Yeni Üyelik
42.
Bölüm
@umay_6

 

Hepinize yeniden merhaba. Sizleri nasıl özledim anlatamam.

 

Bölümü okumadan önce 39'a tekrar bakın derim çünkü bütün bölümler düzenlendi ve 39 bitmesi gereken yerde bitmiyor bilginize.

Bu düzenlemeyi wattapedde yaptım ama henüz burada gerçekleşmedi. En kısa sürede burada da yapacağım. Siz normal devam edin şimdilik.

Sizleri seviyorum.

 

Keyifli okunmalar dilerim.

 

 

 

 

 

 

Zihnim sanki duman altındaydı. Sisin önünü kapladığı ve görmemi engellediği hatıralar bir dehlizin içinde kaybolmuştu.

 

Adının Meline olduğunu öğrendiğim ve kendisinden hiç haz etmediğim kadının kim olduğunu öğrenmek için seansın bitmesi için saniyeleri saysam da zihnimi boşaltmaya çalıştım.

 

"Doğru," dedi anında. "Ama ben buraya senin için geldim." Dediğinde kaşlarım mümkünmüş gibi daha çok çatıldı. "Beni daha ne kadar orada tutacağını sanıyordun ki?"

 

"Son bir adım daha." Diyen doktorumun sesiyle beraber daldığım yerden sıyrıldığımda gözlerim karşımdaki alanı buldu. Ellerim sıkı sıkı demirlere tutunmuşken yaklaşık üç metre uzunluğundaki alanı otuz sekiz dakikada yürüdüğümü fark ettim.

 

Önce ayaklarıma masajlar yapılıyor, iğnelerle uyarılıyor daha sonra doktorların yardımıyla ağır hareketlerle yürümem sağlanıyordu.

 

Ayağımı kaldırmak yerine çoğu kez sürüklesem de bir hareket bile benim için çok kıymetliydi.

 

Keskin sırtını kapıya yaslamış beni izlerken sabırla bekliyordu. Günlerimiz belki de aylarımız bu şekilde geçecekti.

 

Son adımı da zorlukla attığımda neredeyse yere yığılacağım sandım. Çok yorulmuştum. Kaslarımı zorlamak yeterince zorken hafızamdaki siliklikler de çoğu zaman bazı durumlarda bocalamamı sağlıyordu.

 

"Tamam." Dedi doktorum beni tutup sandalyeye oturturken. "Bugünlük bu kadar yeter. Yeterince yoruldunuz. Eve gidince size söylediklerimi yapmayı unutmayın." Diye tembihledi. Keskin yaslandığı yerden doğrulurken adımlarını bana doğru attı.

 

Hemen önümde durduğunda benimle aynı boya gelebilmek için önümde çömeldi. "Çok terlemişsin," derken elleri yüzümdeki saçlarımı sıyırdı. "Eve gidince bir duş alsan iyi olur. Terli terli durma böyle sakın. Hasta olursun."

 

"Tek istediğim dinlenmek." Dedim nefes nefese. "Bütün bedenim ağrıyor." Ama bacaklarımı hala hissetmiyorum.

 

"Doktorunla konuşayım birazdan çıkarız." Dedi ayaklanırken.

 

"Tamam." Demekle yetindim sadece.

 

 

🥀

 

 

İKİ AY SONRA

 

 

Hayat çaba gerektirir. Her çaba beraberinde çok güzel sonuçları doğurur. Kaçıncı seansımdı bilmiyorum ama artık yavaş yavaş yürümeye başlamıştım.

 

Uzun süre ayaklarımın üzerinde durabiliyor, bacaklarımdaki her türlü baskıyı hissediyordum.

 

Bu iki ay cehennem gibiydi. Yeniden yürüyebilmekse ayaklarımın altına cennetin serilmesi gibi bir histi.

 

O kadar umutsuzdum ki bu süreçte. Keskin her ne kadar geçici dese de sanki bunu beni yatıştırmak için yapıyor sanmıştım hep ama öyle olmamıştı. Kendimi kötü hissettiğim her anımda yanımdaydı.

 

Bazı günler seanslara gitmek yerine onunla bilirlikte evde çalışırdık. Benim için salondaki odalardan birini tamamen hastanedeki seans odasına çevirmişti. Günlerimizi orada beraber geçirdiğimiz olurdu. Benimle birlikte onun da yorulduğunu bilsem de bundan hiç şikayetçi değildi.

 

Vazgeçtiğim anlar olurdu, umutsuzluğa kapıldığım anlar olurdu, deli gibi ağladığım zamanlar olurdu ama o hep bana bunların üstesinden geleceğimi söylemiş. Kendimi bırakmama asla izin vermemişti.

 

Bu süreçte Keskin hep yanımdaydı. Zemondan taşınmış onun evine geçmiştim çünkü bazı şeyleri tek başıma halledemiyordum.

 

Ali sözünü tutmuş gitmişti.

 

Günlerim huzursuz geçmiyor ama güzel de geçmiyordu. Evet bir sorun yoktu. Ortalık sessizdi ama bir şeylerin yolunda gitmediğine de emindim.

 

Şimdiyse evde tektim. Keskin sabah çıkmıştı ama nereye gittiğini bilmiyordum. Sormamıştım çünkü o sırada uyumakla meşguldüm.

 

Sabah kalkmış, aşağıya inmiş ve evdeki yardımcının hazırladığı kahvaltıdan birkaç şey atıştırmıştım.

 

Kızıl saçlarımın boyası neredeyse tamamen akmış, eski rengini almıştı. Yine gecenin karanlığını kuşanmıştı saçlarım ve uzuyorlardı. Omuzlarıma gelen saçlarım artık sırtıma doğru uzanıyordu ve bunun sebebi uzaması için yaptığım binbir bakımdı.

 

Kendimi eskisinden daha dinç daha iyi hissediyordum. Uyuşturucunun bende bıraktığı bütün etkiler kullanmadıkça silinmeye başlıyordu. Kurmuş ve çatlamış dudaklarım üzerindeki ölü toprağını atmış ve yeniden eski, pürüzsüz haline dönmüşlerdi. Gözlerimin altındaki halkalardan kurtulmuştum. Yüzüm eski canlılığını ve dolgunluğunu kazanmıştı.

 

Zayıf vücudum bu süreçte biraz kilo almış eski kiloma tamamen dönmüştüm.

 

Şimdi aynaya baktığımda rastladığım kadın bir yabancı değildi artık. Bendim.

 

Sezinle her gün görüşüyor, onun söylediği ilaçları alıp kullanıyor ve kendimi soktuğum o kılıflardan yavaş yavaş kurtulmaya çalışıyordum.

 

Etrafımda bana Katherine diyen yoktu. İz diyen yoktu. Artık sadece İzgi vardı. Herkese yasaklamıştım. Kimse artık bana o şekilde seslenmezdi.

 

Keskine de özellikle adamlarına tembihlemesi gerektiğini söylemiştim. Bunu başta sorgulasa da kabul etmişti.

 

"Durumun günden güne iyi gidiyor. Eminim kısa sürede her şeyi atlatacaksın İzgi."

 

"Tamamen mi?"

 

"Henüz çok erken. Bu süreç çok sancılı ve zor bir süreç ancak uygun destek ve rehberlikle, semptomlarını yönetebilir ve daha sağlıklı bir yaşam sürebilirsin. Bunu tamamen atlatmaksa yıllarını alabilir, biliyorsun değil mi?"

 

"Biliyorum."

 

"Hala hiçbir şey hatırlamıyor musun?" Diye sordu merakla. "En ufak bir şey?"

 

"Travmalarımı tetikleyen her hangi bir şey yaşamadım bu iki ayda. Bu yüzden de pek bir şey hatırladığım söylenemez."

 

"Yine de vazgeçemediğin için çok sevindim İzgi. Eminim eskisinden çok daha güçlü bir şekilde yeniden ayağa kalkacaksın."

 

"Sevgilim." Yatıştırıcı, tok sesi kulaklarıma sızarken gergin vücudum belimdeki temasıyla gevşedi. Kolları arkadan bedenime sarılırken sırtımı göğüsüne yasladım.

 

Omuzlarımdaki bütün yükten kurtulduğumu hissederken, "Seni özlemişim." Dedim yumuşacık bir sesle.

 

"Bende." Dedi aynı şekilde. "Hemde nasıl." Derken sarılışını sıkılaştırdı.

 

Bir süre öylece durduk. Birine sarılmanın, ona sarılmanın verdiği hissi çok özlediğimi fark ettim. Ruhumdaki bütün huzursuzlukların akıp gittiğini omuzlarımdaki yüklerin hafiflediğini hissediyorum. Tarifi olmayan garip bir duyguydu.

 

Birin sarılmak öylesine güzeldi ki bunu tatmayan hiç kimse anlayamazdı.

 

"Bacakların nasıl?" Diye sordu çenesini omzuma yaslarken yorgun bir nefes bıraktı dudaklarının arasından. "Ağrın var mı?"

 

"Yok." Dedim anında dürüstçe. "İyiler. Dikkatli olmaya çalışıyorum zaten ama bir sıkıntı yaşamadım şu an. Umarım yaşamamda."

 

"En büyük sıkıntıyı atlattık. Bundan sonra yürümene hiçbir şey engel olmaz." Dedi kesin bir dille.

 

Gülümsedim. "Teşekkür ederim." Dedim minnetle.

 

"Ne için?" Diye sordu merakla.

 

"Her şey için." Derken topuklarımın üzerinde ona döndüm ve sevdiğim kara gözleriyle karşı karşıya geldim. "Yanımda olduğun için. Elimden tuttuğun için. Kendimi bırakmama, vazgeçememe izin vermediğin için."

 

Sıcak avuçları yanaklarıma sarıldığında yanağımı avucunun içine sürttüm. "Ne yaşamış olursak olalım hala el eleysek bu kaderin getirisidir. Ben inanmam normalde böyle şeylere ama söz konusu sen olduğunda her şeye inanasım geliyor İzgi." Dediğinde gülümsedim. "İyiki," dedi içten bir şekilde. "İyi ki sen sevgilim." Derken dudaklarını anlıma bastırdı bir mühür gibi.

 

Gülümsemem yüzümde büyürken bu an nikah günümüzü hatırlattı istemsizce. O zaman da imzalar atıldıktan sonra çekinmeden anlımdan öpmüştü.

 

Kapının ziliyle birlikte birbirimizden ayrılırken, "Misafirimiz mi vardı?" Diye sordum merakla.

 

Kaşları sorgular bir şekilde çatılırken, "Hayır." Dedi o da. "Sen salona geç yavrum, ben geliyorum şimdi." Dediğinde onu onayladım.

 

Tezgahtaki sıcak kahvemi alırken adımlarımı koca salona doğru attım.

 

Üzerimde koyu lacivert, bol paça bir pantolon varken, omuzları açık pamuklu beyaz bir kazak giymiş kazağın eteklerini pantolonumun içine sokmuştum. Belimde kalın bir kemer varken ayaklarımda bu sefer topuklularım değil spor ayakkabılarım vardı.

 

Bunları hiç sevemesem de topuklu ayakkabıyı bir süre hayatımda tamamen olmasa da çok az kullanmak zorundaydım.

 

Bedenimi kanepeye bırakırken açılan kapının sesini duydum.

 

"Bonjour!" Isabellenin sesiyle beraber gülümsemeden edemedim. "İzgi nerde? İçeri de mi?" Diye sordu hemen.

 

"Kapının önünden çekilsen de biz de içeri girsek Isabelle!" Diye homurdanan Venomun sesini duymuştum ki salonun girişinde beliren Helenle birlikte hemen hemen herkesin burada olduğunu anladım.

 

"Güzelim?" Dedi çantasını ortadaki masaya bırakıp adımlarını bana doğru atarken oturduğum yerden ayaklandım. Açtığı kollarının arasına girerken, "Çok özlemişim İzgi." Dedi aksanlı sesiyle. "O kadar uzun zaman oldu ki seninle vakit geçirmeyeli."

 

"Haklısın." Dedim geri çekilirken. "Ama bu şartlar altında mümkün değildi zaten." Dedim dudak bükerek. Gözlerim arkasına kaydığında, Venomu, Hectoru, Isabelleyi, Sergen'i, Aylini, Simayı gördüm.

 

Hepsi gelmişti.

 

"Ana kraliçe buradaymış." Diyen Sergenle birlikte ilk gittiğim o oldu. Kollarımı ona açarken, "Naber yenge?" Dedi gülümseyerek.

 

"Deli." Dedim kollarının arasına girerken benden uzun olması parmak ucumda yükselememe sebep olmuştu.

 

"Beni bu kadar özlediğini bilseydim çok önceden gelirdim." Dedi alayla.

 

"İlla çağırmam mı gerekiyor?" Dedim ters ters. "Gelseydin ya! Kapıdan mı kovacaktım sanki?!"

 

"Sen değil ama kocan kovuyor be güzelim." Dedi kolunu omzuma atarak. "Onu yok edersen her gün sendeyim." Dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

Gözlerim kızlara döndüğünde, "Hepiniz hoş geldiniz." Dedim samimiyetle. "Ne iyi ettiniz? Benim de için daralıyordu evde." Dediğimde hepsi gülümsedi.

 

"Abimi arayıp gelelim deseydik yine bir bahane uyduracaktı." Dedi Aylin gözlerini devirerek. "Bir geçmiş olsuna bile gelemedik ya!" Dedi sitemle.

 

"Sorun değil," dedim gülümseyerek. "Düşünmeniz yeter." Ayakta kalmalarına karşılık, "Otursanıza." Dedim hızla.

 

Hepsi kanepelere kurulurken Sergen beni yanına çekmişti ki Keskin onu yanımdan def ederek benim yanıma kuruldu.

 

Kolunu omzuma atarken bedenimi göğüsüne doğru çekti.

 

Kızlar bir koltukta otururken, Erkeklerde karşılarındaki kanepeye kurulmuşlardı.

 

"Eee?" Dedim susmalarına karşılık. "Ne var ne yok? Anlatın bakalım?" Dedim merakla.

 

"Hector eveleniyor." Dedi Isabelle dan diye. Bundan haberim vardı ama çaktırmamak adına şaşkınlıkla Hectora döndüm ama onun gözleri Isabelledeydi.

 

Bildiğim kadarıyla öldü sandığı nişanlısı yaşıyordu. Bir buçuk aylık bir sürede burada yoktu o yüzden. Bütün ülkede nişanlısını aramıştı ve döndüğündeyse onu bulmakla yetmemiş, yarım kalan düğünlerini duyurmuştu.

 

Isabelle bunu öğrendiği gece, soluğu benim yanımda almış saatlerce ağlamıştı.

 

"Öyle mi?" Dedim gülümsemeye çalışarak. "Tebrik ederim." Derken gözlerim buz gibi duran Isabelledeydi. "Umarım mutlu olursun Hector ama nişanlınla evlenebilmek için onun Meclisten birisi olması gerektiğini biliyorsun değil mi?" Diye sordum merakla.

 

"Biliyorum," dedi düz bir sesle. "Ama sen onu zaten tanıyorsun İzgi." Gözleri imayla Keskine döndü. "Seni hastaneye bıraktığım günlerden birinde onunla karşılaşmıştın." Dediğinde merakla ona baktım.

 

"Öyle mi?" Dedim merakla. "Kimmiş? Adı ne?"

 

"Meline," dediğinde ağzım beş karış açık kaldı. "Meline Adler." Diye devam ettiğinde gözlerim Keskine döndü. Hastanede gördüğüm, yokluğumda Keskinle aralarında bir şeyler geçtiğini sanıp bizzat ona 'onunla yattın mı' diye sorduğum kadından bahsediyordu.

 

Dostluklarının bir zamanlar bozulması bu yüzden miydi? Ondan nişanlısını mı saklamıştı.

 

"Hatırladım." Dedim kuru bir sesle. Etrafta gerginlik hay safadaydı. Sırıtan tek kişiyse Venomdu.

 

Gözlerim Helene kaydığında onun dalgın olduğunu fark ettim. Parmakları sol elindeki yüzüğüyle oynuyordu.

 

Düğün işinden vazgeçmiş evliliklerini her yerde duyurmuşlardı ama sanki Aresle yaşamaya başladığından beri bir sıkıntısı var gibiydi. Mutlu değil gibiydi.

 

"Ben bir şeyler hazırlayayım," dedim oturduğum yerden ayaklanırken. "Helen sende benimle gelsene. Hem yardım edersin." Dediğimde gözler daldığı yerden sıyrıldı ve beni buldu. İkiletmeden peşimden gelirken, "Bende geliyorum." Dediğini duydum Isabellenin de arkamdan.

 

Mutfağa girerken ikisinin de içeriye girmesini bekledim ve ikisi de girer girmez kapıyı arkalarından kapattım.

 

"Ne bok yediyseniz hepsini tek tek anlatın." Dedim aynı hızda. Isabelle, "Zaten biliyorsun." Diyerek ada tezgahına gidip oturduğunda gözlerim Helene döndü.

 

"Hel?" Dedim merakla ve bu bir anda gözlerinden deli gibi yaşların boşalmasına sebep oldu. Şaşkınlıkla kalakalırken, afalladım. Isabelle anlını sıvazlarken sıkıntılı gözüküyordu. "Hey hey hey," dedim onu tutup sandalyeye otururken karşısına oturdum. "Helen?" Dediğimde dudaklarını birbirine bastırdı. "Neden ağlıyorsun?" Diye sordum endişeyle. "Isabelle bir şey mi oldu?" Dedim ondan cevap alamayınca.

 

"Hamile." Dedi pat diye.

 

"Ne?" Diye bağırmak istesem de sesimi kısık tutmak zorunda kaldım. Dehşetle Helene dönerken, "Korunduğunu söylemiştin." Dedim.

 

"Korunuyordum zaten!" Dedi sinirle. "Nasıl oldu bilmiyorum! Doğum kontrol haplarını düzenli kullanıyordum üstelik. Böyle bir şeyin olması imkansızdı İzgi hem de boşanma sürecindeyken ne yapacağım ben şimdi?" Dedi sitemle.

 

"Boşanmak mı?" Dedim dehşetle. "Doğru düzgün anlatsana şunu!" Diye çemkirdim. "Kafam allak bullak oldu. Hiçbir şey anlamadım!"

 

Hamile olmasına sevinsem mi üzülsem mi bilemezken, haberimin bile olmadığı boşanma mevzusuyla birlikte büyük bir şoka girmiştim. Bu iki ayda bu ikisi ne halt etmişti gerçekten çok merak ediyordum.

 

"Şimdi değil İzgi," dedi iç geçirerek. "Daha müsait bir zamanda konuşalım olur mu? İçeridekilerin bir şeyler anlamasını istemiyorum." Derken gözlerinden akan yaşları siliyordu.

 

"Aşktan yana hiçbirimizin yüzünün gülmediği acı bir gerçek." Dedi Isabelle. "Bazen keşke babamın beni nişanlamak istediği adamı geri çevirmeseydim dediğim oluyor biliyor musun? Çünkü o ben onu sevmememe rağmen beni seviyordu. İstediği güç değildi. Bendim ve bende onu kaybettim." Dedi sitemle.

 

İkisinin de hali birbirinden beterken kime koşacağımı kimi teselli edeceğimi şaşırdım. Helenin durumunu hala anlayamamışken bütün dengemin bir kaç dakika da alt üst olduğunu hissediyordum.

 

Dolaplardan birkaç kadeh ve içki alırken Isabelle de bana yardımcı oldu ama Helen mutfakta kalmayı tercih etti. Onu yalnız bırakırken kendisine gelmesini bekleyip salona geçtim ama onları bıraktığım yerde değil bahçede bulunca adımlarımı oraya yönlendirdim.

 

Isabelle içkileri bırakırken bende kadehleri bıraktım ama oturmadım.

 

"Geliyorum şimdi." Dedim yanlarından tekrar ayrılırken Helenin yanına gitmek için.

 

Salonu geçip tekrar mutfağa girdiğimde onu hala orada otururken buldum.

 

"Helen," dedim başımı omzuma doğru eğerken. "Ne oldu?" Diye sordum yanındaki koltuğa otururken ellerim sırtını buldu. "Aresle mutluydun."

 

"Ama onu sevmiyordum." Dedi dürüstçe buz gibi bir sesle. "Olur sandım İzgi. Beni o kadar çok sevdi ki onunla olur sandım ama olmadı. Şu iki ayda bunu çok net anladım ve ona zarar vermemek için boşanmak istedim." Derken derin bir iç çekti.

 

"Venomu atlatamadın değil mi?" Dediğimde gözlerine yaşlar yeniden doldu. Omuzları sarsıldı.

 

"Sadece kendimi kandırmışım." Dedi içimi yakan sesiyle. "Atlattım, unuttum sandım ama öyle değilmiş." Dedi ağlamaklı sesiyle. Gözlerini yukarı diktiğinde ağlamamak için direndi. "Arese bu haksızlığı yapamam."

 

"Boşanma işine o ne diyor peki?" Diye sordum merakla. "Onunla konuştun mu?"

 

"Konuştum," dedi. "Anladı biliyor musun?" Derken o bile buna hala hayret ediyor gibiydi. "İtiraz etmedi. Sen nasıl mutlu olacaksan öyle olsun dedi. Ne zaman istersen çağır, bir telefon uzağındayım dedi. Boşanma evraklarını da imzaladı. Önümüzdeki ay görülecek mahkemede anlaşmalı olarak boşanacaktık! Ben İsviçre'ye gidecektim. Temelli." Dediğinde bunlardan hiçbirinden haberim yoktu. "Ayarladım her şeyi. İstifamı bile verdim İzgi. Yoruldum çünkü. Kendi halimde yaşayıp gitmek istedim. Acılarımdan, ondan uzak bir yere gitmek istedim ama hamile olduğumu öğrendim." Derken kendini çok çaresiz hissediyordu. "Aresin haberi yok." Dedi daha ben sormadan.

 

Onda kendimi gördüm.

 

"Ona söylersem bu bebeği ister."

 

"Onu isteyeceğini sandım."

 

"Onu istiyordum zaten!"

 

Bütün vücudumun buz kestiğini, ürperdiğimi hissettim.

 

"Gidiyor musun? Kalsaydın bir az daha?"

 

"Kalamam." Dedi. "Evde helin bekler."

 

Kaskatı kesildim.

 

"Hakkı da var. Bu onun en doğal hakkı." Dedi sitemle. Şaklarımdan bir ağrı hissederken kelimelerimi nasıl toparlayacağımı bilemedim.

 

"Sen..." derken duraksadım. Gözümün önünün karardığını hissettim. "Sen onu istiyor musun?" Diye sordum.

 

"Bitti İzgi."

 

"Daha önce düşük yaptığımı biliyorsun." Dediğinde başımı salladım.

 

"Zamanında düşük yapmıştı." Dedi ısrarla. Yutkunamadım. "Belki geçirdiği operasyondan yüzünden rahmine bir zarar gelmiş gelmiş olabilir. Kurşun yarasının e-"

 

"Düşük yapmadım." Dedim bir anda. Odanın içini kaplayan ölüm sessizliği bakışlarının üzerime saplı kalmasına sebep oldu.

 

Ona anlatmış mıydım?

Her şeyi mi?

 

"Anne olmayı ne kadar çok istediğimi de biliyorsun." Dedi çaresizce.

 

"Ondan boşanmayacaksın." Dedim be söyleyeceğini bilir gibi. "Çünkü o bebeği istiyorsun ve onu babasız büyütmek istemiyorsun." Dediğimde sessiz kaldı.

 

Bir çıkmazdaydı ve seçimini yapmıştı. O cana kıymayacaktı.

 

"Kendin için ne karar verirsen ver," derken yutkunmaya çalıştım. Zihnimde binbir anı belirdi. Birkaçı dışında hiçbirini yakalayamadım. "Ben her zaman yanındayım Hel." Dediğimde gülümsedi.

 

"Biliyorum." Dedi minnetle.

 

"Hadi kalkalım," dedim onunla birlikte ayaklanırken sendelensem de bunu belli etmemeye çalıştım. "Çok oyalandık." Derken gözümün önündeki karaltıyı gözlerimi sürekli açıp kapatarak def ettim.

 

Salonu geçip bahçeye çıkarken gülümsedim. Keskinin gözleri anımda üzerime dönerken içimdeki saklı kalan kırgınlık ortaya çıktı. Bu kırgınlığın altında çok daha büyük bir şeyin yattığına emindim.

 

Yanına gidip otururken, içimdeki huzursuzluk hissini dağıtmak için başımı göğüsüne yasladım ve sadece etrafı izledim.

 

Helen ve Venom ayrı köşelerdeydiler. Venomun gözleri Helenin üzerindeyken sürekli yüzüğüyle oynamasının onu rahatsız ettiğini gördüm.

 

Isabelle, Sergen ve Aylinin arasında gayet mutlu gözükürken Hector yüzünde silik bir tebessümle onu izliyordu ama sanki o bile bunun farkında değildi.

 

Venomun telefonu çaldığında elini ceketinin cebine attı ve çalan telefonunu çıkardı. "Müsaadenizle." Derken oturduğu yerden ayakalandı. Bizden uzaklaşırken telefonu açtı ve ben dahil buradaki herkes, "Efendim Ariana?" Dediğini duydu.

 

Gözlerim Helen kaydığında tırnaklarını avucuna sapladığını gördüm. Gözlerini kapatıp açtığında kendi içinde bir karar vermeye çalıştığını fark ettim ama bunu öfkeyle yapmamasını ümit ettim.

 

Helene öfke hep hata yaptırırdı ve Aresle evliliği de eminim bir öfkenin sebebiydi. Ariananın hamile olduğunu öğrendiğinde Aresin evlenme teklifini kabul etmiş, gizlice alelacele nikah kıymıştı.

 

Oynayıp durduğu yüzündeki kararsız bakışları silindiğinde, yüzüğü tamamen parmağına geçirdi ve oynamayı bıraktı.

 

"Ben kalksam iyi olur." Dedi oturduğu yerden ayaklanırken ona yapma dercesine baktım. "Ares çoktan eve gelmiştir." Dediğinde kimse itiraz etmedi.

 

"Ben seni geçireyim." Diyerek ayaklanacaktım ki sanki nedenini bilir gibi, "Hiç gerek yok İzgi." Dedi gülümseyerek. "İnan hiç gerek." Dediğinde ne dediğini anladım.

 

Kararım belli.

 

Söylediği şey buydu ama hata yaptığının farkında değildi.

 

"Emin misin?" Diye sordum tereddütle.

 

"Evet," dedi rahatça. "Hem de her şeyden çok." Dediğinde kendi kendini mahvettiğinin farkında değildi.

 

"Başka çarem yok." Diyordu.

 

"Hepinize şimdiden iyi akşamlar." Dediğinde yanımızdan kısa süre içinde ayrıldı.

 

Yaslandığım göğüsüne hüzünle geri çökerken, Isabellenin bakışları ne olduğunu anlamak istercesine üzerimdeydi.

 

"Yarın ki daveti ne yapacaksın?" Diye sordu Isabelle. "İptal mi?"

 

"Ne daveti?" Diye sordum göğüsümden doğrulurken. "Benim niye haberim yok?"

 

"Gelmiyorsun da ondan." Dedi Keskin anında.

 

"Niye?" Dedim merakla.

 

"Rahat durmuyorsun." Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Gözümün önünden ayrılma dedikçe hep başının dikine gidiyorsun. Bana sözümden çıkmayacağımın garantisini vermeden o davete asla gelemezsin." Dedi kesin bir dille.

 

"Sevkiyat yapılacak." Dedi Isabelle soruma hitaben. "Meclisteki bütün üyeler orada olacak. Olivia, Funda ve Helin de dahil." Dediğinde kaşlarım havalandı.

 

"Isabelle!"

 

"Kesin geliyorum!" Dedim anında.

 

"Seninle sonra görüşeceğiz." Dedi Keskin yerinden doğrulurken, gözleri bana döndü. "Gözümün önünden ayrılırsan bu sefer acımam." Dediğinde Isabellenin uzattığı eline alltan çaktım.

 

"Ne?" Dedi ona onu öldürecekmiş gibi bakan Keskine. "Onsuz asla olmaz." Dediğinde gülümsedim.

 

Keskinse kalan zamanını huzursuz bir şekilde geçirdi.

 

 

 

🥀

 

 

Bir yerde okumuştum.

 

Kaderin birbirine bağladığı insanlar birbirilerine sürekli rastlar, diyordu sözde.

 

Ne pahasına olursa olsun birbirinden asla vazgeçmeyen iki insanın, gönül bağları kadere bağlıysa o insanlar birbirlerine mutlaka rastlar diyerek tamamlamak isterdim o cümleyi.

 

Üzerimde straplez, beli korse şeklinde olan ve kalçalarımın hemen altında biten vişne rengini andıran bir elbise vardı. Belinde bağlı olan kumaş sol bacağıma doğru uzanırken, dönemem de gözler önündeydi. Hafif bir makyajla yetinirken, gözlerimi ona çıkarmaya dikkat etmiştim. Saçlarımı hafif su dalgası şeklinde maşalarken, perçemlerimi bigudiyle daha güzel gözükmesi için sarmış ve açmıştım. Ellerimle saçlarımı düzeltirken ayaklarıma gümüş topuklularımı geçirdim ve ayananın karşısında üzerimi düzelttikten sonra çantama birkaç parça eşyamı yerleştirdim.

 

 

 

 

 

 

Odanın kapısı açıldığında elinde birkaç kutuyla giren Keskini gördüm. Yüzümde bir gülümseme açarken, "Hoş geldin." Dedim ama cevap vermedi. Üzerinde siyah bir takım elbise varken yakasında kıyafetimle aynı renk bir mendil vardı ve gözleri bütün vücudumda geziniyordu.

 

Kazadan kalan birkaç izi sağlam bir kapatıcıyla kapatmış tüm izleri yok etmiştim. "Hazırım, ben çıkalım mı artık."

 

"Cık." Dedi dilini damağına vururken kapıyı arkasından kapattı ve odanın içine doğru adımladı. "Henüz hazır değilsin." Dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"O niyeymiş?" Diye sordum merakla.

 

Elindeki kutulardan ikisini bırakırken küçük olanı aldı ve karşımda dikildi.

 

"Bu şekilde vermek istemezdim." Dediğinde merakla ona baktım. Aramızdaki kadife kutuyu açtığında gördüğüm yüzükle birlikte nutkumun tutulduğunu hissettim.

 

Bu öncekinden çok daha farklı bir yüzüktü. Daha zarif ve daha bendi. Pırlanta yüzüğün etrafı altın işlemelerle işlenmişken ortasındaki yakutun renginin neredeyse gözlerimle aynı renk olduğunu fark ettim. Hemen yanındaki alyansların üzerine işlenmiş olan pusula desenleriyse onalara bakakalmama sebep oldu.

 

Çok güzellerdi. İkisi de çok güzeldi.

 

"Ben çok taşıdım." Dediğinde ne söyleyeceğimi bilemiyordum. "Sen bir ömrü taşımaya var mısın?" Diye sorduğunda dilim tutulmuş gibiydi. "Her şeye rağmen bu yüzüğü yeniden senin parmağında görmek istiyorum. Yeniden soy adımı al, karım ol istiyorum."

 

"Keskin," derken sesim titriyordu. "Bunlar çok güzel." Derken çok dürüsttüm.

 

"İstediğim cevap bu değildi." Dediğinde sabırsızlığı gülmeme sebep oldu.

 

"Evet," dediğimde rahat bir nefes aldı. "Sonsuza kadar evet!" Diye yüksek sesle bağırdığımda, "Duymak istediğim buydu." Dedi gülümseyerek.

 

Önce alyansı parmağıma geçirdiğinde, hemen ardından yüzüğü geçirdi ve sol yanımdaki o eksikliğin bir nebze olsun tamamlandığını hissettim.

 

Onun yüzüğünü yeniden taşımanın verdiği his bambaşkaydı.

 

Kendi alyansını da parmağına geçirdiğinde ne yapacağımı şaşırdım. Heyecandan elim ayağım birbirine dolandı.

 

Yatağın üstündeki bir diğer kutuyu aldığında, büyük kadife kutunun içinden çıkan pusula kolyesi içimin burkulmasına sebep oldu. Bana verdiğinin aynısıydı ama üzerinde kan şekerinin bıraktığı iz yoktu. Yeni yaptırılmıştı ve aile yadigar olduğu için olsa gerek tamamen değiştirmese de ufak tefek değişiklikler vardı.

 

"Keskin."

 

"Dön arkanı." Dediğinde ikiletmedim. Ayaklarımın üstünde arkamı dönerken saçlarımı tek omzumda topladım. Kolyeyi boynumda geçirdiğinde, ellerim anında o pusulaya tutundu.

 

İçimdeki o boşluk biraz daha kapandı.

 

Kolyeyi taktığından dudaklarının baskısını omzumda hissettim. "Artık kayıp değilim." Dediğinde gülümsedim. Yeniden ona döndüğümde, gözleri gözlerime kenetlendi. "Yeniden aydınlıktayım. Senin sayende."

 

"Teşekkür ederim." Dedim sıcacık bir sesle.

 

"Ben teşekkür ederim," derken dudaklarını anlıma bastırdı. "Her şey için." Sessizliğin içine gölgelerimiz devirdiğinde yatağın üzerindeki bir diğer kutuyu daha aldı. "Başka ne var?" Diye sordum merakla.

 

"Bu sana Sergen'in hediyesi." Dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. "Kendisi vermeye çekindi." Dediğinde gülümsedim.

 

Kendisinin getirmesini istesem de sanırım Keskinin de dediği gibi çekinmiş olmalıydı.

 

Kutuyu açtığında içinden çıkan pırlanta bilekliği, küpeleri ve kolyeyi gördüm. Siyah, yakut taşlardan oluşan ve pırlanta işlemelerle birleşene bir mücevher setiydi. Özel tasarım olduğu belliydi.

 

Kolye su damlası gibi aşağıya doğru etrafını süsleyen birkaç yakut taşıyla birlikte aşağıya doğru inerken, küpeleri de yakut ve etrafı pırlantalarla kaplıydı.

 

Kolyeyi şu an için takamayacağımı bilsem de düz, zarif işlemeleri olan pırlanta bilekliği aldım ve bileğime geçirdim. Küpeleri de kulağıma geçirirken Keskin kutuyu yeniden yatağın üzerine bıraktı. Hem çok güzellerdi, hem de çok yakışmışlardı.

 

"Çok güzelmiş," derken ona döndüm. "Çok ince düşünmüş. Ona bir teşekkür etsem iyi olacak."

 

"Önden çıktı o." Dediğinde dudak büktüm. "Davette yakalarsan edersin teşekkürünü." Dediğinde başımı salladım. "O halde çıkalım."

 

"Hay hay." Dedim gülümseyerek. Çantamı ve telefonumu aldıktan sonra uzattığı elini tuttum ve onunla birlikte davet alanına giden yola doğru birkaç saatlik bir yolculuğa çıktık.

 

 

🥀

 

 

Büyük ve ihtişamlı bir otelin salonunda üzerimde bütün vücudumu saran straplez bir elbise vardı. Ayağımda elbiseyle ve takılarımla uyumlu gümüş topuklular vardı. Her ne kadar topuklu giymeye aşina olsamda uzun süre ayakta dikilmek ayak tabanlarımda hafif bir sızının baş göstermesine sebep olmuştu.

 

Etraftaki insanlardan yükselen kahkaha ve gülüşme sesleri benim için gürültü kirliliğiydi. Böyle ortamlardan oldum olası hoşlanmazdım ama bugün burada olmak zorundaydım.

 

"Bayan Alacahan?" Zihnime sızan pusulu ses benim daldığım yerden çıkardığında dalgın bakışlarımın odağına tanıdık bir sima girdi.

 

Üzerimdeki ruh halinden hızla sıyrıldığımda bakışlarım yüzünde bir gülümsemeyle bana bakan aylar önce hastanede gördüğüm adamı buldu.

 

Barda otururken gözlerim omzumun üzerinden onu bulmuştu. Keskinin beni görebileceği yerlerde bulunuyordum ama yirmi metre ilerimdeki İdilin gözleri de üzerimdeydi.

 

"Ben Leonardo." Dediğinde elini uzattı. "Buraya kadar gelmişken sizinle tanışmadan gitmek büyük kayıp olurdu." Uzattığı elini tutmak gibi bir hata yapmazken dejavu yaşadığımı hissediyordum.

 

"Kimsiniz?" Diye sordum buz gibi bir sesle. "Neden benimle tanışmak istiyorsunuz?"

 

"Eşinizin, daha doğru eski eşinizin daveti üzerine buradayım." Dedi eski kısmına imada bulunarak.

 

Karşımdaki bar sandalyesine oturacaktı ki, "Oturabilirsiniz demedim." Dedim sertçe. "Yoksa nezaket kurallarından da mı bir habersiniz?" Dedim alayla.

 

Kaşları havalandığında, "Haklısınız." Dedi itiraz etmeden. "Kabalık ettim." Dediğinde ona düz bir şekilde bakmaya devam ettim.

 

"Neden buradasınız?" Dediğimde sorgu dolu gözlerle bana baktı. "Eşimin yanında olmanız gerekiyordu."

 

"Eski eşiniz, diyecektiniz herhalde." Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Diliniz sürçtü."

 

"Yoo," dedim sol elimin tersini kaldırıp yüzüğümü ve alyansımı ona gösterirken. "Ben doğruyu söyledim de siz sanırım biraz fazla geride kalmış olmalısınız." Dediğimde gülümsedi.

 

"En son boşandığınızı duymuştum?" Dedi merakla.

 

"Yeniden evlenmeye karar verdik." Dedim hiç çekinmeden. "Şimdi müsaadenizle," dedim nezaketen. "Eşimin yanına gitsem iyi olacak." Derken yüzümde yapmacık bir gülümsemeyle yanından ayrıldım.

 

Adımlarımı Keskinin olduğu masaya doğru atarken, etrafındaki insanların arasında Oliviayı gördüm. Tam onun yanına yaklaşmak ve koluna dokunmak için bir hamlede bulunacaktı ki anında buna engel olarak aralarına girip ellerimi Keskinin koluna sararken. "Herkese merhaba." Dedim naif bir sesle.

 

Hepsinin gözleri bana dönerken, "Merhaba." Dediler aynı anda. Etrafta yabancı yüzeler olsa da Meclisten simasına tanık olduğum birkaç kişi daha vardı.

 

"Sevgilim?" Dedim ona dönerek. Gözlerim gözleriyle birleştiğinde bana merakla baktı. "Biraz gelir misin?"

 

"Bir şey konuşuyorduk." Diye araya girdi Olivia.

 

"Sonrada konuşabilirsiniz." Dedim yapmacık bir samimiyetle. "Öyle değil mi?" Dedim yeniden Keskine dönerken tereddüt bile etmedi.

 

"Karım öyle diyorsa," dedi üzerine basa basa. "Öyledir." Dediğinde Olivianın bozulan suratına karşılık gülümsedim.

 

"Afiyet olsun." Dedim yanlarından ayrılırken yüzümde sırıtan gülümsememi kestim. "Mayoz bölünmesi kesintiye uğramış, molotofa bak!" Diye homurdandım. Topuklarım üzerinde dönerken, "Ne işi var onun hala Mecliste?" Diye sordum ters ters.

 

"Abisi bana çalışıyor." Dedi gayet rahat bir şekilde.

 

"Abisi sana çalışıyor." Dedim her bi kelimenin üzerine basa basa. "O, Funda ve Helin değil." Dediğimde kudurmamdan zevk almış gibiydi. "Bu gece burada olmak zorundalar mıydı?" Diye sordum bıkkınlıkla. Kaşları havalandığında, "Bunun cevabını çok iyi biliyorsun." Dediğinde somurttum.

 

"Desene bütün gün seni gözetlemek zorundayım." Dediğimde gülümsedi. Aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapattığında ellerini belime yasladı ve bedenimi kendine doğru çekti. Uzun boyundan ötürü başımı kaldırmak zorunda kalırken o da beni görebilmek için hafifçe başını eğmişti.

 

"Bütün gün yanımda uslu uslu durursan buna gerek kalmaz." Dediğinde gülümsedim.

 

"Uslu durmazsam?" Diye sordum iyice dibine girerek.

 

"Cezası ağır olur." Dedi bekletmeden.

 

"Hmm," dedim genzimden gelen bir sesle. "Ne gibi?"

 

"Bunu sen çok iyi biliyorsun." Dediğinde gülümsemem büyüdü.

 

Ellerimle kravatını düzeltirken, "Bence müstakbel karın olarak o kadınları şu anda buradan kovmaya hakkım var." Dedim kravatı sonuna kadar çekip boğazına yaslayarak. Gözlerimi gözlerinin içine dikerken bordo ojeyle süslediğini tırnaklarımı hafifçe boynuna sürttüm. Bu yutkunmasına sebep olurken, "Öyle değil mi?" Diye sordum masumca.

 

"Yanımda olduğun sürece yanıma yaklaşmayacaklardır." Derken tuzağıma düşmedi. "Senden korkuyorlar."

 

"Biz zahmet." Dediğimde güldü.

 

"Hadi gel," dedi belimden tutarak. "Masamıza geçelim, bu ayakkabılarla çok ayakta kalman senin için iyi değil." Dedi düşünceli bir şekilde.

 

İtiraz etmeden onunla birlikte sadece Liderin ve dostlarının bulunduğu masaya geçerken masada oturan sadece Isabelle ve Ariana vardı.

 

Venom ve Hector ortada gözükmüyorlardı. Helen ve Ares Meclis üyelerinden olmadıkları için bugün burada değillerdi.

 

"Hoş geldiniz." Dedi Ariana samimiyetle. Üzerinde mavi, saten bir elbise vardı ve çok güzel gözüküyordu.

 

"Hoşbulduk Ariana," dedim onun yanına otururken. "Sende hoş geldin." Dediğimde başını sallayarak onayladı.

 

"Nasıl oldun?" Diye sordu merakla. "Ziyaretine gelmek istedim ama bir türlü müsait olamadım." Dedi mahcup bir şekilde.

 

"Ben iyiyim," dedim samimiyetle. "Düşünmen yeter Ariana. Zor bir süreçten geçtiğini biliyorum. O sürecin ne kadar berbat olduğunu da." Dediğimde yüzünde gergin bir gülümseme yer açtı.

 

Duyduğum kadarıyla düşük yapmıştı ve bir daha anne olma gibi bir imkanı yoktu çünkü operasyonda yapılan ufak bir hata ondan bütün hayatını almıştı.

 

Bunun ne kadar doğru olup olmadığıda muammaydı. Bir varis veremeyeceği için muhtemelen Mecliste kan dökülmeden boşanan tek kişi olacaklardı.

 

Venom bu konuda özellikle Keskini ikna etmemi söylemişti ama ben henüz kendisiyle konuşmamıştım.

 

"Boşanmak istediğinizi duydum." Dediğimde merakla ona baktım. "Doğru mu?"

 

"Doğru." Dedi anında. "Yürütemeyeceğiz. Bunca yıl bence birbirimize çok bile katlandık." Dedi sıkıntıyla. "Kalbinde, aklında bir başkasının hayaliyle yaşan bir adamla evli kalarak kendime daha fazla saygısızlık edemem." Dediğinde gözümün önünde Zeynebin siması belirdi.

 

Keskine başta bana hiçbir şey anlatmadığı için kızgın olsam da bazen iyiki anlatmamış diyordum. Zeynebin ölümünü Urazın ağzından duyup o anı hatırladığımda nasıl bir boşluğa düştüğümü dahi anlatamam.

 

"Zeynep nerede?" Diye sordum merakla. Herkes buradaydı. Sinan,hatta Uraz bile.

 

Ama kardeşim yoktu.

 

Herkesin gözleri birbirleri arasında gidip geldi. Mahçubiyetle eğildi başlar. Kimse gözlerimin içine bakamadı hiç kimse.

 

"Teyze?" Dedi Uraz. Gözlerim ona dönerken kaşlarını çatarak bana baktığını gördüm. Gözleri yaşlarla dolmuştu. "Annem öldü."

 

Vurgun yemiş gibi kaskatı kesildim. Dudaklarım aralanırken Urazın gözlerinin içine bakakaldım.

 

Hiçbir şey hissedemedim.

 

Çünkü göğüs kafesimde yer edinen acı öylesine tanıdıktı ki daha önce bunu biliyor

gibiydi.

 

"Unuttun mu?" Diye sorduğunda cevap veremedim. "Bir sene oldu."

 

Boğazımı düğüm düğüm eden acı ciğerimi deşti.

 

Buruk bir gülümseme yer edindi dudaklarımda.

 

Sanırım Zeynep benim içimde kalan en büyük yara olarak kalacaktı. Belki de en büyük ukdem.

 

Aklıma her düştüğünde boğazımı düğüm düğüm eden o his ağlamama sebep oluyordu. Kaç yaşına gelirsem geleyim sanki Zeynep için göz yaşlarım hep akacak hiç dinmeyecek gibiydi.

 

Gitmek istiyordum. Türkiye'ye gitmek, mezarını ziyaret etmek ve onunla yine eskisi gibi sohbet etmek istiyordum.

 

Kardeşimi özlemiştim ama şimdi gittiğim yer sadece bir mezarlık olacaktı.

 

"İyi misin?" Elimin üzerine sarılan eliyle beraber gözlerim kara gözlerine dönerken başımı sallayarak onayladım. Konuşursam ağlardım. Bir süre kendimi sıksam iyi olurdu. "Bir lavaboya gitsem iyi olacak." Derken göğüsümü sıkıştıran o histen kurtulamadım.

 

Elim elinin arasından sıyrılırken oturduğum yerden ayaklandım ve hızlı adımlarla lavabonun olduğu koridora doğru ilerledim. Salondan çıkıp sola döndüğümde, önüme çıkan erkekler tuvaletine girip kapıyı arkamdan kapattım.

 

Burası genelde hep boş olurdu. Kadınlar tuvaletine girmektense burada olmak biraz daha rahat hissettiyordu çünkü kimse gelmeyecekti.

 

Olduğum yerde dört dönerken ayaklarımı zemine vuruyor, derin derin nefesler almaya çalışıyordum.

 

Ağlamamalıydım ve ağlamayacaktım. Burada, bugün bunu yapmak istemiyordum.

 

Ama biliyordum. Hayatım boyunca hep böyle şeyler yaşayacaktım. Bir anda tek bir kelime yerle bir edecekti beni. Üzerini kapattığım sandığım geçmiş önüme sürülecek bir duvar gibi karşımda dikilecekti.

 

Bazense tanıdık bir yüz o anda takılı kalmama sebep olacaktı. Belki o gün çok güzel bir gündü ama ayaklarım yine mezarlığı bulacaktı.

 

Artık ayaklarımın dönüp dolaşıp gittiği yerin orası olmasını istemiyordum. Kimse istemezdi.

 

Derin derin nefesler aldım. Sezinin söylediklerini kendi içimde tekrar ettim ve sakinleşmeye çalıştım. Bunu birkaç dakika tekrarladım ve boynuma bileklerime, yanaklarıma biraz soğuk su dokundurduktan sonra kendimi daha iyi hissettiğimde geldiğim yolu geri döndüm ve Salona tekrar çıktım.

 

Üzerimde olan gözleri ve hakkımda konuşan insanları fark etsem de görmezden geldim.

 

Fark ettiğim bir diğer şeyse Salonda neredeyse sadece kadınların ve korumaların kaldığıydı. Herkes nereye gitmişti?

 

"İzgi," yanıma gelen İdil'le birlikte gözlerim ona döndü.

 

"Hah! İdil?" Dedim ona dönerek. "Herkes nerede?"

 

"Yapılacak olan sevkiyatları konuşmak ve silahların hangi ülkelere gönderileceği aynı zamanda bunlarda kimin görevli olduğunu açıklamak için toplantısı odasına çıktılar." Diye açıkladı.

 

"Anladım." Dedim düz bir sesle. Bana bunları normalde asla anlatmazdı.

 

"Keskin senin de orada olmanı istedi." Dediğinde adımlarım durdu.

 

"Anlamadım?" Dedim şaşkınlıkla.

 

"Seni yanında görmek istediğini söyledi." Dediğinde şaşkınlığım katlanarak arttı. "Bu taraftan." Diyerek yolu gösterdiğinde onunla birlikte asansöre ilerledim ve açık tutulan asansöre yanımda altı koruma bir de İdil'le birlikte bindim.

 

İdil yedinci kata bas, ardından hızlı bir şekilde tuşlara basarak on bir haneli bir sayı tuşlarken yukarı çıkan asansör bir anda aşağıya inmeye başlayınca yadırgamadım. Meclis şov yapmayo seviyordu.

 

"Yüzüğü tekrar takmışsınız." Dedi İdil sıcak bir samimiyetle. "Tebrik ederim." Dediğinde gülümsedim.

 

"Sağ ol İdil." Dedim bende aynı Samimiyetle. Korumalar buz gibi dururken açılan asansörden indim ve yukarıdaki otelden hiçbir farkı olmayan koridorda ilerledim.

 

Kapıda. Isabelle, Ariana, Olivia, Funda ve Helini görürken kaşlarım çatıldı.

 

"Toplantı henüz başlamadı mı?" Diye sordum merakla.

 

"Keskin, sen gelmeden o toplantıya başlamayacağını söyledi." Dediğinde gülümsedim.

 

Adımlarımı toplantı odasına doğru atarken kapıda bekleyenlerin yanında duraksadım.

 

"Sonunda." Dedi Funda bıkkınlıkla. İçeriye doğru bir adım atmıştım ki onu kolundan yakaladım.

 

"Nereye?" Dedim buz gibi bir sesle.

 

"Toplantıya." Dedi kaşlarını çatarak. "Bir mahsuru mı vardı?"

 

"Evet var." Dediğimde ne yapacağımı bilir gibi öfkeyle bana baktı. "Siz üçünüz." Dedim onları işaret ederek. "Toplantıya katılmıyorsunuz."

 

"Sebep?" Dedi Olivia öfkeyle.

 

"Ben öyle istiyorum Olivia." Dediğimde susmak zorunda kaldı. "İtirazın mı vardı?" Dediğimde susmaya devam etti. "Bende öyle düşünmüştüm."

 

Açık kapıdan içeriye girdiğimde iki sandalye hariç diğerlerinin tamamen dolu olduğunu gördüm. Venomun yanındaki boş sandalyeye Arianaya aitti ve Arianada bildiğim gibi oraya oturdu.

 

Hectorun yanında nişanlısı Melineyi görürken, Isabelle Meclisin genç, bekar üyelerinden birinin yanına oturdu. Hectorun kaşları bu görüntüyle çatılırken ellerinin yumruk halini aldığını gördüm.

 

Helin, Olivia ve Funda'nın sandalyesi ben içeri girmeden hemen önce korumalar tarafından kaldırılmış olmalıydı.

 

"Bana bu masada yer yok mu?" Dedim gözlerimi üyelerde gezdirirken. "Masanın başında bir sandalye daha eksik sanki, ha? Ne dersiniz?" Dedim alayla.

 

Sözlerimle birlikte Keskinin koltuğundan kalktığını gördüm. Benimle birlikte herkesin gözleri ona döndü ve onunla birlikte herkes oturduğu yerden kalkmak zorunda kaldı. "Gel sevgilim." Dedi elini bana doğru uzatarak. Kaşlarım havalanırken yüzümde bir gülümseme belirmişti. "Senin yerin burası." Diyerek hepsini şok etti.

 

İkiletmedim. Adımlarımı ona doğru atarken geri çekildi. Koltuğuna beni oturturken varlığı hemen arkamdaydı. Oturduğum yerde bacak bacak üstüne atarken şaşkınlıkla bize bakan üyeleri görmek gülümsememe sebep oldu.

 

"Umuyorum ki," sesi hemen arkamdan gelirken, elleri sandalyenin üzerine yaslandı. Gölgesi üzerime devrildi. Kara gözleri her bir üye de tek tek gezindi. "Herkes anlaması gerekeni anlamıştır." Dedi uyarıyla. Arkamdaydı bedeni belki ama ruhu yanımdaydı. "Koltuğum karımındır." Diyerek bende dahil herkesi dumura uğrattı.

 

"İtirazı olan varsa hemen şimdi çıksın dışarı." Dedi sertçe.

 

"Tabii ölmeyi göze alarak." Dediğimde Isabelle gülümsedi.

 

"Kimse yok mu?" Dedi arkamdaki sesi. "Güzel," dedi memnun bir şekilde. "Az önce karım geldiğinde ne kadar süre oturduysan o kadar süre ayakta kalacaksınız ve hiçbiriniz o söyleyene kadar yerinize oturmayacaksınız."

 

"Çocuk oyuncağı mı bu iş?!" Diye yükseldi Funda'nın babası.

 

"Evet," dedim kollarımı masaya yaslayarak. "He eğer burada olmaktan memnun değilsen, şimdi, tam şu anda dışarıda bekleyen kızının nefesini keserim." Dediğimde bana nefretle baktı. "Yaparım bunu."

 

"Sen kimseyi öldürmezsin." Dedi beni bilir gibi.

 

"Biliyor musun?" Dedim ellerimi çeneme yaslayarak. "Bu iki yılda ne kadar değiştiğimi tahmin edemezsin." Dediğimde gözleri kısıldı. "Ve emin ol bunu yaparım. Sözümün eriyimdir, hepiniz çok iyi bilirsiniz." Dediğimde odaya çöken sessizlik buz gibiydi. "Şimdi oturun." Dediğimde hepsi tekrar yerlerine oturdu.

 

Herkesin gözleri birbirleri arasında gidip gelirken, "Mecliste kaldırmak istediğim bazı kurallar var." Dediğimde hepsi merakla beni dinledi. "Kimse sevmediği birisiyle sırf ailesi istedi diye güç için evlenmeyecek." Dediğimde yüzlerine yayılan şaşkınlığı gördüm. "Boşanmaların sonucu her iki taraf içinde ölümle sonuçlanmayacak." Dediğimde fısıltılar arttı. "En önemlisi," dediğimde gözler yeniden bana döndü. "Mecliste kendilerine verilen görevleri yerine getiremeyen herkesin rütbesi düşecek ve onların yerine başarılı olanalar çıkacak."

 

"En altta olanlar bile mi?" Diye sordu birisi.

 

"En altta olan birisi bile." Dediğimde tedirginlikler arttı.

 

"Hepinizin yaşı ilerliyor ve yaşınız ilerledikçe mantıklı karar veremiyor ve hata yapıyorsunuz." Dediğimde hemen hemen çoğu öfkeyle bana baktı çünkü hala varislerine koltuklarını vermek gibi bir düşünceleri yoktu. "Bugünden itibaren koltuğunu varisine devir etmesi gereken her üye bugün varislerine devir edecek."

 

Hepsi itiraz etmek için hazırda beklerken, "İtiraz istemiyorum." Dedi Keskinin sert ve katı sesi. "Karımın sözü benim sözümdür." Dediğinde herkes kabullenmek zorunda kaldı.

 

"Yapacağınız sevkiyatlara gelecek olursak bunların hepsini sizler değil varisleriniz gerçekleştirecek. Herkesin statüsün yeri yeniden belirlenecek çünkü yıllardır meclisin içinde olan birisi olarak üyeler arasında yapılan adaletsizliğin farkındayım bu yüzden hepinizin geçmesi gereken bazı testler olacak." Her bir sözüm daha da öfkelenmelerine sebep oluyordu. "Gerekirse ellerinizden Lider tarafından size temin edilen bütün yabancı ülkeler alınacak ve yerine daha iyileri getirilecek."

 

"Saçmalık." Dedi birisi.

 

"Anlamadım?" Dedim gözlerimi ona çevirerek. "Ne dediniz?"

 

"Bütün bu söyledikleriniz saçmalıktan ibaret." Dedi gocunmadan.

 

"Ha?" Dedim kaşlarım havalanırken. "Öyle miymiş?" Dediğimde bana karşı olan öfkesi katlanarak arttı.

 

"Bizimle alay ediyorsunuz." Dedi sinirle.

 

"Yeni mi anladın?" Dediğimdeyse kıpkırmızı kesildi. "Adın neydi?" Diye sorduğumda onu tanımamamın bazı üyeleri güldürdüğünü gördüm.

 

"Selçuk," dedi.

 

"Soy adın?"

 

"Selçuk Demirel." Dediğinde kaşlarım havalandı.

 

"Hmm," dedim. "Adını hiç duymadım ama soy adını duydum." Dediğimde karşımda ezildikçe ezildi. "Babanın sana bırakacaklarına güvenerek hiçbir şey yapmadın. Muhtemelen bu masadaki tecrübesizlerden birisi de sen olmalısın. Merak ediyorum hayatının bütün alanının sadece bundan ibaret olacağını ve bir yerde hiçbir zaman patlak vermeyeceğini mi sanıyordun gerçekten?"

 

Öfkeyle oturduğu yerden ayaklandığında sandalyesinin yere çarparken çarptığı sese masaya vurduğu eli eklendi ve yüzüme karşı, "Kes sesini!" Diye bağırdığını aynı saniyelerde Keskinin, "İdil." Dediğini duydum ve İdil bacağına sardığı korsesinden silahını çıkardığında, beynine saplanan kurşunla birlikte masanın üzerine yığıldı ve pekmezi masaya aktı.

 

"Tüh," dedim dudak bükerek. Herkes dehşetle onun cesedine bakarken, "Bak sen şu işe." Dedim. "Daha beraber yemek yiyecektik ama kısmet değilmiş demekki." Gözlerim babasına kaydığında, "Sanırım artık nüfusuna bile almadığın, yüzüne bile bakmadığın metresinin oğlunun kapısını çalmak zorunda kalacaksın Hakan." Dediğimde gözleri dehşetle oğlunun cesedindeydi.

 

Oturduğum yerden ayaklanırken hepsi benimle birlikte ayaklanmak zorunda kaldı, "Son ana kadar her şey gayet güzel gidiyordu ama bilirsiniz bazen tatsızlıklar yaşanır." Dediğimde hepsinin yüzünün bembeyaz kesildiğini gördüm. "Bence artık herkes nerede, nasıl davranacağını gayet iyi anlamıştır."

 

"Davet bitti." Dediğini duydum Keskinin. Hemen yanımda yerini aldı. "Yarın hepinize gerekli bilgilendirme yapılacak." Dediğinde tıpkı bir robot gibi aynı anda başlarını sallayarak hepsi onu onayladı. Eli belime yaslandığında, "Hadi, gidelim." Dedi ve benimle birlikte toplantı odasından çıkarken derin bir nefes aldım.

 

"Sakın bana kızma. Eğer bugün orada kendimi ezdirseydim ileride çok daha kötüsü olabilirdi." Derken koridorda onunla birlikte ilerlerken gittiğimiz yöne asansör değildi. O beni nereye sürüklüyorsa oraya gidiyordum.

 

"Buna asla izin vermezdim." Dedi sertçe.

 

"Bili-"

 

Sözümü tamamlayamadan koridordaki odalardan birine çekilmemle birlikte sözlerim yarım kaldı. Sırtım otel odasının kapısına yaslanırken dudakları dudaklarımın üzerine kapandı.

 

Dudaklarım onun için aralanırken, dili dilime dolandı ve bütün bedeni üzerime çökerken, elleri saçlarımın arasına sızdı.

 

Bir elim ensesine tutunurken diğer elim saçlarının arasına sızdı ve saç diplerini çekiştirdi. Öpüşü, derin, şiddetli ve hasret doluyken ondan geri kalmadım. Bütün iki yılın getirdiği özleme, haz eklendi ve bu gece ona tekrar teslim olacağıma emin olacağım gece oldu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(‼️Bu kısım +18 sahneler içerir. Rahatsız olanlar bir sonraki uyarıdan devam edebilir.‼️‼️‼️)

 

Ensesine tırnaklarımı geçirirken dudaklarının arasından çıkan boğuk bir sesi işittim. Elleri kaçlarıma yaslandığında beni yukarı doğru çekti ve ona ayak uydurarak topuklularımı çıkarırken bacaklarımı kaldırarak beline sardım.

 

Elleri kaçlarımın hemen altında beni sıkı sıkı tutarken benimle birlikte yatağa doğru ilerledi. Ellerim üzerindeki ceketini sıyırırken, çözemediğim düğümeleriyle birlikte gülmüştü ki sinirlenip koparıp atmamla birlikte gülümsemesi büyüdü ve öpüşü daha da derinleşti.

 

Elbisenin gizli fermuarını bulup açarken, bedenimi yatağa bırakmadan hemen önce üzerimden sıyırıp attı. Konuşmadık. Sadece anı yaşamak istedik.

 

Üzerimde sadece iç çamaşırlarımla kalırken o da sadece pantolonuyla kalmıştı. Bir elim çıplak göğüsüne yaslıyken diğer elim ensesine tutunmuştu. Dudakları dudaklarımdan ayrıldığında bedenim tamamen yatağa serildi ve dudakları çenemden boynuma doğru bir yok çizdiğinde karnım kasıldı. Eli rahat durmayıp sütyenimin kopçasını tek hamlede açarken, üzerimden sıyırıp attı ve dolgun göğüslerim tekrar huzuruna serildi.

 

Kesik kesik nefesler alırken, boynuma vuran dil darbeleri iki göğüsümün arasına doğru indi ve orada biraz soluklandı. Duraksaması bütün vücudumun uyarılmasına sebep olurken, sol elini tamamen sağ göğüsüme sararken, sol göğüsümü ağzına alması odanın içinde derin ve boğuk bir inlememin dudaklarımın arasından çıkmasına sebep oldu.

 

"Siktir!" Dedi boğuk bir sesle. "Bu sesi özlemişim." Dedi memnun bir şekilde.

 

Ellerim saçlarına asılırken, göğüs ucumu ağzına alıp çekiştirmesiyle bu sefer daha yüksek bir sesle inledim. Sol göğüsümün ucunu dudaklarının arasında sıkıştırıp kendinden derin izler bırakırken karnım içe çöktü ve belim yay gibi yatakta yükselirken, tırnaklarım sırtını boydan boya çizdi.

 

Dudakları diğer göğüsüme doğru ilerlediğinde boşta kalan eli sızlayan sol göğüsümü kavradı. Sağ göğüsümü dudaklarının arasına alıp çekiştirdiğinde, "Keskin!" diye inledim zevkle. Kadınlığımda dehşet bir sızı vardı. İç çamaşırımdaki ıslaklık bunun en büyük kanıtıydı.

 

Nefesi tenime döküldü, dil darbeleriyse aklımı yitirmeme sebep olacak kadar iyidi. Dudakları göğüslerimin üzerindeyken kaburgalarımın arasından kaydı ve karnıma doğru ilerledi. Nefes nefes bir haldeyken dudakları iç çamaşırım başladığı yerde durdu. Nefesi tam oraya vururken, elleri iç çamaşırımı sıyırdı ve kadınlığım tamamiyle gözler önüne serildi. Terden anlına yapışan saçları yüzüne dökülürken, dudaklarını tam oraya bastırmasıyla neredeyse çığlık atacaktım. Dilindeki ıslaklığı tamamen yayarken ellerim çarşafı sıkı sıkı kavradı ve başım geriye doğru düştü.

 

Elleri uykularımı iki ayrırken aynısını kadınlığıma da yaptı ve ağzını tamamen kadınlığıma yaslamasıyla çığlığım bütün odada yankılandı. Elleri kalçalarımı sıkı sıkı tutarken kendimi geri çekmeme izin vermiyor dil darbelerini klitorisime vuruyordu. Bütün ıslaklığı kadınlığıma yayılırken, dili tam orayı ikiye ayırdı ve klitorisime uyguladığı sert baskı gözlerimin geriye doğru kaymasına sebep oldu.

 

Belim yay gibi gerilirken, kaçlarımı kendine doğru çekti ve ağzını tamamen kadınlığıma doğru yaslarken tırnaklarım kollarını boydan boya çizdi. Dilini derinlerime kadar ittiğinde uyarılan kadınlığımın daha çok kasılmasına bir kalp gibi atmasına sebep olurken inlemelerim bütün odada yankılanıyordu.

 

Tepemi ağzına alarak tamamen emmeye başladığında derinlerime vuran dil darbeleri aklımı oynatmama sebep oluyordu.

 

Çoğu zaman nefes almayı kestiğimi fark ettiğimdeyse kıpkırmızı kesiliyordum.

 

"Her dokunduğumda ne kadar çok açıldığını görmeni isterdim." Derken parmakları vajinamın etrafında dolanıyor orayı ikiye ayırıyor ve ıslaklığımı kadınlığıma yayıyor, beni yakıyordu. "İçini doldurmamı mı istiyorsun, söyle bana?"

 

"Keskin!" Diye inledim dolu dolu.

 

"Söyle." Diye emretti.

 

"Evet!" Dedim sabırsız bir şekilde. "Evet, evet!"

 

"Şşş," dedi diğer elini dudaklarıma bastırarak. "Çığlıklarının hastası da olsam bunu başkasının duymasını asla istemem yavrum." Dediğinde parmakları kadınlığımı tekrar araladı ve bu nefesimin kesilmesine sebep oldu.

 

"Beni içine tamamen alabileceğine emin misin?"

 

"Eminim." Derken kendimden geçmiş gibiydim.

 

"Değilsin," dedi dudaklarını çeneme yaslayarak ve yanağıma doğru kayarak kulağıma ilerledi. "Ama ben seni yarın akşama kadar bu yataktan çıkarmayacağıma ve o gecenin sonuna kadar senin deliğini tamamen dolduracağıma eminim."

 

Parmakları klitorisime baskı uyguladığında, "Keskin!" Diye inledim ihtiyaçla.

 

"Kasılıyorsun," dedi aklımı kaybedecek kadar karakteristik bir sesle. "Beni mi istiyorsun bebeğim?" Dediğinde sabırsızlığım delirmeme sebep olacaktı.

 

"Evet," dedim nefes nefes. Gözlerim gözleriyle buluştuğunda, "Seni istiyorum." Dedim arzunun getirdiği büyük bir cesaretle.

 

Parmaklarını oraya daha sert bastırdığında, "Ne istiyorsun?" Dediğinde neredeyse çıldıracaktım. Dudakları çenemden kayarak göğüslerimi sıyırdı ve yeniden orada durdu.

 

Dudakları tepemdeyken, iki parmağını birden içime itmesiyle beklemediğim hareketi çığlık atmama sebep olacaktı ki üzerimde yükselip dudaklarını dudaklarımın üzerine bastırmasıyla, çığlığım boğuk bir hal aldı. Tırnaklarım kollarından sıyrılarak, sırtına ulaşırken bunu beni açmak ve içime girerken canımı yakmamak için yaptığını biliyordum ama uzun zamandır kimseyle birlikte olmadığım için iki yıl sonra bunu tekrardan yaşamak delirmeme sebep oluyordu.

 

Dudakları dudaklarıma kısa ama etkili öpücükler bırakırken, titreyen ellerimle kemerini zar zor çözüp odanın bir köşesine fırlattığımda, ellerimi ereksiyonuna bastırmamla, "Sikeyim!" Dedi boğuk bir sesle. üç parmağını birden içime ittiğinde nefesimin kesilmesinden zevk almış olacak ki gülümsedi. "Oynama benimle, alırım aklını." Dedi arzuyla.

 

Ellerimi tamamen oraya bastırırken, "Sana bir şey söyleyeyim mi?" Dediğimde gözleri kısıldı. "İçimde olmasını istediğim şey parmakların değil." Dediğimde dudaklarının arasından bir küfür savurdu. Cesaretim hoşuna gitmiş olmalıydı ama daha fazla dayanacak gibi hissetmiyordum.

 

Parmaklarını bir kez daha sertçe içime vurduğunda, "Çok darsın." Dedi sertçe. "Bu halde beni içine alamazsın. Önce seni açmam gerek." Derken her bir sözü aklımı oynatmama sebep olacaktı. "Kadınlığı benim için hazırlamam gerek." Dediğinde gülümsedi. "Şuna bak parmaklarımı nasıl da sardığını hissediyor musun?" Dediğinde cevap vermedim. "Gerçi içini dolduran beni parmaklarımken bunu hissetmemen imkansız."

 

"Libidonu sikeyim senin!" Diye öfkeyle söylendiğimde gülüşü kulaklarıma sızdı.

 

"Sana ne söylediğimi hatırlıyor musun?" Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Gözümün önünden ayrılma demiştim."

 

"Ayrılmadım." Dedim anında.

 

"Ayrıldın." Dediğinde dişlerimi dudaklarıma geçirdim. "Sana cezası ağır olur demiştim." Dediğinde elimi ensesine yasladım ve dudaklarını dudaklarıma bastırdığımda kadınlığım içinde olan parmaklarıyla bir kez daha kasıldı ve bu ağzının içine doğru inlememe sebep olurken o soluksuz bir şekilde onca yılın acısını çıkarır gibi beni delice öptü.

 

Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında, ufak bir öpücüğü daha bıraktı. Ellerim ensesinden ayrılıp, pantolonun kemerini çözerken sadece gözlerimin için baktı. Boxeriyle birlikte pantolonunu da sıyırırken erkekliği karnım çarptı.

 

Dudaklarımın arasından kesik bir nefes kaçarken, gülümsedi. Parmakları içimden çıktığında boşlukta gibi hissetsem de beni bekletmedi. Erkekliğinin yarısını bir anda içimi itmesiyle birlikte ikimizin de dudaklarının arasından çıkanlar odanın duvarlarında yankılandı.

 

İçimde dururken, "Çok darsın." Dedi nefes nefese. "Sikeyim!" Derken anlında ve boynunda damarları şişmiş ve belirginleşmişti. "O kadar darsın ki hareket bile edemiyorum ama beni hala nasıl içine almaya devam edebiliyorsun!" Dediğinde buna öfkelenmiş gibiydi.

 

Tamamen açılmam için aletini yarıya kadar içime sokup çıkarmaya başlarken dudaklarımdan sürekli adı dökülüyor inlemeledim bütün odada yankılanıyordu.

 

Ellerimi tutarak yatağa sabitlendiğinde içime her seferinde daha sert bir şekilde vuruyor, "Sen laf dinleyene kadar sürekli bunu yapamam mı gerekecek?" Dediğinde içime kendini daha fazla itti ve daha sert bir şekilde vurdu. "Sözümden. Bir daha. Asla

çıkmayacaksın." Derken içime bir kez daha vurdu. Her bir kelimesinde içime daha sert vurdu.

 

Aletini içime daha fazla ittiğinde içimde kendimi kontrol edemeyerek en derinlerime kaydı ve bu canımın yanmasına sebep olurken, yüzüm acıyla buruştu.

 

"Sikeyim!" Derken içimdeki hareketleri durdu. Ellerimi serbest bırakırken yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Canını mı yaktım bebeğim?" Dediğinde bilerek yapmadığını biliyordum.

 

"Hayır," diyerek yalan söyledim.

 

"Doğruyu söyle bana," dediğinde endişelendiğini gördüm.

 

"Keskin," dedim yanağımı okşayan ellerine sarılırken. "İyiyim, gerçekten."

 

"Devam etmeyebiliriz." Derken gerçekten endişeli gözüküyordu. "Canını yaktığını fark etmed-" Daha fazla konuşmasına izin vermeden dudaklarına yapışırken ellerim enesine döküldü. Bacaklarımı beline sararken, içimdeki hareketlerine devam etmesini sağladım ama bu sefer daha yavaştı.

 

Dudakları dudaklarımı talan ederken elleri vücudumda, dolaştı ve kalçalarımı kavrayarak bedenimi iyice kendine yasladı. İçimdeki hareketleri bir süre yavaş devam etse de daha sonra tekrar hızlandı ve içime tamamen daha sert bir şekilde gömüldüğünde nefesim kesilse de bu sefer canım yanmadı çünkü daha dikkatliydi.

 

Bacaklarımın titrediğini hissederken, duvarlarımı zorlayarak en derinlerime bir kez daha sert bir şekilde vurdu.

 

Her vuruşunda içim daha fazla açılıyor, onu tamamen sarıyor ve derinlerime çekiyordu. Bir kez daha kendini derinlerime sertçe ittiğinde tamamen içime gömüldü. Aletinin içimde büyüdüğünü hissederken titremelerim arttı ve ikimizde inleyerek boşaldık ve birbirimize karıştık.

 

İçimde seğirmelerini hissederken, ikimizde nefes nefese, terli ve kızarmıştık. Boşaldıktan sonra içimde durmaya devam ederken içime dolan sıvıların kadınlığımdan taşarak sızdığını hissediyordum.

 

"Bu bir olsun." Dediğinde üzerime doğru eğildi. "Senden ayrı kaldığım iki yılın acısını bu iki gece de çıkarsam da yetmez. Söz konusu sen olduğumda ne kadar doyumsuz olduğumu biliyorsun." Dediğinde gülümsedim. "Bu iki yıkın acısını senden bir ömür çıkaracağıma emin olabilirsin ama beni kapı dışarı ettiğin günlerin acısını senden bu iki gece de çok fena çıkaracağım."

 

"Hala neyi bekliyorsun o halde?" Dediğimde cesaretim hoşuna gitmiş gibi gülümsedi.

 

"Hay hay sevgilim." Diyerek isteğimi kabul ettiğinde dudakları dudaklarıma kapandı ve sözünü tuttu.

 

O iki gece asla odadan çıkmadık.

 

(‼️+18 sahne burada sona ermektedir.‼️‼️‼️)

 

 

🥀

 

 

Otel odasında üzerimde geceliklerimle otururken, lobiden istediğim yemeklerden bazılarını atıştırıyor aynı zamanda da gözüme çarpan filimlerden birisini izlerken gözlerim saatteydi.

 

Bugün oteldeki üçüncü günümüzdü ama Keskin sabah gelen bir telefonla çıkmak zorunda kalmıştı ve saat neredeyse geve yarısına gelmek üzereydi.

 

Aramıştım, açmamıştı. Mesajlarıma da dönmediğine göre işi gerçekten acil olmalıydı.

 

Patlamış mısırlardan birini daha ağzıma atarken, gözlerim masanın üzerindeki doğum kontrol haplarına çarpmıştı. Bunları Keskinin getirdiğini ve özlelikle bıraktığını biliyordum çünkü iki günde tedbirsiz davranmıştık.

 

Paketi yeni açılmış doğum kontrol haplarında iki boşluk mevcuttu. Keskin her ne kadar o ilaçları kullandığımı sansa da kullanmıyordum.

 

Helenin doktorunun söylediği o küçük ihtimale tutunuyor ve anne olmak istiyordum.

 

O hala ister miydi bilmiyordum ama istemeyeceğine asla ihtimal vermiyordum. Hep istemişti. Yine isterdi değil mi?

 

Kapının çalındığına dair bir ses duyduğumda gözlerim kapıya döndü.

 

"Kim o?" Diye sordum oturduğum yerden ayaklanırken ayaklarım zemine bastı. Kadınlığımdaki sızlama kendini belli ederken terliklerimi ayağıma geçirdim ve ayaklarımı sürüye sürüye kapıya doğru ilerledim.

 

"Oda servisi." Muhtemelen on dakika önce istediğim tatlılarım gelmişti. Kapıdaki korumalara güvenerek tereddütsüz kapıyı açarken gördüğüm sima kaskatı kesilmeme sebep.

 

Gözlerime çok benzeyene yeşilleri bana şefkatle bakarken, siyah, gür saçları sırtına doğru dökülüyordu. Yaşının getirdiği kırışıklıklar yüzünde yer edinse de fit ve sıkı bir vücudu vardı.

 

"Merhaba, sevgili kızım." Diyen naif sesi buz kesmeme sebep oldu. "Sence de artık tanışmanın vakti gelmedi mi?"

 

Karşımdaki kadın, annemden başkası değildi.

 

BÖLÜM SONU.

 

Nasıl buldunuz yazın bakalım?

 

Oy ve yorum yapmayı unutmayın lütfen!

 

Sizleri seviyorum 💚

Loading...
0%