Yeni Üyelik
39.
Bölüm

37. Bölüm

@umay_6

Keyifli okunmalar dilerim.

 

 

 

 

                                          🥀

 

 

 

Avuçlarımın arasında bir çocukluk, hayalleri çalınan bir gençlik... mecbur bırakılmış hayatlar, istemeyenler tercihler ve zorunda bırakılmışlılar.... Neden?

 

Neden biz?

 

Hala ilk günkü gibi bir acıyla sızım sızım sızlayan yaralarla, sırtımıza yüklenen sorumluluklarla, omuzlarımıza geçirdiğimiz minnet hırkasıyla ve her sırtımızı döndüğümüz kişinin ihanetiyle neden yaşamak zorundaydık?

 

Sırtımızda bir kamburla, kalbimizde derin bir acı ve kederle yüzümüze kapatılan kapıların dibine çökmüş, o kapının bir gün bize açılması umuduyla yaşamıştık.

 

Hayatına bir kez olsun yüzüne kapatılan bir kapıyı çalmayan, çalmayı bırak o kapının önünden bile geçmeyen bir adam vardı hastane koridorlarında.

 

Sırtını yasladığı hastane kapısının ona açılacağını biliyordu.

 

Çünkü biliyordu. O kapıyı ne zaman çalarsa çalsın ona her daim açacağını biliyordu.

 

İzgi onun kapının dışında bırakmazdı.

 

Birçok kapının dışında kalakalmışken, yüreğine denk olan o acıyı bir başka yüreğe mesken etmezdi, biliyordu.

 

Avuçlarının arasında kurumuş kan lekeleri vardı. Beyaz gömleğine ve üzerine bulaşan kan lekeleri de ona aitti.

 

Kaç gün olmuştu? Kaç saat? Kaç dakika? Ne kadardır kesik kesikti nefesi? İçi nasıl yanıyordu? Öylesine derin bir uykudayken canı yanıyor muydu?

 

Bilmiyordu.

Hiçbir şey bilmiyordu.

Onu yıkanda buydu.

 

Yanındaydı sevdiği ama bir haberdi.

 

Sırtını yasladığı kapının önünden ayrılmıyordu. Elleri dirseklerinin üzerinde cansız bir şekilde salınırken gözleri beyaz mermerlerdeydi.

 

Ufacık bir tetiklenme onu tamamen kaybetmesine sebep olabilirdi.

 

Veda et, demişlerdi. Onu görmek için son şansın. Demişlerdi ama kabul etmemişti. Kalbini sıkıştıran o hisle başa çıkmış yaşayacağına inandırmıştı kendini.

 

Onu buna inandıransa gözünün önüne gelen çam yeşili gözler, uğruna can alıp can vereceği kulaklarından asla silinmeyen gülümsemesi ve kahkahalarıydı.

 

Zihnininde içindeki bataklığa haps olmuştu. Onu oradan çekip çıkaracak elin sahibiyse ölümün pençesindeydi.

 

Dilinden düşmeyen dualarla günlerdir yalvarıyordu rabbine. Belki de onu kaybettiği bu iki yılda yavlarıdığı, yakardığı kadar etmiyordu ama söz konusu o olduğunda sığınabileceği tek kişi rabbi oluyordu hep.

 

"Ölmek istiyorum." Diyen sesi yankılandı zihninde. Sol gözünden akan bir damla yaş çenesine doğru süzüldü. "Yaşamak azap gibi geliyor artık."

 

"Ne yapacağım? Ben böyle ne yapacağım? Böyle yaşanır mı?" Dedi kendi kendine sitemle.

 

Öğrendiği gerçekleri sindirmesi yeterince zordu. Üstüne İzginin durumu iyice bocalamasına sebep olurken, uyandığında ne yapacağını bilmiyordu.

 

Annesinden nasıl bahsedecekti? Sakat kalma riskinden? Eğer saklarsa onu kaybedeceğini biliyordu. Hiçbir sebebin onu engellemesini istemiyordu artık.

 

Önce İzginin toparlanmasını kendisine gelmesini ve aralarındaki sorunları düzeltmeyi düşünüyordu.

 

Belki eskisi gibi olmayacaklardı. Belki birlikte olamayacakları ama en azından aralarında gizli saklı hiçbir şey kalmayacaktı.

 

Birbirlerine olan kırgınlıklarıyla birbirlerine bu kadar yakınken, çok uzakta olacaklardı.

 

Belki de İzgi hiç uyanmayacaktı.

 

Kaderlerinin yazılı olduğu defterin yaprağı bitmiş, kalemin mürekkebi tükenmiş olacaktı. Bir son yazılacaktı o iki yüreğe.

 

O defter kapanacak, bir daha hiç açılmayacaktı ve Keskin için ayrılan kısım vakti gelene kadar devan edecekti ama o yol hiçbir zaman İzgiye uzanamayacaktı.

 

Mahşerde bile.

Belki de mahşerde bile yoktu yerleri.

 

Hastanenin bir köşesine sinen Helenin üzerinde asılı kalan bir çift yeşil vardı. Çöktüğü yerdeki çaresiz hali içini yakarken yanına gidip teselli edememek gücüne gidiyordu ama yapamazdı.

 

Aklı hala dün olanlardaydı. Hamileydi ve bunu yıllar sonra öğrenmişti. Bir kızı olacaktı ama bundan haberi bile yoktu.

 

"Sana nasıl iyi bir eş olamadıysam ona da iyi bir baba olamamışım." Diye mırıldandı. Acısını bu hengâmenin içinde saklamaya çalışıyordu.

 

Vaziyet bir hayli kötüyken kendi acısını yaşamayı hak görmüyordu kendine.

 

Zaten onu ilgilendiren hiçbir şeye de hakkının olmadığını biliyordu ama engel olamadı kendine.

 

Bir adım attı tereddütle. Bir adım beraberinde birkaç adımı daha getirdi ve yere buz gibi fayansa çöken Helenin önüne çöktü.

 

Sarı saçları yüzünü kapatırken lacivert hareleri cansızdı.

 

Eskisi gibi Işıl Işıl parlamıyorlardı.

 

Yaklaşık 7 yıldır Helenin gözleri hayattan bağlarını koparmış bir ölü kadar cansız ve ruh gibiydi.

 

"Helen," dedi içli bir sesle. Adını söylemeye ihtiyacı vardı. Öyle ki dilinden dökülen ismi bir ilahi gibi gelmişti kulağına. Helenin bakışları saçlarına uzanan eline kaydığında alyansını gördü. Evliydi.

 

Kirpikleri titrediğinde alyansının ağırlığı kaburgalarının üzerine çöktü. Nefes alamadığını hissetti. Etrafında ki sesler bir uğultudan ibaret olduğunda kendini toparlamaya, kalbinde baş gösteren acıya göğüs germeye çalıştı.

 

Boğazı düğümlendiğinde yutkunmak istedi ama o koca yumru nefes borusuna tıkalı kaldığında içini kaplayan tarifsiz acı baş gösterdi.

 

"Sakın." Dedi buz gibi bir sesle. "Sakın dokunma." Derken artık ondan nefret bile etmediğini fark etti. "Senin teselline ihtiyacım yok benim." Dedi kestirip atarcasına.

 

Yüzünü ondan sakındığında saçlarına dokunmasına izin vermedi. Göğüs kafesi hızla yükselirken öfkesini dizginlemeye çalıştı.

 

"Venom." Diyen zarif sesin sahibi koridorda belirdiğinde Ariananın gördüğü tablo kalbine bir ağırlık çökmesine sebep oldu. Yutkunmakta zorluk çekerken, Helenin yanına çökmüş olan ve ona dokunmak için havalanan elini gören Ariananın bedeni buz kesti.

 

Helen alayla gülerken, "Karına git Boris." Dedi. "Sana ihtiyacı olanlar onlar. Karın ve bebeğin. Ben değilim." Derken nefes alma ihtiyacı hissetti.

 

Venomun havada asılı kalan eli yumruk halini alırken geri indirmek zorunda kaldı. Yeşilleri Ariananın üzerine saplandığında kaşları çatıldı.

 

Ariana tavrından ödün vermezken dimdik durdu. Venom çöktüğü yerden ayaklanırken adımlarını ona doğru attı.

 

Öfkesini sıktığı yumruklarına haps ederken, "Burada ne işin var?" Diye sordu.

 

"Merak etme," dedi Ariana alayla. "Senin için gelmedim. Lider için buradayım." Derken sesi de ifadesi kadar katıydı.

 

"Bu saçmalığa ne zaman son vereceksin?!" Dedi öfkeyle.

 

"Bu oyun ne kadar sürmesi gerekiyorsa o kadar sürecek Venom. Asıl sen bu kadar insanın içinde hal ve hareketlerine dikkat etsen iyi olur. Madem mecbur bırakıldığımız bir şeyin içindeyiz, kâğıt üzerinde de olsa ben senin karınım! Ne olursa olsun bana saygı duymak zorundasın!" Dedi öfkeyle. Venomun kaşları çatışırken sorgu dolu gözlerle ona baktı.

 

"Neye mecbur bırakılmış olursak olalım ikimizde sevdiğimiz insanları geride bıraktık. Onların sadakatine ihanet ettik." Dedi buz gibi bir sesle. "Mecbur bırakıldığımız şey birbirimizdik Venom!" Diye yakardı sitemle. "Başka bir şey değil."

 

Sessiz kaldı Venom.

 

Karşısındaki bir çift maviliğin yerini lacivert hareler aldı.

 

Hayali gözünün önünde belirdi.

 

"Ne fark eder?" Diye sordu sertçe. "Bu neyi değiştirir Ariana?"

 

"Çok şey," diye mırıldandı cılız bir sesle. "Çok şey fark eder Venom. Çok şey değişir. Bizim bu yoldan dönüşümüz yok artık. Sende biliyorsun artık. Senden beni sevmeni beklemiyorum elbette ama en azından kağıt üzerinde de evli olsak ben senin karınım ve bu saygısızlığı kabul edemem." Derken bir hayli katıydı.

 

"Boşanalım."

 

Sıkıntıyla iç çekti Ariana. Buruk bir tebessüm yer edindi dudaklarında.

 

"Bunun mümkün olmadığını biliyorsun." Dedi düz bir sesle. Mavileri yeşil harelere dokundu. "Ama eğer ölmeye razıysan ben varım Venom." Dedi kararlılıkla. "Boşanalım." Dedi gardını indirmeden. "Çünkü böyle de yaşanmıyor."

 

Yedi yıl.

 

Tam yedi yıldır hayatındaydı bu adam. Bıkmadan, usanmadan, sadakatle sabretmişti. Bir gün bu evliliğin sonlanacağını biliyordu ama en azından yıllarını birlikte devirdiği bu adamla iki yabancı gibi değil iki dost gibi ayrılmak istiyordu.

 

Ağbeyinin onu içine haps ettiği oyundan ruhunu yara bere içinde çekip çıkarmıştı ama onu geride bırakmanın verdiği hüzünü de kalbinde taşıyordu.

 

Onun meclise ihanetini kalbi kabul etmezken, kendisi de onun izinden gidemezdi.

 

Bu yüzden tek ailesini, abisini geride bırakmıştı.

 

Venomsa şimdi karşısındaki kadının gözlerine bakarken vermesi gereken haberin bilincindeydi ama sırası mıydı bilmiyordu.

 

İkisi de Meclisin önemli üyelerindendi. Ne şartlarda olursa olsun her üye evliliğini, sahip olduğu gücü güvence altına almak için bir Veliahta ihtiyaç duysa da bu durum Ariana ve Venom için geçerli değildi.

 

Yıllardır bir bebek sahibi olmamaları masadaki konulardayken birisiyken gözler Ariananın üzerindeydi.

 

Boşanamayacaklarını ve boşanmalarının da ölümle sonuçlanacağını ikisi de gayet iyi biliyordu. Meclis dışı evlilikler nasıl yasaksa boşanmalar da mümkün değildi çünkü boşandıktan sonra yapılan evliliklerin yaratacağı ihtimaller mecliste karışıklığa ve huzursuzluğa sebep olabilirdi ve bunları önlemek için her tedbir yıllar önce alınmıştı.

 

Venomun, Arianayı Meclisteki kadınlardan ve üzerindeki gözlerden kurtarmanın tek sebebi Ariananın hamile olduğunu öne sürmekti.

 

Ariananın hamileliği her ne kadar bir oyun olsa da bunun doğuracağı sonuçlarda her ikisi için felaketi.

 

"Sana söylemem gereken bir şey var Ariana." Dedi sükunetle. Elleri dostça omuzlarına tutunduğunda davet gecesi İzginin attığı mesajla haberdar oldukları gerçek her ne kadar onları şaşırtsa da bu gerçeği en başından beri bilen Venom için bu durum pek şaşırtıcı değildi.

 

Eğer bunu en başından beri bilmeseydi, Douglasın Arianayı kandıracağından ve onu ihanete mecbur bırakacağından hiç şüphesi yoktu.

 

Bu yüzdendir ki Venom onu hiçbir zaman gözünün önünden ayırmamış, ikisinin yollarının kesişmesine hep engel olmuştur.

 

"Merak etme." Dedi Ariana gülümseyerek. "Sana sorun çıkarmayacağım."

 

Bundan adı kadar emindi Venom. Ariana her kararında onu desteklemiş, yıllarca ondan hiçbir şey saklamadan, sadakatle bağlı kalmıştı.

 

Bunun karşılığındaysa hiçbir beklentisi olmamıştı hiçbir zaman.

 

Çünkü Heleni öğrendiği günden beri ona karşı hiçbir art niyet beslememiş, aksine hem kendisi için hem de Venom için evliliği bitirmenin başka yollarını aramıştı ama çabası boşuna çıkmıştı.

 

Yıllar önce bir kadın gelmiş. Düzeni alt üst etmiş ve kuralları yıkmıştı. Görmezden gelinecek tek bir hata, anlayış gösterilecek tek bir durum bile diğer üyelere haksızlık olurdu ve bu aynı zamanda başkalarının karşı çıkmasıyla meclis içinde üyeler arasında tartışmaya sebep olurdu.

 

Geçmişte yapılan hiçbir hatanın tekrar etmemesi için kesin çizgiler ve katı kurallar vardı ama bu kurallar İzgi Kara hariç herkese işlemişti.

 

Çünkü o ailesinin aksine hiçbir zaman meclise dahil olmamış, meclisin içinde olduğu her işten, davetten uzak kalmıştı.

 

Bu yüzdendir ki ne Atıf Kara ne de Mert Kara onu bu karanlık dünyaya hiçbir zaman dahil etmemişlerdi.

 

İzgi bilmese de Atıf Kara, kızı için masaya ailesinin infazını koymuştur ama yine de onun canını herkesten sakınmıştır.

 

"Mesele bu değil." Dedi düz bir sesle.

 

Ariananın kaşları çatılırken sorgu dolu gözlerle baktı Venoma. Omuzundaki elleri aklını karıştırırken üzerlerinde olan bir çift lacivert harelerden bir haberdiler.

 

"Abin." Diye söz girdiğinde Ariananın dudaklarındaki o yarım tebessüm dondu. Yüzündeki ifade alaşağı olurken kalbindeki huzursuzluk baş gösterdi.

 

Sırt çevirdiği tek ailesiydi.

Yıllardır ne yapar ne eder pek bilmezdi.

Ondan tek tük haberi olurdu.

 

"Dinlemek istemiyorum." Derken yanından geçip gidecekti Venomun koluna sarılan eli onu durmaya zorladı.

 

"Bilmeye hakkın var." Derken ne tepki vereceğini kestiremiyordu. "Bunu senden saklamaya hakkım yok." Derken karısının yüreğine endişeyi kırık bir fidan gibi ekti.

 

Uzun bir çubuk sarılıydı o kırık dala. Etrafından bir ip geçirilmiş ve fidanın dik durmasını sağlamıştı. Sanki zamanla o kırık iyileşecek, fidan eskisi gibi dik duracaktı.

 

Görünen öyleydi belki ama asıl kırığın omurgasında olduğunu ve bunun ruhunda gizli olduğunu bilmiyordu Venom.

 

Öyle bir kırılmıştı ki o fidan, dik durması için bedenine sarılan o uzun çubuğun bile bükülmesine, kırılmasına sebep olmuştu.

 

Venomun sözleriyle nefes almayı unuttuğunu sandı Ariana. Ne zaman abisinden açılsa konu hayırlı bir haber alamazdı hiç.

 

Hep kötü haber gelirdi.

 

"Ariana Ariana Ariana. Dönüp dolaşıp geleceğin yer kimin yanıdır?" Derdi hep abisi.

 

"Abimin!" Diye neşeyle cevap verirdi hep Ariana.

 

Zihnine düşen anılar buruk bir tebessüm etmesine sebep oldu. "Lider tarafından infazı verildi." Kulağına çalınan sözler yüreğinin yerle bir olmasına sebep olurken zihnine bir kurşun saplanmış gibi kalakaldığını hissetti.

 

Kalbine çöken ağırlık genzini yakarken acısını tırnaklarının arasına sapladı ve avuçlarının içine haps etti.

 

Göğüsü aldığı kesik nefesle yükselirken, dolan gözlerini geriye doğru itti. Dimdik durmak zorunda kaldı.

 

İlk kaybı değildi ama en acı kaybıydı.

 

Şimdi kimsesiz kalmıştı.

 

"Ne zaman?" Diye sordu donuk bir sesle. Bir cevap almayanıca omuzunun üzerinden gözlerini Venomun yeşillerine sabitledi. "İnfazı, ne zaman Venom?" Diye sorduğunda göğüs kafesindeki yangının ona nefes aldırmadığını hissetti. Yeşil harelerde sorusunun cevabını alırken o yangın göğüs kafesini harladı. Kaburgalarını yakıp kül etti.

 

"Bir mezarı bile olmayacak mı?" Diye sorarken karşısında aciz görünmek istemedi. "Cevap ver bana!" Dedi öfkeyle. Yükselen sesiyle gözler ona dönerken, ağlamamak için zor durdu.

 

"Ariana-"

 

"Sana bir soru sordum Venom!" Dedi hiddetle. "Karşısında bir çocuk yok! Madem bilmeye hakkım var dedin o halde kandırma beni." Dedi sitemle.

 

"Ne oluyor?" Dedi İdil sertçe. Yanlarında biterken öfkeyle ikisine baktı. "Yine ne alıp veremediğiniz var birbirinizle?! Bari burada yapmayın!"

 

"Abim ölmüş." Dedi Ariana dan diye. Gözlerini İdil'e çevirirken onun zaten bunu bildiğini gördü.

 

"Şimdi bunun ne yeri ne de sırası Ariana," dedi İdil sıkıntıyla. "Zaten derdimiz başımızdan aşkın, bir de seninle uğraşmayalım."

 

"Haddini bil İdil." Dedi Ariana. İçinde yanıp tutuşan ateş öfkesini harladı. "Benimle bu şekilde konuşamazsın. Buna hakkın yok." Dedi sertçe.

 

"Savunduğun, merak ettiğini adam bir hain!"

 

"Abim!" Dedi Ariana. Kolunu Venomun ellerinden kurtarırken, öfkeyle İdil'e baktı. "Ne yapmış olursa olsun, ne kadar kötü olursa olsun benim abim!" Derken dolan gözlerini geriye itti. Birkaç damla yaş kirpiklerinde asılı kaldı. "Ne kadar kötü olursa olsun iyi bir abiydi İdil. Benim hayattaki tek ailemdi. Sen bundan yoksun bırakılmış olabilirsin, bunun nasıl hissettireceğini bilmiyor olabilirsin," derken sözleri bir bıçak gibi İdil'e saplandı. "Ama ben burada bir haini savunmuyorum. Bir haini merak etmiyorum! Ziyaret edeceğim bir mezarı bile çok görülen abimi merak ediyorum!"

 

"Yeter!" Dedi Aylin öfkeyle aralarına girerken. Abisinin bu halde müdahele edemeyeceğini bildiği için bu tartışmaya son vermek istemişti. "Bu mevzu senin üzerine vazife değil İdil." Dedi katı bir sesle.

 

"Aylin-"

 

"Çekilebilirsin." Dedi kestirip atarcasına. İdil peki dercesine başını eğerken öfkeyle ayrıldı yanlarından. "Sana gelince Ariana, o adamı hangi sıfatla savunduğuna dikkat et. İçeride günlerdir ölüm kalım savaşı veren kadın benim yengem! Ağabeyimin, emri altında çalıştığınız Liderinizin karısı! İnfazı uygun görüldü ve gereği yapıldı!" Derken hayli öfkeliydi. "Douglas Vance bir haindi. Bir hain gibi öldü. Daha fazlasını hak ettiği baki ama bu layık görüldü ve gereken bizzat ağabeyim tarafından yapıldı. Seninin ağabeyin sana karşı ne kadar iyi bir abi olursa olsun, bir sürü masumun canına kast etti. Doğmamış bir masuma kıydı. Yetmedi tehditleriyle mecbur bıraktığı kadının sebep oldukları hepimizin felaketine sebep oldu. Sana kıyamamış olması kimseye kıyamadığı anlamına gelmiyor Ariana." Derken her bir sözünde nefreti katlandı. Nefreti Douglas Vanceyeydi. "Ve sen onu bir kez daha ne sebeple savunacak olursan ol infazın benim elimden olur. Nasıl olurda onu burada, biz bu haldeyken savunur? Bir mezarı bile olmayacak mı diye sorarsın? Hiç utanmıyor musun?" Dedi sitemle.

 

Acısını anlayamazdı ama o adamın yaptıklarını da görmezden gelemezdi.

 

"Aylin, yeter." Dedi Sergen sessizliğini bozarak. Haberi aldığında yola çıkmış gece vakti burada olmuştu.

 

Hala tekerlekli sandalyedeydi ama yıllardır gördüğü tedaviler yavaş yavaş yürümesine sebep oluyordu. İze ne kadar kızgın olursa olsun öğrendikleri ona olan kızgınlığının geçmesine sebep olsana kırgınlığı yerli yerindeydi.

 

Her ne kadar şu anda yürüyebiliyor olsa da bacaklarını çok zorlamaması gerekiyordu.

 

"Daha fazla üstüne gitme." Derken fazlasıyla sakindi. Aylinin aksine fevri hareket etmezdi. "Hamile zaten. Acısı var. Bir de sen üstüne gitme kızın." Söyledikleri Ariananın da Venomun da buz kesmesine sebep oldu.

 

Aylinin kaşları çatılırken hatırladığı şeyle kendine kızdı. Riskli bir hamilelik geçirdiğini ve düşük tehlikesi olduğunu duymuştu. Bir buçuk aydır bu yüzden sürekli dinlendiğini ve doktor gözetiminde de olduğundan haberdardı ama unutmuştu.

 

Hiçbir şey söyleme gereği duymadan yanlarından ayrıldı Aylin. Ariana acısını içine içine akıtırken susmak zorunda kaldı.

 

Sergen ona destek verircesine gülümsediğinde buruk bir tebessüm etti Ariana. O da sırtını ona döndüğünde yüzündeki gülümseme alaşağı oldu ve kederi yüzüne yansıdı.

 

Kesik kesik nefesler alırken, "İyi değilsin." Dedi Venom. Sarsılan bedenini tutmak istediğinde, "Dokunma." Dedi Ariana öfkeyle. Gözlerinden akan yaşlar yanaklarına akın ederken, "Dokunma, sakın." Dedi titreyen sesiyle.

 

"Bir doktora gözüks-"

 

"Bırak." Dedi ona uzanan ellerini iterken, geriye doğru çekildi. Dönen başı yüzünden sendeledi. Göğüsündeki ağrıyla ona arkasını dönerken gözünün önünün karardığını hissetti.

 

Hamile zaten.

 

Hamile değildi. Bu ortaya çıktığındaysa ne yapacağını ne o biliyordu ne de Venom.

 

Helen öfkeyle yerinden kalkarken içinde onu esir altına alan öfkeye rağmen sakin adımlarla Venomun karşısında dikildi.

 

"Çok mu merak ediyorsun?!" Diye sordu öfkeyle. "Arkana bile bakmadan terk edip gittiğin kadının sen gittikten sonra neler yaşadığını mı merak ediyorsun yoksa varlığından bir haber olduğun bebeğini mi?" Derken kalbinde derin bir sancı vardı.

 

Sessiz kaldı Venom. Helen ne söylerse, ne yaparsa haklıydı.

 

"Bana neler söylediğini hatırlıyor musun?" Dedi kırık bir sesle. "Düğüne günler kala beni nasıl mahvettiğini hatırlıyor musun Venom?!" Dedi hiddetle.

 

Gözlerini bir zamanlar deli gibi aşık olduğu, evlilik yoluna girdiği ve belki de bir bebek sahibi olacağı çok sevdiği adamdan ayırmadı.

 

Dudaklarını büktü. Lacivert hareleri yaşlarla dolarken, "Ben hiç unutamadım." Dedi hayal kırıklığı içinde.

 

Aldığı her nefes çiğerlerine battı. Acısını yumruklarına haps etti Venom.

 

"Ben bana yaşattığını ölsem unutmam Venom. Ama sen beni öyle bir unuttun ki bana kendi içimde biz hiç var mıydık diye sorgulattın!" Dedi isyanla.

 

"Helen." Dedi ona doğru bir adım atarak.

 

Helen elini kaldırıp aralarına bir duvar örerken, geriye doğru bir adım attı. "Sen susacaksın!" Dedi öfkesini kusarak. "Ben konuşacağım. Öğrenmen gereken ne varsa öğreneceksin ve bir daha asla beni rahatsız etmeyeceksin!"

 

"Ben sana inandım. Senin gönlün beni kandırmaya nasıl el verdi?"

 

"Mecburum, Helen."

 

"Hangi mecburiyet?! Hangi mecburiyet beni terk etmeni açıklayabilir?! Hangi mecburiyet seni affetmemi sağlayabilir?!"

 

"Artık sende değilim. Artık seni sevmiyorum. Kalbim sana değil bir başkasına ait."

 

Buz kestim.

 

Helen hatırladıklarıyla kesik bir nefes alırken dik durmaya zorladı kendini.

 

"Benimle evlenebilmen için önce Müslüman olman gerek." Dedim kollarımı boynuna dolayarak.

 

"Olurum." Dedi beni dumura uğratarak. "Seninle evlenemem için Müslüman olmam gerekiyorsa olurum. Senin için olurum. Rabbine inanır ona ibadet ederim." Demişti.

 

Her ne kadar bir hristiyan olarak doğmuş olsa da hiçbir zaman kendini o dine ait hissedememiş, huzuru bulamamıştı.

 

Gençlik yıllarında dinleri sürekli araştırmış ve Müslümanlığa olan ilgisiyle, yetiştirme yurdundayken herkesten gizli Müslüman olmuştu.

 

"Benim için Müslüman oldu ama başkasıyla evlendi. Beni yarı yolda bıraktı. Yalan söylemişti." Demişti Zemona.

 

Venom Müslüman olmuştu.

Helen için.

Ama ona kavuşamamıştı.

 

"Düğüne birkaç gün kala öğrendiğim hamile olduğumu," diye söze başladığında her hatırladıkları acısının katlanarak artmasına sebep oldu. "Sana söyleyecektim." Dedi buruk bir tebessümle. Her bir sözü kurşun görevini gördü Venomu delip geçti. "Eve gelmeni bekledim. Sonra sen geldin. Her zamankinin aksine mutsuz, öfkeli ve kızgındın. Hemen söylemek istemedim. Önce neden bu halde olduğunu merak ettim." Derken gülümsedi. "Keşke etmeseymişim." Dedi sitemle. "Nereden bilebilirdim dünyamı yeniden başıma yıkacağını? Nereden bilebilirdim sözlerinin etkisini aylarca atlatamayacağımı, üzüntüden düşük yapacağımı ve varlığına yeni yeni alıştığım bebeğimin beni terk etmesiyle çıkmaz bir bataklığa saplanacağımı?!" Dedi isyanla.

 

Yaşlar gözlerinden aktı. Her bir yaş Venomun o yaşta boğulmasına sebep oldu.

 

"Kayıp üstüne kayıp. Acı üstüne acı. Yıllarca kendime gelemedim. Psikolojik destek gördüm."

 

"Helen-"

 

"Sus." Dedi elini kaldırarak, cılız sesiyle. "Bunca zaman kör sağır oldun bana. Şimdi niye ben toparlanmışken, kendime yeni bir hayat kurmuşken, yeniden birini sevebilmişken çıktın karşıma?!" Diye haykırdı yüzüne sitemle.

 

"Ben yeterince dağınık bir hayata doğmuştum zaten Venom. Senin amacın beni harabeye çevirmekse tebrik ederim." Dedi gülerek. "Başardın!" Dedi eserinle övün dercesine. "Ama bazı anlar oluyor. Hayat işte. Hiç acıması yok." Dedi alayla.

 

"Nişanlandım," dedi dürüstçe. Öylece baktı Venom. O konuştukça bitti. "Zor oldu ama güvendim." Kalbinin yandığını hissetti. "Sevdim, aşık oldum. Başımdan geçen her şeyi bildiği halde kabul etti beni. Aylarca onu istemememe rağmen yine de vazgeçmedi.." Bakışları alayla doluydu. "Senin aksine."

 

Anladığı şeyin olmaması için yavlardı Venom.

 

"Onunla evlendin mi?"

 

Sessiz kaldı.

 

"Helen." Dedi sitemle.

 

"Henüz düğün yapmaya vaktimiz olmasada bir hafta önce sözümüzü resmiyete döktük." Dedi buz gibi bir sesle. "Ve evet, onunla evlendim Venom."

 

Dondu kaldı. İnanamadı. Kendi içinde bu durumu defalarca kez inkar etti. Arianayı boşanmaya ikna etmişken, en azından boşanmadan önce ona olan biteni anlatmak isterken bunun olmamasını diledi.

 

"Yapmadın," dedi kalbini deşen bir sızıyla. Ruhundaki acı öylesine çoktu ki göğüs kafesi kanla doldu. "Bunu yapmadın, Helen." Dedi umutla.

 

Onun canını acıtmak istediğini düşündüğü için yaptığını sandı. Kaburgaları paramparça oldu. Kalbi artık atmıyordu.

 

"Yaptım." Derken başı dikti. İnat uğruna yapmamıştı. Gerçekten istediği için evlenmişti.

 

"Yapma." Dedi yalvarırcasına.

 

"Sen beni mahvettin." Dedi sitemle. "Bizi sen bitirdin!"

 

Bizim buradan dönüşümüz yoktu, diye düşündü.

 

Daha fazla konuşma gereği duymayken ona arkasını döndü. Koridorun sonuna doğru adımlarını atarken saatlerce bir lavaboda kaldı.

 

Venomun sekiz saat boyunca orada kalakladığını ve hiçbir yere kıpırdamadığındansa bir haberdi.

 

Helenin zihnine kazılan bazı sözler nasıl ona uyku uyutmadıysa, bu sözlerde Venomu uyutmayacak, ölene kadar zihninde dönüp duracaktı.

 

Bazen bilmezsiniz.

 

Ağzınızdan çıkan kelimlerin başkalarının zihninde nasıl yuva edindiğini.

 

Ama yaşayınca, her hatırladığınızda derin bir acıyla baş başa kalır, başınızı yastığa koyduğunuzda eksikliğinizle yetinmek zorunda kalırdınız.

...

 

İzginin alyansı da yüzüğü de avucunda. Eklemlerinde yer yer kızarlıklar ve kurumuş kan lekeleri. Parmaklarının arasında çevirip durduğu alyanstaydı kara gözleri.

 

Bir okyanusun içine, boynuna dolanmış bir urganla atılmış bilinci açık ciğerlerine dolan ve bir balon gibi göğüsünü şişiren suyun içinde çırpınmak bir yana dursun yaşamak için bir gayesi yoktu.

 

Başı önüne eğikken bir hayli dingindi ama sırtındaki o kambur bir yük gibi binmişti üzerine.

 

Tam iki hafta. İki haftadır değişen hiçbir şey yoktu. Tek tesellisi korktuğu gibi yetmiş iki saatlik süreçte bir krizin eşiğine gelmemesiydi. Durumu stabil dahi olsa neredeyse iflasın eşiğinde olan kalbi ve o kalp naklini hiç olmamış olması zihninde büyük bir karmaşaya sebep olmuştu.

 

"İz hanım ameliyatı özellikle olmak istemedi. Zaten ameliyattan günler önce bir kürtaj operasyonu geçirdiği için bedeni de bir hayli yorgundu o zamanlar. Size ameliyatın gerçekleşmediğini haber vermek istedik ama o zaman yanınızda olan arkadaşınız buna izin vermemişti."

 

Gözlerini kapatıp açtı sabırla. İçine düştüğü bataklıktan da kafasını karıştıran sorulardan da kurtulmasına sebep olan tek bir kişi vardı. Onun uyanması demek bütün sorularına cevap bulması demekti ama her şeyden önce sağlığının iyi olması gerekiyordu.

 

Önemli olan buydu.

 

"Abi." Dedi Aylin cılız sesiyle. Yanına çömelirken kirpiklerine tutunan yaşlar yanaklarından süzüldü. "Yapma böyle n'olur. Mahvettin kendini." Dedi sitemle.

 

Kan çanağına dönen gözleri, kız kardeşinin mavileriyle buluştu. "Aylin," diye yakardı sitemle. "Çok uyumadı mı?" Diye yakardı.

 

Dudaklarını birbirine bastırdı Aylin. Haberi nasıl vereceğini bilemedi. Susmak zorunda kaldı.

 

Başını önüne eğmeden hemen önce bir kaç damla yaş süzüldü kara gözlerinden. "Çok özledim." Dedi omuzları sarsılırken. "Yemin ederim çok özledim."

 

"Ya bir şey olursa?"

 

"Başının çaresine bakarsın."

 

Bakamamıştı.

 

Bak şimdi gökyüzüne, bir yıldız daha parlar belki bir diğerinin yanında...

 

...

 

KESKİN ARDIÇ ALACAHAN

 

Hayatımda hiç böyle duvara çarpmamıştım. Önümü görmekte zorlandığım, yolumu şaşırdığım o anda tosladığım duvardan sağ çıkamamıştım.

 

Bedenimde birkaç çizik yoktu. Sanki bir arabanın içinde tosladığım o duvarda bir şarapnel parçası kalbimi delip geçmiş, ruhuma saplanmış ve ruhumu kana bulamıştı.

 

İçimdeki hissettiklerim öylesine ağırdı ki göğüs kafesimi kıran bu acı bana nefes aldırtmıyordu.

 

Canımı candan etmişlerdi.

 

Karanlığımın içinde bir ışık gibi doğmuş, hayatımı güneş gibi aydınlatmış, buz tutan kalbimi ısıtmış ve o gölgelerin içinde yüzünde uğuruna canını vereceğim bir gülümsemeyle bana bakmıştı.

 

O parıldayan, içinde eşsiz bir yeşilliği barındıran beni gözlerine meftun eden cananım şimdi hiç olmadığı kadar derin bir uykuda boşlukta süzülüyordu.

 

Tutunduğum her dal bir bir kırılmış, bu sefer ona tutunmuştum.

 

Ama onu da öyle bir kırmışım ki, kırılan şey bir dal değil koca Çınar olmuş.

 

Ben o ölü çınarın altında kalakalmışım.

 

Üzerimde hemşirenin verdiği kıyafetler varken eldivenli ellerim ipek gibi saçlarında gezindi ama bu sefer onu hissedemedim. Huzurla uyurken tenime değmedi tenim.

 

Ellerime geçirdiğim eldivenleriyse çıkaramadım ama yine de çekmedim elimi saçlarından.

 

Zaten bir hayli beyaz olan teni şimdi buz gibiydi. Çıplak kolları ve omuzlarında yer yer moruklar, çürük izleri ve çizikler vardı.

 

Boynunun kırılma ihtimalini göz önünde bulundurarak bir boyunluk takılmıştı. Monitörden yükselen sakin kalp atışları bir nebze olsun şükretmeme sebep oldu.

 

"Bazen olacak olan olur evlat. Kaderi engelleyemezsin. Elbet hata yapacaksın. Herkes hata yapar ama bazı hataların dönüşü yoktur. Dönüşü olmayan hatalarsa sana bir daha eski mutluluğu vermez. Hep bir eksiklik, yarımlık içinde yaşar durursun. Ama hayal kırıklığı öyle bir şeydir ki, ölsen unutamazsın. Hayal kırıklığının aranıza ördüğü o ince ama görünmez duvara atılan tek bir darbe her şeyin yerle bir olmasına sebep olur." Demişti Atıf Kara. İzin onunla konuşmadığı, onu gizliden gizliye takip ettiği bir günde. "Zamanında bir kadının hayal kırıklığı oldum. Şimdi kızımın. O yüzden evlat bunu bir nasihat, öğüt olarak bil, yemin gibi kabul et." Elini omzuma vurmuş, kahve gözlerinde bir babanın sıcaklığıyla bana bakmıştı. O zaman anlamamıştım. Kendi içimde bir babanın varlığı böylesine güvende ve yıkılmaz mı hissettiriyor diye düşünmüştüm.

 

Öyle hissettiriyormuş.

 

"Ben kızıma yeterince hayal kırıklığı oldum evlat. Ama sen olma."

 

Çünkü biliyorum. İzgi uyandığında annesini öğrendiği zaman, soluğu babasının mezarında alacaktı.

 

Babasına aşık bir kız çocuğuydu. Babası ne yaparsa yapsın, ne günah işlerse işlesin, ne kadar kötü olursa olsun onun peşinden giderdi.

 

Bir kadın olarak değil, kız çocuğu olarak.

 

Dudaklarımı saçlarının arasına bastırırken buram buram kokusu genzime doldu. Bir şükürle attı kalbim. Canıma can kattı.

 

"Sevgilim," Diye seslendim beni duymayacağını bile bile ama ona seslenmekten vazgeçmedim. "Yaşarsan seninle yaşar, ölürsen seninle ölürüm." Diye fısıldadım kulağına.

 

Korktuğu karanlıktan çekip çıkarmak istedim onu.

 

"Sensizlik azap bana." Ruhumuz sarıp, kasıp kavuran cehennem ateşi bedenimi alevler içinde bıraktı ama yanan ruhum oldu. "Açsana o gözlerini," diye yalvardım çaresizce. "Göreyim. Göreyim sonra öldür beni."

 

Son olacağını bile bile içimde solup giden umut kırıntılarına tutundum.

 

"İzgi," diye fısıldadım acıyla. Titreyen ellerim saçlarında gezindi ağır ağır. "İzgim." Dedim sitemle. "Kalk hadi. Senin yerin değil burası. Kalk hadi, Allah aşkına. Benim sana ihtiyacım var. Yalvarıyorum sana uyan artık. Yanımda durma, benden çok uzaklarda ol ama yaşa. Yaşa gençliğim. Bir o kaldı elimde bari sen yaşa ne olursun."

 

9 Yıl Önce

 

 

Loş bir ışığın aydınlattığı mekandaydım. Meclise ait olan, bir mekandı. Camın ardında, kumsalda üzerinde beyaz bir elbiseyle yanında arkadaşlarıyla olan kadındaydı gözlerim.

 

Susmadan, bıkmadan sürekli konuşuyor, kahkahalarıyla kumsalı şenlikle dolduruyor ona bakan herkesin tebessüm etmesine sebep oluyordu.

 

Benim bile.

 

Saçlarının karası ay gibi teninin üzerinde uğruyor ve geriye doğru uçuşuyordu. Duru ve dikkat çekici bir güzelliği vardı ama o yemyeşil gözleri her şeye bedeldi.

 

Gür kirpiklerinin arasında taşıdığı şey bir mücevherden bile daha kıymetliydi.

 

Onu tanıyordum.

 

Atıf Karanın göz bebeği, herkesten sakındığı güzelliğini çok kez Aylinden ve Berna hanımdan işittiğim kadındı.

 

İzgi Kara.

 

"Güzelliği insana aklını kaybettirir. Hele gözleri..." Demişti Aylin ondan ilk bahsettiğinde. "Abi bir kere görsen, insan bakmaya doyamıyor." Demişti.

 

Haklıymış.

 

Gözlerim üzerinde dalıp gitmişken naif bir ses doldurdu sessiz kumsalı.

 

"Bu şehir girdap gülüm," diye başladı şarkının sözlerine. Yüzünde bir gülümseme belirirken, gözlerim bir mıh gibi üzerine saplı kaldı.

 

Girdapta mehtap gülüm

Bu şehir girdap gülüm

Girdapta mehtap gülüm

 

Siyah saçları yüzünü sıyırırken kalbim garip bir hisle kasıldı. Hissettirdiği çok farklıydı.

 

Feleğin bir suyu var

Su değil kezzap gülüm

Su değil kezzap

Feleğin bir suyu var

Su değil kezzap gülüm

Su değil kezzap

 

Diye mırıldanırken eşsiz gözüküyordu. Oturduğu yerde hafifçe sallanıyor, yarım bir tebessümle şarkıya devam ediyordu.

 

Onu bundan birisi istemiş olmalıydı.

 

Yezidin harcı zulüm

Yiğidin burcu ölüm

 

"Yezidin harcı zulüm," derken bir hayli sitem doluydu. Yeşilleri dalgalandı. Dilinin ucuna geleni söylemekten çekindiğini fark ettim ama beklediğim gibi olmadı. Dudakları aralandığı da, "Yiğidin burcu ölüm." Dedi isyanla.

 

Şarkıyı bitirmeden kestiğinde onu dinleyen herkesin alkışları doldurdu kumsalı. Birçok gözün üzerinde olduğunun farkındaydı ama benim farkımda değildi.

 

Burada kabul ettim seni.

Sen bilmeden.

 

"Abi?" Aylinin sesi kulaklarıma sızdığında gözlerimi ondan ayırmak zorunda kaldım. "Hadi ama! Eğlenmeye geldik, böyle kös kös oturacak mısın?!" Dedi sitemle.

 

"Git sen," dedim yerimden toparlanırken. "Geliyorum bende arkandan." O çoktan yanımdan ayrılırken bende restoranın dışına doğru ilerlemiştim.

 

Sigaramı dudaklarımın arasına sıkıştırırken, çakmağı yaktım ve gözlerimi aşağı indirirken sigarayı ateşe verdim.

 

Ateşe verilenin ben olduğunu bilmeden.

 

Çakmağı indirirken gözlerimi kaldırmıştım ki bedenime çarpan bir beden sendelememe sebep oldu. Ellerim buzla bana çarpan bedeni düşmemesi için yakalarken bir çift çam yeşili kaskatı kesilmeme sebep oldu.

 

Genzime dolan buram buram zambak kokusu göğüs kafesimdeki o boşluğu doldurdu.

 

Gür uzun kirpiklerinin arasındaki kocaman yeşilleri gözlerimle buluştuğunda yüreğime yaptı vurgundan habersizdi. Geceye ev sahipliği yapan saçlarının birkaç deli ay gibi teninin üzerindeyken bir elim belinde olduğu için parmak uçlarıma değen ipek saçlarının bıraktığı hissiyat kalbimin kasılmasına sebep oldu.

 

"Önünüze bakın!" Dedi sitemle. Kaşlarını çatarken öfkeyle bana bakmıştı. "Bana çarptınız!"

 

"Biliyorum." Dedim onun aksine sakin bir sesle.

 

Onu sinirlendirmiş olmalıyım ki, "Özür dilemelisiniz!" Dedi sinirle. "Ayrıca ben size çarpmadım! Siz bana çarptınız!"

 

Gülümsedim istemsizce. Çakır keyif halinden anlaşıldığı kadarıyla sarhoştu. Baygın bakan gözleri ve üzerine sinen alkol kokusu bunu kanıtlıyordu.

 

"Anlıyorum." Demekle yetindim sadece.

 

"Nezaket denen şeyden haberiniz yok sanırsam. Yoksa çoktan bir beyefendiye yaraşır şekilde özür dilerdiniz ama sizin gibi küstah birinden bunu beklemek aptallık." Derken kollarımın arasından sıyrıldı. Arkasını dönüp gidecekti ki sendelenmesiyle düşmemesi için kolundan yakaladım.

 

"İyi değilsiniz, yardım edeyim." Dedim.

 

"İstemez," dedi kestirip atarak. "Bakarım ben başımın çaresine."

 

İnatçı tavrı kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Kolunu çektiğinde öne doğru bir adım attı ve yere dizlerinin üzerine çakıldı.

 

Az önce dışarıdaki o mutlu hallerinin yerini derin bir hüzün aldı. Yemyeşil gözleri yaşlarla dolduğunda bocaladım.

 

Siyah saçları yüzüne döküldüğünde beyaz elbisenin kirlenmiş olduğunu fark ettim.

 

Derin bir nefes bırakırken, onunla aynı boya gelmek için yavaşça çömeldim.

 

"İzgi," diye seslendiğimde sarsılan omuzları duraksadı.

 

"Adımı nereden biliyorsunuz?" Diye sordu titreyen sesiyle. Yaşlarla ıslanan yüzü içimi sıkıştırırken gözleri kızarmıştı.

 

Ağlamak yakışmıyordu.

 

Ağlayınca çirkin oluyordu.

 

Sorusunu görmezden gelirken, "Neden ağlıyorsun?" Diye sordum merakla.

 

"Bu sizi neden ilgilendiriyor?"

 

"Yardım etmek istiyorum." Dediğimde kaşları çatıldı.

 

"İstemiyorum," dedi cılız sesiyle. Yüzünü benden esirgediğinde, "Lütfen gider misiniz? Ağlayacağım." Demesi ve bunu söylerken bir hayli tatlı gözükmesi gülümsememe sebep oldu.

 

"Gidersem ağlamayacağına söz ver." Yaşların doldurduğu yeşilleri içimi acıtıyordu.

 

"Gidersen ağlarım," derken dudakları titriyordu. "Gidersen ağlarım." Dedi bir kez daha ve sıktığı bedenini serbest bırakırken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

 

Sıkıntıyla iç çekerken ceketimin cebindeki siyah mendili kavradı ellerim. Avucumdaki mendille gözünden akan yaşları silerken, "Dur." Dedi ve elimin üstüne sarılan zarif eli durmama sebep oldu. Mendili elimden alırken, "Çekiştirip duruyorsun, makyajımı bozacaksın." Dediğinde hayretle ona baktım.

 

Burnunu çökerken ıslak kirpiklerinin altından bana baktı. "Rimelim akmış mı?" Diye sordu. "Çok para verdim ona akmaması lazım. Eğer akmışsa söyle. İade edeceğim." Dediğinde gülümsedim ve bu sefer bunu saklamadım.

 

Ellerimden biri koluna sarılırken, diğeri beline dolandı ve bedenini yavaşça kaldırdı. "Gel bakalım, yer cücesi." Dedim mermere oturmaması için onu az önce oturduğum masaya oturturken zorluk çıkarmaması ve uslu uslu benimle gelmesi hoşuma gitti. Çocuk gibiydi.

 

"Su ister misin?" Diye sorduğumda, başını salladı onaylayarak. Mendilim hala elindeydi ve sıkı sıkı tutuyordu.

 

Almadım.

 

"Bekle burada, geleceğim hemen." Dedim onu masada bırakıp bara ilerlerken suyu alıp geri dönmem birkaç dakika sürdü ama geri geldiğimde onu bıraktığım yerde bulamadım.

 

Gözlerim restoranı tararken, kumsala çıktım ama orada da yoktu.

 

Kumsalada denize yakın bir mesafede beyaz bir elbisenin içinde olan, siyah saçları beline kadar uzanan ve üşüdüğü için olsa gerek, kollarını bedenine dolayan onu gördüğümde rahat bir nefes verdim.

 

Adımlarımı ona doğru atarken kolundan yakaladım. Yüzünü çevirirken bir çift çam yeşiliyle karşılaşmayı bekledim ama gözlerimle buluşan bir çift kahve geri çekilmeme sebep oldu.

 

O değildi.

 

Muhtemelen gitmiş olmalıydı.

 

Kader bir daha bizi karşı karşıya getirdiğindeyse benden bu sefer kaçamayacağını bilmiyordu.

 

"Yezidin harcı zulüm," diye mırıldandım kulağına sessizce. "Yiğidin burcu ölüm..."

 

Dudaklarımı anlına bastırdım. Sonrasında anlımı yatağa yaslarken, eldivenli ellerimle sarılmıştım avuçlarına. Monitörden yükselen kalp atışları düzenliydi. İyidi. En azından iyidi.

 

Avucumun içindeki buz gibi elinin hareketini elimin üzerinde hissederken başımı yasladığım yerden kaldırdım hızlıca.

 

Gözlerim kavradığı eline kayarken işaret parmağını kıpırdattığını görmek içimin yanmasına sebep oldu. Gözlerim hızla gülçehresine kayarken gözlerinin kapalı olduğunu görmek gülümsememin donmasına içimdeki umudun kırılmasına sebep oldu.

 

Az evvel monitörden yükselen düzenli sesler kesildi ve bir uğultu gibi kulaklarımda yankılandı o uğursuz ses.

 

Kalbinin ritmini gösteren çizgi tek bir çizgi halini aldığında oturduğum yerden ayaklandım. Eli elimin içinden kayıp gittiğinde ellerim yüzüne sarıldı.

 

"İzgi?" Diye seslendim ihtiyaçla. Gözlerini açması için aciz bir çocuk gibi baktım ona ama o bunu görmedi. "Bana bak sevgilim. Aç gözlerimi, hadi." Dedim umutla ama kulaklarıma dolan ses hala aynıydı. "Doktor!" Diye bağırdım can havliyle. "Doktoru çağırın!" Diye gürlediğimde odanın kapısı açıldı.

 

"Ne oldu?" Diyen Helenin korku dolu sesini işittim ama dönüp bakmadım.

 

"Sevgilim, hadi." Derken yüzü hala avuçlarımın arasındaydı. Ellerim titriyordu. Bütün bedenimi kaplayan derin acı kaskatı kesilmeme donup kalmama sebep oluyordu. Avuçlarımın arasındaydı canı. Kayıp gidiyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum.

 

Odanın içini makinelerin uyarıyla atan sesleri kapladıkça çıldıracağımı sandım.

 

"Hayır hayır hayır," dedim kabul etmeyerek. "Yapmazsın. Bunu bana yapmazsın sen." Sol gözümden akan bir damla yaş kapalı göz yaşlarının üzerine düştü. "Nolur," diye yalvardım. Ellerim yüzünü kavramışken başım öne doğru düştü. Omuzlarım sarsıldı. "Nolur."

 

"Abi," dediğini duydum Aylinin ağlamaklı sesinin. Eli koluma dolandı ve beni geriye çekmeye çalıştı ama izin vermedim. "Abi, bırak." Dedi. "Bırak işlerini yapsınlar."

 

Üzerinden çekilirken, korkunç, derin bir ağrı hissettim sol tarafımda.

 

Göğüs kafesim sıkışırken aldığım her nefes ciğerlerime battı.

 

Müdahale eden doktorlara bakarken, "Kurtaracaksınız onu!" Dedim hiddetle.

 

"Elimizden geleni yapacağız. Şimdi lütfen odayı boşaltın." Derken hayır dercesine başımı salladım.

 

"Abi, lütfen." Dedi Aylin karşımda eğilip bükülerek. Çok ağlamıştı. Niye bu kadar çok ağlamıştı. "Lütfen, yapma."

 

O yapmasındı.

 

Asıl o yapmasındı.

 

Gözlerim bir an olsun üzerinden ayrılmazken, kalp masajına başladıklarını gördüm. Her şeye sağır olduğumu hissettim çünkü ne önümde ağlaya ağlaya konuşan Aylini işittim, ne de yanımdaki Girayı.

 

Helenin odanın dibine çöktüğünü ve ağladığını gördüm.

 

Sinan sanki bunların hepsine hazırlıklıymış gibi fazla sakindi ama için nasıl yandığını gözlerine baktığımda görebiliyordum.

 

Sonra onu gördüm.

Kapı ağzında soluk soluğa biten Aliye Aşan Karayı.

 

Haberi nasıl aldıysa varlığından haberdar olmalarını umursamadan çıkıp gelmişti.

 

Bunca zaman onu durduran neydi?

 

Çıkıp gelmesi için karımın ölümün ucunda mı olması gerekiyordu?

 

Gözlerimi ondan çekerken, şok cihazıyla müdahale eden ve iğne yapan doktorları izledim. Bedenimi tuttuğumu ve serbest kalmamı sağlayacak şeyi biliyordum.

 

"Ben varım sevgilim."

 

Yoksun ki.

Yoksun ki, Sevgilim.

 

Beni öyle bir çıkmazda bıraktın ki sen olmadan bulamayacağım o yolu biliyorum.

 

Ben istemiyorum sevgilim.

Ben sensiz bir hayat istemiyorum.

 

Kendime gelmem gerekiyordu.

Söz konusu karımdı.

İzgiydi, canımdı.

 

Haftalardır bahsettikleri o ihtimal beynimi felç etti.

 

"Hazırlıklı olun."

 

"Vedalaşmak için son şansın."

 

Bu sözlerdi kolumu kanadımı kıran.

 

Bir umutla girdiğim, görmek için girdiğim sevdiğim kadına veda etmiştim meğer haberim yokmuş.

 

Uyan diye yalvardığım kara sevdamı, kara toprağa emanet etmek istemiyordum.

 

Göğüsüne aldığı şokla bedeni yatakta yükseldi ve geri sindi.

 

Gözlerim monitöre kayarken çizgi hala düz bir çizgi halindeydi ve değişen bir şey yoktu.

 

"Sevdiğin kim varsa, canım diye bildiğin kim varsa hepsini alacağım elinden." Demişti o davet gecesinde. Attığı o mesaj sebep olmuştu ağar topar dışarı çıkmama sebep olan. "Ya da belki çoktan almışımdır?"

 

İzgi demiştim.

Aklıma ilk düşen o olmuştu.

 

O ihtimali aklımdan bile geçirmek istemezken onu metrelerce yükseklikten yere çakılmış bir halde kanlar içinde gördüğümde şurumun sakatlandığını hissettim.

 

Şimdi onu hayata bağlayan makineler bir uğrusuz gibi bana onun kalbinin durduğunu haykırıyordu.

 

"Uyan sevgilim. Buradayım ben. Buradayım, yanındayım." Dedim beni duyması ve hissetmesi için. "Yalvarıyorum sana uyan."

 

Göğüsü bir kez daha şokun etkisiyle yükseldi ve geri indi ama sonuç değişmedi. Doktorun ellerindeki defibrilatörü bıraktığını gördüğümde, "Durma!" Diye haykırdım. Öne doğru atıldığımda bu sefer beni tutan Sergen ve Giraydı. Doktorun gözlerinin içine baktığımda, "Sakın!" Diye haykırdım yeri göğüs inletircesine. "Durmayacaksın!"

 

"Keskin bey," dedi çaresizce. "Çok üzgünüm."

 

"Sus!" Diye gürlediğimde öne doğru bir kez daha atıldım ama beni tutan Sergen ve Giray önüme bir duvar örmüşlerdi.

 

Allah'ım nolur.

Nolur Allah'ım.

 

Yalvarırım.

Yalvarırım Allah'ım.

 

"Devam et!" Diye bağırdım bütün gücümle. Göz bebeklerimin genişlediğini ve bütün bedenimin titrediğini hissettim. "Devam edeceksin!" Dedim öyle durmasına karşılık. "Durmayacaksın! Bir kez daha durursan seni burada kendi ellerimle öldürürüm! Duydun mu beni?!"

 

"Abi." Dedi Sergen çaresizce.

 

"Çekil!" Diye gürledim öfkeyle.

 

Elleri sallanıyordu. Yatağın kenarından sarkan elleri cansız bit şekilde sallanıyordu. "Hayır." Diye fısıldadım acıyla. Doktorun defibrilatörü yeniden kavradığını gördüm.

 

"Yapma." Diye yalvardım. Bedenim iki koca adamın kollarına yığıldı. "Yapma bunu bana." Hemşirelerden birinin bir ilacı iğneye doldurduğunu ve ona enjekte ettiğini gördüm.

 

"Tekrar," dedi doktor. "350 joule!"

 

"Epinefrin vermeyecek miyiz?!" Diye sordu birisi. Kim olduğunu hatırlamıyordum.

 

"Yeterince verdik. Fazlası ölüme sebep olur. Kalbi zaten iflasın eşiğinde." Derken bir kez daha şok verdi.

 

"Hocam kaybettik." Dedi asistan doktorlardan biri ve o an gözlerimin cansız bedenine saplı kaldığı andı. "Bunu zaten bekliyorduk." Diye devam ettiğinde dizlerimin üzerine çöktüğünü hatırlıyorum.

 

Beni taşıyamazdı o dizler.

 

Bir tabuta nasıl omuz vereceksin? Dedi içimdeki o ses. Bu dizlerle, o düşük omuzlarla ve paramparça ettiğin ellerinle onu nasıl vereceksin toprağa?

 

"Sus!" Diye bağırdım asistana. "Yapmaz! Gitmez!"

 

Kalbimde sessiz bir vaveylanın çığlığı feryat etti. İçimde bir volkan gibi dolup taşan acı bana ağzımı bile açtıramadı.

 

Monitördeki çizgi, dümdüz bir şekilde ilerliyordu. Hala.

 

"Yapmamış ol bunu bana," diye yakardım acıyla. "Yapma iki gözüm. Yapma!"

 

Bir kez daha şok verildi ve yine hareketsizce yatağa düştü. Çizgi yine hareketsizce ilerledi.

 

Elleri yataktan sarkarken başı yastığa düşmüştü.

 

Helenin haykırışlarını duydum.

 

Neden bağırıyordu?

 

Doktorun gözleri yine monitöre döndü. Ne gördü? Neye karar verdi? Bilmiyorum.

 

"Ölüm saati: 21:21." Derken beni öldürdü. Öylece bakakaldım.

 

Aylinin dehşetle baktığını ve hıçkırıklara boğulduğunu gördüm.

 

Beni tutan eller buz kesti. Bedenler donup kaldı.

 

Her iki bedenin arasından sıyrıldığımda bu sefer beni kimse tutmadı. Engel olmadı.

 

"Hayır." Diye fısıldadım acıyla. "Hayır hayır hayır. Yapmaz. Yapmaz."

 

Son vedam olduğunu biliyorlardı.

 

Ellerim yüzüne sarıldı. İhtiyaçla, umutla, çaresizce baktım gülçehresine. "Sevgilim." Diye fısıldadım acıyla. "İzgi?" Diye seslendim. "Hadi sevgilim, aç gözlerini." Derken yüzünü örten saçlarını sıyırdı ellerim. "Hadi sevgilim."

 

Buz gibiydi. Çok soğuktu. Çok soğuktu.

 

Ben öleyim Allah'ım.

Ben öleyim ama alma onu benden.

 

"İzgi, yalvarırım." Derken dizlerimin üzerindeydim. Ellerim yüzüne tutunmuş, gözlerim gözlerini bir türlü açamayan hareketsizce yatan ve ölümü kabul eden canımdaydı. "Yalvarırım, İzgi. Yalvarırım."

 

"Abi?" Dedi Sergen çaresizce. Acı her yerdeydi. Tıpkı parmağında açtığın küçük bir kesik gibiydi. Acımıyordu, ama o kıymık yerinden ayrıldığında bıraktığı boşluk sızım sızım sızlıyordu. "Abi,Yapma böyle." Diye yakardı acıyla.

 

"Nasıl gideyim?" Parmaklarım üzerinde gezdirdiğim saç diplerini sevdi usul usul. Sessizce. Burnuma dolan zambak kokusu, gözlerini doldurdu. "Nasıl gideyim Sergen?" Dedim kendi kendime. "O karanlıktan çok korkar. Soğuktan nefret eder. Ben..." dedi. Aldığım nefes ciğerlerine yetmedi. "Ben onu bir başına, bütün korkularıyla nasıl bırakıp gideyim?" Dedim acıyla.

 

"O ölümden korkar. Benim sevdiğim kadın burada korkar. Ben gidemem. Ben bırakamam Sergen. Sözüm var benim ona, nasıl gideyim?"

 

"Bakamadı." Dedim. Öylece kalakalmıştım. Ellerimde hala onun kurmuş kanı vardı. İzgimin. Gözlerimden yaşlar boşaldığında kimseden çekinmedim. Geç kalmıştım. Yetişememiştim. "Benim yüzümden, Sergen." Diye yakardım. "Koruyamadım."

 

Çırpındı. Yaşamak için çırpındı. Çığlıkları zihnimden hiç silinmeyecek kötü bir hatıra olarak kaldı.

 

Özür dilerim sevgilim.

Sana söz vermiştim.

 

Tutamadım.

 

İzgi öldü.

İzgim öldü.

 

Gözlerimin önünde can verdi.

 

Gözlerimin önünde canım, candan oldu.

 

Hiçbir şey yapamadım.

 

Uyanması için yalvarmaktan başka, beni hissetsin diye elini tutmaktan başka, ağlamaktan başka hiçbir şey yapamadım.

 

"Başınız sağolsun." Dediğini duydum doktorun. Tesellisi bu muydu?

 

Simay, "ABLA!" Diye öyle bir haykırdı ki çığlıkları bütün hastaneyi inletti. Haykırışları bütün hastaneyi altını üstüne getirdi.

 

Mertin ömrü boyunca yaşayacağı vicdan azabını biliyordum ama umurumda değildi.

 

Onun canını yaktığı gün öldüğü gündü.

 

Ben canımı versem sana yaşatamaz mıyım seni?

 

Bana öyle bir şey yaşattın ki, beni öyle bir karanlığa mahkum ettin ki, beni öyle bir candan ettin ki şimdi ben kafama sıkmaz seninle beraber ölen ruhumun yanına bedenimi de gömem mi sanıyorsun?

 

Sen öldün.

Ben yaşar mıyım hiç?

 

 

Bölüm Sonu.

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.💚

Loading...
0%