Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.Bölüm

@umay_6

Narkozsuz atılan dikişlerin sızısı sol göğüsümde kendine yer bulmuştu. Yeşil harelerime yerleşen kimsesizliğin kırkınlığı sol göğüsümde, sol avucumda, sol yanımda ve ruhumda kendine yer edinmişti.

 

Sanki bir ameliyat masasındaydım. Kalbimi yerimden söküp atmama sebep olan acıyı bir doktorun neşteriyle delik deşik ettiğini hissediyordum. Yoksa nefesimi kesen, gözlerimin dolmasına sebep olan ve genzime kadar ulaşan ama bir türlü atamadığım çığlıklarımın başka bir sebebi olamazdı.

 

Nikah salonundan çıktıktan sonra Keskinin arkadaşlarının zoruyla boğazda bir restoranda bir şeyler yemeye gelmiştik. Gerçi bazıları içiyordu da.

 

Bende içerdim. Arada ya da eskiden.

 

Zaten bazı şeyler hep eskide kalırdı.

Eski alışkanlıklar, eski dostluklar, eskimiş ama hatıraların olduğu sayfalar, satırlar, eski bir anısı olan fotoğraflar ve eski yaşanmışlıklar.

 

Üzerimdeki beyaz elbise üşümeme sebep olsada dışarıdan katı ve sert bir şekilde durduğum için kimse üşüdüğümü anlamadı. Karşımda, Sergen, Egemen ve gülerek kendi aralarında bir şeyler konuşan Simay ve Aylin vardı. Onlar Mecliste de sürekli iç içe oldukları için birbirlerini yadırgamadılar. Benin aksime. Douglas ve Sarpta yuvarlak masanın etrafına sandalyeye çekerek oturmuşlardı ve onlarla da yüz yüze bakarken Keskinle yan yana oturuyordum ve Keskinin hemen yanında da arkadaşları Hakan, Selim ve Meyra vardı.

 

"Eee İz?" Bakışlarını daldığım pencereden çekip bana seslenen Hakan çevirdim. Sarı saçları loş ışığın altında güneş gibi parlarken açık kahve gözleri benim üzerimdeydi. "Kendinden bahsetsen biraz."

 

Ruhsuz gözlerle Hakana bakarken, "Kendimden bahsetmemi istiyorsun yoksa hakkımda merak ettiğin şeyleri öğrenmek için mi sordun bu soruyu?" Diye sordum. Selim ellerini havaya kaldırdı ve gülerek sandalyesinin arkasına yaslandı.

 

"Sen yanmışsın kardeşim." Dedi alayla gülerek.

 

Meyra, Selime doğru eğildiğinde, "Dikkat et bende yakmayayım seni." Dedi kolunu dürterek.

 

"Vallahi ben bu herif evde kalır sanıyordum." Dedi Selim,alayla.. "Otuzuna dayandın nerdeyse, yeni mi geldi lan aklına evlenmek."

 

Yana doğru dönerken, "He bir de yaşlı birisiyle mi evlendirdiler beni?" Dedim alayla. Keskin kaşlarını çatarak bana baktı. "Ne?" Dedim. "Dayamışsın otuzuna merdiveni, bir de genç birisiyle evlenmişsin utanmadan." Dedim ortamı yumuşatmak için.

 

"Aramızda sadece iki yaş var." Dedi dik dik bana bakarak.

 

"Bu senin otuzuna merdiven dayandığın gerçeğini değiştirmiyor ama." Dedim imayla.

 

"Saçma sapan konuşma," diye homurdandı ağzının içinde. Dudaklarım konuşmak için aralanmıştı ki mekanın içinde bir şarkı sesi yükseldi.

 

"Aaa," dedi Meyra bize dönerek. "Dans etsenize hadi. Hali hazırda müzikte var."

 

Oturduğum yerde kıpırdanırken, "Gerek var mı ki?" Diye sordum.

 

"Ya zaten düğün yapmadınız yenge." Dedi Sergen araya girerek. "En azından beraber bir dans edin. Evlendiniz ya bugün! Niye dul kalmış kadınlar gibi kös kös oturup duruyorsun?!" Dediğinde diğerleri gülerken ona cins cins baktım.

 

Bu çocuk gerçekten gerizekalıydı.

 

"Ne gerek var Allah aşkına?" Dedim kaçmak için çırpınırken. "Oturuyoruz işte."

 

"Yok mu?" Gözlerim ağır ağır yanımdaki adamı bulduğunda buz sıcağı gözleriyle karşı karşıya geldim.

 

"Ne?" Dedim sorgu dolu bir sesle. Gözlerimi kırpıştırdım.

 

"Ne gerek var diyip duruyorsun ya papağan gibi." Dedi net bir sesle. "Gerek yok mu diyorum?"

 

"Var mı?" Diye sordum gözlerimi açarak.

 

"Yok mu?" Diye sordu bu sefer o da.

 

"Başkaları istedi diye dans edilir mi?" Kesik bir nefes aldım. Gözlerindeki boş mezar büyüdükçe büyüdü.

 

"Başkaları aracı oldu diye dans edilmez mi?" Dediğinde sertçe yutkundum. Sesindeki karanlığı etrafımı kara bir bulut gibi sardı.

 

Edilmez demek istedim ama masanın üzerindeki elimi kavrayıp bir anda ayaklandığında onunla birlikte ayaklanmak zorunda kaldım. Uzun, güçlü parmakları parmaklarımdan içeriye sızdığında avuçları avuçlarıma kapandı ve biz ayağa kalktığımız anda masadakilerim alkış ve ıslık sesleri zihnimdeki karmaşaya yansıdı.

 

Bir şey söylemek istedim, onun durmasını sağlamak için bir şeyler söylemek istedim ama tek yaptığım arkasından ilerlemek oldu. Avuçlarımda bir yangın varken, uzun ve kalın parmakları üzerimdeki beyaz saten elbisenin üzerine saplandı. Parmak uçlarındaki ateş buz tutan bedenimin ısınmasına sebep olduğunda bedenimi bedenine yasladı ve beni göğüsüne doğru çektiğinde diğer elim istemsizce havalandı ve omzuna kondu.

 

Avuçlarıma kapanan sıcak eli elimden ayrıldığında bir diğer eli de belime yılan gibi sarıldı ve bu kesik bir nefes almama sebep alırken gözlerindeki karakuyu derinleştikçe derinleşti ve buz sıcağı gözlerinin çatırdadığını gördüm. Diğer elim ensesini bulduğunda hareket eden adem elmasından yutkunduğunu anladım.

 

"Hep inat eder misin sen böyle?" Diye fısıldadı. Sıcak nefesi yüzüme çarptığında, müziğe ayak uydurarak hareket etmeye başladık.

 

"Hep ısrar eder misin böyle?" Diye sordum kirpiklerimin altından ona bakarak. Parmaklarımın baskısını şah damarının üzerinde hissettiğinde elbisenin kumaşından bile tenime gömüldüğünü hissettiğim parmaklarının sertçe bir baskı uyguladı.

 

"Ateşle oynuyorsun." Dedi dişlerinin arasından konuşarak. Kaşlarım havalandığında boynuna doladığım kollarım sıkılaştı.

 

"Yanmak seni korkutur mu?" Diye sordum gözlerimi gözlerinin en derinine diktiğimde o kuyu büyüdükçe büyüdü. Kara gözleri beni o kuyuya çekmek istercesine içime işliyordu ama ben zaten kör bir kuyunun dibindeydim.

 

"Yakan belliyse," Sesi bir rüzgar gibi yüzümden esip geçti ve suratıma çarpan dingin esinti huzurla dolmama sebep oldu. "Hayır." Dedi karanlığı yuva edinmiş sesiyle. "Yanmak beni korkutmaz." Üzerimde ki ışığı gölgesiyle kapattığında, karanlığına mahkum olmama sebep oldu.

 

Sanki beni biliyor gibiydi. Tanıyor gibiydi ve varlığımı yadırgamıyor gibiydi.

 

Başımı hafifçe geriye doğru atarken uzun boyundan ötürü kafamı kaldırmak zorunda kalmıştım. Kollarının arasında salınıp duruyordum.

 

Ruhuma uzanan elleri, cılız bir ışığı andıran yansımamı karanlığıyla örtüyordu.

 

Yeşillerim katran karası gözlerine saplı haldeydi. Gecenin karanlığında kör bir kuyuya düşmüş hissi yaratan kara gözleri, beni aydınlığa kavuşturmak için uğraşmayacaktı, biliyordum.

 

Karanlığı en büyük yıkımım olacaktı.

 

Şarkı ilerledikçe ilerledi. Bedenlerimiz birbirine yaslı haldeyken bu kadar yakınlık benim için çok fazlaydı. Tırnaklarım ceketine saplanırken, yüzlerimiz arasında bir karışık mesafe vardı. İkimizinde gözleri birbirine kenetli haldeydi. Ondan kaçmak başka tarafa bakmak için direniyordum ama öyle dikkatli bakıyordu ki gözlerimi gözlerinden ayırırsam yakalanacağımı düşündüm.

 

Ruhumu tanıyor biliyor gibiydi.

 

Müziğin sesi kesildiğinde parmaklarının tenimdeki baskısı yavaş yavaş geri çekildi ve kollarım boynundan çözüldüğünde alkış sesleri kulaklarıma ulaştı. Ona arkamı dönerken bizi masada gülümseyerek izleyen insanlara zorlukla da olsa gülümsedim.

 

Yerimi otururken, Keskin yanıma oturmadan hemen önce üzerindeki ceketi çıkardı ve omuzlarıma bıraktığında ceketine sinen sıcaklığı buz gibi tenimi kara bir çarşaf gibi örttüğünde kirpiklerim kısıldı ve yanıma oturan adama çevirdim bakışlarımı.

 

"Üşüdüğünde bunu dile getirmekten çekinme." Dedi kalın bir tok sesiyle. Sırtını sandalyesine yaslandığında kara gözleri ısrarla ona bakan yeşillerimi buldu ve gözlerinde ki boşluğa düştüğünü hissettim. "Neden öyle bakıyorsun?" Diye sordu sorgu dolu bir sesle.

 

Kurmuş dudaklarımı dilimle ıslattığımda, "Nasıl?" Diye sordum.

 

Yüzümü dikkatle incelediğinde, "Garip." Dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"Çok güzeldiniz!" Diye şakıdı Aylin. Gözlerimiz birbirinden koptuğunda bakışlarımızı ona çevirdik. Mavileri heyecanla parıldarken telefonuyla uğraşıyordu ve yüzünde bir gülümseme hakimdi. "Sizi videoya çektim. Instagramda da paylaşıp etiketledim az önce. Ama istersiniz diye videoyu da yolluyorum sizee!" Dedi bize bakma gereği duymadan telefonuyla birkaç dakika daha uğraştı ve ikimizin de telefonuna aynı anda gelen bildirim onun bizi hikayeye etiketlemesiyle oluştu.

 

Açık pencereden vuran soğuk saçlarımı uçuşturduğunda, üzerimdeki ceketi kavradı parmaklarım. Tırnaklarımı cekete geçirirken üzerime biraz daha sarındım ve gözlerimi karşıya diktim.

 

"İçeri geçelim istersen," Dedi, Karanlığa takla attıran sesiyle. Sorgu dolu, Gözlerim yeniden onu bulurken, "Üşüdün." Dedi.

 

"Gerek yok," dedim düz bir sesle. "İyi böyle."

 

Israr etmedi. Üzerimdeki gölgesi çekilirken, sandalyesinde rahatça oturdu ve içkisinden büyük bir yudum aldı.

 

Bütün geceyi sessizlik içinde geçirirken, robot gibi durmak ve sorulan sorulara cevap vermek dışında bir şey yapmamıştım.

 

Gecenin karanlığında o eve gittiğimde ise yanımda o yoktu.

...

 

Dün, yirmi altı yıllık hayatımda tek tük davetler dışında uğramadığım bir eve gelin gelmiştim. Yapmamam gereken bir şey yapmış, fevri hareket etmiş ve karar verirken bir kez olsun düşünmemiştim. İçimde bir yerlerde saklı kalan sesim avaz avaz pişman olacağımı haykırıyordu.

 

Adliye koridorlarında topuklu ayakkabılarımdan çıkan tok ses yankılanırken etraf sabaha nazaran fazla boştu. Mesaiye kalmıştım. Avuçlarımın arasında tuttuğum pembe kapaklı dosyanın şüphelileri bizzat odamın kapısının önünde yanlarında ki polis memurlarıyla beni bekliyorlardı.

 

Beni gören polisler yaslandığı yerden doğrulurken şüphelilerin tedirgin bakışlarının hedefi olmuştum.

 

"Sırayla ifadeye alacağım hepinizi," dedim. Odama girdiğimde oturduğu yerden ayaklanan Hasanı gördüm. Sandalyeme otururken polis memurunun karşıma getirdiği orta yaşlardaki adama baktım.

 

"Evet," Derin bir nefes aldım. "Neden öldürdün kız kardeşini." Dedim bir anda. Açık sözlülüğüm karşısında şaşkınlıkla bana bakarken bakışları avukatını buldu.

 

"Savcım?" Bakışlarım avukat Arda Akmanı buldu. Meslek hayatım boyunca onun kadar iğrenç birisini görmemiştim. Her türlü pis işte parmağı vardı. Avukatlığını yaptığı hiç kimse masum değildi. "Biraz yavaş mı olsak? Önce neden burada olduğumuz hakkında bizi aydınlatsaydınız." Gözlerimi devirdiğimde söylediklerini umursamadım.

 

"Ben kimseyi öldürmedim." Diyen adama baktım.

 

"Herkes başta senin gibi kimseyi öldürmediğini iddia eder," dedim buz gibi bir sesle. "Sonra ardı arkası kesilmeyen deliller, itiraflar ulaşır elime. Bir bakmışsın sabaha kalmadan kendini hapishanede bulmuşsun. Bu işler böyledir. Elbet çıkar kokusu sen merak etme." Yutkundu. "Sana tavsiyem beni uğraştırmaman."

 

"Neden öldürsün ki kız kardeşini?" Diye araya girdi Arda. "Üstelik kız kardeşi. Sizce de biraz abartmıyor musunuz sayın savcım?" Kaşlarım havalandı. "Elinizde müvekkilimi suçlu gösteren bir delil var mı?" Diye sordu. "Ben söyleyeyim yok! Öyle kulaktan dolma laflarla bizi uğraştıracaksınız biz yavaştan kalkalım."

 

"Avukat," dedim sertçe. "Benim sabrımı sınama. Sen beni bilirsin ben seni bilirim. Sence ben kulaktan dolma laflarla hareket edecek birisi miyim? Velevki yaptım." Alayla güldüm. "Bunun için sana hesap mı vereceğim? Şüpheli buldum ifadesini alıyorum."

 

"Estağfirullah savcım." Dedi hızla."Ben öyle d-"

 

"Madem müvekkilin suçsuz seni tedirgin eden nedir o zaman?" Bakışları kısıldı. "Ya da müvekkilini korkutan nedir?" Dediğimde bakışları müvekkilini buldu.

 

Açılan kapıyla birlikte bakışlarımız gelen memuru buldu.

 

"Sayın savcım," elindeki dosyayı bana uzattı. "Maktulün üzerindeki kıyafetler ve olay yerinde bulunan parmak izleri."

 

"Tamam çık sen."

 

Göz gezdirdiğim fotoğrafları avukata uzatırken bakışlarım raporlarda gezindi. "Cebinden çıkan anahtarda parmak izin var. Ayrıca maktulün tırnak aralarında DNA'na rastlanmış." Zaten gergin olan vücudu daha da gerildi. "Peki ya bu fotoğraflar? Bunları nasıl açıklayacaksınız?"

 

"Evden çıkmadan önce tartıştık biraz," diye söze başladı.

 

"Vücudunda ki darp izlerinin sebebi bu tartışmada mı oluştu?"

 

"Öfkeli bir insanım. Sinirlerime hakim olamıyorum. Daha önce de bu tip kavgalarımız oldu. Darp ettiğim gerçeğini sizden gizlemeyeceğim ama ben yapmadım." Yaşlarla dolan bakışları beni buldu. "Yemin ederim ben yapmadım. Tamam anlaşamazdık, kavga ederdik sürekli ama ben onu nasıl öldürebilirim? Kardeşim o benim."

 

"Lan dövüyormuşsun ya!" Diye bağırdım. "Ölmeden saatler önce öldüresiye dayak yemiş. Hadi bunu sen yaptın onu geçtim kanında bulunan yüksek dozda uyuşturucuyu nasıl açıklayacaksın?"

 

"Savcım ileri gidiyorsunuz."

 

"Kes," dedim hiddetle. "Ben sözümü bitirdim mi? He?" Sessiz kaldı. "Bu saatten sonra bir de nerede nasıl, ne zaman konuşacağını mı öğreteyim sana avukat!"

 

"Elinizde bulunan deliller müvekkilimi şu anda şüpheli gösteriyor olabilir ama bu onu katil yapmaz. Elinizde hala kız kardeşini öldürdüğüne dair somut bir delil yok. Bizi boşuna oyalıyorsunuz."

 

"İstersem sabaha kadar alırım ifadesini," dedim ökeyle. "Sende oturup paşa paşa bekleyeceksin." Bakışlarım yeniden adamı buldu. Adını da unutmuştum zaten. Masanın üzerindeki başka bir raporu önlerine atarken, "Müvekkilinizin madde bağımlısı olduğu gerçeğini ne yapacağız peki avukat bey?" Dedim alayla.

 

"Geçmişte," diye düzeltti. "Geçmişte madde bağımlısıydı."

 

"Yapılan kan testlerinde hala madde kullandığını kesinleşti avukat bey," dedim. Oturduğum yerde geriye doğru yaslandım. "Belli ki bu böyle uzayıp gidecek. Müvekkiliniz de henüz suçunu kabul etmediğine göre bu gece kendisini misafir edelim. Belki de bir çok gece misafir edebiliriz kendisini ha ne dersiniz?"

 

"Yapmayın Sayın Savcım," dedi Arda hızla. "Elinizde müvekkilimin katil olduğuna dair somut bir delil yok."

 

"Ama kendisini şüpheli gösteren hatta katil gösteren bir sürü delilim, sebebim var." Dedim tersçe. "Bakın buraya!" Diye seslendim. Kapı anında açılırken polis memuru aralıktan gözükmüştü.

 

"Şüpheliyi bu gece misafir edelim, ayrıca avukatı dışında hiç kimseyle görüşmeyecek. Ben göz altı süresi bitti demeden de çıkartılmayacak." Dediğimde memurlardan birisi şüpheliyi tutuklarken Arda öfkeyle dışarıya çıktı.

 

"Anca gidersin, yürü!" Diye yükselen Hasan'a baktım. "Savcım sana hava bile aldırmaz buralarda. Pabucumun avukatı!" Bakışlarımı fark etmesiyle yerine sinerken gülmeden edemedim.

 

"Hadi bize iki çay kap gel. İçimiz ısınsın."

 

"Hemen Savcım." Oturduğu yerden ayaklandığında hızla odadan çıkmıştı. Dışarıdan gelen sesleri aldırmamaya çalışarak önümdeki kağıtlara odaklandım.

 

Başka bir şüpheli yine Ardayla birlikte içeri girince sıkıntılı bir nefes koyverdim.

 

Bu gece baya uzun olacaktı.

 

...

 

İçinde bulunduğum araç Alacahan malikanesinin ihtişamlı bahçesinden içeriye girdiğinde bahçede hemen orta da bulunan küçük Çeşme havuzu gözüme çarptı. Oldukça büyük bir bahçesi vardı. Her yer yemyeşil ve güzel çiçeklerle doluydu.

 

Şöförüm Aybars, arabayı durdurduğunda kendimi dışarıya attım. Gün yeni yeni ağarıyordu. Saat sabahın altısıydı. Bütün gece karakol, adliye, olay yeri arasında gidip gelmiştim. Yorgunluktan ölüyordum.

 

"Hoş geldiniz İz hanım." Hemen yanımda beliren İdil Çakanın buz mavisi gözleri üzerimdeydi. "Keskin bey arka tarafta, dilerseniz yanına geçin." Diye emrivakide bulunduğunda kaşlarım çatıldı.

 

Adımlarım durdu. "Sebep?"

 

"Kendisi saatlerdir beri size ulaşmaya çalışıyor. Geldiğinizi haber verirseniz iyi olacaktır." Kaşlarım çatıldı.

 

"Yorgunum, sen kendisine geldiğimi haber verirsin." Adımlarım malikaneden içeriye girdiğinde içerinin sıcaklığı soğuktan diken diken olan tüylerimin gevşemesine sebep oldu. Gergin vücudum gevşedi.

 

Adımlarım salonu bulurken yorgun vücudum bütün ağırlığıyla kanepede yerini buldu ve kapanmaya hazır olan gözlerimi kirpiklerim örttü. Ellerimi kucağımda birleştirirken biraz olsun soluklanmak istedim.

 

Gittikçe yaklaşan adım seslerini işittim. Karanlığın içinde, sessizliği mesken edinmiş kendinden emin ve tok sesli asker adım seslerini andıran ve belli bir ritim ve düzende ilerleyen adım seslerini.

 

Bir, iki.

 

Bir, iki.

 

Kapanan kapının tok sesi sessiz evde yankılanırken bol bol sabır diledim.

 

"Dün geceden beri nerdesin sen?!" Tok ve erkeksi sesi kulaklarıma ulaştığında göz kapaklarım ağır ağır aralandı ve bir çift kara gözle karşı karşıya geldim. Kalbim, göğüsümün altından hareketlenerek kaburgalarıma sert bir tekme geçirdiğinde katran karası gözlerinde lahzanın içinde kaybolduğumu hissettim.

 

Katran karası gözleri, yorgun bakan yeşillerime öfkesini kuşanarak baktı. Uzun kirpiklerinin çerçevelediği gözlerinin güzelliği tapılasıydı.

 

Üzerinde ona çok yakışan lacivert bir takım elbise vardı. Gözleriyle büyük bir uyum içinde olan katran karası saçları dağınıktı. Kemikli ve sert çehresi gergin gözüküyordu. Gözlerinde ki ifadenin beni alev alev yakacağını hissettim.

 

"İşlerim vardı." Dedim buz gibi bir sesle.

 

Kaşları alayla havalandı. "İşlerin vardı öylemi?" Diye sordu. "O halde o siktiğimin telefonunu ne diye açmıyorsun o zaman!" Kaşlarım çatıldı. Sesindeki düz ve sert tını kanımdaki öfkenin kaynamasına sebep oldu.

 

"Bağırma bana!" Dedim sertçe.

 

"O telefonun niye kapalı İzgi?" Sesi durgun ve düzdü. Gözleri ise dipsiz, tekinsiz bir karanlıktan ibaretti.

 

Ruhum onun gözlerinin ardında saklıydı. Gözlerinde parlayan yansımam kalbimin duraksamasına, bazense zihnimdeki seslerin susmasına sebep oluyordu.

 

Gözlerine bakmak, sebepsizce huzur veriyordu.

 

"Sana telefonlarını açacağımı düşündüren şey neydi merak ediyorum açıkçası?" Diye sordum. Öfkeyle soludu. "Canım istemedi. Bende açmadım."

 

"Başlatma canına!" Diye yükseldi. "Senin canının istemediği öyle şeyler yaparım ki karşımda aptal cesaretinle bana diklenirken bir daha karşımda bana ağzını açmaya çekinir hale gelirsin!" Göz bebekleri genişledi.

 

"Denesene!" Dedim hiddetle, yerimden ayaklanırken karşısında dikildim. "Sıksana canımı sen benim bir. Bak bakalım o zaman canı sıkılan sen mi oluyorsun ben mi oluyorum?!" Dedim sertçe.

 

Öfkesinin beni alev alev yakacağını hissettim.

 

"Sen süzme salaksın ha?" Dedi alayla. "Bu kafayla nasıl Savcı oldun onu da anlamıyorum!"

 

"Nasıl olduysam oldum! Sanane bundan!" Diye bağırdım avaz avaz.

 

"Kim olduğunun farkına var artık!" Diye gürlediğinde irkildim. "Basit bir cumhuriyet savcısı değilisin. Bir Alacahansın. Benim karımsın. Her Allah'ın günün namlunun ucunda dururken ve düşmanlarımın hedefi bizzat senken öyle laylaylom yaşayamazsın!" Çenesini öyle bir sıkıyordu ki, birbirine bastırdığı dişleri kemikli yüzünün daha çok ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Elmacık kemiklerinin altında kalan çukur sert bir soluk vermesiyle içe çöktü.

 

"Kâğıt üzerinde bir evlilik!" Dedim öfkeyle. "Bir hükmü yok!" Ne sanıyordu? Hiç sesimi çıkarmqyıp öylece durmamı mı?

 

"Doğru!" Dedi sert bir sesle. "Biz seninle kağıt üstünde evliyiz! Ve bir kağıt parçasının getirisi olan sen, kağıt üzerinde benim neyim olursan ol aslında hiçbir şeyimsin!"

 

Zihnimdeki mahzen darmaduman oldu. Söyledikleri beni sadece incitmedi. Kırdı, o kırıklar un ufak oldu. Beni, Paramparça etti.

 

Nefret ettiğim bir adamın sözlerinin beni kırmamaması gerekiyordu. Sonuçta bir oyun oynuyordum. O oyunda bana güvenmesi ve inanması için ne yapmam gerekiyorsa onu yapacaktım.

 

Yara almam gerekiyorsa o yarayı kabullenecek ve alacaktım.

 

Sözleri içime otururken zorlukla yutkundum. "O zaman umursama!" Dedim sesime ulaşabildiğimde.

 

Bana doğru bir adım attığında, uzun boyundan ötürü başımı geriye atmak zorunda kalmıştım. Kara gözleri bir Karakuyu gibi genişledikçe genişledi. O kuyuya beni haps etmek ister gibi baktı. "Umursadığım sen değilsin, soyadım." Dediğinde buz kestim. "Ve sen, benim soyadımı taşıdığın sürece, seni görmezden gelmem imkansız."

 

O kırık cam parçaları kalbime battı. Ruhumu deldi. Küçük ama derin kesikler bıraktılar ruhumda.

 

Henüz bir kaç gündür tanımadığın adamın sözlerini bu kadar umursama. Dedi içimdeki ses. Ama canımı yakıyor. Çok canımı yakıyor.

 

Yıllarca sevdiklerin tarafından umursanmadın. Hep gözlerinin içine baktın seni görsünler diye. Seni görmezden gelip umursamamları hala yirmi altında bile canını yakıyorsa bir yabancının sözleri seni sadece kırmaz, mahveder.

 

Bir adım gerilediğimde ona arkamı döndüm ve az önce öfkeyle ayaklandığım kanepeye tekrar çöküp bacak bacak üzerine attığımda kaşları havalandı.

 

"Abartmıyor musun sence de? Babam da bir meclis üyesiydi, her gün namlunun ucunda yaşar dururdu senin gibi ama hiçbir zaman o namlunun hedefinin ailesine dönmesine izin vermezdi." Dedim, ifadesiz bir ses tonuyla. "Senin ailenin koruyamıyor olman benim suçum değil!" Dediğimde katran karası gözlerinde varlığımın gözlerinde ki mezara gömüldüğünü gördüm.

 

Bu, nabzımın hızlanmasına sebep oldu.

 

"Anlamak mı istemiyorsun yoksa bilerek mi yapıyorsun bilmiyorum." Dilini ağzının içinde yuvarladığında adem elması bana görsel bir şölen sundu. "Ben o masa da oturan bir meclis üyesi değilim." Sesindeki Karanlık ton gözlerinin aynasıydı. "Ben o Meclisin, direnişin ta kendisiyim İzgi." Yutkunamadım. Karanlığın elleri boğazıma sarıldı."Bu zamana kadar o namlu size çevirlemdiyse de bu benim sayemde. Bir Kara olarak belki tehdit altında olmaya bilirisin ama benim karım olduğun sürece her daim o namlunun hedefinde olacaksın." Sözleri içimde bir zelzeleye sebep oldu. "Söylediklerim seni endişelendirmesin." Dedi, korktuğumu bilir gibi. "İnan bana seni korumak için her şeyi yapıyorum ve seni koruyacağım da. Benim sözüm senettir." Derin bir nefes aldı. "Ve ben seni yaşatmak için seni o namlunun hedefinden çekmek için her şeyi yapacağım." Dedi yemin eder gibi.

 

"Benden ne istiyorsun?" Sesim düz ve toktu. Bakışları üzerimde kalçalarımın hemen altında biten lacivert eteğin açıkta bıraktığı bacaklarımda, beyaz çizmelerimde, kalın askılı lacivert bluzumda, sıkı bir at kuyruğu yaptığım siyah saçlarımda, açıkta kalan gerdanımda gezindi ve en son yeşillerimi buldu. Ama bunların dışında bakışları kan kırmızısına boyadığım dolgun dudaklarımda bir hayli fazla oyalandığında tekrar gözlerime baktı. "İstemediğim,sevmediğim, nefret ettiğim bir adamla evlenmeye mecbur bırakıldım. Her şey normalmiş gibi davranmamı bekleme benden."

 

Kirpikleri kısıldı.

 

"Senden bunu beklemiyorum," dedi karanlığın içinden gelen bir sesle. "Senden bunu yapmanı istiyorum." Dediğinde nabzım hızlandı. "Madem ikimizde istemediğimiz bir evliliğe mecbur bırakıldık o halde hamlemizi ona göre oynayacağız, dışarıda birbirini seven mutlu ve yeni evli bir çift gibi." Dediğinde dikkatle onu dinledim. "Ama şu eşikten içeriye adımımızı attığımız an iki yabancıyız seninle."

 

"Seni sevindiğime kimse inanmaz." Dedim buz gibi bir sesle. "Buz tutan kalbimi ısıtan hiç kimse olmadı şu zamana kadar."

 

Bir zamanlar vardı. O adam sadece kalbimi ısıtmamış, beni yalancı ışığıyla kandırmış kalbimi bir karanlığın içine haps etmiş. Ayazın soğuğunda buz tutmasına sebep olmuştu. Bir zamanlar kalbimi ısıtan da buz tutmasına sebep olan adamda aynı kişiydi.

 

"Sana," dedi. Gölgesi üzerime devrildi. "Hayatıma bile almak istemediğim bir kadını seveceğimi düşündüren şey neydi merak ettim?" Dediğinde bir şey bekledim.

 

İçimde bir yerlerin yerle yeksan olmasını ruhumun açıdan çığlık çığlığa bağırmasını kalbimin un ufak olmasını hissetmeyi bekledim.

 

Hiçbiri olmadı.

 

Kurumuş dudaklarımı dilimle ıslatırken, "Hiçbir şey." Dedim düz bir sesle. "Başka bir şey yoksa dinlenmek istiyorum. Yorgunum."

 

"Emrine verdiğim korumaları sorgusuz sualsiz kabul etmeni. Her adımın hakkında bilgi vermelerini istiyorum. Seni ne zaman ararsam arayayım o telefonunu açacaksın. Biri seni tehdit mi etti ilk bana söyleyeceksin. Birinden mi şüphelendin gelip bana anlatacaksın." Kaşlarım gittikçe çatıldı. "Canını sıkan olursa bana söyleyeceksin. Emredeceksin canını sıkanın canını alacağım. Anlaşıldı mı?" Sesinde, infazın emaresi vardı.

 

Dalga geçiyordu sanırım. "Hı hı," dedim gülerek. "Tasma da tak istersen. Böyle pek güvende olmamıştır." Kaşları havalandı.

 

Yüzü ciddileştiğinde, "Tasma fena fikir değilmiş." Dediğinde gözlerimi devirdim.

 

"Ama unuttuğun bir şey var Keskin," karşımda ki koltukta yerini alırken merakla bana baktı. "Bu saydıkların zaten kendimi bildim bileli hayatımda var olan şeyler. Benim için pek bir değişiklik olmayacak belki ama en azından babamın göstermediği anlayışı senin göstermeni istiyorum." İstemesizce gerildim. Belki de kimsenin yapmadığı bir şeyi yapıyordu şu anda. Beni dikkatle dinliyor söyleceklerimi merakla bekliyordu. "Hayatım boyunca birilerini gölgelerini üzerimde hissettim hep, sürekli izleniyor olmak her hareketimin rapor ediliyor olması her zaman huzursuz etti beni. Sana korumaları tamamen çek demiyorum ama varlıklarını bana hissettirmememelerini istiyorum. En azından bunu yapabilirsin." Derin bir nefes aldım. "Madem kâğıt üzerinde bir evlilik. O zaman öyle ilerlesin."

 

Bir süre, hatta uzunca bir süre sessiz kaldı. Sessizliği gittikçe sabırsızlanmama ve huzursuz olmama sebep oldu. Kara gözlerini okumak her şeyden daha zordu.

 

Bu oyun sandığımdan daha sancılı geçecekti.

 

"Sen nasıl istersen." Dediğinde rahat bir nefes aldım. İdilin ve adını bilmediğim ama yüzüne aşina olduğum koruma birlikte salonun girişinde gözüktü.

 

"Keskin," dedi İdil adımlarını içeriye doğru atarken parmaklarının arasında tuttuğu dosyayı fark ettim. "Biraz konuşabilir miyiz?" Kaşlarım sorgular bir şekilde havalandı. Bakışlarım boydan boya cam olan duvarı bulduğunda günün ağardığını fark ettim. Birazdan kahvaltı için herkes aşağıya inerdi.

 

"Sen niye geldin?" Diye sordu korumaya İdilin sorusunu görmezden gelerek. "Sonra İdil." Diye kestirip attı.

 

"Dün akşam İz hanıma bir zarf geldi." Elindeki kahverengi zarfı havaya kaldırdığında yüzeyindeki kırmızı damga gözüme çarptı. Siktir siktir. "Kendisine teslim etmem özellikle istendi."

 

Adımlarını bana doğru atarken zarfı bana uzattığında hızla aldım ve açılıp açılmadığını kontrol ettim. Açılmamıştı.

 

Operasyonun bilgilerinin ve detaylarının olduğu, Ankaradan bana gönderilen bir zarftı.

 

"Zarfı getiren kişi bilmem gereken başka bir şey söyledi mi?" Diye sordum, merakla. Bir elçi gelecek diye biliyordum. Eğer geldiyse mutlaka söylemesi gereken şeyler olacaktı. Neden geldiğini haber vermemişti?

 

"Hayır." Dedi hızla, yanıtlayarak. "Sadece, özellikle size iletmem gerektiğini belirtti." Dediğinde içimdeki huzursuzluk dağıldı.

 

Muhtemelen verdiği zarf asıl zarf değildi. Buraya kadar gelip o zarfı bana elden vermeden asla gitmezdi. Bu kadar önemli bir operasyonun bilgilerinin içinde olduğu zarfı onun korumasına teslim edecek kadar da aptal değildi.

 

"Pekala, söyleceğin başka bir şey yoksa çekilebilirsin." Başını sallayarak onayladığında merdivenleri yıka yıka inen ayak sesleri kulaklarıma uyandı.

 

"Herkese günaydınnn!" Diye bağırıyordu avaz avaz. Aylin... Ne yapıyordu? "Günaydınnn! Benim canım, güzel Ailem! Bugünde sizleri varlığımla şereflendiriyor ve ışığımla gününüz aydınlatıyorum!" Kollarını etrafında açmış döne döne attığı kahkahalarıyla salona girdiğinde ona yaratık görmüş gibi baktım. Bu kız iyi değildi.

 

Bizi fark etmesiyle yüzündeki gülümsemesi gittikçe büyüdü. "Herkese gü-nay-dın!"

 

"Bağırma Aylin, bağırma!" Diye bağırdı Keskin. Gülümsedim. Yüksek sesten rahatsız olmuşa benziyordu.

 

"Sabah sabah ne bu haller! Gözünü açar açmaz acaba bugün abimi nasıl delirtsem diye mi düşünüyorsun?" Dedi sinirle. Bağırmasından rahatsız olsada neşeli hali yumuşamasına sebep olmuştu.

 

"Ay abi sende varya," dedi bıkkınlıkla, yanıma doğru gelirken. "Sevinsem suç, ağlasam suç, bağırsam suç. Ne yapayım istiyorsun anlamıyorum ki?"

 

"Yalnız değilsin." Diyerek ona katıldığımda Keskinin öfke dolu bakışlarının hedefi olurken kaşlarım havalandı.

 

"Şansını zorluyorsun." Dedi sert bir sesle.

 

Dudaklarımı büktüğümde bakışları kısa bir süre orada oyalandı. "Zorlarsam ne olur?" Diye sordum kışkırtıcı bir sesle.

 

Yaslandığı yerden doğrulurken kollarını dizine yasladı ve öne doğru eğildiğinde katran karası bakışlarının karanlığı yutkunmama sebep oldu. Gözleri... Anlatamayacağım kadar çok güzeldi.

 

Gözlerinin etrafını çerçeveleyen kirpikleri kısıldığında, "Bilmek istemezsin." Dedi tok ve erkeksi sesiyle.

 

"Hakkımda belki de ilk kez yanıldın," dedim. Katran karası gözlerinde bir yangın başladı.

 

"Beni yanıltmaya devam et o zaman sevgili karıcığım çünkü ben seni yanıltmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim." Bir anda söyledikleri ona bakakalmama sebep olmuştu. Oturduğu yerden ayaklandığında bakışlarımız arasındaki bağı kopardı ve adımlarını salonun dışına doğru attı. "Gidelim İdil."

 

Heybetli görüntüsü gözümün önünden kayboldu.

 

Karıcığım mı?

 

Arkasından tip tip bakarken, Aylinin yüzündeki geniş gülümseme yüzümü buruşturmama sebep oldu.

 

...

 

 

 

Dudaklarıma sürdüğüm kahve tonlarında rujumu tamamladığımda makyaj masasının önünden ayrıldım.

 

Üzerimde straplez, bütün vücudumu saran dar krem rengi bir elbise vardı. Etek kısmı hafif bollaşıyor ve ve belindeki ipleri elbisenin üzerime tam oturmasına sebep oluyordu. Etek kısmı hafif bollaşarak aşağıya inerken kalçalarımın hemen altında bitiyordu. Uzun bacaklarım tamamen ortadayken giydiğim kahverengi topuklular uzun bacaklarımı gözle önüne sermiş aynı zamanda elbiseye çok yakışmıştı. Güzel bir duş almış hafif bir makyajla yetinirken nemli saçlarımı kalın bir maşayala içim gide gide maşalamış perçemlerimi serbest bırakmıştım. Gold renginde ama kayışı kahverengi olan bir saat, bilezik ve küpeleri de taktıktan sonra hazırdım.

 

 

 

(Bu şekilde düşünebilirsiniz ballarım.)

 

Son kez kendimi kontrol ettikten sonra odadan çıktım ve adımlarım yemek salonuna inen merdivenleri buldu.

 

Topuklu ayakkabılarımdan çıkan tok ses evde yankılanırken aşağıda gelen sesleri işittim. Yemek salonundan içeriye girdiğimde herkesin masada olduğunu gördüm.

 

Masada bulunan gözler üzerime saplandığında gözlerim ilk onun Katran karası gözlerine uğradı. Gözlerinde düz bir ifade hakimdi.

 

"Kusura bakmayın geciktim." Ben oturmadan sandalyem Keskin tarafından çekildiğinde, "Teşekkür ederim." Dedim ve yerime oturdum.

 

"Keşke dinlenseydin canım," diyen Berna Alacahana baktım. Yüzünde sıcak bir tebessümle bana bakıyordu. "İşten geldin. Yorgunsundur şimdi." Dedi şefkatle.

 

"Alışık olduğum şeyler Berna hanım," dedim, gülümseyerek. "Kahvaltıdan sonra dinlenirim merak etmeyin."

 

"Savcılık çok mu zorluyor?" Diye sordu. Tabağıma kahvaltılıklardan koyarken sorularına cevap verdim.

 

"Her mesleğin kendine göre zorlukları vardır. Ben halinden memnunum. Bu döngüyede hayli uzun süredir alışığım ve alışkanlık edindiğim şeyleri bir türlü bırakamamak gibi bi huyum var maalesef." Dedim, peyniri kesip ağzıma atarken. Bir yandan konuşuyor bir yandan yemek yiyordum.

 

Fark ettiğim şey ben gelmeden önce hiç kimsenin kahvaltıya başlamamış olması ama ben geldikten sonra onlarında kahvaltıya başlamasıydı. E bir zahmet. Evin tek gelini hem de büyük gelinisin! Sen yine nerelere gittin geldin acaba?

 

"Savcılığı bırakmaya niyetin yok yani?" Ortamda buz gibi bir sessizlik hakim oldu. Gözlerim bıçak gibi Berna Alacahana saplandı.

 

Çatalımı gürültüyle tabağa bırakırken hepsinin gözleri üzerime döndü. Kaşlarım çatıldı. "Anlamadım? Bu sizi rahatsız mı etti?" Sesim buz, bakışlarım dümdüzdü. Bu soruyu daha önce de sormuştu. "Davette de bundan bahsetmiştiniz. Halbuki size gereken cevabı vermiştim ama sanırım siz, mesleğimden ötürü bir rahatsızlık duyuyorsunuz herhalde?"

 

Keskinin gözlerini üzerimde hissettim ama ona bakmadım.

 

Göz bebekleri büyürken,"Hayır tabii ki," dedi aceleyle. "Sadece merak ettim. Savcılığı bırakmamaya bu kadar kesin bakmanda ki sebebi. Tamamen yanlış anlaşıldım sanırım." Dedi kendini açıklama ihtiyacına girerek.

 

"İnsanlar hayatının bir parçası haline gelmiş olan şeylerden kolay kolay vazgeçemezler Berna hanım," dedim, düz bir sesle. "Savcı olmak benim en büyük hayallerimden birisiydi ve ben babamın da desteğiyle bunu başardım. Kısacası binbir zorlukla kavuştuğum hayalimin peşini bırakmaya niyetim yok." Dedim kesin bir dille. "Hayatımın bir parçası haline gelen mesleğimi kaybetme düşüncesi bile benim için yeterince korkunçken bunu bile isteye asla yapmam."

 

"Peki mesleğini kaybetmemek için herkesi harcar mısın?" Diye sordu Sergen. Bakışları merak doluydu. "Makamın için, savunduğun adaletin için yapar mısın böyle bir şey?"

 

"Bir an bile tereddüt etmem," Sesim kendinden emin ve netti. "Karşımda ki canımdan kanımdan olsun fark etmez. Söz konusu adaletin keskin kılıcıysa onu karşımdakine doğrultmaktan çekinmem."

 

Keskinin bakışlarını profilimde hissederken ona bakmadım. Bütün odağım karnımı doyurmak olurken masada derin bir sessizlik hakimdi ve bu sessizlik gerilmeme sebep oluyordu.

 

Evimde hiç böyle değildi.

 

Mesleğim, onlar için bir tehditti ve belki de kendileri için tehdit oluşturan birisini gelineleri olarak istemiyorlardı.

 

...

 

Hayat bazen bize istemediğimiz seçimler yapmak zorunda bırakabiliyordu. Kimi iyiliklerle kimi keşkelerle dolu. Benim hayatında hiç İyiki diyebileceğim bir şey yoktu. Keşkelerle dolu bir hayata göz açmıştım ve keşkelerle dolu bir hayata göz yummak istemiyordum. Görevim bittiğinde keşke demek istemiyordum. Pişman olmak, vicdan azabı çekmek istemiyordum.

 

Ruhumdaki kasvet beni huzursuz ederken düşünmeden edemiyordum. Sırf o namlunun ucu beni bulmasın diye çabalayan bir adama,silahımın namlusunu doğrultabilecek miydim? Beni yaşatmak için çabalayan adamı yapacağım ihanetimle yıkabilecek miydim?

 

Sorularımın kendi içimde belki bir cevabı yoktu ama bildiğim bir gerçek vardı.

 

İstesem de istemesem de makamıma ihanet etmemek için ona, aileme ve dostlarıma ihanet edecektim. Tek temennim bu görevi başarıyla tamamlamak ve defolup gitmekti.

 

Kapının önüne çıktığımda iki koruma karışma dikildi, bir tanesi adını bilmediğim o adamdı. Onu sürekli görüyordum.

 

"Buyur yenge? Bir yere mi gideceksin?" Diyerek sorularını sıraladı. "Biz bırakalım."

 

"Gerek yok, biraz yürüyeceğim sadece." Dedim, ifadesiz bir şekilde.

 

"Eşlik edelim. Buralar tenha yerdir. Sizde yabancısınız kaybolurusunuz falan sonra beni abimle papaz etmeyin." Dedi.

 

"Al tarafı iki dolanacağım ya!" Diye cırladım, peşimde dolanıp duran korumaya. "Ne uzattın!"

 

"Yenge tek çıkmasan?" Dediğinde peşimden geliyordu. "En azından ben gelsem. Arkandan sessiz sessiz gelirim. Varlığımı fark etmezsin bile." Bıkkın bir nefes verdiğimde açılan kapıdan dışarıya attım kendimi. Hemen arkamdan geliyordu. "Keskin bey canımızı okur vallahi seni tek gönderirsek." Diye yakardı.

 

"İstemiyorum dedim ya!" Dedim ilerlemeye devam ederek. "Yalnız kalmak istiyorum!"

 

"Aman yenge, sen git yap yürüyüşünü yine biz sadece tedbir amaçlı dolanacağız öyle, sokaktan geçen yabancı gibi farz et." Dediğinde sabır çektim. "He yenge? Geleyim mi yenge?" Dedi çocuk gibi dibimde biterken.

 

Aniden durduğumda sinirli bakışlarımın hedefi oldu. "Nefesini dahi işitirsem bir daha yanıma yaklaştırmam seni." Dedim işaret parmağımı ona doğru sallayarak.

 

Aldığı solukların sesi kesildiğinde başını sallayarak onaylamıştı. Bu hareketi belli belirsiz gülümsememe sebep oldu.

 

Malikanenin yolunun başında ki yokuştan aşağıya ayağımdaki topuklularla zorda olsa inerken korumanın hemen ardımda olduğunu bilmek beni rahatsız ediyordu. Yalnız kalmak istiyordum. Kafamı dinlemek, düşüncelerimi toparlamak, belki biraz ağlamak ve nefes almak istiyordum. Etrafıma örülen o kalın duvarı yıkmak biraz olsun özgür hissetmek istiyordum.

 

Yaklaşık yarım saattin sonunda kendimi sahilin önünde buldum. Bir süre yürüdüm. Uzun bir süre. Ayağındaki topuklular ayaklarımı ağrıtmaya başlayınca boş bir banka attım kendimi. Sırtım ahşap banka yaslandığında tatlı bir sızı peydah oldu.

 

Normalde de çok fazla ayakta kalamazdım. Gün içinde sırtımda bir ağrı olurdu ama bunu hissetmezdim. Asıl acı yatağa uzandığımdakiydi. Bazen nefes alamadığım zamanlar oluyordu bu yüzden. Doktora gittiğim halde hiçbir şey çıkmamıştı.

Bir bankta otururken bakışlarım dalgalı denizdeydi. Denizin içimi ferahlatan kokusu genzime sızdığında daha çok solumak istedim. Esmeye başlayan rüzgar saçlarımı uçuştururken yüzümü üşütüyordu. Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyordu.

 

Hafif esen serin rüzgar, gözlerimi kapatmama sebep oldu. Rüzgarın dingin ve huzur veren sesine sahildeki insanların sesleri karıştı. Ruhumu saran zehirli sarmaşıkların beni nasıl tükettiğini gördüm zihnimin içinde. Kız çocuğuna dikenlerini nasıl sardıklarını ve teninin kanla kaplanmasına sebep olduklarını.

 

O kız çocuğu her soluk almak için dudaklarını araladığında soluduğu şey sarmaşığın yapraklarından süzülen güzel kokuydu. O kokuyu her soludukça daha fazla soluma ihtiyacıyla yanıp tutuşuyordu ama solduğu şeyin zehirli bir sarmaşığın yapraklarının olduğunu unutuyordu.

 

Omuzlarımda hissettiğim ağırlıkla irkilmeden edemezken yanımda yer alan adamın suratına şaşkınlıkla baktım.

 

Sarmaşığın zehirli kokusu bu sefer benim genzime doldu. Ceketinden yükselen kokusu, denizin tatlı, meltemli esintisini andırıyordu.

 

Oldukça cazip gelen ama soludukça genzini tıkayan, nefes almanı zorlaştıran ve kalbinin kararmasına sebep olan koku, onun kokusuydu.

 

"Bu soğukta üzerine bir şey almadan neden dışarı çıkıyorsun?" Dedi tok bir sesle.

 

Omuzlarıma bıraktığı ceketine sarıldığımda üşüdüğümü fark ettim. Vücudum kaskatı kesilmişti. Yüzü benden yana değilken bakışları az önce izlediğim denizdeydi. Hafifçe ona doğru döndüğüm yerde tekrar önüme döndüm.

 

"Fark etmememişim." Demekle yetindim. Neden buradaydı?

 

"Korumaları neden yanında istemedin?" Dedi sakince.

 

"Birisi hemen arkamdaydı."

 

"Sadece bir tanesi seni koruyamaz." Dedi. Parmak uçlarım sakallarına dokunmak için karıncalandı. "Daha fazlasına ihtiyacın olduğunu ve dikkatli olman gerektiğini sana daha kaç kere söylemem gerekiyor?"

 

"Sadece biraz yalnız kalmak istedim." Diye mırıldandım. "Hiçbirini yanıma almaya da bilirdim." Dedim omuz silkerek. "Ayrıca beni umursamaman konusunda anlaştığımızı sanıyordum?"

 

"Sen onları istemesen bile onlar her daim sana, kendilerini belli etmemeye çalışarak seni koruyacakalar İzgi." Dedi, sıkıntıyla.

 

"Soruma hala cevap vermedin?" Dedim sorgu dolu bir sesle.

 

Derin bir nefes aldı. "Bazı şeyleri umursamak istemezsin ama öyle bit şansın yoktur. Umursamak istemediğin, hayatından def etmek istediğin o sorun hayatının göbeğine yerleştiğinde onu umursamaman imkansız olur." Dediğinde gülümsedim.

 

Haklıydı. İkimizde birbirimize sadece sorun yaratıyorduk. Bu evliliğe alışmadığım halde alışmış gibi yapmaksa daha zordu.

 

Sessiz kaldım. Ben sessiz kalınca o da konuşmadı.

Sonra bir süre sessizliğinin ardından sıyrıldığında,"Hep böyle kaçıp gider misin?" Diye sordu.

 

Uzun bir nefes aldığımda, üzerimdeki cekete sarıldım ve başımı gökyüzüne kaldırarak gözlerimi gri havaya diktim. "Boğulduğumu ve kendimi dinlemeyi hissettiğim zamanlarda." Diyerek cevapladım. "Zihnimdeki seslerden kaçmak istediğimde." Diye fısıldadım. Gözlerimi gözlerinden çekmeden, "Peki ya sen?" Dedim. Kara gözleri yüzümde takılı kaldı. "Her kaçanın peşinden gider misin?" Diye sordum. Göğüs kafesimi sıkıştıran huzursuz his gökyüzündeki gri bulutlar gibi yavaşça dağıldı.

 

"Cık," dedi tok bir sesle. "Kaçanın peşinden gitmem, kaçanı yakalamak için giderim genelde." Dedi bir anda başımı ona doğru çevirdiğimde gözlerimiz buluştu ve kasvetli hava dağılmaya başladı. "Şu an için yakalamak istediğim tek kaçakta sensin."

 

İstemsizce bir gülümseme peydah oldu yüzümde.

 

Hiç olmadık anlarda kurduğu cümleleri zihnimdeki dehlizin yerle yeksan olmasına sebep oluyordu. Düşüncelerim zihnimde birbirine karışıyor, kelimelerim kendi arasında bir kavgaya tutuşuyordu sanki. Ona duyduğum ve aramıza ördüğüm o nefretle inşa ettiğim duvarda tek bir çizik bile yokken şimdi birkaç çatlak vardı.

 

Böyle olmamalıydı.

 

"Hiç başka bir hayatın olsun istedin mi?" Bakışlarım çehresini bulduğunda oda bana döndü. "Meclis hiç olmasaydı mesela? Bu pis işlere girmeyecek olsaydın nasıl bir hayatın içinde hayal ederdin kendini?" Diye sordum. Bu soruyu daha önce babamada sormuştum. Eğer o hayatta da annenle tanışıp senin gibi bir kızım olacaksa, sen yine benim güzeller güzeli kızım olacaksan başka bir hayat düşünürüm İz. Demişti. Şimdi sen bana bırak de ben bırakırım ama o zaman düşmanlarımı alt etmek her şeyden daha zor olur kızım. Seni koruyamadığım bir dünya istemiyorum. Demiş ve konuyu tamamen kapatmıştı. Bende tekrar sormamıştım.

 

Derin bir nefes aldı. Kurmuş dudaklarını diliyle ıslattı. "Eğer bu hayatın içine doğmasaydım nasıl bir hayatım olur diye hiç düşünmedim." Dedi, düz bir sesle. "Sanırım yine bir şekilde kendimi Meclisin, bahsettiğin kirli işlerin içinde bulurdum." Yutkunamadım. "Ben bir oluşumum. Bu oluşumu yıkmaya ise kimsenin gücü yetmez." Yanılıyordu. Bir kez daha yanılıyordu. "Bütün dünyanın iplerini elimde tutarken avuçlarımın arasından kayacak olan tek bir ip o ip için felakete sebep olur. Bir daha asla eskisi gibi kayıp gidemez avuçlarımdan çünkü artık kendi isteğiyle parmaklarıma dolanır bir daha kaymamak için." Dedi sakin bir sesle.

 

Gözlerim gözlerindeyken kaşlarım çatıldı ve bu duraksamasına sebep oldu.

 

"Bu hayatı sen istemedin ama?" Dedim sözlerine anlam veremezken. "Hiçbirimiz istemedik! Zorunda bırakıldık!"

 

O da zorunda bırakılmıştı.

Benim gibi.

 

"Kalkalım mı artık?" Dediğinde, konuşmayacağını anladım. Başımı sallayarak onayladım. Üzerimdeki ceketi omuzlarımdan aldı ve üzerime giydirdi. "Buz gibi olmuşsun." Dedi,çatık kaşlarının altından.

 

Bir şey söylemedim. Sadece arabaya doğru ilerlediği yolda peşinden ilerlerken ona eşlik eden altı eskort arabasına ve bir dolu korumaya gözlerimi devirdim.

 

Benim için açılan arka kapıdan içeriye bindiğimde kapı biner binemez arkamdan kapandı ve Keskinde yanımda yerini aldı. Şöför de arabaya bindiğinde Malikaneye giden yola koyulduk.

 

Yol boyunca hiç konuşmadan, Levent'in uzun yolunda sessizlik içinde ilerledik. Araba evin bahçesine giriş yaptığında her iki tarafında kapıları korumalar tarafından açıldı. Birlikte arabadan inerken malikaneye doğru adımlamıştım ki onun gelmediğini gördüm.

 

"Sen gelmiyor musun?" Diye sordum merakla. Katran karası bakışları üzerimde oyalandı. Hala sabahki kıyafetlerimleydim.

 

"Şirkete geçmem gerek. İşlerim var." Bakışlarım kısıldığında doğru söyleyip söylemediğinden emin olamadım.

 

"Bir saat sonra Lilyle buluşacağım." Demekle yetindim. Kaşları çatıldı.

 

"Neden?" Diye sordu.

 

"Birileri ile buluşmak için bir sebebim mi olması gerekiyor?" Kaşlarım havalandı.

 

"Çocuklar sana eşlik edecek." Sesi kendinden emin ve netti. İtiraz istemiyordu.

 

"Tamam." Dedikten sonra ona arkamı döndüm. Malikaneden içeriye adımımı attığımda bütün gün hiçbir şey yapmamama rağmen kendimi oldukça yorgun hissediyordum.

 

Solunun bahçeye çıkan kapısının biraz ilerisinde bulunan verandaya çıktım. Üzerimdeki cekete sıkı sıkı sarılırken abimi karşımda bulmayı beklemiyordum. Yanında Sergenle birlikte Verandada otururken adımlarım duraksadı.

 

Büyük geniş bir oturma grubunun olduğu yerlerde L koltuklarda oturuyorlardı. Hemen sağ taraflarında uzun bir yemek masası vardı. Biraz ileride bir köpek kulübesi görmek gerilmeme sebep oldu. İlerledikçe bahçenin genişliğini ve bize oldukça uzak kalan yerdeki havuzu fark ettim.

 

Bahçedeki korumaların bakışlarını üzerimde hissederken abimin bakışları varlığımı hissetmiş gibi anında beni buldu.

 

Kahverengi gözlerini üzerimde hissetmek kaskatı kesilmeme sebep oldu.

 

Oturduğu yerden hızla doğrulurken bana doğru adımladı. "İz," dedi Özlem dolu bir sesle. Bir anda beni kollarının arasına çekince buz kesildim. Yüzünü saçlarıma gömerken kokumu içine çekti. "Çok özledim." Geri çekildiğinde yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Bir haftadır yoksun ama çok özledim seni kardeşim." Öylece dururken ne sarılışına karşılık verdim ne de sözlerine. Sıcak dudakları iki yanağıma da baskı uygularken Sergen gülümseyerek bizi izliyordu.

 

Zamanın içindeki boşlukta bir kız çocuğu ve abisi birbirlerine sarılarak uyuyorlardı. İkisinin de bedeni taş kesilmişti ve artık bedenleri bir ölünün ki kadar solgundu.

 

Ben içimde abimi bu şekilde öldürmek istemiyordum.

 

Abimle yaşayacak nice günlerim varken onu zihnimde öldürmek istemiyordum ama hiçbir şey olmamış gibi de davranamıyordum işte.

 

Olmayınca olmuyordu.

 

Birini affetmek neden bu kadar zordu?

 

"Burada ne işin var?" Dedim buz gibi bir sesle. Gözlerinde ki heyecanın yarattığı parıltılar bir bir söndü. Dik omuzları düştü.

 

"Seni özledim," dedi buruk bir sesle. "Buraya gelerek seni rahatsız mı ettim? Yanlış mı yaptım İz?" Hayır. Aksine onu görmek, bana sarılması o kadar iyi hissettirmişti ki onu ne kadar özlediğimin farkında bir kez daha vardım. Onu affetememek omuzlarımda büyük bir yüktü.

 

Abim benim her şeyimdi.

 

"Sana kırgın olduğumu biliyorsun," İfadem düz ve katıydı. "Seni affetmediğimi de. Buna rağmen hala nasıl buraya gelebiliyorsun?" Dedim. Bakışlarını kaçırdı. "Onca şeye rağmen hala nasıl arsızca, buraya kadar gelip beni özlediğini söyleyip bana sarılabiliyorsun?" Sesim hayret doluydu. "Yaptıkların yüzünden hiç utanmıyor musun abi?" Cevap vermedi. "Hiç pişman olmuyor musun?" Yine cevap vermedi ama sessizliği en büyük cevaptı.

 

Pişman değildi.

 

Meclis için verdiği hiçbir karardan ne o ne babam pişman olurdu.

 

Tıpkı yıllar önce sırf Meclisten birini müebbete mahkum ettim diye, babamın araya birilerini sokup tayinimi Manisa'ya alması gibi.

 

Bazen Adalet çok güzel yanıltılıyordu. Benim baktığım o dosya başka bir savcıya devredilmiş, iki ay sonra çıktığı mahkemede serbest bırakılmıştı.

 

Elbette bunun da hesabı sorulmuştu. İstanbul'a geldiğim ilk ayda, dosyayı yeniden açtırmış, rüşvet alan savcıyı ve hakimi ifşa etmiş meslekten men edilmelerine sebep olmuş ve o adamı hak ettiği cezayı almasına sebep olmuştum.

 

Kimse benim sağladığım adaleti yanıtlamazdı. Oynadıkları oyunu başlarına yıkar, kuralları ben yazardım.

 

"Hol geldin Mert," diyen sesin sahibinin varlığını hemen arkamda hissettim. Kolu belime dolandı. "Seni burada görmeyi beklemiyordum. Geleceğinden haberim yoktu." İşe gitmemiş miydi?

 

Bir anda nerden çıkmıştı? Birisi mi haber vermişti?

 

Bakışlarım çehresini buldu. Haberim yoktu. Anlatmaya çalıştığım şeyi anlamış gibi yavaşça gözlerini kapatıp açtı.

 

"Kardeşimi için buradayım." Dedi. Abimin bakışları önce Keskinin belimde olan elinde daha sonra üzerimdeki cekette gezindi. Kaşları havalandı.

 

"Geçsene içeri, bir çayımızı kahvemizi iç." Dedi Keskin, rahatça.

 

Abimin bakışları beni buldu. "Yok," dedi. Sözlerime kırıldığını fark ettim. "Geç oldu. Ben daha fazla rahatsızlık vermeyeyim. Hem Esra'ya uğrayacağım zaten. Onu da bekletmek istemiyorum." Esra abimin hayatında tam üç yıldır vardı ve bir sene önce nişanlanmışlardı. Arif Karaderenin ortanca kızıydı. Yine bir güç evliliğiydi fakat tek fark ikisi de birbirini çok seviyordu.

 

Onu Şebnemin seçtiğine adım kadar emindim. Abimle Esra'yı o tanıştırmıştı.

 

"Selam söyle." Demekle yetindim.

 

"Söylerim." Dedi. Yanımdan geçip gittiğinde tekrar sarılmak gibi bir hamlede bulunamamıştı. İçimi sıkıştıran bir nefes çektim ciğerlerime.

 

"Niye gitmedin sen?" Diye sordum merakla. Ona doğru dönmüş yüzüne bakmak için başımı hafifçe arkaya atarken o da bana bakmak için hafifçe eğilmişti.

 

Belime dolanan kolu aklımı karıştırıyordu. Benimle sürekli temas halinde olmak istemesine ayrı bir konuydu.

 

Bana dokunmasını istemiyordum.

 

"Evde daha önemli işlerim olduğunu fark ettim." Dedi. Daha önemli işi neydi ki?

 

"Keskin bey," bakışlarım omzumun üzerinden bize seslenen çalışanı buldu ama onun bakışlarını yüzümde hissettim. "Yemek hazır efendim. Berna hanım bahçeye kurmamı söyledi. Siz nasıl arzu edersiniz?Bahçeye mi kurmamızı istersiniz yoksa içeri de mi yemek istersiniz?" Diye sordu Ayşen abla.

 

"İçeride yiyeceğiz," yeşillerim katran karası gözleriyle buluştu. "Karım bugün yeterince üşüttü. Hasta olmasını istemem." Gözlerim gözlerinde, aklım söylediklerinde takılı kaldı.

 

"Peki efendim."

 

Boğazımı temizleyip hafifçe geriye doğru çekildiğimde, "Ben bir üzerimi değiştireyim." Diyerek yanından kaçtım. Tek dileğim maratona koşmuş gibi durmadan atan kalbimin sesini duymamış olmasıydı.

 

...

 

Kot, mini bit etek giymiş, üzerime beyaz kalp steaplez bir buluş giymiştim. Sabah yaptığım makyajı çıkarıp cildimi nemlendirdikten sonra dinlenmesi için yeniden makyaj yapma gereği duymamıştım. Bozulan maşalarımı da düzeltme gereği duymamıştım. Saçlarım kolay kolay şekil almazdı. Aldığı şekilde en fazla iki saat dayanırdı. Fazla inat oldukları için bende genelde ısı kullanamadım. Bu yüzden düz, siyah saçlarımı serbest bırakmıştım.

 

Salonda ki kanepelerden birinde otururken tabletimden gelen raporları kontrol ediyor kalemime gerekli belgeleri e-imzamla çıkarması için talimatlar yolluyordum.

 

Geçen gün sorguladığım ve nezarete aldığım o adam öldürülmüştü. İşler gittikçe garipleşiyordu ve elimde şu an için hiçbir şey yoktu. Bu durum gittikçe sinirimi bozmaya başlamıştı.

 

"Yemek hazır İz hanım." Ayşen ablanın sesi kulaklarıma sızdığında oturduğum yerden ayaklandım ve adımlarımı yemek salonuna doğru attım.

 

Topuklu ayakkabılarımdan çıkan tok ses malikanede yankılanırken Keskin ve ben hariç herkesin masada olduğunu fark ettim. Kaşlarım çatıldı. Nereye gitmişti?

 

"Gel güzel gelinim gel," Rıza Alacahanın yüzünde yer edinen sıcak tebessüm içimi ısıttı. Kendi sandalyemde yer alırken gülümsediği için kısılan bakışlarını üzerimden çekmedi. "Nasılsın, iyi misin? Alışabildin mi bakalım bize?" Diye sordu. "Bir kusurumuz yoktur inşallah?" Dedi merakla.

 

"Estağfirullah," dedim hızla. "Ne kusuru? Herkes bana karşı çok iyi. Hiç bir sıkıntım yok."

 

"İyi o zaman," dedi. Rahatça arkasına yaslandı. "Keskin yok mu?" Diye sordu.

 

"Ben üzerimi değiştirmek için odaya çıktığımda aşağıdaydı aslında." Kaşları havalandı. "İşleri olduğunu şirkete geçeceğini söylemişti yemeğe inmediğine göre gitmiş olmalı."

 

Başını onaylayarak salladığında yemeğine başlamasıyla birlikte biz de yemeklerimize başladık. Çehresinde yer edinen ifade Keskinin yemek saatinde evde olmamasından huzursuz olduğunu belli ediyordu.

 

...

 

"Hoş geldiniz, sayın savcım," adımlarım ormanın içinde ilerlerken aydınlanmış olan gün etrafı detaylıca görmeme sebep oluyordu.

 

"Kolay gelsin." Dedim etraftaki memurlara.

 

"Olay yeri incelme?"

 

"Yaklaşık bir saattir buradalar. Etrafta görgü tanığı olup olmadığını araştırdık ama elimizde kimse yok." Dedi. Üzeri mavi bir torbayla örtülü olan cesede baktım.

 

"Açın." Dedim düz bir sesle. Üzerindeki mavi torba kaldırıldığında kanlar içindeki kadını gördüm. Gözleri açıktı.

 

"Ne zaman bulunmuş?" Diye sordum. Hafifçe çömelirken paramparça olmuş yüzünü görmeye çalıştım ama başarılı olamadım.

 

"Dört saat önce."

 

"Dün gece mi öldürülmüş yoksa uzun zamandır mı burada?" Diye sordum merakla. Sık ağaçların çevrili olduğu ve görülmesi zor bir yerdeydi. Üstelik cesedin kokusu midemi bulandırıyordu.

 

"Olay yeri incelmeye göre yaklaşık iki ya da üç gün önce işlenmiş cinayet. Tabi bunu öğrenmek için adli tıp raporunu beklememiz gerekecek."

 

"Kim ihbar etmiş?"

 

"Yürüyüşe çıkan genç bir adam tarafından fark edilmiş."

 

"Beyefendiyi bir süre misafir edelim."

 

"Nasıl arzu ederseniz sayın savcım."

 

"Bıçaklanmış, ayrıca vücudunun çoğu yerinde yanık izleri var." Dedim. "Üstelik yüzük parmağı eksik. Saçlarının yamuk yumuk kesildiği de bariz belli." Bakışlarım Enes komiseri buldu. "Günlerce işkence görmüş."

 

"Doğrudur savcım." Diyerek beni onayladı.

 

Bakışlarım yeşillerle kaplı ormanda gezindiğinde işimin çok zor olacağının farkına vardım.

 

Kırminalde ilerlerken, yanımdaki otopsi doktoruna hitaben konuştum.

 

"Çok iyi çok detaylı bir inceleme ve fotoğraflar talep ediyorum," dedim yanımda yürüyen adli tıp doktoruna.

 

"Nasıl isterseniz savcım." Dedi ikiletmeden.

 

"Gerekli incelemeyi yapmışsındır," inceleme alanına girdiğimde buz gibi soğuk tenime çarptı. Sedyenin üzerinde ki ölü bedene baktım. "Anlat bakalım. Neler buldun?"

 

"Yirmilerinin ortalarında kadın," diye başladı söze. Zaman bu şekilde akıp giderken kendimi adliye ve adli tıp arasında bir koşuşturmada buldum sürekli.

 

Adli tıpta işim bittikten sonra ise kendimi yine karakolda buldum. Kırminal hemen yüz metre aşağısında kaldığı için buraya gelmem zaman almıyordu.

 

Bir sorgu odasındayım, şimdi. Karşımda saatler önce kimliği tespit edilen kadının eski sevgilisi vardı.

 

"Handenin öldüğü gece, neredeydin?" Diye sordum.

 

"Evdeydim."

 

"Evde olduğunu kanıtlayacak birisi var mı?"

 

"Yok."

 

"Yok?" Dedim. Suratımda düz ve ciddi bir ifade vardı. "O gün Handeyle hiç görüştün mü?"

 

"Evet," diye cevapladı. "Önceki gece beraber kaldık. Sabah güzelce kahvaltı ettik daha sonra o da ayrıldı zaten yanımdan."

 

"Hiç bir sorun yoktu yani yanından ayrılırken?"

 

"Yoktu, her şey çok güzeldi. Sonra günlerce haber almaadım ondan. Yaşadığımız şey yüzünden pişman olduğunu bile düşündüm. Üzerine gitmedim bu yüzden."

 

"Bu kadar yani?"

 

"Evet."

 

"Arkadaşlarınız öyle demiyor ama?" İfadesi sarsıldı. "Daha önce defalarca kez darp etmişsin. Sürekli kavgalar, kızın peşinden ayrılmamamalar falan filan..." Öylece baktı. "Üstelik adli tıp raporunda tecavüze uğradığı yazıyor. Söylesene, bu birliktelik sadece senin isteğinle mi oluşan bir birliktelikti?"

 

Sessiz kaldı.

 

Bazen sessizlik çoğu cevaptan çok daha güzel bir cevaptı.

...

 

Hayat gerçekten çok garipti. Bir baba nasıl evladına kıyar anlayamıyordum mesela. Ya da sırf sevgilisi ile birlikte oldu diye kendisiyle de yatmasını isteyen bir arkadaş nasıl canice katlederdi bir kadını. Bir anne nasıl sesini çıkarmazdı evlatlarının öldürülmesine. Bir baba nasıl kabul etmezdi kızının ölüsünü? Nasıl razı gelirdi kimsesizler mezarlığına gömülmesine?

 

Anlamıyordum.

 

Anlamayacaktım.

 

Bu ülkede kadın olmak çok zordu. Gün geçtikçe daha çok fark ediyordum. Haftalar önce teslim ettiğim iki dosyadan sonra Başsavcının kesin emri ile birlikte artık sadece Alacahan ailesinin dosyasıyla ilgilenecektim. Bu işe en kısa sürede halletmemi istemişti. Keskini haftalardır tek tük görmüş bir iki kelimeden öteye geçmemişti konuşmalarımız. Babam ve abim de bu aralar eve pek uğramıyormuş. En azından Şebnem öyle söylemişti.

 

Evin içinde olmasada dışında çoğu yerinde kamera bulunduğu için Keskinin çalışma odasına bir türlü giremiyordum. İşle ilgili bir konu hakkında konuşuyorsa beni gördüğü an konuyu değiştiriyor Meclisin adını ağzına bile almıyordu. Söylemeseler de fark ediyordum.

 

Varlığım hepsini huzursuz ediyordu.

 

Geldiğimden beri diken üstündelerdi. Özellikle Berna Alacahanın bütün gün gözü üzerimde oluyordu hep. Bir şeyler yapmam lazımdı. Bir yolunu bulup bildiklerimin dışında şeyler öğrenmem lazımdı.

 

Bakışlarım Kara ailesine ait olan malikanede gezindi. Başka çarem yoktu. Günlerdir ortalarda gözükmemelerinin sebebini öğrenmem gerekiyordu.

 

Bu görev sandığımdan da sancılı geçecekti.

 

Artık başlıyordum.

 

Geç bile kalmıştım.

 

Özür dilerim baba.

 

 

Bölüm sonu.

 

Lütfen oy ve yorum yapmayı unutmayın!

 

Altta bir yerlerde bir yıldız olacaktı! Ona basmayı sakın unutmayın!

Loading...
0%