Yeni Üyelik
37.
Bölüm

35.Bölüm (Kısa bir ara)

@umay_6

 

 

Bu bölüme oy sınırı koymadım çünkü kısa bir ara verdim çok kısa bir ara ama bu arada bölüm yazmayacağım için sınır koymadım.

 

Siz yine de oylarınızı verin çünkü aradan sonra buraya yine 800 oy bandında bir sınır ve 700 Yorum koyacağım bilginize.

 

 

 

(Oy ve yorum sınırlamaları kitappade için geçerli değildir. Şimdilik!)

 

 

 

 

 

(Karakterlerin hiçbiri belirlediğim karakterler değiller. 300K'ya özel yapılan bir afiş gibi düşünün. Henüz hiçbir karakterim için kesin bir model kararına varmadım.)

 

 

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

 

 

Ay batmış şafak sönmüş gün doğmuştu.Attığım her adımda bir sonraki adımımı hesaplıyor on adım ötesinin planını yapıyordum.

 

Her olasılığı düşünmüş her şeyi hesaba katmıştım ama varlığından bir haber olduğum kalbim ona tutulduğunda hiç olmamam gereken birine aşık olmuştum.

 

Yürüdüğüm yolda, yaptığım planlarımda, operasyonlarımda her daim kendimden emin ve kararlı duruşumu sergilemiştim. Ama günün birinde hesap edemediğim o şey gelip kapını çaldığında yapacağım şeyin acısı göğüsümde çoktan yerini bulmuştu.

 

Saatler önce o adamın dudakları dudaklarımın üzerindeydi. Nefesi boynuma vuruyordu ve bana bir hata olmadığımı söylüyordu. Saatler önce onu yıllar sonra gördüğüm o günden beri belki de ilk kez kalbimin ilk günkü gibi heyecanla kuş gibi kanat çırpmasına sebep olmuştu.

 

Saatler önce yanımdaydı ve hiç olmadığı kadar yumuşak davranmıştı bana. Gitmeden önce kalbimi kırmamıştı mesela. Dudaklarını saçlarıma bastırmış, gideceğini ama geri döneceğini söylemişti.

 

Dudaklarımda aptal bir tebessümle beşiğinde uyuyan Rowanı izlerken o gülümsemeyi ne olursa olsun silememiştim yüzümden. İçim kıpır kıpırdı.

 

"İz?!" Diye seslendi Helen içeriden. "Hadi! Yemek yiyeceğiz! Seni bekliyoruz!" Diye bağırdı.

 

Ben Rowanı uyuturken o Urazla beraber mutfağa girmiş ve ona alışmasını yadırgamamasını sağlamıştı.

 

Rowanın uyanmaması için ses çıkarmazken beşiği bir kez daha yavaşça salladım ve dudaklarımı saçlarına bastırırken kaşlarım çatıldı. Ateşi mi vardı sanki biraz? Diye düşünmeden edemedim. Tekrar kontrol ettiğimdeyse az önce dudaklarıma değen o sıcaklıktan eser yoktu.

 

İçim huzursuzlanırken üzerini güzelce örttüm ve yavaşça odadan çıktım. Üzerimde siyah saten, uzun bir gecelik vardı. Sabahlığımı da üzerime geçirip öyle çıkmıştım odadan ama ses yapmasın diye terliklerimi giymemiş çıplak ayakla mutfağa doğru ilerlemiştim.

 

Oldukça güzel gözüken kahvaltı sofrası iştahımı açarken üstü başı un içinde kalmış olan Helen ve Uraz şaşkınlıkla onlara bakmama sebep oldu.

 

"Bu haliniz ne?" Diye sordum gülmeden edemezken. Gözlerim ada tezgahındaki kirli görüntüde gezindi. "Mutfakta savaş çıktı da haberimiz mi yok?" Dedim göz kırparak.

 

"Ortalığı birazcık dağıtmış olabiliriz." Dedi Helen göz kırparak. Gözlerim Uraz kaydığında dudaklarını dişlediğini gördüm.

 

İşaret ve baş parmağını yan yana getirirken, "Şu kadarcık." Dedi. Yüzündeki ve saçındaki unlarla fazla tatlı gözüküyordu. "Şu kadarcıktan bir şey olmaz değil mi teyze?"

 

Mutfaktaki bulaşık yığınına bakılırsa olurdu ama ona olmazdı.

 

"Olmaz birtanem." Dedim tezgahtaki bedenine doğru adımlar atarken küçük yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Gözleri uykulu uykulu bakıyordu. "Gece uyumadın mı sen?" Diye sordum merakla. Gözlerinin akı kıpkırmızı olmuştu.

 

"Uyumadım." Dedi dudak bükerek. "Annemi izledim." Dediğinde dudaklarımdaki tebessümüm dondu kaldı. Bütün vücudum buz keserken zorlukla gülümsemeye çalıştım. Belli etmemeye çalıştım ama sanırım başarılı olmamamış olacağım ki, "Biz üzerimizi değiştirene kadar Teyzende sana süt ısıtsın olur mu?" Dedi Helen araya girerek.

 

Uraz başını sallarken teşekkür edercesine baktım Helene. Gözlerini kapatıp açarken Urazı tezgahtan indirdi ve birlikte mutfaktan çıktılar.

 

Gözlerimi yukarı dikerken, yaşlar kirpiklerimde asılı kaldı. Derin bir nefes alırken kasıklarıma aniden saplanan acıyla birlikte aldığım nefes soluğuma tıkandı.

 

Bir elim kasıklarıma tutunurken diğer elim kaskatı kesilen vücudumun yere çakılmaması için tezgaha tutundu. "Ah!" Dedim ani acıya karşılık boğuk bir inlemeyle. Kirpiklerim acıyla titrerken göz bebeklerimin büyüdüğünü kanımın çekildiğini hissettim.

 

Hareket etmek istedim ama sanki donup kalmış gibiydim. Kıpırdayamadım. Nefes alamadım. Kasıklarıma saplanan acı olduğum yere çakılıp kalmama sebep oldu.

 

Bekledim. Hareket etmeden nefes almadan bekledim. Acının geçmesini ve vücudumu terk etmesini bekledim ama aksine katlanarak arttı. Daha büyük bir acı kasıklarıma yeniden saplandığında bağırmamak için dilimi ısırıken tezgaha sıkı sıkı tutundum ama elimin altında olan bardağın devrilip parçalara ayrılmamasına engel olmadım.

 

Her iki elimde Kasıklarımdaki acıyı silip atmak istercesine baskı uyguladı. İki büklüm bir halde kıpırdayamadan öylece kalakaldım.

 

"İz?" Dedi Helen endişeyle. Sesi duymuş olmalıydı. "Ne oldu?" Diye sordu. Bir eli koluma dokunurken yüzüme bakmaya çalıştı ama dudaklarımın arasından çıkan boğuk inlemeyle beraber öne doğru büküldüğümde ellerini ateşe dokundurmuş gibi çekti.

 

Derin derin nefesler alırken, kirpiklerime tutunan birkaç yaş yanaklarıma süzüldü.

 

"Ne oldu?" Diye sordu korkuyla karşımda çömelirken. "Neren ağrıyor? Bir şey mi oldu? İz!" Dedi ben sustukça.

 

Başımı iki yana doğru sallarken, "Bilmiyorum." Dedim ağlamaklı sesimle. Konuştukça, nefes aldıkça acı bütün bedenime bıçak gibi battı. "Ah!" Dedim yeni bir ağrıyla.

 

"Anlamıyorum, ne oldu birden bire?!" Dedi panikle.

 

"K-kasığım." Diyebildim zorlukla. "Ç-çok kö-" sözümü bitirmeden yeni bir ağrıyla daha yüzleşince öne doğru eğildim. Helen dizlerime koyduğum ellerimden birini elleri arasına aldığında tırnaklarım eline saplandı.

 

"Hastaneye gidelim." Dedi hızla. Başımı iki yana salladım hayır dercesine. "Doktorunu duydun! Ne zaman ağrın olursa gelmeni söylemişti!" Diye kızdı. "O kurşun rahmini parçaladı! Sana kolay atlatmayacağını söylemişti!"

 

"U-uraz," dedim titreyen sesimle. Boncuk boncuk terlemeye başladığımı hissettim. "Korkar." Diyebildim zorlukla. "Beni görmezse korkar. Onu bıraktım sanar." Dedim aldığım nefeslerin arasından. "Drew evde yok. Hastaneye gidersek Rowan tek başına kalır."

 

"Kapıda bir ordu kadar adam var!" Dedi öfkeyle. "Söz konusu sağlığın!"

 

Hastaneye gidemezdim. Hastaneye gidersem kayıtlara geçecek her şeyim bedelini ağır öderdim. Hastaneye gidemezdim.

 

"Biraz dinleneyim." Dedim Helenin yardımıyla ayaklanarak. "Biraz dinleneyim, geçer."

 

"Hayır." Dedi inatla. "Hastaneye gideceğiz!"

 

"Eğer ağrım geçmezse söz gideriz." Dedim onu ikna etme çabasına girerek. "Söz, Helen." Dedim bana öylece bakmasına karşılık.

 

İstemeye istemeye beni odama götürürken hastane konusu tekrar açılmasın diye kasıklarımda beni elden ayaktan kesecek ağrıya rağmen inatla normal adımlar attım. Üzerimdeki sabahlığımı çıkarırken sırtımın ve bütün vücudumun terlediğini hissettim.

 

Helen beni yavaşça yatağa yatırırken oturduğumda saplanan acı dudaklarımı dişlememe sebep oldu.

 

"Ben sana sıcak bir şeyler kaynatayım," dedi yatağa uzanmamı sağlarken üzerime pikeyi örttü. "Merak etme. Urazı ben hallederim." Dediğinde minnetle gülümsedim.

 

Gönülsüzce odadan çıkarken derin bir nefes aldım ve biraz olsun hafifleyen acımı unutmak için gözlerimi kapattım.

 

Uykunun derin kollarına atılırken acı bedenimi terk etti, ruhuma işledi.

 

...

 

Acı içindeydim.

Hayır.

Acı benim içimdeydi.

 

Kalbimi ruhumu ele geçiren çaresizlik elden ayaktan kesilmeme sebep olmuştu.

 

Kaç saattir uyuyordum bilmiyordum ama çok uyumamıştım. Uzandığım yatakta kan ter içinde kalmıştım. O kadar çok terlemiştim ki sırtım yataktan ayrıldığında çarşafın ter içinde olduğunu fark ettim.

 

Fark ettiğim bir diğer şeyse buz kesmeme sebep olmuştu. Bacaklarımın arasından bir günah gibi süzülen kor kızıl kan beyaz çarşafa bulanmıştı.

 

Kanamam mı olmuştu?

Neden?

 

Başımı iki yana doğru sallarken gözlerimin önünün karardığını fark ettim ama tutuna tutuna yataktan kalkamayı becerebildim.

 

Rowan ağlıyordu.

Rowan o kadar çok ağlıyordu ki Helen onu sakinleştirmiyordu çünkü koca evde Rowanın ağlamaları dışında hiç ses yoktu.

 

Güç bela yataktan kalkarken holde ki ışığın açık olduğunu odamın kapısının altından sızan ışıktan fark ettim. Birkaç adım sesi duyduğumdaysa elim yatağımın yanındaki çekmeceyi buldu.

 

Ses çıkarmamaya özen göstererek çekmeceyi yavaşça açarken Zemonun bana verdiği tek bir kesikte bile oldukça derin bir yara açabilecek olan keskin bıçağı sıkı sıkı kavradım.

 

Geceliğimin uzun olması işime gelirken en azından içeride kim varsa durumumun kötü olduğunu fark etmezdi.

 

Çıplak ayaklarım buz gibi zeminin üzerinde ağır ağır hareket ettiğinde kapının arkasına geçmek yerine diğer tarafa geçtim. Sağ elimde tuttuğum bıçağı arkama saklarken sol elim içeriye giren kişiyi tutabilmek için hemen duvara yaslıydı ama vücudumdaki hissizlik elimi ayağımı birbirine dolandırıyordu.

 

Helen neredeydi?

 

Kapının kulpunun yavaşça eğildiğini fark ettiğimde biraz daha geri çekildim ve bekledim.

 

"Sessiz ol!" Dediğini duydum yabancı bir sesin. "Dışarıdaki adamları başımıza mı toplayacaksın?!" Dedi ikaz edercesine.

 

"Sen çocuğu sustur," dedi başka bir ses. "O kadın uyanmadan çocuğun da işini bitir yoksa bütün herkesi başımıza o velet toplayacak?!" Dediğinde öfke kanımda kaynadı.

 

Kapı yavaşça aralandığında ucunda susturucu takılı olan silahı seçtim. Bedenimi iyice duvara yaslarken kapıyı açan kişi bir anda kapıyı sertçe duvara doğru itti. İçeriye doğru hamle yapmasıyla sol elim silahı tuttuğu eline sert bir darbe uyguladı ve silahın yere düşmesini sağlarken afallamasını fırsat bilerek elimi boynuna doladım ve arkama sakladığım bıçağı boğazına yasladığımda açılan kapıdan yüzü kar maskeleriyle kaplı iki adamın silahının namlusunun hedefi ben oldum.

 

"Sakin ol." Dedi aralarından biri. Sesleri ve gözleri tanıdık değildi. İkisi de kalıplı ve uzunlardı. Gözlerim yemek masasının kenarında yerde baygın yatan Heleni bulduğunda kalbim korkuyla kanat çırptı.

 

Uraz bir köşede sessiz sessiz ağlarken kollarını vücuduna dolamış koltuğun köşesine sinmişti. Rowan diğerine göre daha uzun olan adamın kucağındayken silahının namlusu ona yaslıydı.

 

"Kılına zarar gelsin arkadaşının boğazını keserim!" Dedim öfkeyle. Yanındaki diğeri sözlerime karşılık silahını Uraza doğrulttuğunda bıçağı daha sert bir şekilde tuttuğum adamın boğazına yasladım ve hareket etmesine engel oldum.

 

"Zeynep sana emanet etti İz."

 

İkisi de emanetti. İkisi de canımdı. Yerde yatan kadınsa kardeşim dediğim kadındı. Tek hatam hepsini kaybetmeme sebep olabilirdi.

 

"Bırak." Dedi. "Bırak yoksa hepsi ölür." Gözlerim hepsinin üzerinde gidip geldi. Kalbim korkuyla çarparken ne yapacağımı düşünmeye çalıştım ama Kasıklarımdaki sızıyla becerebilir miydim bilmiyordum.

 

Tek bir şansım vardı. Benim canımdan önce onlar geliyordu.

 

Kucağında oldukça korkmuş olacak ki Rowan çıtını bile çıkarmıyordu ama küçük kollarını da bana uzatmaktan çekinmiyordu.

 

Al. Diyordu. Beni al. Korkuyorum.

 

"Teyze." Dedi Uraz titreyen sesiyle. İçim sıkışırken, "Bu adamlar annemi alan adamlar mı?" Dediğinde bıçağın sapını daha sıkı kavradım. "Seni de mi almaya geldiler?" Dediğinde ikisinin de yüzünde yer edinen gülümseme nefretle onlara bakmama sebep oldu.

 

"Akıllı davran teyzesi," dedi Urazı işaret ederek. "Ya sen öleceksin ya onlar." Dediğinde gözlerim yavaş yavaş ayılmaya başlayan Heleni buldu.

 

"Kimin itisiniz onu söyle!" Dedim öfkeyle. "Buraya nasıl girebildiniz?!" İçeriye öylece girmeleri imkansızdı. Muhtemelen içimizde olan hainlerden birileriydiler.

 

"Bizi lider gönderdi," dediğinde ona inanmadım. "Sizi korumamız için." Dediğinde buz kestim. "Nereden bile bilirdi canını korumamız için gönderdiği yerde canını candan edeceğimizi?" Dedi gülerek alayla.

 

İkisi de gülümsediğinde birbirlerine baktılar. O ufacık boşluk benim için yeterli olurken, tuttuğum adamı silahını Uraza doğrultan adamın üzerine doğru atarken avuçlarımın arasındaki bıçak arkadaşının sırtına saplandı ve ikisi birlikte yere devrilirken yerdeki silahı hızla kavradım.

 

"Yavaş!" Dedi Rowanı tutan adam. Az önce Rowanın anlına dayalı olan silah şimdi bana doğrultulmuş haldeydi. Elimde tuttuğum silahla doğrulmama izin vermezken, "At silahını." Dedi temkinli adımlarla bana yaklaşırken Rowanı yavaşça Urazın yanına bıraktı.

 

"At!" Dedi bu kez sertçe. Az önce üzerine devrilen arkadaşının altında kalan adamın toparlanmasına izin vermeden silahını yüzüme doğrultan adamın eline sağlam bir tekme geçirip sersemlemesine sebep oldum. Kasıklarımdaki sızı bana nefes aldırmazken silahı yere düştüğü için karşımda savunmasız kalmasına karşılık karnıma savurduğu tekme acıyla bükülmeme sebep olurken son kalan gücümle silahı yere düşürmeden hemen önce kurşunum bacağına saplandı ve acıyla bağırarak yere serilmesine sebep oldu.

 

Helen dizlerinin üzerindeyken tezgaha tutunmuş ve toparlanmaya çalışıyordu. İkisini halletmişken diğeri arkadaşını yana devirerek üzerinden attı ve hızla toparlandı. Silahının hedefinde şimdi hem ben hem de Helen vardık.

 

"Seni canlı istemeselerdi şimdi şuracıkta alırdım canını." Dedi bana hitaben. Gözleri Helene döndü. "Ama senin için aynı şeyi söyleyemeyeceğim." Derken parmağı tetiğe baskı uygulamıştı ki ona doğru atılmamla gözleri beni buldu. Dikkati dağıldı.

 

"Bas geri!" Dedi hızla. Rowanın ağlayışları Urazın teyze diyen bağırışları durmuyordu.

 

Kasıklarımdaki sızı öyle bir hal aldı ki dizlerimin üzerine düşecektim. Karnıma attığı tekme beni mahvetmişti.

 

"İzgi!" Onun sesi. Onun güven veren sesi kulaklarıma sızdığında rahat bir nefes aldım. Sesleri duymuş olmalılardı. Dış kapının zorlandığını duydum.

 

"Helen!" Diye bağırıyordu Venomda. Kapıya indirilen art arda tekme seslerini işittim.

 

Bacağından vurduğum adamın yere düşürdüğü silahını aldığını ve bana doğrulttuğunu gördüm.

 

"İkinizde öleceksiniz." Dedim nefretle. "Sizi yaşatmayacaklar." Dedim yemin eder gibi.

 

"İzgi!" Diye bağırıyordu avaz avaz. Kapı çelikten olsa gerek kıramamışlardı.

 

"Öyle mi?" Dedi alayla. Gözlerinde çıldırmış gibi bir ifade vardı. Koltukta korkudan çığlık kıyamet ağlayan Uraz ve Rowanın önüne geçtim. "O halde buradan hiçbirimiz sağ çıkmayacağız."

 

"Helen!" Diye bağırdı Venom.

 

"Abla!" Diye bağırıyordu Egemen ve Simay.

 

"İz!" Abimin çok derinlerden gelen sesi kirpiklerimin titremesine sebep oldu. "Kardeşim içeride!" Diye bağırıyordu avaz avaz.

 

Kısa bir süre Helenle buluştu gözlerimiz. İkimizde sessiz bir komut verirken birbirimize o yerde silahını ona doğrultan adama doğru hamlesini yapacaktı bende karşımda dikilene.

 

Gözlerimiz birbirinden ayrılıp hedeflerini bulduğunda her şey bir anda oldu. Elimle silahı kavradığı elinin altına silahın kabzasına vurduğumda sendelendi. Helenin tezgahın altında eğildiğini, kurşundan kaçtığını ama kayarak elindeki bıçakla yeredeki adama doğru atıldığını ve bıçağını göğüsüne sapladığını gördüm. Yumruğum yanağında patlarken onun tekmesi karnımı buldu. Acıdan nefesim kesilirken canhıraş bir çığlık koptu dudaklarımın arasından ama yine de durmadım. Kasıklarımdaki acıya rağmen tekmemi karnına savururken iki büklüm olmasına karşılık çenesine attığım bir diğer tekmemle birlikte yere devrildi.

 

Kalkmak için hareketlenmişti ki Helenin anlını delen kurşunuyla doğrulduğu yere geri serildi. Camın kırılma sesi kulaklarıma ulaşırken. İki büklüm kaldığım yerde dizlerim daha fazla bedenimi taşıyamadı.

 

Bütün bedenimi uyuşturan acı yere çakılmama sebep olurken kılımı bile kıpırdatamıyordum.

 

Gözlerim tavanla buluşurken Helenin narin elleri yanaklarıma sarıldı. Kirpiklerimde asılı kalan yaşlarım vardı.

 

"İz bana bak!" Diye bağırıyordu. "Bana bak yalvarıyorum sana! Yalvarıyorum kapatma gözlerini!" Dedi göz yaşlarının arasından. Yanımdan ayrılmaya korkar gibiydi. Omzunun üzerinden başını arkasına doğru çevirdiğinde, "Yardım edin!" Diye bağırdı avaz avaz.

 

Yattığım yerde ağlamaya başlarken her hıçkırdığımda Kasıklarımdaki sancı arttı.

 

"Teyze..." dedi Uraz korkuyla göz yaşlarının arasından. Gözlerim onu bulduğunda Rowanın gözlerini kapattığını gördüm. Benim ağladığımı görünce dolu dolu olan gözlerinden yaşlar süzüldü. Seslerden ve gözlerinin kapatılmasından huzursuzlaşan Rowanda ağlamaya başladığında gözlerim Heleni buldu.

 

Yaşlardan yüzü sırılsıklam olmuşken, "İz ne olur." Diye yalvardı. Bacaklarımın arasından süzülen kanları gördükçe dehşete kapılıyordu. Şiddetli bir şeyin çarpma sesini duydum. Gözlerim salonun giriş kısmını bulduğunda adım seslerini işittim.

 

"İzgi!" Diyen telaşlı ve endişeli sesini duydum.

 

Venom, "Hel-" demişti ki iki koca adamın gölgesi devrildi odanın içine. Her ikisinin de göğüsleri hızla yükselip kalkıyordu. İkisinin de gözlerinde aynı endişe, aynı korku ve yetişememiş olma korkusu vardı.

 

Lakin beni asıl endişelendiren kara gözlerin sahibi olan adamdı.

 

Öylece baktı. Donmuş gibiydi. Böyle bir şey görmeyi beklemiyormuş gibiydi.

 

İçeriye doğru bir adım attığında ayaklarının altına batan cam kırıkları endişelenmeme sebep oldu.

 

O tereddüt dolu adımının yerini sağlam ve hızlı adımları aldı. Helenin yanında yerini alırken dizlerinin üzerine çöktü.

 

"İzgi." Dedi sitemle. Öylesine donuktum ki bu halim karşısında bocalıyordu. "Bir şey söyle." Diye yakardı öylece bakmama karşılık. "Susma öyle."

 

Venomun Keskinin arkasından geldiğini Heleni çekip kolları arasına aldığını ve ağlayan kadının saçlarına dudaklarını bastırdığını gördüm. Helen mecali kalmamış bir halde ona tutunurken, hıçkıra hıçkıra ağladı ama Venom buna bile şükreder gibiydi.

 

"Bana bak," titreyen ellerini gördüm. Sanki dokunsa acıdan çığlık çığlığa bağıracakmışım gibi temkinliydi sürekli. "Sevgilim bana bak." Dediğinde zaten ona bakıyordum. Aldığım nefesle beraber karnım kasıldığında kirpiklerim titredi. "Şşş." Dedi panikle. "Yaralandın mı?" Diye sordu korkuyla. "Nerede yaran?" Derken gözleri vücudumu taradı ve etrafta gezindi. "Çok kan var," dediğine gözleri yeniden beni buldu. "Kan içinde kalmışsın, nerede yaran? Çok kan var, göremiyorum yaranı. Nerde yaran?" Diye sordu ısrarla.

 

"K-karnım," diyebildim zorlukla. Nefes alırken bile kasıklarıma sanki bir ağrı saplanıyordu bu yüzden konuşmakta zorluk çekiyordum. Konuşamayacağımı anlamış olacak ki vazgeçti.

 

Karşımda el pençe çaresiz bir haldeydi. Ambulansın gelmesini beklemeyecekti. Bir kolu bacaklarımın arasından geçtiğinde bedenimi kucağına almaya çalıştı ama karnıma saplanan acıyla attığım çığlıkla birlikte doğrulduğu yerde kaskatı kesildi. Hareket edemedi.

 

"Ne yapacağım bilmiyorum ki," dedi korkuyla. "Elimi kolumu bağladın." Dedi sitemle. Ağlamaya başladım. Acının bedenimi uyuşturduğunu hissettim. Beni kıpırdatmadan dururken ağlamaya başladım.

 

"Ne oldu ablama?!" Dediğini duydum Simayın endişeyle. "Çekil!" Diye bağırdı. "Çekil, ablamı göreceğim!" Dedi öfkeyle. "Bir şey oldu değil mi?" Dedi ağlamaklı sesiyle. "O yüzden izin vermiyorsunuz bir şey oldu çünkü!"

 

"Simay, lütfen." Dedi İdil. "Zaten zor durumdayız bari sen yapma." Dedi ricada bulunarak. "Ablanın iyiliği için."

 

"Çok ağlıyor," dediğini duyum Egemenin telaşla. "Neden bu kadar çok ağlıyor? Ne oldu ki?" Sorusu yüreğimi yaktı.

 

"Her yer kan olmuş!" Diye bağırdı Simay.

 

"Yarası çok mu derin?" Diye sordu Egemen.

 

Ama göz yaşlarımın artmasına sebep olan asıl sesi işittiğimde onun kucağında kuş gibi titredim. "Kardeşim nerede?" Diye sordu. Sesi öylesine sakindi ki bu sakinliğinin onu çıldırttığına emindim.

 

Kimseden ses çıkmadı.

 

"Çok zor bir şey sorduğumu düşünmüyorum." Dedi sessizliğe karşılık. Siren seslerini uğultulu bir şekilde duydu kulaklarım. "Kardeşim nerede?!" Diye bağırdı bu kez.

 

"Bir gün bana söylediğiniz o yalanların altından kalkamazsam soluğu mezarlıkta, mezarımın başında alırsınız!" Demiştim abime.

 

Hatırlamış mıydı?

 

Kirpiklerim acıyla titredi. "Hayır! İzgi!" Dedi onun tok sesi. "Bana bak! Bak bana, kapatma sakın gözlerini!" Yeşillerim geriye doğru kaydığında bedenim kucağına bir çuval gibi çöktü. Dudaklarının baskısını alnımda hissederken, "Lütfen," diye sayıklıyordu. "Yalvarıyorum sana." Aralık kalan göz

kapaklarımın üzerinde bir ıslaklık hissettim. "Yapma." Diye yalvardı. "Yalvarıyorum sana, yapma bunu bana."

 

Anlı anlıma yaslandı. "Özür dilerim." Derken, dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı.

 

"Ağlama." Dedi dişlerinin arasından. "Ağlama iki gözüm. Ağlama."

 

"İzgi..." diye yakardı. Sağ gözünden akan bir damla yaş çenesi boyunca bir yol çizdi. "Yalvarıyorum sana. Yalvarıyorum yapma. Kurban olayım." Bilincim bir boşlukta savruldu. Karanlığa haps oldum.

 

Duyduğum son şeyse onun sesiydi; "Yapma!"

 

...

 

İlahi Bakış Açısı

 

İzgi'nin gözkapakları tamamen gözlerinin üzerini örtmüş aldığı serumlar sayesinde birkaç saattir huzurlu bir uyku çekmesini sağlıyordu. Katran karası gözlere sahip olan adamın kalbini ele geçiren korku sevdiği kadın gözlerini açmadığı sürece geçmeyecekti.

 

Yatakta sırt üstü uyuyan kadının yanıma devrilmiş, bir eli saçlarındayken dudakları sürekli olarak anlına, saçlarına ve her santimini ezbere bildiği yüzüne dokunuyordu.

 

Tam iki saattir bu şekildeydi. İki saattir kaybetmekten korktuğu kadına sığınmış, özlediği kokusunda yaşam bulmuştu. Bu kadının yanında güvende ve huzurlu hissediyordu.

 

Ona baktığı, ona güldüğü hiçbir anını silememişti hafızasından.

 

Ara ara uykusunda huzursuzlanıyor kıpırdadıkça yüzünü buruşturuyordu. Canı yanıyor olmalıydı. Acısını söküp almak istese de doktora ısrarla ağrı kesici ver demekten başka bir şey gelmemişti elinden.

 

Neden bu haldeydi? O kanama nasıl başlamıştı bilmiyordu ama o uyanınca öğrenecekti. Doktorun ona sorduklarından sonra emin olacağı sonuçla her şeyi öğrenecekti.

 

Çalan telefonun sesi odayı doldurduğunda, "Hay sikeyim!" Dedi aceleyle komodine uzanırken telefonu hızla kapattı. Gözleri ceketinin cebinden çıkan alyansı ve yüzüğü seçtiğinde boğazı düğüm düğüm oldu.

 

Sevdiği kadın parmağında taşımadığı için o ceketinin cebinde taşıyordu alyansını da yüzüğünü de. Kolyesi de oradaydı ama eski değildi.

 

Yeniydi. Bir başkasının ruhu sinsin istememişti üstüne. Sadece İzgisinin ruhu sinsin istemişti bu yüzden yenisini yaptırmıştı.

 

Yerinde kıpırdanan sevdiği kadını fark ettiğinde onu uyandırdığı için içten içe bir küfür savurdu kendi kendine.

 

Acıyla yüzünü buruşturduğunu fark ettiğinde, "Şşş," dedi yatıştırıcı bir sesle. "Uyu." Diye fısıldadı huzursuzlanmasına karşılık. Şefkatli elleri saçlarında gezindi. Yeni uykudan uyandığı için tekrar uykuya dalması zor olmadı ama çalan zil ve yükselen birkaç sesle birlikte kollarının arasındaki kadın sıçrayarak uyandığında öfkeyle yerinden doğruldu.

 

"Ne oluyor?" Diye sordu kuru bir sesle.

 

Yerinden doğrulmaya çalıştığında, "Uyu sen, yavrum. Ben geliyorum şimdi." Dedi yataktan kalkarken ağzının içinde söve söve odadan çıktı ve kapıyı sessizce kapattı.

 

"Ne oluyor lan?!" Diye gürledi huysuz huysuz. Salonda karşı karşıya duran Helen ve Venomu gördüğünde, "Hayırdır?!" Dedi başını sallarken. "Ne bağırıyorsun amına koyayım?!" Derken o da bağırdığının farkında değildi çünkü içeride sırtını yatak başlığına yaslayan kadın bu haline gülmüştü.

 

"İz uyandı mı?" Diye sordu Helen hemen. "Ağrısı falan var mı? Sordun mu?"

 

"Sormadım Helen!" Dedi hiddetle. "Sormadım! Bil bakalım niye?!" Dedi sitemle. Niye demeye çekindi Helen. "Uyutmadınız ki anasını satayım!" Dediğinde izgiyi uyandırmalarına bir hayli sinirliydi. "Neyi paylaşamıyorsunuz?" Diye sordu ikisine bakarak. "Söyleyin!" Dedi sessiz kalmalarına karşılık.

 

"FBI'a gideceğim." Dedi Helen hızla.

 

"Gidemez!" Dedi anında Venom. "Canınıza kast etti adamlar! Evinizin içine kadar girdi! Dışarı çıksan ak baba gibi üşüşecekler üzerine ortalık durulana kadar hiçbir yere gidemezsin!" Dedi inatla.

 

"Keskin-"

 

"Haklı, Helen." Dedi bıkkınlıkla. "Ne derdiniz varsa gidin dışarıda halledin. Çıt istemiyorum bu evde. Karım uyuyor, uyandıranın belasını sikerim." Dedi kelimelerin üzerine basa basa.

 

"Dışarıda konuşalım." Dedi Venom Keskinin sözlerine karşılık.

 

Helen öfkeyle ona bakarken, "Siktir git Boris." Dedi. "Cehenneme kadar yolun var! Adi herif!"

 

Bir kadın sevmişti hayatında Venom. Akla mantığa sığmaz gibi Helen tutunmuştu. Birbirlerini deli gibi sevmiş evlilik yoluna girmişlerdi zamanında. Venom eğer Heleni düğüne günler kala terk etmeseydi belki de şu anda evli olacaklardı. Ama Venom, yarı yolda bıraktığı Helen sırtını dönmüş, aylar sonra başkasıyla bir evlilik yapmıştı.

 

Helen haberi aldığında büyük bir kriz geçirmiş demişti Zemon.

 

"Helen aylarca kendine gelemedi. Günlerinin çoğunu yediği serumlarla hayattan bağları kopmuş bir halde hastanede geçiriyordu." Demişti. "Aklını kaybedecek diye her gün korkuyla bekliyordum başında."

 

Kader bağları kopuk iki insan bir araya gelse de fayda etmezdi.

 

Yarı yolda bırakılan hiçbir sevda tamamlanmayı hak etmiyordu.

 

Onlar gibi.

 

Her ikisine de arkasını döndüğünde az önce çıktığı odaya yöneldi. "Keskin bir konuşsaydık?" Dedi Helin hızla araya girerek.

 

"Sonra Helin." Dedi kestirip atarak.

 

"Önemli ama." Diye diretti.

 

"Hiçbir şey karımdan önemli olamaz." Dedi sertçe. İzginin yüzünde bir tebessüm oluşurken içeriye giren adamı buldu yeşilleri.

 

Gözlerini açtığını görmek şükür etmesine sebep olsa da uykusunu alamadığını düşündüğü içinde huzursuzdu. Doktor güzelce uyuyup dinlensin demişti.

 

"Hiç kimseye tolerans göstermiyorsun. Kimseye tahammülün de yok." Dedi duyduklarına karşılık.

 

"Senden başka." Dediğinde ona bakakaldı. "Senden başka kimseye tahammülüm yok. Senden başkasını dinleyesim, izleyesim, göresim yok. O yüzden haklısın. Senden başka kimseye tahammülüm yok benim." Derken şaşkınlıkla ona bakan kadının yanına kuruldu yeniden.

 

"Bir anda ne oldu da bu kadar iyi davranmaya başladın bana?" Diye sordu merakla. "Hani geçmişten gelen hiç kimseyi istemiyordun hayatında?" Dedi sözlerini hatırlatarak.

 

Yanına uzanıp onu kolunun altına çekmesi kalbinin teklemesine sebep oldu. Dudaklarının baskısını saçlarında hissedince nefes almayı unuttu kısa bir an için.

 

"Ağzımdan çıkan her sözün seni böyle yaralayacağını tahmin etmemiştim." Dediğinde kaşları çatıldı. "Kendine zarar verecek, saçlarından tamamen vazgeçecek kadar hem de ve buna ben sebep oldum."

 

"Anlamadım?" Diye sordu merakla.

 

"Özür dilerim." Dedi bir anda.

 

Öylece kalakalırken hiçbir şey söyleyemedi İzgi. Böyle yapmasının verdiği his gözlerinin dolmasına ve boğazının düğümlenmesine sebep oldu.

 

Sesini çıkaramadı. Neden diye sormadı. Ama özürün altında ezildi.

 

Derin içli bir nefes aldı İzgi. Kollarını yanındaki adamın vücuduna dolamış gözlerini pencereden sızan ay ışığından ayırmazken karanlık gökyüzünü izlerken onun kara gözlerinin üzerinde olduğunu hissediyordu.

 

"Ölmek istiyorum." Dedi bir anda. Bir anda söylenilmemişti aslında. Üstüne oturup çoğu zaman düşünmüştü İzgi.

 

Elinin altındaki beden kaskatı kesildiğinde yeşil hareler katran karası gözleri bulduğunda öylece kalakaldığını fark etti. Bir anda sarf ettiği sözler dumura uğramasına sebep olmuştu.

 

"Yaşamak azap gibi geliyor artık." Dedi düz bir sesle. "Kimse için savaşacak yakacak gücüm kalmadı." Dedi buruk bir tebessümle. İçini kavuran kasvet ruhunu sarıp sarmaladı. Hiç iyi hissetmiyordu.

 

Sevdiği kadının sözleri kalbini sıkıştırırken kelimelerini toparlamakta zorlandı. Dudakları aralandı ama geri kapandı. En sonunda, "Benim için yaşa." Diyebildi. İzgi'nin sözleri yüreğine korku salmıştı. "Seni seven insanlar için yaşa."

 

"Keskin." Dedi sitemle. "Eğer Uraz olmasaydı ben şu an yaşamıyor olurdum." Dediğinde kaskatı kesildi koca bedeni. Her bir sözünde kalbine bir kıymık baktı. Eşeledikçe eşeledi yarasını. "Ve bunun sebebi intihar olurdu." Diye devam ettiğinde nefesi kesildi. İzgi bunu hareketsizleşen göğüsünden anladı.

 

"Ben izin verir miyim buna sanıyorsun?" Dedi öfkeyle. Yüzünü avuçları arasına aldı.Sözleri onu bir hayli kızdırmıştı. Ölümü düşünmesi bile haksızlıktı. Ona ölüm hiç yakışmazdı. "Ben izin verir miyim böyle bir şey?!"

 

"Keskin." Dedi sitemle.

 

"Böyle bir şey asla olmayacak." Dedi yemin eder gibi. "Asla izin vermeyeceğim."

 

Beni sen öldürüyorsun zaten, diyemedi.

 

Ben o intiharları çok kez gerçekleştirdim hiçbirinde engel olamadın, diyemedi.

 

Haberin bile yoktu, diyemedi.

 

Ve sevgilim. Ben bir gün senden öyle bir gideceğim ki senin gücün yetmeyecek beni durdurmaya, diyemedi.

 

Dilinin ucuna gelen her bir kelimeyi zehir gibi yuttu. İçine attı.

 

"Ben sana aşığım İzgi." Dediğinde İzgi'nin bedeni kollarının arasında kaskatı kesildi. Dumura uğradım. "Kimseye değil. Bir başkasına değil, sana. Sana aşığım. Senin için yaşıyorum. Senin için öleceğim." Dedi dürüstçe. "Elbette ikimizin de konuşması gerekenler var. Bir şeyleri halletmemiz ve açıklığa kavuşturmamız gerekiyor artık ama bugün değil. Sen önce iyileş toparlan, daha sonra uzun uzun konuşuruz. Ne varsa halledilir bir çaresi bulunur elbet. Bu sözlerim seni oyalamak için değil. Bil diye söylüyorum. Bil ve anla diye."

 

Gülümsedi İzgi. En azından belki ikisi de sakin sakin konuşursa birbirlerini anlarlardı. Ya da anlamaya çalışırlardı.

 

"Öyle güzel gülmesene." Dedi yüzünde bir çiçek gibi açan gülümsemesini izlerken sorusuyla birlikte gülümsemesi büyüdü ve gözlerine ulaştı. Bu Keskinin kalbinin teklemesine sebep oldu.

 

"Ne?"

 

"Öyle güzel gülme diyorum, malihulya." Dedi dalgın dalgın gülüşünü izlerken. "Gülüşünü soldurmak bu hayatta en son isteyeceğim şey ama şimdi öyle güzel gülme bana."

 

"Neden?" Diye sordu inatla.

 

"İçim gidiyor." Dedi yanık bir sesle. "Kokusu rahatsız eder, sana zarar verir diye yakamıyorum bir tane sigara. Yaran var diye saramıyorum da."

 

"Keskin." Diye yakardı. Sevgisi öyle büyüktü ki onun sevgisinin altında ezildiğini hissediyordu İzgi.

 

"Uyutasana beni dizlerinde bu gece. Belki yıllarıdır dinmeyen hasretim dizlerinde son bulur."

 

Sevdiği kadına olan hasretini dindirebilmek için soluğu yine onun yanında alıyordu.

 

"Malihulya ne demek?" Diye sordu göğüsünden hafifçe doğrulurken onu izleyen adamın gözlerinin içine baktı. "Bana hep söyleyip duruyorsun ama hiçbir zaman tam anlamıyla söylemedin bana. Ne demek, merak ediyorum?" Dediğinde derin bir iç çekti Keskin.

 

Ezbere bildiği yüzünün her santimini tekrar tekrar izledi. Bıkmadan, usanmadan zihnine kazıdı meftunu olduğu gözlerini.

 

"Kara Sevda, demek." Dediğinde merakla söyleyeceklerini bekledi İzgi. "Sen benim kara sevdamsın. Kavuşamadığım, içimde ukde kalansın."

 

Boğazı düğümlenirken, "Beni hiç umursamamlıydın." Dedi İzgi. "Geldiğin günden beri hiç umursamamalıydın."

 

"Öyle yapmalıydım." Dedi sözlerine katılarak.

 

"Neden yapmadın?" Diye sordu.

 

"Kıyamadım." Dedi içinden gelen sese kulak vererek. "Ne yaparsan yap o tek bir yaş mahvediyor beni. Kıyamıyorum. Çok denedim ama yapmadım."

 

"Neden peki?" Diye sordu. Bu kadar büyük bir sevgiye anlam veremiyordu bir türlü. "Neden?" Diye sordu. İhanetini bile ona unutturan bu sevgi nasıl bu kadar büyüktü anlamıyordu.

 

"Ailemi kaybettiğimde sekiz yaşındaydım." Dedi bir anda. Ondan bir şeyleri saklamak istemedi. "Bir trafik kazasında kaybettim ikisini de. Kırıkları çıkmadan gittiğim yetimhanede bir koruyucu aile çıktı."

 

Kaşları çatıldı İzginin. Düşündüğü gibi olmamasını diledi. Kalbi huzursuzlukla kanat çırptı.

 

"Berna ve Rıza Alacahan." Dedi buz gibi bir sesle. İkisinden de nefret ediyordu. Onları hiç sevememişti. Derin içli bir nefes aldı Keskin. Göğüs kafesindeki sancıyı kollarının arasında olan kadın dindiriyordu. "Onlar benim ailem değil İzgi." Dediğinde ona bakakaldı İzgi. "Sekiz yaşındaydım yetimanheden alındığımda. On yaşındaydım omuzlarıma yüklenen yüklerin altında kalıp tek başıma ayağa kalktığımda. Ne annem vardı ne babam. Evlat edindiler belki ama boşluğu doldurmak için uğraşmadılar bile. Mecbur bırakıldım ben bu hayata. Kurtulmak için çabaladığım hayatta müebbete mahkum ettin sen beni."

 

Dudakları aralandı. Konuşmak istedi ama ne söyleyeceğini bilemedi. Katran karasındaki eksikliğin nedeni şimdi belli oluyordu.

 

Aynı yerden yaralıydılar.

Yaraları nasıl birbirine denkse, yürekleride birbirinden razıydı.

 

Dile getirmeselerde öyleydi.

 

"Yıllarca çocuğu olmamış Berna hanımın. Hamile kaldıktan sonra da doğumda kaybetmiş bir keresinde bebeğini." Hatırladıkları Keskinin göğüs kafesinin kasılmasına sebep oldu. "Bebeğin öldüğünü kimseye söylemediler. Berna hanım yurt dışına çıkıp sözde gözden ırak büyütmüş. Bazen kucağında bir bebekle röportaj vermiş ama asıl mesele Türkiye'ye döndükten sonra başlamış, beni yetimhaneden aldıklarında."

 

Düşük kelimesi kalbini delip geçti İzginin. Hatırladıkları yüreğini sıkıştırdı. Kaybını hatırlamak kasıklarını sızlattı.

 

İzgi o bebeği istemişti.

 

Kürtaj için gittiği o hastane odasında kalp atışlarını duyduğu an onu koruyacağına yemin etmişti.

 

Annesiydi.

Nasıl korumazda kıyardı?

 

Hem koruyamamış, hem de kıymıştı.

 

"Rıza Alacahan neden kabul etmiş peki?" Diye sordu merakla.

 

"Onun kanından da değilim canından da." Dedi düz bir sesle. "Bu yüzden ikizler doğduktan aylar sonra veliaht olarak beni göstermiş. Çünkü bana ne olursa olsun umurunda olmadı hiç." Parmakları İzginin çıplak omuzlarını tüy gibi okşadı. Kollarındaki izleri daha önce de görmüştü ama bir türlü anlam verememişti. Her gördüğünde içi huzursuz oluyordu. "Sırf bunun için özel olarak yetiştirdi beni. Zayıf düşmeyeyim diye."

 

"Keskin-"

 

"İlk cinayetimi işlediğimde on iki yaşındaydım." Her bir kelimesi kollarının arasında ki kadının bir kurşun yemiş gibi sarsılmasına sebep oldu. "İzgi," dedi sesini çıkarmadıkça. Ondan korktuğunu düşündü. "Zorundaydım." Demekle yetindi sadece. O kelime sevdiği kadının geçmişe süzülmesine ve bir ameliyathanede göz yaşlarıyla kalakalmasına sebep olmuştu. "Ne anne bildim ne baba. Babamın sırtımda bıraktığı izler bedenimden silinse de ruhuma saplı haldeler. Annemin bir kez saçlarımı okşamışlığı, dizlerine yatırmışlığı yoktur. Mesela senin gittiğin, benden uzakta olduğun o zamanda ondan kara lahana sarması istemiştim." Dediğinde boğazı düğüm düğüm oldu İzginin. "Yapmamıştı." Dedi buruk bir şekilde.

 

"Ben yaparım yine sana. Hep iste senden ben hep yaparım. Parmaklarıma jilette vursalar yaparım." Dedi İzgi. Kırıldığı yeri onarmak sarmak istedi.

 

"Biliyorum." Demekle yetindi sadece Keskin. İstememişti ama bugün kalkıp o sarmayı yapacağını adı gibi biliyordu Keskin.

 

Derin bir nefes alırken konuyu dağıtmaya çalıştı ama başarılı olamadı."Koltuğa geçmek için babanı devirdiğini duymuştum." Parçaları yavaş yavaş zihnine oturtuyordu.

 

"Sabırsız birisiyimdir." Demekle yetindi sadece. "Ama İzgi," dedi içli bir nefes alarak. "On sene olacak neredeyse ama benden ayrı kaldığın seni göremediğim o iki yılı saymıyorum ben. Gözümden de gönlümden de ıraktın çünkü." Sarıldığı kadına daha sıkı sarıldı. Onu kaybetmekten ölesiye korkuyordu Keskin. "Sonra sen gittin. Sen öyle bir gittin ki ben yolumu kaybettim."

 

"Sonra seni gördüm." Dediğinde dudağında silik bir tebessüm belirdi. "Sekiz sene evvel." Dediğinde kaskatı kesildi, İzgi. "Seni gördüm ve hayat benim için seni gördüğüm o anda başladı."

 

Kendi hatırlamadığı sürece Keskin ona bunu asla söylemeyecekti.

 

 

 

İZGİ KARA ALACAHAN

 

 

Kana bulanmış hatırlar, kanadı kırık kuşlar, üzeri yalanlarla süslenmiş sırlar, kalbi hasta kadınlar ve kırık pusulalar.

 

Babası dik omuzlarını, annesi çocukluğunu bende pusulasını almışım elinden.

 

Bir çıkmazda kalmış, yolunu şaşırmış arkasına baktığında görememiş kimseyi.

 

Yanmış, çok yanmış ama kimseye göstermemiş.

 

"Ben annemi de babamı da hiç tanımadım İzgi. On yaşındaydım ama bir çocuk değildim. Olamadım. İzin vermediler."

 

Vermemişler.

İzin vermemişler.

 

On yaşındaymış daha hayallerini, çocukluğunu almışlar ellerinden.

 

Kimsesi yokmuş ki kimsesi yokmuş.

 

Bana sığınmış, sığındığı yuvanın başına yıkılacağını hesaba katmamış.

 

Gözlerimin içine diktiği ışığı dikkatlice izleyen ve tepeme dikilen doktor sıkılmama sebep olmuştu. Olası bir durum için hastaneye götürmemişlerdi. Evin içine kadar girdilerse hastaneye de girerlerdi.

 

Doktor üzerimden çekildiğinde rahat bir nefes aldım. Daralıyordum böyle şeylerde. Gözleri bendeyken,"Daha önce kürtaj oldunuz mu?" Dediğinde buz kestim. Dudaklarım aralandı ama donup kaldım. Böyle bir şey söylemesini beklemiyordum.

 

"Hayır." Dedi benden önce Keskin. Gözlerimi yumdum sıkı sıkı. "Rahmine aldığı bir kurşun yarası var, yıllar evvel de düşük yapmıştı."

 

"Rahmine aldığı kurşun yarasından haberim var. Eşinizin ilk kanaması değil bu geçirdiği operasyondan sonra da kanamaları olmuş, raporlarını inceledim çıkan tahlilleri ve ultrason görüntülerini de ama gördüklerim kürtajdan şüphelenmeme sebep oldu. Neden diye soracak olursanız eğer sürekli olarak sık sık kanama yaşaması normal değil. Rahime aldığı kurşun ona ne kadar zarar verirse versin bir kürtaj operasyonun geçirmiş olması lazım. Çünkü ultrason görüntülerine göre rahmindeki yırtığın ve dikiş izlerinin başka bir açıklaması olamaz. Bu sadece kurşun yarası değil, kürtajın izlerini tanırım." Derken emin olmak istercesine bana baktı.

 

"Zamında düşük yapmıştı." Dedi ısrarla. Yutkunamadım. "Belki geçirdiği operasyondan yüzünden rahmine bir zarar gelmiş gelmiş olabilir. Kurşun yarasının e-"

 

"Düşük yapmadım." Dedim bir anda. Odanın içini kaplayan ölüm sessizliği bakışlarının üzerime saplı kalmasına sebep oldu.

 

Bahsettiğim şeyin o olduğunu düşünmemiş olacak ki, "Hatırlamıyor musun?" Diye sordu endişeyle. "Çarpmadan dolayı hafıza kaydı yaşamış ola-"

 

"Keskin!" Dedim susması için. Ağlamaklı sesim ve dolan gözlerim buz kesmesine sebep oldu. "Düşük yapmadım çünkü o bebeği aldırdım." Dediğimde kelimelerim göğüs kafesine saplandı ama ruhunu delip geçti.

 

Sıkı sıkıya tuttuğu elimin içinden kaydığında eli lal kesilmiş gibiydi.

 

Her sözüm bir kıymık gibi battı göğüsüne biliyorum.

 

Ben göğüs kafesimdeki o olukla iki yıldır yaşıyordum o bilmeden.

 

"Biz dışarı çıkalım." Dedi Helen her şeyi bildiği için ve çıkacak kavgayı da tahmin ettiği için. "Hadi Isabelle." Dedi donup kalan kadının koluna girerek.

 

Kimseden başka bir söz çıkmadı. Herkes odadan çıkarken yaslandığım yatakta iyice doğruldum.

 

Dehşetle bakan kara gözleri bocalama sebep oluyordu.

 

"Ne yaptın?" Diye sordu çıldırmama sebep olacak bir sakinlikle.

 

Yutkunmakta zorlanırken,"Aldırmak zorundaydım." Diyebildim.

 

"Zorunda mıydın?" Dedi hayretle. "Lan o sana tutunan küçücük bir candı! Sen o cana kıymak zorunda mıydın?!"

 

"Keskin-"

 

"Lan kafam almıyor benim!" Diye bağırdı. Bir elini saçlarının arasından geçirirken odanın içinde volta attı. Yerinde duramadı. "Yalan söylüyorsun!" Dediğinde kiriklerime tutunan yaşlardan birkaçı yanaklarıma süzüldü. "İzgi..." dedi çaresizce. İki eliyle de yüzünü sertçe sıvazladığında gözlerinin kızardığını gördüm. "Tehdit mi ettiler seni?" Diye sordu. İhtiyacı vardı. Kabul etmeme yalan söylediğimi kabul etmeme ihtiyacı vardı. "Bu kadarını da yapmış olamazsın." Dediğinde konduramıyordu.

 

Göz bebeklerim titriyordu. Tir tir titreyen kirpiklerimin arasına sıkışan gözlerimin dolduğunu hissettim. Titrek bir nefes çektim içime ama boğazımdaki yumru buna izin vermedi. En acısı da dolan gözlerimden akmasını beklediğim göz yaşlarımın akmaması.

 

Sustum. Sessizliğim ona büyük bit cevap olurken hayal kırıklığı içinde bana baktı.

 

"Lan sen o iki çocuk için mahvettin kendini!" Dedi öfkeyle. "Onun ne suçu vardı?! O da bir can değil miydi?!"

 

Boş bakan gözlerim endişeyle bakan kara gözlerle buluştu. "Emanetti." Dedim dudak bükerek. Kirpiklerime tutunan yaşlar gözlerimden süzüldü. "Keskin ben mecburdum." Dedim başımı iki yana doğru sallayarak.

 

"Senin mecburiyetini sikeyim! Sen neye mecburdun?!" Diye bağırdı yüzüme doğru. "Neye mecburdun anasını satayım?! Neye?!" Ben sessiz kaldıkça çıldırıyordu. "Lan benim içim gidiyor gözümün önündeki her çocuğa!" Diye yakardı. "Küçük lan!" Diye bağırdı avaz avaz. "Küçücüktü! Senin sevgine, merhametine, seni hissetmeye ihtiyacı vardı onun, onu katletmene değil!"

 

"Özür dilerim." Diyebildim sadece. Bunun için değil. "Yaşattığım her şey için çok özür dilerim."

 

Hayal kırıklığı içinde bana bakarken, "Sadece ailem olsun istedim." Dedi içimi yakan bir sesle. "Sadece seninle güzel bir aile kurabilmek ve baba olmak istedim!"

 

"Keskin-"

 

"Sen onu bile çok gördün bana!" Dedi öfkeyle. Gölgesi üzerimden çekildiğinde, "Allah benim belamı versin İzgi." Diye yakardı sitemle. "Allah seni benim karşıma çıkardığı gün benim belamı verseydi de ben seni hiç tanımasaydım, bilmeseydim böyle tutulmasaydım."

 

Sadece ailesi olsun istemişti. O aileyi ona verememiştim. Belki de hiç veremeyecektim.

 

Vaktim gelseydi de geberip gitseydim keşke.

 

"Keşke başkalarının çocuklarına annelik edeceğine biraz olsun kendi çocuğunu düşünseydin." Dediğinde buz kestim. "Belki şimdi bu halde olmazdık seninle." Dedi sitemle.

 

Gergindi vücudu. Bir hayli kızgın ve öfkeliydi. Sığamıyordu hiçbir yere. "Senden nefret ediyorum." Dediğinde yadırgamadım bu sefer. Kara gözlerindeki nefret gerçekti. "Keşke hiç tanımasaydım seni. Keşke hiç sevmeseydim. Sevda diye senin adını bilip gözlerine ölmeseydim hiç."

 

"Tek bir şey soracağım." Gözlerimden süzülen yaşlar, yanaklarıma akın etti. "Hiç şansımız yok mu," dedim tereddütle. Kalbim korkuyla attı. Aldığım nefes bir zehir gibi işledi göğüs kafesime. "Yapamıyorum ben böyle. Tamam yanlıştı ama bedeli bu kadar ağır mı?"

 

Bunu öğrenmem gerekiyordu. Ödediğim bedelin sonuçlarını bilmem gerekiyordu.

 

"Zamanında sana ihanetin bende affı yoktur demiştim." Dedi geçmişi öne sürerek. "Sen ne söylemiştin peki hatırlıyor musun?" Dedi hayal kırıklığı içinde.

 

"Ben sana asla ihanet etmem!" Diyen, geçmişten gelen ses zihnimde yankılandı. O ses bana aitti.

 

"Ettin," diye yakardı acıyla. "Sana inanmıştım." Dediğinde yüzüne bakmaya utandım. Acıyla harmanlanmış kara gözleri beni o uçurumun kenarına sürükledi. "Keşke inanmasaydım. Keşke kanmasaydı sana." Dedi hayal kırıklığı içinde. "Senin bu yaptığında ihanetten daha fazlası."

 

Omuzlarıma yük diye bindirdiğim, kalbimde yara diye taşıdığım acının adı tek bir kelimeydi.

 

Keşke.

 

"Seni affettiğim gün senden vazgeçtiğim gündür." Dedi kalbimi deşen bir sızıyı ruhumun tam ortasına bırakarak.

 

"Affetme o zaman." Dedim göz yaşlarımın arasından. "Beni affetmen için benden vazgeçmen gerekiyorsa beni asla affetme Keskin."

 

Benden vazgeçmesindense yarım kalmaya razıydım.

Birinin keşkesi olmak, hayal kırıklığı olmak çok acı veriyormuş.

 

Bilmiyordum.

 

Öğrendim ama.

Sen bunu da bilme.

 

"Bir keresinde bana bunlar revamı diye sormuştun ya İzgi bunlar sana müstahak." Dedi kalbimi deşen bit sızıyla. "Hak ettin!" Dediğinde ona bakamadım. "Başına gelen her şeyi hak ettin!"

 

Neyi hak etmiştim?

Öksüz bırakılmayı mı?

Bir ameliyat masasında sevdiklerim bir namlunun ucundayken sırf senin için kabullendiğim o candan vazgeçmek zorunda olduğumu mu?

 

Bir karar vermek zorunda kaldığımda yarayı kendime aldığım sen zarar görme diye bıçak altına yattığı mı mı?

 

Neyi hak etmiştim ben?

 

Yaşadığım neyi hak etmiştim?

 

"Beni hiç anlamayacaksın," dedim hayal kırıklığı içinde. "Çünkü beni anlamak için hiç çabalamadın." Omuzlarım çöktü. Ruhumun enkazı üzerime devrildi. "Sana yaptıklarımın bedelini misliyle ödüyorum şimdi. Ödemeye de devam ediyorum ama benim yaşadıklarım? Senin benden sakladıkların? Sen ihaneti nasıl hak etmediysen bende yaşadığım hiçbir şeyi hak etmedim Keskin."

 

Sözlerimi umursamadı. Bana arkasını döndü ve hızlı adımlarla kapıyı arkasından çarparak odadan çıktı.

 

Başımı geriye atarken gözlerimi kapattım. Derin derin nefesler almaya çalışırken titreyen ellerim boğazımı tırmaladı. Kendimi tutmaya çalıştım ama günlerdir kullanmadığım şeyin beni tetiklemesi ve benim yeniden kullanmam ne kadar doğruydu bilmiyordum ama içimi sıkıştıran bana nefes aldırmayan şeyi aramak için gözlerim açıldı.

 

"İz?" Dediğini duydum Helenin kapıyı tıklamadan önce.

 

"Git,Helen." Dedim ayaklarımı yataktan sarkıtırken buz gibi zemine ayak bastım ve yatağa tutunarak ayağa kalktığımda dönen başım yüzünden sendelendim.

 

"İyi misin?" Diye sordu kapının ardından.

 

Cevap vermedim.

 

Ayaklarımı sürüye sürüye yavaş yavaş banyoya doğru attım adımlarımı. Halsizliğimden ötürü duvara tutunurken nefes almak oldukça zordu. Kasıklarımdaki hafif sızı bir sancı gibi boğazım batıyordu sanki.

 

Kapının açılma sesini duyduğumda, "Yalnız kalmak istiyorum Helen." Dedim ısrarla. Aralıklı kapı açılmadı. "Lütfen." Dedim ısrar etmemesi için ama kapı hala aralıklıydı. Birkaç saniye daha o şekilde kaldı. Tereddüt etti ama en sonunda o kapı kapandığında, önce kapıya gidip kilitledim daha sonra banyonun içine doğru attım adımlarımı. Bir elim kasığımdayken, titremelerim o kadar arttı ki kirpiklerime kadar titredim saç diplerime kadar ürperdim.

 

Damarlarımdaki bütün kan çekildi sanki. Göz bebeklerimin hareketini hissettim. Titreyen ellerimle klozetin sifonun mermer kapağını kenara çektiğimde mermer ayaklarımın altına düştü ve parçalara ayrıldı. Bir kaç küçük cam parçası ayaklarımı çizdi ama umursamadım.

 

Gözlerim bir bıçak gibi poşete sarılmış olan içi kırmızı bir zehirle dolu olan iğnelere kaydı. Ellerimle duşa kabine tutunurken dudaklarımı dişledim.

 

Ona ihtiyacın var. Dedi içimdeki ses. Zihnindeki o seslerden kurtulmak istiyorsan, kalbindeki ağrının dinmesini ve ruhunun huzura kavuşmasını istiyorsan onu kullanmak zorundasın İz.

 

Gözlerimden yaşlar boşaldığında dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

Unutmak mı istiyorsun? Evet.

O halde kullan onu.

 

Boynumu gererken gözlerim kendiliğinden kapandı. Terlemeye başladığımı hissettim. Nefes alış verişlerim sıkılaştı ve titremelerim arttı ama elim gitmedi.

 

Yapma. Dedim kendi kendime. Sen bu değilsin İz. Sen bunlara ihtiyaç duymazsın, yapma.

 

Dizlerimin üzerine çömelirken ellerim duşa kabinde kaydı. Birbirine bastırdığım dudaklarım aralandığında sesim özgürlüğüne kavuştu ve bir hıçkırık firar etti dudaklarımdan. Saçlarım yüzüme dökülürken, göz yaşlarım dur durak bilmeden aktı.

 

Öylece çöktüğüm fayansta zorunda bırakılmışlıklarımla kalakaldım.

 

Bir başıma.

 

...

 

Hiçbir şey hissedemediğim zamanlardan birindeydim. Kimseyle konuşmadığım, günlerimi Rowan ve Urazla geçirdiğim kapımı herkese kapattığım günlerdeydim.

 

Zeynebi özlemiştim. Bana yol göstermesini, nasihatlarını, saçlarımı okşamasını ve göz yaşlarıma ortak olmasını çok özlemiştim.

 

Yanına gelmek çok istiyorum kardeşim ama gelemiyorumda. Omuzlarıma bıraktığın yük öyle ağır ki dün gece elimin gittiği o jileti senin emanetin için bırakmak zorunda kaldığımda yaşamak zorunda olduğumu anladığım andaydım.

 

Yattığın yer rahat olsun güzel kardeşim. Çünkü ben seni hiç unutmayacağım. İnsan kardeşini unutur mu hiç?

 

"Teyze!" Diye bağıran Urazın sesi daldığım yerden irkilerek ayrılamama sebep oldu. Omuzumun üzerinde ona baktığımda yerdeki oyuncaklarla oynayan Rowanın yanında oturduğunu ve ona eşlik ettiğini gördüm.

 

"Sabah seni uyandırmaya gelmiş. Ne kadar çağırırsa çağırsın uyanmamışsın. Bahçeye öyle bir geldi ki nasıl hissettiğimi anlatamam sana. Teyzem uyanmıyor dediğinde aklım çıktı!" Demişti Helen. Ona sadece boş boş bakmakla yetinmiştim. Öylesine. "Neyin var İz?" Diye sormuştu tereddüt içinde ama bir cevap alamamıştı.

 

"Bu geceki daveti sakın unutma. Orada kuracağımız ve Douglasa karşı alacağımız ittifaklar bizim için büyük avantaj. Benjaminin kesin emri var hepimiz orada olacağız. Akşama hazır ol kesin." Diye devam etmişti sözlerine ama tek kelime çıkmamıştı ağzımdan.

 

Davet bizzat Keskin tarafından düzenlenmişti. Oraya gelecek her insana yeniden kendini kanıtlaması gerekiyordu. Yanına beni alarak ihanetini gölgelemesi ve onu kışkırtmak istiyordu. Eminim olduğum tek şey o davete katılan hiç kimsenin onun karşısında durmak için orada olmayacağıydı.

 

Hepsi onun yanında olduğunu kanıtlamak için orada olacaktı.

 

"Benden sakladığın bir şey var mı Helen?" Diye sormuştum sadece. Anlamamıştı. "Senin, Zemonun ya da Keskinin? Belki Adeline ve Theonun da son zamanlarda ne Z ne de o ikisi ortalıklarda gözükmüyorlar. Özellikle Z başıma gelenleri bilmesine rağmen neden şu anda burada değil?"

 

Kaşları çatılmış yüzünde anlamsız bir ifadeyle bana bakmıştı. "Bilmiyorum." Demişti sadece. "Yani haberim yok. Saha görevindedirler muhtemelen."

 

"Eğer senin ya da diğerlerinin benden sakladığı bir şeyler varsa bunu öğrenmememi sağlayın ya da geç olmadan siz söyleyin." Demiştim. "Yeni bir yalanı ve sırrı daha kaldıramam artık."

 

"Yemek oldu mu?" Diye sordu Uraz merakla. "Çok acıktım. Hem o da acıkmıştır." Dedi Rowanı göstererek. Rowan önce anlam veremeyerek Uraz baktı ve gözleri daha sonra beni bulduğunda gülümsedi.

 

Buruk bir tebessüm ettiğimde, "Birazdan olur birtanem. Az kaldı." Dediğimde başını salladı onaylayarak ve yeniden önüne döndü.

 

Çorbanın altını kısarken çalan kapıyı açtım ve kim olduğuna bakmadan kapıyı aralık bırakarak arkamı dönüp yeniden içeriye doğru ilerledim.

 

"Çocuklar için geldim." Diyen Beatrix'in sesini duydum. Aaronun karısıydı. Onu özellikle bu gece beni idare etmesi için çağırmıştım. "Bir hoş geldin yok mu Katherine?" Dedi sorgu dolu bir sesle. Normalde onu hep güler yüzle karşılardım.

 

"Üzerine gitme. Bu aralar pek iyi değil." Dedi Helen. O da mı gelmişti?

 

"Nesi var?" Diye sordu Beatrix.

 

"Anlatırım sonra."

 

Boynumu geriye doğru atarken tahta kaşığı tezgahın üstüne bıraktım ve gözlerimi yumdum. Yeni bir krizin eşiğine gelmek istemiyordum. Derin bir nefes aldım ve ciğerlerimi sıkıştıran acıdan kurtulmaya çalıştım.

 

"Katherine?" Beatrix'in sesini yanı başımdan duyarken, elleri omuzlarıma dokunmuştu ki o kadar hızlı bir şekilde ürkerek geri çekildim ki az kalsın içi kaynar çorbayla dolu olan tencereyi devirecektim. "Benim." Dedi şaşkınlıkla. "Korkuttuysam özür dilerim." Dediğinde tavrım anlam verememişti.

 

Bakışlarından kaçarken, "Ben üzerimi değiştireceğim." Dedim buz gibi bir sesle. "Yemekler hazır. Çorba da biraz soğusun öyle kurun sofrayı. Odamdayım." Dedim yanlarından kaçar gibi ayrılırken kendimi nasıl odaya attım bilemedim.

 

"Sakin," dedim kendi kendime. Nefes alamadıkça tırnaklarım boğazıma sürtündü. Derimi çekiştirip durdum yırtmak istercesine. "Tamam, tamam yok bir şey. Yok bir şey İz, sakin ol. Sakin olmalısın." Derin derin nefesler alırken sakinleşmeye çalışıyordum.

 

Nefeslerimi düzene sokana kadar odanın ortasında dikildim bir süre. Her şeye sağır oldum ve sadece nefes alış verişlerimi dinledim bir elim göğüsümde bir elim boğazımda.

 

Nefeslerim bir süre sonra düzene girdiğinde rahat rahat nefes aldım. Yumduğum gözlerimi açtığımda boy aynamda yansımamla karşılaştım.

 

Zavallı gibi gözüküyordum. Savunmasız ve ürkek gözüküyordum ve bu halim midemi bulandırıyordu.

 

Soğuktan burnum ve yanaklarım kızarmış dudaklarım ise bir ölünün ki kadar kuru ve solgun gözüküyordu. Bir mezarlığa ev sahibi yapan yeşil harelerimin ışığı söneli çok oluyordu.

 

Tırnaklarımla kızarttığım ve çizikler bıraktığım boynuma kaydı bakışlarım. Günlerdir rüyalarımdan çıkmayan çoğu zaman nefesimi kesmek için boğazıma sarılan nasırlı eller geldi gözümün önüne. Ürperdim.

 

Düşük omuzlarım dikleşti. Yerini dik ve kendinden emin omuzlarım alırken çenemi de dikleştirdim ve gözlerimdeki o ölü toprağı silip attım.

 

Önce güzel bir duş aldım ve saçlarıma fön çekip makyajıma giriştim. Çöpe attığım kahverengi lenslerimin yenisini takmadım. Kızıl saçlarımı elimle hafifçe düzelttiğimde yeşil gözlerimi öne çıkartacak hafif birkaç farı karıştırıp gölgelelendirdim ve siyah bir eyeliner çektikten sonra uzun kirpiklerime bolca rimel uyguladım ve daha hacimli bir görüntü oluşmasına sebep olurken, göz altlarıma bulaşan farı temizledim ve ten makyajıma geçtim. Cildim uygun bir fondöteni yüzüme oturturken, şeftali tonlarında bir allık ve yüz hatlarımı belirginleştirmek için kontür uyguladım ve güzelce dağıtıp pudrayla yüzümü sabitledim makyajımı akmaması için. Allığım ve göz kapaklarıma kullandığım o hafif şeftalilişi dudaklarımda da kullanırken makyajımı tamamlayıp mücevherlerimi taktım.

 

Tercihim siyah, straplez, kadife bir elbise oldu. Elbise bütün vücudumu yeni bir dedi gibi sararken etekleri ayağıma geçirdiğim siyah topuklularıma rağmen yine de hafifçe yere değiyordu. Doğrulduğumda elbisenin katlanan yerlerini düzelttim. Sol bacağımdaki derin yırtmacı oldukça yukarıdaydı ve bütün bacağım tamamen ortadaydı.

 

O kardelen dövmesiyse yerli yerindeydi.

 

"Kardelen çiçekleri..." diye fısıldadı bu kez. "Zamansız güzelliğin ifadesi, vaktinden önce açan, Ardıçların gölgesinde güneşe doğru uzanan, masalsı bir destan. Sen işte osun." Dedi zihnime kazınsın ister gibi. "Ardıçların gölgesinde uzanan kardelen çiçeğisin. Benimsin."

 

 

 

(Dövme bu şekilde canlarım.)

 

Onların yurdu benim göğüs kafesimdi belki ama benim yurdum bir adamın kolları, o adamın yurduysa benim gözlerimdi.

 

Bir zamanlar öyleydi tabii.

Benim için hala öyleydi ama onun için nasıldı artık bilmiyordum.

 

Hazır bir halde odadan çıkarken çantamı ve telefonumu alıp öyle çıktım salona. Helen üzerine gözlerinin rengini taşıyan lacivert bir elbise gitmişti. Sıkı vücudu saran elbisenin göğüs kısmı V şeklinde aşağıya iniyordu ve derin bir göğüs dekoltesi oluşturmuştu. Elbise bütün vücuduna tam oturmuş ona çok yakışmıştı. Sarı saçlarını kendi halinde doğal bir şekilde bırakmış hafif bir makyajla yetinmişti.

 

Elbisesindeki hafif potluk silahını fark etmeme sebep olmuştu.

 

Ben yanıma silah almamıştım.

 

"Çıkalım mı artık?" Dedi o da beni beğeniyle süzerken. "Davetin sahibi olarak geç kalmak istemezsin değil mi?"

 

"O burada mı?" Diye sordum sadece.

 

"Burada." Dedi gülümseyerek. "Az önce geldi."

 

"Boşuna gelmiş," dedim Helene arkamı dönüp kapıya doğru ilerlerken arkamı dönmeden önce kaşlarını çattığını gördüm. "Onunla gitmeyeceğim."

 

"Anlamadım?"

 

"Sonuçta henüz yeniden evlenmedik. Aramızda hiçbir şey olmamış gibi onunla o davete girmeyeceğim." Dedim kesin bir dille.

 

"Benjamin-"

 

"Hepsinin canı cehenneme Helen." Dedim öfkeyle ona dönerek. "Ben sustukça tepeme çıktı herkes ama yeter! Sessizliğim herkesi cesaretlendirmiş olacak ki karşıma geçen herkes bana hesap sormaya kendinde hak buluyor! Bu zaman kadar sustum ama artık yeter!" Dediğimde şaşkınlıkla bana baktı. Çıkışıma anlam vermedi. "Sonuçta ne yaparsam yapayım yaranamıyorum kimseye. Ne yaparsam yapayım günah keçisi hep ben olacağım bu yüzen çokta gerek yok. Ben bir şeyleri düzeltmeye çalıştıkça herkes üzerime üzerime geldi. Tamam hatalı olabilirim ama hatasının farkında olan ve bunun için çabalayan benim çabamı görmezden gelen kimseye acımayacağım." Rahat bir nefes alarak. "Madem karşılarında eski İzi görmek istiyorlar bugün hepsine kim olduğumu çok güzel hatırlatacağım."

 

"Nasıl yani?" Diye sordu merakla.

 

"Şöyle," dedim omuzlarımı dikleştirerek. "Karşılarından bir Alacahan yok artık. Bir Kara kadını yok ve Katherine de yok. Üzerime yükledikleri hiçbir sıfatla girmeyeceğim o davete." Dediğimde merakla bana baktı.

 

"Ya nasıl girmeyi düşünüyorsun?" Dediğinde lacivert harelerindeki derin merakı okudum.

 

Çenemi havaya dikerken, "Bir Aşan olarak gireceğim." Dediğimde kaşları çatıldı. "Aliye Aşanın kızı İzgi Aşan olarak."

 

"Bunu yapamazsın." Dedi inanamaz gibi. "Buna asla izin vermezler."

 

Kaşlarım havalandı. Alayla güldüm. "İzin istediğimi kim söyledi Helen?" Dedim alayla. "Ben bir şeyi istiyorsam ne pahasına olursa olsun alırım. O davete Aşan olarak gireceğim diyorsam Aşan olarak gireceğim."

 

"Lider buna izin vermez."

 

"Lider artık umurumda değil." Dedim bir an bile tereddüt etmeden.

 

Beni kaybetmeyi göze aldıysa eğer ondan vazgeçmekten geri durmazdım.

 

Rahat bir nefes alırken, "Çıkalım." Dedim. Arkamı döndüğümde adımlarımı dış kapıya doğru attım.

 

"Teyze!" Diyen Urazın sesiyse duraksamama sebep oldu. Yemek masasından atladığında kapıda gitmek üzere olan bana doğru koştu. "Nereye gidiyorsun?"

 

"Birkaç işim var birtanem," dedim onunla aynı boya gelmek için çömelirken korku dolu gözleri huzursuz olmama sebep oldu. Bir anda çömeldiğim için kasıklarımdaki ağrı kendini bana yeniden hatırlattı. "Bir şey mi oldu?" Diye sordum merakla.

 

Dudakları büküldüğünde, "Gitmesen?" Dedi ağlamaklı sesiyle. Bir anda boynuma sarılmasıyla kalakaldım. "Gitme, teyze. Sende gitme."

 

Elim ayağım birbirine dolanırken, "Uraz?" Dedim tedirgin bir şekilde. "Ne oldu?" Diye sordum merakla. Bir anda değişen tavrı bocalamama sebep olmuştu.

 

Kolları boynuma daha sıkı dolandığında, "Gitme." Dedi ağlamaklı sesiyle. "Annem gitti. Annemi aldılar benden seni de almasınlar." Buz kestim. "Seni de benden almasınlar teyze. Sen gidersen annemi alanlar seni de alırlar." Nefes dahi alamadım. Yüzüm kireç gibi olurken kalbim atmayı bıraktı. "Ne olur gitme teyze. Seni de almasınlar ne olur. O kötü adamlar seni yine bulurlarsa ben bir daha göremem ki seni." Göz yaşları kor bir alev gibi omuzuma aktı, ruhumu yaktı.

 

Kül oldum.

 

Geçen gün evi basan adamlar yüzündendi bu tavrı ve endişesi. Korkuyordu ki çok haklıydı. Gördükleri onun yaşındaki bir çocuk için çok fazlaydı.

 

"Bak," dedim yüz yüze gelmemizi sağlarken. "O zaman bir anlaşma yapalım seninle. Gün doğmadan, yıldızlar hala yerli yerindeyken burada olacağım. Seninle birlikte izleyeceğiz onları tamam mı?" Dedim. Yaşlarla dolan gözleri içimi yaktı.

 

"Söz mü?" Dedi burnunu çekerek.

 

"Söz." Dedim gülümseyerek. Kollarını yeniden boynuma dolarken saçlarının arasına bir öpücük kondurdum. "Oh!" Dedim. "Mis kokulum benim."

 

Kabullenmesinin sebebi sözümü tutacağımdan ötürüydü. Ona ne zaman bir söz verdiysem hep tutmuştum. Urazda hiçbir sözüm için ısrar etmez altında bir şey aramazdı.

 

Benim sözüm onun mühürüydü.

 

"Hadi bakalım," dedim geri çekilirken. "Yaramazlık yapmak yok tamam mı?"

 

"Tamam." Dedi.

 

"Uslu uslu beni bekleyeceksin."

 

"Seni bekleyeceğim." Dedi hemen. Gülümsedim. Her iki yanağından da öptükten sonra yavaşça ayağa kalktım. Elbisemi düzeltirken çelik kapıyı açtım ve dışarının havası yüzüme çarptığından akşamın karanlığı gözlerimin önüne serildi.

 

"Görüşürüz yakışıklı." Dedi Helen hemen arkamdan gelirken Urazın saçlarını karıştırmış ona göz kırpmıştı.

 

İkimiz birlikte evin merdivenlerini inerken, "Kulaklığını takmayı unutma." Dedi Helen yanımda yürürken adımlarımızı bizi bekleyen adamlara doğru attık. "Ne olacağı belli olmaz. Birbirimizden kopmayalım. İletişim içinde olalım."

 

"Olur." Demekle yetindi sadece.

 

"İz." dedi bir anda önüme geçerek. Gözlerindeki ifadeye anlam vermedim. "Gelmesen mi?" Dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"Anlamadım?"

 

"İçimde bir his var," dedi sitemle. "Geçmiyor. Bir şey olacak diye korkuyorum." Dediğinde gülümsedim.

 

"Hiçbir şey olmaz bana." Dedim koluna girerken. "Benim yanımda senim gibi bir kardeşim olduktan sonra bana hiçbir şey olmaz." Dediğimde gülümsedi.

 

"Yine de-"

 

"Hadi hadi," dedim onu ajanların yanına doğru iterken hafifçe. "Sen git hazırlığını yap. Kaytardı demesinler sonra." Dedim göz kırparak.

 

"Gıcık." Dedi gülerek bana arkasını dönmeden hemen önce.

 

Yüzümde bir gülümseyle kendi arabama doğru ilerlerken arabama yaslanan Alexs'i gördüm. "Hayırdır?" Dedim göz kırparak. Keskini görmezden gelirken bana attığı anahtarları havada yakaladım. "Şöförüm sen mi olacaksın yoksa?"

 

"Sorma," dedi alayla. "Dadın olarak beni seçtiler." Dediğinde kıkırdadım.

 

"O kadar da kötü bir yol arkadaşı değilim bence?"

 

Sözlerime gülerken, "Ona ne şüphe." Dedi alay edercesine.

 

Katıldığım araba yarışlarından birisinde yanımda olması ve car car konuştuğu için kaybettiğim yarış yüzünden arabayı üzerine sürmem bir anlık cinnet anıma denk gelmişti. Onu önce arabadan atmış sonra da o sinirle üzerine sürmüştüm.

 

"Senin ki geliyor." Dedi gözleriyle arkamı işaret ederken yavaşça yanımdan süzüldü. Sırtımı arabaya yaslarken yüzünde taş kadar katı bir ifadeyle bana doğru gelen adama baktım.

 

"Bir şey mi oldu?" Diye sordum merakla.

 

"Benimle geldiğini unuttun herhalde?" Dedi buz gibi bir sesle. "Bin arabaya."

 

"Seninle gelmiyorum." Dedim inatla. "Açıkçası ayık kafayla seni idare edebileceğimi sanmıyorum Keskin." Dediğimde kaşları çatıldı.

 

"Ne saçmalıyorsun sen?!" Dedi öfkeyle.

 

"Saçmalayan birisi varsa o da sensin!" Dedim sinirle. "Bir ne istediğine karar ver artık ya! Gel İzgi! Git İzgi! Onu yap bunu yap! Bu şöyle şu şöyle! Yok yalan söyledin yok ihanet!" dediğimde ifadesiz bir yüzle suratıma bakıyordu. "Eee?!" Dedim. "Sen söylemdin mi? Sen benden hiçbir şey saklamadın mı?! "Oyuncağın mıyım ben senin?! Beni yanında istemediğini söylüyorsun tamam diyorum İzgi! Sus! Haklı?! Konuşalım diyorsun yine tamam diyorum! Hayır sen kendin de ne istediğini bilmiyorsun?! Benim de kafamı karıştırıp durma o zaman!" Diye bağırdım. Göğüs kafesim öfkeyle kızla yükselip kalktı. "Helinin bekler seni. Sen iyisi onunla git!"

 

"Ne diyorsun sen yine?!" Dedi sinirle. "Yine ne demeye çalışıyorsun İzgi?!" Dedi öfkeyle.

 

"Bir şey demeye çalışmıyorum!" Dedim yerimde doğrulurken. Elimle arkasında kalan kadını gösterdiğimde, "Yol orada, siktir git diyorum!" Dediğimde afalladı. "Oldu mu?! Anlata bildim mi!"

 

"Delirtme beni! Benimle geliyorsun dedim geliyorsun o kadar!"

 

"Delir ulan!" Dedim göğüsünden ittirirken. "Delir! Sen delirttin beni zaten biraz da sen delir!" Diye bağırdım. "Başlarım sana da belirsizliğine de! Gelmiyorum! İnat değil mi gelmiyorum!"

 

Bir eli kolumu kavradığında öfkeyle kararan gözler fazla yakınımdaydı. Tuttuğu kolumla birlikte bedenimi kendinde yaslarken yüzümü çevirdim.

 

"Arabaya. Bin." Dedi kelimelerin üzerine basa basa. "İstesen de istemesen de o arabaya elbet bineceksin! Bana zor kullandırtma!"

 

"Hangi sıfatla?!" Diye yükseldim.

 

"Karım olarak lan!" Diye bağırdı kulağımın dibinde bas bas.

 

"Eski karın!" Dedim bende. Tutuşundan kurtulmaya çalıştım ama olmadı. "Senin karşında bir Alacahan yok!"

 

"Bir Kara olarak benimle gelmek zorundasın!" Dedi Meclisi öne sürerek. "Benim ayarladığım bir davette hala ailen meclise üyeyken gelmemen söz konusu bile olmaz!" Dediğinde elinde kalan son kozu oynadı ama daha beni tanımıyordu.

 

"Bir Kara da değilim artık." Dediğimde gözlerim gözlerine saplandı. "Bir Aşan olarak bugün buradayım! Keyfim ve kahyam ne zaman isterse o zaman gelirim! Kiminle istersem onunla giderim!" Dediğimde dudaklarının arasından bir küfür savurdu. "Seni ilgilendirmez!"

 

"Her ne sikimse!" Dediğinde hayretle ona baktım. "Bugün o davete benimle geleceksin!" Dedi inatla.

 

Fırsat bu fırsat dedim kendi kendime. Kullandın kullandın, kızım. Ha gayret! "O kadını gönderirsen gelirim." Dedim şartımı öne sürerek, ani bir gazla.

 

"Davete gelmeyecek." Dedi anında kabul ederek.

 

"Temelli!"

 

"Tamam ulan!" Dediğinde zaferle gülümsedim.

 

"Tamam bırak beni." Dedim kolumu kurtarmaya çalışarak. "Yapıştın kaldın! Bu ne samimiyet! Terbiyesiz, ahlaksız!" Dediğimde bana aklımı kaçırmışım gibi baktı. Dulum ben diye bağır bir de istersen İz? Yetmedi gibi sana?!

 

"Sen bir şey mi içtin?" Diye sordu ciddi ciddi merakla.

 

Gülümsedim. "Sınırlar, Keskin. Sınırlar... unuttun mu?" Dedim imayla.

 

Öfkeyle burnundan sert bir soluk verdiğinde çenesinde bir kemik seğirdi. "Sınırları sikeyim!" Dedi hiddetle.

 

"Bir zahmet," dedim gözlerimi büyüterek. Kolumu elinden kurtarırken yanından geçip arabasına doğru yürüdüm. "Önüne gelen her şeyi sikip atıyor zaten. Yarın öbür gün bizi de sikmese bari." Dedim kendi kendime homurdanarak. Bu sinirle yapar mı yapar İz?! Adamı kudurtacağım diye ne hallere düştük!

 

Elaleme rezil olmuştuk.

 

Gerçi ben niye rezil oluyorsam?! O olmuştu! Oh olmuştu!

 

Yolcu koltuğuna oturduğumda o da zaten ayarlarıyla oynadığım için olsa gerek sinirli sinirli bindi arabaya. Kapıyı sertçe kapattığında üzerinde anahtarı takılı olan arabayı çalıştırdı ama hareket ettirmedi.

 

"Kemerini tak." Dediğinde onu umursamadım. Gözlerim camın arkasında ezbere bildiğim evin üzerindeydi. "Kemerini tak, İzgi." Dedi ısrarla.

 

"Gerek yok."

 

"Gerek var ki söylüyorum." Dedi ama zerre umurumda olmadı kendisi. Kendi kemerini çözdüğünü camın yansımasından fark ettiğimde bana doğru eğildi.

 

Eli kemerime uzanmıştı ki, "Bırak." Dedim ondan önce davranarak. "Sana lüzum yok!" Dediğimde uzanan eli yumruk halini aldı. "Nasıl olsa geberip gitsem de müstahak bana! Ölümü de hak etmişimdir kesin!" Dedim imayla.

 

Üzerimden çekilirken tekrar koltuğuna yerleşti. Kendi kemerini takarken, çalışır halde olan araba evin önünde ayrıldı. Direksiyonu kavrayan ellerinin parmak boğumları bembeyaz kesilmişti.

 

"Düğüne birkaç gün kaldı." Diye söz girdiğinde kaşlarım çatıldı. "Kendini ona göre hazırla. Gelinlik olur ne bileyim. Ya da istediğin bir şey varsa organizasyonla konuşursun hallederiz." Dediğinde alayla güldüm. "Davette yeniden evleneceğimizi de açıklayacağım."

 

"Seninle evlenmeyeceğim Keskin!" Dediğimde gözleri o kadar hızlı bir şekilde üzerime saplandı ki afalladım.

 

"Anlamadım?" Dedi karanlığa takla attıran bir sesle.

 

"Önüne bak!" Dedim panikle. "Kaza yapacaksın Keskin!"

 

"Başlatma yoluna ne dedin sen az önce onu söyle bir daha!" Dedi hiddetle. Zaten sinirliydi. Bir anda ağzımdan çıkan sözler onu iyice sinirlendirmiş olmalıydı.

 

Gözleriyle ara ara yolu kontrol ederken tek eli direksiyondaydı.

 

"Seninle evlenmeyeceğim." Araba aniden durduğunda peşimizde olan araçlarda durdu. Korumalar anında araçtan inerken gözlerinde ki tedirginliği fark ettim. Bir şey oldu sanmışlardı.

 

"Asabımı bozma benim, İzgi." Anlında belirginleşen damarları fark ettim. "Sabrımı sınama benim."

 

"Sınarsam ne olur?" Dedim çenemi havaya dikerek. "Seni zorunda kaldığın bir dertten kurtarıyorum işte. Başından beri bu iş olmayacaktı za-"

 

Bir elini direksiyona vurduğunda boş gözlerle baktım ona. "Başlarım böyle işin gelmişine geçmişine!" Diye gürledi. "Alay mı ediyorsun lan sen benimle! Çocuk oyuncağı mı bu iş?!"

 

"Bu işin çocuk oyuncağı olmadığı kesin. Ama senin benimle bir oyuncak gibi oynadığında apaçık ortada. Benimle evlenmemek senin için çokta büyük bir kayıp olmasa gerek Keskin?! Nasıl olsa bana gelip Türkiye ye döneceğini söylediğinde sana operasyonu kiminle yürüteceğini sormuştun! Hatılarsan sorumun cevabını Helin olarak almıştım bir güzel!" Dedim öfkeyle.

 

Öylece baktı. Öfkeyle harmanlanmış kara gözleri gözlerimi izledi. "Öyle mi?" Diye sordu.

 

"Öyle." Dedim hızla.

 

"İyi." Dedi üzerimden çekilirken. Arabayı yeniden çalıştırdı. "Madem istemiyorsun, seni zorlayacak halim yok. Bu operasyonda yer almayacak olabilirsin ama bu operasyonu kiminle yürüteceğime karışamazsın. Helin temelli gitsin dedin tamam dedim. Şimdi beni yarı yolda bırakan yine sen olduğuna göre ben yoluma benim yanımda duranla devam edeceğim." Kollarımı göğüsümde birleştirirken öylece akıp giden ve yaklaştığımız yolu izledim. "O halde bu geve davete Helinle katılmam ve evliliği onunla gerçekleştirmem senin için bir sorun olmayacaktır?" Dediğinde yutkunamadım.

 

"Olmaz." Dedim açık vermemek amacıyla. Gülümsedi. Dudaklarında yer edinen gülümsemede rastladıklarım sadece hayal kırıklığıydı. "Davete gelmeme gerek yok o halde?"

 

Ondan uzak durmam gerekiyordu. Benden ondan uzak durmadığım sürece Douglas peşimi bırakmayacaktı. Bana verdiği zararın haddi hesabı yoktu. Birimiz yanarken diğerini de yakıyordu ve ben onun yanmasındansa onun için kül olmayı tercih ederdim.

 

"Yok." Dedi buz gibi bir sesle.

 

Başımı sallamakla yetindim sadece.

 

Davetin yapılacağı sokağı aştık. İkimizden de tek bir ses çıkmadı. Dört katlı bir binanın bodrum katından yer altına inen o geçitten gidecektik.

 

Gideceklerdi.

 

Araba binanın önünde durduğunda, beklemeden hızla dışarı attım kendimi. Ciğerlerime dolan hava kaburgalarımı sıkıştırsa da dolan gözlerimi geriye ittim göz yaşlarımı ruhuma siyah bir leke gibi akıttım.

 

Heybetli ve uzun bedeni karşımda dikildiğinde gözlerimi ona diktim.

 

"Binadaki bütün eveler bize ait. İstediğinde geçip dinlen. Davet bitene kadar buradan ayrılmayacaksın." Dedi itiraz kabul etmeyerek.

 

"Ya bir şey olursa?" Dedim.

 

"Başının çaresine bakarsın sen." Dediğinde dondum kaldım. İfademin nasıl alaşağı olduğunu ve paramparça olduğumu göremeden yanımdan geçip gitti.

 

Derin bir nefes alırken arkamı dönüp içeri girenlere baktım.

 

Venomu gördüm. Sol elinin yüzük parmağında bir alyans. Sol tarafında yüzünde güzel bir gülümseme olan ve etrafa merakla bakan, elini tuttuğu bir kadın vardı. Karısıydı.

 

Bu kadını tanıyordum. Ariana Vanceydi. En son hatırladığım kadıyla nişanlıydı. Douglas Vancenin kuzeni değil kız kardeşiydi.

 

Gözlerim o kadar hızlı bir şekilde Helene döndü ki karşılaştığım şey kalbimin korkuyla kanar çırpmasına sebep oldu. Dimdik ayakta duruyordu. Dudaklarını birbirine bastırmış elleri yanında yumruk halini almıştı. Gözleri dolu doluydu.

 

Yanına giderken, "Helen." Dedim sadece onun duyabileceği bir şekilde. Gözleri bir zamanlar evlilik yoluna girdiği adamdan ayrılmadı. Gözünden akan bir damla yaş saçlarının arasına karıştı. Kimse fark etmedi.

 

O an anladım.

 

Bugün buradaki görevi sevdiği adamı ve karısını korumaktı.

 

Bunun ne kadar zor olduğunu, onun içini nasıl yaktığını tahmin bile edemezdim.

 

"Sonra İz." Dedi ifadesini değiştirirken benden başka kimsenin görmesine izin vermedi. "Sonra." Dedi ve o da yanımdan ayrıldı. Hepsi içeri doluşurken bana eşlik eden korumalarla birlikte dördüncü kattaki daireye çıktık.

 

Çantamı bir köşeye bırakırken günlerdir birinin olan bedenimi tekli koltuğun üstüne bıraktım.

 

"Biz dışarıdayız İz hanım." Dediler çıkamadan hemen önce. Hiçbir şey söylemezken biraz olsun dinlenmek istedim ama kaçırdığım şey gözlerimin önünde belirince, "Siktir." Dedim yerimden doğrularak.

 

Telefonuma sarılırken kimsenin hatta benim bile ayalar önce öğrendiğim bir gerçeği tereddüt etmeden onu aradım.

 

Açmadı.

 

O kalabalıkta sesini duymamış ve fark etmemiş olabilirdi. Douglasın niyeti iyi olmayabilirdi ama Ariananın niyetinden de emin olamazdım. Douglasın onu içlerine bilerek yerleştirdiğini bilemezdim. Emin olmam lazımdı. Ariana her ne kadar onunla hiç gözükmese bile arka tarafta neler dönmüştü bilmiyorduk.

 

Bir abi kardeşinden ayrı kalamazdı. Onun peşini ne olursa olsun asla bırakmazdı.

 

Bu yüzden yaptığım ilk şey Helene ve Keskine olayı özetleyen kısa bir mesaj atmak oldu. Daha sonra defalarca kez aradım ama telefon her açılmadığında içimdeki korku büyüdü.

 

Eve sığamadığımda adımlarımı kapıya doğru attım ve çantamı alıp kapıyı açtığımda boğazıma yaslanan bıçakla beraber kaskatı kesildim.

 

Karanlıkta seçebildiğim bir elması andıran masmavi gözleriydi.

 

"Sobe." Diyen sesini tanıdığımda ay ışığı çehresine vurdu ve Douglas Vancenin yüzü karşımda belirdi.

 

"Burada ne arıyorsun?" Dediğimde gözlerim temkinli bir şekilde bıçaktaydı. "İndir o bıçağı Vance!"

 

"Eğer bana ihanet etmemiş olsaydın belki," derken bıçağı boğazımda kaydırdı ama bir kesik açacak kadar bastırmadı. Gözlerini kuşanan nefret çok büyüktü. "Seni uyarmıştım İz." Derken gözlerini üzerimden ayırmadı. "Hakkımda vereceğin en ufak bilgi sonunun o ameliyathanede yaşananlardan daha beter olacağıydı."

 

Sözleri geçmişi hatırlamam sebep oldu. Ve hatırlamak delicesine yaktı canımı.

 

Az önce sözde Ali'nin koma haberiyle yıkıldığım koridordan sonra apar topar ameliyathaneye getirilmiştim. Haberi almadan dakikalar önce bana verdikleri nabzımı düşüren ve dengemin sarsılmasına sebep olacak olan ilacı almıştım.

 

Bebeğe zarar gelmemesi için özellikle doktorlarla konuşmuş ve ultrasona gidip sağlığından emin olmuştum.

 

Kürtaj için gittiğim o odadan kalp atışlarını duyduğum ve onu hissettiğim, kalbime dokunduğu o ilk anda tek endişem ona zarar gelmesiydi.

 

Bambaşka bir histi. İçinde bir can taşımak ve o canı koruyabilmek için savaşmak onunla büyümek bambaşka bir şeydi.

 

Ali'yle kurduğumuz planın amacı başsavcıyı üzerimden def etmekti. Dosyayı bıraktığım için bana bir hayli sinirli ve öfkeli olsa da operasyonu tehlikeye atmaktansa hem dosyayı hem mesleğimi o odada bırakmış ve çıkmıştım.

 

Yapmayacaktım. Ona bunu yapamayacaktım ve bunu yapmadığım halde o makamda oturmak istememiştim.

 

Aslında her şeyi o iyi olsun diye yapmıştım ve Ali bana bunun için yardımcı olmaktan çekinmemişti. Babamın mahkemesinde lehine bir savunma yapmazdım. O mahkemeye gitememem için bir sebebim olması gerekiyordu çünkü eğer o mahkemeye gitseydim başsavcı dosyayı bıraktığımı öne sürecek hakkımda bulunacağı suçlamalarla belki de tutuklanmamı sağlayacaktı.

 

"İyi mi?" Diye sormuştum ayarladığımız doktora. "Bir şey olmamıştır değil mi? İlaç zarar vermemiştir bebeğe?" İçimdeki endişe de kabaran duygu da ona yönelikti.

 

"Merak etmeyin." Demişti gülümseyerek. "Şimdi ultrasonla bakarız tekrar. İçiniz rahat etsin. Siz de biz de sağlığından emin olalım." Dediğinde her iki elimde karnıma sarılı bir halde minnetle bakmıştım doktora.

 

"Bence hiç gerek yok." Diyen tanıdık ses ameliyathanenin içinde belirdiğinde yüzümdeki gülümseme dondu. Kaşlarım çatıldı ve arkasında eli silahlı adamlarla içeriye giren Douglas Vanceye baktım. "Doğmayacak bir bebeğin sağlığından emin olmamıza ne gerek var doktor hanım?" Dedi alayla.

 

Doktorum Hale hanım put kesilmişken ona doğrultulan silahlar yüzünden sesini çıkaramıyordu çünkü korkuyordu.

 

"Sen?!" Dedim hayretle." Senin burada ne işin var?!" Dedim nefretle. Niyetini anladığım ilk gün onunla olan irtibatımı kesmiş hiçbir bağlantı kurmamıştım.

 

"Sana çok seveceğin bir teklifle geldim." Dediğinde kaşlarım çatıldı. Bir elim koruma iç güdüsüyle karnımdayken ürperdiğimi hissettim. Adamlarından biri ona tableti uzatırken adımlarını bana doğru attı. Parmakları tabletin üzerinde hareket etti ve yanımda bittiğinde ekranı bana çevirdi.

 

Kutucuklara bölünmüş ekrana bakarken anlam veremedim bu tabloya.

 

"İlk kareye bak." Dediğinde gözlerim otobanda hızla giden siyah arabayı buldu. Görüntüyü büyüttüğünde aracın Keskinin aracı olduğunu fark ettim. "Sana geliyor. Fenalaştığın haberini aldı." Gözlerim onu bulduğunda gülümsedi. "Peşinde ona eşlik eden korumaların benim tarafımda olduğundan ve aracının altında bir bomba olduğundan bir haber bir şekilde sana geliyor." Dediğinde buz kestim.

 

Korku kalbime bir zehir gibi işledi. Ekran yeniden bir sürü kutulara bölündü. "İkinci ekranda Simay ve Egemen var. Keskin nişancılarım onlar için hazırda." Dedi keyifle. "Asya'yı kreşten alan korumasının ona yapacaklarından bahsetmiş miydim sana?" Dedi alayla. Bütün kanımın çekildiğini hissettim. "Sanırım hayır." Dedi gülerek. Dördüncü ekranda abimi gördüm. Sırtına saplı halde olan kırmızı noktaları fark ettim. Karşısında babam vardı. Yanında Şebnem ve hepsinin üzerinde ki gözleri, oturdukları restorandakilerin çoğunun ellerinin bellerinde olduğunu ve beklediklerini gördüm ama onlar bunu fark etmediler.

 

"Sen..." dedim dehşetle. "Sen ne yaptın?" Dedim korkuyla.

 

Ruhumdaki kız çocuğu çığlık çığlığa haykırdı ama hiçbir şey yapmadım.

 

"Egemen, Aylin ve Berna hanımı görüyor musun?" Dedi altıncı kutucuğu işaret ederek. "Keyifleri pek yerinde. Oysa tek bir kurşunumun annesinin beynini dağıtacağından habersiz ikisi de." Dediğinde göğüs kafesimi sıkıştıran şey bana ızdırap oldu. Öyle ki nefes almıyordum artık.

 

Avuçlarımın arasında ona vermek için tuttuğum kırmızı patikleri karnıma bastırdım.

 

"Sana canı gönülden bağlı olanları ne yapacağız peki?" Dediğinde gözlerim hastane koridorunda olan Sinanı, Zeynebi ve Urazı buldu. "Tek bir sözümle hepsi ve bu hastanedeki birçok insanda parçalara ayrılır."

 

"Ne istiyorsun?" Diyebildim sesime ulaşabildiğimde.

 

Gözleri karnıma kaydığında kirpiklerimde asılı kalan yaşlar bir bir yanaklarıma akın etti. "Onun ne suçu var?!" Diye yakardım. "O daha çok küçük."

 

"Sana iki seçenek sunacağım." Dediğinde etrafında kısa bir tur döndü. "O bebek her türlü ölecek İz. Sen sevdiklerini seçsen de seçmesen de burada bu ameliyathanede ondan vazgeçmek zorunda kalacaksın ama senden istediğim bu değil." Dediğinde ellerim karnıma öyle sıkı sarıldı ki... "Eğer sevdiklerinin yaşamasını istiyorsan önce o bebekten vazgeçeceksin. Daha sonra bıraktığın o dosyayı geri alacaksın ve seninle beraber kaldığımız yerden devam edeceğiz her şeye." Dedi. Yüzündeki gülümseme şeytaniydi.

 

"Ona ihanet edemem," dedim göz yaşlarımın arasından. "Beni asla affetmez!" Dedim acıyla. Göğüsümü dolduran bu acının tarifi yoktu.

 

O acı bana kan kustururdu.

 

"O halde önce bebeğini alacağım senden sonra sevdiklerini. Bu hayatta sığınabileceğin hiç kimse kalmayana dek hepsini alacağım senden." Dediğinde sunduğu her iki seçenek de benim için ölümdü.

 

"Beni de öldür." Dedim göz yaşları içinde. Tırnaklarım o patiklerin içinden geçip avuçlarımı kanattı.

 

"Asla." dedi gülümseyerek. "İstediğim çok basit. Düşünmen için sadece on saniyen var."

 

Beni mecbur bıraktığı şey öylesine ağırdı ki... Bu yükün altına girmek istemedim. Hangisini seçersem seçeyim iki türlü de canım bildiklerimi kaybedecektim.

 

"Lütfen." Diye yalvardım. "Lütfen ne olursun. Bu kadarı çok fazla." Hıçkırıklarım öyle çoktu ki bana nefes aldırmıyordu. Kalbimde bir yangın vardı. Beni yakıp kül ediyordu.

 

"Sekiz." Dedi beni görmezden gelerek. "Yedi. Altı. Beş." Dediğinde iki büklüm oldum ağlamaktan. Yeni kabullenmiştim daha. Yeni bilmiştim. Hissetmiştim onu. Kalbinin sesini duymuştum. "Eğer süre bittiğinde kararını açıklamazsan ilk yapacağım Keskini havaya uçurmak olur."

 

Yaşamak istiyordu.

 

Ben nasıl kıyacaktım ona.

 

Hem patiğini de almıştım.

Giydiremeyecek miydim hiç?

 

"İki!"

 

"Tamam!" Diye bağırdım ağlaya ağlaya. "Tamam kabul, dur artık!" Göğüs kafesimdeki acı öylesine büyüdü ki bana nefes aldırmadı. "Tamam aldıracağım, tamam!" Dedim çaresizce. "Ne istersen yapacağım, yeterki onlara zarar verme!"

 

Keşke öldürseydi beni. Keşke beni buna mecbur bırakacağına öldürseydi. Nasıl ihanet edecektim? Nasıl kıyacaktım o cana?

 

Az önce sağlığı için endişelenirken şimdi kendi ellerimle öldürüyordum onu.

 

Annem ben yaşayayım diye, oğlu yaşasın diye can vermiş.

 

Candan olmuş ama can bildiklerini, canım dediklerini korumuş.

 

Bende candan olacaktım ama canım bildiklerimi koruyacaktım.

 

"Böyle olmaz." Dedi doktorum Hale. "Ben asla yapmam bu ameliyatı!" Dedi dehşetle. "Prosedür ge-"

 

Douglasın elleri kadının boğazın yapıştığında, "O kürtajı yapacaksın!" Dedi öfkeyle. "O kürtajı bilinci açık bir şekilde yapacaksın! Her saniyesini hissedecek! Her saniyesini iliklerine kadar hissedecek ki unutmasın!"

 

Dudaklarım yavaşça aralandı ama kelimelerimi toparlayamadım. Dilim lal kesildi. Acı aniden kalkıp kalbime öyle bir oturdu ki bir daha yutkunamadım. Rahat nefes alamadım.

 

O gün o ameliyathanede bilincim açık bir haldeydim. Öyle bir halde gelmiştim ki içimden koparıp alınan o canın hissettirdikleri lime lime olmama sebep olmuştu.

 

Göz yaşlarım şakaklarımdan süzüldü, o çarşafın üzerine aktı defalarca kez.

 

Yalvardım. Hayatımda hiç kimseye yalvarmadığım kadar çok yalvardım hemde.

 

Acımadı. Merhamet göstermedi. Kabuslarımın en büyük korkusu haline geldi ve kalbimi sakat bıraktı.

 

O masadan kalkamamıştım. Kanla yıkanan o masanın üzerinde bir bebeğin cenazesi vardı ve ben o cenazenin altından kalkamamıştım.

 

O gün orada öyle bir ölmüştüm ki o ameliyathaneden çıktıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranmak zorunda kaldığımdaysa kendimden utanmıştım.

 

Bir bebeğin ninnisi çalındı kulaklarıma. Bir uğultu gibi zihnimde yankılandı.

 

Özür dilerim bebeğim.

Seni koruyamadığım için.

 

Belki de ben çokta iyi bir anne değilimdir.

 

O bebeği istediğimi ona söylemek için hediye aldığım kırmızı patiklerse o ameliyathanenin içinde kaldı.

 

Anne, neredesin?

 

Canımı aldılar benden.

 

Hatırladıklarım o göğüs kafesimdeki boş oluğun kanla dolmasına sebep oldu."Öğrenirse ne olacak biliyor musun?" Dedim nefretle. "Sana neler yapacağını tahmin bile edemiyorsun değil mi?" Dediğimde alayla güldü.

 

"O bana ne yapar ben bilmiyorum da," dediğinde içeriye doğru attığı adımlar yüzünden gerilemek zorunda kaldım. Sırtım açık pencerenin korkuluklarına çarpana kadar durmadı. "Ben sana ne yapacağımı çok iyi biliyorum İz." Dedi büyük bir kinle.

 

Bir elim bıçağı boğazıma yaslayan eline sarıldı ama bunun yetmeyeceğini biliyordum.

 

Sırtım korkuluklara yaslandığında bedenim aşağı doğru eğildi. Dışarıdaki sesleri duydum ama bulunduğum taraf arka tarafa baktığı için seslerin kime ait olduğunu kavrayamadım.

 

Gözlerim kısa bir an aşağıya kaydığında boğazıma yaslandığı bıçağına elimle alttan bir darbe vurup geri çekilmesi için tekmemi savuracaktım ki ayaklarını her iki ayağımın arkasından geçirip ellerini üzerimden çektiğinde bedenim kavrayamadığım bir hızla boşlukta o kadar hızlı bir şekilde savrulup yere çakıldı ki hiçbir şey hissetmedim ilk başta.

 

Sırt üstü çakıldığım yerde öylece uzanırken bütün vücudumda dehşet bir ağrı belirdi ama en acısı kaburgalarımdan gelen ağrıydı. Genzime kadar kanlarla dolduğumu hissederken kusmak istedim ama kusmadım.

 

Dudaklarım aralandı. Bağırmak, haykırmak ve sesimi duyurmak istedim ama sadece acı bir inlemeden başka bir şey çıkmadı dudaklarımın arasından.

 

 

 

Gözlerim asfalttayken bu tarafa ilk gelen Venomdu. Elinde tuttuğu silahıyla buraya doğru gelirken yerde kanlar içinde yatan beni fark etmesiyle öylece donup kaldı. Göz bebeklerinin genişlediğini ve dehşete düştüğünü fark ettim.

 

"Venom." Dediğini duydum Keskinin. "Ne oldu? Ne gördün?" Adım sesleri işittim. Venom az önce çıktığı duvarın arkasına doğru hızlı adımlarını atarken onun önüne geçtiğini ve görmesini istemediğini anladım.

 

"Abi gelme." Dediğinde sesi çaresizdi.

 

"Ne saçmalıyorsun oğlum?!" Dedi öfkeyle. "Ne oldu? Ne gördün de put kesildin? Ne var mış orada?" Diye sordu ısrarla. "Oğlum bıraksana lan!"

 

"Bakma abi! Bakma!" Diye bağırdı bir anda. Silahını yere düşürdüğünü gördüm. Bir sessizlik oldu ikisi arasında. "Git abi!"

 

"Kim var orada?" Diye sordu Keskin. Sesindeki korkuyu sezdim. "Çocuklardan biri mi?"

 

Parmaklarım güçsüzce çakıldığım asfalta tutundu. Dudaklarımın arasından boğuk bir inleme kaçtığında kaburgalarım acıyla kasıldı.

 

"Venom?" Dedi Keskin korkuyla. "Oğlum, ne oldu lan?" Derken birine bir şey olduğunu anlamıştı ama o birinin ben olduğu aklının ucundan dahi geçmiyordu.

 

Kalbimin atışları öylesine yavaştı ki onu duymayı bırak attığını hissedemiyordum bile.

 

Venom sessiz kaldıkça onun merakı arttı. "Tamam çekil bakacağım." Dediğinde öne doğru atıldığını gördüm ama gözleri buraya değmeden Venom onu geri çekti.

 

"Bakma abi." Dedi bir çare halde. "Bakma." Dedi yalvarır gibi.

 

"Lan bir çekil." Derken bakmak için hareketlendiğini ama Venomun izin vermediğini gördüm ama ona nafile etmedi. "Ne saklıyorsun lan ?! Ne olm-" sözünü tamamlamasına engel olan şey önüne duvar olan Venomu çekmesiyle beraber çıktığı duvarın arkasında ter yatan beni görmesiyle eş zamanlı oldu.

 

Yüzündeki bütün ifade alaşağı olurken belki de ilk kez ayaklarının üzerinde durmakta zorlandığını ve böylesine dehşete kapıldığını gördüm.

 

Elinde tuttuğu silahı yere düştüğünde saniyeler içinde girdiği şoktan sıyrılmak zorunda kaldı ve bana doğru koştu.

 

Ayağı kaydığında benim çakıldığım asfaltta yanımda yere düştü. Kesik kesik nefeslerle konuşamadan ona öylece baktığımı görünce bocaladı. Ellerinin titrediğini ve bana dokunmaya çekindiğini gördüm.

 

"Zarar verirsin oğlum dur," dedi kendi kendinde. Eli anlına vurduğunda. "Dokunma. Kıpırdatma. Dur dur dur." Çıldırmış gibiydi. Katran karası gözlerindeki o korku öylesine dehşet vericiydi ki elimi tutmak istedi ama kıpırdatamadığımı görünce, "AMBULANS!" Diye bağırdı avazı çıktığı kadar.

 

Bağırışına gelen herkes gördüğü tablo karşısında neye uğradığını şaşırdı ama benim gözlerimin Keskinden ayrılmasına sebep olan şey abimdi.

 

"Ben korurum seni. Sana bir şey olmasına izin vermem. Duydun mu beni? Ne pahasına olursa olsun İz, sen beni affetmesen de ben senin abinim sen benim kardeşimsin."

 

"Koruyamazsan?"

 

"Korurum. Abinim ben senin nasıl korumam? Nasıl gözümün önünde ayırırım?"

 

Dudaklarımın arasından süzülen kor kızıl kan bana nefes aldırmazken yerde kanlar içindeydim ve kıpırdayamıyordum. Karnım kasıldığında genzime dolan kanlar konuşmamama izin vermedi.

 

Abim öylece kalakalmış bir halde bana bakarken tepemde bana yalvaran adama bakamadım.

 

"Titremesin kirpiklerin, titremesin." Derken aklını kaçırmış gibiydi. Bana dokunmak için yeniden ellerini uzattığında hızla geri çekti. "İncitirim," dedi kendi kendine. "İncitirim incitirim. Dokunmayayım."

 

Sol gözümden akan bir damla yaş şakaklarıma doğru süzülürken ağlamak istedim. Ama ağlayamadım.

 

Koruyamamıştı.

 

Hatırlamış mıydı bilmiyordum ama ben unutmamıştım.

 

Abim elini eteğini üzerimden çektiği gün benim mahvolduğum gündü.

 

Bir adım attı bana doğru ama attığı o adımda yere çakıldı. Metrelerce yükseklikten çakılan ben değildim de oydu sanki.

 

"İzgi." Diye fısıldadı çaresizce. Sırtımdaki derin sızı çakıldığım yerden hareket etmemi engelliyordu. Genzime dolan kanlar dudaklarımın arasından sızıyordu. Öksürmek istedim ama omurgamdaki acı öylesine büyüktü ki yapamadım. Nefes almaya çalıştım ama genzimden çıkan boğuk ses buna engel oldu. "Şşşt." Dedi endişeyle üzerime doğru eğildiğinde, ellerini bana doğru uzattı ama dokunmaya tereddüt etti. "Tamam." Dedi. Beni sakinleştirmek için girdiği çabada kendini dizginlemeye çalışıyordu. Parmak uçları nazikçe saç diplerimi okşadı.

 

Titreyen ellerini gördüm. Kim bilir kaç can almıştı o elleriyle ama ben yara aldığımda, ölümle burun buruna geldiğimde belki de hayatı boyunca hiç titremeyen adamın elleri titriyordu.

 

Bana dokunurken titreyen elleri başkasının nefesini kesiyordu. Oysa bu sefer nefesi kesilen bendim. Candan edilen bendim.

 

"Keskin." Diye fısıldadım acıyla. Dudaklarımın arasından sızan kan bir leke gibi vücuduma yayıldı. Yaşlar gözlerimden süzülmeye başladığında aldığım her nefes ciğerlerime battı. "Ben böyle olsun istemedim." Dedim titreyen sesimle.

 

Ağırlaşan göz kapaklarımın üzerini kirpiklerim örtmek üzereydi. Bu sefer korktuğum karanlıktan çok daha zifiri bir karanlığın içine düşmüştüm. "Yapma ne olursun." Diye yakardı. Avuçları yanaklarımı kavradığında karnımın üzerindeki ellerim boşlukta savruldu. "Bunu yapma. Bana bunu yapma yalvarıyorum sana." Kirpiklerim kısa bir an için gözlerimin üzerini örttü. "Benim buna gücüm yok. Benim omuzlarım bu yükü sırtlanacak kadar büyük değil İzgi."

 

"Ben," dedim kesik kesik zorlukla. Bilincim karanlığın kör kuyusunun ucundaydı. "İ-istemedim." Dudaklarımın arasından sızan ve genzimi tıkayan kan konuşmamı engelliyordu. Nefes alamıyordum. "Ciğerlerimi sıkıştıran acı öyle bir acıydı ki öleceğimi sandım. "Mecbur kaldım." Diyebildim en sonunda.

 

"ABLA!" Diye çığlık çığlığa bağırıyordu Simay. "BIRAKIN! ABLAM O BENİM!" Onu tutan ellerin arasında çırpınıyordu ama kurtulamıyordu da. Dudakları aralandığında canhıraş bir çığlık koptu boğazından yeri göğüs inletircesine.

 

"Abla abla abla," diyen Egemenin sesini duydum tepemde. Ne zaman gelmişti? Gözleri yaşlarla doluydu. "Abla ne olur abla. Abla ne olur." Derken küçük bir çocuk gibi ağladı.

 

Simayın çığlıklarının yanına Helenin haykırışları eklendi.

 

"Özür dilerim." Diyebildim sadece başımı omzuma yaslayıp hıçkıra hıçkıra ağlayan Egemene.

 

"Egemen dokunma," dedi kardeşimi geri çekerek. "Dokunma incitirsin dokunma." Başıma toplanan herkesi geri çekti. "Canı yanar, dokunma."Derken gözleri sürekli vücudumu tarıyordu. "AMBULANS NEREDE KALDI?!" Diye bağırdı boğazı yırtılırcasına.

 

"Keskin," diyebildim zorlukla.

 

"Konuşma," titreyen elleri yüzümü sıyırdı. "Zorlama kendini sakın. Bak ambulans yolda. Kıpırdatmıyorum seni, o yüzden ambulansı bekleyeceğiz tamam mı? Yorma sakın kendini." Dediğinde gülümsedim.

 

Parmaklarım güçsüzce soğuk ellerini kavradı. Tutunacak bir dala ihtiyacım vardı ve elimi uzattığımda tutunduğum tek dal oydu. Fakat bu sefer ısıtmıyordu. Aksine buz gibiydi. Hem de hiç olmadığı kadar.

 

"Buz tutmuşsun iki gözüm," derken dudaklarını elimin üzerine bastırdı. "Bu kadar soğuk olmazdı senin ellerin." Derken çaresiz hali kalbimi paramparça etti.

 

Zorlukla eline sarılan güçsüz parmaklarım ellerinin arasından sıyrıldı. Boşlukta asılı kalan ellerim yanıma düştüğünde parmak uçlarım sızım sızım sızladı.

 

Bir kez daha dokunabilmek için canımı bile verirdim.

 

Buz gibi de olsa ellerim varlığını hissetmeye ihtiyacım vardı.

 

Göğüs kafesim son kez yükseldi ve ağır ağır geri söndü. Ciğerlerimi doldurmak istediğim son nefes sonum oldu.

 

"Her şey olur İzgi." Dediğini duydum çaresiz sesinin. "Her şey olur ama sensiz olmaz." Diye tekrar etti cümlelerini. "Sensiz olmaz." Dedi acıyla. "Ben eksik kalırım senin için. Annesiz kalırım, babasız kalırım. Öksüz, Yetim kalırım. Onlar olmadan da yaşarım. Bir yoluna bakarım ama sensiz yaşayamam. Ben seni görmediğim, sesini duymadığım sana rastlamadığım yerde yolumu şaşırırım." Kirpiklerim ağrılaştı. "Otuz yaşında adamım. Bir çocuk gibi yalvarıyorum sana." Birkaç yaş göz kapaklarımın üzerime düştü. "Yalvarıyorum İzgi beni sensizlikle sınama."

 

"B-ben," dedim zorlukla. Nefes aldıkça kaburgalarım ciğerlerime battı. Kesik kesik nefes alırken gözümün önü sürekli kararıyordu ama yine de onun korku ve endişeyle bakan gözlerini seçebiliyordum. "Bakamadım." Derken ağzım kanla doldu. "Başımın çaresine...bakamadım." Derken gülümseye çalıştım ama dudaklarımın arasından sızan kor kızıl kan daha fazla konuşmama izin vermedi.

 

Baktı. Elleri yüzümdeyken gözleri donup kaldı. Yeşillerim geriye doğru kayarken kirpiklerim ağır ağır gözlerimin üzerini örttü ve tamamen karanlığa büründüm.

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Beğendiniz mi? Sabaha kadar size söz verdim diye bunu bitirmeye çalıştım ve saat şu an sabahın yedisi anca bitti.

 

Bu bölüme oy sınırı koymadım çünkü kısa bir ara verdim çok kısa bir ara ama bu arada bölüm yazmayacağım için sınır koymadım.

 

Siz yine de oylarınızı verin çünkü aradan sonra buraya yine 800 oy bandında bir sınır ve 700 Yorum koyacağım bilginize.

 

Oy ve yorum vermeyi unutmayın.

 

Çok kısa bir aradan sonra yine beraberiz.

 

Görüşmek üzere.

 

🖤💚

Loading...
0%