@umideniz
|
Söylesene evlat herkes ne zaman eşittir? MİSTER VİTROL KİTABELERİ Bir başlangıcı olmayan hayatların içinden yükseldik biz. Karanlığın en dibinden. Hiç utanmadan yaşadık. Pek çoğunuzun ahlak anlayışınızın dışındaki hayatlarımızı lanetlediniz. Ancak o lanetlediğiniz hayatımızı ödünç alıp pis canlarınız için yaşam dilendiniz. Bazen isteklerinizi yerine getirdik bazen de getirmedik. Nadiren de olsa bir mucize sağladık kokuşmuş hayatlarınıza. Adına adalet dediğiniz. O karanlık bizim yuvamız. O dip hissiz yer bizim nefes aldığımız tek yer. Umut mu onu doğarken arkamızda bıraktık. Sizin merhamet dediğiniz de bize uzak ve yabancı. Kandan yükselenlerin gözüne bakmamalısın evlat Merhamet nedir bilmez onlar Kandan yükselenlerin gözüne bakmamalısın evlat İlk taşı atanların günahlarından doğdu onlar ANIMSAMA Sakinliğini koruyamayacağı her halinden belliydi. Bir iki saniye içinde kararını verdi. Yayından atılmış ok gibi fırladı. Hasmının başını gövdesinden ayırması sadece üç hamleydi. Ak Kayın Ağacının altında hareketsiz yatan kadın ve çocuğu kontrol etmek için yanlarına gitti. - İyi misiniz? - Evet dedi kadın korkmuş ve bitkin bir sesle - Yaran nasıl dedi beriki biraz endişeliydi - Geçecek sanırım diye ekledi Sanırım her şey o gün böyle başladı. Aslına bakarsan bu annem ve babam ile ilgili ilk ve son hatıramdı. Belki de yok. Ben uydurdum. Bir annem ve babam olsun istediğim için. Bilmiyorum. Kimsin demiştin ya bana bir zamanlar BİLMİYORUM. Yalnız, uzak zamanların birinde seslendikleri an yanıt verdiğim adım vardı. Sanırım. Sanırım. Tabi ki bunu da uyduruyor olabilirim. Sen bana bakma tüm bunlar sadece böyle olsun istediğimden. - Hadi gidelim. Neresi olduğunu sorma diye mırıldandı. Aynada son kez kendine baktı. Meşe kapının önünde durdu. Biraz önceki sohbetin kendine iyi geldiğine inandı. Acı gülümsemesi yüzüne yayıldı. Sağ eliyle sızlayan kalbini tuttu. Fazla zamanı kalmamıştı. Kapıdan çıktı. Aheste aheste merdivenlerden inmeye başladı. Uzun koridordan geçerken gözü duvardaki goblenlere ilişti. Bazıları çok tanıdık geldi. Saçlarını karıştırdı. Derin derin iç çekti. Taş kapıdan dışarı çıktı. Keskin taze yaz havasıyla başı döndü. Ah; dedi kendi kendine. Sanırım temiz hava çarptı. Kafasını çevirip bir vakitler yalnızlığıyla doldurduğu yere baktı. Alevler her yeri sarmıştı. - Böylesi daha iyi oldu diye mırıldandı. Hızlı adımlarla ormana doğru yürüdü. Küf kokulu ormana adımını attı. Ölümün nefesinin buraları bile soldurduğunu anladı. Başka birileri var mıydı? Bilmiyordu. Mümkün olduğunca hızla buradan çıkmak istiyordu. Birkaç gün sonra Kiraz Çiçeği Dağı’nın eteklerine vardı. Yolunun sonuna gelmişti. Sızlayan ve su toplayan ayaklarını dinlendirmek üzere burada mola vermeye karar verdi. Su bulması gerekliydi. Kokuyordu. Yanlış hatırlamıyorsa kuzeybatı yönünde kendi halinde akan Omicron Irmak’ı vardı. Yarım saat sonra ulaştı. Çıkınını açtı. Mavi sümbül kokulu sabununu aldı. Yıkandıkça kara cildinin rengi değişti. Kırık beyaz teninin bazı yerlerinde eski yaralarının izleri derinden su yüzüne çıktı. Sağ omzundan kuyruk sokumuna kadar uzayıp giden kılıç yarası ölümün kıyısından döndüğünün habercisiydi. Hasmının ölürken söylediği söz aklına geldi; - Şanslı piçsin demişti. - Şanslı ha dedi yüksek sesle gülerken kelimeleri ağzında gevelemişti. Yükseklerde uçan ak kartalın çığlığı yeryüzüne yayıldı. Dağın tepesindeki mabet ağacının kovuğunda uyuyan Gök kurt gözünü açtı. Kulaklarını dikti. Gerindi. O an biri olsaydı kurdun güldüğünü söylerdi. Siyah gözlerini kıstı. Havayı kokladı. Çok uzaklardan rüzgârın getirdiği tanıdık kokuyu içine çekti. Ağır ağır dağın Kurt Gözü Kayası’nın ucuna geldi. Kafasını yukarı kaldırdı. Var gücüyle uludu. Sanki birine yerini söylüyordu. Arka arkaya uzun ve kısa ulumalar yaklaşık yarım gün sürdü. En sonunda siyah saçlarının yanlarını dikkatlice tıraş eden adama ulaştı. Sağ kaşının yarısını kazıdı. Ağaçların arasından kulaklarına ulaşan ulumayı tanıdı. - Demek hayatta ha dedi neşeyle Irmaktan çıkarak en yakındaki sedir ağacının tepesine tırmandı. Ayaklarını v şeklindeki dalın arasına sıkıştırdı. Birkaç kez nefesinin açılmasını umarak derin derin soludu. Kafasını kaldırdı. Ay bulutların arasından kendini gösterdi. - İyiye işaret dedi. Tüm gücüyle önce uzun daha sonra birkaç kez kesik kesik uludu. Gök kurt kulaklarını kabarttı. Çağrısına gelen yanıtla mutlulukla kayanın üzerine uzandı. Adam çıkınını açtı. Siyah matem giysilerini giydi. Yanında getirdiği azığın kalan son parçalarını yedi. Geldiği yöne dönerek dağa doğru yürümeye başladı. Ay son dördün olduğunda kalan gücüyle Kurt Gözü Kayası’nın olduğu yamaca tırmandı. Soluk soluğa yere uzandı. Ne kadar böyle kaldı farkında değildi. Kiraz Çiçeği Dağı’nın en zorlu yanı olan güneybatıdan tırmanmıştı. Elleri ayakları kan revan içindeydi. Ama O yaşıyordu. Kardeşi, can dostu yaşıyordu. Gerçi karşılaştıklarında ne olacağını kestiremiyordu. İçinden yükselen bir his kardeşinin kolayca affedeceğinden emin olma diyordu. Son bir gayretle kendini kayaya çektikten sonra burun buruna gelmediğine sevindi. Bu yorgunlukla kazanamayacağını biliyordu. Gözleri ağırlaştı. Serin taze esen meltem uykusunu getirdi. Rüyasız soluksuz bir gecenin kollarına yuvarlandı. Yüzüne damlayan salya ile gözünü açtı. İlk gördüğü Gök Kurt’un keskin dişlerini boğazın üstünde tuttuğuydu. Tehditkâr bir biçimde hırlıyordu. Sakince konuşmaya başladı. - Ben öldüğünü sandım. Öldün sandım. Öldün sandım. Ağlamaya başladı. Kurt hırsla sol omzunu ısırdı. Adam acıyla kasıldı. Sonra aniden bu hamlenin aralarında oynadıkları hoş geldin olduğunu anımsadı. Gerçi ondan küçük bir parça daha kuvvetliydi. Zarar vermek istese kolunu omzundan koparması iki üç saniye sürerdi. Kollarını iki yana açtı gök mavisi kurt başını adamın göğsüne yatırdı. Adam saatlerce kurdun başını okşadı. - Öldün sandım öldün sandım diyerek burnunu çekti. - Acıktın mı ha? diye sordu. Kurt başını ön ayaklarının arasına aldı. - Hadi gel avlanalım. Kurt Gözü Kayası’nın üstünde parıldayan Demirkazık yıldızına baktılar. Her şey olması gerektiğinden sadece biraz farklıydı. Hayatta kalanlar varsa onları mutlaka bulmalıydı. İki gün süren avın sonunda ateşin önünde kızartılmış geyiklerini keyifle yiyorlardı. Adam gerindi. Mabet ağacının olduğu yere baktı. - Orada mı? Kurt iki kısa uludu. Alelacele yürüdü. Yaprakları çiçeğe durmuş Mabet Ağacı’nın kovuğundan içeri girdi. Köklerine doğru inmeye başladı. Buralarda bir yerlerde olmalıydı. Çeyrek saat sonra orta köklerin altında onu gördü. Kısacık bir an nefesi kesildi. Dizlerinin bağı çözüldü. Beyaz mermer heykelin altındaydı. Elleri titreyerek heykeli okşadı. İki damla yaş ağacın köklerine düştü. Toprak sarsıldı. Köklerin dibinden tohumu filize yükselmeye başladı. Adam sağ elindeki eldiveni çıkardı. Tüm etlerinin kavrulup kemiğine yapıştığı anlaşılıyordu. Neredeyse kuru kemik kalmıştı. Eli şiddetle ağrımaya başladı. Acı dalga dalga yükseldi. Feryadı her yeri kapladığında bayıldı. |
0% |