Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6.Bölüm

@umay_6

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

 

Bazen iyiliklerle dolu bir gelecek için çoğu şeyi feda etmek gerekir.

 

Söz konusu sevdiklerimiz olsa bile doğru olan neyi gerektiriyorsa onu yapmak gerekir.

 

Aklı, bir silah gibi kullanıp diline yalanı bir sarmaşık gibi dolamak gerekir. Zihninde bulunan gerçeğin bile aslında yalan olduğuna inanmak gerekir. Bilinen her gerçeğin arkasında bir sır, her yalanın arkasında bir ihanet saklı olurdu.

 

Yüzüme geçirdiğim maskem, elimde tutuğum bir bıçağın ucu sevdiklerime dönükken ve ben her seferinde yeni bir yalanla onlara ihanet ederken, doğru olanı yaparken canımın böylesine delicesine yanması sinirimi bozuyordu.

 

Babama ihanet etmek istemiyordum.

 

Abime ihanet etmek istemiyordum.

 

Şebneme, ikizlere ihanet etmek istemiyordum.

 

En kötüsü ise beni sarıp sarmalayan ve yaşatacağına dair sözler veren bu adama ihanet etmek istemiyordum.

 

Ama artık bir önemi yoktu. Tıpkı geri dönüşünün olmayacağı gibi.

 

Dün gece o adamın kollarında huzurla uykuya dalarken, ona sığınırken bugün silahımın namlusu ona dönüktü. İçinde bulunduğum arazide ki tırlara el konulurken her şeyin fazla kolay olması huzursuz olmama sebep oluyordu.

 

Hani Vance ve Keskin de burada olacaktı?

 

"Neden yalnızsınız?" Diye sordum tır şöförüne. Öylece baktı. Dudakları konuşmak için kıpırdamadı bile. "Bana cevap ver!" Diye gürledim. "Bu silahlar nereden geliyor nereye gidiyor? Başınızda duran adam kim? Sizi yöneten kim?!" Diye sordum.

 

Dudakları alayla kıvırıldığında konuşmak için hamle yapmıştı ki bir şey oldu. Karşımda ki adamın kahveleri donuklaşırken suratında ki gülümseme soldu ve üzerime, boynuma sıçrayan kanın sıcaklığını hissettim.

 

Gözleri cansız bir bebeğin gözlerini andırırken anlını delen kurşun yüzünden yere yığıldı.

 

Kulaklarımda sağır edici bir uğuldama hakimken etraftan silah sesleri geliyordu. Üstüm başım kan içindeydi. Tır şöförlerinin hepsinin tek tek nişancı tarafından indirildiğini fark ettim.

 

Kan.

 

Her yer kandı.

 

Bedenim birisi tarafından çekildiğinde kendimi tırın arkasında buldum. Başkomiser Enginin yüzü görüş alanıma girerken kulaklarımda ki uğultu azaldı ve silah seslerini işittim.

 

"Savcım iyi misiniz?" Diye sordu endişeyle. Gözleri çeneme kadar sıçrayan kan lekelerinde gezindi. Beyaz gömleğim kan içindeydi. Midem bulanıyordu. "Sayın Savcım?" Diyerek bedenimi sarstı.

 

Çok fazla kan vardı.

 

Kulaklarımda derin, can yakan bir uğultu.

 

Zihnimde gözlerimin önünde soluklaşan cansız ela gözler...

 

Nefes alamıyordum. Ciğerlerime doldurduğum hava kanla yıkanmıştı sanki.

 

"Tır şöförleri tek tek indirildi," dedi Engin. "Nişancı var! Çıkamıyoruz buradan!" Silah sesleri gittikçe arttığında belimdeki silahı çıkardım ve emniyetini açtım. Kendime gelmem gerekiyordu. Zihnimi dağıtmam ve kendime gelmem gerekiyordu.

 

"Söyle indirsinler o zaman!" Diye bağırdım. "PÖH boşuna mı burada? Herkes işini yapsın!" Diye emrettim.

 

Ağaçların arasından geçerken bir yandan da kulaklığımdan emirler veriyordum. Gövdesi büyük bir ağacın arkasında yasladığımda bakışlarım arazide gezinen yüzünde kar maskeleri olan adamları buldu. Bizden sayıca üstünlerdi ama öldürmek gibi bir amaçları da yoktu. Sadece etkisiz hale getiriyorlardı.Görüş alanlarından çıktığım için saklandığım yerden nişan aldım ve açık hedef halinde duran iki adamı karın boşluğundan, daha sonrada ayaklarından vurdum. Benim işim öldürmek değildi. Yaralamaktan öteye geçemezdim.

 

"At silahını." Ensemde hissettiğim namlunun soğukluğu durmama sebep oldu. "Dön arkanı." Dediğini yapıp arkamı dönerken maskenin altındaki gözleri seçemedim. Çok karanlıktı. Silahımı yavaşça yere bıraktığımda bakışlarının araziye kaymasıyla o kısacık boşluğundan yararlanıp ona tekme attığımda bacağımda sarılı korseden bıçağımı çıkardım. Acı içindeki inlemesi kulaklarıma ulaştığında öne doğru bükülen bedeninden yararlanarak silahı tutan eline tekme attığımda bıçağı karnına sapladım. Parmaklarımın arasına sızan kor kızıl kan bıçağın sapına bulaştığında bıçağı çekip çıkardım ve yerdeki silahımı alıp hızla oradan uzaklaştım.

 

Arkalarından dolanmak için terk edilmiş binanın arkasından dolancaktım ki ayaklarımın dibine sıkılan kurşunla ağacın arkasında yeniden yerimi aldım. Kafamı çıkarmak istediğimde ağacın gövdesinde küçük bir delik açıldı. Hızla geri çekildim.

 

"Engin!" Diye bağırdım.

 

"Buyrun Savcım?" Diyen sesi kulaklığıma ilişti.

 

"Nişancı hala indirilmedi mi?" Diye sordum.

 

"Olumsuz Savcım," dediğinde sinirle gözlerimi yumdum. "Çok karanlık bulmak zor oluyor."

 

"Size karanlık işlemez," dedim sertçe. "O kadar eğitimi boşuna mı alıyorsunuz?! Zifiri karanlıkta olsa indireceksiniz o herifi!" Ayaklarımın dibine sıkılan kurşunla ağaca iyice yapıştım. Neredeyse belli olmayacak şekilde milimle başımı oynattığımda kurşunun nereden geldiğini anlamak için kolumu ileriye doğru uzattım ve kuzeyde saat bir yönünden gelen kurşun ağaca saplandı.

 

"Kuzeyde!" Dedim can havliyle. "Saat bir yönünde, indirin artık!"

 

Bir dakika sonra, "Temiz." Dedi Engin ve saklandığım yerden çıktım.

 

Binanın arkasına geldiğimde adımlarım durdu.

 

"Hayır!" Diyordu sert ve tok ses. Çok tanıdıktı. "Karımın kılına dahi zarar verirseniz hepinizin Azrail'i olurum!" Dudaklarıma yerleşen gülümseme ile içeriye doğru girmek için hamle yapmıştım ki karşımda beliren maskeli yeni bir yüzle geriye doğru adımladım. Ela gözleri kendini ele veriyordu. Anlıma doğrulttuğu silahla bana bakan adam Douglastan başkası değildi.

 

Benim silahımın namlusunun hedefi de o olurken ikimizinde gözlerinde belirgin bir nefret vardı. Kar maskesine yerleştirilmiş olan kamera gözüme çarptı. İzleniyorduk.

 

Yüzünü gizleyen maske kimliğini saklasada, zihnimde yer edinen tanıdık gözleri benden saklayamazdı.

 

"At silahını." Dedim buz gibi bir sesle.

 

"Başka emrin?" Diye sordu alayla. Sesi garip çıkıyordu.

 

"Savcım emirlerini tekrarlamayı sevmez," Engin Douglasın hemen arkasında belirdiğinde silahının namlusunu enesine yasladı. "O yüzden o ikinci bir emre yeltenmeden silahını atsan iyi olur."

 

"Kendine bu kadar güvenmen gözlerimi yaşarttı komiser," yüzünde kar maskesiyle aşina olduğum gözlerini bana dikerken o da silahının soğuk namlusunu Engine doğrulttu. "Sanırım cesur gözüken aptallardan olmalısın ha ne dersin?" Dedi alayla. Yutkunamadım. Bakışlarını bir an olsun çekmedi gözlerimden. Ona bir yabancıya bakar gibi baktım. "Şimdi ben senin beynini dağıtmadan indir o silahını." Dedi sertçe.

 

Güzel yüzünü gizleyen kar maskesinde gözüken tek şey gözleriydi. Katran karası gözlerini nerede görsem tanırdım. Meclisteki herkesin yüzü kar maskeleriyle kaplıyken sadece gözleri ortadaydı.

 

İdilin silahının namlusunun hedefinde ben vardım. Turkuaz rengi gözlerindeki nefret içime işledi. Avuçlarım silahı daha sıkı kavradı.

 

Enginin bakışları beni bulurken hayır dercesine kaşlarımı kaldırdım ve bu silahını daha sıkı kavramasına ve namluyu, Douglasın ensesine yaslamasına sebep oldu.

 

"Bir kez daha tekrar etmeyeceğin komiser," dedi hiddetle. "İndir silahını." Dedi sertçe.

 

Üzerimde beliren kırmızı noktalar işimi zorlaştırırken Engin istemeye istemeye silahını indirdi. Douglas silahının namlusunu üzerimden çekmeden Enginin elindeki silahı aldı ve kollarını arkasında birleştirerek önünde onula birlikte ilerlediğinde bu sefer benim namlumun ucu ona dönükken onun silahının namlusu yere bakıyordu.

 

"Buradan çıkışınız yok." Dedim öfkeyle. Bakışları kısıldı. Başını sağ omzuna doğru eğerken kirpiklerinin altından bana baktı.

 

"Doğru," dedi garip bir sesle. "Buradan çıkışın yok." Kendinden emin ve net çıkan sesi dikkatimi dağıtırken katran karası bakışları bir an olsun üzerimden çekilmezken üzerimde ki kırmızı noktalar iki parmağını havaya kaldırıp aşağıya doğru indirmesiyle anında yok oldu.

 

Silahını beline yerleştirirken kemerindeki bıçağını çıkardı.

 

"Kaybettin," dilini damağına vurduğunda tok bir ses çıkardı ve adem elması huzuruma serildi. Adımlarını bana doğru atarken silahımın namlusu hala ona doğrultuluydu. Ellerim titriyordu. "Ayrıca Sayın Savcım," dedi tok bir sesle. Son bir adım daha attığında silahımın namlusu kalbine yaslandı. "Birine o silahı doğrultuyorsan tereddüt etmeyeceksin. Beklemeyeceksin. Oyalanmayacaksın ve sıkacaksın çünkü sana da bu yakışır."

 

Daha çok benim karıma bu yakışır der gibiydi. Avuçlarımın arasındaki silahı çevik bir hareketle alıp kollarımı arkamda birleştirirken sırtım göğüsüne yaslandı.

 

Maskeden ötürü onu tanımadığımı sanıyordu ama yanılıyordu.

 

"Savcım geri çekilmemiz gerek," kulağımdan sızan ses kaşlarımı çatmama sebep oldu. "Yaralımız var." İçimde büyük bir korku yükseldi.

 

Ani bir hamleyle dizine tekme atarken bileklerimi esaretinden kurtardım ve bacağıma sarılı korseden çıkardığım bıçağı ona saplamak için harekete geçmiştim ki koca eli bıçağı tutan elimin üzerine kapandı.

 

Bıçağın sivri ucuyla sağ omuzu arasında, bir karışlık mesafe vardı. Sadece bir kaç saniye geç davransaydı şu anda avuçlarımın arasında tuttuğum bıçak omuzuna saplı olurdu.

 

"Cesaretin hayranlık uyandırıcı," dedi buz gibi bir sesle. Katran karası gözlerinde hiçbir duyguya rastlamadım. "Ama bu Cesaretinin sebebi aptallığında mı korktuğundan mı yoksa gerçek mi anlayamadım?"

 

Konuşmak için dudaklarımı araladığımda bir an için bütün sesler sustu. Kulaklarımda dehşet bir uğultu hakimken sırtımda korkunç bir ağrı hissettim ama bağırmadım. Sesimi çıkarmadım çünkü kilitlenmiş gibiydim. Kollarının arasında sıkı sıkıya tuttuğu vücudum sarsıldığında harelerime donukluk yerleşti ve onun gözlerinde ki şaşkınlığı gördüm.

 

Gözlerim ağır ağır kapanırken onun dudaklarının hareket ettiğini gördüm. Bir şeyler söylüyordu ama duymuyordum. Bir başkası konuşuyordu ama anlamıyordum.

 

Gözlerimi karanlığın ardına yumduğumda uyandığımda yaşanacak şeylerden korkuyordum.

 

Bilincimi kaybetmeden önce hissettiğim tek şey onun vücudumda gezinen sıcak ve büyük elleriydi.

 

...

 

Sırtımda varla yok arası bir sızı, boğazımda hiç geçemeyecek bir yumru vardı. Saatler önce bir hastane odasındayım. Üzerimde ki çelik yelek çıkartılırken kurşun darbesinin bıraktığı büyük bir morluk sırtımda varlığını sürdürüyordu. üzerimde ki ve ellerimde ki polis memurunun kanını silmek isteyen hemşireye izin vermemiştim.

 

İki polisimden biri kolundan biri bacağından vurulmuştu. Amaçları öldürmek değildi. Hiç olmamıştı. sadece geri çekilmemizi ve kimseye zarar vermeden bu işi bitirmek istemişlerdi.

 

Adım kadar eminim ki bunu yapanların cezası bizzat onun tarafından çoktan kesilmişti.

 

Üstüm başım, kan ve toprak içindeydi. Bir hastane koridorundaki koltuklardan birinde otururken Başsavcının bedeni görüş açıma girdi ve çehresinde yer edinen öfkeyi iliklerime kadar hissettim. Tam karşımda dikildiğinde kahve gözlerini bana dikti ve sessizce bekledi.

 

Oturduğum yerden ayaklandığımda karşısında omuzlarımdaki yüke rağmen dimdik durdum.

 

Başarısız olmuştum.

 

Operasyon batmıştı.

 

"Yaptığın operasyonda başarısız oldun," dedi düz bir sesle. Öylesine soğuk ve boş bakıyordu ki beni hiç tanımadığını düşündüm. Gelecek olanı biliyordum. Hissediyordum. "Cumhuriyet Savcısı İzgi Kara Alacahan," dedi kelimelerin üzerine basa basa. Soyadımın üzerine basa basa söyledi özellikle. Kim olduğunu nasıl bir adamın karısı olduğumu bana hatırlatmak ister gibi. "Başarısız olduğun operasyon nedeniyle açığa alındın." Kalbimde büyük bir yangın başladı. Acı yüreğimde kendine yer buldu. Yine de dimdik durdum karşısında. Korkusuzca baktım gözlerine. Kaçmadım. "Ruhsatını, savcılık kimliğini ve silahını teslim et. İkinci bir emre kadar görevden alındın."

 

On yedi yaşında bir kız çocuğu geçti gözümün önünden.

 

İstediği fakülteyi kazanabilmek için gece gündüz çalışan, koca yılı psikolojik çöküşte bitiren ama yine de istediği bölümü kazanan o genç kız.

 

Sonra yirmilerinin başında bir kadın geçti gözümün önünden. İstediği bölümü okumanın verdiği heyecan ve keyifle kampüsün bahçesinde, güneşin altında kahkahalarla gülüp eğlenen, sadece geleceğini düşünen o kadın.

 

Diplomamı aldığım o gün geldi gözümün önüne. Üzerime giydirilen Savcılık cübbesinin ağrılığını omuzlarımda taşırken babamın gururla yükselen göğüsü ve gülümserken kısılan gözleri geçti önümden.

 

İlk stajım, ruhsatımı alışım, ilk görevim, o makama oturduğum, o odaya sığamadığım günler geçti gözümün önünden.

 

Hiçbirinde annem yoktu.

 

Ne başarılarımda, ne de başarısızlığımda.

 

Tıpkı şimdi de yanımda olmadığı ve hiçbir zaman olamayacağı gibi.

 

O anların hepsinde eksik ve yarımdım aslımda. Hayatım boyunca olacağım gibi... Eksik ve yarım.

 

Koltuğun üzerinde ki çantama uzandım. İçinden Ruhsatımı, kimliğimi ve silahımı çıkartıp Başsavcıya teslim ederken çok kısa bir an gözlerinde ki hüzüne rastladım ama o kadar kısaydı ki yanıldığımı düşündüm. Başından beri beni bu görevden almak için uğraşıyordu ve ayağına gelen fırsatı kaçırmamıştı.

 

Ellerim sıkı bir yumruk halini alırken tırnaklarım avuçlarımı kanattı.

 

"Başka bir şey yoksa," dediğimde katı bir süretle bana baktı.

 

"Çekilebilirsin," dedi buz gibi bir sesle. "Artık burada yerin yok." Dediğinde nefesim soluk boruma tıkandı.

 

Burada yerin yok.

 

Burada yerin yok.

 

Burada yerin yok.

 

Zihnimde defalarca kez dönüp duran o cümle kalbime bir kıymık ki battı. Dudaklarıma yerleştirdiğim zoraki gülümsemeyle yanlarından ayrılırken nefes alamadığımı hissediyordum. Görünmez bir elin boğazıma sarıldığını hissederken, kendimi nasıl tuvalete attım bilmiyorum.

 

Sırtımı kapıya yaslarken derin bir nefes almaya çalıştım ama olmadı. Sarsak adımlarla çeşmeye doğru ilerledim.

 

Musluğu açtığımda avuçlarım kaynar suyun altında haşlandı. Tırnaklarımla kazıya kazıya kurmuş kanları çıkarmaya çalıştım.

 

"Her daim adaletten yan ol kızım. Sen bizden yan olduğun sürece biz senden razı olacağız." Diyen hocamın sesi yankılandı zihnimde.

 

Ağladım.

Hıçkıra hıçkıra, saklamadan gizlemeden.

 

Aldığım her nefes bitik ve yorgundu. Gözlerimden akan yaşlar tırnaklarımla yara bere haline getirdiğim ellerimin üzerine düşüyor musluktan akan su izleri silmek ister gibi üzerinden geçiyordu ama fayda etmiyordu.

 

İçimdeki yangına hiçbir şey fayda etmezdi.

 

Omuzlarım düştü. Dik durmaya çalıştım ama başarılı olamadım.

 

Kazıdıkça çıkmayan kanlar beni delirmenin eşiğine getirirken, kaynar su ellerimi yakıyor kanattığım yerlerin sızlamasına sebep oluyordu.

 

Bir el sarıldı ellerimin üstüne, beklemediğim bir anda. Düşmüş omuzlarımla, bir hastanenin lavabosunda hıçkıra hıçkıra ağlarken zihnim acı gerçeği her seferinde bana fısıldıyordu.

 

Tanıdıktı elleri. Ellerimi haşladığım kaynar sudan daha sıcaktı elleri. Beni yakacak olan elleri şifa olmak ister gibi sarıldı ellerimin üzerine.

 

Muhtemelen hastanede olanlar kulağına gitmişti. Gitmememesi imkansızdı. Ne zaman gelmişti?

 

Açığa alınmıştım.

 

Mesleğimi kaybetmiştim.

 

Başarısız olmuştum.

 

Hiç konuşmadan suyu soğuturken benim yara bere içinde bıraktığım ellerimi nazik hareketlerle ovalayarak kurmuş kanı çıkarmaya başladı.

 

"Ellerim kanlı," dedim ağlamalarımın arasından. "Ellerim kanlı." Dedim hıçkırarak. Yıkadım, çıkmıyor." Dedim ağlamaklı sesimle. "Çıkmayacak." Çaresiz bir fısıltı döküldü dudaklarımdan.

 

"Şşşt," diye kızdı. "Çıktılar bak." Kandan temizlediği ellerimi büyük avuçları sardı. "Bak şimdi tertemiz oldular." Dedi beni ikna etmek istercesine.

 

Biliyordu. Yapacağım operasyonu biliyordu. Bu yüzden odada telefonla konuşmuş duymamı sağlamıştı. Benimle oynamıştı. Bende salak gibi inanmıştım.

 

Kanmıştım ona.

Kanatmıştı beni, can evimden.

 

"Neyse," dedim ağlamalarının arasından. Çizikler içinde olan avuçlarımı avuçlarının arasına aldığında bakmadım gözlerine. "Neyse halledeceğim." Dedim, başımı sallayarak. "Halledeceğim." Halletmek zorundaydım.

 

Hıçkıra hıçkıra ağlarken çehremi gizledim ondan. Belki de ilk kez eğdim başımı karşısında. Mesleğim benim her şeyimdi ve ben onu kaybetmiştim. Sığındığım, nefes alabildiğim ve kaçtığım yerdi. Ev gibiydi.

 

Bundan sonra ne yapacaktım bilmiyordum.

 

Çizik içindeki ellerimin üzerinde hissettiğim dudaklarla irkilmeden edemezken yaşlı gözlerimin ardından haşat ettiğim ellerime dudaklarını bastıran adama bakakaldım.

 

Bazen kelimeler kifayetsiz kalır ne söyleyeceğinizi bilemezdiniz ya hani. Yine o anlardan birindeydim işte.

 

Kalbim göğüs kafesimi parçalamak istercesine delicesine atarken nefesim kesildi. Nutkumun tutulduğu hissediyordum.

 

Beklemiyordum.

 

Böyle bir şeyi asla beklemiyordum.

 

Kalbim göğüsümü yırtacak gibi delicesine atıyordu. Onu durdurmak istiyordum. Durması için bir sürü kelime söylemek istiyordum ama şu an için söyleyecek tek bir sözüm bile yoktu.

 

Ellerimin üzerinde varlığını koruyan dudaklarının ayrılmak için hiç acelesi yoktu, aksine daha da bastırdı dudaklarını. Göğüs kafesimde yaktığı acıyı, kapattığı ruhumu görür gibi ilaç olmak ister gibi bastırdı dudaklarını ellerimin üzerine.

 

Kara gözlerindeki şefkati ve merhameti gördüm.

 

Sanki tek kelime etsem o kelime üzerimize yıkılacaktı. Kocaman cüssesinin gölgesi yarım kalmış kadının, eksik kız çocuğunun üzerine düştü. Her ikisi de kahramanının gölgesinin sahip olduğu bedenin gözlerine bakmak için başını kaldırdı ama onu göremedi.

 

Haps olduğu kuyunun üzerine düşen gölgenin siması kuzguni karasıydı.

 

Bir eli avuçlarımı sararken bir eli bana doğru dikkatli ve yavaş bir şekilde uzandı ve gözlerini gözlerime değdirmeden beni kollarının arasına aldı.

 

Denizin mis kokusu genzime dolarken öylece sarıldım ona. Öyle, hiç kimsem yokmuş gibi, içine düştüğüm boşluktan ona tutunarak öylece çekinerek sarıldım.

 

"Başarısız oldum," Sesim cılız ve güçsüzdü. Bedenim kollarının arasında titredi. "Keskin." Dedim daha çok yakardım. "Başarısız oldum ve bunun bedelini çok ağır ödedim."

 

"Halledeceğim," dedi tok bir sesle. "Sana söz. Halledeceğim." Kollarının arasında sarsıldım. "Sana söz, böyle delicesine ağlamana sebep olan kim varsa onu mahvedeceğim." dedi sert bir sesle.

 

Sebebi sensin diyemedim.

 

Böyle delicesine ağlamama sebep olan sensin diyemedim.

 

Her şey senin yüzünden diye bas bas bağırmak istedim ama yapamadım.

 

Senin yüzünden bu haldeyim ve sen bunun farkında değilsin diyemedim.

 

"Bu hayatta yaptığımız her hatanın bir karşılığı olmak zorunda mı?" Diye sordum. "Bir kez olsun hatalarımızın üzerini örtemez miyiz? Bir kez olsun görmezden gelinemez mi?" Derin bir nefes aldım. "Nerede hata yaptım bilmiyorum ki? Nerede yanlış yaptım?" Diyerek kendi kendime sordum.

 

"Halledeceğim İzgi," dedi kendinden emin ve sert bir sesle. "Ağlama ve bana inan. Sana söz halledeceğim." Parmakları saçlarımın uçlarında gezindi. "Umut etmekten vazgeçeme, yeter." Derin bir nefes aldı. "Ama ağlama artık."

 

Yüzümü iyiyce göğüsüne gömdüğümde içli bir nefes aldı. "Üstesinden gelemedim," bozuk plak gibi sürekli aynı şeyleri tekrar ediyordum. "Yapamadım Keskin. Başaramadım."

 

Senin yüzünden bu haldeyim ve yine senin kollarında teselli bulmak ağrıma gidiyor diyemedim.

 

Sadece onun kolları orasında omuzlarıma bir yük gibi binen o teselliyi kabul ettim.

 

Bir kez daha ona sığındım.

 

Korktuğum karanlığa sığınmak daha çok korkutsada beni başka çarem yoktu.

 

Bundan nefret ediyordum.

 

Hayır.

 

Ondan nefret ediyordum.

 

Keskin Ardıç Alacahandan nefret ediyordum.

 

Kendini kandırma artık.

 

Nefret ettiğim şey o değildi. Nefret ettiğim şey ondan nefret edemiyor olmaktı.

 

Bunun farkına varmak daha çok ağlamama sebep oldu.

 

Böyle olmamaması gerekiyordu.

 

Bir kez daha onun kollarının arasına saklandım ve sanki oda bunu biliyormuş gibi her savunmasız anımda beni sakladı. Koruyup kolladı ve bu hiç olmadığı kadar doğru hissettirirken aynı zamanda hiç olmadığı kadar yanlış hissettiriyordu.

 

Bu adamla ne yapacaktım, bilmiyordum.

 

...

 

Saatler önce bir adamın kollarının arasındayım. Ellerimde ki kirli kanı temizlemiş, beni teselli etmiş eve gelene kadar ellerimi bir an olsun bırakmamış ve uyuyana kadar başımda durmuştu.

 

O kan.

 

O kan bir memura aitti.

 

O kan Engine aitti.

 

Bir ameliyat masasındaydı, ölümle savaşıyordu ve ben buna sebep olanın kollarının arasındaydım.

 

Kendimden nefret ediyordum.

 

Kendimden tiksiniyordum.

 

Ölmek istiyordum.

 

Üzerimde ince bir kazak ve pantolonla bahçede otururken onun benden çok uzakta olduğunu ama yine de bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum.

 

Bir yangın vardı göğüs kafesimde.

 

Belki de hiç sönmeyecekti.

 

Belki de.

 

Kurduğum hayalleri sakladığım zamanlar oldu. Yastığa izini bırakan göz yaşlarım, geçmişin sancılı acısını taşıyordu üzerinde.

 

Ben o sancıyla bir ömür yaşamak zorundaydım.

 

Belki de ilk kez zihnimdeki tilkilerin kuyrukları birbirine dolanmış, hüzünle köşesine çekilmiş en büyük hayali elinden alındığı için hıçkıra hıçkıra ağlayan kız çocuğunu izliyorlardı.

 

Zihinimdeki bulanıklığı ne yaparsam yapayım gideremiyordum.

 

"İz hanım?" Aybarsın sesi kulaklarıma sızarken ağlamaktan kan çanağına dönmüş, ruhsuz gözlerle ona baktım. İrkildi.

 

Ne söyleyecekse çabucak söylesin ve gitsin istiyordum.

 

Sabah olmak üzereydi.

 

Bakışlarım kolumda ki saate takıldı.

 

06:02

 

"Bir adam geldi, sizinle görüşmek istiyor ve haberiniz olduğundan bahsetti." Dediğinde halim karşısında hüzünlendiğini gördüm.

 

"Kimmiş?" Diye sordum oturduğum yerden ayaklanırken adımlarımı giriş kapısına doğru attım. Peşimden geliyordu.

 

Bahçenin köşesinden döndüm ve girişe çıktım.

 

"Devrim," dediğinde adımlarım durdu. "Devrim Ali Özkan deyin o bilir dedi." Ve ben onu gördüm.

 

Üç yıl sonra. Tam üç yıl sonra hayatımın dönüm noktası olarak bildiğim, acıyı iliklerime kadar hissettiğim, mahvolduğum o günden sonra onu ilk kez gördüm.

 

Gözlerinin kahvelerine sevdiği kadını gömen adamı.

 

Yüzbaşı Devrim Ali Özkan'ı.

 

Üzerinde siyah bir pantolon ve siyah bir kazak vardı. Üç numaraya vurulmuş saçları kemikli çehresinin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Beyaz teni soğuktan kızarmışken heybetli, cüsseli ve uzun vücudu görüş açıma girdiğinde tanıdık kahveler onun Çimen yeşili dediği gözlerimi buldu ve kirpikleri titredi.

 

Bakışlarım istemsizce saatime düştü.

 

06:06

 

Ve o, bana geldiği saatte ben ondan gittim.

 

Nefret, gözlerimde kendine yer edindiğinde on adımda karşısına dikildim. Uzun boyu bir kez daha gözüme battı.

 

"Neden buradasın?" Dedim buz gibi bir sesle. Koyu kahve gözleri kısıldı.

 

"Sana haber verildiğini sanıyordum." Dedi düz bir sesle. Sesini duymak içimde bir zelzeleye sebep oldu.

 

"Beni artık bekleme. Dönmeyeceğim."

 

Döndün.

 

Neden?

 

"Ne hakkında?" Diye sordum. Ellerinin yumruk halini aldığını fark ettim. Sarsıldım.

 

O ne zaman ben yanında olduğum halde bana dokunamasa parmakları karıncalanır ve kendini tutmak için ellerini yumruk yapardı.

 

O belki değişmemişti.

 

Ama ben çok değişmiştim.

 

"Operasyonda sana eşlik edecek olan Yüzbaşı," dedi tok bir sesle. Kalbim sertçe çarptı. "Benim."

 

Sıkıntılı, bıkkın bir nefes aldım. Tahmin etmeliydim. Bir başkasına kolay kolay güvenip operasyonu tehlikeye atamazlardı ama Devrime güvenirlerdi.

 

Devrim.

 

Ne kadar da yabancıydı şimdi bana.

 

Ne kadar da yabancıydık birbirimize.

 

"Artık gerek kalmadı," acı göğüsümde yeniden yer buldu. "Açığa alındım." Dedim titrememesi için çaba sarf ettiğim bir sesle.

 

"Biliyorum," dedi. Kaşlarım çatıldı. O halde neden hala buradaydı? "Ama bu görevimi yapmama engel değil. Bana verilen emire göre hareket ediyorum. Meslekten men edilsen bile üstlerimden emir gelmediği sürece seni korumakla ve güvenliğinden emin olmakla mükellefim."

 

Alayla güldüm. "Saçmalık."

 

"İster saçmalık de ister gereksiz de zırvala bir şeyler," dedi sertçe. Kaşlarım daha çok çatıldı. "Söz konusu canın." Dedi üzerine basa basa.

 

"Canımı bu kadar çok önemseseydin ben ölüm döşeğindeyken yanımda olurdun yüzbaşı!" Dedim öfkeyle, sertçe.

 

Sözlerimin içine oturduğuna adım gibi emindim.

 

"Hala aynısın," dedi. "Hala canını hiç umursamıyorsun. Hala işler senin için sarpa sardığında kendi canını yakmaktan çekinmiyorsun." Dedi ve gözleriyle yara içinde olan ellerimi işaret etti.

 

"Bilirsin," dedim. "Bazı insanlar düştüğü yerden kalkabilmek için bir ele ihtiyaç duyar."

 

"Sen hiç bir zaman düştüğün yerden kalkabilmek için bir ele ihtiyaç duymadın İz." Bana bile, dedi sanki. Gözleri bunu söylüyor gibiydi. Bana bile ihtiyaç, duymadın.

 

"Belki de artık duyuyorumdur." Diyerek yalan söyledim.

 

"Parmağında yüzüğünü bile taşımaya tenezzül etmediğin bir adamın elini tutmazsın sen." Dedi imayla. Ne yapmaya çalışıyordu? "Bu evliliğin gerçek olmadığını ikimizde çok iyi biliyoruz. Ne şartlar altında ev-"

 

"Ne fark eder?" Dedim öfkeyle, yükselerek. "Bir başkasıyla evliyim. O adamın karısıyım. O adamın soy adını taşıyorum." Dedim kelimelerin üzerine basa basa. "İster yalan olsun ister sahte ister mecburiyet! Ne fark eder Devrim?" Öfkeyle kasıldı çenesi.

 

Ben ona Devrim dedim.

 

Kahveleri cansız bir hale büründü.

 

"Çok şey," dedi. Yutkunamadım. "Çok şey fark eder İz." Dedi geçmişe atıfta bulunarak.

 

Afflalarken, "Hala mı?" Diye sordum merakla. Şaşkınlığım sesime yansıdı.

 

"Hala," derin bir iç çekti. "Hala, ölesiye İz."

 

Geçmişten gelen tanıdık sesler kulaklarımda çınladı.

 

"Ölesiye değil mi?" Diye sordum.

 

Kollarımı beline sarmış çenemi göğüsüne yaslamış kirpiklerimin altından ona bakıyordum.

 

"Ölesiye." Dedi. Gerçekten öyle olduğunu iliklerime kadar hissettim. Dudakları anlımda kendine yer buldu.

 

Gülümsedim.

 

"Bir ömür geçse seni kimse alamaz sol yanımdan. Bir ömür geçer belki ama ben senden geçmem İz."

 

İnandım.

 

Keşke inanmasaydım.

 

Bizden geçeli çok olmuştu belki ama o benden hala geçememişti.

 

"Yalancı," dedim öfkeyle. Kaşları çatıldı. "Yalancısın sen." Dedim nefretle.

 

Bende bitmişti.

O bitirmişti.

Ben de başlatamayacaktım.

Asla.

 

"Benim hakkımda her şeyi düşünebilirsin İz," dedi. Oldukça ciddi gözüküyordu. "Benden nefret edebilirsin, beni artık sevmiyorda olabilirsin ama..." duraksadı. "Sevgim hiçbir zaman yalan değildi. Sana karşı hissettiklerim, duygularım, sözlerim hiçbiri İz," dedi kendinden emin ve net bir sesle. "Hiçbiri yalan değildi. Hiç olmadı."

 

Tam anlamıyla ona bakakaldım. Zihnim çığlık çığlığa bağırırken dilimin ucuna gelen kelimelerin geri ittim. Onu dinlemek istemiyordum. Onunla konuşmak, hiçbir şey olmamış gibi devam etmek istemiyordum.

 

"Korumalara bundan sonra benim korumam olduğu bilgisini verirsin," demekle yetindim. "Ben zaten onları bilgilendireceğim ama sen yine de dikkatli ol. Seni araştıracaklardır, kimliğinin açığa çıkmaması için ne gerekiyorsa onu yap."

 

"Ne yapmam gerektiğini biliyorum." Dedi.

 

"O zaman ona göre davran." Dedim sertçe. "İki medeni insan gibi, iş birliği içinde olan iki ortak gibi hareket edelim."

 

"Ortak?" Dedi. Kaşları havalandı.

 

"Aynen." Dedim. "Ortak."

 

Güldü. Başını öne doğru eğerken parmakları ile burun kemerini sıktı. Sol yanağında ki gamzesi huzuruma serildi.

 

"Aynen," dedi benim gibi. "Ortak." Dedi ama öyle gevşek, ağzını yaya yaya söyledi ki yüzümü buruşturdum.

 

Bakışlarım bahçe de gözünü kırpmadan bizi izleyen İdili buldu.

 

"İdil," diye seslendim. "Bir gelebilir misin?" Çağırmamla adımlarını bize doğru atarken bir kaç dakika sonra yanımızda bitti.

 

Mavileri Devrimi bulurken ona bakmadığını fark etmesiyle kaşları çatıldı.

 

"Devrim," diyerek tanıttım. "Kendisi bundan sonra benden sorumlu korumam olarak devam edecek."

 

"Etrafınızda koruma istemiyordunuz?" Diye sordu merakla.

 

"Yanımda güvenebileceğim birisi olsun istedim." Onun bakışlarımın altında ezildiğini hissettim.

 

İdil açık sözlülüğüm karşısında bocalarken tekrar Devrime baktı.

 

"Bu seni rahatsız mı etti İdil?" Diye sordum. "Ya da yanıma birini almamın bir mahsuru mu var?"

 

"Hayır," dedi hızla. "Sadece şaşırdım." Boğazını temizledi. Yüzünü gizleyen kızıl saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdığında güzel yüzü ortaya çıktı. "Ama tedbir amaçlı olarak kendisini araştırmam ve bir kaç soru sormam gerekecek."

 

"Hay hay," dedim gülümseyerek. "O halde ben sizi yalnız bırakayım." Devrim gözlerini devirirken ben adımlarımı tekrar bahçeye yönlendirdim ve Keskini telefonla konuşurken buldum.

 

Bir yerde okumuştum.

 

Zaman gelir, herkes gider. Diyordu sözde.

 

Zaman gelip geçmişti, o benden gitmişti.

 

Döndüğünde ise artık ben yoktum.

 

Bencil herifin tekiydi.

 

Biliyordum.

 

Geldiyse asla geri dönmezdi.

 

Bilmediğim şey ise onunla ne yapacağımdı.

 

Dalgın adımlarla bahçede yürürken yanıma ne zaman geldiğini fark etmediğim Keskin dibimde biterken kolunu belime doladı.

 

"İyi misin?" Diye sordu merakla. "Dalgınsın."

 

"Yorgunum sadece," dedim. "Biraz uyusam iyi olacak."

 

"Eve geldiğimizden beri durgunsun," Katran karası bakışları yüzümü keşfe çıktı. "Hastanede ne oldu bilmiyorum ama artık anlatacak mısın?"

 

Biliyorsun.

Bilmemen imkansız.

Sen sebep oldun.

Senin yüzünden oldu.

Nasıl bilmezsin?

 

"Açığa alındım." Dedim dan diye. Bir taraflarına kına yakardı artık.

 

Şaşkınlıkla bana baktı. "Ne?" Dedi.

 

"Öyle işte," dedim geçiştirir gibi. Kollarımı beline dolarken yüzümü göğüsüne yasladım. "Öyle." Anlık hareketim affallamasına sebep olmuştu.

 

Bana alışacaktı. Varlığıma, ona sığınmama, ona koşmama alışacaktı. Gözleri her yerde varlığımı arayacaktı. Bana güvenene kadar onu bu evliliğe de varlığıma da alıştırmam gerekiyordu.

 

"İzgi," dedi ama devam etmedi. Ya da ne söyleyeceğini bilemedi ama vücudu elimin altında buz kesti.

 

"Bana sarılır mısın?" Dedim hala sarılmamasına karşılık. "Birine sarılmak iyi hissettiriyor. Kendimi huzurlu, güvende hissediyorum." Bu yalan değildi. Gerçekten de bana sarıldığında ruhumu sarıp sarmalayan o his çok güzeldi.

 

"Birine sarılmak mı sana bunları hissettiriyor?" Diye sordu.

 

Başımı göğüsünden çektim ve kirpiklerimin altından ona bakarken kızgın kara gözleri ile karşı karşıya geldim.

 

Neye kızmıştı?

 

"Hala neden sarılmıyorsun?" Diye sordum merakla.

 

"Soruma hala cevap vermedin." Dedi üsteleyerek.

 

"Cevap verirsem sarılacak mısın?"

 

"Belki."

 

"Belki," diyerek tekrar ettim onu. "O halde sorunu tekrar sor ve cevabını al."

 

"Birine sarılmak mı sana bunları hissettiriyor?" Diye sordu bir kez daha.

 

"Hayır," yutkundum. "Sadece sana sarılmak bana bunları hissettiriyor." Dedim dürüstçe. Bana bakakaldı.

 

Dudakları aralandı ama geri kapandı. Söylemek istediği her ne ise sustu. Dişlerini sıktı. Belirgin çene kasları daha çok ortaya çıktı.

 

Korktuğum karanlıktan daha karanlık bir adam vardı karşımda. Kaçıp gitmem, koşa koşa uzaklaşmam gereken bir karanlıktı bu karanlık. Buna rağmen ondan uzaklaşamıyor istemesizce dibinde bitiyordum.

 

Sanki o da bilir gibi ben ger yalnız, eksik hissettiğimde o eksikliği kapatmak ister gibi yalnız olmadığımı hissettirmek ister gibi yanımda beliriyordu.

 

Bu bambaşka bir histi. Öylesine güzel aklımı başımdan alan bir histi ki tarif edememek boğazımı düğümlüyordu.

 

Katran karası bakışları beni içine çekmek ister gibi bakarken kollarını vücuduma sardı ve yüzümü göğüsüne yaslarken yüzünü saçlarımın arasına gömmesi sessiz sedasız kendi halinde takılan kalbimin teklemesine sebep oldu.

 

Kollarım sırtını buldu ve bende ona sarıldım.

 

Denizin eşsiz kokusu burnuma dolarken nefesini saçlarımın arasında hissetmek gergin vücudumun gevşemesine sebep oldu.

 

Çenemi omzuna yaslarken derin bir nefes aldım ve kapattığım gözlerimi açtığımda onun kahveleriyle karşı karşıya geldim.

 

İdil karşısında ona bir şeyler anlatırken onun bakışları bizdeydi ve hiçte onu dinliyormuş gibi durmuyordu.

 

Öylece baktı.

 

Öylece.

 

Kabullenmesi gerekiyordu. Ona asla dönmeyeceğimi bir olurumuz olmayacağını, yoluna bakması gerektiğini ve benden umudunu kesmesi gerektiğini kabullenmesi gerekiyordu.

 

"Bir gün gideceksin biliyorum." Kalbim korkuyla çarptı. "Bir gün gideceksin ve ben varlığına alışmak istemiyorum." Bu da nereden çıkmıştı?

 

"Gitmeyeceğim." Diyerek yalan söyledim.

 

"Gideceksin," dedi kendinden emin bir sesle. "Ve ben varlığına alışırsam yokluğunda ne yaparım nasıl baş ederim bilmiyorum. O yüzden ne yap ne et kal İzgi."

 

Yutkunamadım.

 

"Ya gitmek zorunda kalırsam?" Dedim.

 

"Mecbur bırakıldığın hiçbir şey için seni suçlamam ama bile isteye yaptığın her şey için sana söz veremem. Bil ki o zaman bambaşka birisini bulursun karşında." Dedi.

 

"Keskin b-"

 

"Karımsın," dedi tok bir sesle. "Benin Karımsın. Bir Alacahansın, bunun farkında olarak hareket et."

 

Geri çekildiğinde yüzüme katı bir ifade yerleşti.

 

"Bu gece beni bekleme," dedi. "Gelmeyeceğim."

 

"Anlamadım?" Dedim affalayarak.

 

"Kendin söyledin," dediğinde kaşlarım çatıldı. "Sonuçta kağıt üzerinde bir evlilik. Eninde sonunda bitecek." Dediğinde kalakaldım. "Şimdi değilse bile bir gün senden boşanacağım."

 

Ve gitti.

Ardına bile bakmadan.

 

Az önce içimi dolduran o mutluluk dolu huzur hissini üzerime yıkarak gitti.

 

Altından kalkamadım.

 

Cevap vermemi beklemeden arkasını dönüp ilerlediğinde resmen mal gibi arkasından bakakaldım.

 

Ondan gidecektim. Bunun farkındaydı. Belki de birçok şeyin farkındaydı ama umurumda değildi.

 

Ondan gidecektim ve o bir daha asla beni bulamayacaktı.

 

Her yerde arayacaktı ama bulamayacaktı.

 

Bende asla geri dönmeyecektim.

...

 

Bu hayattan nefret ediyordum.

 

Beni Funda'yla aynı masaya oturtmak zorunda bırakan Aylin ve Simaydan da nefret ediyordum.

 

İçi boş süs bebeklerinden farksız olan karşımda birbirlerini alttan alttan aşağılayan hemcinslerimden de nefret ediyordum.

 

Devrim içinde bulunduğum kafenin girişinde gözlerini etrafta gezindirirken İdil de hemen yanında dikiliyordu.

 

"Ee İz?" Bakışlarım Seçili buldu. "Sen nasılsın evlilik nasıl gidiyor?" Diye sordu. Bakışları kısa bir süre Funda'yı buldu. "Suratsızlığına bakılırsa sallantılı bir süreçten geçiyorsun sanırım."

 

"Sallantılı bir süreçten geçtiğim doğru ama bunun ne evliliğimle ne de başka bir şeyle alakası var Seçil." Dedim sertçe. "Karşıma geçmiş sahte bir samimiyetle sizinle muhattap olmak istemediğimden suratsızlığım." Dedim alayla. Bakışlarımın altında ezildiğini hissettim. "Yoksa seni rahatsız mı ettim?"

 

"Abla." Diye uyardı Simay hemen yanımdan.

 

"Ne?" Dedim. "Bence çok bile dayandım." Dudak büktüm.

 

"Düzgün konuş," diye atıldı Funda. "Seninle sohbet etmeye çalıştı sadece. Ne bu afra tafralar? Soyadına mı güveniyorsun bu kadar? O halde aşağılamaya çalıştığın kadının bir Soydere kadını olduğunun farkına var." Dedi kuzenini savunarak. Masa derin bir sessizliğine büründü.

 

"Haddini bil," dedim sertçe. "Karşımda haddinden fazla yükselecek olursan alçalırsın."

 

"Bilmezsem ne olur?"

 

Kaşlarım havalandı. "Ne soyadıma güveniyorum ne de bir başkasına," dedim. "Senin aksine." Dedim imayla.

 

"İz." Dedi Aylin uyarırcasına.

 

"Ne var Aylin?" dedim öfkeyle. "Haddini bilmeyene haddini de mi bildirmeyeyim yani?" Dedim. Gözleri iri iri açılırken hiçbir şey söylemedi.

 

"Sen-"

 

"Bir kez daha benim karşımda o şekilde, bu kadar iğrenç ve alaycı bir üslupla konuşacak olursan olacaklardan ben sorumlu olmam." Dedim. "Sonra uyarmadı deme Funda."

 

"Daha fazla haddini aşarak karşımda yeterince alçalma." Dedim iğneleyici bir tonda.

 

Dudakları tekrar konuşmak için aralandığında Aylinin sert sesi onun susmasına sebep oldu.

 

"Karşında bir Alacahan kadını olduğunu unutuyorsun Funda," dedi. "Sana bunu her seferinde hatırlatmam mı gerekecek yoksa yengemin hakkından gelmeni öylece oturup izlesem mi?" Dedi alayla. "Belki bu sayede kendini daha fazla küçük düşürmezsin." Dedi. Bakışları tek tek masada gezindi. "Davetinize icabet edip masanıza oturduğuna şükür edeceğiniz yerde kendisine saygısızlık etmekten çekinmiyorsunuz. Peki sizi ne yapacağız hanımlar?"

 

Gülümsedim. Alay dolu bir gülümsemeydi bu. "Boşuna dememişler saygı duyulmaz hak edilir diye." Dedim. "Ne tesadüf?" Dudak büktüm. "Bu masada saygımı hak eden hiç kimse yok."

 

Gerginlik hat safadayken Meclise ait olan bir kafede olduğumuzu etrafta ki koruma sayısının bir hayli artmasıyla farkına vardım. Ayrıca içeride sadece tanıdık yüzler bulunuyordu.

 

Yarım saati daha sessizlik içinde devirdiğimde Aylinin ve benim katı suretimize karşılık kimse konuşmak için yeltenmemişti ama bakışlarımızın altında diken üstünde olduklarının farkındayım.

 

"İz?" Şebnemin naif sesi kulaklarıma sızdığında herkesin bakışları arkamda bir yeri buldu ve benim de bakışlarım eş zamanlı olarak omuzlarımın üzerinden Şebnemi bulurken oturduğum yerden ayağa kalktım.

 

"Şebnem?" Dedim hayretle. Şefkatli kolları anında sarıp sarmaladı bedenimi. Kollarımı bedenine sardım.

 

"Ne işin var burada?" Diye sordu geri çekilirken. Bakışları arkamı bulduğunda yapmacık bir gülümseme gönderdi.

 

"Sence?" Dedim bıkkınca.

 

"Boşver şimdi onları," dedi. "Niye aramıyorsun hiç? Telefonlarımı da açmıyorsun? Bir sorun yok değil mi?" Diye sorularını sıraladı.

 

"Hayır," dedim. "Sadece yoğundum bu aralar dönmeye vaktim olmadı."

 

"İz," dedi. "Baban çok endişeli." Yutkunamadım. "Abin desen kendisine öyle öfkeli ki her an patlamaya hazır bir bomba gibi. En azından bir akşam yemeğe gelsen? Hep beraber eski günlerde ki gibi olsak."

 

"Senin de dediğin gibi," dedim. "Eski günler."

 

"Yapma," dedi. "En azından deneyemez misin?"

 

"Bilmiyorum Şebnem," dedim sıkıntıyla. "Bilmiyorum. Bu konuyu hiç oturup etraflıca düşünmedim ama biraz zaman ihtiyacım var. Önce sindirmem gerek. Kendi içimde bu durumu kabullenmem gerek ve inan bu çok zor. En azından ben bir şeyleri kabullenene kadar ikisiyle de görüşmek istemiyorum." Dedim kesin bir dille.

 

"Sen nasıl istersen." Dedi. Israr etmedi.

 

Masadakilere kısaca merhaba deyip misafirlerinin yanına dönerken kısa bir an Berna hanımla konuştuğuna şahit olmuştum.

 

Dalgın bakışlarım şarabımdayken sıcak bir el boynumun arkasından dolanarak çenemi sardı ve yanağımı okşadığında saçlarımın hemen üstünde bir öpücük hissettim.

 

"Müsaadenizle hanımlar," Kalın ve tok sesi kulaklarıma ulaştığında kalbim heyecanla çarptı. Dün geceden beri onu görmemiştim. "Karım bana lazım."

 

"Bir selam bile yok mu Keskin?" Diye sordu Funda.

 

Bakışlarım kısıldı. Yanağımı seven sıcak eli dikkatimi dağıtıyordu.

 

"Gerek görseydim selamımı alırdın Funda," dedi katı bir sesle. Oturduğum yerden ayaklandığımda çantamı aldım. Bakışları Aylini buldu. "Çok geç kalma." Dedi.

 

"Tamam abi." Dedi Aylin.

 

Eli elime sarılırken kaşlarım çatıldı. "Ne yapıyorsun?" Diye sordum.

 

"Karımı kaçırıyorum." Dedi.

 

"Ne?" Dedim şaşkınlıkla. Devrimin bakışlarını üzerimizde hissettim.

 

"Bana bir yemek sözün vardı," dedi. "Ayrıca o sıkıcı ortamdan daha eğlenceli olacağını garanti ederim."

 

"Öyle mi?" Dedim gülerek. Kapımı açtı. "Kağıt üzerinde ve yakında boşanacağın karının sana verdiği sözün üzerinde bir hükmü var mı ki?" Dedim sinirle.

 

"Kağıt üzerinde bir evlilikte olsa karım olduğun gerçeğini değiştirmiyor." Dedi ve bindiğim yolcu koltuğunun kapısını kapattı.

 

"Sahte Karın." Dedim öfkeyle.

 

Dişlerini sıkarken çenesi gerildi.

O da hemen yanımda şöför koltuğunda yer aldı.

 

"Bu evliliğin benim için bir hükmü yok biliyorsun değil mi?!" Dedi canımı yakmak istercesine. "Bir süre oynuma ayak uydur, sonra özgürsün." Dedi sertçe.

 

Bana zehir olan Kelimeleri kalbime oturdu. Her seferinde nasıl canımı yakmayı başarıyordu bilmiyordum. Anlamıyordum.

 

"Nereye gidiyoruz?" Diye sordum söylediklerini görmezden gelerek.

 

"Beğeneceğini umduğum bir yere." Dedi ve arabayı çalıştırırken Kafenin önünden ayrıldık.

 

Derin bir nefes alırken, "Bu evlilik senin için ne ifade ediyorsa benim için de aynı şeyi ifade ediyor." Dedim sakince. Üzerimde olan gözleriyle buluştu gözlerim. "Bende çok meraklı değilim bu evliliğe. İnsanları, Meclisi oyalar sonra ikimizin istediği gibi boşanırız."

 

Sessiz kaldı. Sadece beni izledi.

 

"Başka insanlarla, güzel hayatlar artık." Dediğimde öfkesi gözlerini kuşattı. "Senin hayatında birileri olmaya bilir Keskin ama benim hayatımda çok eskiden çok sevdiğim, evlilik yoluna girdiğim bir adam vardı. Kalbimi avuçları arasında paramparça eden bir adam. Deli gibi sevdiğim bir adam." Direksiyonu tutan avuçları sıkılaştı. Parmak buğumları beyazlaştı. "Ölesiye sevdiğim adamın adını sildim ben kalbimden, ruhumdan, hayatımdan yarınımdan." Dediğimde çenesi kasıldı.

 

"Sus." Dedi buz gibi bir sesle. Arabanın hızı arttıkça arttı.

 

"Seni silmek koymaz bana." Dedim acımasızca.

 

Can yakarsa can yakardım. Kaybetmekten korkmuyorsa gitmekten çekinmez, korkmazdım.

 

"Merak etme," dedi karanlığın içinden gelen derin bir sesle. "Seni kaybetmek beni korkutmaz." Dedi zehir gibi bir sesle. İğnelercesine. Gözleri gözlerimi bulduğunda, " Mecbur bırakıldığım bir evliliğin getirisi olan sen hayatımda hiçbir şekilde yer edinemeyeceksin." Dedi yemin eder gibi.

 

Güzel geçen günümün aksine, yemininin altında ezildim.

 

Paramparça oldum.

 

Yanıp tutuşan ruhum, küllerini avuçlarına döktü.

 

Bölüm sonu.

Lütfen bölümle ilgili görüşlerinizi bana DM'den bildirin.

Loading...
0%