Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9.Bölüm

@umay_6

İnsanlar gider

ama 

terk edişleri

kalır daima

 

Diyordu bir sözde.

 

Keskin Ardıç Alacahan, şirkette, kendi odasında evraklarla boğuşurken aklı bir türlü bir hafta önce hakısızlık ettiği ve yüzünü bile göremediği kadındaydı. En son onu dün gece görmüştü. O kırgın bakan çam yeşili gözleri bir türlü aklından çıkmıyordu.

 

Garip bir şekilde evde ki varlığına da alışmıştı. Sofrada yemek yerken, bahçede oturup kitap okurken veya sadece öylece manzarayı izlerken, Sergenle uğraşırken, yatağında uyurken, ona sığınırken ki halleri gözünün önündeydi ama son bir haftadır o kadının alıştığı varlığı, evinde yoktu ve bu durum canını sıkıyordu.

 

Hatasının farkındaydı. Pişmandı da ama geç kaldığının da farkındaydı. Ne yapacağını bilmiyordu.

 

Evde, babaannesi zaten gelinimi getirmeden bu eve gelmeyeceksin diyerek onu kovmuştu. Hoş o eve gitmek gibi bir gayesi de yoktu. Her köşesine sinmişti sanki ruhu üç hafta da, ve o eve her gittiğinde gözleri artık o kadının varlığını aramak istemiyordu.

 

Aklını başından alan çam yeşili gözleri vardı.

 

Gözleri istemsizce yıllardır masamda duran fotoğrafına kaydı. Bembeyaz yüzü aydınlık içindeydi. Gözleri her şeye inat parıl parlıyordu. Dolgun dudaklarında aklımı başımdan alan bir gülümseme vardı. Gece saçlarından kopan birkaç tel yüzüne yapışmıştı.

 

O gülümsediğinde içindeki kasvetli umutsuzluklara yerin aydınlığa bırakıyor varlığından bir haber olduğu kalbinin yaşadığını hissediyordu.

 

O gülümsüyordu ve Keskin yaşamanın ne demek olduğunu onun gülümsemesiyle tadıyordu.

 

Gülümsemesi Keskine kendini evimde gibi hissettiriyordu.

 

Sekiz senedir değişmeyen tek şey buydu.

 

Bir kere görmüştü. İçinde uyanan o garip his onu her gördüğünde katlanarak artmıştı.

 

Geçer diye beklemişti uzun süre.

 

Geçmemişti.

 

Keskin Ardıç Alacahan, bu hayatta hiç kimseye yenik düşmemişti. Ama bir çift çam yeşili onu yenik düşürmüştü.

 

Göğüs kafesini sıkıştıran bir nefesle dolduru ciğerlerini.

 

Acaba şu an ne yapıyordu? Diye düşünmeden edemedi.

 

Sıkıntılı bir nefes koyverdiğinde bir türlü odaklanamadığı evraklardan çekti bakışlarını. Ağrıyan başını geriye attı ve gözlerini kapattı.

 

Kapatır kapatmaz zihninde beliren bir çift çam yeşili göz, öfkeyle solumasına ve gözlerini yeniden açmasına sebep oldu.

 

Sakinleştirici ama çıldırtırdı bir etkisi vardı üzerinde.

 

"Gelmişini geçmişini sikeyim böyle işin!" Diye homurdandı. Açılan kapıyla birlikte Sarp ve Douglas içeriye girdi.

 

"Hayırdır kardeşim?" Diye alay etti Sarp. "Karadeniz'de gemilerin mi battı?" Gülerek karşısında ki koltuğa oturduğunda Douglasta yanında yer almıştı.

 

İki gevşek arkadaşına bıkkınlıkla baktı.

 

"Niye geldiniz?" Dedi tersçe.

 

"Kovsaydın bir de?" Dedi Douglas. "Ne zaman gelsek ayaklı trafo gibisin." Göz kırptı. "Hayırdır kardeşim?"

 

"Boş boş konuşma lan!" Dedi hiddetle. "Neden buradasınız?" Diye sordu.

 

"Akşam ki toplantı için her şey hazır," diye başladı konuşmasına Sarp. "Ivan, birkaç saate burada olur. Karşılamak gerekecek. Ayrıca Rıza Kürek." Duraksadı. "İzin müebbete mahkum ettiği, meclisten Rasimin oğlu."

 

Sıkıntıyla gözlerini yumdu Keskin. Karısı rahat durmuyordu. Durmayacaktı.

 

"Rıza rahat durmayacaktır Keskin." Dedi Douglas. "Bugün ki toplantı da bahsedecektir. Ne yapmayı planlıyorsun."

 

"Ne yapacağım amına koyayım." Dedi öfkeyle. "Ciğeri peş para etmez keşin oğlu yakalandı diye elimi taşın altına mı koyacağım?! Yakalanmasaymış. Biz her yakalananın arkasında mı duracağız. Sahip çıksaymış oğluna."

 

"İzi, hedef alacaktır." Katran karası bakışlarında ölümün emaresi yer edindi. Yaslandığı yerden ağır ağır doğrulduğunda bakışları her iki adamadaydı.

 

"Yüreği yetiyorsa denesin." Dedi sertçe. "Onu hedef haline getireni de onu canından etmeye kalkanı da canından eder, kalbini söküp alırım ciğerinden." İfadesi sert sesi toktu. Douglas ve Sarp kısa bir an için bakıştılar. "Saçının teline zarar gelsin, canı sıkılsın, canı yansın hele, bu ülkede cehennemi yaşatırım herkese." Dedi katı bir sesle. Dişlerini birbirine bastırdı öfkeyle. Ona zarar gelme düşüncesi bile bu adamı çıldırtıyordu.

 

Karısını korumalıydı.

 

Karısını düşmanlarından korumak zorundaydı.

 

"Kimsenin karını hedef haline getirdiği yok Keskin," dedi Douglas. "O böyle yaparak kendisini hedef haline o getiriyor."

 

"Onun tarafından kesilen bir cezaysa Rızanın çekeceği ceza," dilini damağına vurdu. "Hak ettiğinden azını almamıştır. Adaletin önünde hepimizin boynu kıldan ince. Ne zaman gördün, baskın yapılan her gecede Devletin polisine kurşun sıkanları yaşattığımı. Öylelerinin ne yanımda ne de bu dünyada yeri yok."

 

"Bir gün o da sana ihanet edecek," dedi Douglas. Dostunun karısını bu kadar sahiplenmesine anlam veremiyordu. "Herkes gibi o-"

 

Douglasın cümlesini tamamlamasına izin vermeyen şey Keskinin elini sertçe masaya vurması ve karanlığı yuva edinmiş kara gözleriyle ona bakması sebep olmuştu.

 

"O herkes değil." Dedi sertçe Keskin. "Ondan, karımdan, bir yabancıdan bahseder gibi bahsetme." Gözünün önüne kırgın bakan çam yeşilleri geldi. "Herkes sandığın o kadın belki de her şeyimdir." Kimsenin ona saygısızlık yapmasına izin veremezdi. Karşısındaki kim olursa olsun bahsettikleri karısıydı ve o karısına saygı duymaz, koruyup kollamazsa hiç kimse karısına saygı duymazdı. Bütün gözler zaten üzerindeyken onu iyice açık hedef haline getiremezdi. "Bu yüzden, karımdan bahsederken üslubuna dikkat et ki, dikkat edecek hale getirmeyeyim seni."

 

Douglas gördüğü tavır karşısında şaşırmadan edemezken Sarp tek kelime edemiyordu.

 

Eyvallah dercesine başını salladı Douglas. Oturduğu yerde gerilirken içinde baş gösteren kinin sebebi İzgi Kara Alacahanaydı.

 

O kadına güvenmiyordu.

 

Hiçbir zaman da güvenmeyecekti.

 

Mecliste ki herkes çok iyi bilirdi ki bir Kara kadınından her şey beklenirdi.

 

Hele ki bu kadın, Aliye Karanın kızıysa ondan her şey beklenirdi.

 

Sadece dostunun bunu görmezden gelmesine katlanamıyordu.

 

İzgi Kara Alacahan belki annesini hiç tanımamıştı ama annesine ne kadar benzediğinin de farkında değildi.

 

Göründüğü gibi bir kadın olmadığının herkes farkındaydı.

 

İzgi Kara Alacahanın, zekası hafife alınamayacak kadar tehlikeliydi ama onun da unuttuğu bir şey vardı.

 

Karşısında ki kocasından ziyade, Keskin Ardıç Alacahandı ve kendini en güvenli hissettiği o anlarda maskesini alaşağı ederdi.

 

Douglas bundan adı gibi emindi.

 

Odanın kapısı tıklatıldığında, Keskinin, "Gel." komutunu vermesiyle İdil elinde bir zarfla içeriye girdi.

 

"Beyler," dedi şuh bir sesle. "Hangi rüzgar attı sizi buraya?" Tekli koltuklardan birine otururken elinde tuttuğu zarfı Keskine uzatmış, kızıl saçlarını geriye doğru atmıştı.

 

"İz hanım şu anda bir alışveriş merkezinde," diyerek söze başladı. "Yanında bir oğlan çocuğuyla birlikte bütün gününü geçirdi. Şu anda da sinema salonunda çizgi film izliyorlar."

 

"Çizgi film mi?" Dedi Sarp şaşkınlıkla.

 

"Çocuk için izlediğine bahse girerim." Dedi Douglas. "Ne zaman Lilyi görmeye gitsem ya aksiyon ya da dram yüklü filimler izliyordu."

 

Keskin elinde ki zarftaki fotoğraflara baktıkça çattığı kaşları yumuşadı. Bir fotoğrafta karısı ve Uraz, atlı karıncada gülümsüyorlardı. Bir fotoğrafta çarpışan arabalardaydılar ve İzin köşeden yüzünde kocaman bir gülümseme ile Urazı izlediğini gördü. Bir fotoğrafta Urazın beresini ve üzerini düzeltiyordu. Diğerinde ise Avm'ye girip bilet alıyorlardı.

 

"Güvenliğinden emin misin?" Diye sordu bakışlarını fotoğraflardan çekmeden. "Bir sorun çıkmayacağından emin misin İdil?"

 

"Hiçbir zaman kendisinin güvenliğinden emin olamam Keskin." Kaşları çatıldı. "Bizi etrafında görmek istemediği için sürekli bir yerlere kaybolup duruyor. Az önce sırf yanından ayrılmasınlar diye korumaların hepsini normal bir insan gibi giydirip o çizgi filime soktum." Douglas ve Sarpın kahkahası yankılandı içeride. "Ne halde olduğumuzu görebiliyor musun?"

 

"Sefasına razıysanız, cefasını da mecbur çekeceksiniz." dedi Sarp.

 

Koltuğunda geriye yaslanırken onaylarcasına baktı Keskin.

 

Odanın kapısı tekrar açıldığında güzeller güzeli kız kardeşi odanın içinde belirdi. Yüzünde güzel bir gülümseme hakimken, "Abi?" Dedi. Sarı saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmış, beyaz tenini aydınlık tutan sade bir makyajla yetinmişti. Üzerindeki beyaz elbise ona çok yakışmıştı.

 

"Hangi rüzgar attı seni buraya?" Diye sordu merakla Keskin. Şirkete pek uğramazdı. Genelde Meclisteki kadınları dize getirmekle uğraşırdı.

 

Aylinin gözleri odadakilerde gezindiğinde, "Bizi yalnız bırakın." Dedi Keskin düz bir tonda. Kimse ikiletmeden yerinden ayaklandığında kısa süre içinde odayı terk ettiler.

 

"Anlat bakalım küçük hanım?" Dedi göz kırparak. "Yine ne oldu?"

 

Aylin abisinin karşısındaki koltuğa kurulurken, "Babaannem yüzüğü ve kolyeyi sordu." Dedi imayla. Seneler evvel abisi her ne hikmetse dedesinden alie yadigarı yüzüğü de kolyeyi de almıştı. Ne yapmıştı hiçbir fikri yoktu. Babaannesi konuyu açınca aklına gelmişti.

 

Keskin, o yüzüğü de kolyeyi de İzgiyi gördükten aylar sonra dedesinden almıştı. Emanet niyetine taşıyordu yanında. Aile yadigarları olan yüzüğü de kolyeyi de babaannesinden önce davranarak almıştı dedesinden.

 

"Hangi Sevda seni kapıma getirdiyse, bu yüzükte kolye de onun hakkıdır. Benim sana bir sözüm vardı. Bir gün yüreğine düşenden emin olursan çal kapımı vereceğim sana yadigarımı diye. Sen çaldın bende geri çevirmedim evlat. Dilerim rabbimden o da seni geri çevirmesin." Demişti dedesi. "Bu hayatta evlat tek gayen sevdiğinin yüreğinin senden razı olması olsun. Aksi halde içinde büyüyen o sevdayla baş başa kalır, delirirsin." Diye öğüt vermişti.

 

"Ee?" Dedi sadede gel dercesine. Dedesinin zihninde yankılanan sözleri göğüs kafesini sıkıştırdı. Kaburgalarının altında saklı kalan kalbi sertçe tekledi.

 

"Sevdalanmak güzeldir evlat. Ama kara sevda delirtir. Sakın ha o bataklığa düşme, kimse çekip çıkarmaz seni. Sende çıkamazsın. Daha çok dibe batmak, saplanmak istersin."

 

"İze verecekti." Dedi Aylin. "Sonra dedemin sana verdiği aklına gelince sorup durdu işte. Yüzüğü İze verdin mi vermedin mi diye merak ediyor?" Dedi sorgu dolu bir sesle.

 

"Henüz vermedim." Dedi gayet sakin bir şekilde. Aylinin kaşları çatıldı. Kalbinde huzursuz bir his peydah oldu.

 

"Neden?" Diye sordu. "Onu seviyorsun. Sevmekten öte ona aşıksın!" Dedi anlam veremiyormuş gibi. "Sen değil misin, Funda'yla nişanı atıp İzle evlenmek için Meclisi öne süren?"

 

"Vakti değil Aylin." Dedi sükunetle. Aylinin gözleri abisinin kuzguni kara harelerine saplandı. "Henüz vakti değil."

 

...

 

Bembeyaz avuçlarımın ötesindeki saydam ruhuma düşen uğursuz kan rengini görebiliyordum. Avucumda bu sabahki kesiğin bıraktığı derin bir yara izi vardı. Bu yara ruhumdaki sahipsiz yaraya gebeydi.

 

 

O kesik açıldığında canım ne kadar çok yandıysa sızısı kendini her hatırlattığında ruhum daha çok kanıyordu.

 

"Benim sarmama izin verdin ama?" Dedim merakla. İçimi saran o his kalbimi burktu. Ruhumda garip bir ifade peydah oldu.

 

Yüzü kulağıma doğru yaklaştı ve nefesi saçlarımın arasına karıştığında diken üstünde durdum. "Sen kimse değilsin." Diyen tok ve erkeksi sesi vurgun yemiş gibi kalakalmama sebep oldu.

 

Tok, kalın ve erkeksi sesi dün geceden beri zihnimden silinmemiş, uyutmamıştı.

 

Aklımı karıştırıyor, dengemi şaşırtıyordu. Ruhuma dokunan, buz tutmuş kalbimi pamuk ipliğiyle çözen bu adamın bana hissettirdiklerinden kaçmak istiyordum.

 

Yaranın üstü kapanır, sızısı dinmez.

 

Derin bir iç geçirdiğinde aldığım nefes ciğerlerimi sıkıştırdı.

 

İçinde bulunduğum sinema solunu, karanlıktan ibaretken, içeriyi aydınlatan tek şey dev ekrandaki çizgi filimdi. Uraz, hemen yanımda ki koltukta başını koluma yaslamış mısırlarından yerken bakışlarını ekrandan çekmiyordu. Lunaparka gitmiş, bol bol fotoğraf çekilmiş, eğlenmiş, sinema salonuna gelmiştik ve filmden sonrada yemek yiyecektik.

 

Ekranda Rafadan Tayfanın görüntüsü oynarken uykum geliyordu. Arada bir dalıp daha sonra tekrar uyanıyordum.

 

Sinanla Zeynebin kavgasından etkilenmemesi için onu buraya getirmiştim. Her ne kadar kafasını dağıtmaya çalışsam da eve gidip anne ve babasının yüzüne baktığında o kavgayı hatırlayacaktı.

 

Benimle geçirdiği güzel anıları değil.

 

"Ya Allah Kahretsin!" Diye bağırdı Zeynep avaz avaz. Salonda otururken yukarıdan bir anda yükselen sesler yerimden doğrulmama sebep oldu. "Sadece sevdim seni ya! Sadece sevdim! Senden de beni sevmeni bekledim! On iki sene oldu Sinan!" Diye bağırdı boğazı yırtılırcasına.

 

Zeynebin yüreğine düşen acı benim içimi yaktı. Oturduğum yerde onun acısıyla ezildim.

 

"Ben sana söyledim!" Dediğini duydum Sinanın öfkeyle. "Ben sana benden seni sevmemi bekleme dedim sana! Benim hayatımda bir kadın var! Yokken bile var olacak bir kadın!"

 

Bir bilseydi. Zeynebi nasıl mahvettiğini, paramparça ettiğini bir bilseydi yine yapar mıydı böyle? "Mecbur olmasaydım evlenir miydim seninle!"

 

Gözlerimi yumdum sıkı sıkı. Beni bile inciten sözleri kardeşim dediğim kadını mahvetmiştir kesin.

 

Aydınlığın yerini yavaş yavaş karanlığa bıraktığı bu gece de bir adam bir kadını sözleriyle vurdu. Zeynebin sol yanının katili Sinandı.

 

"O zaman ümit vermeyecektin! Ben her o eşikten dışarıya adımımı attığımda önümde kapı duvar olup gitme demeyecektin! Ben sana söyledim Sinan! Mecbur değilsin dedim!" Dedi ağlaya ağlaya. Göğüs kafesimi sıkıştıran o histen daha fazlası vardı Zeynep'te. "Ben bilseydim... Ben bilseydim sol yanımın katilinin sen olacağını yemin ederim ki o deftere o imzayı asla atmazdım!"

 

"Ben seni hiçbir şeye zorlamadım."

 

"Kalmaya zorladın." Dedi hayal kırıklığını benim bile hissettiğim sesiyle. "Gitmememe izin vermedin!"

 

"Zeynep." Dedi Sinan. Haklılığı karşısında tek kelime edemiyordu şimdi.

 

"Bir gün senden öyle bir gideceğim ki bu sefer engel olamayacaksın!" Dedi yemin eder gibi. "Bazı gidişlerin dönüşü yoktur Sinan. Ben de gittiğim yere geri dönmem zaten. Ama umarım ben senden gittiğimde senin için çok geç olmaz."

 

Zihnimin sabaha sürüklendiği anılar içimi sıkıştırdı. Parmaklarım yatıştırmak istercesine Urazın saçlarında gezindi.

 

Yarım saati daha bu şekilde devirdiğimde , filimin sonunda bitmesiyle yan tarafımda ki Urazı buldu bakışlarım ve kolumun üzerine yattığını gördüm. Öylesine masum ve derin uyuyordu ki uyandırmaya kıyamadım.

 

Yavaş ve dikkatlice onu kucağıma alırken, kısa bir an gözümün önü karardığı için sendelendim ama toparladım. Çantamı da aldığımda Uraz kucağımda homurdandı.

 

Çıkışa doğru ilerlerken kucağımda saçlarını okşadım. "Uyu bebeğim," dedim. "Uyu da büyü bakalım." Gerilen vücudu, sesimi işitmesiyle gevşedi. Kucağıma sindi.

 

Sinema salonunda çıktığımda gözümü alan ışıklar yüzünden bakışlarım kısıldı. Adımlarım asansörü bulduğunda düğmeye bastım ve beklemeye başladım. Hemen arkamda dikilen iki genç adama kısa bir bakış attıktan sonra gelen asansöre bindim.

 

AVM' den çıkar çıkmaz suratıma çarpan buz gibi soğuk ürpermeme sebep olurken kucağımda ki Uraza sıkı sıkı sarındım üşümemesi için.

 

"İz hanım?" Yanıma gelen Devrime baktım. Kollarını bana doğru uzatırken, "Yardımcı olayım." Dedi.

 

Onunla ne kadar az muhabbet edersem o kadar iyidi.

 

Kısa bir an tereddütte kalsam da Urazı onun kollarının arasına bıraktım ve elinde tuttuğu şalı sıkıca onun üzerine sardım.

 

"Sinan'a mı gideceksin yine?" Diye sordu.

 

"Evet." Dedim düz bir sesle.

 

"Zeynep nasıl?" Diye sordu bu kez. "Hamileliği riskliymiş."

 

Bıkkın bir nefes verdim. "Bunları bana neden soruyorsun Devrim?" Dedim. "Sinan zaten anlatmıştır sana."

 

"Konuşmaya çalışıyorum." Dedi bakışlarını üzerimden çekmeden.

 

Ben de konuşuyordum seninle. Karşımda bir duvar olsa çatlar, çatlaklardan sızan kor kızıl kan olurdu.

 

Sen beni duymadın. Dinlemedin.

 

"Ama ben seninle konuşmak istemiyorum." Diyerek kestirip attım. Üç yıl sonra bana ne dese boştu. Bende yeri yoktu artık. Nerede kalmıştı bu araba?

 

"Bu kadar mı nefret ediyorsun benden?" Diye sordu. "Bu kadar mı geçtin benden? Benimle konuşmak bile istemeyecek kadar mı nefretin?"

 

"Senden nefret etmiyorum." Dedim buz gibi bir sesle. "Senden nefret etmem için bir nedene ihtiyaç duymam gerekir ve Devrim inan bana nefret bile edemeyeceğim kadar yoksun içimde. Nefretimi bile hak etmeyecek kadar yoksun." Derin bir nefes aldım. "Hala neden çabalıyorsun? Arkana bile bakmadan bırakıp gittiğin bir kadın için bu çaba neden?"

 

"Geçemiyorum," diye yakardı. "Ben senden geçemiyorum İz." Dedi. Yutkunamadım. "Ben senden nasıl geçerim? Ben senden, bana sığınak olan kadından nasıl geçerim bilmiyorum İz."dedi. "İz," dedi bir kez daha. "Sen benim yuvamdın.." Yutkunamadım. "Yuvadan nasıl gidilir bilmiyorum ben." Bir nefes çekti ciğerlerine. Çektiği nefeste boğuldu sanki. Kahveleri dalgalandı. "Asıl sen söyle? Sen nasıl geçebildin benden, bizden?" Nasıl vazgeçtin der gibiydi. "Ölesiye değil miydi?" Diye sordu. "Ölesiye değil miydik?" Sesi çaresizliği kendine gebe edinmişti.

 

"Ama gittin." Dedim acımasızca. "Sen benden gittin, ben de senden geçtim." Acı, göğüs kafesimde kendine yer edindi. "Ölesiye değilmiş demekki. Yanılmışım." Kahveleri bana bakakaldı.

 

Sözlerim birer kurşun olup yüreğini deldi. Kahveleri acı bir hale büründü.

 

Hayal kırıklığı en derinlerimde kendine yer edinmişti.

 

Ben onu sevmiştim.

 

O beni sevmişti. Tek fark o hala beni seviyordu.

Sözünü tutuyordu ve benden ölesiye de olsa geçmiyordu.

 

Ama ben ondan geçeli çok olmuştu.

 

Bir daha da dönmeye niyetim yoktu.

 

"İz," dedi. "Biz... Yeniden başlayamaz mıyız? Olmaz mı bizden bir daha?" Bakışları umut doluydu.

 

"Olmaz." Dedim. Karşımda dağ gibi dikilen o adam yıkıldı sanki. Omuzları çöktü.

 

Sayısız göreve çıkmış, omuzlarında kilolarca çanta taşımış kan kusmuştu belki ama o dik omuzları bana geldiğinde hep çöker, karşımda bir çocuk gibi boynunu bükerdi.

 

Oyun arkadaşımı kaybedeli üç yıl olmuştu. Ne kadar ararsam arayayım bulamamıştım.

 

Bende vazgeçtim.

 

Bakışlarını kaçırdı.

 

Avmnin önüne yaklaşan arabaya döndü bakışlarım. Kaşlarım çatılmadan edemezken onun burada ne işi olduğunu sorguladım kendi içimde. Arabası önümde durduğunda sürücü kapısı açıldı ve heybetli cüssesi dışarı çıktı. Güneş gözlüğünü çekip çıkardığında yorgun bakan gözlerini fark ettim.

 

Hiç uymamış mıydı?

 

Ağır adımlarla bana doğru yaklaşırken Urazı, Devrimin kucağından dikkatlice aldım.

 

Kısa sürede, karşımda dikildiğinde katran karası bakışları üzerimdeydi.

 

"Ne işin var senin burada?" Dedim tersçe. Bakışları Devrimi bulduğunda, Devrim yanımızdan ayrılmak zorunda kalmıştı.

 

"Karımı almaya geldim." Dediğinde dürüstlüğü kalbimin terlemesine sebep oldu. "Seni eve ben bırakmak istedim." Dedi düz bir sesle. "Biraz da konuşuruz diye düşündüm."

 

Aramızdaki o pamuk ipliği bir düğüm daha attı. Buz tutmuş kalbimi bir kez daha sardı.

 

Gözlerimde kalbim kadar soğuk bakıyor muydu? Ya da bedenim ruhum kadar kül ve yanık kokuyor muydu?

 

Ben neden senden bir adım uzağa gidemiyorum Alacahan?

 

"Konuşacak bir şey yok." Dedim sertçe. Kalbimi sarıp sarmalayan o garip histen kurtulmak istedim. Mideme o garip hissin bit benzeri oturdu. Ne kadar yutkunsamda o his geçmedi.

 

"İzgi," dedi sıkıntıyla. "Sınama beni." Bakışlarım kısıldığında onun da bakışları kucağımda ki Uraza düşmüştü. "Üşümesin daha fazla çocuk, hadi geç arabaya."

 

Sıkıntılı bir nefes alırken, "Of!" Demiştim. Arabaya doğru ilerledim. Kapımı benim için açtı. "Of yani!" Dedim Urazı arka tarafa bırakıp yolcu koltuğuna yerleşirken dudaklarının belli belirsiz kıvrıldığını gördüm.

 

Arabayı çalıştırdığında birlikte AVM'nin önünden ayrıldık. İkimizden de ses çıkmazken istemsizce gergindim. Sahile yakın bir yerde arabayı durduğunda klimaları kapatmadan arandan indi ve bende hemen arkasından inerken Urazın üzerine attığım şalı düzeltip aşağıya indim.

 

Sanırım konuşmak istiyordu.

 

Buz gibi soğuk tenime çarptığında istemsizce irkildim. Kollarımı göğüsümde birleştirirken karşımda dikilen adama baktım.

 

"Boşanma evraklarını imzalamamışsın." Dedim düz bir sesle. Kasım ayının yakıcı soğuğu, buz tutmuş kalbimi daha çok üşütüyordu.

 

Üzerime çakmak dahi çakılsa, o soğukluğu içimden kimse söküp alamazdı.

 

"Senden boşanmayacağım." Dedi kendinden emin bir sesle. "O davayı da boşuna açtın zaten. İkimizde çok iyi biliyoruz ki ne sen benden gidebilirsin ne de ben senden." Kollarımın arasına sakladığım tırnaklarım avuçlarıma baskı uyguladı.

 

"Bana inanmadın." Dedim kırık bir sesle. İkimizi birbirine çeken bir şeyler olduğu doğruydu. Henüz bir ayını tamamlaya yakın bir evlilikti güvensizliklerin olması normaldi ama sorgulamadan o kadar insanın içinde yaptığı şeyde doğru değildi.

 

"Hayatımın hatasıydı." Dedi kalın ve tok bir sesle. Kara gözlerini mesken edilen ifadenin arkasına gizlenmiş olan pişmanlığı görebiliyordum.

 

Boğazıma oturan yumru yutkunmamı engelledi. "Bana inanmayan bir adamın karısı olarak bu hayata devam etmek istemiyorum." Dedim kesin bir dille.

 

"İzgi." Dedi, iç geçirerek.

 

"İstemiyorum Keskin," dedim sıkıntıyla. "Yoruldum. Kendimi açıklamaktan, diken üstünde yaşamaktan. Çoğu şeye mecbur bırakılmaktan, kendimi inandırmaya çabalamaktan yoruldum."

 

Her şeye bir cevabı olan ben, haklı olduğum halde ağzımı bile açamadım o gün.

 

Kendimi anlatmama izin bile vermemişti.

 

Herkes gibi oda sırtını bana dönmüş beni dinlememeyi seçmişti.

 

Bir kez daha haksızlığa uğramanın etkisi yüzüme tokat gibi çarptı.

 

Anlaşılamamak, söylediklerimin umursanmaması o kadar ağırımı gitti ki uğradığım haksızlığın acısı bir enkaz gibi devrildi üzerime. Beni o enkazın altından hiç kimse çıkaramazdı. O bile.

 

"Biliyorum," bana doğru bir adım attı. "Ne kadar kırıldığını, incindiğini, yorulduğunu görebiliyorum ama beni de anla. Orta da hiçbir şey yokken suçlamadım ben seni. Elimde onunla görüştüğüne dair fotoğraflar, telefon kayıtları, öncesinde Silvanın beni kışkırtması ve bunu yapanın sen olduğunu öne sürmesi... Yaptığımın affı yok belki senin nezdinde ama bir de benim tarafımdan bak olaya. Sen olsan ne düşünürdün?"

 

Sessiz kaldım.

 

Kelimeler zihnimde belirip kaybolduğunda ne söyleyeceğimi bilemedim.

 

O da kendince haklıydı. Ama bu kırgınlığımın geçemesine sebep olarak gösterilemezdi. Ona ihanet etmediğimi söylerken bile aslında ona ihanet ediyordum. Yalan söylüyordum ve bu adamın karşıma geçmiş hatasını kabul ettiğini söyleyerek bir nevi af dilemesi yüreğime dokunuyordu.

 

"Her şey seni gösterirken ve bunun senin yapmadığına dair bir kanıt ortada yokken başka bir şey düşünemezdim." Dedi. "Annen hakkında sana yalan söylediğimi düşünüp onunla iş birliği yaptığını sandım. Üstüne bir de İdil, New York'ta senin adına bir ev aldığını aynı zaman da aynı tarihteki uçak biletleriniz... Mezarlığa gittim dediğin halde telefon sinyalinin onun evinden çıkmış olması ister istemez seni suçlamaya itti beni." Derin bir nefes aldım. "Sana içten içe inanmak istesem de o an için bu mümkün değildi." Haklıydı.

 

Yine haklıydı ve söyleyecek bir şey bulamıyordum.

 

"Biraz düşünmek istiyorum Keskin," diye mırıldandım. Gözlerinde umut yeşerdi. "Bir süre daha yalnız kalsam iyi olacak."

 

"Ne zaman çağırırsan kapında olacağım." Dedi tok bir sesle. Ceketini çıkarırken üzerinde sadece beyaz gömleğiyle kaldı. "Ne zaman ararsan açacağım." Ceketini yavaşça omuzlarıma bırakırken gözleri gözlerimdeydi. "Bekleyeceğim İzgi."

 

Buruk bir tebessüm yer edindi dudaklarımda.

 

"Kabul etmezsem?" Dedim merakla ona doğru dönerken. Katran karası gözleri yeşil gözlerime mühürlendi. "Ya o kapıyı sana açmazsam?"

 

"Bana kırgın olmana rağmen, gözlerin farklı bir şekilde bakarken bu söylediklerine inanasım gelmiyor hiç." Dedi belli belirsiz. Başını salladığında, "Ama sorun değil. Sen geleceksen eğer ben beklerim o kapının dışında." Dediğinde hasta kalbimin atışları hızlandı.

 

Göğüs kafesimdeki ölü kelebekler bir bir kanatlandı.

 

O kuyunun dibindeki kız çocuğu bile umutla başını göğe kaldırdı.

 

"Beni artık eve bırakır mısın?" Diye sordum. "Zeynep merak etmiştir. Urazda yatağına yatsa iyi olacak." Derken gözlerim arka tarafta mışıl mışıl uyuyan Urazı bulmuştu.

 

Başını hay hay dercesine sallarken birlikte tekrar arabaya bindik. Yol boyunca aramızda süren sessizlik yine baş gösterdi. Keskin kucağında Urazla birlikte eve girerken ses çıkarmamaya çalışıyordum. Topuklu ayakkabılarımı çıkarıp bir köşeye yavaşça bırakırken hemen arkamdan geliyordu.

 

"Neden öyle yürüyorsun?" Diye sordu merakla.

 

"Şşt!" Diye kızdım. Parmak uçlarımda yürüdüğüm için bu ona garip gelmişti. "Zeynep'le, Sinan uyuyordur şimdi uyandırmay-" diyecektim ki koridorun ışıkları bir anda açıldı ve elinde tuttuğu, içi çikolata kaplı çilek dolu kaseyle Zeynep karşımda belirdi.

 

Bakışları ikimiz arasında gidip gelirken dudaklarımı yakalanmanın verdiği hisle gergince dişledim.

 

"Merhaba," dedi Zeynep yumuşacık bir sesle. O da bir anda bizi gördüğünde şaşırmış olmalı ki gözleri kocaman açılmıştı."Zeynep ben." Elini ona doğru uzattı hiç yadırgamadan.

 

Keskinin bakışları kısa bir süre beni bulduğunda Zeynebi bekletmedi. "Memnun oldum," dedi, uzattığı elini sıkarak.. "Keskin bende. İzginin eşiyim." Zeynebin dudaklarında bir tebessüm açarken heyecanla ona bakmıştı. Onunla tanışmayı başından beri çok istiyordu.

 

Tip tip Keskine baktım. Söylemese olmuyordu yani!

 

"Aaa öyle mi?" Dedi Zeynep. Sanki tanımıyormuş gibi yapması yok mu. "İz bahsetmişti aslında senden ama tanışmak nasip olmamıştı tabii." Yandan yandan onu cimciklerken suratı buruşmuş ne dercesine bana bakmıştı.

 

"Bahsetti demek..." dedi eğlenen bir sesle. Bakışları üzerimde gidip geldi. Ne? Dercesine baktım ona. Beni umursamadan önüne döndüğünde dudaklarında hala gizli bir tebessüm hakimdi.

 

"Alayım ben Urazı," Keskin Zeyneb'e vermek için hareketlendi. "Zahmet oldu sana da."

 

"Alma Zeynep," dedim hızla. "Ağır Uraz. Hamile haline ne yapıyorsun Allah aşkına?" Dedim. Keskin Urazı vermekten vazgeçince Zeynep omuz silkmişti. Kaşlarımı çattım.

 

Bakışları tekrar Keskini buldu. "Kal istersen bu gece burada. Geç oldu. Gitme boşuna eve kadar." Dedi. NE?

 

"Rahatsızlık vermeyeyim ben şimdi," bakışları bana döndü. "Başka sefere artık." Dedi reddederek.

 

"Aaa, olmaz." Dedi Zeynep. Neye olmazdı? "Gelmişsin o kadar hayatta bırakmam. Hem İzin yanında kalırsın. Sinanda yok zaten bu gece." Diye devam etti. Ona sen ne saçmalıyorsun dercesine baktım.

 

"Fena fikir değilmiş." Dedi bakışlarını üzerimden çekmeden. Ona kötü kötü baktım. "Olur," dedi. Şaşkınlıkla ona baktım. "Kalırım."

 

Zeynep, sevinçle sırıttı.

 

Gözlerimi devirdim. Bu da dünden razıydı.

 

Zeynep, Keskine, Urazın odasını gösterirken bende peşlerine takılmıştım. Keskin, Urazı yatağına yatırdıktan sonra odadan çıktı ve yanıma geldi.

 

"Bu taraftan." Dedim huysuz huysuz. Ona arkamı döndüğümde oda hemen arkamdaydı. Birlikte benim odama girdiğimizde, Zeynep Sinanın pijamalarından getirmişti. Ben banyoda üzerimi değiştirdikten sonra o da Sinan'a ait olan siyah bir eşofman ve siyah bir tişört giymişti. Eşofman bol olduğu için tam oturmuştu ama tişört dardı ve sıktığı belliydi.

 

İki parmağı sürekli yakasını çekiştirip dururken homurdanıyordu. O tişörte sığabilmesi bile mucizeydi zaten.

 

"Çıkar istersen," dedim yatağa girerken. "Sıktı baya tişört. Rahat edemezsin gece onunla." Bunu bekliyormuş gibi bana baktığında tişörtü ensesinden tutup çekip çıkardığında bakışlarımı hızla çektim üzerinden.

 

Koca bir yastığı aramıza koyarken kaşları çatılmış ne yapıyorsun dercesine bana bakmıştı.

 

İz! O adonisler, baklavalar, pazılar ne?! Bizi bunlardan mahrum mu bıraktın gerçekten?!

 

Yutkunmadan edemezken gözlerimi gözlerinde sabit tutmaya çalıştım.

 

"Ya yerde yatarsın ya da bu şekilde yatarsın." Dedim düz bir sesle. Kaşları havalandı. "Sen karar ver."

 

"He öyle diyorsun yani küçük hanım?" Sesinde ki tınıyı çözemedim ama dudaklarına yerleşen tebessüm hayra alamet değildi.

 

"He, öyle diyorum Keskin?!" Dudakları belli belirsiz kıvrıldığında sol tarafa çöktü ve kuruldu. "Bir mahsuru mu vardı?" Dedim iğneleyici bir tonda.

 

Sessiz kalırken göz kapakları ağır ağır örttü gözlerini ve kolunu başının arkasına sıkıştırırken gerilen kol kasları nefesimin kesilmesine sebep oldu. İçten içe kendime söverek sırtımı ona dönerken, saatlerce yatakta dönüp durdum ve en son sanırım saat üç gibi uykuya daldım. Zihnim tamamen kendini uykunun kollarına atmamışken, henüz tam olarak dalamadığım uykunun kolları arasından belime sarılan kollar çekip çıkardı beni. Aramızda ki yastık yavaşça çekildiğinde, koca bedeni arkamda, yüzü saçlarımın arasında yer aldı. Kokusu buram buram içime dolarken, kesik kesik soludum istemsizce. Kolları iyice belimi sarıp sarmaladığında, başı boynumla saçlarım arasında yer aldı bu sefer.

 

"Ne yapıyorsun?" Dedim uyku mahrumluğu sesimle.

 

"Uyuyorum." Dedi boğuk bir sesle. "Sana da tavsiye ederim."

 

Parmaklarım belinde ki ellerini itmek için harekete geçtiğinde, "Bir haftadır adam akıllı uyuyamadım." Dediğinde hareketlerim durdu. "Evde kaldığın o günlerde aynı yatağı paylaştığımız için kokun sinmiş yastıklara, yanımda, yatağımda da olmayınca yadırgadım." Kaskatı kesildim. Böyle bir şey söylemesini beklemiyordum. "Ne yapayım? Alışkanlık olmuş herhalde." Diye geveledi.

 

"Ne demek istiyorsun?" Dedim kuru bir sesle.

 

"Sensiz uyuyamıyorum." Diyerek beni dumura uğrattı. Kaburgalarımın altında saklı kalan kalbim sertçe teklediğinde, göğüs kafesimdeki cansız kelebekler bir bir kanatlandı. İçime bahar doldu.

 

Bütün gece sözlerinin etkisi yüzünden uyuyamazken o benim aksime kesintisiz bir uyku çekti.

 

Beni bir bilinmezliğin içinde, kafa karşılığıyla bir başıma bıraktı.

 

EN ALTTAKİ AÇIKLAMAYI OKUYUN LÜTFEN!!!

 

Bölüm sonu.

 

Lütfen oy ve yorum yapmayı unutmayın!

 

Altta bir yerlerde bir yıldız olacaktı! Ona basmayı sakın unutmayın!

 

Teşekkürler.

Loading...
0%