Yeni Üyelik
43.
Bölüm

41.Bölüm

@umay_6

41

 

 

Bazen anlayamazsınız. Göğüsünüzde yaşattığınız acının sebebini, o acıyı yıllardır neden göğüsünüzde taşıdığınızı ve bir an olsun silip atamadığınızı anlayamazsınız.

 

Ama asıl anlayamadığınız şey, içinizde yaşattığınız, göz yaşı akıttığınız ve kendinizi harap ettiğiniz o acının bir hiç olduğunu anlayamazsınız. Anlamak istemezsiniz çünkü acının asıl sebebi olan o insan geri döndüğünde kalakalırsınız. Konduramazsınız.

 

Odanın içinde karşımda canlı, kanlı duran kadına bakıyordum şimdi. Sanki hiç ölmemiş gibi karşımdaydı.

 

Sanki onun bıraktığı acı beni öldürmemiş gibi karşımda dikiliyordu ve bana annem olduğunu söylüyordu.

 

Hayır.

Üzerine yapıştırdığı anne sıfatı bende bir etki etmiyordu.

 

“Şaşırmadın?” Derken meraklıydı. “Biliyordun değil mi?” Dedi bilir gibi. Gözlerimin içine baktı. Çok uzun bir süre baktı ve anladı.“Yaşadığımı biliyordun.”

 

Biliyordum.

 

“Neden?” Diye sorabildim. Hiçbir cevap vermedi. “Bana neden bunu yaptığını söyle?” Diye fısıldadım. “Bana, beni babamdan nefret ettirmeni sağlayacak o sebebi söyle!” Diye bağırdım avazım çıktığı kadar.

 

Ona haksızlık mı etmiştim?

Babama haksızlık mı etmiştim?

 

“Cevap ver,” dedim öfkeyle. “Susma!” Diye bağırdım.

 

“Önce sakin ol,” dedi düz bir sesle. “Benimle bu şekilde konuşamazsın.” Dediğinde alayla güldüm.

 

“Tek derdimiz bu mu sence?” Dedim öfkeyle. “Hayatımızı mahveden senmişsin!” Dedim hayal kırıklığı içinde. “Bizi paramparça eden senmişsin ama ben belki de hiçbir suçu olmayan babamı suçladım!” Diye haykırdım. “Senin için onu, herkesi, sevdiğim adamı karşıma aldım. Senin için herkese sırt çevirdim! Sevdiklerimi kaybettim!” İçimde yükselen öfke kanımda kaynadı.

 

Ona doğru bir adım attığımda karşısında dikildim. “Ve sen şimdi bana hesap vermeye mecbursun Aliye hanım!” Dedim sertçe. “Sen bugün bana yaptığın her şeyin hesabını tek tek vereceksin!” Derken tavrımdan ödün vermedim. “Yıllar sonra karşıma geçip hiçbir şey olmamış gibi davranmamı bekleyemezsin! Madem bir savaş açtın. O savaşı yetmedi başlattın. Sebep olduğun sonuçları şimdi bana anlatacaksın!”

 

“Asla.” Dedi buz gibi bir sesle. Yeşillerinde parlayan öfkenin bire bir aynısı benim gözlerimdeydi. “Bu yola neden çıktığımı çok iyi biliyorsun. Benimle aynı yolda yıllar önce sende yürüdün.” Dedi zehirli sözleriyle. “Tek amacın görevini yerine getirmekti ve öyle olmalıydı! Ona aşık olman aptalıktı!” Derken bunu zayıflık olarak gördüğü belliydi.

 

“Senin babama olan aşkını ne yapacağız peki?” Dediğimde kaskatı kesildi. “Dosyanı inceledim. Çoğu şeyi sende görmezden gelmişsin! Meclis hakkındaki bilgilerin çoğu o dosya da eksik!” Dediğimde şaşırdığını hissettim. “Bana sakın zayıflıktan bahsetme Aliye hanım. Burada zayıf olan birisi varsa o da sensin!” Dedim sertçe.

 

“Yazık,” dedi sitemle. “Onca emeğime gerçekten yazık.” Dediğinde güldüm.

 

“Emek mi?” Dedim alayla. “Ne emeği ya?! Ne emeği?!” Diye bağırdım çıldırmış gibi. “Doğurmakla anne mi olunuyor?!” Diye haykırdığımda sözlerim bir tokat gibi yüzüne çarptı.

 

“Her ne olursa olsun,” dedi öfkeyle. “Sen benim kızımsın. Seni ben büyütmemiş olabilirim ama bu bana benzemediğin gerçeğini asla değiştirmez.” Dedi hırsla. “Bak!” Dedi kollarımdan kavrayıp boy aynasına doğru dönmemi sağlarken hemen arkamda gözüktü. “Sen gözlerinin içine baktığında ne görüyorsun bilmiyorum ama ben orada kendimden bir şeylere rastlıyorum İzgi.” Bencildi. Düşündüğü sadece kendisiydi. “Neden abine değil de ilk sana geldim biliyor musun?” Dediğinde kaşlarım çatıldı. “Çünkü ne pahasına olursa olsun benden asla vazgeçmedin.”

 

“Senin yüzünden hayatım mahvoldu be!” Diye haykırdım öfkeyle. Ellerinin arasından kurtulup ona döndüğümde bir adım geri çekilmişti. “Kızının olmanın bedelinin bu kadar ağır olacağını bilseydim, rahmine düştüğüm gün can vermek isterdim!”

 

İçimde bir yangın vardı. Beni yakıyordu, mahvediyordu.

 

“Yirmi sekiz sene!” Diye bağırdım. “Bir ömrün yarısı sen yoktun! Bir ömrün yarısı ben sadece ölümle, nefretle, kanla, senin ihanetinle savaştım!” Sana sarılmak istiyorum anne. Merak ettiğim kokunu bir kez olsun içime çekmek istiyorum ama yapamıyorum. Çünkü bunu yaparsam en çok kendime haksızlık etmiş olurum. “Kendimi mahvettim, yedim bitirdim senin yüzünden! Ben şimdi çok mu iyiyim sence?!”

 

“Yapman gereken ne varsa sadece onu yaptın.” Dedi küstahça. “Ne eksik, ne fazla.” Dediğinde hayretle ona baktım. “O dosyayı sana vermeleri gerekiyordu, bende sana verilmesini sağladım.” Dediğinde kaskatı kesildim.

 

Ne?

 

“Neyden bahsediyorsun?” Dediğimde aklıma gelenin olmamasını diledim.

 

“Gerçekleri mi öğrenmek istiyorsun?” Dediğinde kaşlarım çatıldı. “Öğrenmek istediğin her şeyin cevabını sana şimdi verebilirim.” İçimi kaplayan huzursuzluk yeniden baş gösterdi. “Benimle geleceksin.” Dediğinde sorgu dolu gözlerle ona baktım. “Benim yanımda duracaksın. Meclise karşı.”

 

“Başka, ne istiyorsun?” Diye sordum merakla. Bununla yetinmezdi.

 

Oyunsa oyundu.

 

Bu oyunu o başlatmış olabilirdi. Kuralları o yazmış olabilirdi ama benim yıktığım kurallarıyla bu oyuna devam edemezdi.

 

Ne pahasına olursa olsun ona asla kanmayacaktım.

 

Kanayan yaram o da olsa, şimdi dik durmak zorundaydım.

 

“Senden istediğim tek bir şey var,” merakla onu dinledim. “Madem benim tarafımdasın, o halde o yüzüğü atacaksın.” Dedi gözleriyle parmağımdaki yüzüğümü işaret ederek.

 

“Yapma ya,” dedim alayla gülerek. Kaşları çatıldı. “Sen ihtimal verebildin mi buna gerçekten?” Dediğimde öfkesi gün yüzüne çıktı. Göğüsümde birleştirdiğim kollarımı çözerken ona doğru bir adım attım ve aramızdaki mesafeyi kapattım. Karşısında dikildim. “Senin ne düşündüğün ya da ne istediğin umurumda değil. Amacının ne olduğunu çok iyi biliyorum. Seninle değilim. Senin tarafında değilim ve bu yüzüğü,” dedim sol elimi kaldırarak. “Ölürüm yine de bir daha asla çıkarmam.”

 

“Hata yapıyorsun,” dedi öğüt verir gibi. “Yanlış tarafı seçtin.” Dediğinde kendini tuttuğunu fark ettim. “Karşımda olmak istemezsin.”

 

“Hayır. Belki de ilk kez çok doğru bir karar verdim.” Dediğimde öfkesinin giderek arttığını fark ettim. “Karşımda olabilmen içinse önce nefretime sahip olabilmen gerekirdi ki sen onu çoktan kazandın anne.” Dediğimde kaşları havalandı. “Sonuçta bir yerde haklısın. Ben senin kızınım ve maalesef ihanet kanımda var. Benden sana kucak açmamı sakın beklem. Sen nasıl bana acımadıysan bende sana acımayacağım.”

 

Bana doğru bir adım attığında artık karşı karşıyaydık. “O çok sevdiğin, uğruna beni karşına aldığın kocanın yaşadığımdan haberi olduğunu biliyor muydun?” Dedi alayla. Biliyordum çünkü bu sefer benden saklamamıştı. Bana anlatmıştı. “Ya da seni aldattığını?” Dediğinde bütün vücudum buz kesti.

 

“Yalan söylüyorsun.” Dedim sözlerine inanmayarak.

 

Keskin asla böyle bir şey yapmazdı.

 

“İnanıp inanmamak sana kalmış,” dedi omuz silkerek. “Ama bence, Avukatıyla evde baş başa kaldığı günlerde aralarında neler geçip geçmediğini bir öğren.” Dediğinde kaskatı kesildim. “Sonuçta seni ardında bırakıp, ona gitmişti.” Dedi canımı yakarak.

 

“Gidiyor musun? Kalsaydın biraz daha.”

 

“Kalamam. Evde Helin bekler.”

 

Buz kestim.

 

“Hâlâ benimle gelmemeye kararlı mısın?” Kafamın içinde binbir düşünce geçti. Binbir çark yerinden oynadı ve kendine yeniz bir düzen kurdu. “Bu kadar ayrılık sence de fazla değil mi kızım?” Elleri boştaki ellerimi yakaladığında sıcaklığı içimin acımasına sebep oldu.

 

Kızım.

 

Bu kelimeyi onun ağzından benim için duyacağım günün hayaliyle yaşamıştım hep. Şimdi kalbim acıyla göğüs kafesimin altında atarken ne yapacağımı bilmiyordum.

 

“Annenle gitmek istersen seni anlarım İzgi. Onunla gitmek isteyebilirsin ama seni asla bırakmam. Bunu da aklından sakın çıkarma.”

 

“Hatırlamadığın o kadar çok şey varki,” parmakları ellerimin üzerini şefkatle okşadı. Gözlerindeki sevgiyi ve şefkati gördüm. “Bilmediğin o kadar çok şey varki eminim öğrendiğinde bana hak vereceksin.” Derken beni ikna etme çabasındaydı.

 

Elleri ellerime daha sıkı tutunduğunda, “Benimle gel.” Dedi ihtiyaçla. “Söz veriyorum her şey çok güzel olacak.”

 

“Sana neden inanayım?” Dedim şüpheyle. “Yıllar sonra karşıma geçiyorsun ve benden hiçbir şey olmamış gibi davranmamı mı bekliyorsun?” Dedim hayretle.

 

“Aklında sorular var biliyorum,” dedi temkinli bir şekilde. “Ama şimdi benimle gelmezsen pişman olacaksın.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. “Beni karşına almak pahasına benimle gelmezsen bunun geri dönüşü olmaz İzgi.” Yeşillerinde parlayan ateşi gördüm. “Ben affetmem.”

 

Ben bunu affetmem.

 

Bunun bende affı yok.

 

“Görevim benim için her şeyden önemli. Karşımda sende olsan, içim yana yana da olsa seni harcarım.” İhanetim zihnime düştüğünde suratıma bir tokat gibi çarptı.

 

“Onu terk edemem,” dedim cılız bir sesle. “Bunu ona yapamam.” Dediğimde benden başka bir şey istemediydi umudum. “Bunu benden isteme.”

 

“Beni buna mecbur bırakma,” derken bir hayli katıydı. “Sana hep yalan söyledi! Senden hep bir şeyleri sakladı! Seni ölüme sürükledi! Hala nasıl onunla olmayı düşünebiliyorsun?!”

 

Bana yalan söylememişti. Benden bu sefer bir şeyler saklamamıştı çünkü annemi bana anlatan oydu.

 

Zemonun başından beri bundan haberdar olduğunu, beni Fransa’ya getirmenin asıl amacı olduğunu öğrenip bana söyleyen ve beni uyaran yine Keskindi.

 

“Çünkü onu seviyorum!” Diye haykırdım. Ellerimi ellerinden kurtarırken saçlarımın arasından geçirdim öfkeyle. “Sen sevginin nasıl bir şey olduğundan bir haber olabilirsin ama ben onu bir kez kaybettim.” Boğazımı düğüm düğüm eden acı nefesimi kesti. “Bir kez daha olmaz.” Dedim başımı iki yana sallarken. “Bu sefer olmaz.”

 

“Seni aldattı.” Dedi sükunetle.

 

“Kes!” Diye bağırdığımda kaşları çatıldı. “Kes artık!” Diye bağırdım bir kez daha. “Yalan söylemeyi, kes.” Karşımdaki kadını tanıyordum. Gözlerine baktığımda yalan söylediğini anlayabiliyordum. Birbirimize benziyorduk. Yalan söylerken o kadar rahat ve inanarak söylüyordu ki kimsenin onu sorgulayacağına inanmıyordu.

 

“Yalan?” Dedi alayla güldüğünde kaşları havalandı. “Yalan öyle mi?” Dediğinde deri ceketinin cebinden çıkardığı telefonuyla uğraşmaya başladı.

 

“Ne yapıyorsun?” Dediğimde bana cevap vermedi. Yaklaşık bir dakika sonra ekranı bana çevirdiğindeyse gördüğüm fotoğrafa baktım. “Oku.” Dedi telefonu bana uzatarak. “Sonra da kaydır.” Dediğinde tereddütle elindeki telefonu aldım ve beyaz kağıdın üzerindeki yazıları okumaya başladım.

 

Bir evlilik sözleşmesiydi.

 

Hayır.

 

Keskin ve Helin arasındaki bir evlilik sözleşmesiydi. Nefesimin kesildiğini hissettim. Altında imzaları vardı.

 

Yalandı.

Taklit olmalıydı, başka bir şey olmalıydı ama gerçek olmamalıydı.

 

Fotoğrafı sağa doğru kaydırdığımda çok önceden gördüğüm bir fotoğrafa rastladım. Bir restorandalardı, masada sadece ikisi vardı ve baş başa yemek yiyorlardı.

 

Gülümsüyordu.

Ona gülümsüyordu.

 

Bu fotoğrafı ilk gördüğüm zaman da bile etkisinden çıkamamışken tekrar görmek dengemin sarsılmasına sebep olmuştu.

 

Sakin olmalıydım.

 

Mantıklı düşünmeli ve öfkeme yenik düşüp hareket etmemeliydim. Saçmalamamalıydım.

 

“Şimdi,” dediğini duydum. “Benimle misin? Değil misin?”

 

“Buz tutmuşsun iki gözüm,” derken dudaklarını elimin üzerine bastırdı. “Bu kadar soğuk olmazdı senin ellerin.” Derken çaresiz hali kalbimi paramparça etti.

 

“Senin anneni baban öldürdü İz. Sana kıyamaz mı sanıyorsun?”

 

“Ya bir şey olursa?”

 

“Başının çaresine bakarsın sen?”

 

“Zeynep ölmüş. Kardeşim ölmüş.”

 

“Onunla evlenecek misin? Helinle.”

 

“Evleneceğim.”

 

“Lütfen, bu gece benimle kalır mısın?”

 

Kalmamıştı.

 

“Yaralandın mı?!" Korkuyla oturduğum koltuktan fırlarken kapıdan yeni giren adamın yanına vardım hızla. Siyah deri ceketinin parlak bir şekilde parladığı kol kısmın elimi sardığımda parmaklarıma bulaşan kanla birlikte kalbim korkuyla kanat çırptı.

 

Nasıl yaralanmıştı? Ne zaman olmuştu?

 

"Önemli bir şey değil," dedi kestirip atar gibi kara gözlerinde buz gibi bir ifade vardı. Nefretini mesken edinmiş gözleri içimi üşütüyordu. "Sıyırdı sadece."

 

"Pansuman yapmamız, gerek." Dedim gözlerimi yarasından çekmeden. "Eğer derinse dikişte atmamız gerekebilir."

 

"Gerek yok dedim!" Dedi sertçe. Kolunu ellerimin arasından kurtardığında bir anlık hareketiyle afalladım ve geriye doğru sendelendim. "Beni umursama, benim için endişelenme!" Dedi öfkeyle. "Çünkü ben geçmişte bıraktığım hiç kimseyi umursamıyorum." Kelimeleri kalbimin orta yerine saplandı. İçimde yükselen acı ciğerlerimi sıkıştırdı. "Geride kaldın," dedi bana bu gerçeği kabul ettirmek istercesine. "Sana sırtımı döndüğüm ilk anda hançerini sırtıma sapladın. Bende seni geride bıraktım ve İzgi geride bıraktığım bir insanın varlığının gölgesini dahi hayatımın içinde istemiyorum."

 

Dudaklarım aralandı. Ama tek kelime dahi çıkmadı ağzımdan. İçimi sıkıştıran acı nefes almamı engelledi. Boğazıma oturan yumru yutkunmama izin vermedi.

 

Yanımdan geçip az önce kalktığım kanepeye kurulduğunda, "Sen mi geldin Keskin?" Diyen avukatının sesini duymak kanın beynime sıçramasına sebep oldu. Bir süre sessizliği kaşlarımın çatılmasına sebep olsada, "Nasıl oldu bu?" Diyen tiz sesi yüzümü buruşturmama sebep oldu.

 

"Ciddi bir şey değil." Bana kullandığı katı ve sert ses tonuna tezat onunla konuşurken dingin ve sakin bir ton hakimdi sesinde.

 

"Çok kanıyor," diyen endişeli sesini duydum. "Pansuman yapmak lazım. Kurşun içeri de mi?" Diye sordu endişeyle.

 

"Hayır," dedi tok bir sesle. Ben ona sorduğumda sesimi bile duymaya tahammülü yokmuş gibi davranmıştı. Arkamı dönemedim. Göreceğim manzaranın beni yıkmasından korktum. "Sıyırdı."

 

"Sarmak lazım." Dedi naif sesiyle.

 

İçimi sızlatan derin bir acı sol yanımda peydah oldu.

 

Bana dokundurtmadığı yarasını ona sardırmazdı değil mi?

 

"Sar o zaman." O üç kelime sadece bir an için üç kurşun görevini gördü. Ruhumda ki derin yara daha çok kanadı. Dikiş tutmayan kalbimin sızısı dinmedi.

 

İçim kıyıldı. Canımdan can gitti.

 

Üzüldüm.

Çok Hemde.

 

Bütün bunlar ne zaman olmuştu?

 

Bütün dengemin sarsıldığını, zihnimin allak bullak olduğunu hissettim.

 

“Ne olmuş Helen?” Diye sordum merakla. “Neredeymiş Keskin?”

 

“Gelmeyecekmiş,” dediğinde kaşlarım çatıldı. “Helinle berabermiş.”

 

Gözlerim fotoğraftan ayrıldı ve annemin yeşil harelerini bulduğunda, kararımı çoktan vermiştim.

 

🥀

 

 

Kaybetmiştim.

 

Her şeyimi ve benliğimi. Aynaya baktığımda kendimi tanıyamaz hale gelmiştim artık. Kendi kendimi nasıl bu kadar yok etmiştim? Nasıl her şeye göz yummuş, her şeyi kabullenmiş hiçbir şey olmamış gibi davranabilmiştim?

 

Nasıl gülebilmiştim?

En önemlisi hala nasıl gülebiliyordum?

 

Daha ne kadar saklanacaktım. Kendime yalan söyleyecek, zihnimden bile sakınacaktım bildiklerimi.

 

Bir yola çıkmıştım. Elime bir dosya vermişlerdi ve bu senin görevin demişlerdi. Kabul etmiştim. Reddetme imkanım yoktu çünkü her şeyden önce bana verilen kıymetli bir görev vardı. Bir başkasına değil, bana verilmişti ve ben de hak etmediğim koltuğa oturmak istememiş, canı yürekten bağlı olduğum cübbemi bırakmam zorunda kalmıştım.

 

Sırf bir adamı sevdim diye. Sırf bir adama gönülden bağlıyım diye her şeyden vazgeçmiştim.

 

“Ya bir şey olursa?”

 

“Başının çaresine bakarsın sen.”

 

Unutamıyordum. Bu sözleri asla aklımdan çıkmıyor, saatlerdir kafamın içinde dönüp duruyordu.

 

Ne yapacağımı bilmiyordum ama tek bildiğim mutlu olmaktı. Üzerime oynanan oyunları bozmak ve her şeyden kaçıp gitmekti.

 

Peki ya baban?

 

Babam. Haksız yere sırt çevirdiğim, ölümüne sebep olduğum babam. Her şeye rağmen, ihanetime rağmen yine de benden vazgeçmeyen babam şimdi yoktu.

 

En çok ona ihtiyacım vardı şimdi ve o yoktu.

 

Kim ihtiyaç duyuyorsam o şimdi yoktu.

 

Zeynep mesela. Canım. Canımdan da öte kardeşim. Hatırladıkça boğazımı düğüm düğüm eden, gözlerimi dolduran arkasında emanetini bana bırakıp giden kardeşim.

 

İçim paramparça olurken, "Eğer başka bir yolu yoksa aldır Zeynep." Dedim. "Uraz sensiz yapmaz. Kendinde diyorsun daha çok küçük diye. Annesizlik ne kadar zor en iyi ben bilirim. Ona bunu yaşatma."

 

"Biliyorum," dedi. "Ama senin de beni aratmayacağından e-"

 

"Bana güvenme." Dedim sertçe. "Bana bu konuda sakın güvenme Zeynep. Bana güvenip canını tehlikeye atmaya kalkma sakın." İfadem katı ve sertti. "En iyi sen biliyorsun halimi. En iyi sen biliyorsun kalbim yüzünden neler çektiğimi. Bana güvenip riskleri göze alacaksın ansızın bir krizde ölümün ucunda olduğumu da unutma sakın."

 

Bana güvenme demiştim Zeynep. Bana sakın güvenme demiştim. Sen bana güvenerek gittin ama benim de yerim bir gün senin yanın olacak biliyorsun. Bunu neden yaptın?

 

Her şeyim yalan.

Her şeyim yalan.

 

Sen bana neden güvendin?

 

Oysa sen biliyordun Zeynep. Sen biliyordun. Bildiğin halde neden yaptın bunu?

 

Anlamıyorum.

 

Hiçbir şeyi anlamıyorum.

 

Ellerimi saçlarımın arasına geçirirken dizlerim stresten ötürü sallanıyordu. Üzerimde hala geceliğim varken gözlerim boşluğa dalmıştı.

 

“Babandan bahsediyoruz İz. Baban. Ben Atıf amcayı yıllardan beri tanırım, bilirim. Benim babamın yüzüme kapattığı kapıyı o bana açtı. Merhametini, sevgisini çok iyi bilirim. Annene bunu yapacağına inanmıyorum. Yapsa bile vardır bir nedeni. Onu öldürmek maksadıyla yapmaz bunu. Eğer öyle olsaydı, senden de Mertten de nefret ederdi.” Demişti bana. “Sen onun kızısın. Herkes ne kadar annene benzediğini idda etse de sen babanın kızısın İz. Ben içine baktığımda bunu görebiliyorum, onlar nasıl göremedi?”

 

“Bu dosya bana verilmeden önce Ankara’ya gittim.” Dediğimde dehşetle bana baktı.

 

“Ne?” Dedi şaşkınlıkla.

 

“Çağrıldım.”

 

“Kabul etmedin değil mi?” Dedi tereddütle. Sessiz kaldım. Gözleri gözlerime saplı haldeyken, “Bunu yapmış olamazsın!” Dedi inanmak istemezcesine. “Bana kabul etmediğini söylemiştin!”

 

“Kabul etmemiştim,” dedim buz gibi bir sesle. “Düne kadar.” Dediğimde şaşkınlıkla bana bakakaldı.

 

“Yapmadın.” Dedi kabullenmeyerek.

 

“Yaptım.” Dedim buruk bir tebessümle.

 

“Ne karşılığında?” Dedi korkuyla. “Neyi Feda ettin?”

 

“Her şeyimi Zeynep,” dedim sitemle. “Her şeyimi.”

 

Her şey zihnimde o kadar çok birbirine girmiş ve kendini tekrarlar hale gelmişti ki hiçbir şeyi toparlayamıyordum.

 

Bir an önce Türkiye’ye dönmem gerekiyordu. Her şeyin merkezine gidip öğrenmek istiyordum.

 

O eve geri dönmeliydim.

 

Alacahan Malikanesine geri dönmeliydim.

 

Kulaklarıma sızan ufak sesle birlikte gözlerim kapıdan giren adamı buldu. Oda kartını portmantoya bırakırken ceketini omuzlarından sıyırırken gözleri ruhsuz gözlerle ona bakan beni buldu.

 

“Sevgilim?” Dedi merakla. “Neyin var?” Dediğinde kaşları çatılmıştı. Adımlarını bana doğru attığında oturduğum yerden ayaklandım ve onunla yüz yüze, karşı karşıya geldim.

 

“O buradaydı.” Dediğimde bana anlamayarak baktı.

 

“Kim?” Diye sordu merakla.

 

“Annem.” Dediğimdeyse kaskatı kesildi. “Saatler önce buradaydı. Muhtemelen sen çıktıktan sonra geldi.”

 

“Buraya girmesi imkansız, kapıda bir dolu koruma vardı!” Dediğinde alayla güldüm.

 

“Gerçekten hala sana kimin sadık olup olmadığını anlayamadın mı?” Dediğimde öfkesi gün yüzüne çıktı ama bu bana yönelik değildi. “Onu geçtim bu karşılaşma zaten bir gün olacak-“

 

“Benim gözetimin altında olacaktı!” Diye yükseldiğinde kaşlarım çatıldı.

 

“Yanlıyorsun,” dediğimde elini saçlarının arasından öfkeyle geçirdi. “Bu konuşmanın bir gün olacağı bir gerçek ama senin gözetimin altında olmayacaktı bunu ikimizde çok iyi biliyoruz Keskin.” Dedim imayla.

 

“Güvenliğinden emin olacaktım!” Dedi hiddetle. “Bu şekilde olmayacaktı!”

 

“Dert değil,” dedim buz gibi bir sesle. “Hiçbir zaman olamadın zaten.” Dediğimde hareketleri dondu. Gözleri gözlerimin içine saplı kaldığında, karalarının arkasına sakladığı kırgınlığı gördüm. “Beni merak etmeni gerektirecek bir durum yok. Nasıl olsa bir şekilde başımın çaresine bakabiliyorum öyle değiş mi?”

 

Bende kırgındım, bende kızgındım ama fevri karar verip onunla gitmek gibi bir hata yapmamıştım.

 

Gözleri yüzümde dönüp kaldı. “Hatırlıyorsun.” Dediğinde ifademde bir değişiklik olmadı. “Her şeyi.” Dedi bilir gibi. Dudaklarımda açan kırgın bir tebessüm onun için yeterli bir cevaptı.

 

“Bazen çok düşünüyorum biliyor musun?” Dedim iç geçirerek. Kollarımı göğüsümde birleştirdim. “Neden ben diye çok sorguladım? Neden biz diye defalarca kez sitem ettim? Her şey bu kadar zor olmak zorunda mıydı gerçekten? İnandığım, sırtımı yasladığım o dağa her seferinde benim üzerime yıkılmak zorunda mıydı? Böyle olmak zorunda mıydı?” Dedim kollarımı iki yana açarak. “Ben hep senin tarafından paramparça edilen olmak zorunda mıydım mesela?”

 

“Kırgınsın.” Dediğinde bana doğru bir adım attı. “Anlıyorum-“

 

“Doğru,” dedim. “Kırgınım.” Dedim dürüstçe. “Ama anlayamazsın.” Boğazımdaki his yutkunmamı engelledi. “Bunu…” derken konuşamamak yük oldu. “Bunu… anlayamazsın.”

 

“İzgi, bak-“

 

“Hata yaptım tamam!” Dedim sözünü keserek. “Çok hata yaptım! Çok yanlış karar verdim! Belki de en büyük hatam o dosyayı kabul etmekti ama ben vazgeçtim! Karar verdim. Seni seçtim, bebeğimizi seçtim.” Derken dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

Ondan bebeğimiz diye bahsetmemin onun için ne kadar ağır olduğunu fark ettim. Kabul etmemiştim çünkü. Doğurmayacağım! Diye bas bas haykırmıştım yüzüne.

 

Onu kabul ettiğimdeyse çoktan kaybetmiştim.

 

 

O acı yeniden göğüsümdeki kendine bir yuva kurdu. Kasıklarım sızladı.

 

“Sonra bir şey oldu,” derken anlatmaya devam ettim. “Bir şey oldu ve ben mecbur kaldım.”

 

“Biliyorum.” Dedi çaresizce. Bunun beni nasıl çıldırttığını bilseydi asla konuşmazdı.

 

“Bilemezsin.” Dedim titreyen sesimle. “Görebilirsin ama ne yaşadığımı anlayamazsın, bilemezsin, çünkü beni hiç dinlemedin.” Dedim kırık bir sesle. “Hiç anlamaya çalışmadın. Hep öfkene yenik düştün ve yaptığın tek şey hep olduğu gibi beni kırmak oldu ama paramparça olacağımı hesaba katmadın belki de.” Derken kalktığım yere geri çöktüm. “Benim hatam yok mu? Elbette var! En çok ben hatalıyım hatta!” Dedim sitemle. “Çok yanlış yaptım, seni çok kırdım. Mahvettim. Yetmedi ihanet ettim.” Dedim acıyla. “Ona rağmen peşimden gelmeyi bırakmadığın gibi beni kırıp dökmekten de asla vazgeçmedin.” Güldüm. Alay dolu bir gülümsemeydi bu. “Böyle böyle birbirimizi mahvettik işte. Ben istihbaratın sunduğu evliliği kabul etmedim çünkü istemedim.” Gözlerini üzerimde hissettim ama gözlerine bakmadım. “Mecburiyet olmasın istedim çünkü. Bizi birbirimize bağlayan şey yine mecburiyetten ibaret olsun istemedim, sende onunla evlenmeyi seçtin.” Dedim hayal kırıklığı içinde. “Belki de beni bulmasaydın, imzaladığın evlilik sözleşmesi hava da kalmayacaktı?” Dediğimde gözlerinin içine diktim gözlerimi.

 

Baktı. O kadar uzun süre baktı ki gözlerimin içine sorumun cevabını biliyordum.

 

Onunla evlenecekti çünkü bu sözleşmeme bana her şeyi gayet net bir şekilde açıklıyordu.

 

Hayatında yoktum.

Hayatına başkasıyla devam etmeyi seçmişti ve bu konu ihanetimin arkasındaki sebebi bilmeden önce meydana geldiğini için ne yazık ki haklıydı.

 

Dizlerini kırdı ve önümde çöktü. Sıcak ve büyük avuçları kucağımda ki ellerimin üzerine sarıldığında gözlerimin içine çok daha dikkatli baktı.

 

“Sana çok haksızlık ettim değil mi?” Dediğinde genzime dolan yaşları geri ittim.

 

“Birbirimize çok hakısızlık ettik.” Dedim cılız sesimle. “Birbirimize yazık ettik.”

 

“Telafisi var ama,” dedi gözlerimin içine bakarak. “Seninle o kadar çok şey yaşadık ki onca şeye rağmen şimdi ellerin hala ellerimin arasındaysa, parmağında benim yüzüğümü, boynunda kolyemi taşıyorsan hala bir unut vardır bizim için öyle değil mi?”

 

“Aileni mahvettim.” Dedim sitemle. “Bütün hayatın alt üst oldu Keskin ve hepsi benim yüzümdendi. Birbirimize yaşattığımız hiçbir şeyi görmezden gelmeyiz. Hele son olanlardan sonra keşke hiç hatırlamasaydım diyorum.”

 

Onca şeye rağmen söylediği tek şey, “Benim ailem sensin.” Oldu ve bu buruk bir tebessümün yüzümde açmama sebep oldu.

 

“Yapma.” Diye yakardım.

 

“Asıl sen yapma.” Dedi ellerime daha sıkı sarılarak. “Bu sefer yapma çünkü biliyorum buradan dönüş yok.” Sol gözümden akan bir damla yaşı elimin tersiyle aceleyle sildim. “Sensiz bir hayat istemiyorum. Gidişini izlemek istemiyorum. Bizden umudunu kesmeni istemiyorum.” Dedi sitemle. “Bu sefer gitme.” Dediğinde bir göz yaşı daha firar etti gözlerimden. “Lütfen, gitme çünkü ben sensiz nasıl yaşanır hiç bilmiyorum. Bana bunu öğretmedin.”

 

“Keskin-“

 

“Canım,” dedi kalbime işleyen sesiyle. “Canımın içi.” Dediğinde bedenimi kucağına çekti yüzümü göğüsüne yasladı. “Malihulya.” Diye fısıldadı kulağıma. “Olmaz. Çünkü biliyorum. Çünkü yaşadım ve ne kadar acı verdiğini ve ne kadar boktan olduğunu biliyorum.” Dedi. “Sensiz olmaz.” Dedi kalbime işleyen sesi.

 

Onsuzda olmazdı.

 

Yine olmadı.

 

 

 

 

 

HELEN AMON

 

Günler önce bir operasyona katılmıştım. O operasyondan sonraysa Aresleydim. Venom’un öfkeyle beni öpmesi, onun kafayı yediğini bana düşündürtürken, Aresin bu sahneye şahit olduktan sonra çıldırıp ikisinin birbirine girmesi resmen günümün berbat geçmesine sebep olmuştu.

 

 

“Venom?” Demiştim sorgu dolu bir sesle. Onu FBI’da görmeyi beklemiyordum. Ares içerdeydi ve o gelmeden gitmesi çok daha iyi olurdu.

 

Dibimde biterken,“Onun senin yanında ne işi vardı?” Diye sordu öfkeyle.

 

“Anlamadım?” Dedim merakla. “Kimden bahsediyorsun?”

 

“Sen kimden bahsettiğimi çok iyi biliyorsun.” Dedi hiddetle. “Onunla boşanmıyor musun sen? Ne işi var hala senin yanında?!” Dediğinde hayretle ona baktım.

 

“Sanane!” Dediğimde yeşillerinde parlayan öfkeyi gördüm. “Onunla aramdaki münasebet seni ilgilendirmez!” Dedim bende sinirle.

 

“Başlatma lan münasebetine!” Diye gürledi. “Bitti diyorsam bitti! O adamla bir daha görüşmeyeceksin!”

 

“Sanane!” Diye bağırdım bende onun gibi. Kendini ne sanıyordu. “Seni be ilgilendirir ha?! Sen kimsin Venom?!” Dedim alayla. “Kim olarak bunları bana söylüyorsun?! Neyim olarak?! Ne hakla bunu söy-“

 

Gerisi gelmedi. Kolu belime dolanıp bedenimi bedenine yaslarken, saçlarım yüzüme döküldü. Eli saçlarımın arasına sızarken dudakları bir günah gibi dudaklarımın üzerine örtüldü.

 

Ne olduğunu anlayamadım bile. Dudakları yıllar sonra dudaklarımın üzerindeyken bütün zaman algımı yitirdiğimi ve bütün bedenimin şoktan kaskatı kesildiğini hissettim ama bir şey yapamam gerekiyordu.

 

Bir tepki vermeme ve öylece durmamam gerekiyordu. Heleki o evli, ben hala evli ve hamileyken yaptığı çok terbiyesizceydi.

 

Ellerim şiddetle göğüsünden ittirirken, tokatım yine aynı şiddetle yanağında patladı. Nefes nefese bir haldeyken, “Ne yaptığını sanıyorsun sen ya?!” Diye bağırmıştım yüzüne doğru hayretle. “Kendinde misin sen?!”

 

“Ben kendimdeyim!” Derken bileklerimi yakaladı. Yüzü yüzümün yakınındayken gözler sürekli dudaklarıma kayırıyordu. “Ama sen bana ait olduğunu unutmuş olmalısın.”

 

Arkasında tanıdık bir yüz gördüm. Ares,”Hayır.” Dedemden önce Venomu kendine çevirmiş yumruğunu çenesine geçirdikten sonraysa, “O hiçbir zaman sana ait olmadı.” Demişti öfkeyle.

 

Ela harelerinde parlayan nefret o kadar büyüktü ki ikisinin öfkesinin beni yakacağını fark ettim.

 

Venom patlayan dudağına baş parmağıyla bastırırken, sadistçe güldü. Ares ona doğru yeniden bir hamle yapacaktı ki beklemediği bir anda kafasını yüzüne geçirdi ve aynı saniyelerde yumruğu da yüzünde patlarken, Aresin kaburgalarına attığı tekmeden kaçamadı.

 

Aralarındaki mesafe açılırken tekrar birbirilerine doğru yöneleceklerdi ki, “Yeter!” Diye bağırdım avazım çıktığı kadar. İkisinin arasına girdiğimde birbirlerinden ayrılmalarını sağladım. “Kendinize gelin!”

 

İkisi de beni görmezken, Venom işaret parmağını tehdit edercesine kaldırıp, “Ondan uzak duracaksın!” Diye uyardı. Öfkesi ve Nefreti bütün yüzünü kuşatmıştı. Kaşından akan kan elmacık kemiğine doğru süzülüyordu. “Seni bir daha sevdiğim kadının yanında görmeyeceğim!”

 

Ares öfkeyle gülümsediğinde, “O benim karım.” Dedi kendinden emin bir şekilde. “Onun için savaşmam gerekiyorsa sonuna kadar seninle savaşırım ve eğer bu savaşta ölmen gerekiyorsa ölürsün Venom!” Patlayan dudağındaki yarayı elmacık kemiğindeki kızarıklığı fark ettim. “Karımdan uzak duracaksın.” Dedi tehditkar bir şekilde. “Yanına yaklaşmayacaksın. Bakmayacaksın.”

 

Öne doğru öfkeyle bir adım attığında, ona doğru bir adım attım. Ellerimi yükselip kalkan göğüsüne koydum ve bana bakmasını sağladım. “Ares.” Dediğimde gözleri bana döndü. “Sakinleş.” Dedim yatıştırıcı bir sesle.

 

“Senden boşanmıyorum.” Dedi gözlerimin içine bakarak. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Gözlerini kuşanan kararlılık sesine yansıdı. “Bir altı sene bekledim, tam sana kavuşmuşken benden nefret edeceğini de bilsem Helena senden asla boşanmayacağım.” Diyerek beni dumura uğrattı.

 

“Lan ben senin-“

 

“Venom!” Dedim sıkıntıyla ona dönerek. Adımı hava da asılı kalırken gözleri bana döndü. İkisi arasında kalırken, “Git buradan.” Dedim buz gibi bir sesle.

 

“As-“

 

“Git!” Diye bağırdım hiddetle. “Artık çık git hayatımdan. Daha fazla burada kalarak çirkinleşme. Karına saygısızlık etme.” Dediğimde neyi kast ettiğimi anladı. “Karına git, Boris. Onun şimdi sana ihtiyacı vardır.”

 

Yeni düşük yapmıştı. Ariananın yanında olması gerekirken burada olması saçmalıktı.

 

Hayatımdan çıkıp gitmesi ikisi içinde en iyiyisiydi.

 

Ve öyle de oldu.

 

Gitmekten başka şansı yoktu.

 

Gitti.

 

Ona doğru dönmüş, “Ares-“ demiştim ki bir eli belime dolandı. Bedenimi kendine doğru çekti ve bu sözümün kesilmesine sebep oldu.

 

“Eğer,” dedi dudakları dudaklarımın üzerindeyken. “Senden vazgeçmemi söyleyeceksen unut bunu.” Dedi öfkeyle. “Senden vazgeçmiyorum Helena. Senden asla vazgeçmiyorum ve senin için ne kadar savaşmam gerekiyorsa ömrüm yettiğince savaşacağım.”

 

Dudakları dudaklarımın üzerindeyken, gözleri gözlerime kenetli haldeydi. Göğüs kafesim hızla yükselip kalkarken, “Ares ben-“ hamileyim diyecektimki sözümü kesti.

 

“Sen.” Dedi üzerimdeki baskısını arttırarak. Elleri bel kavisimi okşadığında nefesimin kesildiğini hissettim. Ondan etkilendiğim bir gerçekti ama duygusal anlamda yoğun şeyler hissettiğimi söyleyemezdim. Asıl sorun burada başlıyordu. “Benim karımsın.” Dedi aklıma kazımak istercesine. “Bir İvanovasın ve bu asla değişmeyecek.”

 

“Senden nefret etsem bile mi?”

 

“Benden nefret etsen bile.” Dedi beni onaylayarak. “Bu sana saplantılı olduğumu düşündürebilir ve düşüncelerinde haklısın sevgilim.” Dediğinde tüylerim diken diken oldu. “Sana saplantılıyım.”

 

“Ares-“

 

“Şimdi,” derken dudakları dudaklarımın üzerine sürtündü. “Karımın dudaklarından o şerefsizin izlerini silmek bana farz oldu.” Dediğinde daha çok yaklaştı.

 

Sessiz kaldım. Sessiz kaldığım her an onu çıldırtmış olacak ki öfkeli gözüküyordu.

 

“Eğer şimdi bana sesini duyurmazsan, sessiz kaldığın her dakikanın acısını senden çok fena çıkaracağım.”

 

“Ne söylememi bekliyorsun?” Dediğimde gözleri dudaklarıma saplandı. “Sana engel olacağımı sanıyorsan eğer, yanlıyorsun.”

 

Bu onun için yeterli gelmiş olacakki dudakları gecikmeden sertçe dudaklarımın üzerine yapıştı.

 

Zihnime dolan anıları savuştururken, gözlerim hastanenin beyaz koridoruna açıldı. Saatler önce FBI’da fenalaşmış ekip arkadaşlarım tarafından hastaneye getirilmiştim. Başta kendileri uyandırmaya çalışsalar da ben uyanmadıkça endişelenmiş ve hastaneye gelmekte çare bulmuşlardı.

 

Doktorun odasından çıkarken, hepsine Aresin beni almaya geleceğini söylediğim için geri dönmelerini sağlamıştım.

 

Bir elim midemi alt üst eden bebeğim yüzünden karnıma hafif bir baskı uygularken, dikkatli adımlarla koridorda ilerledim.

 

Bir ay.

Bugün tam bir ay olmuştu.

 

Aldırmak içinse çok az vaktim vardı ama böyle bir düşüncem yoktu. Ne olursa olsun onu asla aldırmayacaktım. İçimdeydi, benimleydi ve bana emanet bir candı. O cana asla kıyamazdım.

 

“Helen?” Tanıdık bir ses sızdı kulaklarımın arasına. Zihnimdeki o duvarları aşamasada endişeyle bakan yeşillerini görmek kaskatı kesilmeme sebep oldu.

 

Yüzündeki endişeyi ve korkuyu an be an okurken, dört koca adımda dibimde bitti. Ellerinin bana dokunmak için havalandığını ve geri indirdiğini gördüm. Nefes nefeseyken, “Nasılsın?” Diye sordu merakla. “Fenalaştığını söylediler, daha iyi misin?” Derken endişesini saklamıyordu. “Yeni haberim oldu. Bilmiyordum. Gelemedim yanına, yoksa hemen gelirdim.”

 

“İyiyim.” Dedim samimiyetle. Duruşumu dikleştirken bir elim hala karnımdaydı. Şimdi karşı karşıyaydık. Eskiden hep yan yana, el ele olurdunuz Hel. “Düşünmen yeter Venom.” Dedim tebessüm ederek.

                      

Gözleri bütün bedenimi tararken eli tereddütle koluma dokundu ve bu taş kesilmeme sebep oldu. “Ciddi bir şey yok değil mi?” Dedi emin olmak istercesine. “Yardımcı olabileceğim bir durum varsa-“

 

“Hamileyim.” Dedim dan diye. Yeşil hareleri lacivertlerime bakakalırken tenime dokunan elinin buz kestiğini hissettim. Beklemiyordu.

 

İlk sana söyledim.

 

Babasının senin olmadığı bir çocuğa anne olacağım. Eski Helen olsaydı, senin Helenin olsaydı babasının senin olmadığı bir çocuğu asla doğurmazdı V. Ama sen bunu da bilme. Nasıl olsa bitti her şey.

 

Bambaşka hayallerimiz vardı seninle. Şimdi, başka insanlarla.

 

Sen gittin ve bitti.

 

Halbuki ki geri dönseydin, daha erken dönseydin… Neyse.

 

“Boşanacağını duymuştum?” Dedi tereddütle. Yalan söylediğimi düşünüyordu. Onu kendimden uzaklaştırmak için bunu yaptığımı düşünüyordu ama yanılıyordu. “Hel.” Sesi öyle çaresizdi ki her zerrem de hissettim bunu.

 

“Yalan söylemiyorum Venom.” Dedim yarım bir tebessümle. “Ben sana asla yalan söylemem.” Dediğimde kolumdaki eli uzaklaştı. “Senin aksine ben hep sana dürüsttüm.”

 

“Boşanacaktın.” Derken sadece taktığı buydu.

 

“Vazgeçtim.” Dedim tereddüt bile etmeden. Bunu henüz Aresle konuşmamış olsam da zamanı vardı.

 

“Mutluysan-“

 

“Mutluyum.” Dedim dürüstçe. Bu konuda yalan söyleyemezdim. Yapma der gibi baktı. “Gerçekten Venom.” Dedim sıcak bir şekilde. “Şimdi izin verirsen eğer, aşağıda beni bekliyor.” Dediğimde engel olmadı.

 

Önümden çekilirken, gözleri gözlerime bir daha uğramadı.

 

Derin bir nefes aldım ve yoluma devam ettim.

 

Arkamdaki kimi bırakmam gerekeceğini ve yanımda kimin olması gerektiğini çok iyi biliyordum.

 

Bu sefer hata yapamazdım. Hastanenin bahçesine çıktığımda Aresin arabasının da hastaneye giriş yaptığını gördüm. Aracı tam önümde dururken hızla indi ve iki koca adımda dibimde biterken yüzündeki endişeyi ve korkuyu an be an okudum.

 

Kolları beni sarıp sarmalarken yüzünü saçlarımın arasında hissettim. Sarılışına karşılık verirken, “Aklım çıktı.” Dedi boğuk bir sesle. “Sana bir şey oldu sandım.” Dediğinde gülümsedim.

 

“İyiyim.” Dedim geri çekilirken. “Tansiyonum düşmüş sadece bu aylarda normalmiş.” Dediğimde kaşları sorgular bir şekilde çatıldı. Sıcak elleri yanaklarıma tutunurken.

 

“Ne normalmiş?” Diye sordu. “Eğer bana söylemen gereken bir şey varda şu an tam zamanı Helena.” Derken üzerime doğru bir adım daha attı.

 

“Hamileyim.” Dedim dan diye. Dibimde bitmek için atacağı adımları durdu ve yanaklarımdaki elleri de duraksadı. Göz bebeklerinin büyüdüğünü yüzüne yayılan saf şaşkınlığı gördüm. “Baba olacaksın.”

 

 

 

ARİANA BORİS

 

Bir evdeydim.

 

Tam altı yıldır bana yuva olmayan bir evdeydim. Mecbur bırakıldığım bir hayatın içindeydim. Aramızda hiçbir türlü bir duygusal bağ olmayan ama bana saygı duyan ve bunu göstermekten çekinmeyen bir adamın karısıydım.

 

Başkasına aşık ve benim gibi bu evliliğe mecbur bırakılmış adamın karısıydım.

 

Birkaç ay sonraysa bir Boris olarak değil Vance olarak hayatıma devam edecektim çünkü boşanma davasını çoktan açmıştım.

 

Yarın tekrar Türkiye’ye dönecektim ve bu gece buradaki son gecemdi. Salondaki kanepede otururken, gözlerim cam duvardan bahçeyi izliyordu. Evde Venomun benim için ayarladığı çalışanlar akşam yemeği için hazırlık yaparken, korumalar da dışarıdaydılar.

 

Etrafım o kadar kalabalıktı ki bu kalabalığın içinde nasıl bu kadar yalnız olduğumu sorgulardım hep.

 

Koskoca evde yapayalnızdım.

 

Venom bazen gelir, bazı gecelerse eve hiç uğramazdı. Bir sorunumuz yoktu ama aslında bir çok sorunumuz vardı.

 

Bir sonu olmayan bu evliliğin bitmesi işte bu yüzden ikimiz içinde en iyisiydi.

 

Evin içini dolduran zilin sesiyle beraber, gözlerim daldığım manzaradan ayrıldı ve oturduğum yerden doğruldum ağır ağır.

 

Çalışanlardan birisi masayla uğraşmayı bırakıp kapıyı açmaya gittiğinde kimin geldiğini merak etmeden edemedim.

 

“Bay Boris.” Diyen sesi işittiğimde ise şaşırmadan edemedim. “Hoş geldiniz, efendim.” Dediğini duydum saygıyla.

 

Dirseğimi koltuğun başlığına yaslayıp, elimi tekrar çeneme yaslarken kalkmak için bir hamle de bulunmadım.

 

“Ariana nerde?” Dediğini duydum sorgu dolu bir sesle. “Genelde kapıyı hep o açardı? Evde yok mu?” Dediğinde alayla güldüm.

 

Benden haberi bile yoktu.

 

“Sizin haberiniz yok mu?”

 

“Neyden?” Diye sorduğunda adımlarının duraksadığını kesilen seslerden fark ettim.

 

“Kendisi iki gün önce bir trafik kazası geçirdi. Hastaneden bugün çıktı. Şu anda salonda dinleniyor.”

 

Eve gelirken yolda arabanın kontrolünü kaybetmiş ve neyseki ciddi olmayan bir kaza atlatmıştım.

 

Birkaç çizik ve ayak bildiğimin ezilmesiyle kazayı atlatırken, kafamı şiddetli bit şekilde çarptığım için olası bir durum yüzünden iki gün hastanede kalmıştım.

 

Kazanın izleri hala vücudumdayken, alnımdaki koca bantta yerli yerindeydi.

 

“Bana neden haber vermediniz?!” Dedi kızgın bir şekilde.

 

“Bayan Boris öyle istedi.”

 

Bedeni salonun girişinde gözüktüğünde endişelendiğini gördüm. Çalışan kız anında kaybolurken Venom adımlarını bana doğru attı.

 

“Hoş geldin.” Demekle yetindim sadece.

 

“Nasıl oldun?” Dediğinde oturduğum kanepede karşıma oturdu. Gözleri vücudumda gezindi. Ellerimin üzerindeki çizikleri ve anlımdaki bantta oyalandı. “Neden haber vermedin Ariana?!” Dedi sinirle.

 

“Seni aradım,” dedim düz bir sesle. Kaşları çatıldı. “Defalarca kez ama açmadın.” Daha önce de buna benzer bir kaza geçirmiş ve korumalara ona söylememesi gerektiğini tembihlemiştim. Sırf bu yüzden büyük bir kavga yaşadığımız için aynı şeyi tekrar yaşamak istememiştim.

 

Aramama rağmen açmamıştı.

 

“Çok önemli bir şey değil zaten,” dedim. “Birkaç ufak sıyrık.”

 

“Nasıl oldu bu?” Diye sordu.

 

“Direksiyonun dengesini kaybettim bir an için,” dedim buz gibi bir sesle. “Sonrası belli zaten.”

 

“Sana araç kullanmaman gerektiğini söylemiştim,” derken onu dinlemediğini kızgındı. “Neden söz dinlemezsin ki?” Dedi sitemle.

 

“Artık bir önemi yok.” Dediğimde kaşları daha çok çatıldı. “Nasıl olsa boşanıyoruz.” Dediğimde ifadesi değişmedi. “Benim için endişelenmene ve beni düşünmene gerek yok artık.”

 

“Davayı açmışsın.” Dediğinde başımı salladım onaylayarak.

 

Gözlerim yeşillerine saplı haldeyken dudaklarımın arasından bir nefes bıraktım ve aynı saniyelerde sol yüzük parmağımda yıllardır bir kez olsun çıkarmadığım, her daim sadık kaldığım yüzüğünü çıkardığımda affaladığını görebiliyordum. “Sanırım artık bunun bende olması doğru değil.”Parmaklarımın arasından sıyrılan yüzüğü ortadaki sehpanın üzerine alyansımla birlikte bıraktım.

 

“Garip biliyorum.” Dedim gülümsemeye çalışarak. “Yıllarca boşanmanın yollarını aradın ve şimdi önüne taş koyan kimse yok. Bende dahil.” Derken derin bir nefes çektim içime. “Ben boşanmakta kararlıyım Venom. Bu evliliğe başlamadan önce Umutlarım vardı, her şeye rağmen hayallerim vardı. En çokta bizim için umudum vardı ama anlıyorum ki yanılmışım. Hazır bizim için bir fırsat varken daha fazla uzamadan bitsin bu iş.” Dedim sıkıntıyla.

 

Gözleri gözlerimin içine büyük bir dikkatle bakarken, “Boşanma olmayacak,” dediğinde beni dumura uğrattı. “Avukatına söyle davayı kapatsın.”

 

“Saçmalıyorsun herhalde?” Dedim hayretle. Gözlerindeki kararlılık korkmama sebep oluyordu. “Nereden çıktı bu birden bire? Yıllardır boşanmamın bir yolunu arayan sensin!” Göğüs kafesim korkuyla yükseldi. “Şimdi ne oldu da birden boşanm-“

 

Gerisi gelmedi. Daha doğrusu gelemedi. Bir kolu belime dolanırken, diğer eli saçlarımın arasına sızdı ve dudakları dudaklarımın üzerine şiddetle çarptı.

 

Kıyamet bizim için tam bu anda başladı.

 

Ve her şey tepetaklak oldu.

 

Çünkü bu yaptığı hataydı.

Çok büyük ve geri dönüşü olmayan bir hataydı.

 

 

 

İZGİ KARA ALACAHAN

 

Bir başlangıçtaydım, yeniden.

 

“Türkiye’ye dönmek istiyorum,” dediğimde rahat bir nefes aldı. “Kardeşimi ve babamı ziyaret etmek istiyorum.” Tırnaklarım avuç içlerime battı. “Ve mesleğe geri döneceğim.” Dediğimde duraksadı.

 

Bizim için yazılan başlangıçın olduğu tarihdeydik ve şimdi sonumuza gelmiştik.

 

Türkiyedeydim. Yıllar sonra kaçtığım ayak bastığım şehire İstanbul’a gelmiştim. Kimseye hesap sormadan, gittiğimden bahsetmeden gelmiştim buraya.

 

Onun sayesinde ve şimdi korktuğum, kaçtığım ve adım atmaktan korktuğum yerdeydim yeniden.

 

Bir mezarlığın kapısındaydım. Keskin hemen arkamdayken, beni dışarıda bekleyecekti. İlk geldiğim yer Zeynebin yanı olurken görmeye hazır hissetmiyordum.

 

Böyle olmasını istemiyordum. Gidip boynuna sarılmak, Zeynep diyerek içimi açmak istiyordum ona.

 

Babamın dizine yatmak, yeniden bana kızım desin istiyordum.

 

Buraya gelmek istemiyordum. Buradan nefret ediyordum.

 

Ellerim mezarlığın paslı kapısına dokunduğunda ilk adımı mı çekinerek içeriye attım ama bu korkudan değildi.

 

İkinci adımda beraberinde gelirken taşlı yolda ayağımdaki topuklu ayakkabılarla ilerledim. Yağmurdan dolayı ıslak olan toprağa topuklarım batarken bu umurumda olmadı.

 

İki canım buradaydı. İki sırdaşım, iki can yoldaşım buradaydı.

 

Yürüdüm. Yürüdüm. Zeyneb’e giden o yolda çekinerek yürüdüm ve Sinanı gördüm, adımlarım kaskatı kesildi.

 

Oradaydı. Orada duruyordu ve çok kötü gözüküyordu. Kahveleri bir an olsun mezar taşından ayrılmazken oraya bakamadım.

 

Zeynebin adını orada görmek istemedim. Konduramadım.

 

Sinan başını sağına çevirdiğinde beni gördü ve yüzünde açan manidar gülümsemenin bir benzeri de benim yüzümde açtı.

 

Solunda hep Zeynep olurdu.

 

Solumuzda hep Zeynep olurdu ve şimdi Zeynep artık yoktu.

 

Ansızın gitmiş ve bir daha geri dönmemişti.

 

Adımlarımı ona doğru atarken başında dikildiği mezara çevirdim bakışlarımı.

 

Zeynep Yılmaz

D.T: 26:09:1996

Ö.T: 01:12:2023

 

Beyaz mezar taşının üzerindeki yazı suratıma tokat gibi çarptı. İnanmak istemediğim, inkar ettiğim gerçek bir su gibi gün yüzüne çıktı.

 

Göğüs kafesim aldığım her nefeste sıkışırken, yanına çömeldim. Titreyen ellerim toprağına dokunurken içimde kopan fırtına genzime dolan, tuttuğum yaşları serbest bırakmama sebep oldu.

 

“Zeynep,” diye fısıldadım cılız bir sesle. “Kardeşim.”

 

“Sana bir can borcum var artık.” Demişti yıllar evvel.

 

“Yok bana can borcun falan! Kardeşler arasında can borcu olmaz!”

 

“Urazı sana emanet etti İz.” Dedi Sinan. O anı unutamıyor gibiydi. Kan çanağına dönmüş gözlerim onun mezarındaydı.

 

Bu haksızlıktı.

 

Bu çok büyük bir haksızlıktı.

 

Burada yatması gereken kişi Zeynep değildi.

 

“İze söyle, bir can borcum vardı ona, ödedim dedi. Urazımda ona emanet. Siz de birbirinize emanetsiniz.” Dedi sözlerini tekrarlayarak.

 

Zeynep bana olan can borcunu kendini feda ederek ödemişti. Yok demiştim. Bana can borcun yok demiştim ama dinletememiştim.

 

Buz gibi hava içimi üşütürken, “Sinan ama burası çok soğuk.” Dedim titreyen sesimle. “Zeynep nefret eder soğuktan.” Derken dudaklarımın arasından bir hıçkırık kaçtı. “Nefret eder, Sinan. Yapamaz o bu soğukta. Nefesi kesilir.”

 

Nefesini kesmişlerdi.

 

Nefeslerini kesecektim.

 

Son bir şey kalmıştı.

 

Yapmam gereken son bir şey kalmıştı. Ondan sonra her şey bitecekti.

 

“Öyle büyük bir haksızlık ki bu!” Dedim sitemle. “Sen değildin Zeynep. Sen olmak zorunda değildin. Ben ölseydim keşke ama sen ölmesiydin. Burada olmayı hak etmiyorsun sen.” Dedim göz yaşlarımın arasından. “Senin yerin burası değil.” Dedim cılız bir sesle.

 

İçim yanıyordu.

 

Başımı mezar taşına yaslarken ağlamaktan başka hiçbir şey yapamadım. İçimdeki acı ve eksiklik o kadar büyüktü ki akıtmak istedim.

 

“Nasıl geçecek bu?” Dedim sitemle. “Nasıl geçecek bu acı Zeynep?” Diye yakardım.

 

Omuzlarım sarsıldı. Hıçkırıklarım boğazıma dizildi.

 

“O kurşun benimdi.” Dedi Sinan çaresizce. “O kurşun benim hakkımdı. Ölmeyi sen değil ben hak ediyordum Zeynep.” Dedi sitemle. “Öyle bir gittin ki arkanda bırakıp gittiğin o acıyla yaşanmıyor bile.”

 

“Ölmesi mi gerekiyordu Sinan?” Dedim hayal kırıklığıyla. “Senin bazı şeylerin farkına varman ve anlaman için benim kardeşimin ölmesi mi gerekiyordu?”

 

“İz-“

 

“Git.” Dedim beni yalnız bırakması için. “Git, Sinan. Zeynep’le yalnız kalmak istiyorum.” Dediğimde ikiletmedi. Tamamen uzaklaşana kadarsa ağzımı açmadım.

 

“Zeynep,” diye yakardım sitemle bir kez daha. “Başaramadım.” Dedim kırık bir sesle. “Sen haklıydın. Yaptığım başlangıç her ne kadar güzel olsa da sonum, felaketim oldu.”

 

Titreyen ellerim yağmurdan ötürü ıslanmış olan, üzeri çiçeklerle süslü toprağında gezindi. Yaşlar o kara toprağın üzerine düştü. Mezar taşında yazan o isime tekrar bakamadım. Yüreğim el vermedi.

 

“En başından ve sonuna kadar,” diyebildim zorlukla. Zeynebin gülümseyen yüzü geçti gözümün önünden. “Ölüm bizi ayırana dek kardeşim.” Dedim acı bir fısıltıyla. “Ölüm bizi ayırana dek.”

 

Şimdi burada yatan Sinan olsaydı, Zeynep ne demek istediğimi çok iyi anlardı.

 

İçimi yakan bir nefesle doldurdum ciğerlerimi. Ellerim bir kez daha toprağının üzerinde dolaştı. “Oğlun bana emanet kardeşim.” Dedim oturduğum yerden ayaklanırken çamurlu ellerim mezar taşına dokundu. “Gözün arkada kalmasın.”

 

Kalmazdı.

 

Bilirdim ama Zeynep sana bana güvenme demiştim.

 

Bana bu konuda sakın güvenme demiştim.

 

Keşke güvenmeseydin.

 

“Arkamı dönüp gitmek istemezdim sana hiç,” dedim acı bir fısıltı dilimi mesken edinirken göğüs kafesimde bir yangın başlamıştı. “Ama gitmem lazım şimdi. Sana söz, tekrar geri geleceğim.” Mezar taşının üzerine dudaklarımı bastırırken geri çekildim ve adımlarım bu sefer gitmekten en çok korktuğum yeri, babamın mezarını buldu.

 

Engebeli yolda ayağımdaki topuklularla yürümekte zorlansam da Zeynebin mezarının aksine, üzerindeki çiçekleri solmuş babamın mezarının karşısında dikilirken önünde çömeldim ve gözlerimi adının yazdığı yerden çekmedim.

 

Kuşların cıvıltısı, rüzgarın uğultusu kulağıma sinerken,”Baba?” Diye seslendim sanki hiç gitmemiş gibi.

 

“Söyle, babam.” Diyen sesi kulaklarımda yankılandı.

 

“Ben geldim,” derken gülümsüyordum. “Biraz geç geldim ama geldim baba.” Boğazımı düğüm düğüm eden acı bana nefes aldırmadı. “Özledin mi beni?” Derken bir cevap alamadım. “Özlemişsindir, kesin. Bensiz yapamazsın sen.” Dedim ağlamaklı sesimle.

 

Saçlarımın üzerine düşen şal, omuzlarıma düştü. “Saçlarımı kestim, kendimi kestim ve mahvettim diye kızıyorsundur şimdi bana biliyorum.” Derken tamamen yere oturdum. “Ama içimdeki acıyı söküp atabilmek için önce kendimden başlamam gerekiyordu baba. Önce kendimi yok etmem gerekiyordu.” Parmaklarım toprağının üzerinde nazikçe gezindi. Yanağımı soğuk toprağına yasladım.

 

Bu his beni rahatsız etmedi.

 

“Önce saçlarımdan başladım.” Dedim cılız bir sesle. “İlk onlardan vazgeçtim. İlaçlarımı kullanmayı tamamen bıraktım ve uyuşturucuya başladım. Kalbim her geçen gün yavaş yavaş ölüyordu ve şimdi tutunduğum tek bir damar kaldı. Onun koptuğu vakit öleceğim vakit.” Dedim gülümseye çalışarak. “Ama sen defalarca kez intihara kalkıştığımdan da bir habersin. Zorla kürtaja zorlandığımdan da. Metrelerce yükseklikten aşağıya çakıldığımdan ve kalbimi kıran onca sözden de bir habersin baba.”

 

Kızgındım. Kendime kızgındım, hayata kızgındım ve herkese kırgındım.

 

“Canım yanacak, üzüleceğim diye ödün kopardı.” Dedim hatırladıklarımla. “Şimdi paramparçayım, sana ve herkese. İçim kan ağlamasın isterdin ama bak şimdi içim kan ağlıyor ve ben nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum baba. Öyle bir çıkmaza girdim ki, ne geri dönebiliyorum ne ileri gidebiliyorum. Duvara tosladım sanki.” Yaşlar yanaklarımdan süzülüp toprağına karışıyordu. “Dizlerim kan içinde. Bu sefer çok kötü düştüm ama elimden beni tutup kaldıracak bir babam yok çünkü ben ona haksızlık ettim.” Diye yakardım. “Çok büyük haksızlık ettim sana baba. Affeder misin bilmem, af dilemeye de gelmedi ama ben kendimi hiç affetmeyeceğim bunu bil istedim.”

 

“Ağlama. Ağlama iki gözüm.” Diyen sesi yankılandı zihnimde. Dudaklarımı birbirine bastırdım ama ağlamamı durduramadım.

 

“Baba,” diye fısıldadım acıyla. “Baba.” Dedim bir kez daha hıçkırıklarımın arasından. Omuzlarım sarsıldıkça sarsıldı. Sesim mezarlıkta yankılandı.

 

Anne sebebi sensin bunların.

Sensin sebebi.

 

Bir süre, hatta belki de çok uzun bir süre ayırılamadım yanından.

 

Nasıl hayattayken dizinin dibinden ayrılmadıysam buradan da, mezarının başından ayrılmaktan da çok zorlandım.

 

Toprağındaki solmuş çiçekleri temizledim. Avuçlarımın arasında ellerimi kesen dikenli, solmuş gülleri girişteki çöp kutusuna atarken, omuzlarındaki şalı da elime sarmış Keskinin beni beklediği yere doğru adımlarımı atmıştım.

 

İdili yanında gördüğümde huzursuzluğu iliklerime kadar hissettim çünkü sıkıntılı gözüküyordu.

 

Keskinin gözleri bana dönerken yanına vardığımda sardığım elimi yakaladı elleri.

 

“Eline ne oldu?” Diye sordu çatık kaşlarının altından.

 

“Önemli bir şey değil. Birkaç gülün bıraktığı izler sadece.” Dedim kuru bir sesle.

 

Sıkıntıyla iç çekerken beni kendine doğru çekip kolunun altına aldı.

 

“Hoş geldin İdil.” Dedim samimiyetle. “Sen Meclise geçememiş miydin?” Diye sordum merakla.

 

Uçaktan indikten sonra Keskin onu Meclise yollamıştı. Neden geri dönmüştü?

 

“Leonordayla yapmak istediğin bir görüşme vardı ya hani?” Dedi İdil gözlerini ona çevirirken. “Kendisiyle konuştum ama Leonardo görüşmeyi İz hanımla yapmak istediğini özellikle belirtmiş.” İdilin sözleri Keskinin bıçak kesilen gözlerinin onun üzerine saplı kalmasına sebep olmuştu.

 

Leonardo, davette yanıma gelen ve Meline’nin yanında gördüğüm o adam olmalıydı.

 

Kaşları çatıldı. Çene kasları dişlerini sıktığından ötürü belirginleşirken, “Ölmek mi istiyormuş?” Dedi karanlığın içinden gelen bir sesle.

 

“Sadece bir yemek.” Dedi İdil ‘bunda ne var?’ Dercesine. “İkisi birlikte baş başa bir yemek yiyecekler sad-“

 

Omuzları gerilirken, tehlikeli bir sakinlikle başını sağa doğru eğdi. “Demek ki ölmek istiyormuş.” Derken sesindeki gazap dolu ifade kaşlarımın havalanmasına sebep oldu.

 

“Keskin-“

 

“Karımla.” Dedi üzerine basa basa. Sertçe. “Görüşmeyecek.” İdil bir şey söylemek için tekrar dudaklarını aralamıştı ki, “Asla.” Diyerek onu susturdu.

 

“Benimle neden görüşmek istiyormuş peki?” Diye sordum merakla. “Söyledi mi?”

 

“Önemi yok.” Dedi Keskin sertçe. “Onunla, asla görüşmeyeceksin.”

 

“Keskin.” Dedim uyarıyla. “Henüz kararımı vermedim.” Dediğimde kaşları çatıldı.

 

“Anneniz.” Dediğinde gözlerim hızla ona döndü. “Annenizin sizden sakladıkları için sizinle görüşmek istediğini söyledi.”

 

“Ne karşılığında?” Diye sordum hızla.

 

Keskinin eli bir yılan gibi belime dolandığında, “Onunla görüşmeyeceksin.” Dedi öfkeyle. Gözlerim aynı öfkeyle ona dönerken, “Sakın.” Dedi ikaz edercesine.

 

“Neden?” Diye sordum.

 

“Çünkü daha fazla yaralanmanı istemiyorum!” Dedi sitemle. “O kadının adını duyduğunda bile içinin nasıl acıdığını görüyorum. İşte sırf bu yüzden daha fazla hiçbir şeye dahil olmanı istemiyorum çünkü zarar görüyorsun.”

 

“Keskin.” Dedim lütfen dercesine.

 

“Neyi öğrenmek istiyorsan senin için öğreneceğim ama sen sözümden çıkmayacaksın. O adamla asla görüşmeyeceksin.” Dedi uyarıyla. “Annenle ve Zemonla da.” Parmak uçları yüzüme düşen saçlarımı geri çekti. “Çünkü senden odaklanmanı istediğim tek şey bir hafta sonra yapılacak olan düğünümüz.” Dediğinde kaskatı kesildim.

 

“Ne?” Dedim şaşkınlıkla.

 

“O yüzüğü parmağına süs diye takmadım.” Dedi göz kırparak. “Bir hafta içinde gelinliğini seçsen ve geri kalan her şeyi bana bırakıp evimizde uslu uslu otursan iyi olur çünkü sen yeniden resmî olarak benim karım olana kadar, bir Alacahan olana kadar yanımdan asla ayrılmayacaksın.” Elini ceketinin cebine attığındaysa hala söylediklerinin şokundaydım.

 

“Bu sana aslında başka bir zaman verecektim ama vaktinden önce elime ulaştı.” Siyah bir cüzdanı andıran ama aslında sadece bir kılıftan ibaret olan şeyi bana uzattığında tereddüt etmeden aldım.

 

“Bu ne?” Diye sordum merakla.

 

“Çevir.” Dedi gözleriyle elimdekini işaret ederek.

 

Dediğini yapıp çevirdiğimdeyse dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.

 

Bir cüzdan ya da kılıf değildi.

 

Ruhsatı.

 

Kırmızı bir arma vardı üzerinde, tam ortasında bir kitap açıkken üzerinde adalet terazisi bulunuyor ve etrafını oval şekilinde saran yazıysa kalbimin heyecanla çarpmasına sebep oluyordu.

 

Hakimler ve Savcılar Kurulu.

 

Yazı buydu. Hemen altındaysa büyük harflerle CUMHURİYET SAVCISI yazarken titreyen ellerimle için açtım ve kimliğimle karşılaştım.

 

Cumhuriyet Savcısı, İzgi Kara. Kimliğin üzerinde yazan adım kocaman gülümsememe sebep oldu.

 

Bu kimliği aslında hiç kaybetmesem de yıllar sonra yeniden elimde tutuyor olmak bambaşka bir histi.

 

“Böyle gülümsemeni özlemişim.” Dediğini duydum onun özlemle. Mutlulukla parıldayan gözlerimi ona kaldırdığımda gülümsedi. “Ve böyle bakan gözlerini.” Dediğinde gülümsemem büyüdü.

 

Kollarımı boyununa dolarken sıkı sıkı sarıldım. Elleri belime yer bulurken, “Teşekkür ederim, sevgilim.” Dedim neşeyle.

 

“Asıl ben teşekkür ederim.” Dedi minnetle. “Hiç gitmediğin için.”

 

Sona doğru attığımız ilk adım burada başladı.

 

 

 

 

 

                              

   

Loading...
0%