@umay_6
|
Hellooo! AYT' den sonra hızımı alamadım. LSMDLDKDMDMNDND. Orada yazamayıp vakit kaybedince eve gelince kalan vaktimi sizin için değerlendirdim.
Bu arada bazı bölümlere sahne eklemesi yapıldı. Kitap hala tamamen düzenlenmedi. Düzenlememe aşamasında. O yüzden mantık hatalarını şimdilik görmezden gelin canlarım.
Hadi bay! Ben kaçtım.
Karanlığın içinde kaybolmayı seviyorum. Gizlenmeyi, yüreklere korku salmayı ve acımasız olmayı.
İçinde bulunduğum durumda boğazıma sarılan hayali ellerin onun narin, bembeyaz ellerine ait olduğunu biliyordum. Nefesimi kesende onun elleriydi.
Tıpkı ihanetin kanlı hançerine sırtıma saplayanın da onun ellerinin olması gibi.
Bir kadın tanıdım.
O kadını tanıdığım gün hayatımın seyrinden kaydığı ve benim yolumu şaşırdığım gündü.
Yanımdaysa karanlığımı aydınlatır, kaybolduğum sokakta pusulam olur, bana yol gösterirdi.
Şimdi o yoktu ve ben kaybolmuştum.
Ruhum iki yıldır kayıplardaydı. Evini, yuvasını arıyordu. Lakin bulamıyordu. Aradığı bir çift çam yeşiliydi ama bir türlü bulamıyordu.
Kaybolduğum yerden aydınlığa çıkamıyordum. Teninde can bulduğum, gülüşünde yaşamı tattığım kadın artık yoktu.
Bir kadın tanıdım. Çam yeşili gözleri olan. Gülüşü ömrüme ömür katan.
Bir kadın tanıdım yine. Cennetin yansımasından ibaret olan ama aslında cehennemi yaşatan. Bana azap olan.
Her gün ölüyorum. İhanetin omuzlarıma yüklediği ağırlık ruhumu kanatıyordu. Bildiğim ama görmezden geldiğim şeyin acısını göğüsümde taşıyordum.
"Keskin?" Kulaklarıma sızan naif ve tok sesin sahibine çevirdim gözlerimi. Kara gözlerim her bir çift gözle buluştuğunda o gözlerin onun gözlerinin olmasının umuduyla dolup taşıyordu her gün.
İzgi ne yaparsa yapsın onu sevmek çok ağırdı. Yaptığını kabullenememek, konduramamak çok ağırdı.
İzgi artık yoku ve ben ne yapacağımı bilmiyordum.
Kara gözlerim avukatımın ela hareleriyle buluştuğunda içimi kaplayan kasvet yerli yerindeydi.
Bir çift çam yeşiline ihtiyacım vardı. İçimdeki kasveti dağıtması için. Beni bu karanlıktan çıkarması için. Kaybettiğim ruhumu bana geri verebilmesi için.
Bana ihtiyacın olduğu her anda yanındaydım. Ama sen hiçbirinde yoktun.
Ela gözleri kırıldığında merakla bana baktı.
Helin Arkan.
Meclise çalışan sadık avukatlardan biriydi. Sevdiğim kadının beni mahkum ettiği müebbetten beni kurtaran kişiydi. Eğer zamanında istihbaratla iş birliği yapıp yıllar evvel Aliye hanımın FBI verdiği nükleer silahın formülünün ve silahın nasıl imha edileceğinin bilgisini istihbarata vermeseydim belki de şu anda parmaklıklar ardında olurdum.
Bir kopyası olmayan formülü, Babamın ve Dedemin ölmeden evvel bıraktığı defteri sayesinde yeniden yazmış ve imhasının formülünü gerçekleştirmiştim.
Yoksa İzginin mahkemeye sunduğu deliller dışarıda olmamı imkansız kılıyordu. İstihbaratla yaptığım iş birliği sayesinde ilk mahkemede salınmıştım.
Yıllar evvel annesinin başaramadığını başarmış, Mecliste iç karışıklığa sebep olmuştu.
Bütün üyeler tarafından verilen kesin kararla birlikte Liderliğim sorgulanmış ve tam bir sene Meclisi toparlamak için uğraşmıştım.
Kimse kendini gün birinde ipin ucunda bulmak istemiyordu. Meclisten ayrılmanın cezasının infazlarına sebep olacaklarını da.
Akıllı olanlar zaten beni karşılarına almamak gibi mantıklı davranmışlardı ama akılsızların bir mezarı bile yoktu şimdilerde.
İhaneti on altı Meclis üyesinin ölümüne sebep olmuştu. On altı aile yok edilmiş. Soyları kurutulmuş, sorumlu oldukları ülkeler yeni üyelere teslim edilmişti.
Şüphesiz ki İzgi kaçmak yerine mahkemede karşımda beni bitirmek için savaşıyor olsaydı İstihbaratın bile gücü beni aklamaya yetmezdi.
Ne kadar iyi bir Savcı olduğunu çoğu kez duymuştum. Her yerde adından söz ettirirdi. Adaletini gölgeleyen acımasızlığıyla bilinirdi.
Meslektaşlarının bile hayranlıkla anlattığı bir kadındı.
Türkiye Cumhuriyetininin en iyi cumhuriyet savcılarından birisi değildi.
İzgi Kara Alacahan. Türkiye Cumhuriyetinin en iyi ağır ceza savcısıydı.
Genç yaşata kendine çizdiği profil ve kariyerindeki başarılar takdir edilesiydi.
İstihbarat, yapılan anlaşma tatlı geldiği için normalde yapmaya kalkışsalar asla deviremeyecekleri karımın mesleğini karalamıştı.
Eğer öğrendiyse çok üzülmüştür. Kahrolmuştur.
Sarı saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdığında bu hareketi kısa bir anlığına gözlerimin önüne onun gelmesine sebep oldu.
Gözlerimi sıkıca yumup başımı iki yana doğru salladığımda öfkeyle bir soluk verdim.
Hak etmiyordu. Sevgimi hak etmiyordu.
"Ne düşünüyorsun?" Diye sordu merakla. Oturduğu kanepede rahatsızca kıpırdandığını fark ettim.
"Seni ilgilendirmez." Dedim kestirip atarcasına. Yüzüne yayılan şaşkınlığı an be an okudum. "Ondan haber var mı onu söyle sen bana?!" Dedim öfkeyle.
Şaşkınlığını yüzünden atarken, "Kimden?" Diye sordu bilmemezlikten gelir gibi. Bana olan ilgisini fark etmememek için kör olmak gerekiyordu.
İki yıka yakındır hayatımdaydı. Kendisi hayatımda olmasını istemediğim insanlardan biriydi.
Dizim üzerinde duran sağ elim yumruk halini aldığında, "Karımdan." Dedim net bir sesle. Ela harelerine yayılan kıskançlığı ve içine çektiği nefesi öfkeyle verdiğini gördüm.
"Eski karın." Dedi üzerine basa basa. "Boşanalı bir sene olacak neredeyse!" Dedi yükselen sesiyle, ikna olmamı istercesine.
"Damarıma basma Helin," dedim kan bürmüş gözlerimi üzerine dikerken dişlerimi birbirine bastırdım sertçe. "Sınırlarıma dahil olmaya kalkacak olursan kendini kapının dışında bulursun." Dedim ikaz edercesine. Sözlerimin onu kızdırdığını ve içindeki kıskançlığın giderek arttığını gördüm.
"Sana ihanet eden bir kadın için ne bu ısrar?" Dedi sırtını yasladığı kanepeden doğrulturken. "Niye her yerde köşe bucak arıyorsun onu? Sana ihanet eden, yalanlar söyleyen, arkandan iş çeviren bir kadın için ne bu ısrarın Keskin?!" Dedi isyan edercesine. "Merak ediyorum," dedi öfkeyle soluklanarak.
"Neyi?" Dedim öylesine sorulmuş gibi.
"Sana böyle bir kötülüğü yapan kadını hala neden bu kadar çok sevdiğini?" Dediğinde susmasını diledim. "İki yıldır yana yakıla neden onu aradığını?" Dedi sitemle. "Onu neden unutmak, geride bırakmak için bir kez olsun çabalamadığını?"
"Sözüm var," dedim birden bire. Kelimeler bağımsız bir şekilde dudaklarımın arasından dökülmüştü. "İki seneyi devirmiş bir söz."
"Unutmam." Demişti sertçe. Çehresine yerleşen kızgın ifade bir hayli şirin gözükmesine sebep olmuştu. "İnsan sevdiğini unutur mu hiç?" Dedim kızgın kızgın ona bakarak. "Sen unutur musun bilmem, ama ben seni asla unutmam." Dedi ters ters bakarak.
"Ciğerimi söküp alsalar içimden seni alamazlar. Delik deşik olurum belki ama senin içimdeki yerine kimse dokunamaz. Ben delireceğimi bilsem dahi unutamam seni." Dedim yemin eder gibi. "Kokusuna sığınanı, gülüşünde yaşam bulanı nasıl unuturum bilmiyorum ben. Ben unutmam seni. Unutamam."
"Alacahan sözü." Dedi bir anda, serçe parmağını bana doğru uzatırken.
Bir söz istiyordu benden. Çiğneyemeceğim bir söz.
Oysa bilmiyordu ki ben ona verdiğim her sözü tutardım.
Önemli olan o sözün kime verildiğiydi.
Gülümsedim ve serçe parmağımı serçe parmağına doladığımda , "Alacahan sözü." Dedim, onun gibi.
Altından kalkamadığım bir söz. Kalkmak istemediğim bir söz.
"Bir haber var mı?" Dedim merakla açtığım konuya geri dönerek. "Bir iz?" Diye sordum.
"Yok!" Dedi öfkeyle. Bu tavrı kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. "Umarım bir daha da karşımıza çıkmak gibi bir aptallık yapmaz!" Öfkeyle ona baktığımda konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ki salona yeni giren Aylin benden önce davrandı.
"Umarım," dedi kuru ve cansız sesiyle. Sarı saçları omuzlarına dökülürken beyaz teni hiç olmadığı kadar solgundu. Mavileri eski canlılığını, yüzü eski neşesini kaybetmişti. Kardeşimin ışığını söndürmüşlerdi. Bu iki yılda Aylin darmadağın olmuştu ve onu nasıl toparlayacağımı bilmiyordum. Mavilerini gözlerime diktiğinde içindeki kin ve nefret ona yönelikti. "Umarım gittiği yerden buraya geri dönmeye kalkıştığında oradan sağ çıkamaz!"
Sözleri sinirlenmeme sebep olurken, "Aylin!" Dedim sertçe. Hiddetle. Onun sebep olduğu şeyler yüzünden yaşadıklarımız Aylinin masumluğunu kaybetmesine sebep olmuştu.
Hayata, herkese, her şeye karşı kin ve öfke doluydu.
"Hala onu mu savunuyorsun?!" Dedi hayretle. "Hala mı abi ya!" Dedi isyanla. Mavilerine dolan yaşlar içimde kor bir ateşin başlamasına sebep oldu.
Aylin benim biriciğimdi. Üzlemesini istemiyordum ama onu üzmekten öteye de gidemiyordum.
Belki de iyi bir abi değildim.
"Babamız öldü bizim!" Diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Gözlerimi yumdum sıkıca. "Öldürüldü! Kimin yüzünden peki?! Sen bir kaç gün içeride kalmana rağmen bütün düşmanların üzerimize çullanmadı mı?!" Mahkum olduğum bu kabustan uyanmak istedim. "Sergen peki?" Dediğinde kalbim acıyla kasıldı. "Benim abimin neden eskisi gibi ayağa kalkamıyor abi?! Babam neden toprağın altında?! Annem niye kendini kaybetmiş, delirmenin eşiğine gelmiş durumda?!" Diye bağırdı avaz avaz. "Bak bana! Bana bak, Bana!" Dedi büyük bir isyanla. Gözlerimi istemeye istemeye açtığımda yaşların ıslattığı yüzüyle bana bakan küçük kızımı gördüm. "Senin savunduğun, her yerde yana yakıla aradığın o kadının eseri bunlar!" Dedi gerçekleri yüzüme vurarak. İhanet etseydi onun gibi, belki canım daha az yanardı. "Ailemiz dağıldı! Yetmedi kendi ailesinin paramparça olmasına sebep oldu!" Hatırladıklarıma içimdeki nefret katlanarak arttı. "Karalardan eser kaldı mı artık?! Söylesene!"
Atıf Kara, kızının yaptıkları yüzünden Meclisteki yerini kaybetmiş ve yine kızının sebep oldukları yüzünden olanlar infazına sebep olmuştu. Mert Kara, üzerine çullanan düşmanlarından ailesini korumak için yıllardır uğraşıyordu. Sahip olduğu güce yeniden kavuşmak için çok çabalamalıydı. Yaşananlar omuzlarına büyük bir yük değilmiş gibi karısıyla boşanmak zorunda kalmıştı.
Simay ve Egemen ise içinde bulunduğumuz karanlık dünyaya tamamen haps olmuşlardı.
Tertemiz çocuklar, kötülüğe mahkum olmuşlardı. Tertemiz ellerini kana bulamış, kirletmişlerdi.
Ablaları yüzünden.
Bütün bunların dışında Şebnem Karanın öfkesiyle herkesi yakacak türdendi. İzgiyi bulduğu ilk anda canını almaktan geri durmayacağını biliyordum. Bir nevi ona benzediği de bir gerçekti. Onu yalanlarla dolu bir hayata inandırmış, büyütmüştü. Hiçbir zaman ona duymadığı sevgiside yalandı. Şebnem hiçbir zaman onu sevmemişti. Sevmek zorunda kalmıştı. Çünkü ayağının kaymaması ve bir Kara olarak kalabilmesi için o evin göz bebeğine ihtiyacı vardı.
İzgiye.
Keşke şebnemin ihaneti ve yalanı sadece bundan ibaret olsaydı.
"Odana çık." Dedim itiraz kabul etmeyen bir sesle. Gözlerine yerleşen hayal kırıklığıyla, bana hayretle baktı. Dudaklarına acı bir tebessüm yerleşti.
"Keskin-"
"Sen karışma!" Dedim hiddetle. Yükselen sesim Helinin irkilmesine sebep oldu. "Senin üzerine vazife değil!" Dediğimde susmak zorunda kaldı. "İşini yap avukat." Dedim sertçe. "İşini yap." Dedim ikaz ederek. Gözlerim yeniden Aylini bulduğunda, "Sana odana çık dedim Aylin!"
Yutkunduğunda, az önceki güçsüz omuzlarının yerini dik omuzları aldı. "Umarım bir gün seni gerçekten seven ve sana gerçekten sadık olan insanları kaybettiğinde bir şeyleri anlamak için geç kalmış olmazsın abi." dedi buz gibi bir sesle.
Arkasını dönüp salondan çıktığında öfkeli adımlarının izlerini geride bıraktı.
Kendimi bırakmanın zamanı değildi. Toparlanmam gerekiyordu ve o olmadan bunu nasıl yapacaktım bilmiyordum. ...
Kendinizi derin bir vazgeçişte, umutsuzlukta ve korkunun içinde bulurdunuz bazen.
Kalbimde acısı hiç geçmeyecek olan bir yara vardı.
Sevdiğim kadının açtığı bir yaraydı.
O yara kah açılıyor kah sızlıyordu. Ama öldürmüyordu. Keşke, keşke öldürseydi.
Meclisteki odamda otururken gözlerim ellerimin arasında tuttuğum kağıttaydı ama baktığım zaman görebildiğim hiçbir şey yoktu. Gözlerimi yumup açtığımda kağıtları öfkeyle masaya doğru savurdum. Gömleğimin ilk iki düğmesini nefes alma ihtiyacıyla koparırcasına açtığımda gözlerim karşı koltuğuma takıldı.
Zihnime takılan anılar, geçmişe haps olmama sebep oldu.
"İzgi bana bak." Dedim karşısında biterken ortadaki masaya oturdum. Bana bakmamakta ısrarcı olurken bir elim çenesini kavradı ve onunla yüz yüze, göz göze gelmemimizi sağladım. Gözlerim istemesizce kırımızı rujla süslediği dudaklarına kaydı. Dolgun ve biçimli dudakları aklımı başımdan alıyordu.
"Daha iyi misin?" Diye sordum, sorumun cevabını bile bile. "Sakinleştin mi?"
"Ordan bakınca sakinleşmiş gibi mi gözüküyorum?" Dedi çatık kaşlarının altından sinirle bana bakarak. Yeşillerinde bariz bir kızgınlık hakimken, sürekli çocuk gibi debelenip durduğu için yanakları al al olmuştu.
Fazlasıyla şirin gözüküyordu.
"Henüz değil." Dedim tok bir sesle. "Ama delirmeni izlemek de ayrı bir zevk." Bakışlarım yeniden dudaklarına düştü. "Sinirliyken nasıl göründüğünü bir bilseydin..." Öfkesi etrafını bir ateş gibi sarıyor, Cesareti onu daha cazip gösteriyordu.
Dik başlılığı ve korkusuz hareketleri bazen çıldırmanın eşiğine gelmeme sebep oluyordu. Fazlasıyla tehlikeli bir kadındı.
Ondan uzak durmak benim için çok daha iyi olurdu ama ondan uzak durmakta bir o kadar imkansızdı.
"Nasıl görünüyor muşum?" Diye sordu.
"Göstermemi ister misin?" Dedim boğuk bir sesle. Dolgun dudakları dikkatimi dağıtıyordu. Üzerine doğru eğildiğimde, "Birebir hissettiğimi hissedeceğini garanti ederim." Dedim. Yükselen göğüs kafesiyle birlikte giydiği takımdan ötürü içinde bir sütyenden başka bir şey olmadığına emin olduğum dolgun ve büyük göğüslerinin kıvrımı ve çatalı gözüme çarptı.. "Hemde büyük bir zevkle." Dedim tehlikeli bir sesle.
Gülümsedi.
Gülüşü bana kendimi evimde gibi hissettiriyordu.
Bu kadınla ne yapacaktım hiç bilmiyordum.
Aklımı başımdan alan, tehlikeli bir güzelliği vardı.
"Suratında yer edinecek olan tokatımın keyfini çıkaracağımdan emin olabilirsin," dedi kışkırtıcı bir sesle. Daha çok yaklaştım. Dudaklarımızın arasında bir karışlık mesafe varken, "Bunu büyük bir zevkle yapacağımdan şüphen olmasın." Dedi ve geri çekildi.
Bu hareketi burnumdan sesli bir nefesi vermeme sebep oldu. Her daim kaçak dövüşmeyi seviyordu. Başımı öne eğerek iki yana salladım ve dudaklarımda yer edinen gülümsememi gizledim.
"Hadi seni çözelim hırçın şey," dedim, sıkıntıyla. Ellerim sandalyenin arkasına bağlı olan bileklerini buldu. Üzerine doğru eğilirken bir anda bacaklarını araladı ve boşluğumdan yararlanıp onu bağladığım koltuğa doğru beni çevirirken bir anda kucağıma çıktı.
Narin ve kıvrımlı bedeni kucağımda yükseldiğinde çıplak, biçimli ve uzun bacakları gözüme çarptı. Sert bir soluk verirken, "Siktir!" Dedim kalın ve tok bir sesle. Kucağımda yükselirken saçları sol tarafına doğru döküldü ve gerdanı ortaya çıkarken bana üstten üstten baktı.
Güzel boynu bana görsel bir şölen sundu.
"Nerede kalmıştık?" Dedi alayla. "Ha? Sanırım en son beni çözecektin." Kaşlarım havalandı. "Yoksa hiç bağlamamış mıydın?" Dediğinde ellerim çıplak bacaklarında yer buldu ve onu iyice kendime doğru çekerken iyice kucağıma yerleşmesini sağladım. Bu yaptığım hareket dişlerimi birbirine bastırmama sebep oldu.
"Ateşle oynuyorsun," dedim tehlikeli bir tınıyla. Yeşilleri kara gözlerimin en derinlerine doğru yol aldığında, gözlerinin güzelliği karşısında nutkum tutuldu. "Dikkat et. Yanarsın."
İyice üzerime doğru eğilirken,. "Yanmaya razıysak," dedi. Diliyle ıslattığı dudakları içimde bir zelzeleye sebep oldu. "Onu ne yapacağız?"
Yüzümde tehlikeli bir gülümseme hakim oldu.
"Cehennemine hoş geldin o zaman karıcığım." Dedim kısık ve tok bir sesle. "Çünkü sana yanmanın ne demek olduğunu gerçekten göstereceğim." Dudaklarım dudaklarına temas etti ama öpmedim. Sadece ufak bir temas bile ateşimin harlanmasına sebep oldu. Bu kadın ayarlarımla oynuyordu."Yaşatacağım ve hissettireceğim." Dudaklarına kapanmak için yeltendiğimde bir anda geri çekildi ve kucağımdan hızla kalktığında, gülümsedi.
Ömrümden ömür gitti.
Hatıralar can yakar, anılar acıtır derlerdi. O beni gülümsetiyordu. Onunla olan hatıralarım beni hala gülümsetebiliyordu. Her şeye rağmen.
Bakışlarım masanın üzerindeki çerçeveye düştü. Siyah saçları uçuşan rüzgardan ötürü yüzüne doğru dökülürken dudaklarında eşsiz bir gülümseme hakimdi. Yeşillerinin içi canlılıkla, mutlulukla parlıyordu. Yüzünde ay gibi bir gülümseme hakimken nasıl olurda gözleri dudaklarındaki gülümsemeden daha güzel gözüküyordu gözüme anlamıyordum.
Gülen gözleri felaketim olurdu bazen.
O gülümsediğinde içimdeki kasvetli umutsuzluklara yerin aydınlığa bırakıyor varlığından bir haber olduğum kalbimin yaşadığını hissediyordum.
O gülümsüyordu ve ben yaşamanın ne demek olduğunu onun gülümsemesiyle tadıyordum.
Derin bir iç çektim. Özlem, isyan ve umut dolu bir iç çekişti.
Onu özlüyordum. Gözlerini özlüyordum. Üzerime sinen kokusunu özlüyordum. Varlığını özlüyordum.
Kara gözlerim uzun uzun izledi fotoğrafta ki kadının gülen gözlerini, ay gibi parıldayan yüzünü.
Onun gözleri... onun o çam yeşili, aklımı başımdan alan, gözlerine her baktığımda yeşillerinde boğulduğum, zamanı yitirdiğim çam yeşilleri... beni darmaduman ediyordu.
Pusulam oydu. İzgiydi. Her yolumu şaşırdığımda istemesizce onu arardı gözlerim. Özellikle, Bana bakan gözlerini... Gülen gözlerini.
Ama artık kırık bir pusulaydı. Bende bir işe yaramazdı.
Odanın kapısı açıldığında gözlerimi çerçeveden istemeye istemeye olsada çektim ve içeriye giren adama çevirdim bakışlarımı.
Atıf Karanın yerini alan yeni Meclis üyesiydi.
Giray Kara Arkan.
Yer altı dünyasında acımasızlığıyla, merhametsizliğiyle nam salmıştı. Dünyaca ünlü bir boksördü. Genç yaşına rağmen büyük bir başarısı vardı. Bütün dünyada adını duyurmuş, sayısız şampiyonluklarıyla biliniyordu. Heybetli ve kalıplı vücudu bunu zaten bas bas bağırıyordu. Acı kahve gözleri, koyu kahve saçlarıyla büyük bir uyum içindeydi. Buğday teni içinde bulunduğu takım elbisenin içinde boğuluyormuş gibi duruyordu.
Giray Kara, hafife alınacak bir adam değildi. Hiç olmamıştı.
Karadeniz ve Fransa'daki bütün bölgelerin yönetimi ve sorumluluğu ona aitti. Oradaki sevkiyatlarla ve Meclise çalışan alt üyeleri dize getirmekle meşguldü.
"Lider," dedi kalın ve tok sesiyle içeriye girerken.
"Bir iz bulabildin mi?" Diye sordum yerimde dikleşirken. "Fransa'da ona ait bir iz varmışmış?"
Bütün ülkede kırmızı bültende dahil olmak üzere her yerde aranılıyordu. İki yıldır ondan bir ize rastlamak için çırpınıyordum ama hiçbir iz yoktu.
"Maalesef," dedi umutsuzlukla. "Karın Fransa'ya hiç uğramamış." Parmaklarımla şakaklarıma baskı yaparken başımdaki ağrı katlanarak arttı.
Hangi taşın altına bakarsam bakayım ondan bir ize rastlayamıyordum.
Güzel gözlüm. İki gözüm. Gece saçlım. Malihulyam.
Nerdesin?
En azından son bir kez sana sarılmama, kokunu içime çekmeme izin verseydin.
Yine gitseydin. Yine terk etseydin ama böyle gitmeseydin.
"Biriniz de iyi bir şeyler söyleyin lan artık!" Dedim hiddetle. Giray sıkıntıyla iç çekerken karşımdaki kanepeye oturdu. "İki yıl olacak neredeyse ama biriniz bile eğrisiyle doğrusuyla adam akıllı bir şey koyamadınız önüme!"
"Ne yapmamızı bekliyorsun Lider!" Dedi öfkeyle. "Yer yarıldı içine girdi karın sanki! Yok anasını satayım yok! Neyini anlamıyorsun?!" dedi beni kendime getirmek istercesine.
"Sizin yapacağınız işi sikeyim!" Dedim öfkeyle.
"Sana ihanet eden bir kadından bahsediyorsun Lider!" Dedi Giray. "Meclisi alt üst eden, hayatını sikip atan, babanın, kendi babasının ölümüne sebep olan, ailesini darmadağın eden bir kadından bahsediyorsun!" Dedi sertçe. "Çoktan ölüm emrini vermen gerekirken her yerde neden onu aratıyorsun?!"
"Yaşayacak!" Dedim sertçe. Öfkeyle bir soluk aldım. "Ölmeyecek! O nasıl yaşarken cehennemi bana yaşattıysa o da hayattayken cehennemi yaşayacak! Aman dileyecek ama bir yudum su vereni olmayacak!" Dedim acımasızca.
Ona olan nefretim, içimi yakıp kavuruyordu.
"Sana ihanet etti Lider," dedi gerçeği bir tokat gibi yüzüme çarparak. Dişlerimi birbirine bastırdığımda gözümün önüne onun silahının namlusunun hedefinde olduğum gün geldi. "Sevdiğin kadın. Uğruna Almanya'yı yok ettiğini, haftalarca bulamadın diye ülkeyi birbirine kattığın kadın sana ihanet etti. Kaç cana sebep oldu bilmiyor musun? Kaç aile yıkıldı? Kaç çocuk babasız kaldı onun yüzünden?"
Öyle güzel oynamıştı ki beni bile bir yalan inandırmıştı.
"Yana yıkıla her yerde aradığın kadın bir yıkıma sebep oldu." Alayla güldü. "Ne için peki?" İçimi sıkıştıran nefes boğazıma tıkandı. "Adalet adı altında yaptıkları onu temize çıkarır mı sanıyorsun? Onu geçtim eğer gerçekten adaleti sağlamak istiyor olsaydı kaçmak yerine savaşmaya devam ederdi."
"Böyle olacağı belliydi." Dedim dalgın bir sesle.
"Sen görmezden gelmeyi seçtin." Haklıydı. Ben görmezden gelmeyi seçmiştim. "Kimse bunu yapmaya cesaret edemezdi." Dedi. "Ondan başka kimse buna cesaret edemezdi."
Aldığım her nefes ciğerimi deşti. Soluduğum oksijen bir zehirden ibaretti. Damarıma kadar işlemişti.
"Beş ay lan!" Dedi anlam veremiyormuş gibi. "Beş ay sürdü sadece evliliğiniz! Beş aydır tanıdığın bir kadına nasıl oldu da bu kadar bağlandın?!"
Geçmişin mazisinin gülümsemesi dudaklarımda yer edindi. "Ne beş ayı oğlum?" Dedim sen ne anlatıyorsun dercesine. "Ne beş ayı? Sekiz yıla sığdırmışım ben o kadını, beş ay mı koyacak bana?" Dediğimde şaşkınlıkla bana baktı. "Sekiz yıl beklemişim, bir ömür feda etsem ne olur? Sekiz yıl gözümden, gönlümden Irak kalmış, iki yıl yoktu diye silip atarım mı sandın?" Girayın harelerine yayılan ifade manidar bir ifadeydi.
Beni en iyi o anlardı. Sevda nasıl bir şey en iyi o bilirdi, çünkü o da benim gibi hiç sevilmemiş, başı okşanmamıştı.
Birine kör kütük aşıktı, bağlıydı, deli gibi seviyordu ama sevdiği onu sevmiyordu. Belki de en ağırı buydu.
Bende sevdi sanmıştım. Sevseydi gitmezdi. Sevseydi böyle yapmazdı. Yarım bırakmazdı.
Giray gülümsediğini, "Kendisiyle şahsi olarak tanışma fırsatı bulamasamda anlatılanlara göre tam sana layık bir kadınmış." Dediğinde sesinde ona yönelik merakı sezdim.
Öyleydi. Bir zamanlar.
Sessizlik içeride kısa bir süre yer edindiğinde, "Bundan sonra ne yapmayı planlıyorsun peki?" Diye sordu.
"İhanetin affı yok bende," dedim katı bir sesle. "Onu yana yakıla her yerde aramamda akıllara başka bir şey getirmesin." Dedim sertçe. Girayın acı kahve gözlerine derin bir merak yerleşti. Kaşları çatıldı. "Bu savaşı başlatan o oldu ama bitiren ben olacağım." Dedim yemin eder gibi.
"Yaşadıkları kolay şeyler değil," dedi bir anda. "Az çok biliyorum başına gelenleri. Kendin söyledin zamanında vazgeçmiş dosyadan diye. Belki de gerçekten vazgeçti ama annesi hakkında öğrendikleri, hayatının koca bir yalandan ibaret olduğunu öğrenmesi belki de tetikledi onu."
Keşke. Keşke öyle olsaydı.
İhanetinin bir nedeni yoktu. Bir seçim yapması gerekiyordu ve o yanımda durmak yerine bana ihanet etmeyi seçmişti.
Bizden geçmişti. Bir daha da asla olmazdı.
"Belki de gerçekten vazgeçti ama bunu yapmayı ona iten şey annesi hakkında öğrendiği gerçekler oldu." Bende konduramamıştım uzun bir süre. Onu kendi içimde aklamak için çok savaş vermiştim ama bu savaşın galibi olamamıştım. "Tehlikeye attığı sadece sen değildin Lider. Bütün aileni, kendi ailesini Meclisteki onca canı tehlikeye attı. Şu iki yılda verdiğimiz kayıpları ben ömrü hayatımda görmedim. Eğer sen öldürmek için intikamın almak için peşine düşmedeyisen bırak. En azından gittiği yerde mutlu olsun."
Sıkıntıyla iç çektiğimde, "Onu bulacaksınız. Gerisini kurcalayıp durmayın artık." Dedim sertçe.
"Neyini anlamıyorsun amına koyayım?! Yok!"Dedi yükselerek. "Kırımızı bültende bütün ülkelerde aranıyor zaten, gördükleri ilk yerde sana getirecekler ama sen anlamamakta ısrar ediyorsun! Annesinden ötürü FBI ile anlaşma yapmıştır belki diye sorgulamadığımız adam, araştırmadığımız yer kalmadı! Oradan da bir şey çıkmadı. Her kim saklıyorsa her şeyi önceden düşünmüş ve planlamış. Gün birinde onu bulacak olursakta bu yıllarımızı alacak yine. O sana gelmek istemediği sürece sen ona asla ulaşamayacaksın."
O sana gelmek istemediği sürece sen ona asla ulaşamayacaksın
"Sadece emin olmak istediğim bazı şeyler var. Bu saatten sonra biz diye bir şey yok artık zaten. Kendi elleriyle yok etti bizi. Yaptığının da affı yok bende ama yinede emin olmam gereken şeyler var. Alamam gereken cevaplar var. Yapmam gerekenler var."
"Ya öldüyse? Yaşadığından bile emin olmadığımız bir kadını arıyoruz Lider. Sence de senelerce onu bulamamızın asıl sebebi ölmüş olmasıysa." Sözleri kalbimin orta yerinde asılı kaldı.
"Böyle bir şey olsaydı bilirdim." Hissederdim.
Biliyorum, yaşıyor. Nefes alıyor. Soluğu kesilse soluğum kesilir, nasıl anlamam? Ölmedi. Biliyorum işte.
"Yaşadığını bilmiyorsun ama! Ne halde! Aç mı? Tok mu? Korkuyor mu?! Kaçırıldı mı? Bir yerde zorla mı tutuluyor?! Senin düşmanların tarafından oynanılan bir oyuna kurban mı gitti bilmiyorsun?!" Masanın üzerindeki ellerim yumruk halini aldı.
"Kes!" Dedim hiddetle.
"Olacak olan olur. Sen buna engel olamazsın. Takdiri ilahi, şayet geldiyse vakti senden gittiği gibi bu dünyadan da göçüp gitmiştir elbet."
"Sana kes dedim!" Dedim öfkeyle bağırarak.
"Şükret Lider. Madem böyle akla mantığa sığmaz bir şekilde ihanetine rağmen onu deli gibi seviyorsun en azından eğer hala bir yerlerde hayattaysa diye şükret. Çünkü bazen sevdiğin yanında olsa bile aslında hiç yanında değilmiş gibi hissediyorsun." Dedi nasihat verir gibi.
Boğazıma tıkanan yumru yutkunmamı engelledi. Yaşananlar kalbime oturmuştu.
Öldürmüyordu belki ama yaşatmıyordu da.
İzgiyi bulmam lazımdı.
...
Onu özlemek can yakıyordu. Yaptıklarına rağmen onu özlemekse daha çok can yakıyordu.
Ona sarılmayı, kokusunu içime çekmeyi, teninde yuva bulmayı özlemiştim.
Yoktu. Hiçbir yerde yoktu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum.
Bir yandan istihbaratların istekleri, Meclisteki düzeni yeniden oturtmaya çalışmak derken İzginin yokluğu koyuyordu.
Nefret ediyorum. Senden nefret ediyorum. Ve hepte nefret edeceğim.
"Oğlum?" Annemin şefkatli ve naif sesini işittiğimde sesini takip eden topuklu ayakkabılarının sesini duydum.
Yabancısı olduğum duyguyu, hiç tadamamıştım. Bir annenin şefkatiyle sarıp sarmalanmamıştım. Onun tarafından büyütülmemiştim. Sevgisini hiç hissedememiştim.
Berna Hanımın iki oğlu vardı belki ama birini hiç görmemişti. Saymamıştı. Bilmemişti. Sevgisini, şefkatini, merhametini ondan esirgemişti.
Babası gibi.
Ne sırtımı yaslayacağım, dönüp baktığımda ardımda dimdik duracak olan bir babam vardı ne de annem. İkisi de kendi çıkarları için beni harcamaya an kollayan insanlardı.
Hiç sevilmemiştim.
Annesinin babasının bile sevmediği, sevgisini sakındığı bir adamı o neden sevsindi ki?
Neden terk etmesindi?
Sonuçta sevgisiz büyümüş her çocuk, bir gün hiçbir zaman koşulsuz şartsız, çıkarsız hiçbir amaç gütmeden sevilmemeye artık alışmalıydı.
Alışmaksa bazen, yaşamaktan daha çok yakıyordu canı.
Başımı yasladığım koltuktan kaldırırken kirpiklerimi araladım ve yanıma kurulan anneme çevirdim bakışlarımı.
O genelde yanıma oturmaya çekinirdi.
Sevgisiz büyümüş her çocuk, gün birinde sevilmenin nasıl bir şey olduğunu tattığında onu bırakmak istemezler.
Ama bilmedikleri şey, güzel olan her şeyin onları bir gün terk edeceğidir.
İzgi gibi.
Evimi özlüyordum.
Onu özlemek, kalbimde derin bir sancıya, ruhumda hiç geçemeyecek bit acıya sebep oluyordu.
Evimi özlemekten nefret ediyordum.
"Hala uyumadın mı?" Diye sordu merakla. Gözlerindeki duygusuz ifade içimi kamçıladı. "Bu saatte neden uyanıksın?" Babam öldükten sonra, bana olan öfkesi gün yüzüne çıkmıştı. İzgiye olan nefreti ise her gün katlanarak artıyordu.
"İşlerim var," dedim buz gibi bir sesle. "Geç uyurum. Sen neden uyumadın?" Diye sordum merakla.
Uyuyamıyorum anne diyemedim. Onsuz uyuyamıyorum, diyemedim.
Yüzünde acı bir ifade yer aldığında, bir benzeri dudaklarında yer aldı. "Uyku nedir unutalı iki yıl olacak neredeyse." Dediğinde hatırladıklarıma dişlerimi birbirine bastırdım.
Babam öldürüldüğünde, annem yukarıda, odasında mışıl mışıl uyuyordu. Sergen vurulduğunda, ameliyata alındığında olanlardan çok geç haberi olmuştu çünkü babam öldükten sonra huzurla uyuduğu tek gecede onu acı bir habere daha uyandırmak istememiştim.
Ama Berna Alacahan uykusundan sıyrıldığı her anda gözlerini bir kabusa açmıştı. Neredeyse iki yıldır uyku uyumaktan korkuyordu. Bunun için bir çözüm arayışına da girmiyordu çünkü günde uyduğu birkaç saat ona yeterli geliyordu.
Annem artık uyuyamıyordu.
Benim gibi.
Ara ara sıçrayarak uyandığı, korka korka gözünü kapattığı uykulardı. Annemin cansız bakan gözlerini sebebi de oydu.
Babamın ve Sergen'in de sebebi o olmuştu.
Hepimizin sonunu getirmişti.
Darmadağın olmuştuk.
Onun yüzünden.
Onun yüzünden.
Onun yüzünden.
Yerinde rahatsızca kıpırdandığında, "Meclis Helinle evlenmene karar vermiş." Dedi. Yok saydığım meseleyi bir kez daha gün yüzüne çıkardığında içim huzursuzlukla kasıldı.
"Meclis benim anne." Dedim otoriter bir sesle. "Benim emrinin altında çalışanların oy birliğiyle verdiği bir karara boyun eğeceğimi mi sanıyorsun gerçekten?" Dedim alayla.
Gözleri öfkeyle parladığında, "Onun için boyun eğmiştin ama!" Dedi. Sıkıntıyla iç çektim. "Bir başkası içi-"
"O bir başkası değil," dedim sertçe araya girerek. "Ondan herhangi birinden bahsediyormuş gibi bahsetme. Karımdan bahsederken sözlerine dikkat et."
Hayretle bana bakarken, "Kafayı mı yedin sen?!" Diye bağırdı, öfkeyle. "Hala bana o kadınımı savunuyorsun?! Onca şeye rağmen mi?!"
Onca şeye rağmen anne. Hala onca şeye rağmen ve bundan nefret ediyorum.
"Hani bazı geceler ağlıyorsun ya," dedim bir anda. Uykusuz kaldığı gecelerdeki sinir krizlerini saymıyorum bile.
"Uyuyamıyorum." Dedi acı dolu bir sesle.
Acı bir tebessümde benim dudaklarımda yer aldığında, "Bende uyuyamıyorum anne." Dedim bir gerçeği gün yüzüne çıkararak. Babamdan aldığım gözlerim annemin buz sıcağı mavilerine saplandı.
Bana hiç şefkatle bakmamıştı. Sahi beni neden hiç sevmemişti?
Mavileri hüzünle dalgalandı. "Bende onsuz uyuyamıyorum." Dediğimde oturduğu yerde kaskatı kesildi. Ona olan sevgim annemi korkutuyordu. "Bende onsuz yapamıyorum. Onsuz yaşayamıyorum ama sen bir kez olsun gelipte oğlum nasılsın demiyorsun? Beni dizlerine yatırmıyorsun. Acımı dindirmeye çalışmıyorsun aksine hep yaptığın gibi yaram tuz basıyorsun." Dedim buz gibi bir sesle.
Yaram İzgiydi. Her gün daha çok kanıyordu.
Yutkunduğunda yüzü acıyla kasıldı ve gözlerine dolan yaşları itti hızla. Tırnakları avuçlarında yeni bir iz bırakırken karşımda güçsüz düşmek istemedi.
Bu hareketi istemsizce onu hatırlattı bana.
O da hep avuçlarına geçirirdi tırnaklarını. Ağlamamak için direnirdi. Güçsüzlüğünü göstermek istemezdi.
Zihnimde yeni bir anı belirlediğinde, istemsizce bir tebessüm kuruldu dudaklarıma.
"Sana yemek yaptım." Diyen naif ve hoş sesi zihnime sızdığında kapalı gözlerim ağır ağır aralandı ve bana doğru gelen güzel kadının silüetini seçtim. "Bütün gün hiçbir şey yemedin. Üzerine bir de benimle uğraşıp durdun." Dedi kendi kendine konuşurken elindeki dumanı tüten tepsiyi önümdeki küçük sehpaya bıraktı.
Benim için yemek mi yapmıştı?
Eğildiği için açılan göğüs dekoltesi huzuruma serildiğinde gözlerim istemsizce kısıldı. Gece Saçları yüzüne doğru dökülürken içime tanımlayamadığım kokusu doldu.
Kokusu aklımı başımdan alıyordu. Fazlasıyla kışkırtıcı bir kokusu vardı. Güzelliğiyle zaten dikkat çekerken yetmezmiş gibi kokusu aklımı bulandırıyordu.
Bazen yanındayken mantığımı yitirdiğim, sözlere ihtiyaç duymadığım ve saatlerce izlesem bıkmayacağım kadar güzeldi.
"Gerek yoktu," dedim kuru bir sesle. "Zahmet oldu sana da."
Kimse benim için özenle yemek hazırlamazdı.
O niye hazırlamıştı?
Gözlerimi dumanı tüten yemekten çektiğimde onun çatık kaşlarıyla karşı karşıya geldim. Belime kadar gür dalgalar halinde uzanan gece saçları biraz kabarmıştı. Yanakları al al olmuş, dolgun dudakları canlı bir kırmızılığa bürünmüştü.
İzlemekten asla bıkmayacağım, gür kirpiklerinin arasında yer alan büyük çam yeşili gözleri bütün güzelliğiyle bana bakıyordu.
O bana baktığında üzerime sinen aydınlığın ışığı karanlığımı söndürüyordu.
Ruhumu karanlığından arındırıyordu.
Kızgın hali onu fazlasıyla sevimli gösteriyordu. "Gerek vardı." Dedi ters ters bana bakarak. "Ayrıca kocama yemek yapmak beni zahmete sokmaz." Dediğinde sözlerinin etkisi içimde bir zelzeleye sebep olurken gözlerim yüzünde asılı kaldı.
Sözlerinin etkisinin yeni farkına varmış olacak ki al al olan yanakları daha çok kırmızılaştı ve gözlerini benden kaçırdığında karşımda sanki bir kız çocuğunu görür gibi oldum. Dudaklarım iki yana doğru kıvrıldığında silik bir tebessüm yüzümde yer edindi. "Eyvallah." Dedim tok ve kalın sesimle. Yaslandığım yerden doğrulurken benim için hazırladığı tepsiyi önüme çektim. Tabaktaki karalahana sarması iştahımın kabarmasına sebep oldu.
Ne ara hazırlamıştı bunları?
"Sen yaptıysan yiyeceğiz mecbur." Dedim çatalımı elime alırken.
Kaşları havalandığında tepeden bana doğru baktı. "Ha mecbur kalmasan yemeyeceksin yani?" Dedi alayla. Bir anda değişen tavrı yüzünden şaşırmadan edemezken, önümdeki tepsiyi almaya kalkışmıştı ki ondan önce davrandım ve almasına izin vermedim. "Git başkası yapsın o zaman sana!" Dedi tip tip bana bakarak.
Gözlerim gözlerine uğradığında, "Benim." Dedim sahiplenerek tepsiyi sıkı sıkı kavrarken. "Mecburiyetten değil sen yaptığın için yiyiyorum." Sözlerim alık alık bana bakmasına sebep olduğunda bu haline gülmek istedim. "Bir başkası yaptı diye değil," dedim gözlerimi gözlerinden çekmeden. "Sen yaptın diye."
Yutkunurken, "İstemiyorsan yeme." Dedi. Sesindeki kırgınlık içimi burktu. "Mecbur değilsin." Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Ayşen ablaya söylerim yenisini yapar sana. Benim elimden yemek istemiyorsan eğer-"
"Senden başkasının yaptığı yemeği yemem." Dedim sertçe sözünü keserek. Havalanan göğüs kafesi durulduğunda bana bakakaldı. "Öncesi için söz veremem ama en azından bu saatten sonra senin elinin değmediği hiçbir yemeği yemeyeceğimi garanti ederim sana." Dediğimde gülümsedi.
Ömrüme ömür kattı.
Bu kadar güzel gülmek zorunda mıydı?
"Tüh," dedim sarmayı çatalıma batırmadan hemen önce. "Desene yeni bir alışkanlık daha eklendi listeme." Dediğimde gülümsemesi büyüdü.
"Ne zaman istersen söyle," dediğinde çatalım havada asılı kaldı. "Ben hep yaparım sana." Diyen naif sesine işlediği sözleri yüreğimi tarumar etti.
Tabaktaki gözlerim aniden onu bulduğunda güzel çehresi serildi huzuruma. "Yapar mısın gerçekten?" Diye sordum dizginleyemediğim garip bir duyguyla.
Başını onaylayarak salladığında, "Yaparım tabii." Dedi ve şehrime bahar geldi.
Anılar Özlem dolu bir nefesi ciğerlerime doldurmama sebep olduğunda, "Anne," dedim iç geçirerek. Annemin buz sıcağı gözleri üzerimde saplı kaldı. "Bana karalahana sarması yapar mısın?" Diye bir istekte bulundum.
Bir an için neden böyle bir şey istediğimi sorguladı kendi içinde. Kaşları çatıldığında, aslında cevabımı çoktan almıştım. "Şu anda onunla uğraşamam." Diyen katı sesiyle cevabını temin etmiş oldu.
Ama o olsaydı yapardı. Benim için uğraşırdı. Çabalardı.
O yoktu ve ben kimsesiz kalmıştım.
İki yıl oldu. Sensiz geçen koca iki yıl bir cehennemden ibaret. Üçüncüsünü yaşar mıyım bilmiyorum. Bildiğim tek şey ardına bile bakmadan gittiğin bu şehire tıpış tıpış geri dönecek olduğun.
Cennetin maskesini yüzüne kuşanıp bana nasıl cehennemi yaşattıysan bin beterini sen yaşayacaksın.
Bölüm sonu.
Benden size hediye. Ufak bir fragman bırakıyorum buraya gelecek bölümlerden.
"Yaralandın mı?!" Korkuyla oturduğum koltuktan fırlarken kapıdan yeni giren adamın yanına vardım hızla. Siyah deri ceketinin parlak bir şekilde parladığı kol kısmın elimi sardığımda parmaklarıma bulaşan kanla birlikte kalbim korkuyla kanat çırptı.
Nasıl yaralanmıştı? Ne zaman olmuştu?
"Önemli bir şey değil," dedi kestirip atar gibi kara gözlerinde buz gibi bir ifade vardı. Nefretini mesken edinmiş gözleri içimi üşütüyordu. "Sıyırdı sadece."
"Pansuman yapmamız, gerek." Dedim gözlerimi yarasından çekmeden. "Eğer derinse dikişte atmamız gerekebilir."
"Gerek yok dedim!" Dedi sertçe. Kolunu ellerimin arasından kurtardığında bir anlık hareketiyle afalladım ve geriye doğru sendelendim. "Beni umursama, benim için endişelenme!" Dedi öfkeyle. "Çünkü ben geçmişte bıraktığım hiç kimseyi umursamıyorum." Kelimeleri kalbimin orta yerine saplandı. İçimde yükselen acı ciğerlerimi sıkıştırdı. "Geride kaldın," dedi bana bu gerçeği kabul ettirmek istercesine. "Sana sırtımı döndüğüm ilk anda hançerini sırtıma sapladın. Bende seni geride bıraktım ve İzgi geride bıraktığım bir insanın varlığının gölgesini dahi hayatımın içinde istemiyorum."
Dudaklarım aralandı. Ama tek kelime dahi çıkmadı ağzımdan. İçimi sıkıştıran acı nefes almamı engelledi. Boğazıma oturan yumru yutkunmama izin vermedi.
Yanımdan geçip az önce kalktığım kanepeye kurulduğunda, "Sen mi geldin Keskin?" Diyen avukatının sesini duymak kanın beynime sıçramasına sebep oldu. Bir süre sessizliği kaşlarımın çatılmasına sebep olsada, "Nasıl oldu bu?" Diyen tiz sesi yüzümü buruşturmama sebep oldu.
"Ciddi bir şey değil." Bana kullandığı katı ve sert ses tonuna tezat onunla konuşurken dingin ve sakin bir ton hakimdi sesinde.
"Çok kanıyor," diyen endişeli sesini duydum. "Pansuman yapmak lazım. Kurşun içeri de mi?" Diye sordu endişeyle.
"Hayır," dedi tok bir sesle. Ben ona sorduğumda sesimi bile duymaya tahammülü yokmuş gibi davranmıştı. Arkamı dönemedim. Göreceğim manzaranın beni yıkmasından korktum. "Sıyırdı."
"Sarmak lazım." Dedi naif sesiyle.
İçimi sızlatan derin bir acı sol yanımda peydah oldu.
Bana dokundurtmadığı yarasını ona sardırmazdı değil mi?
"Sar o zaman." O üç kelime sadece bir an için üç kurşun görevini gördü. Ruhumda ki derin yara daha çok kanadı. Dikiş tutmayan kalbimin sızısı dinmedi.
İçim kıyıldı. Canımdan can gitti.
Üzüldüm. Çok Hemde.
Özlediniz mi bizi???? Ben çok özledim sizi.
💚 |
0% |