Yeni Üyelik
40.
Bölüm

38.Bölüm

@umay_6

 

MERHABALAR! MERHABALAR! ÖZLEDİNİZ Mİ BENİ?!!! BEN SİZİ ÇOK AMA ÇOK ÖZLEDİM!

 

UZUN ZAMANDIR YOKUM AMA OLSUN. ŞİMDİ SİZİ BÖLÜME BIRAKIYORUM DİREK. OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN!!!

 

 

KEYFİLİ OKUMALAR.

 

 

 

 

KESKİN ARDIÇ ALACAHAN

 

Hayatımın dört evreden olduğunu düşünüyordum.

 

Onu gördüğüm ilk an, yaşamak için bir nedenimin olduğunu anladığım ilk andı.

 

Onunla evlendiğim gün, hayatımın asıl başladığı yerdi.

 

Onu kaybettiğim bugünümse, benim hatıralarımda derin bir izdi.

 

Bana nefes aldıran asıl şeyse, hayattan kopuk olan bağlarımın birleşmesine sebep olan asıl şeyse onun hayata döndüğü o andı.

 

Yeniden umut ettiğim, yaşmak istediğim andı.

 

Hayatım bu dört evreden değil, ondan oluşuyordu.

 

İzgiden.

 

Ve şimdi bir an bile gözlerimi kırpmadan onu izlerken, düzenli bir şekilde yükselip kalkan göğüsü bana nefes aldığımı hissettiriyordu.

 

Hayatımdaki bütün güzelliklerden oluşan, kötülüğün izinin değmediği tek şeydi.

 

Kalp dört odacıklıdır. Demişti bir yabancı. O dört odaya sığdırdığın, kalbinin aynası, ruhunun yarısı, hayatının parçası ve senin her şeyindir.

 

Şimdi anlıyordum.

 

İzgi benim her şeyimde ve ben onsuz yaşayamazdım. Yeni bir sayfa açamazdım. Hayatımda yokken, sesi kulaklarıma ulaşmazken, kokusu bir toprağa karışmışken ve artık hiç göremediğim bir yerdeyse, delirirdim.

 

"Ne zaman uyanacaksın?" Diye fısıldadım sitemle. "Böyle derin derin uyumak yakışmıyor sana sevgilim." Derken avuçlarımın içindeki elinin üstüne bastırdım dudaklarımı.

 

Ruhuma çöken o dipsiz karanlıktan kurtulmak için ihtiyacım olan tek şey bir çift çam yeşiliydi.

 

Başka bir şey istemiyordum.

 

Tek istediğim uyanmasıydı.

 

"Bir uyutmadın be adam." Özlediğim, aşina olduğum o ses kulaklarıma cılız bir şekilde sızdığında gözlerim hızla onu buldu.

 

Gözleri ağır ağır açılıyordu. Oturduğum yerden ayaklanırken baş ucunda yerimi aldım. Ellerim saç diplerini bulurken, gözleri haftalar sonra ilk kez gözlerimle buluştu ve göğüsümdeki o koca ağırlık bir toz gibi dağıldı.

 

Yemyeşildi, gözleri. Yeni uyandığı için midir bilmem ama gözlerinin yeşili öyle koyuydu ki güzelliği karşısında nutkum tutuldu. Büyüleyici, derin bir iz bırakan bir etkisi vardı.

 

Oksijen maskesini çıkardığımda, hafifçe öksürdü ve bu kalbimin kasılmasına sebep oldu. Ellerim saçlarında gezinirken gözlerimi bir an olsun ayırmadım gözlerinden.

 

"Neresi burası?" Diye sordu kısık sesiyle. "Neredeyim ben?" Dedi merakla.

 

"Hastanedesin," dedim hızla. "İyisin, güvendesin." Dedim gergin vücudunun rahatlaması için. Kaşları çatıldığında yeşil gözleri sorgu dolu bir hal aldı. Varlığımı yadırgarcasına baktığında, bakışlarına bir anlam veremedim.

 

"Senin burada olmaman lazım." Dedi anlam veremezcesine. "Burada olmaman lazım." Dedi tekrar tekrar. "Nasıl buldun beni?"

 

Kaşlarım çatıldı."İzgi," dedim hayretle. "K-"

 

"Ben sana ihanet ettim," sözleri bir kurşun görevi gördü. Ruhumdaki yaraların kabukları sıyrıldı, o yara yine kan akıttı. "Ben senden kaçtım. Senin burada olmaman lazım." Dediğinde kaşlarım daha çok çatıldı. "Yine mi halüsinasyon görüyorum?" Diye sordu kendi kendine. "Yine mi gerçek değilsin?" Dedi cılız sesi.

 

"İyi değilsin," dedim sözlerine bir anlam veremezken. "Doktoru çağrayım." Yanından ayrılmak için geriye doğru bir adım atmıştım ki zayıf elleri kolumu yakaladı.

 

Yerinden doğrulmaya çalıştığını, ani hareketinin acıyla inlemesine sebep olduğunu fark ettim. "Gitme," dedi kolumu sıkı sıkı tutarak. "Biraz daha kal. En azından bu sefer ben uyuyana kadar benimle kal." Dediğinde kaskatı kesildim. "Keskin," dediğinde yüreğimden bir şeyler kopup gitti. Adımı bir daha onun ağzından hiç duyamayacağımı sanmıştım. Ama şimdi fark ediyordum ki kulaklarıma ulaşan, naif, zarif ve su gibi sesi kalbimdeki ağırlığın yok olmasına sebep oluyordu. Zift tutan ruhumu temize çıkıyordu. "Bana sırtını dönme."

 

Sana sırtımı birçok kez döndüm. Ama bunun seni böyle derinden yaraladığını bilseydim sevgilim, sana ne kadar kızgın, kırgın olursam olayım asla sırtımı dönmezdim.

 

Ama şimdi biliyorum. Bazı şeylerin telafisi yoktur. Tıpkı benim senin ruhunda, kalbinde açtığım hiçbir yaranın telafisinin olmadığı gibi.

 

Yatağının kenarına çökerken, Doktoru çağırmaya gitmek yerine yatağın arkasındaki kırmızı butona bastım. Her iki eliyle de koluma sarılırken başını omzuma yasladı ve bu yaptığı haftalardır bana iyi hissettiren tek şey oldu.

 

Varlığının bende bıraktığı etkisi, beni candan ederdi.

 

Anladım ki, yanındaki varlığımın bir sanırıdan ibaret olduğunu sanıyordu. Beni görünce yadırgamasının ve sözlerinin başka bir açıklaması olamazdı.

 

Tıpkı uyuşturucu kullanmasının, kendisini günden güne zehirlemesinin ve bunu ölmek için yapmasının bir açıklaması olmadığı gibi.

 

Kimsenin ona engel olmaması gibi.

 

Odanın kapısı açıldığında içeriye giren doktoru ve asistanlarını fark ettim. Uyanmasını beklemiyor olacaklar ki yüzlerindeki şaşkınlık bundandı.

 

Hep umutsuz konuşmuşlardı. Onun hakkında hep umutsuz konuşurlardı ama o bütün imkansızlıkların, umutsuzlukların içinde benim karanlığımda bir güneş gibi yeniden doğardı.

 

"İz, hanım?" dedi doktoru hayretle. "Uyanmışsınız." Derken adımlarını bize doğru attı.

 

Asistanları da peşinden gelirken, hepsinin odağı yemyeşil gözlerini açmış boş bakışlarla ona bakan karımdaydı.

 

"Keskin bey, bana biraz izin verir misiniz?" Dediğinde itiraz etmedim. Geri çekilirken gözleri bana döndü ve korkuyla bana baktı. Ona yarım bir tebessüm ederken, yeniden yerine yatmasını sağladım. Buna rağmen elimi bırakmadı. Gözlerini benden ayırmadı. Gitmemden korkuyordu.

 

Bir gün biri gelir. Hayatta yapmam dediğin ne varsa yaptırır sana. Alışkanlıklarından vazgeçersin, vaktinden ödün verirsin ve onun seni fark edeceği günü beklersin.

 

Seni fark etmedikçe içindeki yara açıldıkça açılır, bir hastalık gibi bütün damarlarına işler.

 

Seni fark ettiğindeyse, seni görmesi için çabaladığın o gözler sana döndüğündeyse, o gözlerin varlığına şükredersin.

 

Çünkü ben kocaman bir adamken bile o bana baktıkça, dizlerine yatasım, başımı göğüsüne yaslayasım, kokusunda ölesim gelirdi.

 

Kaç yaşında olursam olayım, kocaman bir adamken bile onun yanında bir gün olsun yaşayamadığım çocukluğumu yaşayasım geliyordu.

 

Birini sevmek nasıl bir şey bir haberken onu gördüğümde hissettiklerim yabancı hisler, sekiz yıldır peşimi bırakmamış.

 

O karım olduğundaysa, inanasım gelmemişti.

 

Ama şimdi buradaydı, yanımdaydı. Beni seviyordu. Benim için zorunda kalmıştı. Benim için kendinden geçmişti ve en önemlisi bana ihanet etmemişti.

 

Yanımdaydı ve yaşıyordu.

 

Yaşıyordu. Bunu öyle çok dile getirmek istedim ki kalbi tekrar attığında öleceğimi sanmıştım.

 

Onunla yaşamak, ölümden bile daha güzeldi.

 

Doktorun muayene etmesini, birkaç kan örneği almasını sabırla bekledim. İzgi kendisine dokunulmasından rahatsız olsa da sesini çıkarmadan bekliyordu. Doktor gözlerinin içine dikkatle bakıp ışık tuttuğunda tırnaklarını elimin üstüne geçiriyordu.

 

Diğer eli karnının üstündeyken, üzerine örtülen çarşafı sıkı sıkı kavramıştı.

 

Fark ettiğim şeyle kaskatı kesildim. Harelerim karnına sardığı, titreyen ellerinde donup kalmıştı.

 

Hayır. Rahatsız olmuyordu. Korkuyordu.

 

Elimi sıkı sıkı tutuşu, sürekli beni kontrol etmesi ve tırnaklarını tenime geçirmesi bundan ibaretti.

 

Benim yanımdaydı ama yine de korkuyordu.

Benim yanımdaydı ve korkuyordu.

 

Kalbime çöken derin sancı hatırladıklarımın içinde büyük bir öfkeyi uyandırmasına sebep oldu.

 

Göğüsümü sıkıştıran histen uzaklaşmak için nefes almak, çıkıp gitmek istedim ama beni her şeyden soyutlayacak olan kadının varlığı bunu engelledi.

 

Benim göğüsümü sıkıştıran hissin çok daha fazlası onun göğüsüne yuva yapmıştı, yıllardır ve benim bundan hiç haberim olmamıştı.

 

"Durumunuz iyi gözüküyor ama ihtimallere karşı tedbiri elden bırakamayız elbette." Dedi Doktoru geri çekilip açıklama yaparken. "Travma sonrası ve çarpmadan ötürü hafıza kayıpları yaşayabilirsiniz. Geçici bir süreç elbette ama bir şeyleri hatırlamak için kendinizi çok zorlamayın. Bu sağlığınız açısından iyi olmaz. İç kanama riskiniz hala devam ediyor, vücudunuzda çok fazla kırıklar ve ezilmeler mevcut. Kaburgalarınızdaki kırıklar iyileşene kadar rahat nefes alamayabilirsiniz. Solunum cihazlarıyla biz bunu destekleyeceğiz ama göğüs kafesinize alacağınız en ufak bir baskı, kırıklarınızın paramparça olmasına ve göğüs kafesinizin tamamen kanla dolmasına sebep olabilir." Dedi uyarıyla. Her bir sözünü zihnime kazırken, Doktorun söyledikleri onun pek umurunda değil gibiydi. "Ama bizi asıl korkutan kalbiniz." Dediğinde bakışları bana döndü. Bütün vücudum gerilirken söyleyeceklerini bekledim. "Çok acil kalp ameliyatına ihtiyacımız var ama şu an durumunuz buna maalesef izin vermiyor. Bütün damarlarınız neredeyse tıkanmış durumda. Şu anda aktif olarak çalışan ve sizi hayatta tutan sadece iki damarınız var. Birinin tıkanması ölümünüze sebep olabilir. Mümkün olduğunca, üzüntüden, stresten, size hem fiziksel hem de psikolojik olarak zarar verecek her şeyden uzak durmalısınız. Sağlığınız için size zarar veren herkesi hayatınızdan çıkarmanız size tavsiyem." Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Canınızı yakan insanlar sevdikleriniz bile olsa İz hanım, hiçbiri sizin sağlığınızdan önemli değil." Derken tebessüm etti.

 

Ama İzgi bütün sözlerine rağmen, hepimizin buz kesmesine sebep olacak bir şey söyledi. "Bacaklarımı hissetmiyorum." Dediğinde oda da oluşan sessizliğin onu korkuttuğunu biliyordum. "Aldığım ilaçlardan mı kaynaklı? Ayrıca şu an neden buradayım ondan bile haberim yok. Bu kadar hasarı nasıl almış olabilirim?" Diye sorduğunda üzerime saplanan gözlerinden kaçmak istedim. "Ben neden buradayım?" Diye sordu ısrarla. "Bacaklarımı neden hissetmiyorum?" Dediğinde yine bir cevap alamadı.

 

Hafızasının bir kısmını yitirmiş olmalıydı ama nereden sonrası olduğu muammaydı. Tek tesellim yaşıyor olmasıydı. İstediğim başka bir şeyde yoktu zaten.

 

Beni bile unutmasına razıydım. Yeterki yaşasın.

 

"Ciddi bir kaza atlattınız." Diye söze girdi doktoru.

 

"Ne kazası?" Diye sorduğunda, sorularının cevabını benden bekliyordu.

 

"Dört kata karşılık, kırık dört kat. Kan kusana kadar işkence etmiş. Neredeyse öldürüyormuş, kan kardeşini. İz hanımı dördüncü kattan attığı için Lider kırık dördüncü kattan aşağıya atmış. Paramparça olmuş bütün bedeni. Poşetlerle verdiler, Ariana hanıma. Ariana hanım, abisinin yaptıklarını öğrenince kabul etmemiş cenazesini. Çocuklar da boş bir araziye gömmüşler."

 

"Düştün," dedim yutkunurken. Gözleri bana merakla bakıyordu. Dikkatli ve meraklı. "Dördüncü kattan aşağıya düştün." Dediğimde elimin altındaki eli buz kesti. Yeşil harelerine damlayan şaşkınlığı gördüm. Hiçbir şey söylemedi.

 

Söylediklerimi kendi içinde sindiremeden, "Bacaklarınızı hissedememenizin sebebi bu." Dedi doktoru hemen ardından. Ona uyarırcasına baktığımda gözleri ondan olduğu için bakışlarımı fark etmedi.

 

Dudakları aralanırken duyduğu her bir kelime de vücudu daha da sarsıldı. Anlayamadığını, kendi içinde bu duruma anlam veremediğini fark ettim.

 

"İzgi," demiştim ki gözleri öyle bir baktı ki bana susmak zorunda kaldım.

 

"Sakat mı kaldım yani?" Diye sorduğunda kalbimi deşti. Yeşil gözlerinin ıslaklığı içimi parçaladı.

 

Ama ağlamadı. Ya da ağlayamadı.

 

"Hayır," dedim yanına çökerken diğer elim yanağını kavradı. Gözlerinin en içine diktim gözlerimi. "Geçici bir süre sadece. Kalıcı bir hasar değil. Fizik tedaviyle bir ay içinde toparlarsın." Dedim rahatlaması için. Gözleri şüpheyle bakarken, "Kalıcı değil." Dedim. "Yemin ederim kalıcı değil, İzgi." Derken sözlerimin onu ikna edemediğini fark ettim.

 

"Dışarı çık." Dedi kalbimi deşen bir sızıyla. Yüzünü benden esirgediğinde, elleri ellerimin arasından sıyrıldı. Karnına sarıldı.

 

"İzgi," dedim bana bakması için.

 

"Yalnız bırak beni." Dedi titreyen sesiyle. Derin bir nefes alırken, zorlandığını fark ettim. Karnına baskı yapan bir eli göğüsüne yaslandığında, "Çık dışarı." Dedi cılız sesiyle.

 

"İz hanım," dedi doktoru tedirgince.

 

Yerimden kalkıp karşısına geçmek için hamlede bulunmuştum ki, "İyi olmamı istiyorsan çık dışarı Keskin." Dedi sertçe. Adımlarım yere çivilenirken hareket edemedim. "Çık." Dedi ihtiyaçla. Dudaklarını birbirine bastırdığını kendini sıktığını gördüm. Derin derin nefesler alırken monitördeki kalbinin atışlarının düzensizliği içimi sıkıştırdı. "Çık, iyi olacağım." Dedi titreyen sesiyle. "Lütfen, çık." Dediğinde yerimden bir adım kıpırdamadım.

 

Doktorlara çıkmaları için bir baş hareketi yaparken hepsi anında geri çekildiler. Saniyeler içinde odanın içindeki varlıkları yok oldu.

 

Hislerimin içinde kaybolduğum anlardan birindeydim. Koca bir boşluğun içindeydim ve o boşluk beni korkunç bir yere çekerken ayakta durmak zorundaydım.

 

Onun iyiliği için ne yapmam gerekiyorsa yapmalıydım. Artık gururumun değil, hislerimin, kalbimin beni yönlendirdiği o evredeydim ve şimdi karşıma geçip bana silah bile doğrultsa aklımdan geçen tek şey eminimin ne kadar güzel olduğu olurdu.

 

Ama onun için kullanacağım kelimeler, kalıplaşmış, kirli kelimelerden ibaret değildi.

 

Çünkü sevda denen şey asla hafife alınamazdı. Şimdi onun önünde diz çöküyorsam bana diz çöktüren şey sevdamdı.

 

"Bana bak," dedim ısrarla bana bakamamasına karşılık. Bir dizim yere vururken, kucağındaki ellerine sarıldı ellerim. Kendini yalnız hissetmesin istedim. "Sevgilim." Dedim kalbimde dolup taşan o hisle. "Yapma," dedim ihtiyaçla. "Sesini, yüzünü esirgeme benden." Dedim sitemle.

 

"Her şey bu kadar zor olmak zorunda mı?" Dedi sitemle. "Her şey bu kadar kötü olmak zorunda mı?" Diye yakardı. "Kimsesiz hissediyorum." Dediğinde ona bunun için kızmak istedim ama onu üzeceğimden korktum. "Yine başımı belaya soktum. Yine kendi başımın çaresine bakamadım ve seni buraya gelmeye mecbur bıraktım öyle değil mi?" Diye sorduğunda beni nasıl yıktığını bilseydi asla bu sözleri söylemezdi.

 

Yine kendi başımın çaresine bakamadım.

 

"Ya bir şey olursa."

 

"Başının çaresine bakarsın sen."

 

Göğüsümü sıkıştıran o his bana nefes aldırmadı.

 

"İzgi," dedim içimdeki yangına rağmen. Ellerim benden esirgediği yüzünü kavradığında, kendimden tarafa çevirdim ve kirpikleri ıslak olan yemyeşil gözleriyle karşı karşıya geldim. "Yaşım otuz. Eşşek kadar adam oldum. Her derde çare buldum ama bir sana bulamadım." Dedim sitemle. "Yaşım otuz, sana sekiz senedir aşığım. Ama sorarsan senden önceki ömrüme ömür demem ben. Benim hayatım seni gördüğüm o anda başladı ve sen kendine haksızlık ederek o anı yıkma benim üzerime. İkimizde birbirimizden yaralıyız. Yaraların, merhemi sende ama bizi yaralı bırakıyorsun. Yapma, ne kendine ne bana." Dedim ihtiyaçla. "Ben seni çok seviyorum." Dediğimde sıktığı bedenini rahat bıraktı. Sol gözünden akan bir damla yaş avuçlarımın arasında kurudu. "Her anlamda." Parmaklarım gözünden akan yaşları sildi. "Benden gideceğini bilmeme rağmen, yine sevdim. Hep seveceğim. Çünkü bu öyle bir şey ki sen ne yaparsan yap hiç eksilmeyeceksin benden. Bu yüzden sakın kimsesizim deme. Kimsem yok deme. Ben varım. Sen beni yok sayarken bile ben hep varım İzgi."

 

"Sana ihanet ettim." Dedi ağlamaklı sesiyle. Bunun altında ezildiğini hissettim. "Benim yüzümden çok kötü şeyler yaşadın."

 

"Etmedin." Dedim gülümseyerek.

 

"Ettim," dedi inatla. Akan burnunu çekti. "Ettim bak, valla. Unutmuşsun sen. Kafanı falan çarptın bir yere kesin. Benim gibi unutmuşsundur." Dediğinde gülümsemem büyüdü.

 

"Ben unutmam sevgilim," derken onu alıp içime sokasım, sıkı sıkı sarılasım geldi. Burnumun direği bu ihtiyaçla sızladı. "Ben ölürüm, ucu sana değen hiçbir hatırayı unutmam. Ben seni unutmam." Fazlasıyla uysaldı. Konuşurken kaşlarını çatmıyor, bana beni öldürecek gibi bakmıyordu. "O yüzden sevgilim unutmadım. Sen bana ihanet etmedin. Biliyorum."

 

"Bilmiyorsun!" Dedi öfkeyle ellerimi iterek. İçi çıkacakmış gibi ağlarken bocaladım. "Bilmiyorsun işte! Hiçbir şeyi bilmiyorsun!" Omuzları sarsıldığında, güçsüz elleri yatağa vurdu isyan edercesine. "Ben ihanet ettim sana! Bu ellerimle attım o belgelere imzayı! Senin yargılanman için, müebbete mahkum olman için yazdım ben o idaanameyi! Ben yazmasaydım, sen özgür olacaktın! Ben yazmasaydım, baban ölmeyecekti! Kimse zarar göremeyecekti ama ben yazdım!" Kendinden nefret ediyordu. Zorunda bırakılmıştı ama zorunda bırakıldığı şey için kendinden nefret ediyordu.

 

Ellerim yüzünü kavrarken, "Mecburdun!" Dedim öfkeyle. "Mecburdun, İzgi!" Dediğimde hareleri dondu. "Biliyorum, mecburdun." Kırgınım sana ama mecburdun. Mecburdun ve ben senin mecburiyetinin altında eziliyorum çünkü buna ben sebep oldum. "Bak bana. Mecburdun. Biliyorum, tamam mı? Saklamana gerek yok. Korkmana gerek yok."

 

"Sen," dedi kelimeleri toparlamaya çalışarak. "Sen nasıl?" dedi hayretle.

 

"Biliyorum," dedim başını dikkatlice göğüsüme yaslarken. "Bildiğimi bil sadece. Nasıl olduğunu sorma. Biliyorum tamam mı sevgilim? Korkacak bir şey yok artık. Saklamanı gerektirecek hiçbir şey yok artık." Saçlarının arasına bir öpücük kondururken, kokusu buram buram ciğerlerime doldu. "Ben yanındayım, artık. Korkma." Canını canıma kattı.

 

Titrediğini gördüğüm elleri sırtıma tutunduğunda, tırnakları gömleğime battı. Omuzlarıma sıkı sıkı tutunurken, başını göğüsüme yasladı. Onu tamamıyla saramadığım için üzülsem de sağlığı daha önemliydi.

 

Düşünmek istemedi belki. Sorgulamak istemedi ve bu sefer sadece bana sığındı. Sığındığı adama sığınak olduğundan bir haber bana sığındı.

 

Bu sefer emindim.

 

Evim öylesine sağlamdı ki asla yıkılmazdı.

 

 

 

 

İZGİ KARA ALACAHAN

 

 

 

Zihnim bir bilinmezliğin içinden sıyrılmış, asla göz açmak istemediğim dünyaya gözlerimi açmıştım.

 

Tek bildiğim ölümden döndüğümdü. Sakat kaldığımdı. Bunun ne kadar süreceğini bilmediğimi.

 

Ama benim asıl garipsediğim neredeyse bir buçuk yıldır görmediğim adamın varlığıydı. Nasıl gelmişti? Ne zaman gelmişti? Kazadan nasıl haber almıştı? Bilmiyordum.

 

Hiçbir şeyi bilmiyordum ve bilmemek çok kötüydü.

 

Ona ihanet etmediğimi nasıl öğrenmişti? Eğer öğrendiyse bebekten de haberi olmuştu. Douglasına yaptıklarından da. Peki ya her gün beni sıkıştıran Douglas neden yoktu? Ona ne olmuştu?

 

Saçımın arkasından geçirdikleri oksijen maskesi beni bunaltsa da bu olmadan düzenli nefes alamıyordum ve bu ciğerlerime zarar veriyordu.

 

Yerimden doğrulmak istesem de bacaklarımı sürüklemeye gücüm olmadığı için yapamıyordum.

 

Berbat bir hissti. Bir yatağa bir tekerlekli sandalyeye geçici bir süre de olsa mahkum kalacak olmak berbat bir histi. Ayağa kalkmak istiyordum. Yürümek istiyordum ama yapamıyordum. Bırak yürümeyi ağzımdaki olmadan nefes bile alamıyordum.

 

Boktan bir hayatın için doğmuştu. Ölmek istesem de ölemiyordum.

 

Yoğun bakımın kapısı açıldığında yaklaşık beş dakika önce odadan ayrılan Keskin, elinde yemek tepsisiyle belirdi. İstemsizce tebessüm ederken tebessüm ettiğimi görünce bana göz kırptı.

 

Üzerinde beyaz kanlı gömlek yoktu. Lacivert, bütün vücudunu ve geniş omuzlarını saran bir kazak ve siyah kumaş pantolonu vardı üzerinde. Gözlerinin altındaki halkalar uzun süredir uyumadığını göstergesiydi. Sanırım biraz kilo da vermişti.

 

Yatağın kenarındaki masayı açtığında yemek tepsini de üzerine bıraktı. Bana yönelirken hafifçe sırtımdan doğrulttu ve arkama bir yastık koyduktan sonra anlıma uzun bir öpücük bırakıp ellerini saçlarımda gezdirdiğinde, kendimi bir kız çocuğu gibi hissettim.

 

Babam da hep böyle yapardı.

 

Boğazım düğüm düğüm olurken düşünmemeye çalıştım. Ağzımdaki oksijen maskesini çıkardığında, boğazımdaki gıcık yüzünden öksürdüm. Bu kaburgalarımın acımasına sebep olsa da engel olamadım.

 

Ciğerlerime dolan temiz hava bana iyi gelirken, göğüs kafesim kesik kesik yükseliyordu.

 

"Hastane yemeklerinden nefret ediyorum." Dedim yüzümü buruşturarak. "Tatsız tutsuz şeyler." Dedim burun kıvırarak.

 

"Bana kalsa senin için daha alternatif seçenekler bulabilirdim ama bunları yemek zorundasın." Dedi çorbayı kaşıkla karıştırırken. "Bir süre böyle."

 

"Bir süre mi?" Dedim şaşkınlıkla. Daha önce tecrübeli olsa gerek açık kalan ağızımın içine çorabın kaşığını soktuğunda ona kaşlarımı çatarak baktım. Bir keresinde yememek için inat etmiştim.

 

Kaşığı bir kez daha ağzıma yaklaştırdığında, ona baktım. "Ne bekliyorsun?" Diye sordu kaşları çatılırken. "Aç ağzını. Bitecek bu çorba." Dedi uyarıyla.

 

"İstemiyorum." Diye sızlandım. "Tadı gerçekten çok kötü." Dedim yüzümü buruşturarak.

 

"Hastane yemekleri dışında bir şey tüketmen yasak." Dedi bir kaşık çorbayı daha içerken. "Bir süre vitamin takviyesi alacaksın. Vücudun yeterince yorgun düştü. Ne kadar kısa sürede toparlanırsan o kadar kısa sürede fizik tedaviye başlarız." Dediğinde haklılığı karşısında sessizce işkencemi kabul ettim.

 

İçtiğim şeyden gram tat alamayınca, burkulan midemi ekmekle bastırmaya çalıştım.

 

Bir kaşığı daha yaklaştırdığında, "Kusacağım artık!" Diye isyan ettim. "Yete-" Ağzıma tepelediği kaşıkla susmak zorunda kalırken, sinirle ona baktım. Kaşığı boş kaseye bıraktığında, bitmesine şükür ettim.

 

Kara gözleri yeşillerime değdiğinde, "Teşekkür ederim." Dedim içten bir şekilde. "Sonu hiçbir yere varmaya o yolda karşıma çıktığın için." Diye devam ettiğimde dudakları kıvrıldı. "Ve özür dilerim." Dediğimde tebessümü silindi.

 

İçimde babamla yapamadığım, yarım kalmış bir konuşmanın üzüntüsü varken bunu onunla yapabilmek istedim.

 

"Sana yaşattığım, sebep olduğum her şey için." Dedim kısık bir sesle.

 

"İzgi-"

 

"Zorundaydım evet." Dedim sözünü keserek. "Ama o zorundalığın bizden aldıklarını yok sayamam." Dedim başımı omzuma doğru eğerken. "Hayatımızı mahvettim Keskin." Dedim sitemle. "Kim bilir daha bilmediğim nelere sebep oldum? Sana yaptıklarımı, yaşattıklarımı bir zorunluluğa sığdırıp arkasına saklanamam ben. Sen ne kadar suçluysan ben de bir o kadar suçluyum." Diye yakardım.

 

"Bilemezdin." Beni kendi içinde aklamaya çalıştığını gördüm ama benim aklanacak bir yanım yoktu. "Ne yaşadığını gördüm İzgi." Dediğinde buz kestim. "Sana ne yaptığını biliyorum." Bilemezdi. Bilmemeliydi. "Kendi halinde bir Cumhuriyet savıcısıydın. Baban meclisteyken, benimle evli değilken mutluydun en azından. O imzayı attığın gün, ben seni Douglasın hedefi haline getirmiş oldum, bilmeden de olsa. Canımı emanet edeceğim tek kişiydi. Gözüm kapalı, içim rahat bir şekilde seni emanet edeceğim tek kişiydi. O kendince bir kumar oynadı. O kumarda kendi de dahil, seni, beni, kardeşliğimizi harcadı. Bense senin için herkesi. O yüzden benim yüzünden mecbur bırakıldığın bir şey için kendini suçlama."

 

İçim yanarken, "Keskin." Dedim. Aldığım nefes ciğerlerime battı. "Bebeği aldırdığımı biliyorsun değil mi?" Dediğimde gerildiğini hissettim. "Kalp naklini neden olmadığımı biliyorsun değil mi?" O izin vermemişti. Engel olmuştu.

 

"Senin ölümün, benim zaferim." Demişti. "Gözünün önünde günden güne yitip gideceksin ve o bunu fark etmeyecek bile."

 

"Aldırmadın." Dedi öfkeyle. Bütün vücudunun gerildiğini fark ettim. "Onu senden aldılar." Dediğinde sözleri ona bakakalmama sebep oldu. Bunu nasıl öğrenmişti? Nasıl? Nasıl? Nasıl?

 

"Yaşasaydı, iki yaşında olacaktı." Dediğinde sözleri kalbimin kasılmasına sebep oldu. O yaşasaydı, ben ölcektim diyemedim. Ölümü göze ala ala onu istedim, diyemedim.

 

"Bu kadar çok istediğini bilmiyordum." Derken bir yabancı gibi hissettim kendimi. "Özür dilerim." Deme ihtiyacı hissettim. İçimdeki his büyüdükçe büyüdü. "Hayalini kurduğun o aileyi sana veremediğim için."

 

"Dileme." Dedi hızla. "Senden tek isteğim yanımda olman İzgi. Yaşaman. Ne pahasına olursa olsun, mutlu olman. Ne özür istiyorum ne başka bir şey. Tek istediğim sensin." Dedi yüreğime vurgun yapan bir sesle.

 

Emindi. Kendinden fazlasıyla emindi ama korkuyordum.

 

Beni tekrar kırıp dökmesinden ölesiye korkuyordum.

 

"Hava almak istiyorum." Dedim kuru bir sesle. "Oda üstüme üstüme geliyor. Sadece beş dakika," dedim ısrarla.

 

"Olmaz." Dedi sertçe. "Hava soğuk. Hasta olursun."

 

"Biraz bahçede duralım." Dedim ısrarla. "Üzerime bir şeyler alırız. Sadece beş dakika, şuaradan çıkmak istiyorum. Sonra ilaçlarımı alıp uyuyacağım, söz." Dedim.

 

Sıkıntıyla nefes verirken, oturduğu yerden kalktı. Sevinçle ellerimi birbirine çarparken, oh dercesine bir nefes aldım.

 

"Başımın belası." Dedi bir kolunu bacaklarımın altından geçirip diğerini sırtıma yaslarken, bedenimi kucağına aldı.

 

"Hmm," dedim genzimden gelen bir sesle. Kollarımı boynuna dolarken, gözleri bana döndü. "Nasıl bir belaymışım ben sana?" Dedim merakla.

 

"Güzel bir bela." Dedi yüzümü izlerken. "Oldukça güzel bir bela."

 

Kaşlarım havalanırken, "Şikayetçi değilsin yani?" Diye sordum merakla. "Benden gelen her şeye razısın yani?"

 

Bedenimi tekerlekli sandalyeye dikkatlice yerleştirdiğinde, yaralı avuç içimi ellerinin arasına aldı ve sıcak dudaklarını üzerine bastırdığında o sızıya merhem oldu. "Senden gelen her şey başım gözüm üstüne."

 

Yüzümde kocaman bir gülümseme açarken, o koltukları pikeyi sırtımdan geçirerek üzerime sardı. "İyi iyi," dedim gülerken. "Çok naz yapma o zaman. Götür beni." Dediğimde bıyık altından güldüğünü gördüm.

 

Çantadan çıkardığı çorbaları ayağıma geçirirken, "Sen bir iyileş," dedi. "Ben götüreceğim seni." Dedi gözümü korkutmak istercesine.

 

"Ben bahçeye götürmeden bahsetmiştim," Dedim alayla. Arkama geçerken, tekerlekli sandalyeyi sürdü ve yoğun bakımdan birlikte çıktık. "Sen neyden bahsediyorsun?" Diye sordum merakla.

 

"Aksine idda etmedim." Diyerek beni bozduğunda ofladım. Koridoru döndüğünde tanıdık yüzlerine olduğu kalabalık bir koridora çıktık.

 

Abimi, Simayı ve Egemeni gördüm. Hepsi bir koltukta oturmuşken, uyuya kalmışlardı. Üzerlerine örtülmüş bir battaniye vardı.

 

"Onların, burada ne işi var?" Diye sordum merakla. Koridorun diğer köşesinde tekli koltuklarda kucağında Urazla'a uyuyan Sinanı görmek daha çok şaşırmama sebep oldu. Onların da üzerlerine mavi bir pike örtülmüştü.

 

Onlar buradaysa, Zeynep neredeydi?

 

"İz?" Keskinden bir cevap alamadan, tanıdık bir ses kulaklarıma sızdığında, elinde tuttuğu kahve tepsisiyle koridorda beliren Heleni gördüm.

 

Ben cevabımı almıştım zaten.

 

"Helen." Dedim mutlulukla. Tepsiyi yanındaki Jack'in eline tutuşturken koşa koşa yanıma geldi. Önümde çömelirken ellerimi tuttu.

 

"Çok şükür, uyanmışsın." Dedi yüzünde kocaman bir gülümsemeyle. "Bir an hiç uyanmayacaksın sandım." Derken gözlerimi açtığıma inanamıyor gibiydi.

 

Alt tarafı birkaç gün uyumuşumdur, neyi abartıyordu?

 

"Alt tarafı birkaç gün," dedim gülümseyerek. "O kadar mı özledin?" Diye sorduğumda gülümsemesi sarsıldı. Gözledi Keskine kayarken, "Ne oldu?" Diye sordum merakla. "Bilmediğim bir şey mi var yoksa?"

 

"Hayır." Dedi hızla, gözlerini bana çevirirken. "Yok." Dediğinde gülümsedim.

 

Başımı geriye doğru çevirirken, "Keskin?" Dedim merakla

 

Karşıma geçerken, ona dönmemi istemedi. Zaten boynum ağrıyordu, iyi de olmuştu. "Söyle yavrum." Dediğinde gözlerim yeniden koridora döndü.

 

"Herkes burada," dedim etrafı tararken. "Zeynep nerede?" Diye sorduğumda merakla ona baktım. "Baktım da göremedim. Lavaboya falan mı gitti? Ya da kafeteryaya falan? Çünkü Uraz burada. Uraz annesi olmadan hiçbir yere gitmez. Zeynep'te Uraz tek asla yollamaz."

 

"Bilmiyorum, haberim yok." Dediğine kaşlarım çatıldı. "Zeynebi göremedim hiç."

 

"Nasıl görmedin?" Diye sordum. "Herkesin kazadan haberi varsa Zeynebinde vardır. Herkesten önce o olurdu burada." Dediğimde, "Eve gitti." Diye cevapladı Helen beni.

 

"Eve mi?" Diye sordum merakla. "Ne evi?"

 

"Bizim eve," dedi gülümseyerek. Gözleri Keskine kaydı ve bana geri döndü. "Uraza birkaç parça kıyafet almaya gideceğim dedi. Az önce çıktı hatta. Gelir birkaç saate." Dediğinde yüreğime su serpti.

 

"Aklım çıktı." Dedim derin bir nefes vererek.

 

"Siz nereye böyle?" Diye sordu. "Daha yeni uyanmadın mı sen? Ne işin var dışarıda?" Dedi sitemle.

 

"Odada sıkıldım. Duvarlar üstüme üstüme geliyor. Zaten boğuluyorum, bir de siz boğmayın beni. Az hava alacağım ya! Burnumdan getirdiniz!" Dedim isyanla.

 

"Üzerine sıkı bir şeyler alsaydın bari," dedi. "Hava buz gibi İz. Hasta olursun bak iyice." Dediğinde ona uyarırcasına baktım.

 

"Çıkmıyoruz." Diyen tok sesin sahibine döndüğümde, "Battaniye de alalım." Dedim anında. "Ne varsa alalım ama beş dakika hava alayım!"

 

"Olmaz." Dedi katı bir şekilde. "Odaya gidince biraz pencereni açarız. Alırsın orada havanı. Hava soğuksa dışarıya çıkmıyoruz. Zaten bağışıklığın düşük, zatürre mi olacaksın bir de başıma?" Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Odaya gidiyoruz dedim, bitti."

 

"Gitmiyoruz." Dedim sandalyenin tekerleklerine yapışırken.

 

"Saçmalama İz, çocuk gibi yapıştın kaldın. Bırak şu tekerlekleri. Git odana, yat dinlen. Canını sokakta mı buldun anlamıyorum ki ben?! Kedi gibi her deliğe girme derdindesin!" Dedi bana kızarak.

 

"Fare bir kere o!"

 

"Anma şunun adını dedim sana, kaç kere!" Diye cırladığında güldüm. Yüzü buruşurken, kollarını kaşıdı. Tiki vardı. "Ben bilmiyor muyum ne olduğunu sanki?!"

 

"Aman, demedim bir şey." Dedim alayla. Bir saat öyle kaşınır dururdu. Etrafa saldırır, sinirini başkalarından çıkarırdı kesin.

 

"Sen iyisin belli. Havanı da aldın. Hadi odaya."

 

"Yaaa," dedim geldiğimiz yolu geri dönmeye başlayınca. "Ya beş dakika sadece. Hem sende yanımdasın. Kapıda dururuz, köşede bir yerlerde. Tam çıkmayız bahçeye, lütfen." Dedim ısrarla.

 

Hareket eden sandalye durduğunda heyecanla bekledim. Gözlerim kaldırırken, "Sadece iki dakika." Dediğinde gülümsedim.

 

Tekrar sandalyeyi çevirdiğinde, asansörün önünde durduk. Biraz bekledikten sonra asansörün kapıları iki yana kayarak açıldığında, tanımadığım bir adam ve kadınla karşılaştım.

 

Kumral saçları sırtına doğru uzanan, masmavi gözlerinin bembeyaz teniyle bütünleştiği, kemikli bir yüze sahip olan güzel bir kadındı karşımda beliren.

 

Yanındaki adamın soğuk yeşilleri, Keskine dokunduğunda, "Gözün aydın." Dedi tok bir sesle.

 

Açık yeşil gözleri, sağ gözünün altındaki dikiş izi ve bir ölüyü andıran bembeyaz bir teni vardı. Siyah saçları anlına doğru dökülürken, keskin yüz hatları ve içe çökük elmacık kemikleri dikkat çekici ve korkutucuydu.

 

Doğru söylemek gerekirse yanındaki kadın ne kadar güzelse o da oldukça yakışıklıydı.

 

"Sağ ol Venom." Dedi Keskin düz bir sesle. Zihnimde bir yerlerde böyle bir ismi anımsadım ama çıkaramadım.

 

Venomun gözleri bana döndüğünde, "İyi olmanıza sevindim." Dedi. "Umarım en kısa sürede ayaklanırsınız."

 

"Siz kimsiniz?" Dediğimde yüzündeki ifadenin alaşağı olduğunu fark ettim. Gözlerim onun aksine hiç şaşırmayan kadına döndü. "Beni tanıyor musunuz?"

 

"Meclis için çalışıyoruz." Dedi yabancı kadın. "Biz sizi biliyoruz ama sizin bizi bilmemeniz çok normal." Dediğinde, "Anladım." Diye karşılık verdim.

 

"Ariana Boris." Dedi Kendini tanıtarak. Yüzündeki gülümseme yapmacık değil samimiydi. "Tanıştığıma memnun oldum."

 

"İzgi Kara," dediğimde gözleri kısa bir süre Keskine değdi. "Gerçi sen beni zaten tanıyorsun Ariana ama olsun." Dedim düz bir sesle.

 

Başımı arkaya doğru çevirdiğimde onun Kara gözleri beni görmek için aşağı düştü. "Gidelim mi artık?" Diye sordum merakla.

 

"Sonra görüşürüz." Dedi Venom yolumuzdan çekilirken, Ariana da aynı şekilde asansörün kapısından çekildi.

 

Keskin tekerlekli sandalyeyi asansöre doğru sürerken, "Çok güzelmiş. Açıkçası bu kadarını beklemiyordum. Gözlerini gördün mü? Ömrü hayatımda öyle bir yeşile rastlamamıştım. Hakkında söylenilenler az bile." Dediğini duydum Ariananın.

 

Sözleri beni gülümsetirken, asansörün kapıları kayarak kapandı. Omuzlarım dikleşirken istemsizce kendimi gururlu hissettim.

 

Yine mi güzeliz yine mi dehşet-ül vahşet Allah'ım bu nedir?!

 

"Hayırdır?" Keskinin sesiyle gözlerimiz aynadan birbirini buldu. "Hoşuna gitti heralde, Ariananın sözleri." Dedi göz kırparak.

 

"Niye gitmesin?" Dedim kaşlarım havalanırken. "Yalan mı?" Dedim gözlerim kısılırken.

 

"Aksine," dedi tok bir sesle. "Az bile söyledi." Dediğinde gülümsemem büyüdü. Asansörün kapıları açıldığında, birlikte indik. Koridoru dolduran korumaları fark ettiğimde huzursuz hissettim.

 

Hepsinin gözleri benim üzerimdeyken, uyandığım sevinmiş gibiydiler.

 

"İz?" Zihnime sızan tanıdık sesin sahibi yüzünde ona çok yakışan bir gülümseye karşımda belirdiğinde aniden onu görmek irkilmeme sebep olsa da İdil'e samimiyetle gülümsedim. "Uyandı demişlerdi de inanamıştım." Dedi şaşkınlıkla. Kızıl saçları sıkı bir at kuyruğu halindeydi. Kan çanağına dönen turkuaz gözleri uyumadığının kanıtıydı. Beyaz teni solgun gözüküyordu.

 

Üzerinde yüksek bel siyah bir pantolon ve siyah kazak vardı. Sağ bacağına sardığı korsede silahını gizleme gereği duymuyordu. Kazağının kollarını sıyırdığı için bileğini saran sarmaşık dövmesi göz önündeydi.

 

Onu süzmekten kendimi alamazken, gözüme fazla iyi gözükmüştü.

 

"Çok geçmiş olsun." Dedi sessiz kalmama karşılık. "En kısa sürede ayaklanacağına eminim."

 

"Sağ ol İdil," dedim tebessüm ederek. "Eksik olma." Dediğimde minnetle bana baktı.

 

Gözleri bir şey hatırlamış gibi parlarken, "Sergen," dedi hızla. Özlediğim isim dudaklarından döküldüğünde yerimde kıpırdandım. "Haber vereyim. Uyanmanı dört gözle bekliyordu."

 

"Ya," dedim hızla. "Nerede ki? Göremedim onu?"

 

"Bahçeye çıkacağız," dedi Keskin araya girerek. "Biraz hava alacak. Gözün açık olsun İdil. En ufak bir sorunda hesabını senden sorarım. Sergen'e de söyle bahçeye gelsin." Dediğinde İdilin yüzündeki samimiyetin yerini ciddi bir ifade aldı.

 

İdilin duruşu dikleşirken, başını sallayarak onayladı. Tekerleki sandalyeye hareket ettiğinde girişten çıktık ve bahçeye geçtik.

 

Buz gibi soğuk tenimi yakarken, üzerimdeki pikeye sıkı sıkı sarındım. Ciğerlerime dolan, genzimi yakan temiz hava içimin huzurla dolmasına sebep oldu.

 

"Üşüyor musun?" Onun heybetli bedeni önümde belirdiğinde, dizlerini kırarak çömeldi. Endişeli gözleri üzerimdeydi. "Geçelim istersen içeri."

 

"Hayır," dedim durgun bir şekilde. Kucağımda birleştirdiğim ellerimin üzerine sarıldı sıcak elleri. "İyiyim. Hem daha yeni çıktık." Dedim sitemle.

 

Göz kapaklarım ağır ağır kapandığında yüzümü gökyüzüne kaldırdım ve derin derin nefesler aldım. Kafamda bir türlü cevap bulamadığım sorulardan kaçmak istedim.

 

Üzerimdeki bir çift kara gözün verdiği güvenle, rahatladım. Korkmadım. Buradaydı ve gitmeyecekti.

 

Bana sırtını dönmeyecekti ve bende onun için direnmek zorundaydım.

 

İçimdeki kız çocuğu bir piyanonun sessiz çığlığında can buluyordu belki de. Henüz hiçbir şeyin farkında olmasamda aslında her şeyin farkındaydım.

 

Ve bazen farkında olmak hiç olmadığı kadar can yakıyordu.

 

"Durgunsun." Tok ve kalın sesi gözlerimin aralanmasına sebep oldu. Kara bulutların esir aldığı gökyüzü huzuruma serildi. "Hiçbir şey sormuyorsun. Ağlamıyorsun." Dediğinde sessiz kaldım. "Yapma, saklanma benden."

 

"Bir şey yapmıyorum." Dedim gözlerimi ona çevirirken. "Sadece," derken duraksadım. Kelimeleri toparlamak için biraz zaman tanıdım kendime ve o da bekledi. "Yoruldum." Dedim en sonunda. Omuzlarım yenilgiyle. "Üzerimde yirmi yedi yılın yorgunluğu var. Bira-"

 

"Yirmi sekiz." Dedi sözümü keserek.

 

"Anlamadım?" Dedim kaşlarım çatılırken.

 

"Yirmi yedi değil, yirmi sekiz yaşındasın İzgi." Zihnimin kuytularındaki karmaşa yeniden boy gösterdi. Kafamın içinde bir cümbüş meydana gelirken hiçbir şeyi anlamadım.

 

"Doktor bu gibi durumların olacağından bahsetmişti," Yanımıza gelen korumanın elinden dumanı tüten karton bardakları aldı. "Sağ ol koçum." Dedi içi sıcak suyla dolu olan bardağı bana uzatırken avuçlarımın arasına aldım.

 

"Var mı bir isteğin abi?" Diye sordu. Gözleri bana döndüğünde, "Senin yenge?" Dedi.

 

Keskinin de gözleri bana dönerken hayır dercesine başımı salladım. Gitmesi gerektiğini anlayan koruma geri çekildiğinde yanımızdan uzaklaştı.

 

"Ağır bir kaza atlattın. Hiçbir şey kolay olmayacak, kendini zorlamamaya çalış." Dediğinde sessizce onu dinledim. "Hastaneden çıktıktan sonra fizik tedaviye de başlayacağız." Dediğinde buruk bir tebessüm ettim.

 

"Ya ayağa kalkamazsam?" Diye sordum korkuyla. "Doktor geçici olduğunu söyledi ama bilmiyorum." Dedim dudak bükerek. Aldığım her nefes içimi sıkıştırdı. "İçim bomboş sanki, hiçbir şey hissedemiyorum. Kendime öyle yabancıyım ki içim bana sırtını dönmüş gibi."

 

"Çünkü korkuyorsun." Dedi yatıştırıcı bir sesle. "Neden korktuğunu bilmiyorum ama söylersen onu senin için yok ederim." Dedi yemin eder gibi.

 

Senden.

Senden korkuyorum.

Aslında senden de değil, benden gitmenden korkuyorum.

 

Cevap vermedim. Sessizliğimin onu endişelendirdiğini biliyordum. Üzerime gelmek istediğini, neden garip davrandığımı anlamak istediğini biliyordum ama garip davranmıyordum.

 

Aynıydım işte.

İzdim.

 

Ama onun İzgisi gibi değilsin. Onu asıl korkutan da bu çünkü İz ona ne kadar yabancıysa İzgi onun ruhunun aynasıydı.

 

"Yenge?" Sergen'in sesini işittiğimde o kadar hızlı bir şekilde arkamı döndüm ki Keskinin elleri avuçlarıma sarılmasaydı sıcak çay bacaklarıma dökülürdü. Özlediğim simasını gördüğümde belki de en içten tebessümümü sundum ona. Adımları yavaştı. Acele etmeden bana doğru geldiğinde kollarımı ona açtım. "Naber kız?" Dedi göz kırparak. "Uyandın mı, uyuyan güzel? Prensin biraz geç öpmüş gibi seni ha? Ne dersin?"

 

"Sergen." Dedim gülmeden edemezken. "Nasıl özlemişim seni." Dikkatlice bana sarılırken, "Göğüsüne baskı yapma." Dediğini duydum Keskinin.

 

Kollarımı sıkı sıkı boynuna sararken, "Herkesin benim gibi bir Kaynı olmuyor işte. Kıymetim bilinmiyor ya neyse." Dedi homurdanarak.

 

"Saçmalama," dedim geri çekilirken. "O nasıl söz?" Dedim kaşlarımı çatarak.

 

İşaret parmağıyla çatılan kaşlarımı düzelttiğinde, "Hemen de çat kaşlarını. Bir insan hiç mi değişmez ya, huysuz." Dediğinde güldüm.

 

Yanımda durduğunda ellerim koluna sarıldı ve başımı koluna yasladım. Yüzümdeki gülümseme eksik olmazken, Keskinin de tebessüm ettiğini gördüm.

 

"Abi ya," dedi elini cebine atarak. "Hastane hatırası, yengemle bizi çeksene." Dediğinde güldüm. Keskinin kaşları çatılırken bu fikirden hoşlanmadığını fark ettim.

 

"Sebep?" Diye sordu uyuz uyuz.

 

"Hastane hatırası dedim ya, abi." Dediğinde sunduğu sebep daha çok gülmeme sebep oldu.

 

"Boş boş konuşmaya başladın yine, Ver şu telefonunu." Dediğinde Sergen'in telefonunu alıp, kamerayı açtı ve bize doğru tuttu.

 

"Saçım düzgün mü? Nasılım bilmiyorum. Bak çirkin çıkıyorsam çekme sakın." Dedim anında. O sözlerime gülerken bende iyice Sergen'e doğru yanaştım ve kadraja kocaman gülümsedim.

 

Birkaç saniye sonra telefonu indirdiğinde, fotoğrafımızı inceledi.

 

Sergen eğilip fotoğrafa baktığında bana döndü. "Güzel çıkmışız. Ne yapsam seni koluma takıp bir Fransa turumu yapsam? Yakışırsın yanıma he?" Dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım.

 

"Onun yanına yakışacağı kesin de senin yanına yakışıp yakışmayacağın tartışılır kardeşim." Dedi Keskin öfkeyle ona dönerek.

 

"Hmm," dedim merakla. "Neymiş yanıma yakışan?" Dedim gülmeden edemezken.

 

"Soyadım," dedi anında. Gülümsedim. Kısa bir an düşündü. Başını sağ omzuna doğru eğerken, gözleri kısıldı."Bir de ben."

 

Kahkaham bahçede yankılandığında göğüsüm acısada umursamadım. "Beni tekrar karın yapmadan peşimi bırakmayacaksın değil mi?" Diye sordum.

 

Bir süre gülüşümü izledi ve derin bir iç çekti. "Boşanmamız evliliğimize yaptığımız en büyük saygısızlıktı," dedi tok bir sesle. Göz kırptı. "Ama onu da telefi ederiz elbet."

 

"Katılıyorum beni kayınbiraderilikten nasıl boşarsın! Hiç yakışıyor mu sana?!" Araya giren Sergen'e gözlerim devirirken kaşları çatıldı.

 

"Sana seninle tekrar evleneceğimi düşündüren nedir?" Diye sordum alayla.

 

"Asıl benimle tekrar evlenmeyeceğin düşüncesine nereden kapıldın sen?" Diye sordu çatık kaşlarıyla. "Evleneceğiz. Bütün dünyaya duyuracağım bir düğünle hemde."

 

"O kadar eminsin yani kendinden?" Diye sordum merakla.

 

"Söz konusu sen olduğunda mı?" Dudakları arsızca iki yana kıvrıldı. "Fazlasıyla."

 

"Harbi abi?" Dedi Kara kedi gibi sürekli konuşmalarımızı bölen Sergen. "O kadar emin misin?"

 

"Sergen senin kafanı kırarım!" Diye cırladım ona sinir olurken.

 

"Lan az önce koala gibi yapışmıştın bana?" Dedi hayretle. "Bir öyle bir böyle kendimi orospu gibi hissettim." Dediğinde tepkisine güldüm.

 

"Zevzek zevzek konuşma lan," diye tersledi onu Keskin. "Git İdil'e söyle, gözü açık olsun. Şu hastaneden sağ Salim çıkana kadar sorun istemiyorum." Dediğinde tedbiri asla elden bırakmıyordu.

 

Sergen onu onaylarken, yanıma geldi. "Dikkat et kendine. Yemeklerini ye, ilaçlarını da iç. Bir şeye ihtiyacın olursa ben hep buradayım." Dediğinde gülümsedim.

 

"Aklın kalmasın." Dedim yumuşacık bir sesle. "Abin yanımda." Dediğimde o da gülümsedi.

 

Sergen yanımızdan ayrılırken biz de birkaç dakika daha bahçede durup tekrar yukarı çıktık. Hiçbir şey yapmama rağmen yorgun bedenim yatağı bulduğunda çok geçmeden kendini uykunun kollarının arasına bırakmıştı.

 

Eğer bir çift kara gözün varlığı, saklandığım o gölgenin sahibi olan adam odada olmasaydı rahat uyuyamazdım.

 

 

 

 

 

 

...

 

 

 

 

 

HELEN AMON

 

Zihnimin derinlerinde çığlık çığlığa bağıran bir kadın vardı. Aynadaki aksime baktıkça o kadının şimdi büyüdüğünü, büyümek zorunda olduğunu görüyordum.

 

Büyümek istememişti ama büyümesi gerektiğini biliyordu ve bundan nefret ediyordu.

 

Hayatım boyunca mecbur bırakıldığım her şeyden nefret ettim. Beni mecbur bıraktıkları şeyler yüzünden buna sebep olan insanlardan da nefret ettim.

 

Ama şimdi düşünüyordum da ben hiç bilmediğim anne babamı bile affederdim ama onu asla affedemezdim.

 

Onu sevdiğim doğruydu. Ona deli gibi aşık olduğum doğruydu. Onunla evlilik yoluna girdiğim ve onun bebeğine hamile kaldığım da doğruydu.

 

Her şey mahvolmadan önce bunlar hepsi gerçekti.

 

Şimdi düşünce hepsinin koca bir yalandan ibaret olduğunu görüyordum ve parmağında yüzüğünü taşıdığım o adama ihanet etmek istemiyordum.

 

Bir yola girmiştim. Dönülmez bir yola ve ne pahasına olursa olsun artık nişanlı bir kadındım. Nişanı da geçtim aylar önce öfkeyle verdiğim bir kararla attığım imza artık beni bir Amon kadını yapmıyordu.

 

Bir Boris'de değildim.

 

Ares Ivanovun karısı, Helen Ivanov'dum.

 

FBI'ın sahibi olan adamın oğluyla evliydim.

 

Onunla beraber hayalini kurduğum her şeyi yaşayacağım adam artık oydu.

 

Neredeyse ayarlardır hastanede olduğum için biraz olsun temizlenmek istemiştim. Eve gelmiş, güzel bir duş almış bir çantaya birkaç parça kıyafet koymuştum.

 

Zemonun benim için ayarladığı eve değil, Aresle birlikte seçtiğimiz, düğünden sonra yapılacak olan eve gelmiştim. Hastaneye ve merkeze daha yakındı.

 

Alelacele nikah kıymamızdan kimsenin haberi olmasa da vakti geldiğinde düğünün duyurusu yapılacaktı. Şimdilik elimizden geldiğince saklamaya çalışacaktık.

 

Derdim başımdan aşkınken, FBI'daki ajanlarla uğraşamazdım.

 

Kuruttuğum, düz, sarı arlarında yer yer kumrallıklar olan saçlarımı serbest bırakmıştım. Yüzümdeki ölü halini atmak için hafif bir makyaj yapmış, siyah kot bir etek ve lacivert bir gömlek giymiş, gömleği eteğimin içine sokmuştum. Ayağıma siyah, deri, topuklu çizmelerimi geçirmiş üzerime hava soğuk olduğu için siyah bir deri ceket almıştım.

 

Telefonumu ve çantamı alıp odadan çıkmıştım ki bir tıkırtı duydum. Adımlarım bıçak gibi kesilirken, bütün algılarımı sese odakladım.

 

Elim anında eteğimin altından bacağıma sardığım korseye gitti. Parmaklarım silahı kavrarken, "Helena?" Diyen Aresin sesini duyduğumda rahat bir nefes verdim.

 

Özellikle Helena der dururdu. Helenden pek bir farkı yoktu ama o kimliğimde yazılan tam adımı söylemeyi sanırım daha çok seviyordu.

 

"Sen miydin?" Dedim adımlarımı içeri doğru atarken onu holde buldum.

 

Kumral saçları anlına dökülürken, buğday teni parlıyordu. Ela gözleri, ışığın altında parlarken, kemikli çehresi göz önündeydi. Üzerinde bütün vücudunu saran lacivert bir takım elbise vardı. Bunalmış olacak ki gömleğinin ilk üç düğmesini açmıştı.

 

Kaşlarım çatılırken bir an bunu neden düşündüğümü sorguladım.

 

"Başka birini mi bekliyordun?" Diye sordu merakla. Amerikan mutfağına ilerlerken, çantamı kanepeye bıraktım. Tezgahın arkasındaki kapıyı açtığında mahzene indi ve bir viski şişesiyle geri döndü.

 

"Hayır," dedim düz bir sesle. "Ama seni de beklemiyordum. En son FBI'a gideceğini söylemiştin?" Dedim merakla.

 

"Vazgeçtim," dedi kestirip atarcasına. Gözleri ağır ağır üzerimi süzdüğünde, "Sen nereye böyle?" Diye sordu merakla.

 

"Hastaneye," dedim sıkıntıyla. "İz uyandı. En azından toparlayana kadar yanında olsam iyi olacak." Dediğimde sorgu dolu gözlerle bana baktı.

 

"Hastane de mi kalacaksın?" Diye sordu.

 

"Bir buçuk aydır, nasıl hastanede kalıyorsam yine hastanede kalacağım." Dedim sıkıntıyla. "Hem ne bu sorgu sual?" Dedim kaşlarımı çatarak.

 

"Hastaneye git ama orada kalmayacaksın." Dedi sertçe.

 

"Anlamadım?" Dedim hayretle. "Nedenmiş o?"

 

"Yeterince açık değil mi?" Dedi imayla.

 

Kast ettiği Venomdu.

 

"Saçmalıyorsun," dedim sinirle. "Bizim onunla aramızda olanlar yıllar önce bitti. Üstelik adam evli! Karısı hamile!" Dedim sitemle.

 

Alayla güldüğünde bu tavrı sinirlerimin bozulmasına sebep oldu.

 

"Ben sana sordum Helena. Emin değilsen, yapma dedim. Sen kendin geldin bana, kendin teslim oldun." Dediğinde sessizce söyleyeceklerini bekledim. "Karım olduğunu unutarak hareket ediyorsun. Hatırlatmamı istemezsin." Dediğinde içkisinden koca bir yudum aldı ve sırtını tezgaha yaslayıp karşımda dikildi.

 

"Karın?" Dedim alayla. Kaşlarım havalandı. "Kâğıt üzerinde karın." Dedim üzerine basa basa. "Eğer karın olsaydım, bunu bilirdim." Dedim ona meydan okuyarak.

 

"Fevri bir karar veriyorsun," dedi bana dönerek. "Zarar görmeni, pişman olacağın bir şey yapmanı istemiyorum."

 

"Öfkeyle hareket etmeyeceğimi iyi bilirsin." Dedim kendimden emin bir tavırla. "Sana bir şans vermek istiyorum." Dediğimde bunu beklemiyordu. "Sen olmasaydın ben ayağa kalkamazdım Ares ve şimdi senin beni ayakta tuttuğun bu hayatta ben seninle beraber yürümek istiyorum."

 

Zihnimde dönüp duran her bir çark birbirine dolandı. Yapma. Dedi aciz olan. Yap. Dedi içimdeki o ses ve ben o aciz sesi susturdum.

 

Zihnimdeki çarklardan önce biri duraksadı ve hepsinin yönü değiştiğinde o karmaşanın içinde paramparça oldular.

 

"Helena?" Dedi tereddütle. Beni sevdiğini biliyordum. Beni incitmekten, üzmekten çekindiğini biliyordum.

 

Ne pahasına olursa olsun yanımdaydı.

Ne pahasına olursa olsun yanında duracaktım.

 

Korkak bir adamın arkasından ağlayacağıma beni seven adamın elini tutardım.

 

"Baba oluyormuş."

 

Ben kızımı onun yüzünden kaybetmiştim.

 

"Fevri hareket ed-" Daha fazla konuşmasına izin vermedim. Aramızdaki iki adımlık mesafeyi kapattığımda parmak ucumda yükseldim ve dudaklarım dudaklarıyla buluştu.

 

Her şey bitti.

Zihnimdeki bütün o kirli anılardan kurtuldum. Kalbimdeki zifti akıttım ve ruhumu aydınlığa çıkarttım.

 

Ve bu sefer beklediğim gibi olmadı. Venomun sesine de izine de kalbimde rastlamadım.

 

Affalladığını fark ettim. Bana karşılık vermezken geri çekilecektim ki ellerini belime bastırıp bedenimi sertçe bedenine yasladı ve dudaklarımın üzerine onun dudakları örtüldü.

 

Aresin elleri üzerimde tereddütle dolaştı. Beni incitmemek için gösterdiği çaba, bütün gece devam etti.

 

Gömleğimin düğmeleri çözüldü. Eteğimle birlikte yeri boyladı. Dudakları çıplak tenimde gezindi. Yüzüğünü takıyor olduğumu görmek onu gülümsetti.

 

Yeni bir sayfa açtığım o kitabın ilk sayfasına bizi yazdım. İkinci sayfasına onun gözlerini çizdim.

 

O gün ve sonraki gün hastaneye gitmedim. Telefonlarıma cevap vermedim. İze anlayacağı bir mesaj attım ve o iki günü mutlulukla geçirdim.

 

Belki de yıllar sonra ilk kez, öldüğünü sandığım kalbimin yaşadığını hissettim.

 

 

İlahi Bakış Açısı

 

 

 

 

Gökyüzünün kasveti, kimi zaman birçok kalbin yansıması olurdu. Bazen karanlığı ürkütür ama huzur verirdi. Baktıkça kendinizi gördüğünüz her tavanda gökyüzünün yansıttığı içinizi arardınız.

 

Günler önce, aldığı haberle yola çıkan adamın önünde akıp giden yol bitmek bilmiyordu. Türkiye'den çağrılmıştı. Katılması gereken özel bir operasyon vardı ve görevini yapmak için gitmişti.

 

Belki aylarca dönmeyecekti ama görev esnasında aldığı haber, bir türlü aklını toparlamasına engel olmuştu. Bitirmeden dönmesinin imkanı yoktu. Bu yüzdendi bu kadar geç gelmesi.

 

Zihninde hatırladığı konuşma gaza daha çok yükselmesine sebep oldu.

 

"Sinan?" Dedi telaşla. Kalbindeki korku içini kemirdi. "Nasıl durumu? İyi mi şimdi? Yoldayım yeni haber aldım. Geliyorum-"

 

"Ali," diyen sesi bedeninin buz kesmesine sebep oldu. Önünde akıp giden yola bakakaldı. Sesindeki o tonu biliyordu. Senelerce duymuş, işitmiş, dile getirmişti ama onun için duymak istemiyordu.

 

"İzi, kaybettik."

 

Bir kurşun yediğini hissetti göğüsüne. Kulaklarına ulaşan sesin bir sanırdan ibaret olmasını isterken, konduramadı.

 

Aldığı nefes ciğerlerine yetmedi. Bir bahar günü çemberinin ayazında doluya tutulduğunu hissetti. Kalbi şimdi alev alev yanıyor, kül kokuyordu.

 

İnanamadı.

 

Varlığına öylesine alışmıştı ki, şimdi yok olduğuna inanamadı.

 

Yüzbaşı Devrim Ali Özkan.

 

Dağın başında, kaç kurşun yedi, kaç leşi serdi ayaklarının altına, kaç taş altında kaldı, ne işkenceler çekti ama hiçbiri yüreğini böylesine sıkıştırmadı.

 

"İz, beni bırakmazsın değil mi? Herkes gitti, sende bana herkes olur gitmezsin değil mi?"

 

"Saçmalama. Seni bırakıp nereye gideceğim ben? Ha senin derdin beni başından savmaksa baştan söyle. Bende ona göre sağlam yere demir atayım."

 

"Bana at sen o demiri."

 

"Deler geçerim kalbini. Darmadağın olursun bak."

 

"Ben razıyım. Senden gelen her şeye razıyım. Yeterki sen hep böyle benimle, benim yanımda ol. Hiç gitme."

 

"Hadi bakalım. Öyle olsun."

 

"Cık," dedi dilini damağına vurarak. "Ölesiye olsun."

 

"Olsun."

 

"Olmadı," diye tekrarları kendi kendine. "Neden olmadı İz? Neden olduramadık?" Diye yakardı. "Ben senden razıydım da sen benden razı değil miydin yoksa?" Diye sordu kendi kendine. "Şimdi istesem de bu sorunun cevabını senden alamam değil mi?"

 

Sırtında bir cenazeyle, boynunda senelerdir taşıdığı bir emanetle, canım dediği kadına koştu.

 

"Sayın savcım."

 

"Yüzbaşım."

 

Hatırladıklarıyla gözlerini yumdu."Yarımın yarısı," diye fısıldadı acıyla. "Ölesiye." Dedi yemin eder gibi.

 

"Hala mı?"

 

"Hala. Hala ölesiye."

 

Şimdi başka bir adamın kollarında, onun verdiği güvenle uyuyordu. Zihninde silinen anılar, sakat bırakılmanın verdiği acıyı içine atsada görebiliyordu Aliye.

 

Kızının gözlerinin aksine daha açık renkte olan gözleri, onun üzerindeyken elleri saçlarının üzerinde gezindi.

 

İzginin yıllardır hayalini kurduğu, hissedebilmek için can attığı şeydi.

 

"Canım," dedi Aliye. "Canımın içi. Benim güzel kızım, ay kızım." Dedi buruk bir tebessümle. "Umarım beni öğrendiğinde bana karşı durmazsın."

 

Bilseydi İzgi. Annesinin yaşadığını, canından çok sevdiği babasının aslında annesinin katili olmadığını bunların annesinin bir oyunu olduğunu, kopacak olan kıyametten korkuyordu herkes.

 

Biliyorlardı.

 

İz affetmezdi.

 

Annesiyle karşı karşıya gelmekse, şu an için Keskinin istediği en son şeydi.

 

İzginin iyi olması için Aliye Kara Aşanın ölmesi gerekiyorsa ölecekti.

 

Bir yalanı daha karısı kaldıramazdı.

 

Öğrenmemesi gereken ne varsa, iyi olana kadar asla öğrenmeyecekti.

 

 

 

Bölüm sonu.

 

Nasıl buldunuz?

 

Bol bol yorum yazınnnn.

 

Çok öpüyorum sizleri.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.💚

Loading...
0%