Yeni Üyelik
41.
Bölüm

39.Bölüm

@umay_6

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

Oy ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

 

 

 

 

⚓️

 

 

 

 

Zamanın aleyhime işlediği günlerdeydim. Kendi içimdeki savaşı aklımın kazandığı o gündeydim.

 

Ölümün pençesinde, bir kız çocuğun cansız bedeninin üzerine bırakmıştım yara bere içinde olan ruhumu.

 

Göğüsümde bin yangının izi. Avucumda hayal kırıklığımın, göğüsümde acımın, ruhumda yarım kalmışlığın izi.

 

Şah damarımda bir nefes bana ölecekmişim gibi hissettiriyor.

 

İşte bu yüzden kızgınım herkese. Çok kırgınım çünkü bir gün olsun yaşamak istemedim. Ölümün kıyısındaydım hayatımın her evresinde. Şiddetli dalgaların estiği o kıyıdan beni çekip almak yerine fırtına kurban ettiler. Su ruhumu alıp götürdü. Kalan bedenimde yaralar içindeydi.

 

Ama biliyorum. Öylece durup sadece yaralarıma bakamam. Çünkü benim ne yaşadığım değil ne söylediğim önemli biliyorum.

 

Tekerlekli sandalyenin üstündeydim. Keskin odada uyuyordu ve biraz hastanenin içinde dolaşmak için İdil'den yardım almış koridora çıkmıştım.

 

Hastanenin koridorunda tur atarken bir baba kız çarptı gözüme. Sanırım beş altı yaşlarında bir kız çocuğuydu. Altın sarısı saçları düzenli bir şekilde topluydu. Yeşil gözleri yaşlarla doluydu çünkü az önce koridorda babasının peşinden koştururken yere düşmüştü.

 

Onu görmek Asya'yı hatırlamama sebep oldu. O kadar uzun zamandır haberim yoktu ki ondan. O kadar uzun zaman olmuştu ki onu görmeyeli, hatırladıkça içime oturan yumru boğazımı düğüm düğüm ediyordu.

 

"Aman da aman," dedim. Asya'nın gözleri hızla beni bulduğunda parıl parıl parladı. "Kimler varmış burada kimler?"

 

Salıncaktan hızla atlarken koşarak bana doğru gelmiş, "Abla!" Diye çığlık çığlığa bağırarak boynuma atlamasıyla kahkaham bahçede yankılanmıştı.

 

"Oh!" Dedim onu öpücüklere boğarken kokusunu doya doya içime çektim. "Mis kokulum benim." Bir kez daha öptüm ipek saçlarından.

 

Kollarını sıkı sıkıya boynuma dolamışken hiç bırakmak istemiyor gibiydi.

 

"Abla çok özledim," dedi naif sesiyle. "Çok özledim! Çok özledim!" Dedi heyecanla.

 

Geri çekildiğimde küçük yüzünü avuçlarım arasına aldım ve her iki yanağından da öptüm. "Bende bebeğim." Dedim. Tekrar tekrar yanaklarından öperken, "Bal mı var bu yanaklarda? Hı? Bal mı var?" Diyordum. O ise kıkırdayarak kaçmaya çalışıyordu ama nafileydi.

 

Kızının düştüğünü, canının yandığını ve gözlerinin yaşlarla dolu olduğunu gören babası tebessüm etti.

 

"Kızım." Dedi adam.

 

Öyle bir kızım dedi ki burnumun direği sızladı.

 

Kendi başına kalkmasındansa iki koca adımda yanına vardı. Önünde diz çökerken küçük ellerini kavradı kocaman elleri. "Ben tutuyorum seni düşürmem. Tutun sen bana." Dediğinde boğazım düğüm düğüm oldu.

 

Hatırladığım bir video vardı. Babamın küçüklüğümle doldurduğu kasetlerden birisi zihnimde yer edindi. İlk adımlarımı ona doğru attığımda düşeceğimi anlamış daha ben yere kapaklanmadan beni tutmuştu. "Tuttum seni." Diyen sesi sızdı zihnime. Kolumu içime çekmiş doya doya öpmüştü. "Bir daha da hiç bırakmam."

 

"Baba," diye fısıldadım ihtiyaçla. Sonra bu kelimenin yıllardır ağzımdan hiç dökülmediğini fark ettim. "Neden?" Dedim sitemle. Tırnaklarım avuç içlerime battı. "Neden baba? Neden?" Diye fısıldadım.

 

Neredesin baba? Neredesin? Bak düştüm. Öyle bir düştüm ki kalkamıyorum ayağa. Şimdi sende yoksun.

 

 

"İz?" Zihnime sızan pusulu ses beni daldığım yerden çekip çıkardığında çekilmeden edemedim.

 

Bakışlarım omzumun üzerinden babama döndüğünde dudaklarıma ufak bir tebessüm yerleşti.

 

Çatık kaşlarıyla bana bakarken kahve gözleri yeşil gözlerime dokundu. Çehresinde yer edinen huzursuz ifade anında yumuşarken vücudumu tamamıyla ona döndüm.

 

"Uyumadın mı güzel kızım?" Dedi şefkatli sesiyle. Önceden koyu kumral olan saçlarının arasına yaş aldıkça aklar düşmüştü. Yüzünde yaşının getirdiği kırışıklıklar vardı ama ona ayrı bir hava katıyordu. Üzerinde yine jilet gibi bir takım elbise vardı.

 

"Bütün gün ulaşamadım sana," diye mırıldandım. "Merak ettim. Sen gelmeden uyumak istemedim."

 

Dudağının sağ köşesi hafifçe yukarı kalktığında ona doğru küçük adımlarla adımladım ve kollarının arasına girdim. Babam bu hayatta sorgusuz sualsiz sırtımı yaslayacağım tek adamdı. O benim en güvendiğim dağımdı. Hiç yıkılmazdı.

 

Saçlarımın arasına öpücük kondurduğunda, "Üşümüşsün." Dedi ve beni kendinden ayırdı. Kaşları çatılmıştı. "Hasta olacaksın."

 

"İzgi." Dedi onun tok sesi. Abimin sesi. Baba yarım. Bir kuş kanatlanıp uçtu sanki göğüs kafesimden. Can kafesten uçup gitti abi. Sen engel olamadın. Önümde belirdiğinde görüşümü kapattı. Koyu kahveleri endişeyle bana baktı. "Neden ağlıyorsun?" Diye sordu. "Söyle bana güzelim. Söyle dindireyim gözünün yaşını iki gözüm. Sen ağlama ki benimde yüreğim yanmasın." Dediğinde ona bakakaldım.

 

Aramız eskisi gibi değildi. Hiçbir şey eskisi gibi değildi ama ben her şeye rağmen abime küs kalmak istemezdim.

 

"Keşke seninle böyle ayrılmasaydık." Diyebildim. Önümde çömeldiğinde gözleri bana öyle ihtiyaçla bakıyordu ki eski günleri hatırladım.

 

Abimin beni herkesten koruduğu, canı bildiği, bana zarar gelmesin diye zamanında meclisten sakladığı.

 

Şimdi aynı anne ve babanın iki düşman çocuklarıydık.

 

Buna kardeşlik denir miydi hiç?

 

"Yapma," dedi hüzünle. Gözlerimden akan yaşları silmek istediğini gördüm ama cesaret edemedim. "Sen iyisin ya, gerisi mühim değil." Dedi yarım bir tebessümle.

 

"Babamı çok özledim." Dedim ağlamaklı sesimle. Kaskatı kesildi. Kahvelerine damlayan acıyı gördüm. Acı kahveler. Abi sen hiç böyle bakmazsın. Böyle değil senin gözlerin. Bana öyle bakma ne olursun. Omuzlarım sarsıldı. "Çok özledim."

 

Ağlamak istemedim. Böyle ağlamak istemedim ama kendimi durduramadım. İçimde tarifi olmayan bir boşluk vardı. Öyle bir boşluktu ki sanki canımdan parçam kopup gitmiş gibiydi.

 

"İz." Dedi sıcak sesiyle. Dokunmaya çekinen elleri saçlarımın arkasından enseme sızdı. Başımı göğüsüne yaslarken bedenimi kendine doğru çekti ve incitmemeye çalışarak bana sarıldı.

 

Başım göğüsüne düşerken titrek bir nefes çekti ciğerlerine. Nefesini saçlarımın arasında hissettim.

 

Ona sarılmanın verdiği sıcaklığa ve güvene sığındım. Yıllar sonra abime sarılmanın verdiği his kalbimin kasılmasına sebep oldu. Ellerim ensesini bulduğunda kollarım boynuna sıkı sıkı dolandı.

 

Babam gibi kokuyordu.

 

Ağladım.

Öyle çok ağladım ki içimi akıttım omuzlarına.

Dağılan ailemize, yıkılan hayallerimize ağladım.

 

Bir daha asla eskisi gibi olamayacağımıza ağladım.

 

Ne Atıf Kara vardı şimdi.

Ne Mert Kara.

Artık İzgi Kara da yoktu.

Annem zaten hiç olmamıştı ama bütün bunlar yaşanmadan önce bende, abimde, babamda çok mutluyduk.

 

"Baba? Toplantın yok muydu bugün senin niye erken geldin?"

 

"İz hastaymış."

 

"Nasıl hastaymış? Nesi varmış?"

 

"Bilmiyorum. Grip olmuş dediler ama gidip görmezsem içim rahat etmez."

 

"Bende geliyorum."

 

"Abi Amerika'dan misafirlerin gelecek birazdan!"

 

"İptal etsinler. Kardeşimden önemli değil hiçbir şey."

 

"Beni hiç affetmeyeceksin değil mi?" Dedi kalbim deşen bir sızıyla. "Affetmeyeceksin değil mi İz?"

 

"Abi," dedim buruk bir tebessümle. "Biz seninle bu saatten sonra aramızdaki hiçbir şeyi halledemeyiz. Ölürüm, yine de affetmem seni."

 

"İzgi." Dedi geri çekilip yüz yüze gelmemizi, ona bakmamı sağlarken. "Beni dinle. Bak-"

 

"Biliyordun," dedim cılız bir sesle. "Bildiğin halde benden sakladın." Dedim hayal kırıklığı içinde. "Senin kollarında ağladım ben anne diye, dizlerine yattım, sırtımı sana dayadım senin hiç mi için acımadı?" Dedim sitemle. "Abi sen olmak zorunda mıydın?" Diye yakardım. "Sen olmak zorunda mıydın abi?! Değildin!"

 

"Yapma."

 

"Neyi yapmayayım?" Dedim göz yaşlarımın arasından. "Söyle bana. Neyi yapmayayım?" Gözlerinin içine diktim gözlerini. "Sen beni mahvettin." Dedim sitemle. "Bizi sen yıktın abi!"

 

Bizim buradan dönüşümüz yoktu.

Bizi buradan hiçbir şey döndüremezdi.

Ölüm bile.

 

"İzgi?" Keskinin sert sesini duydum. Güçsüz ellerim abimi göğüsümden ittirdi. İstemiyordum. Onu itmek istemiyordum. Ben ona sığınmak istemiyordum. Abimi istiyordum. Babamı istiyordum. Annemi istiyordum. "Ne oldu? İdil?!"

 

Ailemi istiyordum.

 

Önümde çömelen bedeni bir anda Keskin tarafından yakasından tutulmasıyla sarsıldı ve ayağa kalktı. "Senin canını alırım!" Dediğini duydum. "Ne söyledin de böyle ağlıyor?!" Diye gürledi. "Konuş!" Diye bağırdı bas bas.

 

Abim cevap vermedi.

 

"Seni uyardım, tek damla göz yaşına sebep ol seni kendi ellerimle gebertirim dedim!" Elleri boğazına yapışmış karabasan gibi üzerine çökmüştü. Abim hiçbir tepki vermemişti.

 

"Konuşuyorduk." Dedi sadece.

 

"Konuşmayacaksın!" Öfkeyle boğazını daha çok kavradı. "Yanına gitmeyeceksin! Etrafında dolanmayacaksın! Şimdiye kadar yaşıyorsan, şimdiye kadar yanımdaysan hepsi karımın hatırına. Ama sen benim kıyamadığıma kıymaya kalkarsan Mert senin canını kendi ellerimle alırım lan! Duydun mu beni?!"

 

"Abi?" Diyen Aylini duydum. "Abi ne yapıyorsun?! Bırak! Öldüreceksin!" Keskinin elleri abimin boğazından ayrıldığında gözleri koridora dolan herkesin üzerinde gezindi.

 

"Hepiniz ayağınızı denk alacaksınız!" Diye gürledi öfkeyle. "Biriniz! Biriniz yüzünden ağladığını göreyim! Biriniz yüzünden üzülsün, canı yansın kim olduğu umurumda değil! Yakarım canınızı!"

 

"Abi-"

 

"Yakarım dedim Aylin!" Dedi öfkeyle kız kardeşine. "En çokta sen dikkat edeceksin kelimelerine! Ne sanıyorsunuz siz kendinizi de hepiniz konuşmayı hak görüyorsunuz kendinizde lan?!" Sanırım herkesin sürekli olarak üzerime gelmesi ve benimde sürekli bunlara üzülmem onu öfkelendirmiş gibiydi. Abimse bardağı taşıran son damla olmuştu. "Bir daha uyarmayacağım!" Dedi tehdit edercesine. Gözleri hemen arkamdaki İdili buldu. "Kimse yaklaşmayacak yanına." Dedi uyarıyla. "Hiç kimse!" Dedi ikaz edercesine üstüne basa basa.

 

İdilin yüz ifadesini göremesem de onun sözlerini emir kabul ettiğini biliyordum.

 

"Sen kim oluyorsun ya?!" Diye bağırdı Simay öfkeyle. Parmaklarım şakaklarımı ovalarken bütün bu olanlardan bıktığımı fark ettim. "Sen kim oluyorsun da ablamla görüşüp görüşmeyeceğimize karar veriyorsun?! Seni ne ilgilendirir bizim aramızdaki mesele?! Biz sizin meselenize karışıyor muyuz?!"

 

"Kocası olarak." Dedi büyük bir rahatlıkla. "Kocası olarak izin vermiyorum."

 

"Eski kocası!" Diye bağırdı Simay suratına doğru bir gerçeği. O gerçek gözlerimizin birbirine değmesine sebep oldu. "Boşandınız!" Diye bir gerçeği daha dile getirdiğinde hıncını ondan çıkarmak istedi ama beni de yaktı. "Madem bu kadar çok seviyordun ne pahasına olursa olsun boşanmasaydın!"

 

"Davayı ben açtım Simay." Dedim iç geçirerek. Kara gözlerinden o kadar çok şey geçti ki hiçbirini yakalayamadım.

 

"Ne fark eder?!" Dedi sinirle bana dönerek. "Yıllarca Türkiye de bile değildin! İstese o davayı kapatamaz mıydı sanıyorsun abla?! Bu adam elini kolunu sallaya sallaya çıktı o adliyeden! Müebbet almasına rağmen!" Geçmiş bir urgan gibi boynuma dolandı. "Senin yaptıklarını asla savunmuyorum abla ama sen abi hiçbir suçun yokmuş gibi kalkıp burada hiç kimseye ahkam kesemezsin sen! En çok sen suçlusun! Hafızasını kaybetmiş olması hiçbir şeyi değiştirmez! Eğer o gün o binadan düşmeden hemen önce neler olduğunu hatırlasaydı yemin ederim yüzüne bile bakmazdı!" Diye haykırdı. "O adalet için yaptı bütün bunları! Senin için yaptı! Bizim için yaptı! Sen ölme, biz ölmeyelim diye yaptı! Bizim için kürtaja evet dedi ablam! Peki sen ne yaptın?! Ona sırtını dönmekten başka, onun canını acıtmaktan başka ne yaptın abi söylesene!" Dedi isyanla. Göğüs kafesi öfkeyle yükselip kalkıyordu. Gözlerine yaşlar dolmuştu.

 

"Hepimizin gözünün içine baktı ufacık bir adım için. En çokta senin!" Derken gözlerinden yaşlar süzüldü. "Sen her seferinde sırtını döndün ona abi. En ufak hatasında, en ufak sorunda sırtını döndün ona. Sen buna sevgi mi diyorsun?! Sevseydin, en ufak bir şeyde kendini o avukat bozuntusun kollarına atmazdın! Görmezden geldim diye sanmaki bilmiyorum. Hiçbirimizin yaşadığı şeyler kolay değil ama sen buradaki kimseyi yabana atıp çok mükemmelmiş gibi davranamazsın!" Öylesine donuktum ki Simayın boş gözlerle izlemiştim. Ona doğru bir adım attığın işaret parmağını kalbine vurdu. "Bir gün gelecek. Öyle bir gün gelecek ki tam şurandan vuracak seni." Derken kastettiği bendim. "Bu sefer mecburiyetten değil. Seni sevdiğinden değil çünkü biliyorum sen kendi kendini bitireceksin onda." Gözlerim ikisi arasında mekik dokuduğunda neyden bahsettiklerini anlamaya çalıştım. "Aynı Ali abi gibi." Dediğinde belki de ilk kez bir tepki verdim.

 

O boş bakışlarımın yerini sorgu dolu bakışlar aldı. Kaşlarım çatıldı ve oturduğum yerde dikleştim.

 

"Yemin ederim bunu affetmeyecektir. Sana yemin ederim o hayattayken ondan mahrum kalacaksın ve buna sen sebep olacaksın."

 

Egemen öne doğru bir adım attığında Simayı kolundan yakalayıp geri çekti. "Simay yeter!" Dedi ona kızarak öfkeyle. "Ne yapıyorsun?!" Derken gözleriyle beni işaret etti.

 

Simayın öfke dolu gözleri fark ettiği şeyle donarken, sanki bir an için burada olduğumu unutmuş gibiydi.

 

"İdil." Dedim buz gibi bir sesle. Turkuaz gözleri anında bana dönerken, merakla baktı. "Beni odama götürür müsün?" Derken ondan başka kimsenin yüzüne bakmadım.

 

Bana ısrarla bakan adama bile.

 

Hiçbir şey bilmiyordum. Hatırlamıyordum. Ne oldu ne bitti, aramızda neler yaşandı hiç bilmiyorum ama hepsini öğrenmeden bir adım atmak istemiyordum.

 

"Hafızasını kaybetmiş olması hiçbir şeyi değiştirmez! Eğer o gün o binadan düşmeden hemen önce neler olduğunu hatırlasaydı yemin ederim yüzüne bile bakmazdı!"

 

Sahi Simay affetmez miydim hiç?

 

İdilin izin almak için ona baktığını fark ettim. Hemen sonrasında onay almış olacak ki, tekerlekli sandalyem hareket etti ve geldiğimiz yolu geri döndük.

 

Odamın olduğu koridora çıktığımızda Heleni ve Venomu karşı karşıya gördüm. İstemsizce kaşlarım çatılırken beni fark eden Helen adımlarını anında bana doğru attı.

 

"Helen," dedim buruk bir sesle. "İyiki geldin."

 

"Ne oldu?" Dedi yanıma gelirken önümde çömeldi. Kucağımdaki ellerimi kavradı sıcak elleri. "Betin benzin atmış İz? Ağladın mı sen?" Derken cevap vermedim. Gözleri İdil'e döndü ne oldu dercesine.

 

"Sen çekilebilirsin İdil." Dedim düz bir sesle. "Ben Helenle olacağım."

 

"Sizi yalnız bırakamam." Dedi anında itiraz ederek. "Keskin-"

 

"Git." Dedim sertçe. Gözlerim ona döndüğünde turkuaz gözlerinde gördüğüm ifade gitmemeye kararlı olduğunu gösteriyordu. "Odaya geçelim." Dedim Helen dönerek. "Seninle konuşacaklarım var."

 

"İz," dedi İdil hayır dercesine. "Keskini duydun. Kimse yanına yaklaşmayacak dedi."

 

"Helen kimse değil," diye çıkıştık öfkeyle. "Beni kardeşimden mi koruyorsun İdil?" Dedim hayretle. "En çok ondan koruman gereken yerde hemde?!" Diye öfkeyle yükseldiğimde bana bakakaldı. Dudakları aralandı ama haklı olduğum için olsa gerek sustu.

 

Helen ayağa kalkarken arkama geçti. Tekerlekli sandalyeyi kavradı ve kapısı açıl olan odamdan içeriye doğru sürdü. Kapıyı arkasından kapatırken, "Kilitle." Dedim. Bana doğru dönecek olan hareketleri duraksadı ama gözleri bir ok gibi gözlerime saplı kaldı.

 

Gözlerimde ne gördü bilmiyorum ama konuşmama gerek kalmadı. Bana istediğim her şeyi o verecekti. Bir şeyler biliyordu. Benim bilmediğim bir şeyler biliyordu ve ben üzerine gitmesem bana asla anlatmayacaktı.

 

İşte Zeynep'le aralarındaki en büyük farktı. İkisi de kardeşim gibiydi ama Zeynep benden hiçbir şey saklamazdı. Aramıza hiçbir şey girsin istemezdi. Hele beni ilgilendiren, benim bilmem gereken bir şeyse kafasına silahda dayasalar koşa koşa yine bana gelirdi. Helen öyle değildi. Keskin onunla konuşmuş olmalıydı. Ne söylemişti bilmiyorum ama benden saklamasını istediği bir şeyse ve bu sağlığım içinse Helenin kabul etmeme gibi bir imkanı yoktu.

 

"Otur." Dedim buz gibi bir sesle. Karşısında kardeşi olarak durmayacaktım.

 

"Katherine." Dedi sitemle. Sildiğim, benliğimden yok ettiğim ama annemin beni koruyacağını düşündüğü için oluşturduğu yeni bir kimilikti.

 

İzginin annesine ne kadar benzediği tartışılırdı ama Zemona göre yetiştirdiği kadın tam olarak sevdiği kadındı.

 

Bencildi.

 

"Ben senin kardeşinim, beni buna mecbur bırakamazsın." Dedi hayal kırıklığı içinde.

 

"Karşımda kardeşim olarak dursaydın evet bunu yapmazdım." Dedim düz bir sesle. "Ama sanırım herkes benim hoşgörümden yüz buluyor olmalı ki beni ilgilendiren çoğu şeyi saklama hakkını kendinde buluyor. Sana söyledim. Aramıza ne pahasına olursa olsun kimseyi sokma dedim. Bana söz verdin." Dedim hayal kırıklığı içinde. "Sen sözüne sadık kalmazsan Helen ben de sana sadık kalmam." Bana kızamazdı. Buna hakkı yoktu.

 

Sıkıntıyla iç çektiğinde çantasını koltuğun üstüne bıraktı ve karşımda oturdu.

 

"Ne öğrenmek istiyorsun?" Diye sordu. Alacağım bütün cevaplar ondaydı.

 

"Her şeyi." Dedim buz gibi bir sesle. "Ama," dedim duraksayarak. Kaşları çatıldığında sözümü merakla bekledi. "Önce bana kardeşimin yerini söyleyeceksin." Dediğimde bana sorgu dolu gözlerle baktı. Kimden bahsettiğimi anlamadı. "Zeynep nerede?"

 

Kaskatı kesildi.

 

Bunu sormamı beklemiyordu.

 

Başka bir şey sormamı bekliyordu ki şaşkınlığını gördüm.

 

Bu yüzden toparlanması da uzun sürdü.

 

"İz," dedi yaşlandığı yerden doğrulurken. "Bunu sana benim söylemem doğru olmaz." Dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"Hepiniz geçiştirip duruyorsunuz!" Dedim sitemle. "Kime sorduysam aynı şey! Yeter! Zaten öğreneceğim neyi saklıyorsun anlamıyorum ki?!" Dedim kızgınlıkla.

 

"Bana istediğini sor," dedi sıkıntıyla. "Ama biliyorsun. Asla doğru cevapları alamayacaksın. Senin iyiliğin için bu gerekli." Dediğinde kaşlarım havalandı.

 

"İyilik?" Dedim alayla. "Farkında mısın bilmiyorum ama iyiliğimi isterken bana daha çok kötülük ediyorsunuz?!" Dedim isyanla.

 

"Benden medet umma." Dedi yatıştırıcı sesiyle. "Hepimiz senin iyiliğini istiyoruz. Sen zarar görme diye çabalıyoruz. Bir şeyler saklı kalmalıysa kalmalıdır İz. Her şeyi bilemezsin. Bizlerde sen bilme diye uğraşıyorsak yine senin için çünkü iyi değilsin. Kolay bir şey atlatmadan. Ölümün ucundan döndün. Kalbin iflasın eşiğinde. En ufak bir tetiklenme, hayattan bağlarını koparabilir." Dediğinde ifadem değişmedi. "Bazen seni gerçekten anlamıyorum," dedi hayretle. "Bu kadar insan senin için çabalarken, seferber olurken, biz senin için perişan olurken sen zarar görme diye uğraşırken sen her seferinde kendine zarar verecek her şeyi yapıyorsun!"

 

"Çık dışarı." Dedim bu gibi bir sesle.

 

"İz," dedi. "Ben-"

 

"Çık!" Diye bağırdım öfkeyle. Bana anlatamadığı her şeyin altında ezildiğini biliyordum ama bunlar umurumda değildi.

 

Eğer bu yaptıklarını iyilik sanıyorlarsa yanılıyorlardı.

 

İtiraz etmedi. Oturduğu yerden ayaklanırken, çantasını da aldı ve kilitlediği kapıyı açıp dışarı çıktı.

 

Göğüs kafesim hızla yükselip kalkarken, öfke kanımda kaynadı. Kaburgalarımın sıkıştığını hissettim.

 

Açık kapının önünde dikilen İdili gördüm. Hemen yanında da onu ama şu an düşüneceğim son şey onlardı. İçeri girmek istediğini fark ettim ama bu da umurumda olmadı. Bencillikse bencillikti. Onlar bana tamamen dürüst olmadığı sürece karşılarında hiçbir zaman istedikleri kişiyi bulamayacaklardı.

 

Ellerim sandalyenin tekerlerini kavradı. İleri doğru iterken kapıyı öfkeyle kapattım ve arkadan kilitledim. Kanepenin yanına doğru ilerlerken dikdörtgen bir şekilde olan camın arkasında da onu gördüm. Stor perdeyi çekerken görüntüsü kayboldu.

 

Düşünmem gerekiyordu. Her şeyi etraflıca oturup düşünmem gerekiyordu.

 

...

 

Cama vuran sert yağmur taneleri, göğün içimi yansıtırcasına gürlemesi içimdeki fırtınaya eş değerdi. Hava bastırmıştı. Karanlıktı. Odada tek başımaydım.

 

Girmek isteyen kimseyi alamamıştım içeri. Sadece hemşireye izin vermiş ilaçlarımı aldıktan sonra tekrar kapıyı kilitlemiş ve biraz dinlenmiştim.

 

"Beni içeri almayacak mısın?"

 

"Anlatacak mısın?"

 

"Neyi?"

 

"Neler olduğunu?" Diye sormuştum. Sessiz kalmıştı. Yüzüne kapıyı kapatmadan hemen önce, "Bir daha kapımı çalıp beni rahatsız etme." Demiştim.

 

Öfkeliydim. Kızgındım ve kırgındım. Aynı zamanda bir şeyleri fark ediyordum.

 

Hakkında bildiğim düzgün hiçbir şey yoktu. Bana kendisini hiç tamamen açmamış anlatmamıştı. Kendi imkanlarım ve şahit olduklarım dışında bildiğim hiçbir şey yoktu.

 

Her an benden bir şeyler saklıyordu. Bilmem gereken ne varsa asla söylemiyordu. Sağlığım onun için madem bu kadar önemli o halde neden canımı yakıyordu?

 

Odanın kapısı tıklatıldığında omzumun üzerinden bakışlarım istemesizce kapıyı buldu. Saatlerdir sandalyede oturduğum için resmen taş kesilmiştim. Yatağa kendi imkanlarımla giremediğim için de sandalyenin üzerinde uyumuştum.

 

Hemşireden yardım isteyememiştim.

 

"İz?" Isabellenin sesini duymak o kadar iyi geldi ki istemesizce gülümsememe engel olamadım. "Bana da mı küstün? Açmayacak mısın gerçekten kapıyı?" Ellerim anında sandalyenin tekerleklerini buldu. Çevirmek için hamle de bulunmuştum ki avuçlarımın sızlamasıyla acıyla inledim.

 

Ellerimle tekerlekleri sürüklememden ötürü yer yer soyulmuşlardı ve kızarırlar oluşmuştu ama yine de sürmek zorundaydım. Kapıya ilerledim. Kilidi çevirdim ve açtım. Hafifçe geri çekilirken kapıyı da araladım ve masmavi gözleriyle, geceye ev sahipiliği yapan gözleriyle, yüzünde ona çok yakışan bir gülümsemeyle bana bakan Isabelleyi görünce gülümsedim.

 

"Isabelle." Dedim yumuşacık bir sesle. Keskinin sırtı kapıyı açtığımda duvardan ayrılmış gözledi dikkatle üzerime saplanmıştı. "Seni çok özledim." Dedim içten bir şekilde. "Nerelerdesin?"

 

"Bende." Dedi içeriye doğru bir adım atarken. "Ama artık buradayım." Dedi gülümseyerek. "Hem de temelli." Dediğinde kaşlarım havalandı.

 

Hectorla birlikte İspanya'da kaldığını biliyordum. Üstelik dönmeye de niyeti yoktu.

 

"Hector?" Diye sordum merakla. Gülümsemesi soldu. Kaşları çatıldı ve mavi gözlerinde parlayan nefreti gördüm.

 

"Yollarımızı ayırdık." Dedi kestirip atarcasına.

 

"Ayırdınız mı? Ayırdın mı?" Dediğimde bana beni öldürecekmiş gibi baktı. "Hadi ama! O kadar yol gelmişsin, zaten can sıkılıyor her şeyi bütün detaylarıyla istiyorum." Dedim heyecanla.

 

"Nasıl seviştiğimizi de anlatmamı ister misin?"

 

"Çüş!" Dedim şaşkınlıkla. O tepkime kahkaha atarak cevap verirken hala söylediği şeyin şokundaydım.

 

"Siktir etsene. Bu güzel günü boktan erkekler yüzünden mahvetmek istemiyorum." Dediğinde içeriye girdi ve beni de geriye doğru çekti. "Sonuçta hiçbiri bize hak etmiyor. Öyle değil mi?" Dedi kapıyı kapatmadan önce.

 

"Elbette öyle." Dedim gülmeden edemezken, yatağımın üzerine oturdu. Ellerini yatağa yaslarken bacak bacak üstüne attı ve bana baktı.

 

"İt gibi kapıya dizmişsin hepsini?" Dediğinde ona şaşkınlıkla baktım.

 

"Isabel!" Dedim kızgınlıkla.

 

"Yalan mı?" Dedi omuz silkerek. "Zaten şahsen dışarıda ki tek bir erkeğe bile adam muamelesi yapacağımı zannetmiyorum. Adı üstünde erkek var adam var ve maalesef sevgili arkadaşım onlar bir erkekten ibaretler, adam değiller."

 

"Sen baya baya dolmuşsun." Dedim sözlerine karşılık gülerken haklı olduğunu da görmezden gelemezdim.

 

"Neyse boşver," dedi geçiştirircesine. "Beni çağırdığına göre sanırım aklından yine bir şeyler geçiyor senin." Dedi düşüncelerimi bilir gibi. "Ne yapıyoruz?"

 

"Türkiye'ye dönüyoruz." Dediğimde hiç sorgulamadı. "Önceliğim Zeynebi bulmak. Nerede? Ne yapıyor? Bilmiyorum. Başına bir şey gelmesinden şüpheleniyorum Isabelle. Herkes benden bir şeyler saklayıp duruyor. Kimseye güvenemem."

 

"Türkiye'ye dönüp ne yapacaksın?" Diye sordu merakla. "Kardeşini merak ediyorsan anlarım ama oraya ne amaçla dönüyorsun?"

 

"Yarım kalmış bir davam var." Dedim rahatça arkama yaslanırken. "Bende bir savcı olarak üzerime düşeni yapacağım."

 

"Eski savcı demek istedin herhalde?" Dedi. "Hafızandan ötürü bunu da mı unuttun yoksa?" Dedi merakla. "Mesleğini aldılar ya elinden."

 

Gülümsedim. "Aldılar?" Dedim alayla. Gözleri kısıldı. "Bırak öyle bilsinler Isabelle." Parmaklarımı şakaklarıma vurdum. "Bir yalan söyleyeceksen ona önce sen inan. Aksi halde kimseyi inandıramazsın."

 

"Hadi canım," dedi yerinden doğrulurken. "Şaka yapıyorsun?" Derken bunun nasıl mümkün olduğunu sorguluyordu.

 

Bir Cumhuriyet Savcısını öyle kolay kolay meslekten men edemezlerdi. Hele ki elimde kendimi temize çıkaracak sağlam kanıtlar varken.

 

Önüme konulan her taşı yolumdan çekip atacaktım. Can almayacaktım ama can almam için yalvaracaklardı.

 

"Bunu nasıl yaptın?" Diye sordu merakla. "İz?" Dedi cevap vermeyince.

 

"Sence de belle, İstihbarat biraz fazla aç gözlü değil mi?" Dediğimde kahkahası bütün odanın içinde yankılandı. "Onlar için büyük önem arz eden senin içinse bir çöp değerinde bile olmayan bir bilgiyi onlara ver. Oyunu yeniden kur. Kimse kukla olduğunu bilmeden, Kralı oynasın karşında." Dediğimde bu oldukça hoşuna gitmiş gözüküyordu. "Aptal olmaktansa aptalı oynamayı tercih ederim. Hele ki karşındakiler seni hafife alıyorsa işte o zaman işler senin için çok daha kolay olur."

 

"Aptallar," dedi hala gülerken. "Halbuki sen onlara seni hafife almamaları gerektiğini çok güzel kanıtlamıştın diye hatırlıyorum."

 

Dudak bükerken, "Unutmuş olsalar gerek." Dedim gülümseyerek. "Hatırlatmak farz oldu." Derken o da bende bir hayli keyif alıyordum.

 

Asıl oyun başlandığındaysa keyif olan herkes olacaktı.

 

"Bu halde Türkiye'ye dönemezsin ama," dedi bacaklarımı kast ederek. "Fizik tedavi görmen gerek."

 

"Kalıcı değilmiş. Doktorla konuştum. Sıkı bir Fizik tedaviyle bir ay içinde ayağa kalkmış olurusunuz dedi." Dedim. "Bırak düştüğümü sansınlar ben eskisinden daha güçlü bir şekilde ayağa kalkacağım ve yanımda olan sen olacaksın."

 

Başını sallarken, "Seve seve." Dedi gülümseyerek.

 

Odanın kapısı tıklatıldığında,"Müsaade var mı?" Diyen Ali'nin sesini duydum. Isabelle yerinde dikleşirken kaşları çatıldı ama benim gülümsemem hala yerli yerindeydi.

 

"Gel." Dedim arkamı dönmeden hemen önce. Kapı açıldığındaysa onu gördüm. Ali'nin hemen arkasında kaşlarını çatmış bana bakarken gözlerimi fazla tutmadım üzerinde, Ali'ye çevirdim.

 

Koyu kahve saçları ıslaktı. Üzerinde siyah bir kazak, siyah bir pantolon ve siyah bir palto vardı. Yağmur ıslanmış olmalıydı ki sırılsıklamdı.

 

İçeriye girmeden önce kapıyı arkasından kapattığında beni sağlam gördüğüne sevinmiş olmalıydı. Onunla konuştuğumda aklı çıkmıştı.

 

Sanırım yaptığım en akıllıca hamle hastaneye gelirken Sinandan onun haberini almak ve Aliyi aramaktı.

 

"Yüzbaşım." Dedim imayla gülümseyerek.

 

Onun da yüzünde maziyi hatırlatan bir gülümseme oluştuğunda, "Sayın savcım." Dedi saygıyla.

 

Zaman durdu. Kum saati ters çevrildi ve ben her şeyi değiştirmek için en başa döndüm.

 

 

 

 

 

HELEN AMON

 

 

 

 

Hastanenin bahçesinde dudaklarımın arasına sıkıştırdığım sigaramdan derin bir nefes çekti ciğerlerime. Zehir ilmek ilmek içime işledi.

 

Gergindim. İzgiden sakladıklarım, onunla aramızdaki bağın ilişkinin kopmasına sebep oluyordu.

 

Söylemek istiyordum. Çok istiyordum ama söylersem ona zarar vereceğimi biliyordum.

 

Söylemezsem onu kaybedecektim.

 

Her iki yolda birbirinden beterdi.

 

 

Başlarda onunla iyi anlaşamasakta yavaş yavaş birbirimize alışmış aramızdaki soğukluğu kırmıştık. Gözlerim hastanenin bahçesindeysen aklıma bir anı düştü.

 

"İz," dedim neşeli bir sesle. "Kedi gibi tünemişsin yine pencerenin dibine. Kara kara ne düşünüyorsun yine bakayım?" Bakışları bahçede oturan beni buldu. İz, Kollarını camın pervazına, avuçlarını çenesine yaslamış meraklı gözlerini üzerime dikmişti.

 

"Hiç," dedi dudak bükerek. "Öyle dalmışım."

 

Dudaklarıma hin bir gülümseme yerleşti. "Yine onu mu düşünüyorsun?" Gözlerine acı yerleşti. "Seni bildim bileli her gün o camda yolunu gözlüyorsun birinin ama ne gelenin var ne gidenin."

 

"Merak etme yakında bende gideceğim zaten." Dedi buz gibi bir sesle.

 

"O ne demek?" Diye sordum merakla.

 

"Vademiz dolu demek." Bu sırada içireden birisinin ona seslendiğini duydu ve o da duyduğu sesle koştur koştur içeri gitti.

 

"Ah İz," dedim sitemle. "Daha ne kadar yakacaksın kendini? Yetmedi mi?" Derken sitemim onaydı. Beni duymasada onaydı.

 

Kapının önünde Keskini beklerken aşağıya inmesi uzamıştı. Birlikte eve gidecek, İzgi için birkaç parça eşya alacaktık. Normalde İzginin yanından ayrılmamak için bütün işlerini ertelemişti ama acil bir durum olsa gerek, işleri olduğunu söylemişti.

 

Eve geçtikten sonra biraz dinlenip öyle tekrar hastaneye gitmeyi düşünüyordum bende.

 

Sigaramın izmaritini yere atarken topuklu ayakkabılarımın altında ezdim. Sıfır kollu, düz lacivert bir elbise vardı üzerimde. Ayağımda krem topuklularım üzerimde de Krem, deri bir trenç kot vardı.

 

Saçlarım sırtıma doğru dökülürken yüzümde oldukça az bir makyaj vardı. Kırmızı ruj kullandığım için makyajımı da hafif tutmuştum.

 

Hazırlığımın bir sebebi vardı elbette. Artık hep olacaktı.

 

Hastanenin bahçesine giren siyah Jeepi gördüm. Arese aitti. Arabası hemen önümde durdu.

 

Kollarımı göğüsümde birleştirmişken, elinde en sevdiğim çiçeklerden olan beyaz zambaklarla birlikte arabadan inmesi gülümsememin büyümesine sebep oldu.

 

Üzerinde siyah bir takım elbise vardı. Kalıplı ve uzun bedenini saran takım elbisenin içinde, hastanenin bahçesindeki kadınların dikkatini çekecek kadar iyi gözüküyordu.

 

Adımlarımı ona doğru atarken, "Hoş geldin." Dedim yumuşacık bir sesle.

 

Kumral saçları anlına dökülürken, buğday teni parlıyordu. Ela gözleri, ışığın altında parlarken, kemikli çehresi gözümün önündeydi.

 

Elindeki çiçekleri bana uzatırken bekletmeden aldım. Kolu belime dolanırken dudakları yanağımda yer buldu ve çiçeğin el verdiği kadarıyla kollarımı boynuna doladım.

 

"Hoş buldum." Dedi içimi ısıtan bir sesle. Geri çekildiğimde göz göze geldik. Ela hareleri üzerimde dolanırken, "Birileri yemek sözümü unutmamış." Dedi göz kırparak. "Çok güzel olmuşsun." Dediğinde gülümsedim.

 

"Belli ki sende unutmamışsın." Dedim imayla. "Hazırlandığına göre." Genelde kamuflaj kıyafetlerinin içinde olduğu için onu her böyle gördüğümde yadırgasam da yakıştığını inkar edemezdim. "Ayrıca sende çok şıksın."

 

Belimdeki eli hala varlığını korurken, "Çıkmıyor muyuz?" Diye sordu. "Bu soğukta, dışarıda beni mi bekliyordun?" Diye sordu hemen ardından. "Hasta olacaksın Helena." Dedi kızarak.

 

"Biraz hava almak istedim. Beklerken dalmışım öyle." Demekle yetindim.

 

"Çıkalım o halde." Belimdeki eli elime sarıldığında dudaklarım konuşmak için aralandı.

 

"Helen?" Keskinin sesiyle birlikte adımlarımız dururken gözlerim ona döndü. Bütün vücudumun kaskatı kesilmesine sebep olan şeyse yanında bizim birleşmiş ellerimize bakan adamdaydı.

 

Aresin tutuşu sıkılaştı.

 

"Lider." Dedim Arese dönerek hızla. Onu tanıyordu ama hiç yüz yüze gelmemişti. "Meclisten bay Boris." Diye devam ettim düz bir sesle.

 

"Ares İvanov. Memnun oldum." Dedi tok bir sesle. Venomun ısrarla bana bakması onu rahatsız etmiş olacak ki kaşlarını çatmış ona odaklanmıştı ama sözlerinin muhatabı Keskindi.

 

"Bizi tanıştırmayacak mısın Helen?" Diyen Keskine döndüm. Merakla bize bakıyordu. "Bir erkek arkadaşın olduğundan haberim yoktu?" Derken bunu Venom için sorduğunu anladım.

 

Daha ben konuşmadan, "Kocasıyım." Dedi Ares dan diye. Bundan zerre rahatsızlık duymadım.

 

Venom zaten bunu bildiği için şaşırmadı ama inkar etmemi bekledi. Bunu gözlerinde gördüm.

 

Keskinin gözleri bana dönerken şaşırdığını görebiliyordum. "Haberim yoktu." Dedi düz bir sesle.

 

"Kimsenin haberi yok. Nikahı önden kıydık. Düğün içinse az bir vakit kaldı." Dedim samimiyetle.

 

"Tarihi belli mi?" Venomun sorusuyla elimin altındaki ele sahip olan adamın öfkelendiğini hissettim. Bu sefer elini sıkı sıkı tutan bendim.

 

"Düğüne az kaldı."

 

"Üç gün sonra.

Üç gün sonra karım olacaksın. O gün gelip çattığındaysa seni asla bırakmayacağım."

 

"Üç ay sonra," dedim gözlerimi gözlerine dikerek. "Düğünümüz var." Diye devam ettiğimde kaskatı kesildi. "Eski bir dost olarak seni yanımda görmek isterim Venom."

 

"Eğer sen de istersen, bir ay sonra düğünüm var. Eski bir dost olarak seni yanımda görmek isterim Helen." Demişti.

 

Birbirine deli gibi aşık olan iki insanken, birbirini çok iyi tanıyan iki yabancıydık şimdi. Eski bir dost.

 

Nereden nereyeydi.

 

Parmağında yüzüğünü taşıdığım adama haksızlık edemem Venom. Bir türlü kendi içimde bitiremediğim ama bitmesi gerekendin ve bugün bittin.

 

Her anlamda.

 

"En iyisi ben sana evin anahtarlarını vereyim," dedim çantamdan anahtarı ararken. "Ben eve geçmekten vazgeçtim. Sen ne istersen alırsın. Ha? Bu arada, ocakta bir tencere karalahana sarması vardı. Ne zamandır atacaktım da bir türlü atamadım. Zahmet olmazsa onu da çocuklardan birine versen atsalar olur mu? Uzun zamandır kaldığı için mahvolmuş sarma." Anahtarı bulup ona uzattığımda duraksadı.

 

Elim hava da asılı kalırken, "Ocakta ne var dedin?" Diye sordu.

 

"Karalahana sarmasınımıymış neymiş," derken dilim dönmedi. Türk yemeklerinden birisiydi. İz benimleyken de sürekli yapardı. Herkes yerdi ama o bir tane bile ağzına atmazdı. Öylece bakar dururdu. "İz yapmış. Kazadan önceki gece olması lazım. Mutfakta bir şeylerle uğraşıyordu. Eve kimse uğramayınca da haliyle sarma da çöp oldu." Derken anahtarı eline tutuşturdum.

 

"Görüşürüz." Dedim onlara arkamı dönerken yolcu koltuğunun kapısını Ares benim için açtı. Açtığı kapıdan içeriye binerken, kapıyı bindikten sonra kapattı ve arabanın etrafında dolanarak sürücü koltuğunda yerini aldı.

 

Araba geri çıkarken arkasını kontrol etti. Hastanenin önünden uzaklaşmadan önce ikisinin de hala yerinde durduğunu gördüm.

 

 

  

 

İZGİ AŞAN

 

 

Avuçlarımın arasında bir kimlik. Üzerinde benim adım yazılı ama soyadı yabancı. Hiç kullanmadığım o soy ismi kullananlar tarafından hiç sevilmediğim kişilerin soy ismine sahip bir kimlik.

 

Yani hiç kimse.

 

Türkiye şartlarında ise, Cumhuriyet Savcısı İzgi Kara Alacahan.

 

Hayır.

 

Cumhuriyet Savcısı, İzgi Aşan.

 

Hayatım boyunca kaç isimde var olmaya çalıştım bilmiyorum. Kaç kimlikte, soy isimde mutluluğu aradım? Mutlak sadakati ve sevgiyi istedim bilmiyorum.

 

Tek bildiğim, Kara soyadının da Alacahan soyadının da bana getirdiği şeylerin artısı olduğu gibi daha çok eksileri vardı.

 

Gözlerim hastanenin bahçesindeki Helene kaydı. Ares arabasından inerken elinde tuttuğu beyaz zambaklar gözüme çarptı. Helen kollarını göğüsünde birleştirmişken onu görünce gülümsedi. Adımlarını ona doğru attı ve çiçekleri aldığında kollarını boynuna doladı.

 

Mutluydu.

 

"Evlenmişler." Yanı başımdan işittiğim sesle birlikte gözlerim varlığını unuttuğum Venoma döndü. Gözlerini mesken edinen acı onun için üzülmeme sebep oldu. "Doğru mu?" Diye sordu gözlerini ikisinin üzerinden ayırmadan.

 

"Doğru." dedim dürüstçe. Henüz düğünleri olmasa da alelacele nikah kıydıklarından haberdardım.

 

Gülümsedi.

 

Bomboş bir gülümsemeydi bu.

 

Tek temennim Helenin pişman olmamasıydı. Öfkeyle hareket edip bir hata yapmasını istemiyordum.

 

Başımda bir ağrı baş gösterdiğinde parmaklarım şakakalarıma baskı uyguladı.

Zihnimde son bir haftadır dönüp duran birkaç kelime vardı. O kelimler ruhumu yakıyordu.

 

"Ya bir şey olursa?"

 

"Başının çaresine bakarsın sen."

 

"Sen annenin kızısın." Dedi nefretle. "Aynı onun gibisin. Aynı hırs, aynı kin, aynı öfke!"

 

"İz?" Alinin sesi gözlerimi daldığım yerden çekmeme sebep olurken omuzumun üzerinden ona baktım.

 

Yeni duş almış olmalıydı ki saçları ıslaktı. Ensesine astığı havlu süs niyetindeydi. Yalandan saçlarını ovalardı ama asla kurutmazdı.

 

Hastaneden çıkalı birkaç gün olmuştu neredeyse. Helenle bana ait olan evde kalmıyordum. Oradan taşınmıştım. Zemonun evindeydim. Bizimle birlikte burada sadece Isabelle ve Ali kalıyordu.

 

Öyle istemiştim ve öyle olmuştu.

 

Her ne kadar Ali'nin varlığı Keskini rahatsız etse de şahsen ne düşündüğü hiç umurumda değildi. Eğer üzülmeyeceğimi bilseydi asla Ali'nin benimle kalmama izin vermeyeceğine emindim ama o da biliyordu.

 

Burada güveneceği tek adam Aliydi.

 

Isabellenin anlattığı bazı şeylere göre o avukat bozuntusu hala etrafındaydı. Gönderecekmiş bir de. Yalancının tekiydi!

 

Üzerimde beyaz bir eşofman takımı vardı. Ayağımda beyaz spor ayakkabılar varken, saçlarımı tepeden sıkı bir at kuyruğu yapmıştım.

 

Boyu uzamaya başlamış, boyanın rengi neredeyse tamamen akmış sadece uçlarında biraz sarılık kalmıştı. Uçlarındaki sarılık rahatsız ettiği içinde o kısmaları kesmiştim ama neredeyse küt olan saçlarım şu anda omuzlarıma değiyordu.

 

Yine gece kadar siyahtı saçlarım.

İçim kadar kara.

 

"Sıhhatler olsun." Dedim gülümseyerek.

 

"Erkencisiniz sayın savcım." Dedi karşımdaki kanepeye rahatça kurulurken. Üzerinde siyah bir tişört ve siyah bir eşofman vardı.

 

"Öğlen oldu Yüzbaşım." Dedim alayla. Gözlerim boynundaki havluya kaydı. "Saçlarını kurutmamışsın yine." Dedim kaşlarımı çatarak. "Sonra migrenin tutacak. Düzgün kurutsana."

 

"Gerek yok." Dedi kestirip atarcasına. "İyi böyle."

 

"Bir insan hiç mi değişmez!" Dedim sitemle. "Eskiden beri böylesin. Hep zorla kuruturdum saçlarını."

 

Buruk bir tebessüm etti. "Doğru," dedi manidar bir şekilde. "Elinde havluya peşimde dolandığını bilirim. Sonra ne hikmetse kurutmadan yapamadım zaten. O zamanlar sen vardın yanımda. Sürekli duştan çıkar çıkmaz dibimde bitiyordun. Bende alışmıştım. Sonra sen gittin. Bende kendim kurutmadım hiç." Dedi iç geçirerek. "Mesele saç kurutmak değil ya İz. Önemsenmek."

 

Derin bir iç geçirdim. Sandalyenin tekerleklerini kavradım ve yanına gittim. Ne yapacağımı anlamış olacak ki yarım bir tebessüm etti.

 

"Ver şunu." Dedim havluyu boynundan çekip alırken. "Çocuk gibisin yemin ederim! Hep aynı inat!" Dedim havluyla saçlarını kurutmaya başlarken.

 

Kırmak istemedim.

 

Eskiden bir ilişki içinde olabildik. O ilişki şu anda bitmişte olabilirdi ama Ali'nin yeri benden çok farklıydı.

 

Ne pahasına olursa olsun hep yanımdaydı. Çekinmeden, bıkmadan, usanmadan hep yanımda durmuştu.

 

Bu nasıl tarif edilir bilmiyorum. Eskiden çok sevdiğin birini artık o şekilde sevmemek ama onu bir dost gibi görmek demek sanki daha doğru gibiydi.

 

En azından onunla arkadaş kalmayı başarabildiğimiz için mutluydum.

 

Yaklaşık on dakikaya yakın bir süre saçlarını kurttum. Diplerindeki ıslaklığı tamamen aldım ve saçlarının nemli durmasına izin vermedim. Migreni tuttuğu zaman günlerce uyuyamadığı oluyordu. Zaten benimle uğraşıp duruyordu.

 

"Ali," dedim havluyu kucağıma bırakırken. Elleriyle saçlarını dağıtırken gözlerimin içine baktı dikkatle. "Ben sana yük olmuyorum değil mi?" Dediğimde kaşları çatıldı. "Ne bileyim, seni buna mecbur bırakmak istemiyorum. Sonuçta bütün hayatın benden ibaret değil. Sen bir askersin. Vatani görevinden alı koymak istemem seni. Eğer söylersen anlarım-"

 

"Bütün hayatım senden ibaret." Dedi dan diye. Gözlerinin içine bakakaldım. "Bir askerim evet. Görevim vatanımı korumak ki öyle de yapıyorum zaten." Dediğinde lütfen dercesine baktım ona. "Vatanımı, seni koruyorum." Dedi kendinden emin bir şekilde. "Kötü bir ayrılık geçirdik. Yıllar süren bir ilişkimiz vardı. Birbirimizi çok seviyorduk ki bu evlilikle bitecekti." Maziyi açması içimin sıkışmasına sebep oldu.

 

Bu yüzleşme şu an yaşansın istemiyordum.

 

"Çok hata yaptım biliyorum. Çok şey sakladım senden. Kendimi sakladım. Kırdım, üzdüm seni. Hiç yapmamam gereken bir şey yaptım. Üstelik sen benim için babanı bile karşına almışken, o nikah masasında beni beklerken benim öyle bir günde bunu yapmam büyük haksızlıktı ama yapmak zorundaydım." Dedi kalbimi deşen bir sızıyla.

 

Zorundaydım.

Mecburdum.

 

Elleri kucağındaki ellerimin üzerine sarıldı. "Ama ben gördüm İz." Gözlerinin acı kahvesi içime işledi. "Onun yanındayken gözlerinin nasıl parladığını, gözlerinin her yerde onu aradığını, nasıl mutlu olduğunu gördüm. Bu yüzden girmedim aranıza çünkü mutluydun ve senden mutluluğunu çalmış bir adam olarak ben sana bunu borçluydum çünkü biliyorum eğer aradan çekilmeseydim sen beni affederdin." Dediğinde gözlerimi kaçırdım. "Affederdin," dedi bilmiş gibi. "Affederdin, biliyorum."

 

"Ali ben seni affettim zaten." Dedim kucağımdaki ellerini dostça tutarak. "Ben affettim seni. Sana bir kırgınlığım, kızgınlığım yok. Benimde haksız olduğum yerler var ama o kadar zaman." Dedim iç geçirerek. "Üç sene yoktun. Üç sene öldü bildim seni. Seni sevmekten vazgeçmedim o zaman diliminde ama ölümünü unutmaya çalıştım. Siz, siz öyle bir oyun kurmuştunuz ki bana. Biliyordunuz cesedini görmeden inanmayacağımı. Biliyordun yetkilerimi kullanacağımı ve elinde sonunda öğreneceğimi." Derken bir hayli sakindim. "Morga girdim. Gördüm seni." Diye fısıldadım. "Buz gibiydin Ali. Ben o morgda sana yalvardım. Belki duyarsın diye yalanlardım, kalk dedim ama sen zaten duyuyormuşsun beni ama yine de sağır olmayı seçmişsin." Derin bir nefes daha alma ihtiyacıyla dolup taştım. "Ben her şeyi geçtim. Orada bana yaşattığını unutamam. Ben onu aşamadım Ali." Dedim sitemle. "Ben orada kaldım. Ben bir canımı orada bıraktım. Hani bana diyorsun ya nasıl kolay geçtin diye? Ben orada seninle birlikte kendimi de bıraktım. Ruhum orada seninle buz tuttu, seninle gömüldü. Sen bedenim sağ diye ben ölmedim mi sandın?"

 

Bir şafak vaktinde geldin bana.

Bir hazan vakti gittin.

 

Bende bir hazan vakti gittim senden işte.

 

"Haklısın," dedi suçlulukla. "Sinan senin haberini verdiğinde öleceğimi sandım bir an için. Zaman algımı kaybettim. Konduramadım İz. Nasıl dedim? Her gün gözümün önünde. Sesi hep kulağımda. Şimdi yok mu? Nasıl silinir ki bir anda dedim durdum kendime. Eğer beni aramasaydın, sesini duymasaydım o hastaneye sağ gelir miydim bilmiyorum ama ben senin haberini aldığımda sana yaşattığım şeyin ne kadar ağır olduğunun farkına vardım. Onun altından kalkamadım. Hiçte kalkamayacağım."

 

"Olsun," dedim sıkı sıkı ellerini tutarak. "Olsun Ali. Senin canın sağolsun. Şimdi buradasın bak. Eskisi gibi olamayacak olsakta seninle yanımda olman benim için çok değerli."

 

"Biliyorum." Dedi şefkatle.

 

"Sizede günaydın." Isabellenin sesi aramıza girdiğinde ellerimiz birbirinden ayrıldı. Üzerinde beyaz, mini bir gecelikle salonun ortasında dolaşıyordu. Bu hallerine ben alışkındım ama Ali her gördüğünde rahatlığı karşısında affallıyordu.

 

Ama şimdi baktığımda pekte umurunda değilmiş gibi duruyordu. Kanepede genişçe yayıldı ve başını koltuğun kolçağına yasladı.

 

"Hayırdır belle?" Dedim ona doğru dönerken. Elinde koca bir bardak suyla yanımıza geldi ve bedenini rahatça koltuğa bıraktı. "Güzellik uykundan ne uyandırdı seni?" Diye sordum alayla.

 

Normalde akşam beşe kadar yatardı. Bazen erken kalktığı da oluyordu tabii. Dengesiz bir uyku sistemi vardı. Bugün de yine erken kalktığı günlerden biriydi.

 

"Birkaç işim var dışarıda bugün." Dedi suyunu içerken. "Ekrenden halledeyim istedim. Akşam evde tek başına sıkılırsın."

 

"Ben varım yanında." Dedi Ali hızla. "Yalnız değil."

 

Isabelle gözlerini devirirken, "Sabah sabah gerçekten." Dedi. Ali'yle pek iyi anlaştığı söylenemezdi. "İşin yok mu bugün senin? Dün demedin mi akşam Sinanlara uğrayacağım diye Uraz için?" Dediğinde haklı olmalıydıki Ali sessiz kaldı.

 

Biraz daha iyi olana kadar Urazı görmek istememiştim. Yüzümdeki, çizikler ve kollarımdaki çürüklerin yarattığı korkunç manzarayı görmesini istememiştim ama Uraz beni görmekte ısrar ettiği için kıramamıştım da. Ali bu akşam üstü onu almaya gidecekti.

 

"Aklımdan çıkmış." Diye geveledi ağzının içinde.

 

Kapının ziliyle birlikte Ali ayaklanırken, "Ben bakarım." Demişti. Isabelle tavrından hiç ödün vermeden otururken Ali salondan çıktı ve uzun koridoru aşıp merdivenlerden aşağıya indi. Kapının açıldığının sesini duyduğumda, "Kimmiş?" Diye bağırdı Isabelle.

 

Ona kınarcasına baktığımda, Aliden bir cevap bekledim ama sesi çıkmadı.

 

"Ali!" Diye seslendi tekrar ama bir cevap alamadı. "Ben bir bakayım. Sesi soluğu çıkmıyor. Kal geldi herhalde her kiminle karşılaştıysa." Su bardağını masaya bıraktığında sehpanın üzerinden atladı ve koridoru geçti.

 

Merdivenleri inen adım seslerini duydum. "Kim gelmiş?" Dedi bir kez daha Isabelle. "Niye cevap vermiyorsun-" Sesi kesildiğinde kaşlarım çatıldı.

 

Herhangi bir ses bekledim ama bir süre sessizlik oldu.

 

"İz içeride mi?" Hectorun buz gibi sesiyle birlikte gözlerim kocaman açıldı.

 

"Hassiktir!" Dedim sitemle. "Kesin yanlış anladı." Derken dudaklarımı dişledim.

 

"Kimseyi görmek istemiyor." Dedi Isabelle de aynı soğuklukla. Sesleri tam duyabilmek için koridora doğru ilerledim ve merdivenlerin ağzında durdum. İnşallah kayıp düşmezdim. Bu sefer ölürdüm herhalde.

 

"Fizik tedaviye gidecek," dedi Hector. "Onun için geldim. İzi alacağım. Yukarı da mı?" Diye sordu. "Hazırsa aşağıda bekliyorum."

 

Bir süre sessizlik olduğunda, sessizliğin ardından kapı öfkeyle kapandı. "Ne bekliyorsun davetiye mi?!" Dedi Isabelle sinirle.

 

"Sen niye bugün bu kadar gerginsin?" Diye sordu Ali. Adım seslerini duydum. "Normalin bu da bugün dozu biraz arttırmış gibisin sanki." Derken onunla alay ediyordu.

 

"Sen bir sus! Karadul gibi çöktün kaldın üstüme!" Her ikisi de merdivenlerde belirdiğinde önce Isabelleyi gördüm. Sinirli hali gözümden kaçmazken, "Akşam görüşürüz İz." Dedi yanımdan geçip giderken.

 

Ali de hemen dibimde bittiğinde, "Nesi var bunun?" Diye sordu merakla. "Aşağıdaki adam sevgilisi miydi?"

 

"Hayır değildi." Dedim sıkıntıyla.

 

"Pek öyle gözükmüyordu ama?"

 

"Çok karışık Ali. Ben bile anlamıyorum bazen onları. Sen yardım etsene. Aşağıya inelim. Beklemesin daha fazla." Dediğimde sandalyeyi biraz geri çekti ve bir kolunu bacaklarımın arasından geçirerek, diğer elini de sırtıma yaslayarak bedenimi kucağına aldı.

 

Kollarımı boynuna dolarken merdivenleri kucağında indim. Girişe çıktığımızda kapıyı açamayacağı için elimi uzatarak ben açtım. Kapıyı geriye doğru iterken onun kucağında dışarıda buldum kendimi.

 

Hectoru arabasına yaslanmış bir şekilde görürken, etraftaki koruma ordusunun gözleri de üzerimize saplandı.

 

Hector benim için yolcu kapısını açarken istemesizce gözlerim onu aradı.

 

Genelde hep burada olurdu. Nereye gitmişti ki?

 

Ali bedenimi açık kapıdan içeriye bıraktıktan sonra emniyet kemerimi bağladım.

 

Hector kapıyı kapatırken arabanın etrafında dolaştı ve sürücü koltuğunda yerini aldı.

 

Arabayı çalıştırıp evin bahçesinden çıkardığında, "Keskin nerede?" Diye sordum merakla.

 

"Hastanede." Dediğinde gözlerim bıçak gibi üzerine saplandı. Kalbim korkuyla attı. Göğüs kafesim sıkıştı. Bir şey olmuş olma korkusu göğüsümü bir kurşun gibi delip geçti.

 

Hiçbir şey soramadım.

 

"Dün gece kaza yaptı." Dediğinde nefes alamadım. Bir oyuk oluştu kalbimde. İçi kanla doldu. "Arabası uçurumdan aşağıya yuvarlanmış."

 

 

Bölüm sonu.

 

Nasıl buldunuz?

 

Oy ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

 

Ayrıca hatırlatmak isterim finale yolumuz çok yok.💚

Loading...
0%