Yeni Üyelik
38.
Bölüm

36.Bölüm

@umay_6

 

Sizi direk bölüme bırakıyorum.

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

Siz yine de oylarınızı verin çünkü aradan sonra buraya yine 800 oy bandında bir sınır ve 700 Yorum koyacağım bilginize.

 

 

Bir kuş gibi çırpınan yüreklere salınan korku bir çift kara gözde dehşeti kuşanmış, yüreğini pare pare eden sevda ruhunu delip geçmiş, bir çift çam yeşiline tutunduğu gözler karanlığa kapanmış kollarına yığılmıştı.

 

"İzgi." Dediğinde bakışları gördüğü görüntü de asılı kalmıştı. Yanlış gördüğünü düşündü bir an için. Onu daha önce hiç bu halde görmediği için derin bir kabusun içinde gibi hissetti kendini.

 

Dikkatli bakmak için yaklaştığında kanla kaplı siyah elbisesine değdi bakışları. Nefesinin kesildiğini hissetti bir an için. Kor kızıl kanın şakaklarından boynuna doğru yol çizen kadının suretine bakakaldı.

 

"Sevgilim." Fısıltısı yürek yakan cinstendi.

 

"İzgim," dedi sesindeki acının derin ve yanık emareleri ile. Dizlerinin üzerine çöktü. Sıkışmış olduğu kabustan çıkmak için çabaladı. Çıkamadı.

 

"Kalk." Dediğinde bedenini daha çok çekti. Ne bir ses ne bir kıpırtı vardı canım dediği kadından. Hiçbir tepki vermiyordu. Bu onu daha çok korkutuyordu işte.

 

"İzgi," dedi. Gözlerinden yaşlar aktı. "Kurban olayım bir ses ver." Diye yalvardı. "Yapma güzelim yakıp yıkma beni. Allah aşkına aç gözlerini."

 

Açmadı. Ne sesini duyurdu ne de gözlerini açtı. Cansız bebek gibi Keskin'inkollarında öylece yatıyordu. "Nefes al. Kurban olayım duy beni. Öyle hareketsiz kalma, öldürme beni. Nefes al." Diye yakardı acıyla.

 

"Ambulans!" Diye avazı çıktığı kadar bağırdı can havliyle. Etrafta toplanan insanların hepsi telefonlarına sarıldı. "Biri ambulansı arasın!"

 

Sevdiği kadının vücudu cansız bir bebek gibi sallandığında dudaklarının arasından sızan kanla şuurunu yitirdiğini sandı Keskin. Bedeni titremeye başladığında ne yapacağını bilemedi. Onu hiç böyle görmemişti.

 

Çok kan vardı.

Her yer kandı.

 

Başı dizlerinin üzerindeyken, "Güzel gözlüm..." dedi titreyen sesiyle. Göz yaşları hızla yanaklarına akın ediyor bulanık bakan gözleri sevdiği kadını görmesini zorlaştırıyordu. "Yapma iki gözüm... yapma kurban olduğum. Yaşatma bu acıyı bana. Yakma yüreğimi, yaktırma bana bu şehri." Titreyen elleri bir zamanlar geceyi kuşanan şimdilerde, kızıl olan saçlarını yüzünden çekti.

 

"Ambulans nerede kaldı?" Diye bağırdı. "Ambulansı arayın! Allah aşkına biri arasın!"

 

"Aradılar," dedi İdil,yanına çökerken gözleri kilitlenmiş gibi arkadaşının kanla kaplı yüzünde ve kandan dolayı rengini kızıla boyayan elbiseye bakakalmıştı.

 

Bir türlü açılmayan yeşil hareler korkuyu kalplere iyice işlerken kardeşinin yürek yakan haykırışı doldu kulaklarına.

 

Simay,"ABLA!" Diye çığlık çığlığa feryat figan bağırıyor onu tutan kolların elinde kurutulup buraya gelmek istiyordu ama başaramıyordu.

 

"İzim..." diyen içli sesi buldu bakışları. Perişan bir halde olan abisi dizlerinin üzerine çöktü önünde. Gözbebeğine dokunmak isterken titreyen elleriyle canını incitecek korkusu sardı içini. "Abim," dedi içi gider gibi. Bağırmıyordu ama keşke bağırsaydı. Keşke kardeşi gibi haykırsaydı da böyle durmasaydı.

 

"Canımın içi, aç hadi o güzel gözlerini," beklentiyle baktı. Nasırlı elleri saçlarında gezindi. "Aç hadi abim. Aç bak bana, açta görsünler o ceylan gözlerini." Omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başladığında kardeşinin bedenini görüsüne bastırdı. Ona söylediği her kötü söz geçti gözünün önünden. Canını yaktığı ona hayal kırıklığı içinde baktığı her an geçti gözünün önünden.

 

Bir özür bile telafi edemezdi söylediği onca sözü.

 

"Ben öleyim Allah'ım," diye yalvardı. "Benim ömrümden al ona ver ama onu benden alma. Ben nasıl yaşarım bu acıyla." Simayın çığlıkları gittikçe arttığında ambulansın geldiğini belirten siren sesleri duyuldu.

 

"ABLAM!" Diye feryat etti Simay Kara. "ABLAM O BENİM! BIRAKIN ALLLAH AŞKINA!" Sağlık görevlileri tarafından müdahale edilince aldığı sakinleştirici ile zihninin uyuştuğunu hissetti Simay. Çığlıkları boğazına dizildi.

 

"Kalk abim," dedi Mert Kara. "Aldırma elime o kazma küreği, attırma üzerine o toprağı, kıldırma bana cenaze namazını." Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. "Yaşatma bunu bana. Yakma yüreğimi, kurban olduğum." Diye yalvardı. Keskin kendinden geçmiş gibiydi. Öylece bakakalmıştı sevdiği kadının güzel yüzüne. "Kalk abim," dedi Mert Kara kardeşinin arkasından gitmek için ayaklanırken. "Kalk." Dedi son kez.

 

Egemense çöktüğü yerde ki kan izlerine bakakalmış, kaskatı kesilmiş, kıpırdayamamıştı bile.

 

"Yavaş," dedi Keskin sarsılan sedeyeyi fark edince. "Yavaş, yanmasın canı. Sarsmayın ki incinmesin." Dediğinde sağlıkçıların garip bakışlarını fark ettmedi.

 

Sıkı sıkıya tutmuştu İzgisinin elini. Bir şey kopup gidiyordu yüreğinden ama hiçbir şey yapamıyordu.

 

Canı, canı bildiği Canan'ı kanlar içindeydi.

 

İçinde bir yangın vardı. Öyleydi ki ciğerlerini sıkıştırıyor, nefes aldırmıyordu ona. Tek düşündüğü, umursadığı kadın kanlar içinde bir sedyenin üzerinde ambulansa bindirilirken yanındaydı.

 

"İzgi," diye fısıldadı çaresizce. Bir ses versin istedi. O güzel naif sesini duymak, görmek için can attığı gözlerini görmek istedi. Kalbindeki acı onu kıvrandırdı durdu.

 

Anlından akan kanlara pansuman yapan ambulans doktorunu izledi gözleri. Görüşüne bağladıkları kablolar, monitörde düzgün bir çizgi halinde ilerliyordu.

 

Sakindi, kalp atışları.

 

Böyle atmaz senin yüreğin. Dedi içinden kendi kendine. Böyle sessiz atmaz.

 

Yüzü bembeyaz kesilmiş, göğüs kafesi hareketsizleşmişti. İlk kez belki de sevdiği kadının eli böylesine soğuktu. İlk kez sevdiği kadın yüreğine baharı değilde kışı getirmişti.

 

"Kaburgalarında çok fazla kırık var." Diye söze girdi doktor. "İç kanama riski var. Omur iliği ne durumda bilmiyoruz. Hastaneyi arayın ameliyathaneyi hazırlasınlar. Hastanın durumundan detaylıca bahset."

 

"İyi olacak değil mi?" Diye sordu. Sorusu bir çocuğun masumluğunu, umudu barındırırken ne söyleyeceğini bilemedi her iki doktor da.

 

Onlar sessiz kaldıkça, kalbi kaburgalarının altında ezildikçe ezildi.

 

"Şu an için bir şey söylememiz doğru olmaz." Diyerek geçiştirdiklerinde işlerine geri döndüler.

 

"Yaşayacak ama değil mi?" Diye sorduğunda ona bakmaktan kaçınan her iki doktor korkuyu yüreğinin en derinine işledi. Gözleri sedyede uzanan kadına değdiğinde bakışlarındaki o sertlik dağıldı. Bir kuş gibi çırpınan yüreği sevdiği kadının suretini görmesiyle sakinleşti.

 

"Sekiz seneyi devirmiş bir sevda diye boşuna demedim ben sana. Öyle kolay geçilir mi sandın?" Sesi öyle çaresiz, öyle kısıktı ki İzginin içinde bulunduğu karanlık boşluktan ibaret olmasaydı onu asla duymazdı. "Yalvarıyorum sana uyan artık." Diye yakardı. "Söz verdin bana hem. Daha karalahana sarması yapacaksın..."

 

Yapmıştı. Keskin ona söyledikten sonra aynı gece kalkıp yapmıştı. Operasyona gelmeden önce karalahana sarmasını pişirmiş, belki eve gelir de görür diye dolaba atmamış ocağın üzerinde bırakmıştı.

 

O karalahana sarması hala ocağın üzerinde duruyordu.

 

Uyanmadı.

 

"İzgi?" Diye seslendi. Defalarca kez çağırdı. Sevdiği kadın ona cevap vermedi. "Yapma bunu bana ne olursun. Ben bununla başa çıkamam. Ben bu acıya göğüs geremem." Diye yalvardı ama yine bir cevap alamadı. "Malihulya?" Dedi son kez bir umut.

 

İzgi uyanmadı.

 

Bir kadını açılmayan gözleri bir adamın mezarı oldu.

 

Başı öne düşerken, çekinmeden, sakınmadan omuzları sarsıla sarsıla ağladı. Bir çocuk gibi, ağladı.

 

Evimi yıkma benim başıma. Kışın ortasında yapayalnız bırakma beni. Yalvarırım sana, yapma bunu bana. Benim kimsem yok senden başka. Kimse oldun sen bana. Sende gidersen ben kimsesiz kalırım.

 

Ambulans durduğunda, kapılar aynı hızla açıldı ve hali hazırda acilde bekleyen doktorlar o kapının dışında gözüktü. Gördükleri görüntü karşısında dehşete düşerlerken kendilerini her türlü sahneye hazırlamışlardı ama bembeyaz sedyenin tamamının neredeyse kanla kaplandığını gördüklerinde kısa bir süre bocalamışlardı.

 

"28 yaşında, kadın. Korner kalp hastası. Dördüncü kattan şiddetli bir şekilde düşmüş. Neredeyse çoğu kemiği kırılmış durumda. Omur iliğinde oluşabilecek hasarları da göz önünde bulundurmalıyız. Acil ameliyat lazım." Dedi bir nefeste ambulans doktoru. Sedyenin tekerlekleri hastanenin içinde ilerlerken Keskin hemen yanı başındaydı. Daha hızlı gitmesi için o da bütün kuvvetiyle sedyeyi sürüklerken bir an olsun bırakmıyordu İzginin elini. "Kalp atışları şu an için düzenli ama ameliyathanede geçirebileceği krizi de göz önünde bulundurmalıyız. Çok ama çok dikkatli olmalıyız. Tek bir hata ölümüne sebep olabilir." Dediğinde bir adamın yüreğini nasıl yaktığını bilseydi asla konuşmazdı.

 

"Acil kana ihtiyacımız var. Hastanın kan gurubunu öğrenin kan ünitesinden kan alıp hemen ameliyathaneye gelin. Beyin cerrahı uzmanına ve başhekime de haber verin. Bu gece uzun bir gece olacağa benziyor."

 

Ameliyathanenin önüne geldiklerinde kapılar doktorun kartını okutmasıyla iki yana kayarak açıldı.

 

"Beyfendi buraya giremezsiniz." Dedi doktorlardan biri. "Lütfen zorluk çıkarmayın."

 

"Onu yalnız bırakmam," derken tuttuğu elini daha sıkı kavradı. "İçerisi karanlıktır. O karanlıktan korkar." Dediğinde öylece boşluğa bakar gibi bakan adamın haline içleri gitti.

 

"Lütfen izin verin işimizi yapalım. Burada durduğumuz her saniye eşinizin lehine işliyor. Acilen müdahale etmemiz gerek." Dediğinde omuzları düştü Keskinin. Onu içeride yalnız bırakacak olmanın zorundalığı omuzlarına koca bir yük gibi bindi.

 

Elini bırakmadan hemen önce dudaklarını anlına bastırdı. O yoğun kan kokusunun içinde bile onun yüreğine bahar getiren kokusunu duymak bir nebze olsun kalbindeki ağrıyı azalttı.

 

Eli elinin içinden kaydığında sanki kayıp giden şey hayatıydı. Şurunu yitirmişti.. Kapanan kapının ardından bakakalırken nefes alamadığını hissetti. Gömleğinin düşüncelerini kopararak açarken yaslandığı duvarın dibine çöktü. Sırtını duvara yaslarken kafasını vurdu defalarca kez.

 

O hali gözünün önüne geldikçe ne yapacağını şaşırıyordu. Pare pareydi yüreği. Etini kemiğinden sıyırsalardı, canlı canlı kesip biçselerdi, kalbini yerinden söküp çıkarsalardı ruhu da bedeni de böyle acıyla kıvranmazdı.

 

Bu acı ona nefes aldırmıyordu. Bu acı onu yaşatmıyordu.

 

"Ne oldu?"

"Neye güldün?"

 

"Huylanıyorum."

"Boynumda tikim var."

 

"Hımm."

 

"Keskin hayır!" Diye cırladı ama çok geçti. Bedenini yatağa resmen yapıştırırken birkaç kez boynuna sıcak nefesini üfledi ve İzginin kahkahalara boğulmasın sebep oldu. Kulaklarına ulaşan gülüşü gülümsemesine sebep oldu. "Ya!" Diye bağırdığında gülüşlerinin arasından Keskin parmakları bu sefer çıplak karnının üzerinde hareket etti ve bu İzginin katıla katıla gülmemesine sebep olurken Keskin bundan bir hayli keyif alıyordu. Altından kaçmak için debelenirken, "N-ne-nefes." Dedi ama devamı gelmedi. Hareket eden parmakları ve boynuna çarpan nefesi yüzünden kahkahaları bütün çiftlik evinde yankılanıyordu.

 

İstemsizce zihnine dolan anılarla gülümsedi. Ufacık bir şeydi dudaklarının kıvrılmasına sebep olan şey. Kapattığı gözleri andan soyutlandığında aralandı ve karşısında ona gülümseyerek bakan kadını gördüğünde afalladı.

 

Halisülasyon gördüğünün farkında değildi.

 

Yerinden hızla doğrulurken, "İzgi." Dedi heyecanla. Mutlulukla gülümsedi. "Sen-"

 

"Buradayım sevgilim," dedi naif sesiyle. İçine işlemişti. "Buradayım. Gitmiyorum hiçbir yere." Dediğinde elleri yanağına temas ettiğinde yaşananların bir kabustan ibaret olduğunu sandı.

 

Saçları eskisi gibiydi. Kapkaraydı ve uzundu. Beline doğru salınıyordu saçları yine. Gözleri ise eskisi gibi bakıyordu. Parıldıyordu yemyeşil hareleri.

 

Başını omzuna doğru eğerken, gülümsedi İzgi. Başka bir şey söylemedi. Bunun ona yeteceğini düşündü. Öyle de oldu. Keskinin gözleri huzurla kapanırken birkaç saniye öylece kaldı. Gözlerini tekrar açtığındaysa asıl kabusu başladı.

 

Az önce gözünün önünde olan güzel gülümsemesi, güzel gözlüsünün yüzü gözünün önünden kaybolduğunda ayaklandığı yerde sendelendi. Kara gözleri hastanenin koridorunu taradığında boş koridordaki sessizlik zihninde deli gibi çalan bir sesin arttıkça artmasına sebep oldu.

 

Az önce Işıl Işıl olan o koridor şimdi kasvetli, soğuk ve kimsesiz gibiydi.

 

Onun gibiydi.

 

"İzgi?" Diye seslendi etrafında dönerken. Zihninin ona oynadığı oyun neredeyse aklını yitirmesine sebep olacaktı. Gözleri danışmayı bulduğunda, "Karım." Dedi can havliyle. "Karım az önce buradaydı." Dediğinde az önce İzginin hayalinin durduğu noktayı işaretti.

 

Boşluktan ibaret olan nokta sendelenmesine sebep oldu. "Siyah saçları var. Gece gibi, karanlık. Uzun bir de. Çok uzun. Çokta güzel. Aklını başından alır o saçları ama gözlerini gördüğümde unuturum gülçehresine bakmayı. Beyaz bir elbise vardı üzerinde. Az önce oradaydı. Bir an için gözlerimi kapattım sadece, bir an için." Derken ciğerleri aldığı her nefeste sıkıştı. Danışmaya ellerini yaslarken iki büklüm oldu. "Bir an için... Sadece bir an için kapattım gözlerimi hemen kaybolmuş. Gözümden Irak olmuş." Derken gözleri ameliyathanenin kapısından ayrılmıyordu.

 

"Keskin," diyen sesin sahibi Venoma aitti. "Bak bana kardeşim." Derken heybetli bedenini tuttu sıkı sıkı. Kendinde değil gibiydi.

 

Koridora doluşan yüzler tanıdıktı. Önce Helen belirirken arkasından Simay ve Egemen gözüktü. Mert'de hemen arkalarında yer alırken Aylin'de nefes nefese koridorda belirdi ama adımlarının yere çakılmasına sebep olan şey abisini ağlayarak görmesiydi.

 

Venom, Keskinin yüzünü omzuna yaslarken enesini sıkı sıkı tuttu. "Koruyamadım," diyen bir çare sesi yürekleri yaktı. "Ben onu hiç Koruyamadım." Dedi sitemle.

 

"İyi olacak." Dedi Venom sıkı sıkı onu tutarken. "Güçlüdür İz, bunun da Üstesinden gelir elbet."

 

"Ya gelemezse?" Derken içi yanıyordu. "Lan ya gelemezse?" Diye yakardı. "O zaman sıkmaz mıyım ben kafama?"

 

"Senin bir suçun yok," dedi sertçe.

 

"En çok benim suçum var." Derken öfkeyle geri çekildi. "Tek başına bıraktım onu! Bak dedim başının çaresine!" Derken hatırladıkları kalbini sızladı. Avuçlarını anlına vururken sertçe yüzünü sıvazladı.

 

Dizlerinin üzerine düştüğünde kan revan içindeki hali gözünün önüne geldikçe çıldırıyor sürekli şakaklarına vuruyordu.

 

Bu görüntü Aylinin boğazını düğüm düğüm ederken, gözleri yaşlarla doldu. Öylece kalakalmıştı. Ellerinde onun kanı vardı. İzgisinin. Gözlerinden yaşlar boşaldığında kimseden çekinmedi. İçeride sevdiği kadın ölüm kalım savaşı veriyordu. Geç kalmıştı. Yetişememişti. "Koruyamadım onu." Diye yakardı.

 

Aldığı haberle koşa koşa hastaneye gelirken, koridorda gördüğü kalabalık gözünü korkuttu. Kardeşi neredeydi? İzi neredeydi?

"Nerede?" Dedi Sinan etrafa bakarak. Gözler ona dönerken kimseden ses çıkmadı.Sendelendi ama toparlandı. "Keskin?" Dedi yüzüne bakmaya çekinen adama. "İz nerede?" Dedi bir çare halde.

 

Sessiz kaldı tek kelime edemedi.

 

Korku bütün hücrelerini ele geçirirken, "Bir şey söyleyin." Tahriş olmuş boğazı yüzünden sesi kısık çıkıyordu. "Ya susmasanıza!" Diye bağırdı avazı çıktığı kadar.

 

"Ameliyatta," dedi Simay hıçkırıklarının arasından. "Çok kötü... Abi, çok kötü." Derken konuşamıyordu.

 

"Ne olmuş?" Diye sordu korkuyla. Yine hiçbir cevap alamadı. Alamadığı her cevap kalbinin korkuyla çarpmasına sebep oldu. "İyi ama değil mi?" Diye sordu umutla.

 

"Durumu çok ağır." Diyen İdilin sesi kalbine bir kıymık gibi battı. Bu öyle bir kıymıktı ki ufacık bir darbe bile onu yerle bir ediyordu. "Tek bildiğimiz bu." Dedi ümitsizce.

 

Omuzları düştü sinanın. Tek kelime bile edemedi. İz sürekli hastane köşelerinde, ameliyathanelerde görmeye alışkındı. O yüzden en ufak bir şeye bile kendini hep hazırlamıştı ama Zeynep'ten sonra bir de kardeşi bildiği kadını kaybetme korkusu nefesini kesiyordu.

 

Her yürekte aynı kişi için, aynı acı aynı yara vardı. Hepsi bir köşeye çökmüş tek bir güzel haber umuduyla yanıp tutuşuyorlardı.

 

Gözleri ameliyathanenin kapısının dibine çöken adama kaydı istemesizce. Gömleğinin düğümeleri yarısına kadar açıktı. Saçları dağınıkken yüzünde acının derin emareleri hakimdi. Şüphesiz buradaki herkesten çok onun canı yanıyordu.

 

Kafasını yasladığı duvara sessizce vururken, zihnindeki seslerden kurtulmak istiyordu Keskin. Kalbini derin bir sessizlik kaplamıştı.

 

İçinden sürekli dua ederken, Allah'a yakarıyordu derdini. Cananını anlatıyordu. Ben zaten kimsesizdim bu hayata gözlerimi açtığımda, bana kimse olanı benden alma diyordu.

 

Aylin sessiz adımlarla, belki de ilk kez çekinerek abisinin yanına vardı. Dizlerinin üzerine çökerken başı önüne eğik, elleri dizlerine yaslanmış abisinin ellerinin üstüne sardı sıcak ellerini.

 

"Abi," dedi içli bir sesle. Ne söyleyeceğini bilemedi. Acısını nasıl gidereceğini ona nasıl merhem olacağını bilemedi. Halbuki ki abisinin merhemi de acısının sebebi de içeride ölüm kalım savaşı veriyordu.

 

"Aylin." Dedi Keskin yanık sesiyle. Kirpiklerinde asılı kalan yaşları vardı. Gözleri kan çanağına dönmüştü. "Bir şey olmaz değil mi?" Diye sordu umutla. "Yaşar değil mi?" Derken kardeşinin yüreğini sıkıştırdı. "Bu acı beni yaşatmıyor ama o yaşar değil mi?"

 

"Abi," dedi titreyen sesiyle. "Çok mu acıyor?" Her anına şahitti abisinin. Gizliden gizliye yengesini izlediğini, fotoğrafını cüzdanında taşıdığını, evde kanepede uyuya kaldığında yanına çömelip saatlerce onu izlediğini, üşümesin diye üzerini örttüğünü bilirdi Aylin. Ona baktığında içinin nasıl gittiğini, gülümsemesinde takılı kaldığını ve gözlerini dalıp gittiğini bilirdi.

 

Abisinin yüreğine dokunan sevda öyle bir sevdaydı ki, İz'in ihanetinin bile bunu bitiremeyeceğini anlamıştı.

 

"Bu acı öyle bir acı ki Aylin, ben yüreğimi söküp atsam geçmez." Dedi kısık sesiyle. "O gözlerini açmadıkça, sesini duymadıkça, ben ona bir kez olsun doya doya sarılamadıktan sonra bu acı geçmez." Oysa bilmiyordu.

 

İzgi gözlerini de açsa, sesini de ona duyursa, ona doya doya sarılsa da Keskinin içindeki bu acı hiç geçmeyecekti. Açık bir yara gibi yüreğini oyacak ama asla kapanmayacaktı.

 

Elleri güçsüzce dizlerinin üzerine çöktü. Bedeni canlılığını yitirmiş, kendi dışında hareket ediyordu sanki. Boğazını düğüm düğüm eden bir yumru vardı genzinde. Ne yaparsa yapsın geçmiyordu o yumru.

 

Aylinin gözleri abisinin parmaklarının arasında çevirip durduğu ve gözlerini bir an olsun ayırmadığı alyansı bulduğunda kaskatı kesildi.

 

Onun alyansıydı.

İzginin alyansıydı.

 

Onlara ihanet ettikten sonra çiftlik evine gittiğinde , yatak odasında bulmuştu. Yüzüğü de, alyansı da, kolyesi de yatak odasındaki çekmecenin üzerindeydi ve altında tek bir kağıt parçası vardı.

 

Bunlar benim hakkım değil. Olur ya, birini seversin belki ileride. Giderken yanımda aile yadigarlarını almak istemedim. Hakkım olmayana dokunmak istemedim.

 

Abisine verdiğinde bir şeyler söylemesini beklemişti ama abisi tek kelime bile etmemişti. Çiftlik evine hiç gidememişti. Bırak eşikten adımını atmayı, kapısının önüne bile gidememişti ama malikaneye sürekli gelmişti. Kapının önünde bir yabancı gibi dikilmiş, gözlerini ayırmadan izleyip durmuştu bütün evi. Onun izlerinin olduğu hiçbir yer ayak basamaz olmuştu.

 

Baktığı her yerde onu görmeye, sesini zihninde duymaya başlayınca artık uğramaz olmuştu eve de çiftliğe de.

 

Kendiyle birlikte yanında götürdüğü tek şey alyansı, yüzüğü ve kolyesi olmuştu.

 

Şirketteki kasasına atmış, onu bulana kadar da hiç dokunmamış, yerinden çıkarmamıştı.

 

"İyi olduğunu bileyim." Demişti sadece. "Yaşadığından emin olayım. İyi olduğundan, bana ihtiyacı olmadığından emin olayım söz, bırakacağım. Aramayacağım."

 

Bırakamamıştı.

Çünkü yıllar sonra ilk kez onu gördüğünde kalbinin çarpıntısı onu bırakamamasına sebep olmuştu.

 

Bir adım öteye gidemiyordu.

 

Bir köşede sessiz sessiz ağlayan Simayın gözleri bir ok gibi Keskine saplandığında nefreti iliklerine kadar hissetti.

 

"Senin yüzünden oldu." Derken yerinden öfkeyle ayaklandı. sendelesende durmadı. Egemen onu yakalarken Simay nefretini kusmaktan çekinmedi. "Gözünün içine baktı senin be! Ufacık bir umut için senin gözünün içine baktı! Sen ne yaptın?!" Diye bağırdı avazı çıktığı kadar. "Onu yalnız bıraktın!" Diyerek acı bir gerçeği yüzüne vurdu. "Sana söyledim!" Dedi Egemenin kollarının arasında tepinirken. "Abi, dedim sana!" Dedi hıçkırıklarının arasından. "Yalvardım o gece sana! Yalvardım." Derken yumrukları Egemenin sırtını, sözleri kalbini delip geçti. "Abi dedim. Abi, ablamı yalnız bırakma dedim sana. Tek başına yapmaz o, bırakma dedim sana." Diye haykırdı.

 

Oturduğu yerden ağır ağır ayaklanırken dik durmakta zorlandığını fark etti. Avuçları yumruk halini alırken, Simayın sözleri bir tokattan daha ağır geldi omuzlarına.

 

Haklılığı karşısında sessiz kaldı. Tek kelime edemeden öylece çırpınan kıza baktı.

 

Simay, Egemenin kollarının arasından sıyrıldığında güçsüz elleri her daim dik duran ama şimdi hiç olmadığı kadar yıkık olan adamı ittirdi.

 

"Tamam dedin bana! Tamam dedin! Ben varken zarar gelmez dedin ona ama en büyük zararı da hep sen verdin!" Derken bir kez daha ittirdi. "Cevap ver bana!" Diye haykırdı ağlamalarının arasından. Hıçkırıkları boğazına dizilirken, güçsüz düştü. Dizlerinin üzerine düşecekti ki Keskin yakaları bedenini hızla. Simayın güçsüz yumrukları göğüsüne inerken onunla birlikte yere çömeldi. Sıkı sıkı tuttu ve yüzünü göğüsüne yasladı. "Abi," diye yakardı sitemle. "Sen benim ablama niye sahip çıkmadın?" Diye sordu ağlamalarının arasından.

 

Sorusu, Keskinin kaskatı kesilmesine sebep olurken bütün koridor sessizliğe gömüldü. "Biz ona sırtımızı döndük. Biz ona kör sağır olduk ama sen neden ona sırtını döndün? Sen neden ona kör sağır oldun?" Diye yakardı. "Sen neden onu orada yalnız bıraktın?!" Bedeni güçsüz düşerken az önce öfkeyle saldırdığı adamın kollarının arasında hıçkıra hıçkıra ağladı.

 

Sertçe yutkunurken, Simayın her bir kelimesi göğüs kafesindeki boşluğun kanla dolmasına sebep oldu.

 

Hepsinin kanadı kırık, acısı birbirine denkti.

 

"Neden yalnız bıraktın?" Diye sayıklıyordu sürekli. "Abi, neden yalnız bıraktın? Neden abi? Neden?" Derken kollarının arasında sarsıldı. Güçsüz düşerken, bilinci karanlığa gömüldü.

 

"Simay?" Dedi üzerine yığılmasıyla. Onu geri çekerken kapalı gördüğü gözleriyle beraber gözünün önüne İzgi geldi.

 

Onun kapalı gözlerine bakakalırken, kısa bir hengamede Simay hemşireler tarafından bir odaya alındı ama hatırladıklarıyla şuru sakatlanan adam tek kelime edemedi.

 

"İzgi," diye fısıldadı sadece. Titreyen ellerini yüzüne vururken, "İzgi." Dedi bir kez daha.

 

"Umarım bir gün bana sarılmadığın için pişman olmazsın."

 

Sesi zihninde dönüp durdukça aklını yitireceğini sanıyordu. Göğüsü hızla yükselip kalkarken nefesi kesiliyordu.

 

Sarılmamıştı.

Şimdi hatırladıklarının altında kalmıştı.

Artık yaşamıyordu.

 

Göğüs kafesi sıkışırken, kirpikleri titredi. Sertçe yutkunurken elleri yumruk halini aldı.

 

"Sadece bir kez." Demişti. "Gitmeden evvel, sadece bir kez bana sarılır mısın?" Demişti. "Lütfen," diye yalvarmıştı. "Buna çok ihtiyacım var."

 

Yumruğunu hastanenin duvarına geçirdiğinde defalarca kez vurdu elini. Onu tutmaya çalışan Venom ve Giray engel olamadı. Eklemleri soyulurken, eli kan içinde kaldı ve kanı defalarca vurduğu için çatlayan duvarların arkasına sızdı.

 

Göğüsünü delen acıyla haykırdığında, seslerden dolayı koridora çıkan hemşirelerin ellerinde sakinleştirici vardı. Venom ve Giray onu tutarken yedinci dördüncü sakinleştiriciyle devrildi.

 

Aylin görüntüye dayanamayıp çıkıp gittiğinde döndüğü köşede hıçkıra hıçkıra ağladı.

 

Sığındığı, arkasına saklandığı o dağ yıkılmıştı.

 

Ve Aylin biliyordu ki eğer İz'in kötü haberi gelirse abisi kafasına sıkardı. Onu en çok korkutan da buydu zaten.

 

Babasını kaybedeli seneler olmuştu ama eksikliğini hep hissediyordu. Sergen geçirdiği kaza yüzünden kendi içine kapanmış hiç kimseyle konuşmuyordu.

 

Annesi zaten hiç yanında olmamıştı.

 

Bir abisi vardı.

Onu da kaybediyordu.

 

Kendini kimsesiz hissediyordu ama bu sefer abisinin gölgesi üzerine düşüp, ben buradayım demiyordu.

 

Keskinin, sakinleştiricilerle durulan bedeni devrilmedi ama ayakta da kalamadı. Bilincini açık tutmaya zorladı. Uyumamalıydı. Burada beklemeliydi.

 

Ameliyat bitene kadar burada beklemeliydi.

 

"İyi olacak kardeşim," dedi Giray onunla birlikte çömelirken. "Düğününüz var daha hem." Dedi buruk bir şekilde gülümseyerek. "Daha baba olacaksın ulan. Öyle kolay mı pes ediyorsun hemen? İz pes etti mi? Bak içeride savaşıyor. Ben inanıyorum. Sapasağlam kalacak ayağa yine." Derken onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

 

Şüphesiz ki onun yaşadığını Giray da yaşasaydı şimdi bu halde olurdu. İzi o halde görünce herkesin geçirdiği şok aynıydı ama kimsenin ki Keskine denk değildi.

 

İrisi o halde bulmayı düşünmek bile istemedi. Onun yüzünden içeride yatıyor olsaydı sıkardı kafasına.

 

Bu adamda sıkmasın diye yanında durmak zorundalardı.

 

Ameliyathanenin kapısı iki yana kayarak açıldığında, dışarı çıkan doktorlar yüzlerindeki maskeyi ve saçlarındaki boneyi çıkardılar.

 

Kaç saat sürmüştü ameliyat?

Bilmiyordu.

 

Oturduğu yerden bir hışımla ayaklanırken herkesten önce yanlarına vardı ve karşılarına dikildi.

 

"Durumu nasıl?" Diye sordu Helen titreyen sesiyle. Doktorun gözlerinin içine baktı. Orada göreceklerinden korktu. "İ-iyi değil mi?"

 

"Ben abisiyim," diye atıldı mert. "Kardeşimin durumu nasıl?" Diye sordu endişeyle.

 

Doktorun gözleri perişan halde olan herkesin üzerinde geçildi ve Keskinin üzerinde durduğunda, asistanları özellikle göz temasından kaçındı.

 

"Her şeye hazırlıklı olun." Diye başlayan cümlesi nefesleri kesti. Yürekleri durdurdu. "Dürüst konuşmak gerekirse durumu sandığımızdan daha ağır. Ameliyat sırasında iki kez kalbi durdu ve kullandığı maddelerin yarattığı komplikasyonlar bize oldukça sorun çıkardı." Zihninde bir ses çığlık çığlığa bağırdı Keskinin.

 

Kalbi mi durmuştu?

 

"İç kanamayı durdursakta bu riskin azaldığı gerçeğini değiştirmiyor elbette. Her şeyden önce kalbi neredeyse iflasın eşiğinde. Ömür iliğine aldığı hasar belden aşağısının sakat kalmasın sebep oldu. Bu süreç geçici mi kalıcı mı ancak hastamız uyandığında bir sonuca varabiliriz. Buraya gelmeden önce olduğu gibi ameliyat sırasında da çok kan kaybetmiş. Elimizde yeterli kan olmadığı için aynı kan gurubuna sahip birilerinden yardım aldık ama bu da yeterli değil. Sürekli olarak kan takviyesi yapmamız ve gözetim altında tutmamız gerekecek." Derken derin bir nefes aldı.

 

"Yani?" Diye sordu Egemen. "Ne demek istiyorsunuz?"

 

"Hastanın neyi oluyorsunuz?"

 

"Kardeşiyim." Dedi hızla.

 

Doktor sıkıntılı bir nefes alırken tek tek herkeste gözlerini gezdirdi. "Hiçbirinizi kandırmayacağım." Derken hepsini ne kadar çok yaraladığını bilseydi susardı. Lal olurdu. "Kendisi şu anda komada." Dediğinde zaman kısa bir an için durdu. "Belki vücudu toparlanabilir ama kalbi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Zaten hasta kalbini aldığı uyuşturucularla tamamen mahvetmiş. Yani bizi korkutan beyin ölümü değil kalbinin iflasın eşiğinin ucunda olması."

 

Herkes buz keserken, bir kurşunun beynine sağlandığını ve onu felç ettiğini sandı Keskin. "Uyuşturucu mu?" Diye sordu dehşetle.

 

"Maalesef." Dedi doktor. "Acil kalp nakli lazım ama vücudu bu kadar yorgun düşmüşken şu an için imkansız. En azından biraz toparlanmasını beklemeliyiz. Ama dediğim gibi ameliyat sırasında iki kez kalbi durdu ve geri döndürmekte çok zorlandık, siz yine de her şeye hazırlıklı olun." Gözleri Keskinin gözleriyle buluştuğunda, "Üçüncü bir krizden sağ çıkamaz." Dedi kesin bir şekilde. "Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. Önümüzdeki yetmiş iki saat bizim için çok önemli. Geçmiş olsun." Dedikten hemen sonra oradan ayrıldı.

 

Arkasında koca bir enkaz bıraktı.

 

"Uyuşturucu mu kullanıyor?" Dedi Kendi kendine. Yüzünü sıvazladı sertçe. "Yalan söylüyor." Derken inanamıyordu. "Ağzına bile süremez o. Yalan söylüyor." Derken konduramıyordu. "Kullanmaz. Asla kullanmaz. Ağzına sigara bile sürmez o. Kullanmamıştır. Bir yanlışlık falan var-"

 

"Bir yanlışlık falan yok!" Dedi Helen hıçkırıklarının arasından. Keskinin gözleri onu buldu hızla. "Kullandı!" Dediğinde kor bir ateş düştü yüreğine. "Bırakalı sadece birkaç gün oldu. Mecbur kaldı çünkü. Uraz için bırakmak zorunda kaldı. Uraz olmasaydı hala kullanıyor olurdu."

 

İçinin ezildiğini hissetti. Konduramadı. Kendisini ölüme sürükleyecek kadar tehlikeli bir şeyi kullanacağına inanamadı. Sonra hatırladı. Birkaç kez kolunda ki iğne izleri çarpmıştı gözlerine. O anlar yeniden gözünün önünden geçip gittiğinde canından can gitti sandı.

 

Aldığı her nefes soluğunu tıkadı. Bağırmak, haykırmak öfkesini bir yerlerden çıkarmak istedi ama yapamadı.

 

Aldığı sakinleştiriciler içine kan kusturuyordu. Kıpırdamasına izin vermiyordu.

 

"Neden?" Diyebildi sadece. Neden? Neden? Neden? Zihninde dönüp duranlar sadece bunlardan ibaretti. Gözünün önünde belirip yok olanlar birer sanrıdan ibaretti.

 

Helenin gözlerinden yaşlar boşalırken, "Seni unutmak için." Dedi tereddüt etmeden. "Mahvolmuştu. Her gece kabuslarla uyanıyor, bir türlü uyuyamıyor ve sakinleşemiyordu. Aldığı ilaçlar, sakinleştiriciler hiçbir etki etmiyordu. Psikolojik olarak hiç iyi değildi. Bazen seni gördüğünü söyleyip duruyordu. En sonunda aklını yitireceğinden korktuk. Zihnindeki seslerden bir türlü kurtulamadığını, anılarını unutmak istediğini ve içindeki acının onu tükettiğini söyleyip duruyordu." Her bir kelimesi kurşun görevini görüyor, yüreğine saplanıyordu ama tepki veremiyordu. "Bunlardan kurtulabilmek için bulduğu çözümse uyuşturucuydu." Dediğinde dudakları titredi. "Engel olamadık, Keskin." Dedi kendine kızar gibi. "Hiçbir şey yapamadık."

 

O benim için çok şey yaptı ama ben hiçbir şey yapamadım.

 

Sözlerinin altında yatan ima bundan ibaretti.

 

Aldığı sakinleştiriciler mantıklı düşünmesini zorlaştırıyordu. Kafasında oturmayan şeyler vardı. İzgi kalp nakli olmuştu? Uyuşturucu kullansa bile kalbini iflasın eşiğine getirecek ne yapmış olabilirdi?

 

Saniyeler, dakikalara, dakikalar kendini saatlere bıraktı. Şafak söktü. Gün ağardı ama Keskin haps olduğu o karanlıkta ışığa ulaşamadı.

 

Bir yoğun bakım ünitesinin önündeydi dakikalar önce. Kapının önüne çökmüş, beklemişti. Sanki kapı dışarı edilmişti. Dışarı adımını attığı ilk an kaybolmuş, yolunu şaşırmıştı. Doktoruyla özel olarak görüşmüş birkaç soru sormuş aldığı cevaplarla birlikte öfkesi, nefretini kuşanmış gazabı ruhunu sarmıştı.

 

Aldığı özen izinle üzerinde ona verdikleri hastane kıyafetleriyle, yatağın üzerinde öylece uzanan kadındaydı gözleri.

 

Monitörden yükselen kalp atışlarını duymak bir nebze olsun içine su serpse de, İzgi gözlerini açmadığı sürece kalbi de ruhu da asla huzura eremeyecekti.

 

Bir adım attı öne doğru. Ardından atmaya korktuğu diğer adımlar da peşi sıra geldi. Yatağın yanındaki sandalyeye çöktü yavaşça. Ağzındaki maskeyi indirdiğinde kokusu buram buram genzine doldu.

 

Sarılmak istedi.

Burnunun direği sızladı.

 

"Bana sarılmadın." Diyen sesi yüreğini deşti.

 

"Umarım bir gün bana sarılmadığın için pişman olmazsın." Demişti.

 

Olmuştu.

 

Zaten Keskin, ne zaman onun canını yaksa, haklı dahi olsa hep pişman olurdu. Eve gidemezdi o anlarda. İçi içine sığamaz, kendisini kapısında vururdu ama kapıyı çalmaya da gururu el vermezdi hiç.

 

Gururuna yenilmiş, sevdasını harcamıştı.

 

Şimdi omuzlarında bir yük. Üzerinde ölümün getirdiği sessizlik vardı belki ama sessizliğin hayra alamet olmadığını da hepsi biliyordu.

 

Elleri ipek gibi yumuşacık olan saçlarını sıyırdı. Ezbere bildiği gülçehresi ortaya çıktığında iç geçirdi.

 

"İzgi," diye fısıldadı acıyla. "Niye öyle derin derin uyuyorsun?" Diye sormadan edemedi. "Niye öyle hareket etmeden, kıpırdanıp durmadan uyuyorsun?" Dedi sitemle. "Deli uyursun sen," dediğinde gülümsemeden edemedi. "Öyle sessiz sessiz uyumak yakışmıyor mu sana hiç?" Dediğinde bir cevap alamadı.

 

"Beni hiç anlamaya çalışmadın değil mi?" Demişti kırgın bir şekilde. "Sana yaptıklarımın bedelini misliyle ödüyorum şimdi. Ödemeye de devam ediyorum ama benim yaşadıklarım? Senin benden sakladıkların? Sen ihaneti nasıl hak etmediysen bende yaşadığım hiçbir şeyi hak etmedim Keskin."

 

"Hak etmedin sevgilim." Dedi sitemle. "Hiç hak etmedin." Diye yakardı. "İzgi" diye fısıldadı acıyla. "İzgim."Dedim sitemle.

 

Bir ses versin. Ufacık da olsa bir tepki versin istedi ama hiçbir olmadı. Elleri çehresinde gezindi yavaş yavaş.

 

Nikahtan birkaç saat önce Atıf Karanın söylediği sözleri düştü zihnine.

 

"Bak evlat." Demişti. "Hiç gönlüm yok bu evliliğe. Allah şahit başından beri de hiç istemedim. Kızımı istemediği, onu yaralayacak, hırpalayacak hiçbir şeye mecbur bırakmak istemedim. Ama gel gör ki babası olarak engel olamadım bu evliliğe. Vakti zamanında çok hata yaptım belki ama hatamın acısını da İz'den Mertten çıkarmadım hiç. Ama bil diye söylüyorum sana. Ben sana kızımı değil canımı emanet ediyorum. Yeri geldi kendimden sakındım. İncinir, kırılır da bana sırt çevirir diye nelere nelere sustuğumu bir ben bir de Allah bilir. O yüzden benim onu kendimden sakındığım gibi sende onu kendinden sakın. Gözünden akan tek damla yaşın sebebi olma. O yaşlar boyunu aştığında ne yapacağını şaşırır olursun bazen." Demişti nasihat verir gibi. "Önce Allah'a sonra sana emanettir. Herkesten, her şeyden önce senin önceliğin odur." Demişti.

 

Keskin sözlerini kabul edercesine başını sallarken Atıf Kara gülümsemişti. Odadan çıkmadan hemen önce duraksamış, son kez arkasını dönmüş ve, "Fesleğene alerjisi var." Demişti ama Keskinin zaten bunu bildiğinden habersizdi. "Kokusunu bile duymasın. Unutma sakın." Demiş ve çıkıp gitmişti.

 

Sahip çıkamamıştı. Ne Atıf Karayı koruyabilmişti, ne emanetine sahip çıkabilmişti.

 

"Beni öldür." Dedi. "Kalk sık kafama. Bir hançer daha geçir sırtıma, gıkım çıkmaz ama İzgi bana bunu yaşatma. Beni seninle sınama. Çünkü ben beni seninle sınayan herkesin sonu olacağım ama sen yapma bunu bana." Dedi acıyla. Sesi çaresizdi. "Bak kaç saat oldu duramıyorum sensiz. Yapamıyorum. İki sene nasıl durmuşum, nasıl dayanmışım bilmiyorum ama buna duramam. Buna dayanamam. Seni buldum. Bir daha bırakmam. Onca senin ayrılığı var içimde birini daha kabul etmiyorum. Ya sen yalayacaksın, ya da ben öleceğim. Başka yolu yok." Dedi kendinden emin bir şekilde.

 

Buraya hastaneden ayrılacağı için, gitmeden önce onu görmek için gelmişti. Görmesi gereken bir hesap vardı. Ona bunu kimin yaptığını bulması gerekiyordu.

 

"İki dakika." Dedi transa girmiş gibi. Acıdan aklını yitirmişti. "Sadece bir dakika otuz iki saniye." Derken dudaklarını anlına bastırdı yavaş yavaş. "Sadece o kadar dayanabildin. Sadece o kadar açık kaldı gözlerin ve İzgi yemin ederim senin gözlerinin bana değmediği her anı benden alanların canlarını bedenden almazsam bana da Keskin Ardıç Alacahan demesinler." Dedi yemin eder gibi.

 

"Sebep olanın sebebi olacağım." Dedi dudakları hala anlındayken. "Sana söz." Derken gözlerinden akan bir damla yaş İzginin göz kapaklarına düştü. "Alacahan sözü, sevgilim."

 

Birkaç dakika daha içeride kaldı. Sessizce dinlendi yanında. Gücünü toplamaya çalıştı. O odadan onu arkasında bırakıp nasıl gideceğini bilemedi. Bocaladı.

 

Kapının önünde bekleyen herkes Keskinin içeriden çıkmasını beklerken nasıl olduğunu merak ediyorlardı. Bir tepki veriyor muydu? Onu duyuyor muydu? Diye merak içindeydiler.

 

Koridordaki sandalyelerden birine çöken Helenin önünde çömelen Venom ise endişeyle ona bakıyordu.

 

İzgi yoğun bakımdayken bir an olsun yanından ayrılmamıştı. Bir an için ağlamaktan yorgun düşüp omzunda uyuya kalmıştı. O kadar kısa bir süreydi ki Venoma saatler sürmüş gibi gelmişti.

 

Yılların özlemi her ikisinin de yüreğindeydi.

 

Her iki yürekte birbirine aitti belki ama yanlarında bambaşka insanlar vardı.

 

"Helen?" Dedi tereddütle. "İyi değilsin. Dinlenmen gerek." Dedi endişeyle. Gözleri boşluktayken, hareleri donuktu. Onu duymuyor gibiydi.

 

"Tek başındaydı," dedi cılız sesiyle. Laciverte çalan gözler yeşillerle buluştuğunda gözlerine dolan yaşlar yanaklarından süzüldü.

 

O yaşları silememenin verdiği ağırlık Venomun boğazını düğüm düğüm etti. "Yalnızdı." Dedi Helen bir elini yüzüne örterken. "Benim gibi o da yalnızdı. O hep benim yanımdayken ben hiç onun yanında olamadım." Dedi ağlamalarının arasında. "Onu da kaybedersem ne yapacağım? Başka kimsem yok ki benim." Dedi sitemle.

 

Ne bir annesi vardı ne de babası. Kimsesiz hissettiği zamanlarda Venomla tanışmış dolu dizgin aşk yaşamışlardı. Lakin Helen asıl acıyı düğününe günler kala terk edildikten dört ay sonra yaşamıştı.

 

Üzüntüden ve yaşadığı psikolojik sorunlardan ötürü kullandığı ilaçlar yüzünden bebeğini, kızını kaybetmişti.

 

Annesi babası iki günlükken terk edip gitmişlerdi. Venomun da, hayatında ki tek insanın da bunu yapması onu tamamen yıkmıştı.

 

Yıllar sonra Zemon bir kadınla gelmişti yanına. Bir süre anlaşamaslarda daha sonra hiç olmayan kız kardeşi gibi benimsediği o kadın şimdi içerde can çekişiyordu. Kanlar içindeki hali gözünün önünden bir an olsun gitmiyordu.

 

"Ben varım." Dedi Venom. "Ben buradayım." Dediğinde Helen öfkeyle ona baktı. "Buradayım Helen, buradayım. Yanındayım." Dedi.

 

öfkeyle oturduğu yerden ayaklandığında ani hareketiyle affalayan Venomda refleksle ayaklandı.

 

"Değildin!" Diye bağırdı avazı çıktığı kadar."Sen hiç yoktun ki Venom!" Dedi öfkeyle. "Sen ne zaman benim yanımda oldun ki?!" Dedi hayal kırıklığı içinde. "Ben hamileyken, üzüntüden düşük yaparken, günlerce hastanede bir başımayken sen yanımda değildin!" Dedi sitemle. "Sen yoktun Venom! Sen yoktun! Sen hiç benim yanımda olmadın!"

 

Dondu kaldı. Kaskatı kesildi ve Helenin yüzüne bakakaldı.

 

Bilmiyordu.

 

Gözlerinden akan yaşlarla beraber, "Kızdı." Dedi. Omuzları düştü. Acısını hatırlamak yüreğini burktu. "Kız babası olacaktın."

 

"Bir kızımız olsun." Kollarının arasında ona sarılı bir halde dururken bir bebeği ne kadar çok istediğini gözlerinde gördü, Helen.

 

"Annesi gibi güzel, şefkatli, merhametli..." parmakları saçlarında gezindi. "Dik başlı, inatçı." Dedi son kısma vurgu yaprak. Kıkırdadım.

 

"Hmmm," dedi şuh bir sesle. "Başka?"

 

"Sen," dedi içi gider gibi. Yeşil gözleri lacivert harelerini buldu. "Bir de sen ol yanımda. Biz birlikte birbirimize aile olalım."

 

"Olalım sevgilim," Dudakları dudaklarına yaklaştı. Nefesini yüzünde hissetti Helen. "Olalım."

 

Hayaliydi.

Kız babası olmak en büyük hayaliydi ve zamanında Heleni de bu yüzden çok sık boğaz edip durmuştu.

 

"Hamile miydin?" Diye sordu dehşetle.

 

Tırnakları avuç izlerinde hilal izini bıraktı. Unutmaya çalıştığı kaybını hatırlamak göğüs kafesinin sızlamasına sebep oldu, Helenin.

 

"Helen." Diye yakardı sitemle. Bir şey söyle dercesine ama sessizliği büyük bir cevap oldu. Sevdiği kadının gözlerini kuşanan acının derin emareleri kalbinin kasılmasına sebep oldu.

 

Öğrenmesini hiç istemese de bu anının gelip çatacağını içten içe biliyordu Helen.

 

"Bana neden söylemedin?" Dedi hayal kırklığı içinde. "Hakkım değil miydi bilmek?"

 

"Düğüne günler kala beni terk edip giden sensin!" Dedi hayretle. "Bir de kalkıp sana haber mi verecektim hamileyim diye?! Dalga mı geçiyorsun sen benimle?! Evlisinin sen şu an farkında mısın?! Üstelik karın hamile! Elbette bilmek hakkın değildi!" Dedi öfkeyle.

 

Kafasını karıştırıyordu. Hareketleriyle, sözleriyle zihnini bulandırıyordu.

 

"Sen-"

 

"Git." Dedi tavrından taviz vermeden. "Git buradan. Senin burada yerin yok!" Dedi öfkeyle. Bunun için ağlamak istemiyordu. Burada bu yüzden bunun için ağlamak istemiyordu.

 

Kendini bırakırsa yere çöküp hüngür hüngür ağlardı.

 

Her ikisinden elinde kör bir bıçak vardı. O kör bıçaklar her iki yüreğe de saplıydı. Çevirip durdukça acılarını deşiyor birbirlerini lime lime ediyorlardı.

 

Venom bir şey söylemeden bir hışımla oradan ayrıldığında göğüs kafesi sızım sızladı. Yüreği öyle bir sıkıştı ki Keskini anlamanın omuzlarına bindiği yükle kalakaldı.

 

Arkasında bıraktığı kadınınsa nasıl mahvettiğini hiç bilmedi.

 

Yoğun bakımın kapısı açıldığında Keskin içeriden çıktı. Omuzları düşüktü yine. Dik değillerdi artık.

 

Helin onun çıkmasıyla yerinden ayaklanırken, dudakları aralanmıştı Keskine seslenmek için. Aylinin eli bileğine dolandığında ise duraksamak zorunda kalmıştı.

 

"Boşuna uğraşıyorsun Helin. Abim, İz'e deli divane. Onu bırakıp sana gelmez. Sekiz seneyi devirmiş bir sevda bu, senin iki günlük hevesinle bir değil." Dediğinde Helinin umudunu da hevesini de kırdı.

 

Oysa ki sadece geçmiş olsun diyecek, birkaç kelime daha sarf edecekti. Aylinin sözleriyle geri çekilmek zorunda kaldı.

 

Durumu nasıl diye sormak istedi Helen ama konuşursa patlayacağını bildiğinden susmak zorunda kaldı.

 

"Birkaç saatliğine yokum," dedi Keskin karşısında belirdiğinde gözlerinin için baktı. "Kimseyi yanına yaklaştırma." Dedi kesin bir dille.

 

Helen sessiz kaldı.

 

Keskinin kaşları çatılsada üstelemedi.

 

Gözleri İdil'e döndüğünde adımlarını da ona doğru attı. "Şu an burada güvendiğim tek bir kişi var o da İdil sensin." Dedi. "Herhangi bir durumda ne yapacağını biliyorsun değil mi?"

 

"Elbette." Dedi hızla. "Aklın kalmasın."

 

Aklı kalacaktı. İzgi gözünün önünde olmadığı sürece Keskinin aklı hep onda kalacaktı.

 

Adımlarını çıkışa doğru atarken koridoru aştı ve asansörle aşağıya indi. Bahçeye çıkarken genzine dolan soğuk hava ciğerlerini yaktı.

 

Gözleri bütün hastanenin bahçesini dolduran neredeyse bir orduyu andıran korumalarında gezindi. Birçoğu da içerideydi. Tedbiri elden bırakırsa İzgiye bunu yapanlar tekrar aynı amaç için burada soluğu alırlardı.

 

Hector ve Isabelle en başta yerlerini alırken yüzülerindeki ifadesizlik bir maskeydi. Isabelle içeride durmak yerin özellikle dışarıda kalmayı seçmişti. Hala gördüklerinin şokunda olsada şimdi ki görevi Lidere eşlik etmekti.

 

Girayı da yanlarında yer alırken gördüğünde gözleri Venomu aradı. Bahçede bir banka oturduğunu, dirseklerini dizlerine yaslandığını ve yüzünü avuçlarının arasına aldığını gördüğünde kaşları çatıldı.

 

Adımlarını ona doğru atarken diğerlerine arabalara binmeleri için eliyle gitmeleri için komut verdi.

 

Yanına otururken elini omzuna yasladı. Bir derdi vardı belliydi. Derdinin sebebi de yukarıdaydı.

 

"Hayırdır?" Dedi tok bir sesle. "Yine neye içerlendin?" Diye sordu merakla.

 

"Hamileymiş." Dedi çekinmeden. Aşağı indiğinden beri bunu düşünüyordu. Helenin sözleri zihninde kendine yuva yapmıştı. Silinmiyordu. Sıkıntıyla iç çekti Keskin. "Abi hamileymiş." Dediğinde omuzları sarsıldı. Gözünden akan bir damla yaş yüzünü sıvazlarken sildi. Göstermek istemedi. Keskin elini ensesine yaslayıp yüzünü göğüsüne yasladı. "Kızmış abi. Kızım olacakmış. Haberim bile yokmuş."

 

İkisinin de acısı birbirine denkti. Gözlerini mesken edinen buruk ifadenin çok daha kötüsü bir çift kara gözdeydi.

 

Baba olmayı çok istemişti.

Baba olmayı çok istemişlerdi.

 

Venomu burada en iyi Keskin anlardı.

 

Ama onun aksine Keskin bebeğinin cinsiyetinden bile bir haber bir şekilde dört gözle beklediği çocuğunu kaybetmişti.

 

İzgi ona bunu çok görmüştü.

 

"Ne yaparsan yap Venom. Gerekirse kalbini sök bir itin önüne at ama yine de içine oturan o acı hiçbir zaman geçmeyecek." Dedi sıkıntıyla. "Alışmaya baksan iyi olur." Dediğinde onu teselli edecek cümleleri yoktu.

 

"Hadi kalk artık. Daha o şerefsizi bulmak için bize yardım edecek birilerini bulmamız gerekecek." Derken oturduğu yerden ayaklandı. "Omuzlarına yüklediğin o cenazenin altından kalkamayacaksın, ne olursa olsun." Omzuna dostça vurduğunda Venomda ayaklandı.

 

"Kime gideceğimizi biliyor musun peki?" Diye sordu. "Kimden yardım isteyeceğiz?" Dedi merakla.

 

"Benden." Diyen naif sesle birlikte ikisi de omuzunun üzerinden arkasına baktıklarında dumura uğradılar.

 

Siyah saçları beline doğru süzülürken, bembeyaz teni parlıyordu. Yemyeşil harelerindeki buz gibi soğukluk insanın üşümesine sebep oluyordu.

 

Her iki adamda karşılarında gördükleri kadınla kaskatı kesildiklerinde tek kelime edemediler.

 

Douglas Vancenin sonunu getirecek kadın karşılarında duruyordu.

 

Rosalie Salvatore.

 

Asıl adıyla; Aliye Aşan Kara.

 

Yaşının getirdiği kırışıklıklar elbette yüzünde vardı ama bu güzelliğini gölgeleyememişti.

 

Yüzünde tehlikeli bir gülümseme hakimken, başını omzuna doğru yatırdı.

 

"Sonunda seninle tanışabildiğimde sevindim damat." Dedi alayla. "Bugünün gelmesini iple çekiyordum doğrusu ama böyle bir karşılama beklemiyordum açıkçası." Dedi gülümseyerek. "Hortlak görmüş gibi dondun kaldın. Ne o? Dilini mi yuttun yoksa?"

 

"Siz," derken ne söyleyeceğini bilemiyordu, Keskin. Yıllardır öldü bildiği, karısının onun için kendini mahvettiği kadın kanlı canlı karşısındaydı. Girdiği şoktan sıyrılmak zorunda kaldı.

 

"Kusura bakmayın," dedi Venom umursamazca. "Sonuçta her gün hortlak görmüyoruz."

 

Aliye gülümsediğinde,"Sizde haklınız ama konumuz bu değil." Dediğinde yüzündeki gülümseme ağır ağır silindi. "Kızım." Derken içeride can çekişiyor olduğu aklına düştüğünde kalbi sıkıştı.

 

"Hiç düşünmediniz mi?" Diye sorduğunda öfkesini dizginlemeye çalıştı. "Yıllarca arkanızdan ağlayan, sizi özlediğinde dizlerine değil mezarınıza sarılan kızınızı hiç düşündünüz mü merak ediyorum?" Dedi öfkeyle.

 

"Bilmediğin şeyler var," derken başı dikti. "Bunlar hakkında konuşmak senin haddine değil. İnsanlar bazen mecbur kalır."

 

"Senin mecburiyetini sikeyim!" Derken üzerine doğru bir adım attı. Korumaları da onu korumak için öne doğru bir adım attıklarında Aliye elini kaldırarak onları durdu. "Bütün bunlara sen sebep oldun lan!" Diye gürledi. "Hayrınızı sikip attın! Şimdi hiçbir bok olmamış gibi hangi yüzle çıkıyorsun lan karışımıza! Onca insan öldü senin yüzünden!"

 

"Karşında kim olduğunu unutuyorsun." Dediğinde tavrı karşısında kaşları çatıldı. "Hareketlerine dikkat et." Diye uyardı.

 

"Asıl sen karşında kim olduğunu hiç bilmiyor Aliye Hanım." Dedi Keskin öfkeyle. Hala hayatta olduğunun şokundaydı. "Ahtım olsun bu saatten sonra bir Allah'ın kuluna acırsam!Hepinize kan kusturmazsam namerdim!" Diye gürledi. "Ne hakkın vardı lan ona bunu yapmaya?! Ne hakkın vardı?!"

 

Aliye sıkıntıyla iç çekerken, "İki dakika da içimi baydın." Dedi oflayarak. "Sence şu anda ihtiyacımız olan senin dramın mı? Önce bunu kızıma yapandan hesabını soracaksın!" Dedi sertçe. "Ve madem yardıma ihtiyacın var, şu hayatta sana koşulsuz şartsız yardım edecek tek insan karşında duruyor! Ona göre hareket et!"

 

"İzi durdurmak zorundasın! Kızını zapt edeceksin!" Demişti Douglas Vance. Keskinle birlik olup ona ihanet etmesi bütün planlarını alt üst ediyordu.

 

"Onu çoğu zaman ben bile zapt edemiyorum." dedi Aliye. "Her ne kadar bana benzese de benden daha cesur. Aklına koyduğunu yapar. Önüne geçeni ezer. Acımaz. Affetmez." Demişti gururla. "O benim kızım. Damarlarımda benim kanıyor onu durduramazsın!"

 

"O halde ölecek!"

 

"O zaman ölürsün!" Demişti Aliye de öfkeyle. Buna cesaret edemeyeceğini düşünmüştü ama yanılmıştı.

 

"Kim olduğunu biliyor musun?" Diye sorduğunda tek odak noktası bu oldu. Önemli olan İzgiydi. "Biliyorsun." Dedi gözlerindeki ifadeyi okuduğunda.

 

"Senin bilmediğin çoğu şeyi biliyorum." Dediğinde Keskinin kaşları çatıldı. "İz sana bile isteye ihanet etmedi." Dediğinde sorgu dolu gözlerle ona baktı. Gözleri omzunun üzerinden arkasına kaydığında, "Bizi yalnız bırakın." Dedi. Korumaları çil yavrusu gibi dağılırken gözleri Venomu buldu.

 

"Bizi yalnız bırak Venom." Dedi Keskin düz bir sesle. "Hemen." Dedi itiraz kabul etmeyerek.

 

Venom istemeye istemeye yanından ayrılırken çok uzaklaşmadı.

 

"Seni dinliyorum." Dediğinde bir hayli katı ve sertti. "Benim bilmediğim neyi biliyormuşsun?"

 

"İzin düşük yaptığı günü hatırlıyor musun?" Diye sordu.

 

Kaşları çatılırken , "Düşük yapmadı." Dedi. Boğazı düğüm düğüm oldu. "Aldırdı." Derken acısı gün yüzüne çıktı.

 

Aliye buruk bir şekilde gülümserken, "Aldırmak zorunda kaldı." Dedi.

 

"Anlamadım?"

 

"Benim anlatmaya gönlüm el vermez," dedi yüreğine korkuyu işlerken, elini cebine attı ve telefonunu çıkardı. Birkaç tuşa basarken ne yaptığını anlayamadı Keskin.

 

Telefonu ona doğru uzattığında çatık kaşları daha çok çatıldı. "Bu ne?" Diye sordu ama gözleri açık ekrana indiğinde sedyenin üzerinde eli karnında oturan kadını ve karşısındaki adamı görmek buz kesmesine sebep oldu.

 

"İyi mi?" Diye soruyordu panikle. Gözlerinde bariz bir panik vardı. "Bir şey olmamıştır değil mi? İlaç zarar vermemiştir bebeğe?"

 

Göğüs kafesinde bir yangın baş gösterdi. Korktuğunun olmamasını canı gönülden diledi.

 

"Merak etmeyin." Dedi beyaz önlüklü doktor gülümseyerek. "Şimdi ultrasonla bakarız tekrar. İçiniz rahat etsin. Siz de biz de sağlığından emin olalım."

 

"Bence hiç gerek yok." Diyen tanıdık ses ameliyathanenin içinde belirdiğinde kalbim kasıldı. Kaşlarım çatıldı ve arkasında eli silahlı adamlarla içeriye giren Douglas Vanceye baktım. "Doğmayacak bir bebeğin sağlığından emin olmamıza ne gerek var doktor hanım?" Dedi alayla.

 

Buz kesti.

 

"Sen?!" Dedi." Senin burada ne işin var?!" Dedi nefretle.

 

"Yalvarırım Allah'ım.

Bu olmamış olsun, sana yalvarırım."Diye yakardı kendi kendine içinden.

 

"Sana çok seveceğin bir teklifle geldim." Dediğinde kaşlarım çatıldı. Bir eli karnına sıkı sıkı sarılmıştı.Adamlarından biri ona tableti uzatırken adımlarını ona doğru attı. Parmakları tabletin üzerinde hareket etti ve yanında bittiğinde ekranı ona çevirdi ve ben dahil bütün sevdiklerini ekranda gördüm.

 

"İlk kareye bak." Dedi. "Sana geliyor. Fenalaştığın haberini aldı." Onun gözleri korkuyla Douglasın gözlerini bulduğunda Douglas gülümsedi.

 

Gözlerini işlediği o korku yüzünden onu öldürmek istedi.

 

"Peşinde ona eşlik eden korumaların benim tarafımda olduğundan ve aracının altında bir bomba olduğundan bir haber bir şekilde sana geliyor."

 

Korku kalbine bir zehir gibi işledi.

 

"İkinci ekranda Simay ve Egemen var. Keskin nişancılarım onlar için hazırda." Dedi keyifle. "Asya'yı kreşten alan korumasının ona yapacaklarından bahsetmiş miydim sana?" Dedi alayla.

 

Bütün kanının çekildiğini hissettim.

Onu mecbur bırakacak her şeyi ayarlamıştı.

 

"Sanırım hayır." Dedi gülerek.

 

"Sen..." dedi dehşetle. "Sen ne yaptın?" Dedi korkuyla.

 

Korkuyordu.

Çok korkuyordu ve bunu gizleyemiyordu.

Elleri titriyordu ama buna rağmen karnına sıkı sıkı sarılmıştı.

 

Sanki ne olacağını bilir gibi ona veda ediyordu.

 

Avuçlarının arasında bir çift kırmızı patik görmek dizilerinin titremesine sebep oldu.

 

Zihninine bir kurşun saplandı ve bütün her şeyin paramparça olduğunu hissetti. Bütün kırıklar ruhuna saplandı ve kor kızıl kan ruhundan aktı.

 

"Egemen, Aylin ve Berna hanımı görüyor musun?" Dedi altıncı kutucuğu işaret ederek. "Keyifleri pek yerinde. Oysa tek bir kurşunumun annesinin beynini dağıtacağından habersiz ikisi de."

 

Göğüs kafesini sıkıştıran şey bana ızdırap oldu.

 

Avuçlarının arasında tuttuğu kırmızı patikler karnına bastırdı.

 

Zaman o anda Keskin için durdu. Bütün hücreleri donmuş gibi hareket edemiyordu. Gözlerini bile kırpmadan ekrana bakıyordu..

 

Ne yaşamıştı?

 

"Sana canı gönülden bağlı olanları ne yapacağız peki?" Dedi alayla. "Tek bir sözümle hepsi ve bu hastanedeki birçok insanda parçalara ayrılır."

 

"Ne istiyorsun?" Diyebildi içini yakan sesiyle.

 

Kuş gibi titriyordu.

 

"Onun ne suçu var?!" Diye yakardı, göz yaşlarının arasından. "O daha çok küçük." Demesiyle canımdan can gitti.

 

"Sana iki seçenek sunacağım." Dediğinde etrafında kısa bir tur döndü. "O bebek her türlü ölecek İz. Sen sevdiklerini seçsen de seçmesen de burada bu ameliyathanede ondan vazgeçmek zorunda kalacaksın ama senden istediğim bu değil." Dediğinde elleri karnına daha sıkı sarıldı. "Eğer sevdiklerinin yaşamasını istiyorsan önce o bebekten vazgeçeceksin. Daha sonra bıraktığın o dosyayı geri alacaksın ve seninle beraber kaldığımız yerden devam edeceğiz her şeye."

 

"Ona ihanet edemem," dedi göz yaşlarının arasından. "Beni asla affetmez!" Dedi acıyla.

 

Nefesinin kesildiğini hissetti. Sözleri içinde bir zelzele yaşanmasına sebep oldu.

 

Affetmemişti.

 

Göğüsünü dolduran bu acının tarifi yoktu.

 

Onun acısı bana kan kustururdu.

 

"O halde önce bebeğini alacağım senden sonra sevdiklerini. Bu hayatta sığınabileceğin hiç kimse kalmayana dek hepsini alacağım senden."

 

Canımdan canımı almış.

 

"Beni de öldür." Dedi göz yaşları içinde.

 

Ne yapmışlardı?

Nasıl kıymışlardı?

Nasıl bu kadar acımasız olmuşlardı?

 

Onun kıyamadığıma öyle bir kıymışlardı ki altında kaldığı cenazeden sağ çıkamamıştı. Ya ölecekti ya ölecekti.

 

Hem öldü. Hem de öldürdü.

 

"Asla." dedi gülümseyerek. "İstediğim çok basit. Düşünmen için sadece on saniyen var."

 

"Lütfen." Diye yalvardı. "Lütfen ne olursun. Bu kadarı çok fazla." Hıçkırıkları öyle çoktu ki, göz yaşlarının beni boğduğunu hissettim.

 

Kalbimde bir orman yeşermişti. Gözümden sakınmıştım. Üzerine benzin döküp, çakmak çakmışlarda haberim olmamış.

 

Yakmışlar.

Canını yakmışlar yakmakla kalmayıp canını koparıp almışlar.

 

"Sekiz." Dedi. "Yedi. Altı. Beş." Dediğinde iki büklüm olmuştu."Eğer süre bittiğinde kararını açıklamazsan ilk yapacağım Keskini havaya uçurmak olur."

 

Onu istiyordu.

Onu kabul etmişti ve bunun farkına varmak kirpiklerimin acıyla titremesine sebep oldu.

 

"İki!"

 

"Tamam!" Diye bağırdı. "Tamam kabul, dur artık!"

 

Kaburgalarıma bir tekme yemiş gibi sendelendim. Göğüsüm kan doldu.

 

"Tamam aldıracağım, tamam!" Dedi çaresizce. "Ne istersen yapacağım, yeterki onlara zarar verme!"

 

"Böyle olmaz." Dedi doktor. "Ben asla yapmam bu ameliyatı!" Dedi dehşetle. "Prosedür ge-"

 

Douglasın elleri kadının boğazın yapıştığında, "O kürtajı yapacaksın!" Dedi öfkeyle. "O kürtajı bilinci açık bir şekilde yapacaksın! Her saniyesini hissedecek! Her saniyesini iliklerine kadar hissedecek ki unutmasın!"

 

Dudakları yavaşça aralandı ama kelimelerimi toparlayamadı. Dili lal kesildi. Acı aniden kalkıp kalbine öyle bir oturdu ki bir daha yutkunamadı. Rahat nefes alamadı.

 

Titreyen bedeni sedyeye yattığında, kalbinin ezildiğini hissetti.

 

"Bu çok fazla. Vücudu bunu kaldırmaz." Dedi doktoru.

 

"Bağlayın." Dedi onu görmezden gelirken şuurunun sakatlandığını hissetti.

 

"Ne?!" Dedi dehşetle. Yattığı yerden doğrulmak istediğinde ellerini omuzlarına bastırıp geri yatmasını sağladı. Arkasındaki iki koruma ayaklarını tutarken, "Hayır, dur!" Diye bağırdı can havliyle. "Bırak!" Diye bağırdı avazı çıktığı kadar.

 

Sedyenin kenarındaki kemerleri vücuduna geçirirken onu tutan eller geri çekildi. Kalkmak için çırpınıp kalkamadığında acıyla çığlık attı göz yaşlarının arasından.

 

Doktoru korkuyla ona bakarken ellerinin titrediğini gördüm.

 

Titreyen elleri ona zarar verirdi.

 

"Ne istersen yaparım!" Dedi göz yaşlarının arasından. "Yalvarıyorum sana yapma bunu! Daha kontrole gidecektik biz beraber!" Diye bağırdı ama Douglas onu umursamadı.

 

"Başla." Diye komut verdi sadece.

 

"Yapma!" Diye acıyla çığlık attı.

 

Yerinde debelenip durduğunda, sedyenin sallandığını gördüm. Başını iki yana sallıyor yapmaması için yalvarıyor ve kurtulmak için çırpınıyordu.

 

Nasıl duymamışım?

Sesini nasıl duymamışım?!

 

Doktorun içi sarı bir sıvıyla dolu iğneyi vücuduna enjekte ettiğini gördüm. Debelenen bedeni saniyeler sonra kaskatı kesildi ama bilinci hala açıktı.

 

Titreyen ellerine eldivenleri ve ağzına maskeyi geçirmeden önce, kemerleri çözdü ve ayaklarını yukarıya yasladı.

 

"Lütfen," diye fısıldadı göz yaşlarının arasından zorlukla konuşarak. "Yalvarırım, ne olursun. Bu çok fazla. Neden yapıyorsun bunu bana?!" Diye yakardı sitemle.

 

"Başına gelen her şeyin sebebi bebeğinin babası." Dedi nefretle. "Eğer onunla evli olmasaydın veya o dosyayı hiç almasaydın belki de bunların hiçbiri başına gelmeyecekti."

 

Doktorun neşteri eline aldığını gördüğünde yüreği ezildi.

 

İzginin bedeni tamamen kilitlenmiş bir haldeyken artık sesinin çıkmadığını ama gözlerinin hala açık olduğunu fark etti. Ameliyat sırasında gözleri açık olacaktı ve tamamen acıyı hissedemese de bariz bir acı hissedecekti ama sesi bile çıkmayacaktı.

 

Doktorun altına sandalyeyi çektiğini ve karnından itibaren bacaklarına örttüğü örtünün altına elinde neşterle girdiğini gördü.

 

Yüreği sıkıştı. Kalbi kaburgalarını parçalamak ister gibi atarken nefesi kesildi.

 

Acıyı ilk hissettiğinde göğüsü hareketsizleşti. Gözleri dehşetle açıldı ve dudakları aralandı ama sesi çıkmadı. Gözlerin yaşların dolduğunu ve kaskatı kesildiğini fark etti.

 

Başı düşerken, boğazında bir yumru baş gösterdi ama nefes bile alamadı.

 

Onun atamadığı çığlığı boğazına dizilirken, kesilen nefesi dağ gibi adamı yıktı ve kayıt o anda bitti.

 

Sonrasında ne oldu görmemişti ama tahmin edebiliyordu.

 

Sadece üç dakikaydı.

Üç dakika ondan üç ömür alıp götürmüştü.

 

Kırmıştı sevdiğini. Paramparça etmiş, suçu olmamasına rağmen yakıp yıkmıştı nasıl yandığını bilmeden.

 

Elindeki telefon kayıp düştüğünde elleri boğazına sarıldı. Derisini çekiştirdi sertçe. Nefes alamıyordu.

 

Dudakları aralıktı ama nefes alamıyordu.

 

Omuzları iyice düştüğünde iki büklüm oldu. Ellerini dizlerine yasladığında gözlerinin akı kan doldu. Yaşlar yüreğini akıttı.

 

Kafamın içinde beliren karmaşa gözünü kararttı.

 

"Öldür beni." Dedi karşısında dikilen kadına. "Sık kafama yoksa ben sıkacağım." Dediğinde Aliye bu hali karşısında afalladı.

 

Eli beline giderken tereddüt etmeden silahını kavradı ve anlına yasladı. Tetiğe baskı uygulayan parmağı silahı patlatacaktı ki ne yapacağını anlayan Aliye hızla silahını kavrayıp havaya doğrulttu namlusunu ve silahından çıkan kurşun göğü delip geçti.

 

"Aklını mı kaçırdın!" Diye bağırdı avazı çıktığı kadar.

 

Korumalar arabadan inerken hepsi onlara doğru koştu.

 

"Keskin!" Diye bağırdı Venom ve Giray aynı anda.

 

Utanmadı. Çekinmedi. Umursamadı.

 

Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığında dizlerinin üzerine sertçe düştü. Sırtını banka yaslarken eliyle yüzünü örttü.

 

"Ne söyledin ona?!" Diye bağırdı Venom. "Ne izlettin!" Diye gürledi.

 

Girayın silahının namlusu Aliyenin ensesine yaslandığında, "Konuş!" Dedi sertçe. "Ölmek istemiyorsan konuş!"

 

"Gerçek neyse onu gösterdim!" Dedi öfkeyle.

 

Venomun kaşları çatılırken yerdeki telefonu kaptı ve videoyu başa sarıp izlemeye başladı.

 

Telefondan gelen sesler Keskine o anları hissettiklerini bir kez daha yaşatırken zihnindeki sesleri susturamadı. Kafasına vurdu sertçe eliyle.

 

"Şu kadarcık zaten canı," dedi kendinden geçmiş bir halde. "Lan..." derken konuşamadı. "Canımı söküp almışlar canımdan, haberim yokmuş!" Dedi kendine kızarak.

 

Venom izledikleri karşısında dehşete düşerken tek kelime edemedi. Kafasına sıkacak kadar ileri giden adamı durduracak sözü yoktu.

 

Acısını yaşmanın vakti olmadığını düşündü. Düştüğü yerden kalktığında elleri Aliyenin boynuna bir zincir gibi dolandı.

 

"Keskin! Ne yapıyorsun?!" Dedi Isabelle panikle.

 

"Bana," dedi gazap dolu bir sesle. Kan dolan gözlerinde Azrail'in gölgesi hakimdi. "O şerefsizin yerini söyleyeceksin." Dedi karanlığa takla attıran sesiyle.

 

"Öldürecek kadını, bir şey yapsanıza!" Dedi Isabelle endişeyle bu sefer.

 

"Karışma belle," dedi Hector sigarasından bir duman çekerken. "Hak etmiştir."

 

"T-tamam." Dedi kesik kesik nefeslerin ardından.

 

Boğazına sarılan ellerini geri çektiğinde öksüre öksüre geri çekildi Aliye.

 

"Söyle!" Diye gürledi.

 

Aliyenin dudaklarının arasından dökülen her bir kelime Douglas Vancenin sonu olurken Keskin Ardıç Alacahan bu sefer yapılan hiçbir şeyi görmezden gelmeyecekti.

 

... 

 

Geçmişin izleri.

Her birimizin üzerinde taşıdığı bir yüktü.

 

O yük bazen boyun büktürürdü. Bazen dik omuzlarını çalardı sizden bazense sırtınızda bir cenazeye dönerdi.

 

Keskin Ardıç Alacahan, omuzlarında sevdiği kadının acısını, zorunda bırakıldıklarını ve ona yaşattıklarının ağırlığını taşıyordu.

 

Artık yaşamadığını hissediyordu.

 

Dudaklarının arasına yerleştirdiği sigarasından son bir nefes çekerken ateşi Douglas Vancenin ensesinde söndürdü ve acı çığlığı zevkle gülümsemesine sebep oldu.

 

Kırk dört katlı bir binanın bodrum katındaydılar. Özellikle onu buraya getirmelerini istemişti. Ne yaşadıysa aynısını yaşayacaktı.

 

"Sana söylemiştim." Dedi sesinden akan vahşilikle. "Elime düşersen sonun ölüm olur demiştin." Eklemlerine sardığı kravattını yaktığı boynuna doladığında nefesini kesti. Kravatı tamamen sağ eline dolarken bütün gücüyle asıldı ve yüzü kıpkırmızı kesilene kadar durmadı.

 

"Seni uyarmıştım." Dedi gazap dolu bir sesle. Baskısını arttırdı. "Karıma dokunmanın bedelini misliyle ödersin demiştim." Zaten belirgin olan kol kasları uyguladığı baskıyla birlikte iyice belirginleşti. "Sen ona zarar vermeyi seçtin." Dedi öfkeyle. "O halde ona uzanan parmaklarını koparmakta, nefesini kesip leşini onun ayaklarının altında sermekte benim boynumun borcu olsun!" Kravatı çözdüğünde sandalyeye bağlı bedeni öne doğru düştü ve boğazı yırtılırcasına öksürmeye başlarken nefes almak için çırpındı.

 

Bugünün geleceğini biliyordu. Kendini her şeye hazırlamıştı.

 

Sandalyenin arkasına bağladığı ellerini çözerken sağ elini demir masaya yasladı ve kendine gelmesine fırsat vermeden kör baltayı tamamen parmaklarına vurdu.

 

Kanı beyaz gömleğine sıçrarken, dudakları haykırışlarıyla zevkle kıvrıldı. İçindeki yangın biraz olsun dinmedi ama nefretinin arttığını ve yüreğinin buz kesip, taşlaştığını hissetti.

 

"Bu ellerinle dokundun ona değil mi?!" Dedi öfkeyle. "Bu ellerinle yaktın canını!" Derken bir diğer elini çözüp aynı şekilde baltayı diğer parmaklarına da vurdu ve her iki elinin de yarım kalmasını sağladı. "Bu pis ellerine dokundun canıma. Bu pis ellerinle kirletmeye çalıştın onu ama nasıl bir belaya bulaştığını ve sonuçlarını hesaba katmadın."

 

Douglas Vance acıyla haykırırken kulağına bas bas bağıran adamın sesi zihninde yankılandı.

 

Asla unutamayacaktı. Boynu ve göğüsü sigara izmaritleriyle doluyken, bütün vücudu demir ateşler yüzünden delik deşikti. İstese de karşılık vermezdi.

 

Burada onlardan başka hiç kimse yoktu.

 

"Kalk." Dedi halatı boynuna geçirirken sandalyeden düşmesine sebep oldu ve bir it gibi yerde sürükledi.

 

Önce Bodrum kartı ağır adımlarla tek tek çıktı. Bileğine doladığı halatla onu çekerken yüzü fayans merdivenlere çarptıkça kesildi ve kan içinde kaldı.

 

Kırk dördüncü kata çıkana kadar bütün vücudu merdivenlerde sürüklendi ve suratı neredeyse tanınmayacak hale geldi.

 

Keskin fayans uçlarına her vurduğunda derisinde keskin bir kesik açılıyordu. Bilincini yitirdiği kısa bir anda onu tekrar uyandırırken bütün acıyı hissetmesini sağladı.

 

Normal bir insanın kaldırmayacağı bir şeydi ve Douglas Vance de kaldıramıyordu.

 

Halbuki konuşmasına izin verip, onu dinleseydi Aliye'nin onu sattığı gibi o da Aliye'yi satacaktı.

 

Kırk dördüncü kata ulaştıklarında terasın kapısını tekmeleyerek açtı ve bir çöp gibi kaldırdığı bedenini terasın ortasına doğru savurdu ve yerlerde yuvarlanmasını izledi.

 

Sırt üstü bir şekilde yerde kıvranırken, "Dur." Dedi zorlukla. "Yalvarırım yapma." Dediğinde adımları durdu.

 

Yalvarmıştı.

İzgisi de yalvarmıştı ama o durmamıştı.

O acımamış, merhamet göstermemişti.

 

Keskin hiç acımazdı.

 

Eliyle boğazından kavrarken, bedenini kaldırdı ve terasın korkuluklarına yasladı. Mavi gözleri kan içinde kalan yüzüne rağmen dehşetle açıldı.

 

"Yapma." Dedi korkuyla ama Keskin onu dinlemedi.

 

Bedenini geriye doğru iterken, ayaklarına bir çelme taktı ve dengesini kaybedip kırk dördüncü kattan aşağıya savrulmasına ve gürültüyle yere çakışmasına sebep oldu.

 

Kara gözleri zemine kanını yayan ve gözleri açık bir şekilde, aldığı son nefesi bile vermeden ölüp giden adama tiksinircesine baktı.

 

Daha fazlasını hak ediyordu.

Gidip tekrar tekrar aşağıya savurmak istiyordu bedenini.

İçi soğumuyordu.

 

Çalan telefonu yüreğine korku salarken, "İzgi." Dedi canı gönülden. Ceketinin cebindeki telefonuna hızla sarılırken İdilin aramasını yanıtladı.

 

"Keskin," dedi cılız sesi. "Hastaneye gelmelisin." Dediğinde nefesinin kesildiğini hissetti.

 

Kan içindeki merdivenleri inerken, duvarla sıçrayan kan izlerinin yanından da bir hışımla geçti. "Ne oldu?" Diye sordu korkuyla. "Uyandı mı? Bir şey mi oldu?" Dedi endişeyle.

 

Telefonda söylemeye yüreği el vermedi. Yoldaydı ve dikkatli olması gerekiyordu.

 

"Hemen hastaneye gelsen iyi olur." Dedi sadece.

 

"İdil," dedi adımları duraksadığında. "Ne oldu?" Diye sordu ikaz edercesine.

 

"İyi değil." Derken yüreğini yaktı. "Durumu kötüye gidiyor." Daha fazlasına söylemeye dili varmadı.

 

Telefonu kapatırken, gözlerine dolan yaşlar kirpiklerinin arasından sıyrıldı.

 

...

 

Bazen geç kalırsınız. Varmak istediğiniz yere vaktinden geç varırsınız ve sizi saatlerce bekleyeni orada göremeyince hiç gelmediğini sanırsınız.

 

Bir umutla aşıp geldiğiniz o yollar, dikenli tellerle döşenmiştir artık. Attığınız her adımda ayak tabanlarınıza batan o dikenli tenler size sancılı günler yaşatır.

 

Keskin Ardıç Alacahan şimdi bir yolda yürüyordu. Yürüdüğü o yolda yolunu şaşırmış, bir çıkmaza girmişti.

 

Ayak tabanları kan içindeydi, derin kesiklerle doluydu ve kan toplamıştı ama kimse görmüyordu içinin yarasını.

 

Yoğun bakım ünitesinin koridoruna girdiğinde orada sadece Aylini bulmak adımlarının bıçak gibi kesilmesine sebep oldu.

 

Herkes neredeydi?

 

Aylin kimi bekliyordu da burada tek başındaydı?

 

"Abim?" Dedi korkuyla. Aylin sesini duymasıyla yerinden sıçrarken oturduğu yerde ayağa fırladı.

 

"Abi." Dedi ağlamaklı sesiyle. Haberi nasıl vereceğini bilemedi. Küçük adımlarla ona doğru yaklaşırken dudakları aralanıyor sürekli kapanıyordu. Cesaretini topladığında, abisinin kara gözlerinin en derinine baktı. "Durumu iyice kötüye gidiyordu," dedi titreyen sesiyle. Nefesini tuttuğundan bir haber kardeşinin gözlerinin içine bakıyordu umutla. "Abi çok üzgünüm." Dedi göz yaşlarının arasından.

 

Bir kurşun yemiş gibi sarsıldığını ve zihninde bir bomba patladığını, kulaklarının uğuldadığını hissetti.

 

"Durumu iyice kötüye gittiği için üçüncü basamağa taşıdılar." Dedi titreyen sesiyle. "Doktor çok umutsuz konuştu abi."

 

"Nerede?" Diyebildi sadece. "Karım nerede?" Dedi titreyen sesiyle.

 

"Üst katta." Diye cevapladı abisini.

 

(Bilginiz olsun ballarım: Yoğun bakımda hastalar durumlarının ciddiyetine göre 3 basamağa ayrılmaktadır. Birinci basamak hastalar en hafif hasta grubunu oluştururken 3. basamak hastalar en ağır hasta grubunu temsil etmektedir.)

 

Kaburgalarının kalbini ezdiğini ve nefes almasını zorlaştırdığını hissetti. Koşar adım yukarıya çıkarken Aylinin sözleri yüreğini darmaduman etmişti.

 

Zihni o kadar bulandıktı ki ne düşündüğünün bile farkında değildi.

 

Koridora çıktığında herkesi burada buldu. Yoğun bakım ünitesine doğru bir adım atmıştı ki İdil önüne geçerek onun durmasını sağladı.

 

"Önce bir konuşalım." Dedi ellerini kaldırarak. "Önce bir ne olduğunu öğrenen, sonra gireceksin içeri söz." Dedi sakinleşmesi için. Derin bir nefes aldığında, "Durumu sandığımızdan daha ağır. Uyanması ayaları hatta yılları bulabilir. Kalbinin durumu şu an için stabil olsa da korktuğumuz gibi iç kanama riski tekrardan nüksetti ve müdahale etmek zorunda kaldılar." Dedi sıkıntıyla. "Sadece bir dakika içeride kalabilirsin. Daha fazla değil. Yetmiş ikisaatin sonunda eğer kalbi durursa aynı anda beyin ölümünün gerçekleşmesi de yüksek ihtimal. İçeriye gireceksin onu son kez göreceksin. Veda edeceksin. Hepimiz bunun için buradayız."

 

Hayatın ansızın bize getirdiği bazı anlar olurdu. Beklenemedik anlar... Kimi garip hissettirirdi, kimi öfkeli, kimi mutlu.. Ama bazı anlar vardı ki hiç beklemediğiniz anda derin bir acıyla sarsardı sizi. O dik duruşunuzun yerini alırdı çökmüş omuzlarınız.İfadesiz bakan duygusuz harelere mıh gibi çakılırdı acının derin emareleri.

 

Onu görürse bırakamayacağını biliyordu. Sundukları şartları kabul etmeyeceğini de bildiği için, "İçeri girmeyeceğim." Dedi buz gibi sesiyle.

 

Arkasını dönmek için geriye doğru bir adım atmıştı ki, "Ama ona yine arkanı döneneceksin değil mi?" Dedi İdil acımasızca. "Yine bir başına, yapayalnız bırakacaksın değil mi?"

 

"İdil." Dedi sertçe. "Sus." Derken aldığı her bir soluk haram gibi geliyordu. İdil öne doğru bir adım attığında karşısında dikildi.

 

Omuzları yenilgiyle düşerken, "Keskin." Dedi bir çare bir halde. Karşında yıllardır sırt sırta verdiği kardeşinin hali içini parçaladı. "Hadi." Dedi.

 

"Sus." Dedi öfkeyle. Kan çanağına dönmüş gözleri karşısındaki kadının turkuaz rengi gözlerine tutundu ihtiyaçla. "Yalvarıyorum sana, sus İdil."

 

Keskin Ardıç Alacahan, hayatı boyunca ilk kez birisine böyle ihtiyaçla yalvardı.

 

Çekinmeden, gocunmadan.

 

Sevdiği kadın için.

 

"Onunla vedalaşmak için son şansın." Dedi zorlukla. Dilinden dökülen her bir kelime karşısındaki adamın yüreğini ezdi. Kalbini sıkıştırdı. "Bir daha böyle bir şansın olmayabilir."

 

Günlerdir yüzüne bakmadığı, gözlerine acıyı mesken ettiği, canı yandığı halde canını bile bile yaktığı kadın şimdi ölümün ucundaydı.

 

Uyan diye yalvarmıştı.

Göz yaşları ellerine düşmüş, kor bir ateş olmuştu.

 

Ama İzgi uyanmamıştı.

 

O özlediği, çok sevdiği gözlerine bakmayalı kaç saat olmuştu?

 

Gideceği bir evi de yoktu, çünkü evindeydi.

 

İzgi onun evindeydi.

 

Evi şimdi bir harabeden ibaretti ve yıkık döküktü.

 

Ayağa kalkaması ise artık imkansızdı.

 

 

 

Bölüm sonu.

 

Nasıl buldunuz?

 

Neler düşünüyorsunuz ve ufak ufak spoiler bıraktım bölüme yakaladınız mı?

 

Neyse ballarım çok konuşmayayım öpüyorum sizi bol bol. Kendinize iyi bakım. Yeni bölümde görüşmek üzere.

 

✨🫶🏻

Loading...
0%