Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8.Bölüm

@umay_6

 

Keyifli okumalar.

 

 

Çocukken kafamı yastığa koyduğum her an hayallerim bir bir canlanırdı zihnimde. Büyüdükçe her hayalin gerçekleşmediğini her yolun bir çıkmazı olmadığında anlamıştım.

 

Yastığa izini bırakan göz yaşlarım, zihnimde yaşattıklarım, yaşadıklarım, bir pamuk ipliğine bağlıydı ve o ip kopalı, asılı kaldığı boşluktan yere çakılalı çok olmuştu.

 

Zihnimde kendi içimde kendimle bitmeyen bir kavgam vardı.

 

Eksikliğimin, yarım kalmışlığımın, öksüzlüğümün, annesizliğimin kavgasıydı.

 

Bir kız çocuğunun henüz altı yaşındayken en büyük hayalinin annesinin yanında olmasını istemesi haksızlıktı.

 

Hayata gözlerini yeni açmışken, kimsesiz, annesiz kalmak haksızlıktı.

 

O yaşımda olduğum gibi bu yaşımda da annemi diliyordum. Hep onu dileyecektim.

 

Olsun.

 

Bana yol gösterecek bir annem yoktu ama Şebnem vardı.

 

O da annemdi.

 

Hepte olacaktı.

 

Zihnimde geçmişten, çok eskiden gelen tanıdık bir sima belirdi.

 

Uzun saçlarımın uçları iri dalgalar halinde sırtımı dökülüyordu. Ağlamaktan şişmiş ve kızarmış olan yeşil gözlerim anlımda ki yaraya üfleyen ve pansuman yapan kadının, annemin üzerindeydi.

 

"Çok canın yandı mı?" Diye sordu. Sesi endişeli çıkıyordu.

 

"Hayır." Dedim. "Acımıyor."

 

"Acıdığını biliyorum, canın yandığını biliyorum." Dedi. Tentürdiyota bağırdığı pamuğu anlımda ki yaraya sürdüğünde acıyla inledim. Yaşlar gözlerimden bir bir aktı.

 

"Canını mı yaktım?" Dedi endişeyle.

 

Karnı burnundaydı ve benimle uğraşıyordu.

 

"Çok mu bastırdım?" Mavileri iri iri açılmış korkuyla bana bakıyordu.

 

"Yandı yandı." Dedim ağlamalarımın arasından. "Yaktı çok." Küçük ellerim kaşınan gözlerimi ovuşturdu. Sıcak nefesiyle sızlayan yarama üfledi.

 

"Özür dilerim bebeğim," dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Canını yakmak istememiştim."

 

"Geçti ki," dedim gülümseyerek. "Sen öpünce geçiyor ki hemen."

 

Yara bandını anlımda yapıştırırken gülümsedi.

 

"Babam çok kızar mı?" Sakar birisi olduğum için çoğu kez kendimi yaralıyordum.

 

"Kızmaz," dedi hızla. "Baban seni çok seviyor hem kıyamaz ki o sana." Burnunu burnuma sürttüğünde kıkırdadım.

 

"Ya sen?" Diye sordum merakla. "Sen peki? Sen de seviyor musun beni?" Bu soru sekiz yaşında bir kız çocuğunun sorması gereken bir soru değildi.

 

"Çok seviyorum," dedi Şebnem dolu dolu. Yanaklarıma sulu sulu öpücükler kondurdu.

 

"Gerçekten mi?" Diye sordum kocaman açılmış gözlerimle.

 

"Gerçekten," dedi gülümserken. "Çoook ama çok seviyorum. Böyle kocaman." Dedi benim ona yaptığım gibi kollarını açarak. "Hem ben nasıl sevmem seni? Kızımsın sen benim."

 

İçim kıpır kıpır olurken kollarımı ona doladım. "Annem," dedim. Saçlarımda ki parmakları duraksadı. "Annemsin sen de benim."

 

Açık pencereden içeriye sızan soğuk tenimi ürpertti. Yağmurun huzur veren sesi kulaklarıma dolduğunda, karanlıkta belli belirsiz bir silüet seçtim.

 

Keskinin heybetli gölgesi pencerenin hemen yanında kendini belli etti.

 

Gece kara bir çarşaf gibi üzerimize çöktüğünde bakışlarım duvardaki saate kaydı ve henüz saatin sekiz buçuk olduğunu gördüm.

 

Sigarasının külünü pencerenin önündeki küllüğe bastırdığında ellerini pantolonun cebine soktu ve bana doğru döndüğünde çoktan yattığım yerden doğrulmuş meraklı bakışlarımın hedefi olmuştu.

 

"Uyanmışsın." Sessizliği bozan, tok ve buz gibi çıkan sesi oldu. "Nerdeyse sabah olacaktı." Karanlıkta bakışlarını seçemek zordu ama öfkesini hissedebiliyordum.

 

Dün gece sahilde yaşananları hatırlamak dengemin sarsılmasına sebep oldu.

 

"Sen iyice saçmaladın artık!" Diye bağırmıştım onu göğüsünden ittirip tokatımı yüzüne geçirmeden hemen önce. "Nasıl öpersin beni?!" Demiştim avaz avaz bağırarak. "Evliyim ben! Adi herif!"

 

O gece eve yalnız gelmiştim. Bir süre ne yüzünü ne de sesini duymaya tahammülüm vardı. Yaptığı şey çok kötüydü. Keskinle evliyken bunu yapması... Hiçbir suçum olmamasına rağmen ortaya çıkarsa zan altında bırakılacak olmamamın düşüncesi bile ürpermeme sebep oluyordu.

 

Her ne kadar buna izin vermesem de bunu ben yapmasam da ona karşılık vermeyip onu itsem de yine yaptığı çok yanlıştı. Kendimi Keskine karşı kötü ve suçlu hissetmeme sebep olmuştu.

 

Hemde hiçbir suçum yokken.

 

"Sadece bir kez soracağım." Dedi. Yattığım yerden iyice doğrulduğumda ayaklarımı yataktan sarkıttım ve buz gibi zemine bastım. "Korumaları atlattığın o gece Silavanla mı görüştün?" Yeni uyandığım için bir süre sözlerini kavrayamadım. Alık alık baktım ona.

 

"Anlamadım?" Dedim. "Neyden bahsediyorsun şu anda?" Diye sordum. Ne oluyordu yine?

 

Kalbine derin bir karanlık ve huzursuzluk çöktü. Bir yabancıya bakar gibi bakan bakışlarına bir anlam vermedim.

 

"Sorduğum soru gayet açıktı." Dedi düz bir sesle. "Korumaları atlattığın o gece nereye gittin."

 

"Mezarlığa," dedim bir an bile düşünmeden. "Annemi ziyarete gitmiştim."

 

"Hala yalan söylüyorsun." Yüzüne yayılan alay dolu gülümsemeyle başını iki yana doğru salladı. "Gerçi ne bekliyordum ki?"

 

"Keskin," dedim sakin bir sesle. "Ne oluyor? Neden bahsediyorsun inan anlamıyorum. Lütfen açık konuşur musun?"

 

Önüme ördüğü duvarın kalınlığı ona ulaşmamı engelliyordu.

 

"Silvana, önümüzde ki ayın beşinde yapacağım sevkiyatın bilgisini ve yaptığım anlaşmaları, müttefiklerimle olan belgeleri sen mi verdin? Onunla buluştun mu?" Dedi ifadesiz bir sesle. "Odama girdiğin o gün üstüne gitmedim ama şimdi anlıyorum ki o odaya boşuna girmemişsin." Alayla güldü. "Bir Kara kadınından başka ne beklenirdi ki zaten?"

 

Zihnim bilinmezliğin içinde yol alırken şaşkınlıkla ona baktım.

 

"Neden bahsettiğini bilmiyorum." Gerçekten de bilmiyordum. Silvanla görüşmemiştim. "Bir şeyeler olmuş anlıyorum ama her ne olmuşsa benimle bir ilgisi yok." Bakışlarında ki şüphe gittikçe arttı. "Yemin ederim yok."

 

Sessizdi.

 

Öylece, bana nefret edercesine bakıyor ve beni izliyordu.

 

Benden şüpheleniyordu.

 

Her ne oluyorsa benden şüpheleniyordu.

 

"Üzerini değiştir ve aşağıya in." dedi içimi üşüten bir sesle.

 

Cevap vermemi bile beklemeden odadan çıkıp gittiğinde öylece kala kaldım. Hızla dolaptan siyah bir pantolon ve siyah bir kazak alırken ayağıma geçirdiğim topuklu botlarımı hızla giyip koşar adım merdivenlerden indiğimde salonda ki kalabalık gözüme çarptı.

 

İdil, yemek masasında yanında Devrimle birlikte bilgisayar ekranlarına bakarken açık bahçe kapısından korumaların meraklı bakışlarını gördüm. Benzer on bakışta içeride bana bakıyordu.

 

Douglası, Sarpı, Sergen'i ve Batur'u gördüm. Hepsi ayakta dikilirken suçlayıcı bakışları üzerimdeydi. Keskin elinde tuttuğu kristal viski bardağından bir yudum alırken kalçasını yemek masasına yaslamış düz bakışlarla beni izliyordu.

 

"Keskin," dedi İdil. Nefret dolu bakışlarının hedefi bendim. O da bana böyle bakmıştı. Tıpkı burada ki herkes gibi. Bana o şekilde bakamayan tek kişi Devrimdi. O bana hiç öyle bakmazdı çünkü bu bakıştan nefret ettiğimi en iyi o bilirdi. "İz hanımın telefon kayıtlarında çok kez Silvanı aradığı gözüküyor."

 

"Ne?" Dedim şok içinde.

 

"Korumaları atlattığı gece Silvanın evinin bulunduğu sokakta on dakikalık bir sinyal akışı var ama bahsettiği mezarlığa o gün hiç uğramamış."

 

Bir an durup bunu reddetmek istedim ama araladığım dudaklarımın arasından alay dolu bir kahkaha çıktı. Herkes delirmiş gibi bana bakarken bedenimi kanepeye bıraktım.

 

"Başka ne yapmışım İdil?" Dedim alayla. "Anlatsana."

 

İdilin bakışları kısa bir süre Keskini buldu.

 

"Kusura bakmayın," dedim dudak bükerek. Bakışlarımı onun katran karası gözlerinden çekmiyordum. "Sinirim bozuldu da."

 

"Her şey gayet açık değil mi?" Dedi Batur. Kahveleri suçlarcasına üzerimde gezindi. "Daha neyi bekliyoruz Lider?" Dedi. "İhanetin bedeli Mecliste ölümdür."

 

Gülümsemem büyüdü.

 

"Davet gecesi," dedi bir anda Devrim. Bakışlarım onu buldu. Ben onu kovmuştum! Ona ne oluyordu? "İz hanım ve Silvanı terasta birlikte görenler var." Amacı kendini kanıtlamaktı. Masanın üzerinden aldığı bir kaç fotoğrafı Keskine uzattığında ne olduğunu tahmin edebiliyordum. "Yaklaşık yirmi dakika birlikte terasta kalmışlar. Görüntülerde uzun ve hararetli bir şekilde konuştukları bariz belli."

 

Onu ben işe almama rağmen onun yanında gibi gözükmek istiyordu. Pisliğin tekiydi. Söz konusu görev olduğunda o gözleri görmezdi kimseyi.

 

Önceden olduğu gibi.

 

"Annen hakkında öğrenmek istediklerin için mi görüştün onunla?" Dedi ve derin bir nefes aldı. "Senden saklanan bir şeyler olduğunu düşündüğün için ondan yardım mı istedin?"

 

"Benden saklanan birçok şey var." Dedim buz gibi bir sesle. "Bunun farkında olmadığımı mı sanıyorsun?"

 

Sergen'in hayal kırıklığıyla dolu bakışlarını gördüm. Öyle bir baktı ki yapamama rağmen bakışlarının altında ezildim.

 

"Soruma cevap ver." Dedi sert bir sesle.

 

"BEN YAPMADIM!" Diye bağırdım avazım çıktığı kadar. Oturduğum kanepeden hızla ayaklandığımda başım dönse de umursamadım. "Yapmadım." Dedim bir kez daha.

 

"Keskin bey?" içeriye giren korumaya çevirdim bakışlarımı. Onu daha önce de görmüştüm. Adı Aybarstı. "İz hanımın, hesabından aynı zamanda iki gün önce yüz milyon dolar çekilmiş." Dedi.

 

"Ben çekmedim." Demekle yetindim sadece. Ne söyleyeceğimi ne yapacağımı nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum.

 

"Kimin hesabına gönderilmiş para?" Diye sordu bakışlarını benden çekmeden.

 

"Fransa' da Silvan Vance adına yeni kurulan birliğe g-" diyecekti devam edemedi.

 

"Yeter." Dedi tok bir sesle. Aybars geldiği gibi geri gitti.

 

"Klasik Kara kadını işte," dedi alayla Batur. "Ne zaman şaşırttılar ki?"

 

"Bir kez daha soyadımı o gevşek ağzına almaya kalkarsan işte o zaman karşında gerçek bir Kara kadını bulursun." Dedim kelimelerin üzerine basa basa. Sesim sert ve toktu. "Hakkımda birazcık bilgin varsa hiçbir Kara kadınına benzemediğimi ve bir kez daha aynı şekilde bir saygısızlıkta bulunacak olursan-"

 

"Bulunursam?" Diyerek kesti sözümü.

 

"İşte o zaman gazabımdan, kork." Dedim karanlık bir sesle. Kaşları havalandı. "Yoksa bir daha gözlerime bakmayacak, bana saygısızlık yapmayacak hale gelirsin." Dedim hiddetle. "Bir kez daha soyadımı ağzına meze edecek olursan, ailemi işin içine katacak olursan seni mahvederim." Gözlerimde acımasız bir ifade hakimdi. "Ben kimseye benzemem Batur." Başımı sağa doğru eğdiğimde dudaklarımda tehlikeli bir gülümseme hakimdi. "Eminim sende bunu zamanla anlayacaksın." Alayla güldüm. Ortamda derin bir sessizlik hakimdi. "Dilerim bunu anladığın zaman avuçlarımın arasında son nefesini veriyor olmazsın."

 

Kahveleri kısıldığında bakışlarını üzerimden çekti ve başka tarafa baktı.

 

Bakışlarım, gözlerine çöken eşsiz karanlığın tonuna hakim olan gözleri buldu.

 

"Ben yapmadım." Dedim bir kez daha.

 

İnansın istedim.

 

Ben ona inanmıştım.

 

"Henüz bir kaç haftadır tanıdığım bir kadına inanmamı beklemem benden." Dediğinde ona bakakaldım. Bütün sesler bir anlığına sustuğunda gözlerime yerleşen ifade dudaklarımda kırık bir tebessüm olarak yer aldı.

 

"Keskin," dedi bir kez daha İdil.

 

"NE VAR?" Diye gürledi. Elinde ki viski bardağını boydan boya cam olan duvara fırlattığında etrafa yayılan cam parçaları gözüme çarptı.

 

Benim gibiydi.

 

Paramparçalardı.

 

"Silvan," dedi çekingen bir sesle. "Geçtiğimiz günlerde bizzat İz hanımı ziyarete gitmiş, Adliyeye. Kendisiyle daha önce de birçok görüşmüş, telefon kayıtlarında da sürekli olarak görüşmüşler. Elimizde fotoğraflar bulunuyor."

 

Kara gözleri beni bulduğuna gözlerinde rastladığım korkunç ifade irkilmeme sebep oldu.

 

"Saçmalıyorsun," dedim. "Hiçbir şey göründüğü gibi d-" Yemek masasında ki sandalyelerden birine tekme attığında çıkan tok ses yüreğimin korkuyla kanat çırpmasına sebep oldu. Devrimin öne doğru bir adım attığını gördüm ama kendini tuttu.

 

"BAŞKA BİR ŞEY SÖYLE!" Diye bağırdı. "SÜREKLİ AYNI ŞEYLERİ TEKRARLAYIP ASABIMI BOZMA BENİM!" Sesi ürpermeme sebep oldu. "Tehdit mi etti seni?" Diye sordu. Bakışları umut doluydu. "Zorladı mı?"

 

"YAPMADIM DİYORUM!" Yeri göğü inletirecesine avazım çıktığı kadar bağırdım. "ANLAMIYOR MUSUN?! BEN YAPMADIM!" Diye bağırdım. "YETERİNCE AÇIK DEĞİL Mİ? ÜZERİME BİR OYUN OYNANIYOR VE SEN BUNU GÖREMEYECEK KADAR KÖR MÜSÜN?"

 

"Sana inanmam için tek bir sebep söyle bana?" Dedi yumuşak bir sesle. "Öyle bir şey söyle ki beni haksız çıkar ve seni suçladığım için kendimden utanayım."

 

Sustum.

 

Ona ne söylersem söyleyeyim bana inanmayacaktı.

 

Bunu katran karası gözlerinde görebiliyordum.

 

Hiçbir sebep onun için yeterli değildi. Hiçbir mecburiyet hiçbir zorunluluk onun için kabul edilemezdi.

 

İhanet, ihanetti ve o ihaneti affetmezdi.

 

Farkında olmak sol yanımda derin bir sızıya sebep oldu. Sol kolumun uyuştuğunu ve parmak uçlarımın hissizleştiğini hissettim.

 

Gözleri... öylesine umutsuz, öylesine çirkin bakıyordu ki ilk kez bana. Kendimden nefret ettim. Gözlerinde yer edinen o umut ışığı yavaş yavaş soldu. Dudaklarımda acı ve buruk bir tebessüm yer edindi.

 

Bugün ne çok gülümsemiştim.

 

Hiçbiri mutluluktan değildi.

 

Canımı yakan buydu.

 

Hayal kırıklığı kara gözlerinde kendine yer edindiğinde bir kez daha anladım.

 

Onun için hain de ihanet eden de bendim.

 

Bir şeyler ters gittiğinde düşmanından önce aklına hep ben gelecektim.

 

Bana inanmamıştı.

 

Oysa ben ona inanmıştım.

 

"Çoğu sevkiyatın bilgisi verilmiş. Rusyadaki ve Kandadaki sevkiyatların batmasının sebebi de bu." Diye devam etti İdil. "Ne kadar zarara uğradığımızın farkında mısın?"

 

Kara gözleri bana döndüğünde imâsını anladım. Beni odasında bulduğu o gün aklına gelmiş olacak ki hayal kırıklığı içinde gülümsedi.

 

Ona kendimi inandırmak için çaba göstermedim. Bana inanmayacağını biliyordum çünkü.

 

Kurumuş dudaklarımı dilimle ıslattığımda ağrıyan sol kolumu tutmamak için zor durdum.

 

"Her şeyi geçtim," dedim ruhsuz bir sesle. Bana bakmadı. Bakmak istemedi. Belki de dinlemedi bile ama yine de devam ettim konuşmaya. "Asıl sen suçsuz olduğum ortaya çıktığında beni bu evde nasıl tutacaksın?" İçeride nefes bile alınmazken bilgisayarlara doğru giden adımları duraksadı. "Bunu yapmayanın ben olmadığımı öğrendiğinde hangi sebep tutabilir beni bu evde? Hangi mecburiyet?"

 

Sen gidince o da sevdiğine gider işte İz...

 

Ona belki de dolaylı yoldan evliliğimizin bir mecburiyetten ibaret olduğunu söyledim. Omzunun üzerinden bana baktı.

 

"Sana ihanet eden bir kadını hayatında istemediğin gibi bana inanmayan bir adamı da ben hayatımda istemiyorum." Başım da omuzlarım gibi dikti. "Arayın Silvanı." Çekmedim gözlerimi gözlerinden. Herkesin tedirgin bakışları birbiri arasında gidip geldi. "Arayın ki bir dakika daha durmayayım bu evde. Arayın ki bir an önce kurtulayım bu evlilikten."

 

Uzun... Çok uzun bir sessizlik hakim oldu. Douglas telefonunu cebinden çıkarırken Silvanı ararken öylesine derin bir sesizlik hakimdi ki sanki kimsenin konuşmaya cesareti yok gibiydi.

 

"Beni mi özledin?" Diyen Silvanın alay dolu sesi kulaklarıma doldu.

 

Douglas konuşmak için dudaklarını araladığında ondan önce davrandım.

 

"Silvan," dedim sakin bir sesle. Karşı taraftan bir süre ses gelmedi. "Benim İzgi Kara." Alacahan demedim. Bu onun kaşlarının çatılmasına ve sert bir soluk vermesine sebep oldu.

 

"Benimle konuşmak istemediğini düşünüyordum?" Sanırım bu yeterli bir cevaptı ama derdim hepsini söyletmekti. "Davette oldukça katıydın." Neden aradığımı anlamaya çalışıyor gibiydi. "Nedir seninle konuşma şerefine nail olamama sebep olan şey?" Diye sordu.

 

"Seni daha önce hiç aradım mı?" Diye sordum.

 

"Hayır." Dedi hızla. "Neden sordun?"

 

"On iki Kasım da senin evine geldim mi? Ya da daha önce seninle görüşmek için iletişime geçtim mi?" Öyle gür, alay dolu bir kahkaha attı ki sesi bütün salonda yankılandı.

 

"Şimdi anlıyorum," dedi kahkahalarının arasından. Hiç kimseye bakmadım. "Sanırım Kocan, elime geçen belgelerin ve onun Sevkiyatını baltalamama yardım ettiğini sandığı için seni suçluyor." Yutkunamadım. "Doğrusu bu kadar çabuk kanacağını düşünmemiştim." O yapmıştı. Şaşkınlıkla dolu bakışları üzerimde hissettim. "Oysa ki sadece o evde, sana asla inanmayacak bir adamın yanında yerin olmadığını göstermek istemiştim." Sol kolumda ki hissizlik gittikçe arttı. Parmaklarımı hissetmiyordum bile.

 

"Hata mı ettim?"

 

"Yoo," zorlukla gülümsedim. Boğazım düğüm düğüm oldu. "Aksine sana bir teşekkür borcum var Silvan. Başından beri haklıydın."

 

"Kendimi övmek gibi olmasın ama öyleyimdir." Dedi. "Senin için boşanma işlemlerini başlatmamı ister misin?"

 

Gülümsedim. "Yapacağını yapmışsın zaten," dedim. "Bununla da beni uğraştırma."

 

"Hay hay bayan Alacahan." Dedi eğlenen sesiyle. "Ov! Yoksa artık Kara mı demeliyim?"

 

"Hiçbir zaman bir Alacahan olmadım," dedim kırık bir sesle. "Bir soy isim benden hiçbir şeyimi alamaz. Ben hep bir Kara'ydım. Hepte öyle kalacağım."

 

Douglas telefonu kapattığında, rahat ve derin bir nefes aldım. Topuklarımın üzerinde döndüğümde omuzlarım iyice dikleşti.

 

"Arabayı hazırla," dedim. Sözlerimin muhatabı Devrimdi ama bakışlarım onun katran karası gözlerindeydi. "Artık burada yerim yok." Gözlerini yumdu. İki yanında duran elleri yumruk halini aldı. "Belki de hiç olmadı."

 

"İzgi," dedi. Adımı öyle bir söyledi ki sanki söyleyemediği her şeyi adıma sığdırdı. Açtığı kara gözlerinde hiçbir ifade yoktu.

 

"İz," dedi Sergen ama ona bakmadım bile.

 

"Hiçbir koruman peşimden gelemeyecek," dedim düz bir sesle.

 

"İz, abimi bir dinle." Dedi Sergen.

 

"ABİN BENİ DİNLEDİ Mİ?" Diye bağırdım. "BANA İNANDI Mİ SERGEN? ODA DAHİL HİÇ BİRİNİZ İNANMADINIZ BANA! BEN NERDEN BİLECEĞİM YARIN ÖBÜR GÜN AYNI ŞEYİN TEKRAR BAŞIMA GELMEYECEĞİNİ?! BEN NEREDEN BİLEYİM, İŞİN ASLİNİ ASTARINI ANLMADAN YARGISIZ İNFAZ VEREN ABİNİN YİNE AYNI ŞEYİ YAPMAYACAĞINI?!"

 

Sustu.

 

Hiçbir şey söylemedi.

 

Onun gibi.

 

Oyna İzgi.

Sen oynamazsan onlar oynar seninle.

Oyna.

 

"İzgi," dedi bir kez daha. "B-"

 

"Devrim sana arabamı hazırla dedim." Devrim sözümü ikiletmedim salondan çıkarken onu dinleme gereği bile duymadım. Adımlarım odaya çıkan merdivenleri bulduğunda acele ama emin adımlarla çıktım merdivenleri.

 

Arkamdan gelen adım seslerini duydum.

 

Odaya girdiğimde adımlarım giyinme odasını bulurken, bir el çantası valizi aldım ve şimdilik beni idare edecek şeyleri doldurdum gelişi güzel. Geri kalanını sonra aldıracaktım.

 

"Ne yapıyorsun sen?" Kolumdan tutup beni kendine doğru çektiğinde sırtım kaslı gövdesine çarptı. Doldurduğum valizi bir köşeye fırlattı.

 

"Bırak." Dedim boş bir sesle.

 

"Hiçbir yere gitmiyorsun." Dedi tok ve sert bir sesle.

 

"Oldu canım. Başka emrin?" Dedim alayla.

 

"Hata yaptım tamam." Dedi. Nefesi saçlarımın arasına karıştı. "Yaptığım affedilir değil ama gitme." Çırpınışlarım durdu. Kolu belime sıkı sıkı dolandı.

 

"Kalmamı isteme benden." Dedim buz gibi bir sesle.

 

"Senden kalmanı istemiyorum zaten!" Dedi öfkeyle. "Hiçbir yere gitmiyorsun!" Sesi sıkıntılı ve dalgın çıkıyordu.

 

"Keskin bırak," dedim bir kez daha. "Benim burada yerim yok."

 

İçli bir nefes aldı. "Senin en çok burada yerin var." Dedi sertçe. "Karımın yeri benim yanım."

 

"Sahte Karın!" Dedi. Öfkeyle."Ne düşündüğün umurumda değil," dedim, bu seferde. "Burada kalmak istemiyorum."

 

"Başka yere götüreyim seni? Dağ evine? Ya da çiftlik evine? Burada kalmak istersen anlarım." Dedi hızla.

 

"Yalnız kalmak istiyorum," dedim. "Kafamı toparlamak ve düşünmek istiyorum. Nefes almak istiyorum." Alayla güldüm. "Bakarsın boşanmamıza bahane olur bu da? Uğruna öleceğin kadına kavuşursun sende artık."

 

"İzgi." Dedi yapma der gibi.

 

"Çık dışarı." dedim. Kollarının arasından kurtulduğumda onun kapının dışına ittim ve giyinme odasının kapısını suratına kapattım.

 

Gözlerime dolan yaşları geri ittiğimde bir köşeye attığım valizime doğru ilerledim.

 

Asla boyun eğmeyecektim.

...

 

"İz?" Dedi Sergen elimde valizimle beni gördüğünde oturduğu yerden hızla ayaklandı. Ruhsuz bakışlarım onu bulduğuna geri adım atmak zorunda kaldı. "Gidecek misin gerçekten?" Diye sordu.

 

"Kalmam için bir sebep var mı ki?" Onun varlığını gölgesinin gölgemin üzerine devrilmesiyle fark ettim. Hemen arkamdaydı. Kapıyı açtım ve hızlı adımlarla evden çıktım.

 

"Arabanın anahtarını ver." Dedim karşımda dikilen Devrime.

 

"Size eşlik etmem daha doğ-"

 

"Tekrar etmeyeceğim." Dedim tok bir sesle. İstemeye istemeye anahtarı uzattı. Bir kez daha aynı vakayı yaşamak istemiyordum.

 

"Sen de dahil tek bir korumayı bile görürsem etrafımda hiçbiriniz bir daha bana ulaşamazsınız." Dedim. "En azından nerede olduğumu bilerek yaşayıp gidin. Uzaktan uzağa ne yapıyorsanız yapın, umurumda değil. Yeterki varlığınızın gölgesi üzerime düşmesin."

 

Sözlerimin muhatabı arkamda ki şahısaydı.

 

Zaten çalışır vaziyette olan arabanın sürücü koltuğunda yerimi alırken çantayı arkaya attım. Araba harekete geçip malikanenin önünden ayrılana dek onun katran karası bakışlarını üzerimde hissetmiştim.

 

Pişman olmuştu.

 

Ama artık bir faydası yoktu.

 

Benimde bu yoldan dönüşüm yoktu.

 

...

 

Bir evdeydim. Hayır bir yuvadaydım. Kardeşlerimin yanında, çocuk sesinin eksik olmadığı kendimi haftalar sonra huzurlu hissettiğim bir yuvadaydım.

 

"Uraz! Çok koşturup durma! Terleyip hasta oluyorsun sonra!" Diye bağırıyordu Zeynep.

 

Terden dolayı anlına yapışan kakülleri sırılsıklamdı. Açık kahve saçlarının arasında bulunan yer yer sarılıklar saçlarının güneşte eşsiz bir şekilde parlamasına sebep oluyordu. İnce ama dolgun dudaklarında kahverengi bir ruj vardı. Köşeli ama güzel çehresi ona yakışıyordu. Bembeyaz teni ay gibi parlarken koyu kestane gözleri gözlerimi bulduğunda gülümsedi.

 

Henüz bir buçuk aylık hamileydi. Riskli bir hamilelik geçirdiği için barodan izin almıştı.

 

Hukuk fakültesinde, Zeynep, Sinan ve ben birbirimizden ayrılmazdık.

 

Kızarttığı patateslerden birini daha ağzıma attım. Kahvaltı sofrasında yok yoktu.

 

"Boşanma işini ne yaptın?" Diye sordu son patatesleri de tabağa koyarken ocağın altını kapattı.

 

"Birkaç güne eline ulaşır mahkeme celbi." Patates tabağını aldım ve kahvaltı sofrasına koyduktan sonra yerime oturdum.

 

Kimsenin hayatında zorla duracak halim yoktu. Beni istemeyeni ben hiç istemezdim.

 

"Fevri karar vermiyor musun?" Diye sordu o da karşımda yerini alırken çayları doldurmaya başladım. "En azından bir konuşsaydınız."

 

"Neyi konuşacağız Zeynep?" Dedim sinirle. "Beni anlamadan dinlemeden yargısız infaz veren adamın neyini dinleyeyim ben? O kadar insanın önünde kendimi ne kadar iğrenç hissettim biliyor musun?" Sakince beni dinledi. "Onlara ihanet etmemem rağmen b-"

 

"Onlara ihanet ediyorsun İz." Dedi yumuşacık bir sesle. "Her ne kadar Silvanla iş birliği yapmamış olsan da bu onlara ihanet etmediğin gerçeğini değiştirmez." Lokmalarım boğazıma dizildi. "Henüz bir kaç haftadır o evdesin ama sana yaptıkları haksızlık bile koymuş şimdiden. Canın yanmış." Derin bir nefes aldı. "Görevin bittiğinde ve asıl gerçekle yüzleştiklerinde de yapmadım diye bilecek misin? Koskoca bir imparatorluğu, Keskini, aileni yıkmak için çabalarken günü geldiğinde nefret dolu bakışları kaldırabilecek misin?" Kahvelerine anlayış dolu bir ifade yerleşti. Aynı ifade yüzünde de yer aldı. "Evine girdiğin, sofrasını, yatağını paylaştığın o adamın senden vazgeçişini sindirebilecek misin?"

 

Yutkunamadım.

 

Verecek bir cevabım da yoktu zaten.

 

Onunla ne yapacağımı bilmiyordum. Tıpkı onsuz ne yapacağımı bilmediğim gibi.

 

"Teyzem!" Annesinden aldığı saçlarıyla ve babasından aldığı Işıl Işıl parlayan gözleriyle nefes nefese içeriye giren Uraz kucağıma atladığında düşmemek için masaya tutunmak zorunda kalmıştım.

 

"Oğlum, yavaş!" Diye kızdı Zeynep. "Bir haftadır burada teyzen her seferinde yeni görüyormuş gibi üzerine atlayıp dengesini sarsmasana teyzenin?!"

 

O evden ayrılalı, onun telefonlarını açmayalı ve ondan uzakta yaşamaya başlayalı tam bir hafta olmuştu.

 

Sinan mutfaktan içeriye girdiğinde, "Günaydın." Demiş ve Zeynebin yanına oturmadan hemen önce saçlarının arasına bir öpücük kondurmuştu. Bugün hafta sonuydu ve evdeydi ama beni de Zeynebi de asıl şaşırtan bu tavırlarıydı.

 

Daha önce hiç böyle bir şeye şahit olmamıştım. Urazda bile bu kadar düşmüyordu üzerine ve burada kaldığım bir hafta da Sinan'da ki değişimi fark edebiliyordum. Zeynebin etrafında dört dönüyordu. Sanırım söylediklerim biraz olsa kalın kafasına girmişti.

 

Ya da Zeynebin boşanmak istemesi, bu konuda kesin olması onu korkutuyordu.

 

Ah siz erkeler... Kaybetmeden niye anlamıyorsunuz ki hayatınızdaki kadınların değerini?

 

Kaybedince niye arıyorsunuz ki etrafınızdaki varlıklarını?

 

"Günaydın." Dedim, çatalıma peynirden batırıp Uraza yedirirken usulu usulu kucağımda oturuyor, patateslere saldırıyordu.

 

"Oğlum yavaş," dedi Sinan. "Boğulacaksın."

 

"Kahvaltıdan sonra maç yapalım mı baba?" Diye sordu Sinanın uyarısını duymazdan gelerek.

 

"Oynarız aslanım." Demişti Sinan'da. Urazın yüzünde ki heves dolu gülümseme içimi sıcacık etti.

 

Annesine aşık, babasına hayran bir çocuktu.

 

"Sonra da benimle önce sinemaya geliyorsun sonra lunaparka gidiyoruz ve en son hamburger yiyip evimize geliyoruz." Dedim.

 

"Oley!" Dedi neşeyle. "Söz verdiğin gibi değil mi teyze?!"

 

Saçlarının arasına bir öpücük kondururdum. "Söz verdiğim gibi." Dedim.

 

"Şımartma şunu lütfen," dedi Zeynep. "Sonra zapt edemiyorum. Haftalarca seni isteyip duruyor. Hamilelik yüzünden bende ilgilenemiyorum onunla. Üzülüyor sonra." Diye mırıldandı.

 

"Ben boşum zaten sürekli, biliyorsun saha görevinde olduğum için adliyede pek bir işim de yok. Ara beni ben alırım Urazı sürekli. Sıkılmamda." Dedim.

 

Minnet dolu bir tebessüm yer edindi dudaklarında. "Senin hakkını nasıl öderim bilmiyorum İz." Sıcak avuçları ellerimin üzerine kapandı. "Uraza hamileykende, doğum yaparken de, doğumdan sonrada hiç yalnız bırakmadın beni. Hala da öylesin. Hiç çekmedin elini üzerimden. Ben doğurdum belki ama onun bir annesi de sensin biliyorsun değil mi?"

 

İçimi sıcacık etti sözleri. "Biliyorum." Demekle yetindim. "Hem biz ne dedik seninle." Dediğimde üçümüzün de yüzünde aynı gülümseme belirdi.

 

"Her koşulda her daim," dedik aynı anda. "Ne pahasına olursa olsun. Ölüm bizi ayırana dek."

 

Hepimizin yüzündeki gülümseme manidar bir ifadeye dönmüştü.

"İki numara doğsun bir o zaman vermeyeceğim kucağınıza." Dedim gülerek.

 

"Sanki Urazı çok veriyordun ya," diye homurdandı Sinan. "Ulan eve geliyorum oğlumu görmek için alıp parka götürüyorsun. Benle Zeynep'ten çok seni gördü bu çocuk. İki numarayı hayatta vermem." Dedi.

 

"Allah Allah," dedim alayla. "Ben olmasaydım kime bırakacaktınız acaba? Finallerim varken bile baktım ben bu çocuğa siz derslerden geri kalmayın rahat edin diye." Gülümsedi. "Hakkımı yedirtmem sana Sinan. Çok emeğim var üzerinde bir beddua etsem hık diye gidersin vallahi." Diye alay ettim.

 

"Doğru," bakışları sanki o günlere gitmiş gibi dalgındı. "Sen olmasaydın ne Zeynep ne de ben fakülteyi asla bitirmezdik."

 

"Dramatize etmeyin lütfen," Zaten doluydum. Onlar böyle konuştukça ağlayasım geliyordu. "Ağlamaya çok meyilliyim şu an."

 

İkisi de gülümsediğinde bakışlarımız kucağımda kendi kucağına aldığı patatesleri küçük elleriyle hunharca yiyen Urazı bulduğunda gülümsememiz arttı.

 

Urazı bildim bileli böyleydi. Zeynep emzirirken bile doymak bilmiyordu. Sürekli açtı.

 

"Sence bu seferkinin cinsiyeti ne olacak?" Diye sordu Sinan, Zeyneb'e.

 

"Bilmem," dedi dudak bükerek Zeynep. "Sağlıklı olsun da gerisi önemli değil."

 

"Doğru," dedi Sinan. "Sağlıkla sıhhatle gelsin de kız olsun erkek olsun fark etmez."

 

"Bence kız." Diyerek ortaya atıldım. Sinanın gözleri Işıl Işıl parladı. Bunun sebebi Zeynebin Uraza hamileyken de cinsiyetinin erkek olduğunu söylememin ve tahminimin doğru çıkmasından kaynaklıydı. Sinan kız çocuklarına aşıktı ama Uraz da onda çok başkaydı. İlk göz ağrısıydı. "Ben öyle hissediyorum." Diye devam ettim.

 

"Kız halaya oğlan dayıya çeker derler." Dedi Zeynep. Urazın hem halası hem teyzesiydim ama o hala demek yerine sürekli bana teyze demişti. "Kız olursa inşallah sana çeker İz. Senin gibi güzeller güzeli bir kızım olur inşallah."

 

"Amin." Demekle yetindim sadece.

 

Umarım kız olurdu.

 

...

 

Gecenin karanlığının içinde telefonumun sesi yankılandığında yatağın içinde telefonumu aradım. Saat gecenin üçüydü. Bu saatte Engin Komiser beni niye arıyordu?

 

"Alo?" Dedim uyku mahrumluğu sesimle.

 

"Sayın Savcım," dedi. "Kusura bakmayın, rahatsız ediyorum ama karakola kadar gelmeniz gerekecek."

 

Yattığım yerden doğrulduğumda kaşlarım çatılmıştı.

 

"Neden?" Diye sordum yataktan inerken ayaklarım zemine bastı.

 

"Eşiniz," dediğinde adımlarım durdu. "Şu anda nezaharette. Sanırım gecesi biraz maceralı geçmiş."

 

"Anlamadım?" Dedim şaşkınlıkla.

 

"Vallahi savcım inanın bende şu an burada ne yaşanıyor anlamıyorum. Tek isteğim kısa bir süre içinde burada olmanız." Dedi.

 

Sinirle gözlerimi yumdum. "Kapat Engin." Dedim dolabı açarken. "Kapat geliyorum."

 

...

Karakolun içine girdiğimde beni gören polis memurları kısa bir baş selamı vermiş, ayağa kalkmışlardı. Topuklu ayakkabılarımdan çıkan tok ses nezarethaneye giden koridorda yankılanıyordu.

 

Biraz ileride, başını geriye atmış gözlerini yuman adamın karşısına dikildim. Aramızda sadece parmaklıklar vardı. Yan tarafta Douglas ve Sarp bulunuyordu.

 

Bildiğim kadarıyla barda kavga etmişlerdi.

 

Göz kapakları ağır ağır aralandığında katran karası gözlerini gözlerime dikti. Kalbim bir hafta sonra gözlerinin gözlerime değmesiyle sertçe tekledi.

 

Oturduğu yerden ayaklandığında, kaşında ki yarığı fark ettim.

 

"Gece gece ne işiniz var burada?" Diye sordum öfkeyle ama bakışlarımı yarasından çekmiyordum. Hemen önümde dikildiğinde dudağında ki patlağı da fark ettim.

 

Neyse ki çok önemli bir şeyi yoktu.

 

"Karımın evine geleceği yoktu," dedi kalın ve tok sesiyle. "O gelmeyince ben ona gideyin dedim." Dediğinde kaburgalarımda bir ağrı kendini belli etti. Midem de garip bir his peydah oldu.

 

"Utanmaz arlanmaz, ahlaksız herif!" Dedim öfkeyle, yüzüne doğru. "Bir de bara mı gittin?! Evlisin sen evli! Ahlaksız!" Diye cırladığımda dudakları iki yana doğru kıvrıldı.

 

"Arsız." Dedim sinirle. "Dayak yemiş bir de?" Dedim kınarcasına.

 

Kaşları çatıldı. "Sence ben buna izin verir miyim?" Dedi. Bakışları Douglası buldu. "Kardeşim biraz yardımcı oldu sadece." Dedi eğlenen sesiyle. "Sen bir de karşı tarafı gör."

 

Elimde olmadan gülümsediğimde bakışları çehremde ve gülüşümde uzun uzun gezindi. "Övünüyor musun bir de bununla?!" Dedim gülümsememi gizlemeye çalışırken. "Yememiş içmemiş bir de utanmadan bara gitmiş!" Başını öne doğru eğdiğinde güldü. "Terbiyesiz adam!" Öfkeyle bir soluk daha aldığımda yanımda dikilen polis memuruna döndüm. "İlk yardım çantası, getirin bir tane." Dedim. Geriye çekildiğimde polis memurlarından biri onun kapısını diğeri de Douglas ve Sarpın kapısını açtı.

 

"Yukarı çıkıp size verdikleri evrakları imzalayın." Dedim ilk yardım çantasını alırken.

 

"Bu bünyenin bir Savcı yengeye ihtiyacı varmış abi," dediğini duydum Sarpın. "Avukata bile gerek kalmadan, hiçbir prosedür ile uğraşmadan elimizi kolumuzu sallaya sallaya çıkıyoruz. Vay anasını!" Diye homurdandı.

 

"İlk kez haklısın Sarp." Dedi Douglas bıkkın bir sesle.

 

"Acaba yeniden sınava girip Savcımı olsam?" İçeriye girdim. "Vallaha bak oğlum, her haltı rahat rahat yaparız." Dedi heyecanlı heyecanlı. "Saman altından su yürütürüz vallahi. Olmadı bizim yengeyi bir şekilde ikna edeceğiz artık."

 

Onu yerine geri oturturken çantadan tentürdiyotu çıkardım.

 

"Salak salak konuşma lan," pamuğa yavaşça damlattım. "İşimiz gücümüz yokmuş gibi bir de senin salaklıklarınla mı uğraşcağız?" Sesler kesildiğinde sadece ikimiz kaldık.

 

İlacı damlattığım pamuğu yarasına sertçe bastırdığımda yüzü acıyla buruştu.

 

"Canının çıksın!" Dedim öfkeyle. Daha çok bastırdım pamuğu. "Ne diye salak salak işler yapıyorsan zaten?! Aptal herif!"

 

"Aptal olduğum doğru," diye mırıldandı. "Bir hafta önce hayatımın hatasını ve aptallığını yaptım." Dediğinde kalakaldım.

 

Elleri bir anda belime sarıldığında beni araladığı bacaklarının arasına çekti.

 

"Neden kucağıma gelmiyorsun?" Dediğinde nefesimin kesildiğini hissettim. Kara gözleri dudaklarım ve gözlerim arasında gidip geliyordu. Hafif baygın bakan gözleri Çakır keyif olduğunun kanıtıydı.

 

"Bir de arsız arsız soruyor musun, gerçekten?" Dedim hayretle. "Pes!"

 

Dilimin damağımın kuruduğunu hissederken ne söyleyeceğimi bilemedim.

 

Bakışlarımı gözlerinden çektim ve ufak bir bant alıp kaşında ki yaraya dikkatle yapıştırdım. Ben ona pansuman yaparken o öylece beni izledi.

 

"Bana kırgınsın." Dedi kalın ve tok sesiyle. "Kızgınsın ve haklısında. Seni üzmek istememiştim."

 

"Artık bir şey fark eder mi?" Dedim. "Olan oldu."

 

"Çok şey fark eder İzgi." Dedi sertçe. "Olmuş olanın bir daha olmaması için ç-"

 

"Keskin gerçekten seni dinlemek istemiyorum." Dedim sıkıntıyla. "Gerçekten konuşmak, seni anlamaya çalışmak istemiyorum."

 

Sustu. Söyleyecek bir şeyi varsa da katılığım sessiz kalmasına sebep oldu.

 

"O ev senin için güvenli değil." Dedi dakikalar sonra. "İzgi," dedi ama ona yine bakmadım. "Eve dönmeni istiyorum."

 

"Ama ben dönmek istemiyorum." Dedim yüzüne bile bakmadan. "Hem boşanma davasını da açtım zaten. Yakında kurtuluyorsun benden."

 

"Saçmalıyorsun artık!" Dedi öfkeyle.

 

"Niye?!" Dedim bende hiddetle. "Sen değil miydin boşanmak isteyen?!"

 

"Boşanmıyorum lan!" Dedi inada bindirir gibi. "Boşanmıyorum!" Dedi yüksek bir sesle.

 

"Keskin!" Dedim sinirle yükselerek.

 

"Sadece kendini değil o evdekileri de tehlikeye attığının farkında değilsin." Hareketlerim durdu. "Sana zarar vermek isteyenler önce sevdiklerinden başlayacaktır. Gel, inat etme, eve dönmesen bile en azından seni güvenli bit yere yerleştirmeme izin ver."

 

"Babaannen gelmiş." Dedim söylediklerini görmezden gelerek ama haklı olduğunu biliyordum.

 

"Geldiğinden beri seni sorup duruyor," dedi. "Olanları öğrendikten sonra yüzüme bile bakmadı." Diye mırıldandı. "Senin gibi."

 

Yutkunamadım.

 

"Az bile yapmışım." dedim. Pamuğu iyice yarasını bastırırken, acıyla yüzünü buruşturdu. "Oh olsun!" Dedim sertçe geri çekerken. "Canın çıksın hemi!"

 

"Boşanmamız imkansız." Dedi, acıyla suratı buruştuğunda. Benden bir cevap alamayınca, "Bunun imkansız olduğunu biliyorsun değil mi?" Dedi ısrarla.

 

"Evlilik sözleşmesi sayesinde anlaşmalı olarak boşanacağız," gözlerim gözlerini buldu. "Bu hayatta her şey imkan dahilindedir. En imkansız sandıklarımız bile." Dedim öfkeyle. "Hem sen değil miydin benden boşanmak pahasına koltuğunu bile bırakmayı göze alan?" Dedim sorgu dolu bir sesle. "Sana da gün doğar işte!"

 

"Unut boşanmayı," dedi sertçe. "Hiçbir şey senden boşanmama bir sebep olarak gösterilemez."

 

"Ne diyorsun sen ya!" Dedim öfkeyle. "Dalga mı geçiyorsun sen benimle?! Bana inanmayan sen! Herkesin önünde beni küçük düşüren sen! Düşmanından önce aklına ilk gelen ben! Eee?!" Diye bağırdım. "Hala nasıl seninle evli kalmamı bekliyorsun hayret doğrusu?!"

 

Belimde ki elleri beni daha fazla kendisine çektiğinde vücudum vücuduna sertçe çarptı. Saçlarım yüzüme dökülürken birkaç tutamı onun yüzüne düşmüştü.

 

"Boşanmıyorum ulan!" Dedi tok ve erkeksi sesiyle. "Boşanmıyorum! Kimin gücü yeter seni benden almaya? Bir kağıt parçasıyla mı korkutacaksın beni? Bir kağıt parçası mı alacak seni benden?" Çıldırmış gibiydi. "Seni benden almaya kalkanı da önüme sürdüğün o kağıt parçasını da yakarım." Parmakları nazikçe sırtımda gezindi. Saçlarımın ucuyla oynadı belli belirsiz.

 

"Keskin saçmalıyorsun," diye mırıldandım. "Bizim bir olurumuz yok."

 

"Elbet vardır bir oluru," dedi tok bir sesle. Yüzü gittikçe yüzüme yaklaştı. "Elbet vardır her şeyin bir çaresi." Yüzümü çevreleyen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

 

"İzgi," dedi biraz sonra. "Ben o gün, Sana söylediklerim, hakkında düşündüklerim bir anlık bir gaflet yüzünden kırdım, üzüldüm seni. Öyle düşündüm ama konduramadım da." Yutkundu.

 

"Pişman olduğunu görebiliyorum." Dedim düz bir sesle. "Ama artık bir faydası yok." Ellerinin arasından kurtulduğumda ona arkamı döndüm ve nezarethanenin kapısını açık bırakırken yanından ayrıldım.

 

Pamuğu köşeye bırakıp, kaşını tamamen temizledikten sonra bandı yapıştırdım.

 

"İzi kalır mı?" Diye sorduğunda gözlerimi dikkatimi verdiğim yarasından çektim. Küçük ama derin bir yaraydı belli belirsiz bir iz bırakırdı sadece.

 

"Yaran küçük ama derin," dedim neden sorduğunu anlayamazken. "Küçük bir iz kalacaktır." Gözleri üzerindeyken, "Neden?" Dedim. "İz kalması rahatsız mı eder seni?" Diye sordum merakla.

 

"Sevmem ben yara izlerini." Dediğinde merakla ona baktım.

 

"Neden?" Dedim sorgu dolu sesimin altında yatan bir merakla.

 

"Her yara derin bir hatıradır. Hatırası güzel olmayan yaraya bakmam da, sarmam da. Kimseye de baktırmam, sardırmam. Kötü bir iz olarak hatırlarım sadece." Dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"Yarası derin olan gocunur mu başkasının yarasını sarmaktan, o yarayı taşımaktan?"

 

"Doğru. Bir senin yaranı taşımaktan da sarmaktan da gocunmadım. Gocunmamda." Dediğinde ona bakakaldım. Gözlerinden geçen derin mazi iyice meraklanmama sebep oldu.

 

"Benim sarmama izin verdin ama?" Dedim merakla. İçimi saran o his kalbimi burktu. Ruhumda garip bir ifade peydah oldu.

 

Yüzü kulağıma doğru yaklaştı ve nefesi saçlarımın arasına karıştığında diken üstünde durdum. "Sen kimse değilsin." Diyen tok ve erkeksi sesi vurgun yemiş gibi kalakalmama sebep oldu.

 

Nabzım hızlandı.

 

Nefesim soluk boruma tıkandı.

 

Her ne kadar bu evliliğe son vermek istesem de o boşanma da gerçekleşmeyecekti.

 

Çünkü her şeyden hatta gururumdan bile önce tamamlamam gereken bir görev vardı.

 

EN ALTTAKİ AÇIKLAMAYI OKUYUN LÜTFEN!!!

 

Bölüm sonu.

 

Lütfen oy ve yorum yapmayı unutmayın!

 

Altta bir yerlerde bir yıldız olacaktı! Ona basmayı sakın unutmayın!

 

Teşekkürler.

Loading...
0%