Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7.Bölüm

@umay_6

Kasım ayının yakıcı soğuğu tenimi sıyırırken içinde bulunduğum restoran sessiz ve sakindi. Loş ışıklar etrafı aydınlatırken onun katran karası gözlerinde var olan ışıltılar daha çok dikkatimi çekiyordu.

 

Gözleri gerçekten çok güzeldi.

 

Bana kalsa bu yemeğe gelmeyecektim ama söz konusu görev olduğu zaman kendimi filtrelemek zorunda kalıyordum.

 

"Kadere inanıyor musun?" Dedim pat diye. Bakışları kısıldı. Çehresinde yeni yeni çıkmaya başlayan kirli sakallarını fark ettim.

 

"Hayır." dedi, hızla. Düşünmemişti bile.

 

"Çok hızlı cevap verdin." elimi çeneme yasladım ve kirpiklerimin altından ona baktım.

 

"Sen inanıyor musun?" Diye sordu.

 

"Evet," dedim. "Tesadüflere de kadere de inanırım. Sonuçta birbirini hiç tanımayan insanlar ansızın karşılaşırsa ya da ne bileyim bizim düştüğümüz bu duruma düşmüşse bence bu kaderdir." Kaşları havalandı. "Kader, tesadüflere gebedir en nihayetinde."

 

"Yani sen bu evliliğin bir tesadüften ibaret olduğunu mu düşünüyorsun?" Diye sordu merakla.

 

"Belki." Diyerek kaçak bir cevap verdim.

 

Gülümsedi. "Eğer seni karşıma çıkaran şey tesadüf veya adına kader denilen şey ise," dedi ve sustu. Merakla söyleyeceği şeyi bekledim ama cümlesini bitirmedi. "Neyse," dedi. "Neyse." Kaşlarım çatıldı.

 

"Devam et," dedim. "Neden bitirmedin sözünü?" Diye sordum.

 

Bu sırada masaya gelen garson yemeklerimizi bıraktığında hızla geri çekildi.

 

"Babanla konuşmuyor musun?" Diye sordu şarabından bir yudum alırken konuyu değiştirirdi. Her ne söyleyecekse vazgeçtiği belliydi.

 

"Evet." Dedim. Bakışlarım önümdeki tabağa düştü.

 

"Çünkü ona kırgınsın?" Dedi.

 

"Evet." Dedim. Sıkıntılı bir nefes verdi.

 

"Pekala," dedi tok bir sesle. "Belli ki bu konu hakkında konuşmak istemiyorsun."

 

"Yaa," dedim yapma bir şaşkınlıkla. "Nerden anladın? Hiç belli etmemiştim oysa?" Dedim alayla.

 

"Mesleği neden bıraktın?"

 

"Bırakmadım," dedim. "Açığa alındım." Senin yüzünden.

 

İşte bu yüzden nefret etmek istiyorum senden.

Ama edemiyorum.

 

"Neden?" Diye sordu.

 

"On iki kasımda bir operasyona katıldım," dedim buz gibi bir sesle. İfadesinde hiçbir değişiklik olmadı. "Ve başarısız oldum. Operasyon olması gerektiği gibi gitmediği için ve zaten gözler üzerimde olduğu için bu da bahaneleri olmuştu zaten." Gözlerinde anlamlandıramadığım duygular geçti. "Bir gün Meclisi bırakır mısın?" Diye sordum merakla. "Liderlikten çekilip kendine yeni bir başlangıç kuramaz mısın? Bu dünyadan çıkamaz mısın?"

 

"Tesadüfler kadere gebe değil diyorsun yani?" Diye sordum merakla sessiz kalmasına karşılık.

 

Kara gözleri beni bilinmezliğin içine sürüklerken, "Benim tesadüfüm, kaderimdi." Dedi gözlerimi gözlerimden ayırmadan, net bir şekilde.

 

Kaşları çatıldı. "Senin tesadüfün?" Dedim sorgu dolu bir sesle.

Sessiz kaldı. Ve sessizliği en büyük cevabı oldu.

 

Olacak olan belliydi.

 

Yapılacak olanda.

 

Ama o gelecek olanın farkında değildi.

 

Farkına vardığında ise çok geç olacaktı.

 

Çünkü hiçbir şey beni görevimden alıkoyamayacaktı.

 

Sevda bile.

 

...

 

 

Gecenin karanlığı kara çarşaf gibi üzerime örtülmüşken saklandığım yerde nefes almamak için çabalıyordum.

 

Bir saat önce Keskinin çalışma odasına gizlice girmiş ve bir şeyler bulma umuduyla odayı alt üst etmiştim ve elimde olan tek şey Çelik bir kasaydı ama şifreyi tek seferde girmem gerekiyordu yoksa ilk denemeden yanlış yaparsam olacakları düşünemiyordum bile.

 

Ayşen abla dağıttığım odayı temizlemeyi nihayet bitirdiğinde tuttuğum nefesimi bıraktım ve perdenin arkasından çıktım.

 

Kucağımda ki kasayla birlikte odada kalakladığımda ne yapacağımı bilemedim.

 

Alıp kaçsa mıydım acaba? Belki fark etmezdi?

 

Bakışlarım on iki haneli şifreyi bulduğunda sıkıntılı bir nefes verdim. Hayır yani dört haneli şifrelerin suyu mu çıktı?

 

Kasayı olduğu gibi yerine bırakırken çekmeceleri ve kitapların arasını tekrar karıştırdım.

 

Yine bir şey bulamayınca masanın altında, oldukça ince olan ve fark edilmesi dikkatli bakılmadığı sürece neredeyse imkansız olan bir parça fark ettim. O kadar inceydi ki bir an yanlış mı görüyorum diye düşünmeden edemezdim.

 

Hafifçe parçayı çektiğimde bana doğru kayarak açıldı ve gözümün önüne iki adet dosya serildi.

 

Parmaklarım kırmızı kapaklı dosyayı kavradığında korka korka açtım.

 

Atıf Kara.

 

İlk sayfada babam ve yaptığı her şeyi kanıtlayan belgelerle dolu kağıtlar bulunuyordu.

 

Douglas Vance.

 

İkinci sayfada tıpkı babamın sayfasında ki gibi delil içeren bir ton belgeyle doluydu. Sadece bunlar da değil. Başarıyla sonuçlanana operasyonlara ait belgeler. Yasa dışı dövüş kulüplerine ait bilgiler. Yapılan silah sevkiyatları ve her ülkede meclisten bir temsilci bulunan ve o ülkenin yönetimini şantajlarla, tehditlerle ellerine alınan meclis üyelerinin fotoğrafları ve belgeleri.

 

Arif Karadere.

 

Kemal Soydere.

 

Halil Demir.

 

O an fark ettim.

 

Bu dosyada Meclis üyelerinin yaptığı her türlü pisliğin belgesi bulunuyordu. Ve Keskin hiçbirine tam anlamıyla güvenmediği için onları bitirecek belgeleri koz için kullanıyordu. Yoksa bunların başka bir açıklaması olamazdı.

 

Hızla telefonumu cebimden çıkartıp belgelerin fotoğrafını çekerken dosyaları tekrar yerine koydum ve gizli kısmı kapatıp odadan kaçarcasına çıkmak için hareketlendiğimde açılan kapıyla birlikte karşımda onu bulmam bir oldu.

 

Katran karası gözleri hiç olmadığı kadar soğuk bakarken içeriye doğru adımlaması ile bir adım geriye doğru gittim ve kapıyı arkasından kapattı.

 

Kalbim göğüs kafesimi yırtarcasına korkuyla atarken zihnimde büyük bir karmaşa hakimdi.

 

"Burada ne işin olduğunu anlatmak ister misin?" Tok ve erkeksi sesi kulaklarıma sızdığında ben geri geri giderken o üzerime geliyordu.

 

Sırtım kitaplığa çarptığında heybetli cüssesi üzerime karabasan gibi çöktü.

 

Buyrun cenaze namazına.

 

Bitmişti.

 

Her şey başlamadan bitmişti.

 

Beni mahvedecekti.

 

Onu mahvetmek için uğraşırken bu yolda mahvolan ben olacaktım. Helvamı fındıklı istiyorum. Bir sus artık!

 

"Sana bir soru sordum." Dedi sert bir sesle. "Bu odada ne işin var?" Diyerek tekrar etti sorusunu.

 

"Gizli saklı şeyler," dedim düz bir sesle. "Her zaman ilgimi çekmiştir ve çalışma odanda buna dahil." Alayla güldüm. "Kusura bakma, meslek alışkanlığı." Gerginliğimin üzerini örtmeye çalışsam da ne kadar başarılı olduğum muammaydı.

 

Kaşları alayla havalandı. "Bu kadar yani?" Dedi. "Sadece merak ettin, baktın ve çıktın öyle mi?"

 

"Biraz karıştırmış olabilirim." Dedim dürüstçe.

 

"Biraz?" Bana inanmıyordu.

 

"Tamam birazdan da fazla olabilir." Dedim gözlerim devirerek. Dudakları iki yana doğru belli belirsiz kıvrıldı.

 

"Dün gece, yemekten sonra nereye gittin?" Diye sordu. "Korumaları atlatmışsın." Dediğinde çatılan kaşları dikkatimi çekti. "Bunu konuştuğumuzu sanıyordum."

 

"Yanlız kalmak istedim." Dedim.

 

Burnundan sert bir nefes verdi. "Ben sana ne dedim İzgi?" Dilini ağzının içinde yuvarladı. "Ben sana ne dedim?!" Üzerime eğildi. "Nereye gidersen git seninle olacaklar demedim mi?!"

 

"Bağırma bana!" Dedim öfkeyle.

 

Sabırla gözlerini yumdu. "Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Anlamak istemiyor musun? Bilerek mi yapıyorsun anasını satayım." Dedi öfkeyle. "Derdin ne lan senin?!"

 

"Benimle düzgün konuş." Dedim sertçe. "Bu evliliği gözünde çok büyütüyorsun. Biz seninle sadece kağıt üzerinde evliyiz!"

 

Odanın içinde volta atarken gür bir kahkaha attı. Haddinden fazla sinirliydi.

 

Katran karası gözleri yeşillerimi buldu.

 

"Öyle ya da böyle!" Dedi hiddetle. "Benim karımsın. İster bir kağıt parçasından ibaret olsun ister gerçek fark etmez!" Diye bağırdı. "Nikah nikahtır!" Dedi. "Ve artık benim karım olduğunun farkında olarak hareket et!"

 

"Dalga mı geçiyorsun sen ya?!" Diye bağırdım. "Kendinde misin sen?!"

 

"Ben gayet kendimdeyim!" Diye gürledi. Sinirden boynunda ve şakaklarında belli olan damarları ortaya çıktı. "Ama belli ki sen değilsin!"

 

"Bu evlilik gerçek değil!" Diye bağırdım. Bunu anlaması gerekiyordu. "Gerçekliğinden şüphe ettiğim bir evliliğe evlilik demem ben! Sana tavsiyem senin de bu görüşte olman!"

 

Kaşları havalandı. "Öyle mi?" Adımlarını bana doğru attı. "O halde sana istediğini vereyim sevgili karıcığım. Belki bu sayede aklın başına gelir!" Kolumdan yakalayıp kendine doğru çekmesiyle göğüsüm sertçe göğüsüne çarptı ve ne olduğunu anlamadan dudaklarının baskısını dudaklarımın üzerinde hissettim.

 

Dilini sertçe ağzıma ittiğinde bedenimi bedenine yasladı. Dudaklarımın arasından küçük bir inleme kaçarken resmen hırlayarak üzerime doğru eğildi ve sırtım dolaba yaslandı. Öpüşü gittikçe sertleşirken sanki bütün hıncını dudaklarımdan çıkarıyordu.

 

Zaman bizim için dururken dudakları dudaklarıma hücüm etti. İçimde yükselen korkunç tutku gün yüzüne çıktı.

 

Dudakları hoyratça, çölde susuz kalmışçasına dudaklarımı talan ederken sırtım sert bir şeye çarptı.

 

Israrcı ve tutkulu öpüşü gittikçe şiddetlenirken nefesimin ciğerlerime yetmediğini hissediyordum.

 

Onun büyük elleri saçlarımın arasına sızdığında dili aralık kalan dudaklarımın arasına sızdığında gözlerim kocaman açıldı. Dili dilimin içinde sabırsız bir şekilde hareket ederken dudaklarımın arasından kaçan boğuk inlemeye engel olamadım.

 

Diğer eli gömleğimden içeriye doğru süzülürken sıcak parmakları tenimde bir yangın başlattı. Elleri çıplak belimde gezindi.

 

Dudakları yavaşça dudaklarımdan koptuğunda, nefeslerim yavaş yavaş düzene girerken onun gözlerini yüzümde hissediyordum.

 

Ne yaptığının farkına varabildiğimde öfkeyle havalanan elim sağ yanağında patladı ve etin ete çarpma sesi kulaklarımda yankılandığında, başı sağa doğru düştü.

 

Yutkundum.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen be?!" Diye bağırdım anın şokunu üzerimden atarken. "Aklını mı kaçırdın?!" Dedim avaz avaz.

 

"Sakin ol." Dedi dümdüz bir sesle.

 

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun be adam?!" Dedim sinirle. "Öyle aklına estiği gibi beni öpemezsin! Ben sana bu hakkı vermedim!"

 

"Bende izin istemedim zaten!" Diye gürledi öfkeyle.

 

Yeşillerim karalarına tutunduğunda arzudan koyulaşmış kara gözleriyle karşı karşıya geldim.

 

"Sen değil misin vakti gelince boşanacağız diyen?!" Dedim anlam veremiyormuş gibi. "Sen değil misin insanları oyalamak için, sanki gerçek bir evlilikmiş gibi davranan!" Dedim öfkeyle. Öylece beni izliyordu.

 

"Bağırma!" Dedi hiddetle.

 

"Bağırırım!" Dedim avaz avaz. Göğüs kafesim korkuyla yükseldi. "Madem bir oyun oynuyorsun, oyununu kurallarına göre oyna Alacahan!" İşaret parmağımı tehditkar bir şekilde ona doğru doğrulttuğumda rahatlığı daha çok çıldırmama sebep oluyordu. "Yoksa ikimizin de mecbur bırakıldığı bu evlilik başlamadan biter!"

 

"Bende aksini idda etmiyorum zaten." Dedi buz gibi bir sesle. "En başta da söylediğim gibi bu evlilik gerçek bir evlilik değil."

 

"O zaman beni neden öptün dengesiz herif!" Dedim çıldırmamın eşiğine gelirken.

 

Katran karası gözleri ifadesizliği mesken edilmişti. "Bir anlık bir gafletti." Dediğine ona bakakaldım.

 

Yüzümü buruştururken, "Senden nefret ediyorum." Dedim tükürürcesine. İçimde yükselene o şeyin adını nefret koydum.

 

Dudaklarında alay dolu bir gülümseme oluştuğunda, "Güzel." Dedi tok bir sesle. "Senden sevgini isteyen kim?"

 

Gardımı düşürmedim karşısında. Omuzlarım dikleşirken, "Ne ben senin karınım. Ne sen benim kocamsın. Gerekmedikçe bana dokunma. Benimle konuşma, beni umursama ve merak etme!" Dedim. "Senin gibi bir adamı sevmektense ölürüm daha iyi!"

 

Sözlerimin onda zerre etki etmediğini biliyordum. Fazlasıyla rahat ve düzdü. Zerre umursamıyordu. "Senden boşanabilmek için o koltuğu bırakmam gerekiyorsa ne pahasına olursa olsun bırakacağım."

 

Mecliste yapılan evliliklerde boşanma olmazdı. Eğer böyle bir şey söz konusu olursa bedeli ağır olurdu.

 

"Senin nasıl bir zamanlar ölesiye sevdiğin bir adam olduysa hayatında, benim uğruna hayata tutunduğum bir kadın var bu hayatta." Dediğinde nefesim soluk boruma tıkandı. "Uğuruna öleceğim bir kadın." dediğinde kalbime bir kurşun yemiş gibi sarsıldım. "Seninle evlensem bile onun hayatımda olacağını söylemek için gelmiştim." Kirpiklerim titredi. "Aynı evde, aynı odada kalacağız. Sonuçta kağıt üzerinde bir evlilik çokta abartmaya gerek yok." Bir bilseydi. Canımı nasıl yaktığını bir bilseydi, içimi görseydi, beni nasıl un ufak ettiğini, acıdan konuşamayacak halde olduğumu bir bilseydi.

 

Öylece baktım ona. O konuştukça ben bittim. "Zor oldu ama güvendim." Bana hiç güvenmemişti. "Sevdim, aşık oldum ve onu hayatıma aldım. Eğer Meclis seninle evlenmem için şart koşmasaydı önümüzdeki ay düğünümüz olacaktı. Ona bu durumu kabul ettirmeye çalışırken çok zorlandım ama beni anladı. Her şeyin sandığı gibi olmayacağını anladı ve bana güvenmeyi seçti." Bakışları alayla doluydu. "Senin aksine."

 

Nikahına aldığı, elini tuttuğu, sarıp sarmaladığı bir kadına. Karısına. Sevdiği kadını anlatıyordu.

 

"Sevindim," diyebildim. Gerçeğinden bir farkı olmayan sahte gülümsemem dudaklarında yerini aldı. "Brini sevebilmene, aşık olmana çok sevindim. Hayatına güvendiğin, inandığın seni anlayan bir insanla devam edebildiğin için çok mutlu oldum. Sonuçta seninle yollarımız bir gün ayrılacak elbette." Hazırda bekleyen yaşları geri ittim. Ağır konuşmuştu. "Merak etme," dedim. "İlişkinize zarar verecek hiçbir şey yapmam. Hatta istersen konuşabilirim onunla, senin yanında. İçindeki huzursuzluk da kalkmış olur."

 

"Gerek yok," diye kestirip attı. Birçok kez bana böyle davranmıştı. Arkasını döndüğünde sol gözümden akan bir damla yaş çeneme doğru yol çizdi.

 

Kapıyı çekti ve gitti.

 

Gözlerimin arkasına gizlediğim kadınının gülümseyen yüzünü görmedi.

...

 

Saat kaçtı bilmiyorum ama hava oldukça soğuk ve karanlıktı. Sarsak adımlarla uzun zamandır ziyaret etmediğim mezarın üzeri beyaz güllerle doluydu. Ben ekmiştim onları ama sulanmadığı için aralarında solanlar vardı.

 

Annemin mezarının kenarına oturdum. Titreyen ellerim toprağının üzerinde gezindi.

 

"Gelemedim yanına," dedim. "Kızmadın değil mi bana anne? Kızmasın demi bana?" Sol gözümden bir damla yaş aktı.

 

"Ben evlendim anne," Sesimin titremesine engel olamamıştım. "Büyüdüm. Düşe kalka yanımda sen olmadan büyüdüm. Okulumu bitirdim diplomamı aldım çok başarılı bir Cumhuriyet Savcısı oldum ve evlendim." Yaşlar bir birini takip etti. "Ama sen hiçbirin de yanımda yoktun."

 

"Gerek var mıydı bu kadar erken gitmeye," ağlamalarımım hıçkırıklara dönüştü. "Ben sana doyamadım ki. Görmedim, sesini işitmedim, ninniler söylemdin bana. Kokunu çekemedim içime." Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başlarken eksikliği kalbimin kasılmasına sebep oldu.

 

"Anneme gideceğim diyince evimin yolunu değil de mezarlığın yolunu tutmak haksızlık." Dedim sitem edercesine. "Herkesin annesi yanında. Doğum günlerinde, törenlerinde, toplantılarında, evlendiklerinde, aşık olduklarında hepsinin yanında anneleri. Her daim tutuyorlar ellerini." Hıçkırıklarım iç çekişlere dönüştü.

 

"Ama sen hiçbirinde yoktun ve ben hep eksiktim. Çoğunda babamda yoktu zaten ama öyle zamanlarda her evlat arıyor annesini babasını. Görmeyi umut ediyor ama göremeyince..." Ne desem bilemedim. Çoğu kez boğazımı düğüm düğüm eden o acıyı, hayal kırıklığını tarif edemedim.

 

"Uyan artık Aliye hanım, uyanda bir kez olsun dur yanımda." Diye sitem ettim.

 

Sol gözümden akan bir damla yaş solmuş beyaz gülün yaprağına tutundu.

 

"Seni çok seviyorum," dedim dudaklarımı adının yazıldığı mezar taşına bastırırken.

 

Uzun bir süre annemin mezarının yanı başında öylece kaldım. Sessizce, öyle izledim adının yazdığı mezar taşını. Her geldiğimde yaptığım gibi uzun bir süre kaldım yanımda.

 

Ben öksüz bir kadındım.

 

Annesi olmayan bir kadındım. Eksiktim.

 

Ne eksikliğim tamamlanacaktı, ne de öksüzlüğüm.

 

Bir yanım hep yarım, eksik ve öksüz kalacaktı.

 

Bu eksikliğin, yarım kalmışlığın tarifi yoktu.

 

...

 

Keskinle nikah masasına oturmadan bir hafta önce Başsavcı tarafından bana verilen görev içlerine sızmaktı. Keskininde başında olduğu Meclisin aslında neler yaptığını, sevkiyatları ve benim bile daha bilmediğim nice şeyi onlara belgelerle kanıtlamamı istiyorlardı. Kendimi bildim bileli Meclisin varlığından haberim vardı. Büyük bir yeraltı dünyası mafyaları gibi saçma sapan bir şeydi ama dünyayı yönetiyorlardı. Onlarca devlet adamını şantajlarla tehditlerle kendilerine mecbur haline geriyor istedikleri ne varsa kolay bir şekilde alıyorlardı. Yaptıkları sevkiyatların en önemlisi silahtı. Yapılan birkaç baskında daha önce hiç görülmemiş özel yapım silahlar bulunmuş ama ne hikmetse her seferinde o silahlar bir şekilde elimizden uçup gitmişti. Kendilerine ait algoritmalarla, oluşturdukları formüllerle nükleer silahlar oluşturuluyor onları da zaten oluşturdukları bu nükleer silahlar kurtarıyordu bir nevi. Çoğu ülke için tehdit oluşturuyorlardı.

 

Meclise üye olan Atıf Karanın kızıydım. Göz bebeği, biriciğiydim. Ve bizzat o masanın başında oturan o adamla evliydim.

 

Keskin Ardıç Alacahan.

 

Aklımla kalbim arasında ki o ince çizgide bulunan o adamdı.

 

"Bunlara nasıl ulaştın?" Başsavcının sorusu daldığım yerden çıkmama sebep oldu.

 

"Keskinin odasını karıştırdım," dedim sakin bir sesle. "Meclis üyeleri hakkında ulaşabildiklerim şu an için bunlar."

 

"Yine de yeterli değil." Bu adam gerçekten aç gözlünün tekiydi. "Bir kaç fotoğraf, sadece elimizde olanlar kanıt sayılmaz bile. Bize lazım olan bu fotoğraflardaki belgeler."

 

"Onların kanıt sayılmadığınız farkındayım. Sadece belgeleri almak için zamanım yoktu. Şimdilik en azından belgelerin fotoğraflarıyla idare etmemiz gerekecek. En azından elimizde bir şeyler var." Dedim.

 

Masasının altında ki çekmeceyi açtığında silahımı, ruhsatımı ve savcılık kimliğimi çıkardı.

 

"Görevine geri dönebilirsin." Dedi düz bir sesle.

 

"Açığa alındığımı söylemiştiniz?" Dedim hayret edercesine. "Üstelik henüz soruşturmaya dair belge elime ulaşmadı. Bir müfettiş de göremiyorum." Kaşlarım çatıldı.

 

"Biraz ders vermek istedim diyelim." Dedi keyifli bir sesle.

 

Sinirle gözlerimi yumduğumda öfke dolu soluklar aldım. "Böyle bir şey yapmaya yetkiniz yok!" Dedim sertçe. "Kafanıza göre iş yapıp beni görevden uzaklaştıramazsınız! Sürekli bana üstünlük taslayarak da kendinizi nimetten sayamazsınız! Sizin karşısında bir Cumhuriyet Savcısı var! Ben nasıl size saygıda kusur etmeyip, görevimi yerine getiriyorsam sizde ona göre davranacaksınız!" Dedim öfkeyle.

 

"Davranmazsam ne olur?" Dirseklerini masaya dayadı ve öne doğru eğildi.

 

"Hakkınızda görevinizi asılsız kullanmaktan ve içinde bulunduğum operasyona yaptığınız fütursuz hareketlerinizden dolayı suç duyurusunda bulunmaktan çekinmem." Dedim tok bir sesle.

 

"Bu bir tehdit mi?" Gözlerine yerleşen şaşkınlığı ve korkuyu gördüm.

 

Yapacağımı biliyordu.

 

"Ne anladıysanız o!"

 

Masanın üstünde ki dosyayı aldığımda arkamı döndüm ve kapıyı çarparak odasından çıktım.

 

"Birileri yine tersinden kalkmış." Sinanın sesi kulaklarıma ulaştığında bakışlarım onu buldu. Üzerinde Savcılık cübbesiyle elinde dosyasıyla karşımda dikildi. "Yoksa bu öfkenin sebebi bir başkası mı?"

 

"Sana da merhaba." Dedim. Sıkıntılı ve derin bir nefes çektim ciğerlerime. "Duruşmaya mı?" Diye sordum sorusunu görmezden gelerek.

 

"Yok, yeni bitti duruşmam. Odama gidiyordum bende, seni görünce bir selam vereyim dedim." Dedi.

 

Koluna girerken, "İyi yapmışsın." Dedim. Odasının kapısını benim için açarken hemen arkamdan odaya girdi.

 

Odasında ki kanepeye kurtulurken cübbesini yerine astı ve karşımda yerini aldı.

 

"Zeynep nasıl?" Diye sordum merakla. "Hamilelik nasıl gidiyor? Yoruyor mu bir numara çok?"

 

Sinan fakülteden beri tanıdığım en yakın arkadaşım, dostumdu. Zeynep'le üniversite ikinci sınıfta tanışmış kendilerini kaybettikleri bir gece Zeynebin, Uraza hamile kalmasıyla apar topar evlenmek zorunda kalmışlardı. Bir kaç saatlik zevkleri onlara hayatı boyunca keşke dedirtmişti. Zeynep, Sinan'a deli gibi aşıktı. Çokta iyi bir kızdı. Bende çok severdim, Simaydan ayrımazdım onu. Kız kardeşim gibiydi. Sinan nasıl bana abi olduysa, Zeynep'te kardeşim olmuştu.

 

Evliliklerinin mutsuz bir evlilik olmasının tek sebebi bir türlü Zeyneb'e kalbinde yer veremeyen Sinan yüzündendi. Onu bir türlü sevememişti ve bu durum Zeynebi ister istemez çok üzüyordu.

 

İlk hamileliği zaten sürekli üzüntüden ve stresten riskli geçmişti. İkinci hamileliğinde de aynı durumu yaşarsa düşük yapmasından endişe ediyordum.

 

Zeynep evlendikten aylar sonra bana, 'O imzayı attığım gün hayatımın cehenneme döneceğini bilseydim, ellerimi bilekten keserdim." Demişti.

 

Hayat ona hiç gülmemişti.

 

"İyiler," dedi. "Aynılar işte bildiğin gibi." Diyerek kestirip attı. Söz konusu Zeynep olduğunda fazla katıydı.

 

"Her şey bir yana Sinan, Zeynep bir ömür seni sevmeyecek biliyorsun değil mi?" Kaşları çatıldı. "Bir gün gidecek."

 

"O ne demek?" Dedi sertçe. "Açık konuş İz."

 

"Onu sevemeyen bir adamla daha ne kadar mutsuz bir evliliğin içinde kalacağını düşünüyorsun ki? Zamanla senden soğuyor, artık sana olan sevgisi bile yeterli gelmiyor ona. Daha ne kadar sen onu sev diye çabalayacak sanıyorsun? O kız senin için ömrünü verdi Sinan. Geri alması zor mu olur sanıyorsun sen?" Bakışlarına yerleşen derin öfkeyi gördüm.

 

"Denemedim mi sanıyorsun?" Diye yükseldi. "Onu sevmeyi denemedim mi sanıyorsun? Çok kez denedim ama olmuyor işte! Uraz var arada istesem de boşanamayız zaten. Eğer söylemek istediğin buysa unut İz." Dedi.

 

"Çünkü başkasına aşıksın," dedim öfkeyle. "Çünkü hala ona aşıksın ve sen onu kendi içinde bitirmediğin sürece Zeynebi asla sevmemeyeceksin Sinan. Sen arada Uraz var boşanmamam diyorsun ama bil ki Zeynep'te daha fazla Uraz yüzünden sana katlanmayacak. Bunu ikimizde çok iyi biliyoruz." Gözlerine yerleşen kaybetme duygusu afallamama sebep oldu. "Hiç bir kadın sevemediği ve onu hiçbir zaman sevmeyeceği bir adamla bir ömür geçirmek istemez."

 

"Bunu sen mi söylüyorsun?" Diyerek beni vurdu. Acısını benden çıkardı. "Bir ömür seni sevmeyen bir adamla evli kalacaksın ve karşıma geçmiş bana ders mi veriyorsun İz? İstesen de boşanamayacağın bir adamla, seni sevmeyen bir adamla bir ömür geçireceksin ve bunu sen mi söylüyorsun?" Yutkunamadım bile. Görev uğuruna kabul ettiğim bu evliliğin sonu olmadığını biliyordum. Sadece gerçekleri bir kez daha duymak acıtmıştı işte. "İkimiz de bu hayatta mecbur bırakıldığımız şeylerin acısını bir ömür kalbimizde taşıyacağız." Derin bir nefes aldı. "Mecbur bırakıldığımız şeylerin acısını hep birilerinden çıkaracağız değil mi?" Bu soruyu daha çok kendine sormuş gibiydi. Öylesine bir soruydu belki ama bir cevabım yoktu. Onun da yoktu.

 

Hayalleri vardı mesela Sinanın da Zeynebinde. İkisi de böyle bir hayatın içinde olmak istemezdi. Bu evliliğin bir mecburiyetten bir zorunluluktan ibaret olmasını istemezlerdi.

 

Benim gibi.

 

"Devrim dönmüş." bakışlarımı daldığım yerden çekip sinanın ela harelerine diktim.

 

"Hiç kaçırma," dedim gözlerim devirirken. "Hemen tüne başıma tamam mı?"

 

Kısık bir kahkaha attı. "İşin komik tarafı eski sevgilinin, kocanın evinde senin koruman olarak çalışması." Sıkıntılı bir nefes koyverdim. "Keskine söylemeyi düşünüyor musun?" Diye sordu.

 

Alayla güldüm. "Tabi canım," dedim abartıyla. "Söylemek için can atıyorum da bir türlü vakit bulamadım. Eve gidince söylerim artık. Eski sevgilim ve ben el ele verdik seni bitirmek için."diye alay ettim.

 

Güldü sözlerime. "İz," dedi bir anda durgunlaştığında. "Devrimle tekrar o-"

 

"Olmaz." Dedim kesin bir dille. "Olmaz Sinan. Bizden bir daha olmaz."

 

Bakışları kısıldı. "Çok kesin karar veriyorsun." Dedi. Dikkatlice beni izledi. "Hiç mi bir şey hissetmiyorsun? Hiç mi olmaz bir daha?" Diye sordu bir umut. Devrimle yıllara dayanan bir dostluğu vardı. Öyle ki beni terk edip gittiğinde bile ona küsmemişti Sinan. Dostunu benden öteye koymuştu. İçimde ona karşı büyük bir kırgınlık vardı.

 

"Hayal kırıklığı, hissettiğim tek şey bu." diye mırıldandım. "Evimdeydim Sinan," dedim. "Evimdeydim ve huzurla, güvenle oturduğum o ev ansızın başıma yıkıldı. Bu ne demek biliyor musun? Ortada hiçbir şey yokken öylece terk edilmek, bir anda kimsesiz kalmak ne demek biliyor musun?"

 

Kırık bir tebessüm yer edindi dudaklarımda.

 

"Bazı yarım kalmışlıklar bir araya gelmemelidir," dedim. "Bazı hikayeler yarım kalmalı, eski defterler bir daha açılmamalıdır. Her şeyi olduğumu sandığım adamın hiçbir şeyi olmadığımı anladığımda içimde kendine yer edinen o eksikliği bir kez daha hissetmek canımı yaktı Sinan." Derin, içli bir nefes aldım.

 

"Ben zaten yeterince yandım," dedim belli belirsiz. "Bir kez daha yanmaya niyetim yok."

 

Buruk bir tebessüm yer edindi Sinanın dudaklarında. "Kendini yaktın İz." Dedi. Boğazım düğüm düğüm oldu. Yutkunamadım. "Bir çıkmazdasın ve yolun sonu şimdilik pusulu olsada görebiliyorum." Kalbim tekledi. "O çıkmazda sana uzanan iki elden birini seçeceksin. " Sol yanımda bir sızı belirdi. "Biri sonun, biri kurtuluşun olacak ve sen sonuna olacak o ele, o yola doğru emin adımlarla ilerlerken, alacağın hasarlar senin için endişelenmeme sebep oluyor." Gülümsedim. Sıcacık avuçları kucağımda ki ellerimi sardığında onun görüntüsü geldi istemsizce gözümün önünde. İrkilmeden edemedim.

 

"Dikkatli ol olur mu kardeşim?" Dedi. "Tedbirli ol ki aklım sende kalmasın."

 

"Sen beni merak etme," dedim sükunetle. "Karına, oğluna ve doğacak bebeğine odaklan. Bir kez olsun Sinan, bir kez olsun gerçekten yürekten isteyerek dene." Bakışları dalgalandı. "Bakarsın yolun sonu senin için aydınlıktır."

 

Gülümsedi. Gülümsedim.

 

"Dilerim o yolun sonu senin için de aydınlık olur iz," dedi. "Dilerim, sorgusuz sualsiz çıktığın bu yolda pişman olmaz ve amacına ulaşırsın."

 

Zoraki bir tebessüm dudaklarımda yer edindiğinde kirpiklerim titredi.

 

Başarılı da olsam başarısız da olsam yolun sonu benim için aydınlık değildi.

 

...

 

Adliyeden, Sinanın yanından ayrıldıktan sonra biraz yürümek istemiştim. Topuklu ayakkabılarımı ellerime almış, çıplak ayaklarla tek tük insanların olduğu bir sahildeydim. Gecenin ayazı üşümeme sebep oluyordu.

 

Korumları yanımda istememiştim. Hepsini kovmuş hiçbirini görmek istememiştim ama Ali gitmemişti. Hem yanımdaydı.

 

Yıllardır yoktu. Ona ne zaman ihtiyacım olsa yoktu ama şimdi buradaydı işte.

 

Tanıdık bir yabancı.

 

"Zaman geçip gidiyor." Dedi bir anda aramızdaki sessizliği bozarak. Omuzlarımda onun üzerime örttüğü ceketi vardı. Buz tutan kalbimi örtse belki bir nebze içim ısınırdı ama örttüğü şey bedenim olduğunda pek bir anlam vermiyordu.

 

Kaşlarım çatıldığında, ona doğru döndüm ağır hareketlerle. "Anlamadım?" Dedim sorgu dolu bir sesle.

 

Geldiğinden beri üzerimden ayrılmayan koyu kahve gözlerinde derin bir mana hakimdi. "Zaman diyorum," dedi sükunetle. "Zaman gelip geçiyor ama ben senden geçemiyorum." Dediğinde aldığım nefes ciğerlerimi sıkıştırırdı.

 

"Ben o defteri kapatalı çok oldu." Dedim buz gibi bir sesle. "At dedim sana. Neden yapmadın?"

 

"Yüreğimden atmadığımı nereye atayım ben?" Dedi benden bir cevap bekler gibi.

 

"Ali." Dedim bıkkınlıkla. "Saçmalıyorsun."

 

"Elimde değil," dedi o da ne yapacağını bilmez gibi. Sıkıntıyla iç çektim. "Geçemiyorum işte." Dedi çocuk gibi. "Yapamıyorum. Seni arkamda bırakıp gidemiyorum. Bir başkasıyla yoluma devam edemiyorum." Diye yakardı. "Sensiz yapamıyorum."

 

"Seni artık sevmediğimi," diye söze başladığımda gözlerini yumdu. Ona eskisi gibi bakmayan gözlerimi görmek istemedi belki de. Çok sevdiği sesime bile sağır olmak istedi. Buruk, yarım kalmış bir tebessüm dudaklarımda yer edindi. "Senden geçtiğimi, bizden vazgeçtiğimi biliyorsun değil mi?"

 

Kahveleri ağır ağır açıldığında gözlerinin arkasında saklı kalan enkaz kalbimin acıyla sıkışmasına sebep oldu. "O kadar kolay geçtin ki..." diye yakardı. "O kadar kolay sildin ki sanki hiç sevmemiş gibi. Sen benden öyle bir geçtin ki İz, beni öyle bir çiğnedin ki, o enkazın altında kaldım ben." Boğazıma oturan yumru içimi sıkıştırdı. "Sen olmadan da çıkamayacağım."

 

"Ali." Dedim yapma dercesine. Adını zikrettiğimde titreşen kahvelerine eş zamanla özlem dolu bir iç çekti.

 

Ona böyle seslenmemi, ona onun sevdiği gibi seslenmemi çok seviyordu.

 

"İzim." Dedi iç geçirerek. Yıllar sonra bana yeniden bu şekilde seslenmesi göğüs kafesimin acıyla kasılmasına sebep oldu. "Yarımın yarısı." Dediğinde sağ gözümden firar eden bir damla yaş mutluluktandı. "Ölesiye." Dedi bir anda. Unutmayayım ister gibi. Şaşkınlıkla ona bakakldığımda yüzünde geçmişte kollarının arasına sığındığım, bir zamanlar çok sevdiğim o adamın gülümsemesi hakimdi. "Hala, ölesiye." Dedi kendinden emin bir sesle.

 

"Yapma böyle lütfen," diye yakardım. "Geçmişin hatırına yapma. İkimize mahvettik birbirimizi zaten, iyice yok etme kendini bende. Bırak birbirini çok eskiden tanıyan iki arkadaş gibi kalalım seninle."

 

"İzgi." Dedi içli içli. Yıllar sonra ilk kez bana İz değil İzgi dedi.

 

"Ya ne var ne?!" Diye bağırdım göz yaşlarımın arasından avaz avaz, dayanamadığımda. "Ne var Allah'ın ceazsı? Ne var?" Diye yakardım. Bir hıçkırık firar etti boğazımdan. "Ne istiyorsun Ali? Öleyim mi istiyorsun? Söyle! Ne ist-"

 

Bir anda kolumdan tutup kendine doğru çekmesiyle büyük eli saçlarımın arasından sızdı ve esneme yaslandı. Bedenimi kendine doğru çekerken yüzlerimizin arasında bir karışıklık mesafe bıraktı. "Sen varsın," dedi yanık bir sesle. Onunla böyle yakın olmak istemesizce rahatsız hissettirdi. "Daha ne olsun sen varsın?" Dediğinde yutkundum. Kahveleri yeşillerime saplandı.

 

Öylece kalakaldım.

 

Hala benden gidememiş olmasına, hala deli gibi beni sevmesinin farkındalığıyla korkuyla ona baktım.

 

"Ali." Dedim ne olur dercesine "Ne olur git artık. Ne olur bitir artık.Ben gittim ben bitirdim. Sen de yoluna bak artık ne olur."

 

"Yapamıyorum." Diye yakardı acıyla yüzü gittikçe yaklaştığında elimi göğüsüne yasladım durması için. "Geçemiyorum İz. Olmuyor." Dedi sitemle. "Yemin ederim sensiz olmuyor."

 

"Ben geçtim." Dedim acımasızca. "Ben bitirdim." Kahveleri acı bir hale büründü. "Ben artık seni sevmiyorum Ali." Diye yakardım. Yakarışım onun nefesini kesti. "Anla artık." Diye yalvardım. "Git artık ne olursun. Allah aşkına git!"

 

Beklemediğim bir anda gelişti her şey. Belime dolanan kolu beni kendine doğru çektiğinde dudakları kendini hatırlatmak ister gibi dudaklarımın üzerine kapandı.

 

Bir kelebeliğin bir günlük ömründe, son saatlerinde ki umutsuz çırpınışları, kaburgalarımın hemen altında kendine yer edinen hasta kalbimdeydi.

 

Her canlının bir gün bu hayata göz yumacağı gibi bende ansızın bir gün bu hayata gözlerimi yumacaktım bir daha açmamak üzere.

 

O günün çabucak gelmesini ve anneme bir an önce kavuşmayı yürekten diledim.

 

Bölüm sonu.

 

Lütfen oy ve yorum yapmayı unutmayın.

 

Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi bana iletirseniz sevinirim.

 

Ayrıca merak ettiğiniz veya sormak istediğiniz herhangi bir şey olursa lütfen çekinmeden bana yazın ya da panoya yazabilirsiniz.

Loading...
0%