Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4.Bölüm

@umay_6

 

Keyifli okumlar dilerim.

 

 

 

Her yarayı bir kurşun yarası sanma derdi hep dedem. Her yanığında bir ateşten sebep oluştuğunu sanma. Çünkü her yarayı bir kurşun, yer yanığı kor bir alev açmaz güzel kızım. Bazen insanlar en büyük yaradır sana. Bazen kelimeler bir kurşun, sözler yüreğinde bir yangın başlatır. Zihninde dönüp durur. Hiç beklemediğin bir anda iştirsin belki. Dalar gidersin öyle. Sonra fark edersin. Yüreğinde bir sızı meydana gelir. Nefesini keser, elden ayaktan düşürür seni. Ne yapacağını bilemez olur, şaşırır kalırsın. Derdi.

 

Sen kimi sevdin bu kadar dede? Diye sormuştum.

 

Sevdim işte güzel kızım. Demişti. Benden sana nasihat olsun. Kulağına küpe et bu laflarımı. Kimseyi, yüreğini ağrıtacak, ruhunu daraltacak, nefesini kesecek kadar çok sevme. Demişti. Çünkü hiç kimse hak etmez böyle güzel sevilmeyi. En çok hak ettiğini sandıklarımız bile.

 

Dedem haklıydı.

 

Sevgi hak edilirdi. Aşk dolu dizgin yaşanırdı. Ama sevda imkansızlıklara gebeydi. Belki de hep öyle kalacaktı.

 

"Nereye bakıyorsun?" Sergen'in sesi zihnime sızdığında gözlerimi kırpıştırarak ona baktım.

 

"Ha?" Dedim dalgınlıkla.

 

"Daldın gittin öyle," dedi gülerek. "Karadeniz'de gemilerin mi battı?" Alay dolu bakışları üzerimde gezindi. "Benim gibi mükemmel derecede kayınbiraderinin gönlünü eğlendirmek ona bir yuva kurmak için çabalayacağına anca kös kös oturuyorsun." Dediğinde ona kafasına antenleri varmış gibi tip tip baktım.

 

"Ne yapmamı istiyorsun Sergen?" Dedim bıkkınlıkla. Aylinde kaşlarını kaldırarak Sergene baktı.

 

"Gerçekten bütün hayallerimin katilisin ya," diye homurdandı. Düz ve boş gözlerle halının üzerine tünemiş elinde tuttuğu oyun konsoluyla televizyonda maç oynayan Sergen'den ayırmadım bakışlarımı. "Bir yengem olacağını öğrendiğimde nasıl sevindim haberin var mı senin? Üstelik yengemin adı da İzgi Kara! Ne hayallerim vardı ne hayallerim!" Başını iki yana sallayarak, "Ah ah!" Dedi.

 

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken, "Pardon?" Dedim. "Neymiş hayallerin?"

 

"Hayır yani niye kimse de şu çocuğun yüzü gülsün demiyor?" Dedi sitemle. "Bir yanımda esmer bir yanımda sarışın olması gereken yerde yengem ve kardeşimle evde oturmak zorunda mıyım ben ya?" Dediğinde kaşlarım havalandı.

 

"Öyle olmaz Sergen," dedim ciddileşerek. "Ben yengen olarak o görevi üstleneyim senin için." Dediğimde bakışları ekrandan ayrılarak hızla beni buldu. Gözlerinin içi parladığında sırttı.

 

"Vallaha mı?" Dedi heyecanla. Yüzünde gevşek bir gülümseme yerleşti.

 

"Tabii," dedim gülümseyerek. "Biz sana eskort ayarlayalım. Bir sarışın bir esmer ha?" Dediğimde gülümsemesi dondu. Arkamdaki yastığı hızla çekerek kafasını fırlatmadan hemen önce, "Sipariş verir gibi söylüyor bir de pezevenk herif!" Diye cırlamıştım. Kafası attığım yastıkla top gibi bir ileri bir geri gidip geldi. Aylin onun bu haline gülerken,Sergen küskün bir tavır takındı ve anlını ovaladı.

 

"Tamam ya," dedi içine kaçmış sesiyle. Kucağına bıraktığı konsolunu yeniden aldığında küçük bir çocuktan farkı yoktu. "Demedim ben bir şey sana." Dedi küskün küskün.

 

"Boşver sen onu." Dedi Aylin elini sallayarak. Diğer elinde tuttuğu telefonuna doğru tekrardan. Sıkıntıyla iç geçirirken, "Abim geldi!" Diyerek ayaklandı bir anda Aylin.

 

Bakışlarım salonun girişini buldu ama kimseyi göremedim. "Nerede?" Diye sordum merakla.

 

"Abim bu saatlerde eve gelir genelde," dedi Sergen gözlerini ekrandan çekmeden. "Bahçede ki arabanın motorunun sesini duyunca fırlayıp gidiyor işte böyle." Dediğinde doğruldum yere geri sindim.

 

"Benim canım abim!" Diye bağırdığını duydum Aylinin. Bir kapının açılma sesine eş zamanlı olarak kapının kapandığında dair tok bir ses işittim.

 

"Hayırdır cimcime?" Dediğini duydum, onun. İstemesizce yerimde dikleşirken ellerimi koyacak bir yer bulamadım. Ne diye heyecanlanıyorsam?"Yine ne isteyeceksin de beni kapılarda karşılıyorsun acaba?"diye sordu.

 

Adım seslerini işittim. Birisi hızlı hızlıyken diğeri daha yavaştı.

 

"Aşk olsun," dedi Aylin. "Sanki hiç kapılarda karşılamıyorum seni. Hem ayrıca bunu yengem yapsaydı bu kadar sorgulamazdın." Diye homurdandı.

 

Adım sesleri bıçak gibi kesilirken, "Sahi," dediğini duydum. "Yengen nerede?" Sesinin tınısına yerleşen merak yerimde kıpırdanmama sebep oldu. Beni merak etmesi içimde bir yerlerin huzursuz ve rahatsız hissetmesine sebep oldu. Her dakika birilerin göz hapsinde olmak ne kadar zor ve kötüyse onun beni sürekli merak etmesi daha kötüydü.

 

"İçeride, salonda oturuyor." Dedi Aylin sorusunu yanıtlayarak. "Ay abi bak ne diyeceğim ben sana? Versacenin Paris moda haftasındaki defilenin davetiyesi geldi bugün bana. Gidebilir miyim?"

 

İkisinin bedeni salonun kapısında gözüktüğünde Aylin geri geri içeriye girerken Keskinin önünde duruyordu ve onu ikna etme çabasındaydı.

 

"Ne istiyorsan al Aylin." Dedi Keskin bıkkınlıkla.

 

Aylin bir anda neşeyle çığlık atarak kollarını abisinin boynuna doladığında, "Canımm abim!" Diye şakıdı. Keskinin dudakları belli belirsiz kıvrılırken dudakları kız kardeşinin saçlarını buldu.

 

Benim kardeşim bana yeter.

 

Abimin geçmişten gelen sesi zihnimdeki duvarların çatırdamasına sebep oldu. Çatırdayan duvarın çatlaklarından sızan kor kızıl kan göz yaşlarımı andırıyordu.

 

Abime sarılmayı ve benimle uğraşmasını özlüyordum. Babamın dizlerine yatmayı ve güvenli kollarına sığınmayı özlüyordum.

 

Onlar birbirlerinden ayrıldıklarında üzerlerinde asılı kalan gözlerimi kırpıştırıp kendime geldim. "Hoş geldin." Diyebildim.

 

Gözlerindeki karmakarışık ifade ruhuma sızmak istedi. "Hoş buldum." Dedi bir kolunu Aylinin omzundan sararak karşımdaki kanepeye doğru ilerledi. Takım elbisenin içindeki heybetli bedeni koltuğa çöktüğünde oturmadan önce Sergen'in saçlarını karıştırmış ve homurdanmasına sebep olmuştu.

 

"Bu akşam Amerika'ya gideceğim." Dedi bir anda. Kaşlarım çatıldı. "Birkaç gün için valiz hazırlayabilir misin?"

 

Onun valizlerini neden ben hazırlıyordum?!

"Hava kararalı saatler oluyor abi," dedi Sergen bakışlarını oynadığı oyundan çekmeden. "Çoktan akşam oldu yani."

 

"Sen kes sesini." Dedi sertçe, dişlerinin arasından konuşarak.

 

Sergen bir elini kalbine koyarak bana doğru döndü ve yüzünde acıklı bir ifade belirdi. "Gereken tazminatı alman için sana mahkemede şahitlik yapabilirim." Dedi hüzünlü bir şekilde. "Abimin seni kandırmasına göz yumacak kadar pezevenk değilim Yengeceğim. Her daim senin tarafındayım."

 

Öfkeyle Keskine dönerken, "Beni kandırıyor musun?" Dedim.

 

"Sergen!" Dedi hiddetle Keskin. Sertçe bir soluk alırken, "Alt tarafı bir valiz hazırlayacaksın ne bu sorgu sual?"

 

"Sebep?" Dedim, ona dik dik bakarak.

 

Kaşları çatılırken, "Ne demek Sebep?" Diye sormuştu.

 

"Amerika'ya gideceğini neden son anda öğreniyorum." Kaşları havalandı. Yüzüne garip bir ifade yayıldı. "Ayrıca senin valizini ben niye hazırlıyorum ya?!" Diye çıkıştım.

 

"Kim hazırlayacak başka?" Dedi. Katran karası gözleri ruhuma saplandı. "Bu evde senden başka bir karım olmadığına göre?" Dedi alay dolu gözlerle.

 

"Yalan söylüyor," Sergen araya girdiğinde Keskinin gözleri uyuz olmuş gibi kardeşini buldu. "Kuma aldık biz seni, şehzade verecek sen bize."

 

"Sergen bir kez daha zevzeklik yapacak olursan o konsolu parçalarım." Dediğinde Sergen dudaklarını birbirine bastırdı. "Bizzat kafanda parçalamaktan zevk alacağımdan emin olabilirsin." Sergen put kesildi. Artık hareket bile etmiyordu.

 

Bacak bacak üstüne atarken yırtmacım yavaşça yukarıya sıyrıldı ve bacağım ortaya çıktığın sağ bacağımı sol bacağımın üzerine atarken gözleri kısıldı ve sol bacağımda ki dövmeyi görmek istedi. "Niye gidiyorsun Amerika'ya?"

 

"İş için." Dedi düz düz bakarak.

 

"Ne işi?" Dedim sorgu dolu bir sesle.

 

"Uluslararası bir iş birliği için birkaç gün orada olmam gerek," dediğinde kaşlarım havalandı merakla. "Yapmam gereken toplantılar var." Kaşları çatıldı. "Ayrıca ne bu sorgu sual?" Diye sordu.

 

Kollarımı göğüsümde birleştirirken, "Rahatsız mı oldun?" Dedim diklenerek.

 

Karalarına yayılan koyu mürekkebin ruhuma sıçradığını fark ettim. Silik bir sis bulutundan ibaret olan kız çocuğunun ruhu kara bir mürekkebe boyandı.

 

"He?" Dedi Sergen kafasını aramızda uzatarak. Ağzı kocaman açılmış ayyaş gibi abisine bakıyordu. "Rahatsız mı oldun?! Karın o senin, tabii ki soracak!" Keskin koltuktan ayaklanmak için hareketlendiğinde Aylinin elleri abisinin kollarına sarıldı.

 

"Abi," dedi uyarıyla. "Bilerek yapıyor işte. Boşver şu gerizekalıyı. Hem yorgunsundur sen şimdi gidip dinlen biraz, yola gideceksin daha yengemde valizini hazırlar sen dinlenirken." Aylinin emrivakisi dudaklarımın aralanmasına sebep olurken mavi gözlerini üzerime çevirdi. "Değil mi Yenge?" Dedi lütfen dercesine.

 

Sıkıntıyla oflarken sessiz kaldım.

 

"İyi bari," dedim oturduğum yerden ayaklanırken. "Gidip hazırlayayım ben valizini." Yemin ederim bu evdekiler ömür törpüsüydü. "Ne kadar kalacaksın? Ona göre bir şeyler koyayım?" Diye sordum merakla.

 

"Belli değil ne kadar kalacağım ama sen üç dört gün bana yetecek bir şeyler koy." Dediğinde başımı sallayarak onu onayladım. Adımlarımı salondan yukarıya doğru uzanan merdivenlere doğru attım.

 

"Ne vardı yemekte bugün?" Dediğini duydum. "Ayşen abla döktürmüştür yine kesin."

 

"Yok," dedi Aylin. Gülümsediğini görmesem de hissettim. "Yemekler bugün yengemin güzel ellerinden çıktı vallahi. Döktürmüştü parmaklarımızı yedik resmen ama sen yemeğe katılmadığın için o lezzetten mahrum kaldın abim." Dedi sıcacık bir sesle.

 

Merdivenleri tek tek yavaş yavaş çıkarken onun, "Kalamadı mı hiç?" Sorusu adımlarımın bıçak gibi kesilmesine sebep oldu.

 

Zihnimdeki berraklık dalga dalga yayılarak dağıldı ve yerini karanlığa bıraktığında kalbim sertçe tekledi. Göğüs kafesimde iki farklı yol çizilmiş gibiydi. Kaburgalarımın altında saklı kalan cansız kelebeklerimden biri kıpırdadı ve kırık kanadı kendi kendini tamamladı. Aldığım nefes ilk kez rahattı. Ruhumdaki sızı bu sefer boğazımı yakmıyordu.

 

İlk kez üzerime örtülen karanlığın sesi içime kasvet değil sıcacık bir his bıraktı. Karanlığı yuva edinmiş kaburgalarımda bir ışık yandığını hissettim.

 

Sanki ateş böcekleri zamanın bilinmezliğinde bir soruyla birlikte göğüs kafesime uğradı.

 

Aylin, "Kalmadı." Dediğinde yiyemediği o yemeğin kursağında şimdiden kaldığını hissettim.

 

"Başka bir zaman yapar artık bana da," dediğinde gitmek için hareketlenen bedenim sözleriyle bir kez daha duraksadı. "Umarım." Dediğinde kurşun yemiş gibi sarsıldığımı hissettim yerimde.

 

Derin bir nefes alarak merdivenleri hızlı hızlı çıktım. Odaya girdiğimde kapıyı hızla kapatıp sırtımı da kapıya yasladım ve tuttuğum nefesimi serbest bırakırken, ellerim boğazıma tutundu nazikçe.

 

Derin derin soluklar alırken, bir anda neden buz kestiğimi ve nefesimi tutacak kadar kalbimin hızlanmasına bir anlam veremedim.

 

Bu histen kurtulmak istedim.

 

Bu histen nefret ettim.

 

Katran karası gözlerinin ruhuma değmesinden ve ruhumun berraklığına karanlığını bulaştırmasından kurtulmak istedim.

 

Yaslandığım kapının arkasından çekildiğimde, adımlarımı giyinme odasına doğru attım. Köşedeki lacivert, tekerlekli pufu çektim ve ayağımda ki topuklu ayakkabıları çıkararak pufun üzerine çıktım ve dolabın en tepesindeki siyah valize uzandım.

 

Dişlerimi dudaklarıma geçirirken parmak ucunda yükseldim. Parmak uçlarım valize tutunduğunda kendime doğru çekmiştim ki ayağımda ki pufun tekerlekleri sallandığında dengemi kaybettim ve dudaklarımın arasından can havliyle kaçan çığlıkla beraber yere çakılırken ayak bileğimin üzerine düştüm ve kolumu da ortada bulunan cam, içinde mücevherlerim ve saatlerimin olduğu kısıma kolumu çarptığımda acıyla inledim.

 

"Off!" Diye isyan ettim hareket ettikçe acıyan ayak bileğime doğru. Aptallık bendeydi ne diye tekerlekli pufun üzerine çıkmıştım ki?

 

"İzgi?!" Onun endişeli çıkan tok ve erkeksi sesi kulaklarıma ulaştığında, "Yenge?!" Dediğini duydum Aylinin de telaşla.

 

Giyinme odasının kapısı açıldığında yerde acıyla sızlanan beni görmek ikisinin de şaşkınlıkla bana bakmasına sebep oldu.

 

Şaşkınlığını atlatan kişi ilk Keskin olurken , "Ne oldu?" Dedi panikle. "Düştün mü?" Dedi hızlı adımlarla yanıma ulaştığında karşımda bir dizini yere dayayarak çömeldi ve gözleri ayak bileğimi buldu.

 

"Bir anda altımdan kaydı, ne oldu anlamadım." Dedim ağlamaklı sesimle. Uzun ve güçlü parmakları ayak bileğime uzandı ve yerini bilir gibi acının olduğu yer hafifçe bastırdığında acıyla inledim. Dişlerimi dudaklarıma geçirirken yüzümü yan dönmüştüm.

 

"Çok acıyor mu?" Diye sordu Aylinde tepemde biterken endişeli bakışları üzerimdeydi. "Hastaneye mi gitsek abi?" Dedi ayak bileğime bakarken.

 

Parmak uçlarındaki yangın ayak bileğime sıçradığında, elini baskısı hala yerinde duruyordu. Buz tutan vücudum o bana dokundukça ateşe değmiş hissi yaratıyor ve irkilmeme sebep oluyordu. Yangını, soğuğumu bir çarşaf gibi örtüyordu.

 

"Gerek yok," dedim kestirip atarak. "İncinmiştir sadece. Bir kas gevşetici sürüp sarsak yeterli. Çok acımıyor zaten." Dedim.

 

Gür kirpiklerinin çerçevelediği gözleri büyük bir yavaşlıkla çehreme oradan da gözlerime çıktı. Katran karası gözlerinde yansımam hakimdi.

 

"Emin misin?" Diye sordu tereddütle. "Çok mu kötü düştün? Eğer ağrın çoksa hastaneye gidebiliriz."

 

"İyiyim gerçekten," dedim gülümseyerek. "Sizi de boş yere telaşlandırdım zaten. Biraz uzansam iyi olur sadece." Katran karası gözleri emin olmasada kabul etmek zorunda kaldı.

 

"Ben gidip aşağıdan krem, bandaj falan getireyim bari." Dedi Aylin hızla arkasını dönüp odadan çıkarken.

 

Sıkıntıyla iç geçirirken, "Gel bakalım, sakar hanım." Dedi bir anda. Ben ne olduğunu kavrayamadan, kaslı kolları bir anda kalçalarımın altında geçti ve bir eli sırtıma yaslandığında gözlerim irileşti. Beni kucaklayarak ayaklandığında kollarım panikle boynuna dolandı.

 

"Ne yapıyorsun?" Dedim şaşkınlıkla bir anlık hareketine karşılık. Kelebeğin kanatları tamamen sarıldı ve özgürce çarptığı kanatlarının ucu göğüs kafesime çarptı. Kalbimin üzerine kondu ve orada bekledi.

 

Bana bu kadar iyi davranmamalıydı. Önemsememeli, umursamamalıydı.

 

Kucağında benimle birlikte giyinme odasından çıktı ve yatak odasına girdi. Soruma karşılık sessiz kalırken bedenimi dikkatlice, sanki avuçlarında tuttuğu porselen kırılacak birleymişim gibi rahatça yatağa uzanmamı sağladı ve sırtım yüksek yastıklara yaslandı.

 

Ayağımı öne doğru uzatırken yatağın ucu ağırlığıyla birlikte çöktü ve parmak uçları yeniden ayak bileğimi bulduğunda buz kestim.

 

Kara gözlerindeki su gibi berrak bir ifade vardı. Sıcak parmakları ayak bileğime sarıldı ve ağrıyan noktayı bilir gibi tenimin üzerinde parmaklarını hareket ettirdiğinde acıdan uyuşan ayak bileğimi gevşetmeye çalıştı.

 

Bütün dikkati ayak bileğimdeyken parmaklarının tenimde bıraktığı yakıcı his kalbimin burkulmasına sebep oluyordu.

 

Odanın kapısı açılıp Aylin elinde bir krem ve siyah bir bandajla girdiğinde, "Geldim geldim." Dedi nefes nefese.

 

"Bırak sonra çık Aylin." Dedi Keskin dingin bir sesle. Aylin abisini ikiletmeden kremi ve bandajı ona uzattı.

 

"İyisin değil mi?" Diye sordu bir kez daha. Çığlığım onu endişelendirmiş olmalıydı.

 

"İyiyim." Dedim gülümseyerek.

 

Geriye doğru bir adım attı. "Ben gidiyorum o zaman abi bir şey lazım olursa ararsın." Dedi. Bakışları yeniden beni bulduğunda, "Geçmiş olsun." Dedi gülümseyerek ve arkasını dönüp odadan çıktı.

 

İfadesizliği mesken edinmiş olan gözleri ayak bileğimdeydi. Kremin kapağını açıp uzun ve kalın parmaklarına bir parça aldı. Kremi ayak bileğime dokundurduğu ana buz gibi soğuk ürpermeme sebep oldu ve kısa bir an duraksayıp bana baktığında far görmüş tavşan gibi ona bakakaldım. Dudakları silik bir şekilde kıvrıldılığında yeniden ayak bileğime döndü ve kremi güzelce masaj yaparak yaydıktan sonra bandajı da bileğime sardı. Dokunduğu her yerde parmak uçlarından akan yanık görünmez bir is gibi tenime işlemişti sanki.

 

"Bir süre üzerine basmamaya çalış." Dedi karanlık bir sesle. "Mümkünse yataktan çıkma yemeklerini odada ye ama ayağın tamamen iyileşene kadar en azından üzerine basma."

 

Dudaklarım aralandığında söylediğim tek şey,"Tamam." Oldu.

 

Çöktüğü yataktan ayaklandığında, " Nereye?" Diye sordum merakla.

 

Kara bir kuyuyu andıran gözleri yeşillerime saplandı. "Valiz hazırlayacağım." Dedi. "Malum sakar bir karım olduğu için bunu da ben yapmak zorundayım." Dediğinde gülümsedim.

 

"Ben hazırlayacaktım sana," dedim kendimi açıklama hissine kapılarak. "Ama düştüm. Boyum yetmiyordu valize, o yüzden çıktım pufun üstüne ama düştüm işte." Dedim mırıldanarak.

 

Gözlerinde ki buz sıcağı ifadesi çatırdadığında, "Biliyorum." Dedi karanlığı mesken edilmiş sesiyle. Gözlerimiz çakıştığında gökyüzünde gürleyen şimşeğin bizim içimizde çaktığını hissettim. "Benim için valiz hazırlayacağını." Duraksadı. "Biliyorum yani." Diye geveledi ağzının içinde.

 

"Boyum yetişmedi oraya." Dediğimde dudakları kıvrıldı.

 

Gülümsemesini gizlemeye çalışan haliyle büyük altından güldü. Kara gözleri üzerimde dolaştığında, "Yer cücesi." Dedi tok ve kalın sesine yerleşen garip tınıyla. Kalbimin atışları arşa çıktığında her atış bir kez daha kesti nefesimi. Gür kirpiklerinin çerçevelediği gözleri kısıldı.

 

"Uyu sende artık." Dedikten sonra bana arkasını dönerek giyinme odasına girdi.

 

Sıkıntıyla iç geçirirken yatakta aşağıya doğru kaydım ve yan dönerek uzandığımda kirpiklerim aydınlığa kapandı ve karanlığa açıldı.

 

Uyku beni derin kollarına çekti.

 

...

 

Yeşil, kalın askılı, kare yaka, bütün vücudumu saran ve sol bacağımda derin bir yırtmacı bulunan elbisemle bahçede, havuza oldukça yakın olan ahşap koltuklara oturmuştum. Sergen ve arkadaşları yaklaşık iki gündür evdelerdi. Yapmadıkları haylazlık, Berna hanımı çıldırtacak kadar çok şeyi kırıp dökmüşlerdi ve şimdi onlar havuz keyfi yaparken Berna hanım izinli olmamadan ve sakat olamamdan faydalanıp beni başlarına bekçi diye dikmişti.

 

Havuzun içinde birbirlerini sürekli boğup duruyor, kızları omuzlarına alıp deve güreşi oynuyorlardı. Keskin iş için Amerika'ya gitmişti. Yaklaşık üç gündür kendisini görmüyordum. Bu süreçte hiç konuşmasak bile, sürekli ayağımın nasıl olduğunu sorup durmuştu.

 

Ama yine de kocamı öldürmek istiyordum.

 

Sorumsuz herifin tekiydi. Bu evde canım sıkılıyordu ve kendisi de bana bu konuda pek yardımcı olmuyordu.

 

"Nasıl oldu ayağın?" Diye sormuştu gittiği ilk gün. "İyi." Demekle yetinmiştim bende sadece.

 

"Çok üzerine basmamaya çalış, eğer incittiysen iyice zedelersin."

 

"Ne zaman döneceksin?"

 

"Biraz daha buradayım. Neden?"

 

"Öyle, merak ettim sadece."

 

"Dikkat et kendine."

 

"Sende."

 

Beni merak edip her gün sorması sebepsizce garip hissetmeme sebep oluyordu. Bunu her gün yapması da ayrı bir histi. Evdekilerden tut dışarıdaki korumalara kadar herkes üzerime titremişti.

 

"Neredesin?" Demişti ikinci gün. Evde duramamış, hiçbir yere sığamamıştım. Hep yaptığım şeyi yapmış anneme sığınmıştım.

 

"Annemin yanında."

 

"Korumaları neden yanında istemedin?

Bunu seninle konuşmuştuk İzgi. Fütursuzca

hareket edemezsin."

 

"Annemle yalnız kalmak istedim. Yoksa buna da hakkım yok mu Alacahan?"

 

"Eve dön. Hemen."

 

Tavrına sinirlenmiş, onu engellemiştim. Muhtemelen bana ulaşamamış olması onu delirttiği için sürekli korumalarından hakkımda haber almıştı. Aybars benimle konuşmak istediğini söyleyip telefonu getirdiğindeyse onunla konuşmak bir yana dursun alo bile demeden telefonu suratına kapatmıştım.

 

Cehenneme kadar yolu vardı. Eğer dördüncü gün eve gelen lotusları özür mahiyetinde yollamasaydı onunla asla konuşmazdım. Muhtemelen hatasının farkına varmış ve annesiz büyüyen bir kadının değil kız çocuğunun kalbini kırdığını anlamıştı.

 

Tabletimde bir şeyler karalarken bacak bacak üstüne atmış, seslerini işitmemek için kulağıma kulaklıklarımı geçirmiş son ses müzik dinliyordum.

 

Bir kaç günümü adliyede geçirmiş ama saha görevinde olduğum için kös kös oturmuş Hasan'la uğraşmış, uzun zamandır görmediğim arkadaşım Kenan'la birlikte bir akşam yemeği yemiş bolca vakit geçirmiştim.

 

Yemeğimin İdil tarafından sabote edilmesi de ayrı bir şeydi. Sohbetimizin ortasında masaya gelmiş acil eve dönmemiz gerektiğini söylemişti. Nedenini sorduğumda restoranın güvenli olmadığından bahsetmişti. Buraya kadar ona inansamda eve giden yoldaki arabada uykuya dalmış bilincim yarı açıkken, "Eve gidiyoruz Keskin. Merak etme, o iyi. Ayağı da gayet iyi durumda." Demişti bıkınca. "Bir şey olsa sana zaten haber veririz! Ne diye her gün her saat başı aynı şeyi sorguluyorsun ki? Ayrıca kızın arkadaşıyla yaptığı yemeğin içine etmekte tam senlik bir hareketti, tebrik ederim hanzo?!" İdil karşı taraftan her ne duysa cevap vermek istemiş ama suratına kapatılan telefonla kalakalmıştı.

 

Araya giren zamanda Kenanın biraz olsun bana karşı duyduğu duygusal bağlılığı aşmasını beklemek en büyük aptallığımdı. Üniversiteden beri bana yanıktı. Duygularının karşılık olmaması onu iyice takıntılı bir hale dönüştürmüştü. Evlendiğimi duyunca yıkılmıştı. Kahvelerin derin bir hüzün oturmuş, gece boyunca acının emaresini gözlerinde taşımıştı.

 

Acaba beni aldatıyor muydu? Günler boyunca bunu düşünüp durmuştum. Bir tarafım yapmıştır dese de bir tarafım o saygısızlığı yapmamıştır diyordu. Umarım o kadar aşağılık bir adam değildir.

 

Yemin ederim dertsiz başıma dert almıştım.

 

Koca başa dertti.

 

Kendimi dul kalmış kadınlar gibi hissediyordum.

 

Yüzüme atılan bolca suyla sırılsıklam olurken gözlerimi sıkıca yumdum. Kulağımda ki kulaklığımda yükselen ve beni gaza getiren müzik hiç yardımcı olmuyordu. Kirpiklerim ağır ağır arlandığında tabletimin sırılsıklam olduğunu gördüm. Ayrıca elbisemde ıslanmıştı. Boynumdan aşağıya akan sular göğüs oluğuma akıyordu.

 

"SERGEN!" Diye bağırdım. Öfkeli bakışlarımın hedefi havuzdan hızla çıkan ve sesimi işitmesi ile havuzun kenarlarına sıçrayan suya basar basmaz dengesini kaybeden Sergendeydi. Oturduğum yerden hızla kalkarken o da düştüğü yerden hızla kalktı ve şezlongların arkasına saklandı. Ayağımda hafif bir sızı baş gösterse de umursamadım.

 

"Sınav mısın sen çocuk?!" Dedim öfkeyle. Sesim bütün bahçede yankılanıyordu.

 

"Yenge amma abarttın ha?" Tatlı tatlı gülümsedi. "Gel birlikte eğlenelim işte. Geldiğinden beri kös kös oturuyorsun. Sıkılmıyor musun hiç?"

 

"Ben böyle gayet mutluyum!" Hiç değildim.

 

"Bu sıcakta kavrulmuşsundur yenge," dedi alayla. Kaşlarım çatıldı. Bakışları arkamda bir yere takıldığında gülümsemesi büyüdü. "Az hararetini alalım dedik fena mı yaptık? Abim gittiğinden beri barut gibi dolanıp duruyorsun etrafta. Sen yanıp tutuşmadan söndürelim dedik işte! Kötü mü yaptık?!"

 

"Terbiyesiz! Ahlaksız!"Ona doğru atıldığımda, "Seni varya!" Diye bağırdım. Hemen kaçtı. "Gerizekalı, dangalak herif! Sırılsıklam oldum senin yüzünden! Gel buraya! O havuzda boğacağım seni!"

 

"Benimle ilgili yaratıcı fikirlerini öğrendiğim iyi oldu!" Diye bağırdı. "Kendimi nasıl kollayacağımı biliyorum artık!"

 

Arkasına saklandığı diğer şezlonga doğru atılmıştım ki bir el belime sarıldığında, saçlarımın arasında belli belirsiz bir nefes işittim.

 

"Sadece bir kaç gün yoktum birileri karımı delirtmeyi başarmış!" Diyen sesi kulaklarıma dolduğunda kalbim garip bir hisle çarptı. Hızla ona doğru döndüğümde katran karası gözleriyle karşı karşıya gelmek kalbimin teklemesine sebep oldu.

 

Yüzünde aydınlık bir gülümseme hakimken gözleri gözlerime saplandı. O kadar uzun süre gözlerimin içine baktı ki bocaladım. "Keşke haber verseydin geleceğine," dedim. Bakışları yüzümde geziniyordu. Beni dinlediğinden şüpheliydim. "Hazırlık yapardık." Cenaze hazırlığı mı?

 

"Bu hala yapamayacağın anlamına gelmiyor." Dedi göz kırparak ve eli belimde benimle birlikte havuzdaki gençlere döndü. Bu neydi şimdi?

 

Amerika'da kafasına taş mı düşmüştü bunun?

 

Katran karası bakışları havuzda ki gençleri buldu. "Nabersiniz gençler?" Diye sordu. Şaşkınlık ve kıskanç dolu bakışları üzerimizde hissettim. "Görüşmeyeli oldu baya." Dedi gülümseyerek.

 

"Harbi oldu Keskin abi ya," dedi bir çocuk. Adı Enesti. Sarı saçları sırılsıklamken, kahveleri haylazlıkla parlıyordu. "Özlettin kendini. Hazır evdeyken atalım mı yine birkaç el."

 

"Vaktim yok koçum," dedi tok bir sesle. "Karımı fazla ihmal ettim. Başka zaman sözüm olsun ama olur mu?" Bana karşı biraz fazla iyiydi. Biraz değil çok fazla iyidi.

 

"Peki abi." Demekle yetindi Enes.

 

"He heyt be!" Yüzünde geniş bir gülümseyele kollarını iki yana açarak bize doğru gelen Sergen'e baktım. Biraz daha sinsice havuza yaklaştım çaktırmadan. "Abilerin abisi gelmiş! Gözüm yollarda kaldı vallahi!" Sarılmak için hamle yaptığında topuklu ayakkabımla, serçe parmağına uyguladığım baskıyla birlikte acıyla inlemiş geriye doğru savrulurken hafifçe iteklememle kendini havuzun içinde bulmuştu.

 

Nefes nefes yukarı çıkarken arkadaşları bu haline gülüyordu. "Alacağın olsun hain kadın!" Dedi sitemle. "Ben sana yoldaş oldum! Abim yokluğunda sana ben baktım! Yemeğini ben getirdim! Kendine gel diye tekerlekli sandalye bile yaptırıp seni gezdirmeyi bile teklif ettim!Sen yoldaşına nasıl ihanet edersin!" Bu birkaç günde bana bir sakat muamelesi yapmıştı. Bunun acısını ondan çıkaracaktım.

 

Kendimi gerçekten sakat gibi hissedip deli gibi ağladığım bir an olmuştu. Sergen beni bir türlü susturamamıştı o gün. Zaten kalbi hasta olan ve yıllarca hasta muamelesi gören bir kadına sakar muamelesi yapmadı iyice dolup taşmama sebep olmuştu. Ağladığımı öğrendiği zaman çıldıran ve Sergen'in canını okuduğuna emin olduğum yanımda dikiliyordu.

 

"İyi misin?" Diye sormuştu o günün akşamında bana ulaşabildiğinde. Onu engellediğim için İdil aracılığıyla bana ulaşmıştı. "İyiyim. Yok bir şeyim. Bıraktığın gibiyim işte. " demiştim kuru bir sesle. "Ağlamışsın?" Demişti sorgu dolu bir sesle. Sessiz kalmış bir cevap vermemiştim. "O evdeki insanlar benim ailem olabilir İzgi. Kıymet verdiğim canları için canımı vereceğim insanlar olabilir ama bu seni durdurmasın. Kimsenin seni üzüp kırmasına izin verme." Demişti. "Eminim o gözlere ağlamak hiç yakışmıyordur." Babamda yakıştıramazdı. Abimde. "Kendini de hiç saymıyorsun," demiştim alayla. "Senin onlardan bir farkın var mı ki? Hem kağıt üzerinde olan ve ne senin için ne de benim için bir hükmü olmayan bir evliliği bu kadar ciddiye alma!" Demiş ve telefonu suratına kapatmıştım. O günden sonra da hiçbir şekilde onunla iletişime geçememiştim.

 

Su sıçratmak için hamle yaptığında hızla Keskinin arkasına saklanırken bana atacağı su abisini bulmuştu. Ortamda ölüm gibi bir sessizlik hakimken tek ses benim kıkırdamalarımdı. Sergene kal gelmişti.

 

"Abi," dedi aceleyle. Keskin bakışları omzunun üzerinden ağır bir yavaşlıkla beni buldu. Katran karası gözlerindeki ifade kaşlarımın çatılmasına sebep oldu.

 

"Hoşuna gitti bakıyorum?" Diye alay etti. Kolları bir anda belime sarılırken beni öne doğru itti ve bir anda kendimi buz gibi suyun içinde bulurken dudaklarımın arasından bir çığlık firar etmişti. İyi de ben yüzme bilmiyordum ki!

 

Yüzeye çıkmak için uğraştığımda başarılı olamadım. Nefesim ciğerlerime yetmediğinde sanırım hiç kimse beni kurtarmayı düşünmüyordu. Kollarım suyun yüzeyine sertçe vurduğunda nefesim boğazıma tıkandı.

 

Birinin daha suyun içine daldığını fark ettiğimde belimde hissettiğim kollarla birlikte kendimi yüzeyde bulduğumda boğazım yırtılırcasına öksürüyordum.

 

"Hayvan herif!" Diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Bir yandan tir tir titriyor bir yandan ona bağırıyor bir yandan da ona tutunuyordum. Boğazım acıyordu.

 

"La yenge?" Dediğini duydum Sergen'in. "Boğuldun mu?" La yenge mi?

 

"Yok!" Diye cırladım. "Dans ediyordum Sergen! Suyun içinde nefesimi tutarak ne kadar süre dayanabilirim diye nasıl oluyormuş bir test edeyim dedim!" Diye bağırdım avaz avaz.

 

"Bağırma." Dedi yüzünü buruşturarak.

 

"Öyle desene ya, ölüyorsun sandık." Diye alay etti Sergen.

 

"İyi misin?" Endişeli sesi kulaklarıma ulaştı. "Yüzme bilmiyor muydun?" Cevap vermedim.

 

"İzgi, bir soru sordum." Dedi ısrarla.

 

Yine cevap vermedim.

 

Kollarına tutunurken derin derin nefesler almaya çalıştım. Su en büyük korkumdu. Denizde ayaklarımın zemine bastığı kısıma kadar kendi kendime oynayıp duruyordum ama havuz ayaklarımı yerden kestiği için beni tedirgin hissettiriyordu.

 

Ne kadar güzel gözükürse gözüksün, su bir yandan yaşam vadederken denizin içinde veya havuzun dingin gibi gözüken ama aslında bir bataklığı andıran su bana sadece ölümü çağrıştırıyordu.

 

"Tamam sakin ol," dediğinde benimle birlikte havuzun kenarına doğru ilerledi. "Titreme." Benimle birlikte havuzdan çıktığında sular üzerimizden boşaldı. Sırılsıklam olmuştuk. Beni şezlonga oturturken bulduğu havluyu üzerime sardı.

 

"Gerizekalı, beyinsiz," dedim dişlerimin arasından. Üzerimdeki havluya sıkı sıkı sarıldım. "Aptal herif!"

 

"Düzgün konuş!" Dedi sertçe, öfkeyle.

 

"Ölüyordum be!" Diye cırladım.

 

"Titreme anasını satayım," diye kızdı bu seferde. Zangır zangır titriyordum. Oturduğum şezlong bile sallanıyordu. Soğuğu sevmiyordum. Soğuğa kolay kolay alışamıyordum da. Her kış bu yüzden ağır bir grip atlatıyordum. Hastalığı çabuk kapıyor ama şifaya çabuk erişemiyordum işte."Titreme tamam, yok bir şey." Bakışları endişe doluydu.

 

"Yüzme bilmiyor musun?" Diye sordu tekrar.

 

"Hayır." Demekle yetindim. Karşımda çömelmiş dikkatli bakışlarını üzerime dikmişti. "Bilmiyorum. Kimse de öğretmedi zaten." Dedim titreyen sesimle. Dişlerim birbirine çarpıyordu.

 

Büyük elleri havluyu üstüme daha sıkı sardığında, "Ben öğretirim sana." Demişti.

 

Gözlerim gözlerin tutunduğunda, "İstemez." Dedim kestirip atarcasına. Sıkıntıyla iç çektiğinde sabır dilercesine gözlerini yukarı dikmişti. "Senden hiçbir şey istemiyorum!" Dedim öfkeyle.

 

Beni ve sözlerimi umursamazken,"Gel içeri geçelim," dedi. Oturduğum yerden beni kaldırdığında bahçenin etrafında dolaştık. "Üşüme daha fazla."

 

Korumaların önünden geçerken bize garip garip baktıklarını fark ettim. "Söyle şunlara bakmasınlar şöyle!" Diye bağırmamla hepsi ona gerek kalmadan benim bağırışımla birlikte bakışlarını anında yere sabitlendi.

 

"Sende bırak be?!" Diye cırladım. "Yapıştın kaldın! Bırak! Öldürüyordun beni. Ödeteceğim bunu sana da." Dedim dişlerimin arasından.

 

"Ya ya," dedi alayla. "Kesin ödetirsin, eminim ben."

 

Bakışlarım kısıldı. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?"

 

"Haşa!" Dedi abartıyla. "Ne haddime!"

 

"He şöyle," dedim gülerken. "Karının sözünü dinle." Kısa ama şuh kahkahası kulaklarımda yankılandı. Gülümsemesi çehresine yerleştiğinde ona gülmenin ne kadar yakıştığını fark ettim.

 

"Çok soğuk!" Çenem tir tir titriyordu. Dişlerim birbirine çarparken, "Dondum dondum!" Diye bağırmıştım yerimde zıplayarak.

 

"Bende üşüyorum ama senin gibi sızlanmıyorum." Dedi homurdanarak.

 

"Öküz!" Dedim parmak uçlarımda küçük adımlarla yürürken.

 

"Düzgün konuş benimle." Dedi sitemle.

 

"Oğlum bu haliniz ne?" Berna hanımın hayret dolu sesi kulaklarımıza ulaştığına bakışlarımızı ona çevirdik.

 

"Oğlunuzun oyun oynası gelmiş." Dedim alayla, parmak ucunda ilerlerken, ayak bileğimdeki sızı kendini yeni yeni belli etti. "Doyamadı da beni delirtemelere gelir gelmez." Diye homurdandım.

 

Sıcak nefesini bir anda kulağımda hissettiğimde, ürperdim. Bana doğru eğildi.

 

"Ben oynayacağım seninle," dedi tok ve erkeksi sesiyle. "O zaman oynayacağım oyunu da ne kadar doyumsuz olduğumu da göreceksin." ÇÜŞ! Dehşetle açılan gözlerimi ona çevirdiğimde beni pek umursadığı söylenemezdi. Saldırıya geçmeyi bekleyen bir kurt gibiydi. Avını köşeye kıstırmış ne zaman parçalayacağını zihninde tartıyordu sanki.

 

"Neyse ne," Dedi Berna hanım. "Gidin kurulanın akşam davet var biliyorsunuz. Ona göre hazırlanın." O bize arkasını dönerken yanaklarımı havayla doldurdum ve bir kaç kez bu şekilde ofladım. Bunu sürekli yapardım.

 

"Oflama oflama," dedi. Adımlarımız odaya çıkan merdivenleri buldu.

 

"Gitmek zorunda mıyız bu davete?" Odanın kapısını açtı ve lacivert ve beyazın hakim olduğu oda gözlerimin önüne serildi. Bir haftaya yakındır burada kalıyordum ama yanımda dikilen hayvan müspettesini burada görmek hep elimin kolumun birbirine girmesine sebep oluyordu..

 

"Evet." Dedi düz bir sesle.

 

Kaşlarım çatıldı.

 

Sanırım regl olacaktım. Yoksa bu hassasiyetimin ve takıntılarımın başka sebebi olamazdı.

 

Büyük, yuvarlak, geniş bir yatak odanın tam ortasındaydı. Balkona açılan kısım boydan boya camdı ve doğanın bütün güzelliği gözler önündeydi. Balkon uzun ve genişti. Aynı zamanda küçük bir masa sandalye vardı. Yatağın sağ ve sol tarafında iki tane lacivert komodin bulunuyordu. Sol tarafta olan komodinin üzerinde Keskin, Aylin ve Sergen'in fotoğrafı bulunuyordu. Banyo kapısının hemen yanında bir kapı daha vardı ve orası giyinme odasıydı.

 

Adımlarımı banyoya doğru atarken, kapıyı açtım ve içeriye girdikten sonra arkamdan kilitleyip derin bir nefes aldım. Yarısı camekan olan kısımda kocaman bir jakuzi ve masaj yağları bulunuyordu. Camın filimli olduğu belliydi ama yine de eşsiz manzarayı gizleyemiyordu.

 

Güzel ve hızlı bir duşun ardından üzerimde bornozla, saçımda havluyla odadan çıktığımda Keskini odada bulamadım. Adımlarım giyinme odasını bulunca açık kapıdan içeriye girmiştim ki girmez olaydım! Boy aynasının karşısında üzeri çıplak bir şekilde duruyordu. Büyük ve kalın elleri kemeriyle uğraşırken kaslarla dolu vücuduna bakmamak için direnç gösterdim ve başarılı da oldum. Duştan yeni çıktığı belli olan saçları hala nemliydi. Üstelik denizin burnumu sızlatan kokusu ciğerlerime doluyordu.

 

Karanlığın içindeki gölgesinin heybetli görüntüsü nefesimin kesilmesine sebep oldu.

 

Bakışları ağır ağır bana döndüğünde merakla baktı.

 

"Pardon," dedim mahçup bir şekilde. "Burada olduğunu bilmiyordum. Oda da göremeyince gittin sanmıştın."

 

"Sorun değil." Dedi. Askılıklardan birinden beyaz gömleğini çıkardı. Üzerine geçirirken gerilen sırt kasları ve kolları nefesimi kesti. Aynanın önüne tekrar geçtiğinde düğmeleri yavaşça iliklemeye başladı.

 

"Sen üzerini mi değiştirecektin?" Diye sordu.

 

"Hı hı." Dedim. Hı hı mı? Salak mısın İz?! Hı hı ne?!

 

"Davetiye mi bekliyorsun?"

 

"Hı?" Yaslandığım kapının pervazından doğrulduğumda yan profilinden yamuk gülümsemesi gözüme çarptı.

 

"Çıkmanı bekliyorum." Başını onaylayarak salladığında adımlarımı bana ait olan kısıma doğru yönlendirdim. Parmaklarım elbiselerin üzerinde gezinirken gözüme çarpan bordo,kadife, straplez elbiseyi davet için ayırdım ve tekli koltuğun üzerine bıraktım. Topuklu ayakkabılarımı da yanına bıraktığımda şimdilik giymek için askılı siyah bir şort takımı çıkardım. Üst kısmı biraz kararsız kalmama sebep oldu. hem göğüsü çok açıktı, hem de büyük olan göğüslerim yüzünden daha çok açılacaktı. Bakışlarım tekrar elbiseyi buldu. Onu mu giyseydim? Yok ya, bence başka bir şey giysem daha iyi olurdu.

 

Bakışlarım gözüme bir hayli kalabalık gelen elbiseleri buldu. "Ay!" Dedim sinirle. Fenalık gelmişti. Elimdeki kıyafetleri dolabın içine geri fırlattım. "İçim şişti!"

 

"Ne oldu?" Diyen sesi kulaklarıma dolduğunda omzumun üzerinden ona baktım. Saatini takıyordu. Ne kadar çabuk hazırlanmıştı.

 

"Çok kararsız kaldım," dudak büktüm. Bakışları yüzümü buldu. Gözleri dudaklarım ve gözlerim arasında gidip geldi. "Ne giyeceğim bilmiyorum."

 

Adımlarını bana doğru attığında kaşlarım çatıldı. Hemen arkamda yerini alırken parmakları elbiselerimi karıştırdı. Siyah saten bir elbiseyi eline aldığında kapalı olduğunu sanması gülümsememe sebep oldu. Giydiğimde kesin sinirlenecekti.

 

"Tamam, olur bu." Dedim daha fazla elbiseyi incelemesine izin vermeden elinden hızla kaptım. Dolabın içine attığım pijamaları da aldığımda paravanın arkasına geçtim beni görmemesi için. Bornozumun kuşağını çözdüğümde iç çamaşırı almadığım aklıma geldi. Hızla tekrar dolaba yöneldiğimde elime attığım ilk çamaşırı kaptığım gibi tekrar paravanın arkasına saklandım.

 

Bornozu yukarıya astığımda saçımda ki havluyu da çözüp astım ve koyu yeşil, dantelli iç çamaşırlarımı hızla giydikten sonra siyah şort takımını giydim. Üst kısmı dantellerle süslenmişken göğüs kısmı V yaka şeklinde geliyordu ve göğüs aram komple ortadaydı.

 

Boş vererek paravanın arkasından çıktım. Havluyu ve bornozu alıp banyoya girdim ve kirli sepete attım. Cildimi de nemlendirdirdikten sonra makyajımı yapmaya koyuldum. Davet uzak bir yerde olduğu için yol zaten uzun sürecekti ve erken çıkacaktık.

 

Yüzüme fondöten kullanarak başladığımda yeşillerimi öne çıkaracak hafif ama buğulu bir göz makyajı yaptım. Gül kurusu rengindeki allığı yanaklarıma uygularken kirpiklerime de bolca rimel uyguladım. Son olarak dudaklarıma kırmızı ruju sürerken işim bitmişti. Saçlarımı güzelce kurutup fön çektikten sonra sıkı bir at kuyruğu yaptım ve perçemlerimi şekillendirerek çeneme doğru bıraktım. Adımlarım tekrar giyinme odasını bulurken Keskini balkonda telefonla konuşurken görmüştüm.

 

Siyah, saten, askılı elbise bütün vücudumu sarmış, üzerime tam oturmuştu. Ön kısmı kare yakaydı. Sırtım tamamen ortadaydı. Tıpkı kalçalarımın biraz üzerinde biten derin yırtmacım gibi sağ bacağımda sere serpe ortadaydı. Zaten yeterince uzun olan bacaklarım topuklu giymemle daha güzel gözükmüştü. Özellikle saçlarımı toplamıştım ve böyle de çok güzel olmuştu. Yüzüm tamamen ortadaydı.

 

"Keskin!" Diye seslendim giyinme odasından çıkmadan hemen önce. "Ben hazırım! Çıkalım mı artık." Çantama telefonumu koymaya çalışırken sert bir cisime çarptım.

 

Başımı kaldırdığımda katran karası gözleriyle karşı karşıya geldim.

 

"Çıkalım mı artık." Dedim bir kez daha. Bakışları üzerimde gezindiğinde ağzının içinde bir şeyler homurdandı ama duyamadım.

 

Gözleri beni boydan boya süzdü. Kalbim yakın mesafemizden ötürü deli gibi çarparken beni çekinmeden dikkatle süzmesi yutkunmama sebep oldu.

 

Başını sağa doğru eğdiğinde gözleri yırtmaçtan dolayı açtıkta olan bacağımda ve tenimde gezindiğinde kaşları havalandı.

 

"Ne diyorsun?" Diye sordum merakla. "Geveleme ağzının içinde." Kaşlarını çattı. "Olmamış mı?"

 

"Sorunda bu ya," dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan. "Fazlasıyla," dedi. Kelimelerin üzerine basa basa, "Olmuş." Diye ekledi.

 

"Ha?" Dedim şaşkınlıkla.

 

"Yürü başımın belası yürü." dediğinde belime koyduğu eliyle beni ilerletti. Burundan sert bir nefes vererek güldüğünü görmesem de duydum. Bu arkamı dönme isteği yartsa da tırnaklarımı avuçlarıma geçirerek bu hissten kurtulmaya çalıştım.

 

Birlikte malikaneden çıktığımızda kapının önündeki arabaya bindik.

 

"Annenler gitti mi?" Diye sordum merakla.

 

Arabayı çalıştırırken, "Onlar önden çıktılar." Dedi ve birlikte yol boyunca sessizlik içinde davet alanına doğru ilerledik.

 

...

 

Yarım saatin ardından davet salonunun önüne geldiğimizde Keskin arabadan inip ön tarafta dolanarak kapımı açtı ve inmem için elini uzattığında flaşlar yüzümüzde patladı. Sıcacık elini tuttuğumda arabadan indim ve elimi tutan eli belimde kendine yer buldu.

 

Suratımda sahte bir gülümse ile içeriye girerken magazincilerin sorularını duymamış gibi yapıyor hızla içeriye doğru ilerliyorduk. Korumalar eşliğinde içeriye girdiğimizde koca salonu dolduran insan kalabalığına baktım.

 

Belimdeki eli tekrar elime sarıldığında bakışlarımı kaldırıp omzumun üzerinden ona baktım ama o bana değil içeriye bakıyordu. Dokunuşları tenimin cayır cayır yanmasına sebep oluyordu. Önce birkaç çift bizi fark etti. Daha sonra birkaç kişinin üzerimde gezinen bakışları arttı ve kendimi hiç olmadığım kadar rahatsız hissettim.

 

"Birazdan geleceğim." Keskin yanımdan ayrılırken bende bara doğru ilerledim. Masaya gidip samimiyetsiz insanlarla yüz göz olmaya niyetim yoktu.

 

Kendimi bar sandalyelerinde otururken bulurken bakışlarım uzun süre etrafta gezindi. Çok kalabalıktı.

 

"Pişt!" Bakışlarım sesin sahibini bulduğunda çoktan yanımda yerini almıştı. Yüzünde yamuk bir gülümseme ile yanağımdan makas aldı. "Hayırdır Karadeniz'de gemilerin mi battı? Ne bu suratsızlık?" Dedi alayla Yavuz. Amcamın oğlu aynı zamanda arkadaşımdı. Bir süredir iş için istanbuldaydı.

 

"Boşver sen beni," dedim. "Ne var ne yok anlat bakalım?"

 

"Vallahi haberler sende," dedi alayla. "Malum gündemimiz şu anda sen ve Keskinle meşgul." Gözlerimi devirdim istemsizce.

 

"Başlama lütfen." Bakışlarım tekrar kalabalığa döndüğünde bir noktaya takıldı. Keskin yanında tanımadığım bir kadınla bir masada otururken karşısında oturan orta yaşlı adamla sohbet ediyordu. Beni rahatsız eden bu değildi. Beni rahatsız eden yanındaki kadının bakışlarıydı.

 

"Kim bu kadın?" Diye sordum merakla. Yavuzun da bakışları baktığım yeri bulduğunda dudakları sinsice kıvrıldı.

 

"Funda," Dedi. Kaşlarım çatıldı. "Onu tanıyorsun İz."

 

"Eee?" Dedim sabırsız bir sesle.

 

"Funda Demir." Dediğinde beynimden vurulmuşa döndüm."Keskinin eski sevgilisi." Tırnaklarım avuçlarıma baskı uyguladı. "Hatta bir ara söz takmışlardı kendi aralarında. Öyle duymuştum." Kahkaha attı. "Bakışlarına öldüreceksin adamı! Sakin ol!"

 

Kadını başta tanımamamın sebebi belli olmuştu. Sarı saçlarını griye kaçan bir renge boyatmıştı. Sanırım yüzüne de işlem yaptırmış olacak ki yandan bakılınca şiş duruyordu. Tanıyamamıştım.

 

"Bu düpedüz saygısızlık!" Dedim öfkeyle. "Nasıl eski sevgilisin masasına oturur! Üstelik yanına!" Yüksek çıkan sesim birkaç bakışın üzerime dönmesine sebep olmuştu.

 

Ondan nefret edebilirdim. Onu sevmiyor olabilirdim. Evliliğimiz gerçek bir evlilikte olmayabilirdi ama bana saygısızlık yapamazdı.

 

"Onu geberteceğim!" Dedim sinirle. Yavuz halinden çok memnundu. Bu halim onu eğlendiriyordu. Öfkeyle barmene döndüm. "Bir viski." Dedim buz gibi bir sesle.

 

"Ahlaksız adam!" Yerimde duramıyordum. "Ya sen evlisin evli!" Önüme koyulan Viskiden koca bir yudum aldım. "Ama ben sana yapacağımı biliyorum!"

 

"Merhaba," Yabancı bir ses kulaklarıma ulaştığında bir çift mavi gözle karşı karşıya geldim.

 

"Tanışıyor muyuz?" Diye sordum merakla. İzin alma gereği duymadan yanımda ki tabureye oturdu.

 

"İz," dediğini duydum Yavuzun. "Gel dans edelim biz seninle."

 

"Sen git kiminle dans ediyorsan et Yavuz," dedim sertçe. "Ben seni kesmem."

 

Bakışlarımı tekrar bana bakan adama çevirdim.

 

"Hayır, tanışmıyoruz," dedi. Yüzünde beni rahatsız edem bir gülümseme hakimdi. Yavuz istemeye istemeye yanımızdan ayrıldı."Ama tanışmak isterim. Tabii sizde isterseniz." Elini tutmam için uzattı. "Silvan Vance." Dediğinde ona bakakaldım. Bir Vance erkeğiydi. Douglası tanıyordum ama onun adını daha önce hiç duymamıştım.

 

Uzattığı elini tuttuğumda, "İzgi Kara," demekle yetindim. Kaşları alayla havalandı. Sanırım bir Alacahan olduğumu biliyordu. Dudaklarının baskısını elimin üzerinde hissettiğimde kirpiklerinin altından bana baktı.

 

Elimi yavaşça kurtarırken bakışları hiç de iyi bakmıyordu.

 

"Hakkınızda söylenenler gördüklerim karşısında az bile kalır," Kaşlarım gittikçe çatıldı. "Size bir içki ısmarlasam?"

 

"Teşekkürler ama alkol kullanmıyorum." Dedim, düz bir sesle. Az önce içtin ya salak?! Sen bir sus be!

 

"Alkolsüz bir şeyler ısmarlasam o zaman?" Dedi ısrar ederek. Vazgeçmeyecekti.

 

"Çok naziksiniz," Suratıma yapmacık bir gülümseme yerleşti. "Ama istemiyorum."

 

Kalkmak için hareketlenirken kolumdan tuttu. "En azından bu dansı bana lütf ederseniz çok memnun olurum." Oturduğu yerden ayaklandı ama tuttuğu bileğimi bırakmadı. "Lütfen." Dedi tekrar.

 

"İyi akşamlar," Keskinin sesini duymamamla beraber ikimizinde bakışları ona çevirildi ama onun bakışları Silvanın bileğimi tutan elindeydi.

 

Keskin aramıza girdiğinde bileğimi Silvandan kurtardı ve kolu belime sıkıca sarıldı. "Bir daha karıma dokunmayı aklından bile geçirme Silvan." Dedi sertçe."Canını seviyorsan karımdan uzak durursun." Dedi. Sesi tehditkar ve tok çıkıyordu.

 

"İyi akşamlar Alacahan." Onu tanıyor muydu? Bakışları beni bulduğunda parladı. "Bizde eşinle sohbet ediyorduk." Dediğinde beni tanıdığını anladım. "Muhteşem bir kadın. Böyle değerli bir kadına sahip olduğun için şükür etmelisin."

 

Keskinin göz bebekleri bir kuyu gibi genişledi. İçinde yükselen yangının harlandığını ve katran karası gözlerine sıçradığını gördüm. Gözlerinde çakan şimşekler anlıktı. Belimdeki baskısı sıkılaştığında gergince gülümsedim.

 

"Beni tanımadığınızı söylemiştiniz?" Dedim. "Ayrıca benden bir eşya gibi bahsetmeniz rahatsız edici. Hep böyle saçma sapan değerlendirmeler yapar mısınız?" Sözlerime karşılık daha çok gülümsedi.

 

"Şahsi olarak sizi tanımıyordum." Dediğinde söyleyecek bir şey bulamadım.

 

"Davetli değilsin." Dediğinde aralarında ki gerilimi iliklerime kadar hissettim. "Ayrıca o gözlerini karımın üzerinden çekmezsen burdan çıktığında hala görüyor olduğundan endişe edeceğim." Dedi üstüne basarak, uyarıyla.

 

Silvan gülümsedi. "Süpriz yapmayı severim, bilirsin." Keskinin onun varlığından endişe duymadığını ama Silvanın, Keskinin varlığından ne kadar rahatsız olduğunu fark ettim. "Ayrıca son anda davet edildim. Maia tarafından." Keskinin yakın arkadaşı olan Sarpın buraya doğru geldiğini gördüm.

 

"Tanıştığıma memnun oldum İz," dediğinde bakışları tekrar beni buldu. Neden bu kadar mutluydu. "Bana bir dans borcun var." Dediğinde Keskin kaşları çatıldı. Yanıma gelen Sarpın nefesini tuttuğunu hissettim.

 

"Sizinle tanıştığıma memnun oldum desem yalan olur," dedim. Gülümsemesi sarsıldı. "Ayrıca size dans borcum yok. Hep böyle emrivaki yapar mısınız?"

 

"İz!" Dedi bir anda Sarp yüksek bir sesle. Şaşkınlıkla ona baktım.

 

"Niye bağırıyorsun?" Dedim hayretle.

 

"Canım benim," dediğinde bir anda bana sarıldı. "Seni çok özlemişim. Gel biraz biz seninle baş başa hasret giderelim." Dediğinde kolumdan sertçe tuttu ve çekip uzaklaştırdı beni oradan. Bu hareketi kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Beni bilerek uzaklaştırmıştı.

 

"Daha dün akşam seninleydim." Dedim şaşkınlıkla. "Ayrıca canımı acıtıyorsun." Bileğimi tutan kolları gevşedi.

 

"Bütün gün görmedim ya," bakışları arkamıza takılıp duruyordu. "Alışmışım evdeki varlığına." Dediğinde içim sıcacık oldu. Sözleri yalan olmasına rağmen, gülümsedim.

 

Sarp beni oyaladıkça oyaladı. Yaklaşık on dakikada beş farklı masa gezmiş adını bile hatırlamayacağım insanlarla tanışmıştım. Bütün bu süreçte aç ve huysuz olduğum için Sarpı da delirtmiştim.Keskin hala o adamla ne konuşuyordu bilmiyorum ama o adamın kim olduğunu öğrenmem gerekiyordu.

 

"Ay yeter," dedim isyan bayraklarını çekerek. Nefes nefese kalmıştım. "Tanışmayacağım artık kimseyle. Sonra tanışırım acelesi yok."

 

"Olmaz bak Halil beyl-"

 

"Sarp bak, zaten cinlerim tepemde bak geliyorlar bana yemin ederim şuracıkta boğazlarım seni!" Dedim öfkeyle. Dehşete kapılmış gibi bana bakıyordu.

 

Keskinde yanımıza geldiğinde öfke dolu bakışlarım onu buldu.

 

"Ne söyledi sana?" Diye sordu.

 

"Seni ilgilendirmez."

 

"Sana bir soru sordum İzgi?!"

 

"Bende sana seni ilgilendirmez dedim Keskin!" Dedim hiddetle. Katran karası gözleri öfkeyle bana baktı. Çenesi kasıldı. "Şimdi siktir git," dedim nefretle. Kaşları çatıldı. Sarpın ağzı o şeklini aldığında şaşkınlıkla bize baktı. "Benim kumaşım sana bir hayli fazla gelir." Bakışlarımla Funda'yı işaret ettim. "İçimde kaybolursun. İğne de tutmaz zaten seni. Malum malzeme defolu olunca." Dedim alayla. "Seni anca o paklar."

 

Kolumdan tutup beni kendine çektiğinde sertçe göğüsüne çarptım. Nefesi tenime çarptı. "Benimle konuşurken laflarını tarta konuş!" Dedi sinirle. "Yoksa olacaklardan ben sorumlu olmam! Ona göre!" Dedi hırsla.

 

"O zaman sende hareketlerine dikkat edeceksin!" Dedim.

 

"Hey hey hey," dedi Sarp. "Biraz sakin mi olsak? Herkes size bakıyor." Keskin gözlerini yumup açtığında kolumu sertçe kurtardım ellerinin arasından.

 

"Vazgeçtim," dedim alayla. "Sanırım Silvanın dans teklifini düşüneceğim." Gitmek için hareketlendiğimde bir kolu belime sarıldı ve beni tekrar göğüsüne doğru çekti.

 

"Bir kez daha o adamın adını ağzına alacak olursan, hele ki gidip onunla konuşacak olursan seni mahvederim." Dedi tok bir sesle. "Kendine yazık etme." Bağırsa daha iyi olurdu. Göz bebekleri genişledikçe genişledi. Gözlerindeki öfkeyi okudum. Gözlerine kazdığı içi boş mezarın üzerine atılmış bir toprak vardı.

 

"Dikkat et," dedim öfkeyle solurken. "Beni mahvetmek isterken kendini bir yangının ortasında bulma. Çünkü sen ateşler içinde yanarken dönüp ardıma bakmam bile."

 

"Ona ne şüphe." Dedi boğuk bir sesle. "Şimdi," eli elime sarıldı. "Benimle dans edeceksin."

 

"Asla!" Desem de çok geçti. Kendimi bir anda onun kollarında pistin içinde bulurken ikimiz de ateşle barut gibiydik.

 

Müziğin sesi kulaklarıma dolarken hareketlerine uyum sağladım.

 

"Ben gelmeseydim onunla dans edecek miydin?" Dedi öfkeyle.

 

"Evet!" Dedim onu sinir etmek için ve başarılı oldum da. Katran karası gözleri öfkeyle bana baktı.

 

Eli belime sarılıyken sırtım göğüsüne yaslıydı. Hafifçe yana doğru eğildiğimde hızla kalktım ve beni etrafımdan döndürdü. Vücudumu sertçe vücuduna yapıştırdığında nefesini dudaklarımın üzerinde hissettim.

 

"Öyle bir şey yapmayacağını ikimizde çok iyi biliyoruz," Haklıydı. "Her ne kadar bir çıkar evliliği olsa da bana bu saygısızlığı yapmazsın."

 

"Ama sen evli olduğun halde eski sevgilin masasına oturacak kadar şerefsiz bir adamsın!" Dedim öfkeyle. Gözlerinde eğlendiğine dair parıltılara rastladım.

 

Bedenimi arkaya attı ve üzerime eğildiğinde benimle birlikte hızla tekrar kalktı ve etrafımda son kez döndürerek sırtımı göğüsüne yasladı. Üzerimizde patlayan flaşları ve bakışları hissettim. Omzumun üzerinde ona baktığımda gözleri gözlerimi buldu. İkimizde nefes nefese kalmıştık. Büyük bir alkış tufanı koptuğunda birbirimizden ayrıldık ve masaya doğru ilerlerken yanımdan ayrıldı ve bende biraz hava almak için terasın yolunu tuttum.

 

Terasın kapısını açıp içeriye girerken buz gibi soğuk hava yüzüme çarptı. Kapı arkamdan kapanırken kollarımı bedenime sardım ve bakışlarımı karanlık gökyüzüne çevirdim. Derin derin nefesler alırken düşüncelerimde kaybolmuştum.

 

Bir anda omzuma bırakılan ceketle gözlerim hızla açılırken bakışlarım yanımda dikilen adamı buldu. İki dakika rahat bırakmıyorlardı!

 

"Bu soğukta üzerinize bir şey almadan çıkarsanız hasta olursunuz?" Parmaklarım

Silvanın ceketini çıkarmak için hareket etmişti ki elimi tutarak beni durdurdu.

 

"Kalsın, bir mahsuru yok."

 

"Benim için var." Ceketi çıkarıp ona geri verirken adımlarımı kapıya doğru attım. Demir kapıyı sertçe çektiğimde açılmadı. Bir kaç kez daha denedim ama sonuç değişmedi.

 

"Sanırım burada mahsur kaldık," Bakışlarım ona döndü. Yüzünde keyifli bir gülümsemeyle bana bakıyordu. "Keskin yokuluğunuzu fark edene kadar buradayız artık." Bilerek yapmıştı.

 

"Ne istiyorsun?" Diye sordum. Sesim ifadesiz ve düzdü.

 

"İlk karşılaşmamızda biraz kabalık etmiş olabilirim," Adımlarını bana doğru attı ve karşımda durdu. "Sizi memnun edemedim." Parmakları yüzümü kaplayan perçemime dokunmak için havaya kalmıştı ki bileğini tutarak onu engelledim.

 

"Bana dokunulmasından hoşlanmam," dedim sert bir sesle. Elini atarcasına ona doğru savurdum. Sendelendi. "Mümkünse bir daha denemeyin. Yoksa sizin zararınıza olur."

 

"Bu bir tehdit mi?" Suratında ki gülümsemesi hala yerini koruyordu.

 

"Ne anladıysanız o." Dedim.

 

"Ah, siz Kara kadınları," dedi hayranlıkla. "Tıpkı soyadınız gibi gözü kara kadınlarsınız." Kaşlarım çatıldı. "Annende böyleydi biliyor musun?"

 

"Sakın!" Dedim hiddetle öne doğru bir adım atarken işaret parmağımı tehditkar bir şekilde ona doğrultmuştum. "Sakın, annem hakkında tek bir kelime bile etme."

 

"İzgi Kara!" Dedi gür bir sesle. "Babasının biriciği olabilirsin ama annesinin hiç istemediği, sevemediği o kız çocuğusun." Dediğinde sözleri içimin ezilmesine sebep oldu.

 

"Yalan söylüyorsun!" Diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Onu göğüsünden sertçe iteklediğimde gür bir kahkaha attı.

 

"Gerçekleri duymak ağrına mı gitti?" Dedi alayla. "Henüz başlamamıştım bile. Sahi? Baban kaç senedir kandırıp duruyor seni?" Kalbim acıyla kasıldı. Yalan söylüyordu. Yalan söylüyordu.

 

"Henüz hiçbir şey bildiğin yok İz," adımlarını bana doğru attı. "Ama eğer yalanların arkasına saklanmış olan gerçekleri öğrenmek istiyorsan tek yapman gereken yanımda olman."

 

"Neden bunu yapayım?" Göğüs kafesim hızla kalkıp iniyor, sol yanımda hissettiğim sızı nefesimi kesiyordu.

 

"Çünkü aradığın gerçekleri benden başka hiç kimse sana veremez." Dedi. "Bunu ikimizde çok iyi biliyoruz." Tırnaklarım avuçlarımı yine ve yine kanattı. Göğüs kafesimde büyük bir acı vardı. Parmakları kollarımı sıkıca kavradığında taş kesilen vücudumu sarstı.

 

"Sadece iki gün," dedi. "Bana gelmen için sadece iki günün var. Bu süre zarfında çevrendeki herkese sor anneni. Hepsi aynı şeyleri anlatacak. Ama bana geldiğinde asıl gerçeklerle karşılaşacaksın." Dedi zehirli sözlerle.

 

Vücudumda ki baskısı çekildiğinde son kez bana baktı ve adımlarını kapıya yönlendirdi. İki kez üst üste demir kapıya vurduğunda kapı içeriden açıldı ve çıkmadan hemen önce kapının arasına bir taş sıkıştırdı.

 

Hayat bazen o kadar karmaşık gelirdi ki gözüme. Sanki bir kördüğümle uğraştığımı hissederdim yıllarca. Birini açtıktan sonra daha kötüsüyle karşı karşıya gelirdim. Bir gerçeğin arkasında aslında binbir sırrın, birçok geçmişin izine rastlardım.

 

Bazen o kadar çok yorulurdum ki nefes alamazdım. Yolumu bulamazdım. İzimi kaybederdim. Kalbimin sesini işitemezdim.

 

Sanki bir bataklıkta gibiydim. İçine yavaş yavaş gömülüyordum ama kimse de gelip kurtaramıyordu beni.

 

Annem yoktu. Hiç olmamıştı. Babam var olduğu halde yoktu. Onca kalabalığın arasında kimsesizdim. Onca kalabalığın arasında sesimi duyulamıyordum kimseye. Ya da duymak istemiyorlardı bilmiyordum.

 

Ben hiçbir şeyi bilmiyordum.

 

"İzgi," dedi bir ses. Onun sesi. Nefret ettiğim o sesin sahibi. Yaşlarla dolan yeşillerim katran karası gözlerini buldu. Terasın kapısında dikilen bedenini seçebildim. Adımlarını bana doğru attığında dibimde bitti."Ne bu halin? Birisi bir şey mi yaptı?" Dedi endişeyle. Sıcacık avuçları yanaklarımda kendine yer buldu.

 

"Konuş benimle," dedi. Sustukça endişesi arttı. "Konuş benimle. Bakma öyle." Sol gözümden akan bir damla yaş elinin üstüne düştü. O yaşın avuçlarının arasından sızdığını ve kendine bir yol çizdiğini gördüm.

 

Böyle olması ondan daha çok nefret etmeme sebep oldu. Bana iyi davranmamalıydı. Hak etmiyordum.

 

"Annem hakkında ne biliyorsun?" Diye sordum."Geçmişte neler yaşandı?" Bakışları donuklaştı. "Bana her şeyi anlatacaksın Keskin." Dedim buz gibi bir sesle. "Yoksa yapacaklarımdan ben sorumlu değilim."

 

Katran karası gözlerindeki kazılı mezar artık yanıyordu.

 

İçinde de ben vardım.

 

EN ALTTAKİ AÇIKLAMAYI OKUYUN LÜTFEN!!!

 

Bölüm sonu.

 

Lütfen oy ve yorum yapmayı unutmayın!

 

Altta bir yerlerde bir yıldız olacaktı! Ona basmayı sakın unutmayın!

 

Teşekkürler.

Loading...
0%