki sızıydı.

 

Ve ben tedavi olmak istemiyordum.

 

Hareket eden adem elmasından yutkunduğunu anlarken buz gibi bakan gözleri içimi üşüttü. "Ama ben seni sevmiyorum." Dediğinde görünmez bir elin kalbimi avuçları arasında tuttuğunu ve tırnaklarını kalbime geçirdiğini hissettim. "Artık değil İzgi." Dedi yanık sesiyle. "Artık değil." Dedi aklıma kazımak ister gibi.

 

Halbuki hiç unutmayacağımı biliyor olması gerekiyordu.

 

Lime lime oldum.

Yandım. Bittim. Kül oldum.

 

Can evim üzerime yıkıldı.

 

Altından kalkamadım.

 

Öldüm.

 

"Dediğin gibi olsun." Dedi oturduğu yerden ayaklandığında. Öylece kalakalmıştım. "Beni mahkum ettiğin bu hayattan kurtar sonra nereye istersen git. Bu operasyon bittiğinde artık seni aramayacağım." Acıdan kaburgalarımın ezildiğini hissettim. "Sinan, Ali ve Uraz. Bu akşam Fransa'da olacaklar. İstediğin gibi." Avuçlarımın arasında tuttuğum kadehi öyle sıkı tuttum ki parçalara ayrılacağını hissettim. "Yanında güvenebileceğin birilerini istedin madem bu operasyonda onlarda bizimle olacak." Gitmek için arkasını dönecekti ki sözlerim durmasına sebep oldu.

 

"Keskin." Dedim zorlukla yutkunarak, zorlukla adını zikrederek, durması için. "Lütfen," diye yakardım. İçimdeki ateş ruhumu yakıyordu. "Sadece bir kez." Dedim ihtiyaçla. "Gitmeden evvel, sadece bir kez bana sarılır mısın?" Dediğimde karşımda kaskatı kesildi. "Lütfen," dedim. "Buna çok ihtiyacım var."

 

En azından kaybım için birine sığınabileyim.

 

Karşısında per perişan bir haldeyken, halimi umursamadı. Gardını indirmedi. "Hayır." Dedi buz gibi bir sesle. Kırık bir gülümseme dudaklarımda yer edindiğinde sol gözümden akan bir damla yaş saçlarımın arasına karıştığı için bunu göremedi.

 

Peki sevgilim, peki.

 

"Umarım bir gün bana sarılmadığın için pişman olmazsın." Dediğimde siyah harelerinde bir hareketlilik oldu. "Çünkü ben bunu senden istediğim için çok pişmanım."

 

Yüzündeki ifadesizliğin kısa bir an için sarsıldığını gördüm ama bana arkasını döndüğü için bundan emin olamadım. Holde hızlı adımlarla ilerlerken öfkeyle açtığı kapıyı gürültüyle kapattı arkasından.

 

Ama olsun sevgilim.

Sen bana sarılmak istemiyorsan sarılma.

Yeter ki senin gönlün olsun.

 

Benim gönlüm kırılsada bir şey olmaz.

 

Ben nasıl olsa alışığım zaten.

 

Sanırım bu hayatta alışamayacağım tek şey Zeynebin zamansız gidişi olacaktı.

 

Kardeşim ölmüştü. Ben onun için ağlayamamıştım bile.

Acısını yaşayamamıştım.

 

...

 

Bir kanadım kırık. Bir tarafım buruk.

 

Yarım kalmışım.

 

Hayır.

 

Yarım bırakılmışım.

 

Haberim yokmuş.

 

Maşayı kısacık saçlarımın son tutamına sardım. Isının saçlarımı yaktığını hissettim. Bu maşayı daha sıkı kavramama sebep oldu.

 

Kimse sana sarılmadı değil mi? Kardeşi ölmüş, yanında olalım demedi kimse değil mi?

 

Demedi.

 

Şekil verdiğin saçılarımdan ayırdım maşayı. Kızıl saçlarım kalın ve doğal bukleler halindeydi şimdi ve oldukça güzel gözüküyorlardı. Üzerimde siyah straplez bir elbise vardı. Elbesinin boyu hemen kalçalarımın altında biterken, bütün vücudumu yeni bir deri gibi sarmıştı. Hava estiği için üzerime deri bir trenç kot almıştım. Elbiseyi tamamlayan uzun ve ince topuklu ayakkabılarım bacaklarımı ortaya sermişti.

 

Yüzümde yok denecek kadar az makyaj varken dudaklarımdan bordo rujumu eksik etmemiştim.

 

Maşanın fişini çektikten sonra banyodan ayrıldım. Salonun ortasında etrafında dağıttığı oyuncaklarıyla oynayan Rowanı görmek gülümsememe sebep oldu.

 

O da beni fark ettiğinde dişlerini göstererek gülümsedi. "Merhaba," dedim adımlarımı ona doğru atarken yavaşça yanına çömeldim. "Ne yapıyorsun bakalım?" Dedim merakla.

 

Yaralı ellerim oyuncaklarını kavradı ve yapmaya çalıştığı kulenin son parçasını en tepeye ekledi.

 

Rowanın küçük elleri ellerimin üzerine kapandığında, "Anne." Dedi. Gözleri bana döndü. "Uf olmuş." Dedi dudak bükerek.

 

"Evet birtanem," dedim gülümseyerek. "Anne biraz dikkatsiz bu günlerde." Hemde çok dikkatsiz.

 

Boynunu büktüğünde az önceki neşeli halini hüzünlü hali aldı. Birkaç gündür gözlerinin önünde yaşadıklarım ve geçirdiğim ağlama krizleri onu etkilemiş olmalıydı. Normalde bana yaklaşırken asla çekinmezdi ama şimdi çekindiği bir şeyler var gibiydi.

 

Henüz çok küçüktü. İlerde ona aslında annesinin ben olmadığını nasıl anlatacağımı bilmiyordum ama bunun için yardım almam gerektiğinin farkındaydım.

 

Benimle büyümüştü. Ben büyütmüştüm. Ben bakmıştım. Hastalandığında günlerce başında ben beklemiştim. Onunla oyunlar oynamıştım. Ninniler söylemiş göğüsümde uyutmuştum.

 

Rowan olmasaydı belki de şimdi yaşamıyor olurdum.

 

"Gidecek misin?" Diye sordu gözlerini gözlerime dikerek. "Oyun oynayacaktık bugün birlikte bahçede, söz vermiştin." Dedi heyecanla.

 

"Hemen geleceğim bebeğim." Dedim gülümseyerek. "Gelir gelmez de oyunlar oynarız birlikte, söz." Dedim göz kırparken.

 

"Tamam." Dedi uslu uslu. Bir süre ayrılmadım yanından. Öylece izledim.

 

Eğer iki yıl önce düşük yapmasaydım ve o çocuğu doğursaydım şimdi nasıl bir anne olurdum acaba diye düşündüm.

 

"Sana anne olmak çok yakışırdı."

 

Gözlerimi yumduğumda başımı iki yana doğru salladım. Zihnimi esir alan sözleri kalbimi deşti.

 

Artık istesem de anne olamazdım.

 

"İz?" Drewin adımı söylerken çıkan aksanlı sesi doldu kulaklarıma. İzgiyi söylemek onun için zor olduğu için İz'i tercih etmişti.

 

Ondan bana Katherine dememesini özellikle rica etmiştim.

 

Bana ait olmayan bir isimle var olamazdım.

 

Parçalarının bile kalmadığı o kadını İzgiyi ne pahasına olursa olsun yaşatacaktım. Görünüşüm ne kadar farklı olursa olsun İzgi içimde bir yerlerdeydi. Tehlikeli zihninden geçenlerse akıl almaz şeylerdi.

 

Özüme dönmek için ona ihtiyacım vardı.

 

"Çıkmayacak mısın artık?" Diye sordu yanıma gelirken. Havaalanına gidecektim.

 

Aliyi, Sinanı ve Urazımı karşılamaya.

 

Hazırlanmıştım ama o eşikten geçemiyordum bir türlü. Dışarıda bana eşlik edecek korumaların ve onun da beklediğini biliyordum ama oyalanıp duruyordum.

 

Beni korkutan Ali ve Sinan değildi.

Beni asıl korkutan Urazdı. Karşılaşacağım şeyin ne olduğunu bilmiyordum.

 

Bir oğlan çocuğu. Annesini kaybetmiş bir oğlan çocuğuydu şimdi.

 

Acısı acıma, yüreği yüreğime denkti şimdi.

 

"Çıkıyordum bende şimdi," dedim oturduğum yerden ayaklanırken. "Rowan sana emanet." Dedim ima dolu bir şekilde.

 

"Sakın. Sakın onun yanında o zehiri kullanma."

 

Sözlerimin altında yatan ima bundan ibaretti.

 

"Aklın kalmasın." Dedi güven veren bir şekilde ama ona güvenmiyordum. Ona asla güvenmeyecektim.

 

Onları salonda bırakırken çantamı aldım ve çok geçmeden kendimi dışarıda buldum. Soğuk hava tenime çarptığında tüylerim diken diken oldu. Üzerime geçirdiğim trençkota sarındım.

 

"İnmişler," dedi yanımda biten Adeline. "Çıksak iyi olacak." İçimi sıkıştıran bir nefesle doldurdum ciğerlerimi. Aldığım her nefes göğüs kafesimdeki görünmez çatlaktan sızdı. Görünmez bir elin boğazıma sarıldığını hissederken dimdik durdum.

 

Heleni gördüm. Biraz ilerimdeydi. Karşısında yer alan Venomla konuşuyordu. Kaşlarım çatıldı.

 

Sanki ikisi de bir adım atmak için çırpınıyorlardı ama yapamıyorlardı.

 

"Beni sevebilir misin?" Dediğini duydum Venomun. Sözleri şaşkınla ona bakakalmama sebep oldu. "Bize yeniden bir şans verebilir misin?"

 

Gülümsedi Helen. Yarım bir gülümsemeydi yüzündeki gülümseme. "Seni sevmek bir ömür ister. Benim sana harcayacağım, sana adayacağım bir ömrüm yok Boris." Dedi Helen sertçe.

 

"Helen." Dedi yorgun bir sesle. "Sadece yakıp yıkıyorsun, toparlamak aklına bile gelmiyor değil mi?"

 

"Seni, beni yıktığından daha fazla yıkamam Boris." Dedi hayal kırıklığı içinde. "Her neyse," dedi geri çekilerek. Kendini zor tuttuğunu görebiliyordum. Dudaklarındaki sahte gülümseme titriyordu. "Karına git Boris." Dedi gözlerini gözlerinin en içine dikerek. Bunu söylerken elleri her iki yanda yumruk halini almıştı.

 

Avuçlarının tırnaklarında bıraktığı izler ve hissettirdikleri tanıdıktı.

 

"Daha fazla benimle konuşarak parmağında yüzüğünü taşıdığın kadına haksızlık etme."

 

"Zamanında birbirlerini çok sevmişlerdi." Dedi yanımda dikilen Adeline. "Evleneceklerdi," dediğinde, Helenin gözlerindeki acı benim göğüs kafesime oturdu. "Ta ki Venom meclise katılmak için nişanı atıp, oranın kurallarına uymak zorunda olduğu için Meclis üyelerinin kızlarından birisiyle evlenmek zorunda kalana kadar."

 

"Bu kadarına gerek var mıydı?" Dedim hayretle. "Bu çok acımasızca."

 

"Meclis dışı evliliklerin sonu ölümdür. Meclisten ne pahasına olursa olsun ayrılamazsın. Venom o kadınla evlenmeseydi ve Helen için Meclisi bıraksaydı yine ölecekti." Dedi buruk bir şekilde. "Helen sevdiği adamın yaşamasını, mutlu olmasını istedi ama her gün kendisi öldü." İç geçirdi. "Bakma güldüğüne, kalbi yara bere dolu onun."

 

Yarım kalmamışlardı.

Yarım bırakılmışlardı.

 

İkisi de zorunda bırakılmıştı.

 

"Dikkat et kendine," dedi Helen gülümseyerek. "Malum bekleyenin var senin." Dediğinde bu cümleyi kurmanın onun için ne kadar zor olduğunu gördüm.

 

Venoma arkasını döndüğünde yüzündeki gülümseme alaşağı oldu. Yaşlarla dolan gözlerini havaya dikti ama sol gözünden akan bir damla yaşa engel olamadı. Dudaklarını birbirine bastırdığında kısa sürede yanımda bitti.

 

"Helen." Dedim sadece onun duyacağı bir şekilde. Dolan gözlerine inat gülümsedi. Başını omzuna doğru eğdiğinde bu hareketi içimi sızlattı.

 

"Gidelim mi artık?" Dedi. "Fazla oyalandık." Diye devam ettiğinde başımı sallayarak onayladım.

 

"Kendini iyi hissetmiyorsan kalabilirsin," dedim bir elimi koluna sararken. "Gelmek zorunda değilsin, Helen."

 

Yüzünü kaplayan ifadesizliği gözlerine yansıtamadı. Acının derin emareleri mavi gözlerini mesken edinmişti.

 

Mavi irsilerinden hiçbir şey silemezdi o ifadeyi, biliyordum çünkü çok tanıdıktı.

 

Koluna sardığım elinin üzerine sardı elini. "Ben alışığım İz," dedi yumuşak bir sesle. "Üstesinden gelirim. Şimdi önemli olan sensin. Senin yanında olamam gerek."

 

"Helen-"

 

"Hadi." Dedi onun sert ve tok sesi aramıza girerek, lafımın bölününmesine sebep oldu. "Yoksa karışılamadan vazgeçtin herhalde?"

Öfkeyle ona döndüğümde, "Hadi." Dedi bir kez daha sertçe arabayı işaret ederek.

 

Sakinleşmek için gözlerimi yumup açtım. Derin bir nefes aldıktan sonra hepsini es geçip adımlarımı arabaya doğru attım. Omurgamda bir ürperti meydana geldi. Bütün vücudum buz kesti. Trençkotuma daha çok sarıldım.

 

Birkaç gündür düzenli uyuşturucu almıyordum. Bunun vücuduma yan etkileri çok daha kötü bir şekilde bana geri dönüş yapacaktı ama bırakmak zorundaydım.

 

Kendim için değil, Uraz için.

 

Yutkunurken benim için açılan yolcu kapısından süzülüp arabaya bindim. O arabanın etrafında dolanıp sürücü koltuğuna yerleşirken titreyen ellerim kemere sarıldı. Takmak için harekete geçecektim ki çok kıs bir an parmaklarımdaki his kaybını kaybettim.

 

Oturduğum yerde kaskatı kesilirken gözümün önünde beliren siyahlıkları gözlerimi kapatıp açarak dağıttım ve kemeri hızlıca taktıktan sonra arkama yaslandım.

 

Önümüzde ve arkamızda bize eşlik eden arabalar eskisine göre daha fazlaydı.

 

"Bu kadar tedbire gerek var mıydı?" Diye sordum merakla.

 

"Yanımda sen varken çok daha fazlasına ihtiyacım var." Dedi direksiyonu sağa kırarken.

 

Kapılmadım sözlerine. İnanmadım da. Çünkü yine kıracaktı. Yine mahvedecekti.

 

"Umursamaman gerekirdi." Dedim düz bir sesle. Gözlerim akıp giden yolu izledi. "Nasıl olsa senin için eskisi gibi bir anlam ifade etmiyorum artık."

 

Sessiz kaldı. İnkar etmedi. Kırgınlığımı gidermeye çalışmadı.

 

Kader birleştirmişti yollarımızı yeniden. Beraber bir yola çıkmıştık yine, o yolun sonunda mahvolan yine ben olacaktım.

 

Bu sefer bile bile hem de.

 

"O çocuk." Dedi sorgu dolu bir sesle. Kollarımı göğüsümde birleştirmiş başımı cama yaslamıştım. Ona bakmamakta ısrarcıydım.

 

"Rowan." Dedim buz gibi bir sesle. "Onun bir adı var." Derin içli bir nefes aldığımda lenslerin arkasına gizlediğim gözlerim gözlerini buldu. "Ne soracağını tahmin etmek zor değil." Dedi ruhsuz bir sesle. "Ama hayır, Rowan benim oğlum değil." Dediğimde direksiyonu sıkı sıkı kavrayan parmakları çözüldü. Rahat bir nefes aldı. "Zaten artık istesem de bir çocuğuna anne olamam." Dediğimde kaskatı kesildi. Gözlerimi ondan çekip yeniden cama çevirdim.

 

"Doğru," dedi gaza yüklenirken. "Anne olmak hayallerinin arasında yoktu." Diyerek yıllar evvel söylediğim sözlerle beni vurdu.

 

Bir söz, beş kelime. Silinmemişti zihninden.

Ben sebep olmuştum.

 

"Eskiden." Dedim yutkunarak. Afflaladığını camın yansımasından fark ettim. "Eskiden, yoktu." Boğazıma takılan yumru genzimi tıkadı.

 

Nefes alamadım.

 

"Peki ya sen?" Dedim merakla. "Hala baba olmak istiyor musun?" Diye sordum. "Hala hayalin mi?"

 

Dudakları iki yana kıvrıldı. Gülümsemesi hayal kırıklığı barındırıyordu. "Annesinin senin olduğu bir çocuğu mu?" Dedi acımasızca. Gözlerimi yumdum acıyla. "Asla."

 

Sözlerinin kalbimde açtığı yara ruhumu deldi. "Keskin." Dedim yapma dercesine. Ona defalarca kez böyle seslenmiş, böyle bakmıştım ama her seferinde beni görmezden gelmişti.

 

O kurşun yarasının bıraktığı iz kasıklarımdaydı. Yaramı deşen sözleri sızım sızım sızlamasına sebep oldu.

 

Bilmiyorsun. Öğrenince pişman olacaksın biliyorum. Yapma.

 

"İlk giden sen oldun." Dedi nefretini kusarak. "Hep giden sen oldun. Bu sefer kalan ben olmayacağım İzgi." İçimi sıkıştıran bir nefes aldı. "Seni affetmeyi çok denedim ama başaramadım. Olmadı." Diyerek yaktı yüreğimi.

 

Zeynebimin acısı yüreğimi yakmıyormuş gibi, bir de o yaktı.

 

Omuzlarım düştü.

Kalbimin sızısı sol yanımı felç bıraktı.

 

Hak ettiğim her bir söz ruhumu katletti.

 

Sessiz kaldım. Yol boyunca gıkımı bile çıkarmadım. Ruhumdaki kadının vaveylası soluğumu tıkadı.

 

Tırnaklarım yine kanattı avuçlarımı. Ama hiçbiri o depoda öğrendiğim gerçekler kadar yakmadı canımı. Hiçbiri sol avucumdan başlayıp, kolum boyunca ilerleyip şah damarımda biten yara kadar acıtmadı.

 

Öksüz bir kadın olarak açmıştım bu hayata gözlerimi. Şimdi yetim ve kimsesizdim.

 

Araba havaalanının önünde durduğunda daha elim kapıya gitmeden korumalar tarafından açıldı. Oyalanmadan adımı mı dışarıya atarken duruşumu dikleştirdim ve ifadesizliğimi kuşandım bir maske gibi yüzüme.

 

Kapının önünde beklerken ruhumu saran ürperti bedenimi üşüttü. Gözlerim kapının arkasındaki üç bedene saplı kaldı. Sinanı gördü gözlerim önce. Uraz kucağındaydı. Uyuyordu. Ali ise hemen yanındaydı.

 

Kalbim korkuyla çarparken öne doğru bir adım attım.

 

O kapıdan ilk çıkan beni ilk fark eden Ali oldu. Gözleri üzerime saplı kalırken adımları hava da asılı kaldı. Koyu kahvelerinde ki parıltıyı seçtim. Beni ne halde bulursa bulsun, bulduğuna şükür eder gibiydi ve biraz ilerimde Keskin olmasına rağmen ondan bir çekince duymuyordu.

 

Bir adım atamadım. Herkes gibi o da beni iter diye korktum. Bir arkadaş olarak beni kabul etmezdi belki. Bir arkadaş olarak bana sarılmaz, kardeşimin acısına merhem olmazdı belki.

 

Gülümsedim. Dudaklarıma yerleştirdiğim o gülümsemeyi korumak öylesine zordu ki, bunu fark etmemesi imkansızdı.

 

Bir adım attı. Peşinden diğer adımları da geldi. Benden bir hamle beklemeden çekince duymadan bedenimi kollarının arasına aldığında kaskatı kesildim.

 

"İz," dedi aşina olduğum sesi. "Seni bir daha asla göremeyeceğimi sandım." Dediğinde kolladı bedenime daha sıkı dolandı.

 

"Ali." Diye sızlandım. Çenemi omzuna yaslarken ellerim omuzlarına tutundu çaresizce. "Zeynep..." demiştim ki gerisini getiremedim. Hazırda bekleyen yaşlar gözlerimden süzüldüğünde gözlerimi havaya diktim. Dudaklarım büzüldü.

 

"Engel olamadım." Dedi suçlulukla. "Kardeşimi Koruyamadım İz." Dedi kalbimi deşen bir sesle. Tırnaklarım ceketine saplandı. "Hiçbir şey yapamadım." Dedi mahçup bir sesle. Derin, genzimden gelen bir nefes aldım. Durdurmaya çalıştığım yaşlar yeniden aktı gözlerimden. Az ilerimde beni izleyen Sinana bakamadım. Kucağında uyuya kalan Uraza bakamadım. "Kimse sarılmadı sana değil mi?" Dedi kalbimi deşen bir sızıyla. "Kimse acına merhem olmaya çalışmadı değil mi?"

 

Sessiz kaldım. Dudaklarımı birbirine bastırırken hıçkırığımı yuttum ama ne akan yaşlar duruldu ne de titreyen ellerim.

 

"Olmamışlar." Dedi cevabını bilir gibi. "Yoksa ellerin böyle sıkı sıkı eskisi gibi asla tutunmazdı omuzlarıma." Dediğinde buz kestim. "Söylesene? Uğuruna saçlarından bile vazgeçtiğin o adam hiç mi göremedi gözünün ferini senden nasıl çaldıklarını?" Tırnaklarım ceketine saplandı, sus dercesine. "Oysa ben lenslerin arkasına da saklasan o gözlerini görür görmez anladım nasıl mahvolduğunu."

 

"Beni sarıp sarmalamasını beklemek aptallık olurdu Yüzbaşı." Dedim gülerek geri çekilirken. "Kanayan yarasına tuz basacağına, kangren olan yeri kesip attı." Yüzlerimiz karşı karşıya geldiğinde, kahvelerindeki burukluğu fark ettim.

 

Başını iki yana sallarken alay edercesine güldü.

 

"Hala mı yoksa?" Dediğimde bu seferki gülümsemesi gerçekti. "Hala mı Yüzbaşı?"

 

"Hala sayın savcım." Dedi yemin eder gibi. "Hala ölesiye." Kahvelerinde yer edinen hayal kırıklığını okudum. "Senin aksine hala ölesiye. Hala eskimedi. Hala ilk günkü gibi."

 

Sadece gözlerine baktığımda bile bunu görebiliyordum. Benim sormama gerek yoktu. Onun da dile getirmesine. Benim aksime Ali ne olursa olsun beni sevmekten asla vazgeçmeyecekti.

 

Her seferinde sor demişti bir keresinde. Seninle ne zaman yollarımız kesişirse hep sor bana demişti. Neden diye sormuştum ama cevabını alamamıştım.

 

"Eski savcı." Dedim hatırlatarak. "Artık bir mesleğim yok."

 

"Kâğıt üzerinde mesleğinin elinden alınmış olması seni olduğun kişiden ayırmaz İz." Dedi dostça. "Benim için hala aynısın. İnsan görmek istediğini görür, inanmak istediğine inanır. Ben seni bir savcı olarak görüyorum, ona inanıyorum. Bir kâğıt parçasının önüme sunduklarına değil." Dedi aklıma kazımak ister gibi. "Sende öyle yap." Eli omzumu sıvazladığında gözlerim biraz ileride bizi izleyen adamı buldu.

 

Gergin ve öfkeli hali gözümden kaçmadı. Dilini ağzının içinde yuvarlarken bir şeyler geveledi ama bu mesafeden onu duyamadım. Ali'nin tenime temas eden eline değdiğine gözleri harelerine damlayan koyluğu fark ettim. Başını sağ omzuna doğru yatırırken gözleri kısıldı. Çenesinde bir kemik seğirdi.

 

Gözlerimi ondan çekerken canlılığını yitirmiş, yorgun ve hissiz bakan bir çift kahveye çevirdim. Saçları darmadağınıktı. Üzerinde siyah bir gömlek ve pantolon vardı. Çok zayıflamıştı. Yüzündeki dolgunluğun yerini çökük elmacık kemikleri almıştı. Eskisi gibi değildi.

 

Öne doğru bir adım attığımda Ali'nin eli sırtımdan çekildi. Utancından mıdır bilinmez yüzüme bakamıyordu. Kucağında uyuttuğu oğluna sığınmıştı.

 

Şimdi Zeynep olsaydı içinde olduğu çıkmazdan çekip çıkarır, her şeye rağmen elini tutardı.

 

"Sinan." Dedim küçük adımlarla ona doğru ilerlerken karşısında dikildim. Bir elim koluma sarılırken diğer elim Urazın sırtını buldu ve hafif hafif okşadı. "Abi." Dedim kalbimin sesini dinleyerek.

 

Bir türlü bakmaya çekindiği gözlerimle buluştu kahveleri. Koskoca adam o an yıkıldı sanki. O dik omuzları çöktü. Yüzündeki katı ifade sarsıldı.

 

"İz..." diye yakardı. Dolu dolu gözlerle gülümsedim. Sol elimin parmakları onun sağ gözünden akan tek damla yaşı sıyırdı.

 

"Benden kurtulmak o kadar kolay mı sandın sayın savcım?" Dedim titrememesi için büyük bir çaba sarf ettiğim sesimle.

 

Gülümsemek istedi. Dudaklarını kıvırmak için zorladı ama başaramadı. İkimizde güçlü durmaya gardımızı indirmemeye çalıştık.

 

Sırası değildi.

 

"İz," dedi sitemle. Yakarışı kalbimi sıkıştırdı. "Zeynep benim yarımmış, ben gidince anladım." Gözlerimi kaçırdım. Derin bir nefes alırken bakışlarımı gökyüzüne diktim.

 

"Sırası değil Sinan," diyebildim. "Burası ne yeri ne zamanı." Kirpiklerim titredi. Alt kirpiklerimde asılı kalan bir kaç damla yaş yüzümde gezinmeden yere düştü.

 

Başını sallarken dudaklarını birbirine bastırdı. Boynunu büktü. Kalbini, ruhunu ele geçiren acının bir benzeri belki de daha fazlası belki de daha azı benim göğüs kafesimde yer edinmişti.

 

Alinin de Sinanın da benimde acımız birbirimize denkti.

 

Ama Uraz. Onun acısı içte benim acımdı. Onun acısı benim yüreğime denkti.

 

On yaşında bir çocuktu şimdi. Bir yıldır annesiz yaşıyordu. Yaşamaya çalışıyordu.

 

Bir yıldır öksüzdü ama artık değildi.

 

Artık onun teyzesinden de öte annesiydim.

 

Uraz bana emanet değildi Zeynep'ten. Uraz benim oğlumdu. Zeynep onu bana emanet etmeseydi bile ben yine de Urazı ölürdüm bırakmazdım.

 

 ...

 

Sanki ruhum karşımda dikiliyordu. İstanbul'a döndükten sonra, böyle yıkık dökük bir enkazdan ibaret olmama neden izin verdiğimi soruyordu bana. O eski neşeli, her şeye rağmen ufacık bir şeyle bile mutlu olmak için çabalayan, yanında kardeşi olan o kadını arıyordu ama bulamıyordu.

 

Üzeri kan lekeleriyle kirlenmişti. Ruhu karanlığın zift rengine bürünmüştü. Sol göğüsünde kocaman bir oyuk vardı. O oyuğun içi bomboştu.

 

Ruhum artık karanlıkta ve paramparçaydı.

 

Bakışlarım yavaşça yaklaşık bir saat önce kanepeye yatırdığım, üzerini örttüğüm o bilmese bile saçlarını defalarca kez öptüğüm, göz yaşlarımı üzerine akıttığım oğlan çocuğunu buldu. Urazımı.

 

Yavaş yavaş kararmaya başlayan hava odanın içini de soğuk bir griliğe bırakmıştı ve bu karanlıkta huzurla uyuyan çocuğun yattığı kanepenin önüne çömelmiş uyanmasını bekliyordum.

 

Belki kabus görürdü. Korkup etrafına bakar ilk Zeynebi arardı böyle zamanlarda. Şimdi Zeynep yoktu. Uyandığında yanında anne yarısını görmek ona iyi gelirdi belki.

 

Arkamda dağ gibi dikilen Sinanın omuzları düşüktü şimdi. Başı öne eğikti.

 

"Mutlu musun şimdi?" Diye fısıldadım boşluğa doğru. "Yere göğe sığdıramadığın Leylana kavuştun. Artık bir engel olarak gördüğün Zeynep'te yok hayatında." Dedim dudak bükerek. Parmaklarım Urazın saçlarının arasında gezinirken gözlerim boşluğa dalmıştı.

 

"İz yapma," dedi genzinden gelen boğuk bir sesle. "Yalvarıyorum bari sen yapma."

 

"Hiç sevmedin onu." Diye devam ettiğimde kendimden geçmiş gibiydim. Her şey o kadar üst üste gelmişti neye nasıl davranacağımı şaşırır olmuştum artık. "Sen Zeyneb'i hiç sevmedin ki Sinan." Dedim öfkeyle. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Yanaklarımın içini dişledim ve gözlerimi yukarı diktim.

 

Kirpiklerimde asılı kaldı yaşlar.

 

"Her gün gözünün için baktı senin. Sen benim kardeşimi görmedin bir kez olsun."

 

Nefesimi dudaklarımın arasından zorlukla verebildiğimde boğazımdan acı bir inlemeye benzer bir ses yükseldi.

 

"İz," dedi yapma dercesine. "Benim canım yanmıyor mu sanıyorsun? Ben mahvolmadım mı sanıyorsun?!" Diye yakardı. "Zeynep öldü, İz! Zeynep! Dünyam başıma yıkıldı benim!"

 

"Çok mu umurundaydı sanki?" Dedim hiddetle oturduğum yerden ayaklanırken bir hışımla karşısında dikildim. Bir elimi göğüsüne doğru vururken geriye doğru sendelenmişti. "Zeynep sana her elini uzattığında, her sana ihtiyacı olduğunda ona arkanı dönmeseydin benim kardeşim şimdi yaşıyor olacaktı!"

 

Bir kez olsun sevmemişti. Sevgisini, merhametini her şeyini esirgemişti ondan. "Haklısın," dedi çaresizce. "Herkesi sığdırdım şu küçük dünyama bir Zeyneb'i çok görmüşüm ben. Benim sığdıramadığımı da kara toprağa sığdırdılar." Gözlerinizden akan yaşların, boğazıma takılan yutkunmasını engelleyen yumrunun bir benzer bende de vardı. "İz kapalı alan korkusu var onun." Dediğinde dudaklarımdan kaçan hıçkırığa engel olamadım. "Zeynep orada nefes alamaz."

 

Gözlerimden akan yaşlar dur durak bilmezken, içimdeki acı ciğerlerimi sıkıştırdı. "Bizim yüzümüzden oldu." Dedim acımasızca, bir gerçeği kendime itiraf ederek.

 

"Koruyamadım." Dedi kendinden geçmiş bir halde. "Omuzları çöktüğünde karşımda hıçkıra hıçkıra ağladı. "Koruyamadım İz. Koruyamadım." Dedi transa girmiş gibi. "Kollarımda öldü lan! Kollarımda öldü! Hiçbir şey yapamadım!" Dedi elini anlına vururken, kahveleri beni buldu. "Zeynepsiz ne yapacağım ben?" Diye sordu.

 

Başımı iki yana doğru salladığımda dudaklarımdan bir hıçkırık daha kaçtı. Yaşlar önümü görmemi zorlaştırdı.

 

Dizlerinin üzerine düştüğünde sırtını kanepeye yasladı. Bir elini yüzüne kapatırken sessiz sessiz ağladı. Hiçbir şey yapamadım. "Gidemedim cenazesine." Dediğinde ona bakakaldım. "Ölümünü bile kabullenememişken cenazesini kaldıramazdım." İçimdeki acı öylesine büyüktü ki bana nefes aldırmıyordu. "Bu acı öyle bir acı ki etimi kemiğimden sıyırsam geçmez." Dediğinde içimdeki acıya ses oldu. "İz?" Dediğinde yanına çömeldim sessizce. Başını omzuna doğru eğerken, "Çok acıtıyor be kızım." Dedi. Sol gözünden akan bir damla yaş şakaklarına doğru yol çizdi. Parmaklarım o yaşı sildi sessizce. "Neden bu kadar çok acıtıyor.?"

 

"Bilmiyorum." Diyebildim birbirine bastırdığım dudaklarımın arasından. Gözlerimi yukarıya diktim ağlamamak için ama başaramadım. "Bilmiyorum abi." Dediğimde birkaç yaş avuçlarıma düştü. "Bildiğim tek bir şey var," dedim burnumu çekerken. "Zeynep onu unutmanı, sanki hiç o olmamış gibi yaşamanı istemezdi." Dedim dudak bükerek.

 

Gülümsediğinde, "Nasıl unutayım be kızım?" Diye yakardı. "Ben ölürüm, yine de Zeynebi unutmam." Dedi yemin eder gibi. "Kollarımda cana verdi. Onca şeye rağmen giderken bile bana hala seveceğini hep seveceğini unutturmadı." Dedi bir çocuk gibi ağlayarak. "Bende unutmayacağım. Unutturmayacağım."

 

Dudaklarım titredi. Titreyen dudaklarımın arasından büyük bir nefes çektim ciğerlerime ama yetmedi. Aldığım her nefeste boğuldum çünkü. Aldığım her nefes hayali bir urgan gibi dolandı boynuma çünkü.

 

Bir süre sonra olduğum yerde kılımı bile kıpırdatmadım. Sinan bana yaslanmış halde, ikimizde göğüs kafeslerimizde aynı acıyla birbirimize sığındık.

 

Başka kimsemiz yoktu.

Birbirimizden başka kimsemiz yoktu.

 

"Anne." Kalbimin durmasına sebep olacak bir ses kulaklarıma ulaştığında oturduğum yerde buz kestim.

 

Acının beni ezip geçtiği, un ufak ettiği bir şekilde Sinan'dan geri çekildiğimde gözlerim koltuğun üzerinde, yüzünde huzursuz bir ifadeyle ter içinde uyuyan ve sayıklayan Urazı buldu.

 

Oturduğum yerden sarsılarak toparlandığımda Sinan'da benimle birlikte ayaklandı ama ben ondan önce vardım Urazın yanına. Titreyen ellerim Urazın yüzüne dokunmak için uzandı ama yapamadım.

 

Yüzünde oluşan ağlamaklı ifade yüreğimi deşti.

 

"Anne." Dedi bir kez daha. Sesi yalvarır gibi çıkmıştı. Gerçekleşmesini istediği bir dilek gibi. "Anne." Dedi bir kez daha ısrarla yattığı yerde dönüp durdu huzursuzca.

 

"U-uraz." Dedim titreyen sesimle. Tir tir titreyen ellerim yanaklarına dokunduğunda huzursuzluğu attı.

 

Başını öfkeyle iki yana doğru salladığında, "Anne, lütfen." Dedi. "Anne, gitme lütfen." Dedi ağlaya ağlaya.

 

"Bebeğim," dedim onu hafifçe sarsarken ağlamalarım durmuyordu. "Uraz." Diye sayıkladım.

 

"Hayır, hayır, hayır!" Dedi.

 

"Uraz!" Dedim bu kez daha yüksek bir sesle. Ellerim yüzünü sıyırdı. Kirpikleri titrediğinde eskiden Işıl Işıl parlayan gözleri korkuyla açıldı. "Buradayım bebeğim." Dedim yatıştırıcı bir sesle.

 

Yüzü düştüğünde gözlerine yaşlar doldu, "Teyze." Dedi ağlamaklı sesiyle.

 

"Teyzem." Dedim onu yavaşça doğrulturken, saçlarının arasına birkaç öpücük bırakıp sarıp sarmaladım onu. Sinan ayaklanırken, bizim yalnız kalmamıza karar vermiş olacak ki yavaşça yanımızdan ayrıldı. "Buradayım bebeğim. Burdayım birtanem."

 

"Gideceksin yine." Dedi hıçkıra hıçkıra ağlarken kucağımda kuş gibi titriyordu. Ter içinde kalmıştı. "Bırakacaksın beni yine."

 

"Hiçbir yere gitmiyorum." Dedim daha sıkı sarılırken. "Duydun mu beni? Hiçbir yere gitmiyorum." Dedim söz vererek. "Seni da asla bırakmayacağım."

 

"Annemde hep öyle söylerdi," dedi burnunu çekerek. "Ama gitti. Bıraktı beni." Ona sokuldum.

 

"Anneler bazen verdikleri sözü tutamayabilirler bebeğim," dedim saçlarını okşarken titreyen bedenini yatıştırmaya çalıştım. "Bu istemeyerek olur. Annen seni isteyerek bırakmadı. Bırakmak zorunda kaldı. Biliyorsun değil mi?"

 

"Biliyorum." Dediğinde kollarını sıkı sıkı bana doladı. "Biliyorum teyze ama gitmese olmaz mıydı? Biraz daha kalsaydı."

 

Tırnaklarım avuçlarımı kanatırken ağlamak için gözlerimi yukarı diktim. Sessizce içime akıttım acımı.

 

"Söz uslu duracağım artık ama annem geri gelsin." Diye yakardı.

 

"Uraz," dedim dikkatini dağıtmak için. "Annen yanında olmayabilir ama seni izliyor sürekli biliyor musun? Hep gözü üstünde." Dediğimde sakladığı yüzünü göğüsümden kaldırdı ve yaşlarla ıslanmış kirpiklerinin arasından bana baktı.

 

"Nasıl?" Diye sordu merakla. "Annem çok uzağa gitti ama. Görmez ki beni..." dedi dudak bükerek.

 

"Hayır," dedim gülümseyerek. Elinden tutarken koltuktan benimle birlikte indi ve perdeleri çekerken büyük uzun camların ardından gözüken yıldızlarla sürülenmiş karanlık gökyüzünü gösterdim ona. "Bak." Dedim umutla. "Yıldızları görüyor musun?" Diye sordum. Merakla gökyüzüne bakıyordu. "İşte annen orada." Dediğimde gözleri bana döndü. "Her gün battığında, anneni özlediğinde gökyüzündeki en parlak yıldızı ara, annen orada seni izliyor olacak."

 

"Gerçekten mi?" Diye sordu umutla bana bakarken. Bir şeylere inanması gerekiyordu. Tutunacak bir dalı olması gerekiyordu ve çocukken bir zamanlar inandığım geceleri pencerenin önüne oturduğum annemle sohbet etmeye çalıştığım on altımda bunun bir batıl inançtan ibaret olduğunu öğrendiğimde ağlaya ağlaya ettiğim vedayı hatırladım.

 

"Evet," dedim gülümseyerek. "Sevdiklerimiz bizden ne kadar uzakta gözükürse gözüksün aslında bir o kadar da yakınımızdadılar o yüzden bakmakla kalırsak bazı şeylere hiçbir şeyi göremeyiz bebeğim." Dedim öğüt verir gibi. "Bir şeylere bakmaktan öte onları görmeyi dene."

 

Gözleri yeniden gökyüzüne döndüğünde bağdaş kurdu ve yere oturdu. Bu hareketi gülümsememe sebep olurken bir zamanlar hep yaptığı şeyi yaptı. Başını dizlerime yaslarken ellerini kulağının altında birleştirdi ve gökyüzünden çekmedi gözlerini.

 

Küçük adım sesleri işittim daha sonra. Yanımda kucağında tuttuğu yastığıyla biten Rowan gülümsememe sebep oldu. Uraz merakla ona bakarken gözlerimi kapatıp açtım ve bu onun için yeterli oldu.

 

"Gel bakalım sende." Dediğimde sağ tarafıma kuruldu. Küçük bedenini kucağıma alırken başı sağ göğüsüme yaslandı ve elleri göğüs kafesime tutundu. Yarım bıraktığı uykusuna göğüsümde devam ederken Uraz bir an olsun kırpmadı gözlerini.

 

Derin bir nefes alırken buruk bir tebessümle baktım gökyüzüne. Bunu yeniden yapmak eski İze kavuşmuş gibi huzurlu, mutlu ama bir o kadarda eksik hissettirdi.

 

 

 

HELEN AMON

 

Ayaklarımın altında cam kırıkları. İnce bir ipinde yürüyorum sanki. Her yediğim darbe sarsılmama ve yere o cam kırıklarının içine çakılmama sebep oluyordu.

 

Her yerim yara bere. Her yerim çiziklerle, cam kırıklarıyla ve kan izleriyle dolu. Her bir hareket, her bi eylem derime işleyen o cam kırıklarını ruhuma da saplıyor, yirmi iki yaşında ki kadının ruhundaki acının her geçen gün katlanarak artmasına sebep oluyordu.

 

Yaşım yirmi sekiz şimdilerde ben yirmi ikimde takılı kaldım hala. Yirmi ikiden öncesinde ve yirmi iki de.

 

Yirmi ikimi benden alan bir adam vardı hayatımda. Yıllar sonra çıkıp gelen, karşıma çıkan beni alt üst eden. Hadsizce hesap soran. Sebepsizce terk eden. Bir başkasına giden.

 

Yemyeşil gözlerinde ki belirsizlik içimi karartıyordu. Bir zamanlar özlediğim, gidişinin ardından neredeyse aklımı yitireceğim yeşilleri şimdi karşımdaydı ve bana hatırlattığı tek şey acı dolu hatıralarımdı.

 

Yüreğim razı değil senden.

Sen bilmesen bile.

 

"Uzun zaman oldu Helen," dedi tok bir sesle. Aldığı nefes rahat mıydı şimdi? Yıllar sonra adımı zikretiğinde kalbimin nasıl acıdığını bilseydi bir kez daha söyler miydi? "Seni yeniden görebildiğime çok sevindim."

 

"Öyle Boris." Dedim buz gibi bir sesle. "Sizi görmek beni de mutlu etti." Ellerim yumruk halini aldı her iki tarafımda. Tırnaklarım avuçlarıma battığında boğazım düğüm düğüm eden yumru kalbimi sıkıştırdı. "Bu arada tebrik ederim." Dakikalar önce öğrendiğim haber elden ayaktan düşmeme sebep olmuştu.

 

"Ne için?" Diye sordu kaşlarını çatarak. Hayal kırıklığı içinde baktım ona. Ağlamaktan kan çanağına döndüğünde emin olduğum gözlerim kırıklarla doluydu.

 

"Karınız hamileymiş, baba oluyormuşsunuz." Dedim zorlukla. Kalbimi kasıp kavuran acı bana nefes aldırmadı. "Umarım sağlıkla kucağınıza alırsınız."

 

O kadının yüzü gözünün önünden gitmiyordu. Haberi verdiğinden mutluluğu zihnine kazınmıştı.

 

FBI'da koridorda danışmada elimdeki evrakları okurken gözlerim içeriye giren ufak topluluğa kaydı. X-raydan geçerken çıkan sesleri aldırmadan içeriye girmeye çalıştıklarında elimdeki dosyayı danışmaya bıraktım ve adımlarımı oraya doğru attım.

 

"Merhaba," dedim karşılarında dururken hepsinin bakışları beni buldu. Üzerimde lacivert kamuflaj kıyafetlerim vardı. Saçlarımı tepeden sıkı bir at kuyruğu yapmış ellerimi arkada birleştirmişken avuçlarımın arasında tuttuğum bıçağım hali hazırdaydı. "Üzerinizde emanetlerle içeriye giremezsiniz." Dedim sertçe. "Zorluk çıkarmadan dışarıya çıkın."

 

Korumalardan birisi öne doğru çıktığında takım elbisesinin yakasında meclise ait olan broşü fark ettim. Kaşlarım havalanırken, "Kim için buradasınız?" Diye sordum merakla. Korudukları kadın oldukça güzel bir kadındı. "Bana meclisten birilerinin geleceği bilgisi verilmedi. Bayan Alacahan da bay Alacahan da burada değiller."

 

"Bay Boris için buradayız." Dediğinde kemiklerime kadar buz kestim. İfadem de ki değişikliği ve afallamayı fark etti. Omuzunun üzerinden arkasına baktığında gözlerim kahve gözlerin sahibi olan güzel bir kadını buldu. Üzerinde beyaz bir etekli takım varken, kahve saçları omuzlarına doğru dökülüyordu. "Ariana Boris," avuçlarımın arasında tuttuğum bıçak etimi kesti.

 

Oydu. 

Onun karısıydı.

 

"Helen?" Benjaminin eli avuçlarımın arasında tuttuğum ve arkama sakladığım elimin üzerine sarıldığında yanımda belirdi. "Bir sorun mu var?" Diye sordu merakla. Ariananın meraklı gözleri yanında dikilen kadın korumayı bulduğunda gözlerinin içine baktı.

 

Onunla beraberken de yanında olan korumaydı. Beni tanıyordu. Gözlerini kapatıp açtığında Ariananın meraklı gözlerinin yerini alan nefreti gördüm.

 

Beni tanıyordu.

 

"Hayır." Dedim omuzlarımı dikleştirerek. "Kendilerine üzerlerinde emanetle giremeyecek olduklarını aksi takdirde zor kullanacağımı belirttim." Dediğimde Benjaminin kaşları çatıldı. "Buraya bu şekilde hiç kimse giremez." Dedim sertçe. "İzin vermem."

 

Elimin üstüne sarılan elinin baskısı arttığında bıçağın açtığı kesik derinleşti ve gözlerim gözlerine saplandı.

 

"Sorun değil," dedi naif sesin sahibi. "Ajanınız üzerine düşen görev neyse onu yapıyor. Buraya destursuz bu şekilde gelmek bizim hatamız." Dedi samimiyetsiz bir şekilde ama ona dönüp bakmadım. Gözlerimi Benjaminin gözlerinden ayırmadım.

 

"Böyle ufak tefek sorunlar olabilir. Önemli olan sorun çıkarandan halletmek." Dedi imayla.

 

"Sorun çıkarmadım." Dedim öfkeyle dişlerimin arasından konuşarak. "Bırak." Dedim ikaz ederek.

 

Gözleri üzerimden ayrıldığında yüzünde oluşan gülümsemeyle beraber ona baktı."Hamileliğiniz nasıl gidiyor bayan Boris." Dediğinde sözleri dumura uğramama sebep oldu. Harelerime damlayan koyuluğun sebebi acıdandı. "Cinsiyeti henüz belli değil diye duydum?"

 

"Öyle." Dedi Ariana bekletmeden. "Henüz dört haftalık. Daha çok küçük. Bende kontrole gidecektim aslında ama Venom beraber gitmememizin daha doğru olduğunu söyledi."

 

Kalbime saplı olan o hançeri elinde tutuyordu şimdi. Çevirdikçe çeviriyor beni lime lime ediyordu.

 

Her bir söz nefesimi kesti. Her bir söz bedenimde bir yara açtı. Keskin bir bıçak görevini gören her kelime ruhuma saplandı.

 

Cinsiyetinin belli olması için dört aylık olması gerekiyordu. İlk aylar bulantılarla boğuşması gerekiyordu. Onun yanında olacak birileri vardı ama benim yanımda kimse yoktu.

 

Çünkü benim bir kızım olacağını öğrendiğim gün onu kaybettiğim gündü.

 

Onu kucağıma alacak kadar vaktim yoktu.

 

"O yüzden buradasınız herhalde?" Diye devam etti Benjamin. O kör bıçak biraz daha derine saplandı. "O halde biz sizi daha fazla tutmayalım." Dediğinde gözleri bana döndü ve öylece kalakalmış halimi görmek gülümsemesine sebep oldu. "Theo, bayan Borise eşlik et." Diye emir verdi.

 

Avuçlarımın arasındaki bıçak daha derine saplandı. Çok daha derine. Kirpiklerim acıdan titredi ama bir damla göz yaşı dökülmedi gözlerimden.

 

Kader bağlarımız kopuktu bizim.

Dikiş atsam da tutmazdı.

 

Daha fazla orada duramadım. "Ben gideyim artık," dedim geriye doğru bir adım atarken eve girmek için. "Malum bekleyenin vardır senin." Arkamı ona döndüğümde kirpiklerimde asılı kalan yaşlar yanaklarımdan kor bir alev gibi süzüldü.

 

Hayalini kurduğum her şey üzerime yıkılmıştı.

 

O enkazdan sağ çıkamamıştım.

 

Titreyen ellerimle kapıyı açıp içeriye girerken sırtım kapıya yaslandı. Dizlerimin üzerine düşerken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Bir elimi yüzüme örterken acım göğüs kafesimde kendine yuva edindi.

 

"Seni ne kadar çok sevdiğimi, sana nasıl kör kütük aşık olduğumu biliyorsun değil mi?"

 

"Hiç aklımdan çıkmıyor ki."

 

Benim aklımdan hiç çıkmamıştı. Ne aklımdan ne kalbimden hiç çıkmamıştı. Ben ondan hiç gidememiştim.

 

Ama o benden gitmişti. Beni aklından da kalbinden de silip atmıştı.

 

Düğüne günler kalmıştı. Günler kalmıştı ve ben ona baba olacağı haberini vereceğim o gün dünyamın başına yıkıldığı o gündü.

 

Kaç dakika orada öylece oturdum ağladım bilmiyorum. Sadece saatlerce boşluğa takılı kalmış bir şekilde bakakaldığımı hatırlıyorum. Zihnimin durduğunu ve algımı yitirdiğimi.

 

Kısa bir an için gözlerin İzin çekmecesine kaydı. Kalp içları diye gözüken ama içi uyuşturucu dolu haplarla dolu olan ilaç kutularının olduğu çekmeceyi açmak o hapları almak ve aşırı dozdan ölmek istedim.

 

Bunu yapmamak için defalarca kez kafamı yasladığım kapıya vurdum. Çoğu kez zihnimden kurtulmak istediğim seslerden ötürü sertçe. Dermanım kalmadığında çöktüğüm yerde öylece kalakladığımda zayıfça.

 

Yine de düştüğüm o bataklıktan kurtulmadım.

 

İzi hatırlarım daha sonra. O kurşundan sonra aldığı darbeyi. Bir daha anne olmayacağını öğrendiğinde deli gibi uyuşturucu içmeye başladığını hatırladım. Defalarca kez intiharın ucundan zor bela aldığım günleri hatırladım.

 

Yaşadıklarının çeyreğini bile bilmiyordum. Yaşadıklarının çeyreğini bile yaşamadım. Ama biliyorum. Onun acısı öyle bir acı ki çoğu zaman ona nefes bile aldırmıyordu.

 

Ben şimdi gitsem, sığınsam bir İze sığınırım. Beni o anlar. Kendi acısını unutur, beni teselli eder. Eli yanar ah etmez, ağlamaz. Benim acıma ah eder de ağlarda.

 

Yaşım yirmi sekiz şimdilerde.

Ama ben yirmi ikimde takılı kaldım.

 

 

 

...

 

 

 

 

 

İlahi Bakış Açısı

 

 

 

Helen, akşama doğru soğuk bir duş almış, eve sığamamış kendini Drewin evinde bulmuştu. Gözleri geceleri bir an olsun uyuyamayan ama şimdi uzandığı kanepede sığındığı iki oğlan çocuğuyla birlikte huzurla uyuyan kadındaydı.

 

Kardeşi.

İz.

 

O saçlarını kesip Aaronun karşısında dimdik durduğu anı unutamıyordu, Helen. Saçlarını kesip attığı an ruhundan birçok parça kopardığı andı. Eksikti. Yarımdı. Hafızası yerinde değildi. Sürekli bir şeyleri unutuyor, hatırlayınca acısı ilk günkü gibi göğüs kafesinde yer ediniyordu.

 

Kalbine bir zehir gibi işleyen uyuşturucuyu birkaç gündür kullanmıyordu belki ama uykusunda bile titreyen elleri iyi olmadığının büyük bir göstergesiydi.

 

Çalan kapının sesiyle Helen, yerinden hızla ayaklanırken uyanmamaları için bir koşu kapıya gidip açtı. Karşısında Lideri bulurken istemesizce tereddüt etti ama kapıyı araladı.

 

"İçeri de mi?" Diye sordu düz bir sesle. Katı ve sertti. Onu hiç gülerken görmemişti. İçeriye doğru adım attığında kapıyı arkasından kapattı.

 

"Uyuyor." Dedi boş bir sesle arkasından ilerlerken adımları salonun girişinde bıçak kesildi.

 

Katran karası gözleri gördüğü tabloda takılı kaldı. Kelimeleriyle İzi her yaraladığında İz'de böyle kalakalıyordu.

 

"İyi bak." Dedim Helen, acımasızca. "Orada annesiz büyüyen iki çocuğa sığınan kadına iyi bak Keskin." Hatırladıkları içimin acımasına sebep oldu. Kardeşinin acısı boğazını düğüm düğüm etti. "O kadın bir daha hiçbir zamana anne olamayacağını bir kez daha öğrendi." Dediğinde kaskatı kesildi.

 

Keskin kaskatı kesilirken yanlış duyduğunu düşündü. Kara gözleri yanındaki kadına döndüğünde acı gerçek bir tokat gibi yüzüne çarptı.

 

"İnanaması zor değil mi?" Dedi buruk bir şekilde gülümseyerek. "Ama gerçek bu." Dedi dudak bükerek. "İz'in bir daha anne olması imkansız."

 

"Yalan söylüyorsun." Dedi. Gözleri koltukta uyuyan kadından ayrılmadı. Yüreğini sıkıştırdı Helenin sözleri. Sabah ona sarf ettiği sözler çıldırmasına sebep oldu.

 

"Geçen sene," diye söze başladı. "İzin zaten bir FBI ajanı olmadığını biliyorsun bu onu korumak için oluşturduğumuz bir kamuflajdı ve bütün ajanların katılması gereken görevde izde yer almak zorundaydı çünkü FBI'dan sorumlu olan kişi de bu operasyonda yer alacaktı ve böyle bir şey yaptığımız anlaşılırsa hepimiz mesleğimizden olurduk. İz'de bu konularda tecrübesi olduğu için ve bu süreçte kendi kendini eğittiği için hiçbirimiz bir sorun görmedik ama operasyonda rahmini parçalayan bir kurşun yüz-"

 

"Sus!" Dedi hiddetle sözünü keserek. Kan dolmuştu gözleri. Vücudu gerilmiş, kirpikleri titremişti. İze söylediği her sözün altında ezildiğini biliyordu, Helen. Geldiği günden beri sadece onu üzmekten daha beter bir hale getirmekten başka bir şey yapmamıştı.

 

İnanmıyordu Keskin. Konduramıyordu. İnanmak istemiyordu.

 

"Zaten artık istesem de bir çocuğuna anne olamam." Diyen sesi zihninde yankılandı. Boğazına sarılan görünmez eller ona nefes aldırmadı.

 

"Bende zamanında bebek bekliyordum." Biraz olsu içini dökmek istedi Helen. "Bir kızım olacaktı." Gözlerinden süzülen yaşlar önünü görmesini zorlaştırdı. Ayakta duracak dermanı kalmadığında tekli koltuklardan birine çöktü yavaşça. Başını eğdiği yerden kaldırmadı. Sözleriyle paramparça ettiği adamı göremedi. "Dört aylıktı düşük yaptığımda, kucağıma bile alamadım." Diye sayıkladı. "Sen anlamazsın belki onun acısını ama ben anlarım. Aynı yerden yaralıyım ben kardeşimle. O zaten sana yaptığı şeyin altında eziliyor her gün. Gözünün içine bakıyor ama sen içinde kalan son şeyi de öldürüyorsun bilmeden."

 

Omuzları çöktü. Kendini zor tutarken dudaklarını birbirine bastırdı Keskin. Bugün öyle bir yakmıştı ki sevdiği kadını ölse unutturamazdı ona.

 

"İz zaten paramparça," dedi sitemle. "Sende daha fazla kırıp dökme artık." Diye yakardı. "Bak dayanacak gücü kalmadı o kızın. Bir gün bu kapıyı açtığında yerde kanlar içinde görürsen onu geri getiremezsin. Geçmişi o telafi etmeye çalışıyor, çabalıyor sende görmezden gelme artık."

 

Dinleyemedi daha fazla. Duramadı orada. Arkasını dönüp evden çıkarken bağladığı kravatı nefesini kesti. Hiç kimse bütün gece deli gibi içtiğini, aklını yitirecek kadar kendini kaybettiğini Helenin sözlerinin altından kalkamadığını ve deli gibi ağladığını bilmedi.

 

Yara olmuştu sevdiğine. Bütün gece zihninde bunlar dönüp durmuştu.

 

Yaşarken ölmenin ne demek olduğunu bir kez daha anlamıştı.

 

 

İZGİ KARA ALACAHAN

 

Bir şeyler oldu.

Sana anlatamadım.

Yanına gelmedim beni istersin diye.

Bir şeyden vazgeçtim. Acısı hala içimde. Sen bilmesen de beni suçlasan da ben senin için istedim, kabul ettim ama olmadı.

Anlatmak istedim. İzin vermediler.

 

Mürekkebe boyanan parmaklarımın arasından sızan boya günlüğümün sayfalarına aktı. Dün gece deliksiz bir uyku çekmiştim. Bu sabah gün ağırmadan uyansam da en azından biraz da olsa uyuyabilmiştim.

 

Sabahın köründe kapımı çalan avukatta ayrı bir şeydi. Zaten sevmiyordum. Bir kaşıkta boğazım geliyordu ama o da rahat durmuyordu.

 

Neymiş? Evlilik sözleşmesi yapmamız gerekiyormuş. Haspama bak ya! Kendinde ne had buluyorsa?!

 

"Sözleşmeyi imzalamanız gerek İz hanım." Dedi düz bir sesle. "Aksi takdirde evlilik süreciniz biraz sancılı geçecek."

 

"Bak Helin." Dedim oturduğum yerden ayaklanıp karşısında dikilirken ona üstten üstten baktım. "Buradakiler sana onu özgürlüğüne kavuşturacağın için saygı duyuyor olabilir. Buradakiler o istiyor diye seni koruyor olabilir, sen buna dayanarak kafana göre işler yapıyor olabilirsin ama atladığın bir şey var." Dediğimde kaşları çatıldı. "Bunlar o istiyor diye yapılıyor. Aksi halde onlar için hiçbir önem ifade etmeyen bir avukata saygı da duymazlardı onu korumazlardı da. İşte seninle aramızdaki en büyük fark bu. Ben bunlar için ona ihtiyaç duymadım. Ben zaten bunlara sahiptim. Senin aksine." Dedim alayla.

 

Kollarımı göğüsümde birleştirirken rahat bir nefes aldım. "Unuttuğun bir diğer şeyse o istiyor diye burada olabilirsin. Ama ben ne zaman istersem o zaman gideceksin ben ne zaman öl dersem işte o zaman öldürüleceksin ya da öldüreceğim."

 

"Sen bana ne yapacağımı söyleyemezsin!" Dedi sözlerimin etkisiyle öfkeyle bir anda parlayarak. Üzerime doğru atılmak için hamle yaptığında İdil onu kolundan yakalayıp geri çekti hızla.

 

"Deneme bile."dediğini duydum.

 

Kan beynime sıçrarken gözlerim etrafı taradı. Bütün gün kendini beğenmiş halleri çileden çıkmama sebep olmuştu. Gözlerim masada durduğunda adımlarımı oraya doğru attım ve avuçlarımın arasına aldığım vazoyu öfkeyle masaya vururken parçalanan büyük bir cam parçasından birini kavradım. Sıkı sıkı tuttuğum cam parçasını Helinin boğazına yaslarken diğer elim kolunu kavradı sıkı sıkı.

 

"En iyisi ben sana neler yapabileceğimi göstereyim." Dedim camı iyice boğazına bastırırken derisinde küçük bir kesik açıldı. "Uygulamalı olarak hemde!"

 

"Ne oluyor burada?!" Diyen onun sert ve öfkeli sesini duydum ama umursadım. Helinin yüzünde alay dolu bir gülümseme oluştu. Kurtulduğunu sanıyorsa aptalın tekiydi.

 

"Bencilin tekisin." Dedi öfkeyle. "Onu hak etmiyorsun!" İdilin dudakları alayla kıvrılırken Isabelle gülümsedi.

 

Alayla güldüm. "Kim hak ediyor onu?" Dedim tiye alır gibi. "Sen mi?" Dedim dudak bükerek küçümsercesine.

 

"İzgi!" Dedi ikaz edercesine.

 

"Yeniden seninle nikah masasına oturacak olması seni ümitlendirmesin." Parmaklarımın karıncalandığını hissettim. "Bu onunla yapacağın ikinci evliliğin ve değişmeyen tek şey seninle isteyerek değil mecbur kaldığı için evleniyor olması."

 

Kendimi zapt etmekte zorlanırken, o daha ne olduğunu anlayamadan boğazından çektiğim cam parçasını avuçlarımın arasına aldım ve sağ elimi saçlarının arasına geçirdiğimde önümdeki yemek masasına suratını çarptım.

 

"İzgi!" Diye bağırdı bu kez.

 

"Ne?!" Dedim öfkeyle arkamı dönerken. Beyaz masa kana bulandı. Omuz silkerken, "Çok konuşuyordu, bende susturdum." Dedim küstahça. Kızgın kızgın bakan gözleri zerre umurumda değildi. "Yanlış bir şey mi yaptım Alacahan?" Dedim alayla.

 

Isabelle arkadan kafasını uzatırken, "Kesinlikle doğru olanı yaptın." Dedi. Bana destek çıktığında gülümsedim. "Kan görmeyeli uzun zaman olmuştu. Ellerin dert görmesin." Dedikten hemen sonra bana öpücük attığında aynı şekilde karşılık verdim.

 

"Bir kişi ulan!" Diye gürlediğinde onu aldırmadan yanından salına salına geçtim ve Isabelle'nin yanına oturmadan hemen önce uzattığı eline çaktım. "Bir tane akıllı yok lan etrafımda!" Dedi kendine kızar gibi. "Ya sen?!" Dedi sinirle bana dönerken. "Sen kime benzedin böyle?!"

 

"Bacak bacak üstüne atarken, "Huyum kurusun." Dedim keyifle. Sıyrılan eteğimden dolayı ortaya serilen uzun bacaklarımda gezindi gözleri. "Git gide kocama benzemişim." Burnundan sert bir nefes verdiğinde sözlerimin hoşuna gittiğini biliyordum. "Ve bundan zerre şikayetçi değilim."

 

"Dışarı," dediğinde kaşları havalandı. Küçük vizonun üzerindeki çerezlerden birkaçını ağzıma attım. "Hepiniz!"

 

"E daha yeni geldik!" Diye isyan etti Isabelle. Keskin itiraz istemezcesine ikaz edercesine ona baktığında oflayarak oturduğu yerden ayaklandı. Helini yerlerden toplayan korumaları görmezden gelirken, "Sen ne zamandır işe çıkmıyorsun?" Diye sordu Isabelle İdilin yanında yer alırken.

 

"Beş aydır." Dedi İdil huzursuzca. Bahsettikleri iş İdilin adam soğan doğrar gibi adam doğramasıydı.

 

Hayret bir şeylerdi yani!

 

"Gelelim sana," dediğinde bakışlarım onu buldu. "Drew denen o adamla aranda ne var?" Diye sorduğunda kaşlarım çatıldı.

 

"Anlamadım?" Dedim oturduğum yerse hafifçe doğrularken.

 

"Onunla aranda ne var?!" Dedi bir kez daha ısrarla. Ne duymuştu bilmiyordum ama sert ve tok sesi kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Oturduğum yerde bacak bacak üstüne atmış kaşlarım havalanmıştı.

 

"Bu seni ne kadar ilgilendirir?" Dedim alayla. "Ben sana Helinle ne halt ediyorsun diye soruyor muyum?! Ya da Oliviayla ne bok yediğini?!" Dedim öfkeyle.

 

Dikkatimi dağıtan damarlı ve kaslı kolları oturduğum koltuğun kolçaklarına yaslandığında üzerime doğru eğildi. "Karım olduğunu unutuyorsun." Dedi öfkeyle.

 

Gülümsediğimde, üzerime yüklendiği için alttan alttan ona baktım. Kara gözleri kör bir kuyu gibi genişlemişti. "Hatırlat o zaman." Dedim kışkırtıcı bir sesle. "Ah!" Dedim yeni hatırlamış gibi. "Doğru ya bu evliliğin sınırları vardı. Ayrıca eski karından karım diye bahsetmen sence de yanlış değil mi?" Dedim alayla. "Ve sen şu anda sınırlarımı aşarak hata yapıyorsun Alacahan. Sen hata yapmayı sevmezsin." Dedim çenemi havaya dikerek.

 

Burnundan öfkeyle bir soluk verdi. "Sınırlar." Dedi sertçe. "Siktiğimin sınırları." Dediğinde ona ayıplarcasına baktım. Yüzü gittikçe yaklaştığında, "O sınırlar senin karım olduğun gerçeğini değiştirmiyor ama." Dedi beni buna ikna etmek ister gibi her kelimenin üzerine basa basa. Dudaklarımız arasında bir karışlık mesafe vardı.

 

"Hmm," dedim genzimden gelen derin bir sesle. Yutkunduğunu hareket eden adem elmasından anladım. "Öyle mi?" Dedim alayla gülerek. "Sanırım karın olduğumu son iki yıldır hiç hissedemediğimden olsa gerek," dedim dudak bükerek. Gözleri dudaklarıma saplandı. "Sürekli unutuyorum."

 

Güzellikle olmuyorsa, kudurturdum bende.

 

Dudaklarının arasından bir küfür savurduğunda gelecek olanı biliyordum. Kolu belime dolandığında bir anda bedenimi koltuktan kaldırıp kendisi az önce oturduğum yere oturduğunda bedenim kavrayamadığım bir hızla kucağında, dudaklarım dudaklarında yer bulduğunda başarmanın verdiği hazla dudakları dudaklarımın üzerindeyken gülümsedim. Öpüşü sert, özlem dolu ve vahşiydi.

 

Elleri belimin kavisini belli belirsiz okşadı. Bir diğer eli saçlarımın arasına sızarken, öpüşü derinleşti ve kucağında daha rahat oturmamı sağladı.

 

Ellerim anında ensesini bulurken ona karşılık verdim. Eteğimin izin verdiği kadarıyla bacaklarımı aralayıp kucağına yerleşirken beni daha çok bastırdı kendine. Öpüşü gittikçe derinleşirken benimle birlikte oturduğu yerden ayaklandı ver bacaklarımı ona doladığımda kucağında benimle birlikte bir yere doğru giderken öpüşü hız kesmeden devam etti.

 

Sırtımı kolonlardan birine çarparken bedenim duvara yaslandığında beni tüketmek istercesine delicesine öptü.

 

Dudaklarımı dudaklarının arasında ezerken, ona yetişmekte zorlanıyordum. Durmadı. Kendini durdurmaya çalışmadı ve bende onu durdurmak için bir girişimde bulunmadım.

 

Nefeslerimiz birbirine karıştı. Elleri bedenimi sıkı sıkı tutarken, bacaklarım beline dolanmış haldeydi. Eteğimin izin verdiği kadarıyla bacaklarımın arasına sızdı. Büyük bir hırsla talan ettiği dudakları ve dil darbeleri aklımı başımdan aldı.

 

Nefes nefese birbirimizden ayrıldığımızda bana da ona da yetmediğini biliyordum. Gülümsemeden edemezken, "Hata yapıyorsun Alacahan." Dedim alayla. "Bu seni korkutmuyor mu?"

 

Anlı anlıma yaslı bir haldeyken, "Bile isteye yaptığım bir şey hata olarak gösterilemez." Dedi sertçe. "Özellikle de sen benim hatalarımdan birisi değilsin." Dudakları dudaklarıma sürttüğünde ikimizin de dudaklarının arasından titrek bir nefes kaçtı. "Hiç olmadın." Diyerek beni dumura uğrattı.

 

İçimde yeşeren umut Işık'larında ölü kelebeklerin yansıması vardı.

 

Sözü bozdum ve ona gülümsedim.

 

 

Bölüm sonu.

 

Nasıl buldunuz?

 

Yeni bölümde görüşmek üzere hepinizi çok seviyorum ballarım ❤️‍🔥

 

Lütfen nokta ve random atmayın. Benim sizden istediğim bu değil.

Loading...
0%