Yeni Üyelik
1.
Bölüm

KARANLIK

@umideniz

 

Sizin ölüm dediğiniz bizim uykumuz

 

MİSTER VİTTROEL KİTABELERİ

 

BAŞLANGIÇLAR HEP IZDIRAPTIR

Sakin bir geceydi. Ellerini cebine soktu. Hafiften tutturduğu ıslıkla sanki başka zamanlardan kalma insanlara benziyordu. Bu kargaşanın içinde mutlu olduğunu hissediyordu. Korktuklarından emin olan herkes gibiydi. İçinde onu rahatsız eden her ne varsa hepsini kabullenmişti. Hatta en dip en kuytu yerlerinde birikenleri bile hesaba çekip önüne koymuştu. Hedefe odaklanmak böyle demek diye mırıldandı. Ayın loş ışığı patikayı zaman zaman aydınlatıyordu. Uzun zamandır kendini böyle tam ve özgür bulmamıştı. Acı gülümsemesi kısa bir an yüzüne yayıldı. Mine çiçeklerine gözü takıldı.

  • Umarım sizin gibi güzellikleri bir kez daha görebilirim diye mırıldandı.

Başını gökyüzüne kaldırdı. Kayın ağaçlarının arasından görebildiği kadar yıldızlara baktı. Hava bulutsuzdu. Orada parıldayan Demirkazık yolunu gösteriyordu. Adımlarını hızlandırdı. Gün doğmadan vadiye inen yola varmalıydı. Son bir gayretle yolun başındaki ağaçlığın başlangıcına geldi. İnsanlar onu fark etmemeliydi. Gizlenmek için kuytuluğa doğru yürümeye başladı. Kayın ağaçlarının hemen arkasındaki sık ahududularının arasından zorlukla geçerek gözlerden ırak alana çıktı. Kısacık bir tereddütten sonra mağaranın girişinde durdu. Kulağına gelen konuşmalardan ürkerek hızlıca içeri girdi. Geri dönüp birkaç anlaşılmaz söz mırıldandı. Kesesinden çıkardığı tozu sol avucuna döküp üfürdü. Yürüdüğü yol, mağara hiç var olmamış gibi gözlerden gizlendi.

  • Çok yoruldum dedi kendine bile yabancı gelen bir sesle mağaranın yüzeyine uzanıp derin uykunun koynuna yuvarlandı.

Ürkek adımlar atan genç yolcu mağaranın girişinde hiçbir şeyi umursamadan yatan adama baktı. Bir yerlerden tanıdığını hissediyordu. Ve içinden yükselen sesler ise ondan mümkün olduğunca uzak durması gerektiğini haykırıyordu.

  • Ne yapacağım diye söylendi
  • Hey genç adam bu ıssız yolda ne yapıyorsun?
  • Ah yolumu kaybettim diye bağırdı. Sarsak bir şekilde saçını karıştırarak
  • Kasabaya mı iniyorsun?
  • Evet dedem için beyaz ekmek almalıyım da efendim dedi

Tam o sırada uyanan mağaradaki adam ile göz göze geldi. Birbirlerini gördüklerini inkâr etmeden nazikçe mesafelerini korumaya karar verdiler. Hafifçe başıyla selam verip diğerlerinin buraya gelmesini engellemek maksadıyla aceleyle yanlarına koşturdu.

  • Babam beni yarım saat uzaklıktaki Kurt Kayası’nın yakınlarında bekliyor. Ekmek ve birkaç ürün daha alıp hemen dönmem gerekli
  • Öyleyse dedi diğerleri bize yetiş kasabaya az bir yolumuz kaldı evlat
  • Teşekkürler efendim dedi genç adam nezaketle; Dedem için sütte alabilirsem iyi olur.

Konuşarak yürümeye başladılar. Orta yaşlı adam saçlarını karıştırarak genç adama baka kaldı. Bu genci bir yerlerden tanıdığını hissediyordu. Madem onun tarafından fark edilmişti. Dedesinden ziyade babası olmaya karar verdi. İçten attığı kahkahası mağaranın derinliklerine yayıldı.

  • Aşikâr olduğumuza göre beyim oyuna kalıtılmamız gerek diye söylendi. Âlâ âlâ eh ne yapalım bu yetenekli genç adamın yanımıza gelmesine izin verelim.

Ayağa kalktı. Mağaradan çıkarak ağır adımlarla peşlerinden gitti. Birkaç saat sonra kasabanın girişine geldi.

  • Yoruldum yahu oğlumu burada bekliyim. Gelince dinlenip geri döneriz diye söylendi.

Akşamın ilk saatlerinde uzaktan aheste aheste gelmekte olan genç adam kendisini bekleyeni görünce sevinçle elini salladı.

  • Hey baba çok iyi bir han buldum. Seni almaya geldim. Orada dinlenip bir iki gün sonra yola çıkabiliriz.
  • Dedeni merak etme evlat diye bağırdı. Onu bıraktığımda durumu daha iyiydi.Eh kalalım o halde ruhumuz dinlensin

Kasabanın iki yanında Akasya Ağaçları vardı. Yarım saatlik sessiz bir yürüyüşten sonra baba ve oğul handan içeri girdiler. Hancı yeni gelenlere baktı.

  • Saygıdeğer beyler ne istemişti diye sordu.
  • Babam ve benim için oda, yemek ve de şarap deyiverdi genç adam kıkırdayarak kesesinden altın çıkararak adama uzattı.
  • Âlâ âlâ diyerek ellerini ovuşturan adamı görmezden gelerek odalarına çıktılar
  • Neyse ki bize ilk kattan bir oda verdiler ne kadarda düşünceli değil mi baba? diyerek kapının arkasına yatağı çektiler. Sessizce beklemeye başladılar. Ağır adımlarla oflaya puflaya çıkan hancı nazikçe kapıyı vurdu.
  • Beyim yemek ve şarap getirdim
  • Bırak git alırız biz dedi yaşlı adam

Hancı homurdanarak uzaklaşmaya başladı. Birkaç dakika sonra oda dışına bırakılan tepsiyi içeri aldılar.

  • Dur bakalım evlat dedi tok sesiyle
  • Yemek güzel kokuyor şarap da fena durmuyor diye bağırdı genç adam

Kuşağından renksiz bir sıvı çıkaran adam yemeğe bir parça damlattı. Birkaç saniye sonra renk değişikliği belirdi. Aynı işlemi şaraba da yapan adam sonuç değişmeyince sinsice gülümsedi. Sol tarafa kıvrılan dudağına kurnaz bakışları eşlik ediyordu.

  • Zehirli diyorsun yani diye mırıldandı yavaşça
  • Evet evlat hem de felç eden cinsinden
  • Oha o kadar anlıyorum diyorsun
  • Evet anlıyorum; evlat benim yaşıma ulaşırsan sen bile anlayabilirsin diye sırıttı
  • Ne yapacağız yaşlı adam
  • Eh ne yapalım oyuna katılacağız
  • Yemekleri ve şarabı dök yalnız dikkatli ol kimse görmesin ve boşları kapının dışına koy sonra bekleyeceğiz
  • Ben seni de korurum yaşlı adam dedi
  • İdare ederim evlat asıl sen kendine dikkat et. Burnum tehlike kokusu alıyor

Genç adam boş tabakları ve şişeyi kapının dışına koydu. Soran gözlerini diğerine çevirdi. Sessizce odanın ortasına yatmış ellerini iki yana açmış ve ayalarını yukarı çevirerek beklemeye başladığını fark etti.

  • Bu şekilde iyi olacak mısın?
  • Sen beni düşünme evlat; içeri dalacak olanlara sakla düşünceni
  • Eh sen bilirsin ihtiyar

Gece yavaşça ilerlerken ay bulutların arasına saklandı. Tam da pusu kurulacak zamanlar diye düşünürken camdan gelen hafif bir ses harekete geçtiklerinin habercisiydi. Genç adam suikast bıçağını yavaşça sağ eline indirdi. Dikkatini kapıdan gireceklere verdi. Birkaç saniye sonra önce camdan giren adam sessizce hareketsiz duranları ayağıyla dürterek kontrol etti. Felç olduklarını teyit edince kapıyı açtı. Beş iri kıyım adam içeri girdi. Yerde yatan adamın üstünden atlayarak sandıklarının yanına gittiler. Kapağı açamayınca yaşlı adamın yanına gelip ceplerini karıştırmaya başladılar. Kıkırtılar odayı doldurdu.

  • Hanginiz güldü diye sordu biri sesi çatlak ve boğucuydu
  • Biz değiliz dediler
  • Ben dedi yaşlı adam bu defa daha yüksek sesle kıkırdayarak
  • Hareket edebiliyorsun bu imkânsız dedi boğazına bıçak dayayarak
  • O size bana değil dedi adam sert ve karşı konulmaz bir ses ile
  • İçlerinden biri çabuk bu adam sözlerini tamamlayamadı kafası gövdesinden ayırılıp tahta zemine yuvarlandı. Altı kişiden beşi birkaç saniye içinde katledildiler. Gözleri korkudan faltaşı gibi açılan adam dizlerinin üzerine çöktü. Genç adam boğazına bıçağını dayayarak diğerine baktı. Ne zaman ayağa kalkıp hepsini öldürmüştü anlayamamıştı. Korkmadığını iddia etmek aptallıktı. İstese kendisini de kolaylıkla da yok edebileceğinin farkındaydı.
  • Sen kimsin yaşlı adam diye sordu
  • Senin için baba bu aptal içinse evlat katil dedi elinde adamın kalbini tutarken

Genç adam korkuyla yere düştü. Kahkahası tüm hanı doldurdu. 190 boyunda, kuzguni siyah saçlı adam kaslarını kütleterek gerçek halini gözler önüne serdi.

  • Şimdi evlat; ben olsam inan bana ben de kendimden korkardım. Kim olduğum sorusuna ne yazık ki yanıt veremeyeceğim için üzgünüm. Yapılan lanet hâlâ süregeldiğinden gücümün sadece çeyreğinin yarısını kullanabiliyorum. Adım, gücüm mühürlü ancak biri bile adımı seslense mühür kırılır. Lakin adımı da sakladılar. Yani nerede yazılı olduğunu biliyorum ancak içeri de giremem. Bu da demek oluyor ki adımı öğrenebilirsin ve kullanarak beni özgür kılabilirsin bu birinci şık; diğeri adımı bilirsen, kullanırsan kendi lehine ki nasıl yapılacağını senin bulman gerekiyor işte o zaman ben senin emrine amade olurum ta ki sen ölene kadar. Ne diyorsun evlat bana yardımcı olacak mısın? Yoksa hainlik mi yapacaksın?

Genç adam kafasını iki elinin arasına aldı. Düşüncelere daldı. Çok çok ufakken dedesinin gece korku duyarak anlattığı eski masalları aklına geldi. Kendinden geçerek anlattığı bu karanlık hikâye her zaman kalbini heyecanla titretirdi.

  • Öyleyse baba ilk işimiz buradan nasıl çıkacağımız olmalı. Kasabada ne kadar eli silah tutan varsa birazdan kellemizi almak için burada olurlar.
  • Gelsinler dedi yere düşen sandalyeyi odanın ortasına yerleştirirken. Oldukça hamladığımdan bana da antrenman olur bu iş diye keyifle sırıttı.
  • Yani savaşalım
  • Savaş mı? Sen geride dur evlat daha öğrenecek ya da hatırlayacağın çok şey var

Gün ağarırken hanın kapısında toplanan güruh içerideki adamları katlederek zenginliklerine konmak üzere saldırmaya başladılar. İri yarı adam odaya dalan ilk üç kişinin kafasını sadece ellerini kullanarak koparınca dehşetle kaçışmaya başladılar.

  • Ne kadarda acizlik diye mırıldanan adam kollarını gererek camdan aşağıya atladı.

Sokağa kaçışanların arasına dalarak hepsini katletti. Feryatlar yükselirken hayatta bıraktığı adamlardan biri korkuyla gözlerini katiline dikti. Kalbi ağzından çıkacak gibi atıyordu.

  • Sen osun diye mırıldandı. Kasabaya dönerek kaçın diye bağırdı. Kaçın canını seven kaçsın o burada sözlerini tamamlayamadı.

Gırtlağı parçalayan adam lacivert gözlerini nefes alanlara dikti. Aslında burada yapacakları düşmanlarına uyandığını haber verecekti. Şu an bilinip bilinmemek arasında kararsız kalmıştı. Sağ omzuna dokunan el ile şiddetten zevk alan gözlerini bu cüretkâra çevirdi.

  • Bence yapma. Sessizce ilerlesek baba ve evlat gibi ne dersin?
  • Hmm. Olabilir dedi sol eliyle diğer adamın kalbini çıkarırken. Biraz sessizlik iyi olur. Lâkin evlat uykumdan uyandım ruhum kana susamış vaziyette ki ben susuzluğumu bu kasaba ile gidereceğim diye tısladı.

Kan kokusu etrafa yayılırken ormanda uyanan gecenin çocukları açlıklarını gidermek üzere kasabada ilerlemeye başladılar. Yarım gün sonra ormanın derinliklerinde dinlenmek için durdular. Gözlerini kapayan genç adam karşısındakine bakarken ruhu tanıdık birini seziyordu. Aklı ise biran evvel kaçıp kurtulması gerektiğini.

  • Uyuyalım dedi sakince.

Sabah ağarırken güneş yükselmeye utanmış gibi bulutların arasına saklanmıştı. Kesif kan kokusuna parçalanan cesetler ve nefes almayan bir kasaba karışmıştı. İki gün mesafede yaşayanlar ticaret yaptıkları yerin üzerinde toplanan akbabalara önce bir anlam veremediler. Merak duygusunu oradan yayılan pis kokularda destekleyince ne olduğunu anlamak üzere bir gözcü gönderdiler. Doru kısrağa binen adam hiç dinlenmeden yol almaya başladı. Kasabaya yaklaştıkça koku ağırlaştı neredeyse elle tutulabilir hale geldi. Gördükleri karşısında şoka girdi. Atının üstünden düşmemek için kendini zorladı.

  • Burada ne oldu diye mırıldandı sesi korkudan çıkmamıştı.

Etrafta gezinmeye başladı. Sonra onu gördü. Kasaba meydanının tam ortasında bıraktığı işareti;

  • Tanrım, sen bizi koru

Gerisin geriye dönerek şehrine doğru atını sürmeye başladı. Yarım gün mesafede atı yorgunluktan çatladı. Hayvanı orada bırakarak kâh koşarak kâh sürünerek onu bekleyenlerin yanına ulaştı. Sağ elini kasabaya doğru kaldırarak şehadet parmağını göğe çevirdi.

  • O uyanmış. O uyanmış diye haykırdı

Yaşlılar oldukları yere çöktüler. Korkuları ete kemiğe bürünmüş ve tekrardan yeryüzüne adım atmıştı.

  • Emin misin evlat?
  • İşaretini gördüm. Kasabanın tam ortasına bırakmıştı. Onu mühürledikleri bedenin boş kabuğunu gördüm. Yanında bunu buldum.

Titreyen elleriyle heybesinden kara kutuyu çıkarıp bıraktı. Yaşlı bir adam uzanıp kutuyu aldı. Dudaklarından dökülen mırıltılar eşliğinde açtı. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Kalbinin dört parmak altından sapladıkları mızrağın böğründe bıraktıkları parça çıktı.

  • Herkes yaptıklarının bedelini ödeyecek dedi yaşlı adam ve ekledi. Hemen Ay Tapınağına ulak çıkartın durumdan haberdar edin.
  • Biz ne yapalım büyükbaba dedi biri
  • Sevdiklerinizle vedalaşın ve umut edin belki birkaçımızın yaşamasına izin verir.
  • Bence abartıyorsunuz diye bağırdı genç savaşçılardan biri. Kim olursa olsun ordumuzla boy ölçüşemez
  • Onu savaş meydanında görmemiş biri olarak çok büyük laflar bunlar çocuk. Onun bir el hareketi hepimizin sonunu getirir.
  • Bunak adamın tekisin sen diye bağırdı. Güçlü kollarını havaya göstererek kılıcını çekti. Tek hamlem ile onu ortadan ikiye böleceğim ve siz de bunu göreceksiniz
  • Dediğin gibi olsun ben bunak ve yaşlı bir adam olarak ölebilirim de ancak evlat umarım karşılaşmazsınız dedi. Kara Ormana gidiyorum. Mabet Ağacının orada olacağım. Hayatta kalan olursa sizi orada bekleyeceğim diyerek ağır ağır uzaklaştı.

Şehrin kale kapılarını kapattılar. Gün içinde sadece tarlalarda çalışmak için çıkıp işleri bitince hemen geri dönüyorlardı. Geri kalanlar ise surların etrafına hendek kazmaya başladılar. Hasat zamanına kadar çalışıp depolarını doldurdular. Tahkimatlarını güçlendirerek gelecek olanları beklemeye başladılar. Birkaç ay sonra surların önünde iki adam belirdi. İkisi de kara kısraklara binmişlerdi.

  • Ne yapacağız baba dedi
  • Gelmelerini bekleyeceğiz evladım. Bana sadakat yemini ederlerse canlarını bağışlarım. Lakin saldırmalarını umut ediyorum ki beslenebileyim.

Kalenin kapısı açıldı. 20 kişilik süvari grubunun başında iri yarı bir savaşçı vardı. Gümüş zırhları güneşte parlıyorlardı. Etraflarını çevirdiler.

  • Buraya katledilmeye geldiğinize göre sen yaşlı adam önce oğlunu biçeceğim diye bağırdı
  • Ha sen beni ortadan ikiye böleceğini iddia eden böceksin dedi kıkırdayarak
  • Kılıcını çek hazır ol ya da olma geliyorum

Siyah atını adamın üstüne sürdü. Kılıcını savurdu. Yaşlı adam sağ avucundaki tozu üstüne üfürdü. Sersemleyen adam atından düştü. Diğerleri ileri atılmak için hamle yaptıkları sırada sol avucuna döktüğü başka bir tozu onların üstüne üfürdü. Sanki hareketleri bir anda ağırlaştı ve önlerindeki mesafe asırlar kadar açıldı. Hem yanlarında olup biteni görüyorlardı hem de farklı bir yerdeydiler. Yaşlı adam yerden hızla kalkan savaşçının sağ bacağına kılıcını sapladı. Sol eliyle gırtlağını tutarak adamı tek eliyle hava kaldırdı.

  • Senin gibileriyle vaktimi harcamamalıyım. Ancak sana ortadan ikiye bölünmek nasıl olur öğretmem gerekli acemi diye tısladı. Sonra ufak bir çocuğu havaya atar gibi adamı göğe fırlattı. Hızla yere çarpan adamın ağzından kan boşaldı. Kılıcını karın boşluğuna saplayarak içinde çevirdi. Acı çığlığı kulaklara ulaştığında kılıcını son kez havaya kaldırarak gövdesini ikiye böldü.
  • Ne dersin evlat yapabilecek misin? diye sordu. Meraklı gözlerini yanındaki genç savaşçıya döndürdü. Şiddet arzusuyla dolu ruhu içinde çağlıyordu.
  • Denemem gerek
  • İyi dene bakalım

Sağ elini şıklatınca mühürlü duran atlar harekete geçti. Genç adam sol elindeki kılıcını savurarak atın şaha kalkmasını sağladı. Yere düşen süvarinin üstüne karabasan gibi çöktü. Kılıcını kaldırmadan önce dudaklarından dökülen mırıldanmalar etrafa yayıldı. Sırıtarak babasına baktı. Büyük bir hızla yerde yatan adamın gövdesini ikiye ayırdı.

  • Âla âla çabuk öğreniyorsun. Yalnız bir dahakine mırıldanma sadece yap
  • Henüz o kadar usta değilim dedi kanla kaplı yüzünü döndürerek

İkisinin sakince konuşmaları diğerlerinin daha da korkmasını sağlamıştı.

  • Kokluyor musun? diye sordu tok sesiyle
  • Neyi?
  • Korkunun kokusunu diyerek kıkırdayan yaşlı adam mıhlanmış gibi duran süvarilerden birini daha biçerken

Şiddet sarmalıyla çevrelenen savaşçılar biçilen ekinler gibi toprağa düştüler. Başlarında dikilen adam kuşağından çıkardığı kesesini açarak sarı bir tozu üfürdü. Birkaç saniye sonra cesetler yanmaya başladı. Toprağa karışan kanlar etrafı lanetledi. Kemik parçaları ve kan nehrinin üstünde yükselen adam kalenin içindekilere bağırdı;

  • İkinci gecenin sonunda öldürülmeyi bekleyin. Hiçbirinize acımayacağım.
  • Katledecek miyiz?
  • Dostlarıma yaptıkları gibi

Kalede bulunanlar kiminle karşı karşıya olduklarını anladıklarında ölümün nefesi aralarında yükseldi. Kadın çoluk çocuk herkes onları bekleyen karanlıktan kaçamayacaklarını fark ettiklerinden en iyi yemeklerini yaparak evlerinde oturdular. Sabah kaleden giren adam ve oğlu gülümseyerek etraflarını seyrediyorlardı. Dükkanlar açık olmasına rağmen görünürde kimse yoktu. Demircinin ateşi sönmek üzereydi. Evlerin açık pencerelerinden rüzgârın etkisiyle nazlı nazlı savrulan perdelerin arkasından da kimseler görünmüyordu. Çeşmelerin başında da hiçlik hakimdi.

  • Neredeler?
  • Katledilmemek için topluca intihar etmişler. Zehirlenmişler. Ne kadar korkakça
  • Ne yapacaksın peki
  • Lanetleyeceğim ki hiçbir canlı burada yaşayamayacak. Ot bile bitmeyecek. Hadi gel meydana gidelim.

Ağır adımlarla yürüdüler. Odunları yığarak bir yığın oluşturdular. Ateşi yaktılar. Yükselen dumana bakarak karşısına oturdular. Yaşlı olan ağzına mavi bir macun atarak çiğnemeye başladı. Bedeni yavaşça uyuşmaya başladı. Ateş aniden harlandı. Genç olan ürkerek biraz kenara çekildi. Göz kapakları ağırlaşan adam derin bir uykuya dalarken diğeri kuşağından çıkardığı bıçağıyla sağ elinin ayasını kesti. Akan koyu kırmızı kan toprağa düşünce yer sarsıldı. Kesif leş kokusu etrafa yayılırken ormanın derinliklerinde uyumakta olan karanlığın çocukları gerinerek uyandılar. Açlıkla parıldayan kırmızı gözlerine şiddetin pırıltısı karışırken kurnaz sırıtmaları yüzlerine yansıdı.

  • Babamız burada dedi içlerinden biri
  • Evet dedi diğeri hadi beklemesin

Yarım gün sonra kalenin meydanında toplanan çocuklarına bakan adam memnunlukla gülümsedi.

  • Evlatlarım canlı biri gerek ki işimiz bitsin

Sözünü ikiletmediler. Dört bir yana dağılarak yakın köylerden yakaladıkları genç, yaşlı, kadın, çocuk kim varsa getirdiler. Efendileri mutlulukla dolduğunu hissetti.

  • Getirin evlatlarım diye tısladı.

Genç bir kızı ayaklarının dibine fırlattılar. Adam sol eliyle kızın boğazına yapışarak sıktı. Havaya kaldırdığı kurbanının kalbini sağ eliyle çıkarıp bedenini fırlattı. Kalbi iştahla izleyen çocuklarına işaret verdi. Çığlıkların arasına kahkaha sesleri karıştı. Parçalanan cesetlerin kalplerinden arta kalanları ateşin içine attı. Büyük bir parlama oldu. Kesif koku yoğunlaştı. Havanın şekli değişti. Ormanın üzerine çöktü. Renkler solup grileşti. Temiz hava yerini ölümün kokusuna bıraktı. Kan toprağa karışarak zehirledi. Kale ve etrafında zambak, papatya, gül ve hanımeli bahçeleri kurudu. Lanet yayılırken değdiği her yeri karanlığa boğdu. Uzakta Ay Tapınağında dua eden rahipler korkuyla sarsıldılar. Tapınağın Tanrıçası derin bir uykuya dalarken düşmanları hayata geri dönmüştü. Beyaz Kuledeki esir içini çekerek duvarlara baktı.

  • Acele edin efendim sizi özledim diye mırıldandı.

Kapısının kilidi açıldı. İçeri giren rahiplerin yanında askerleri gördü. Sırıttı. Son bir kez daha da olsa efendisini görmek isteğiyle doldu. Hırsla ayağa kalkmaya çalıştı. Yere kapaklandı.

  • Ah unutmuşum sol kolumla birlikte sağ bacağımı da kesmiştiniz yere tükürdü.
  • Getirin dedi biri

İçeri iri yarı bir adam geldi. Yanında başı kilitleyen bir düzenek vardı. Tahtanın çivilerini gevşetip başını sağdan ve soldan sıkıştırarak mekanizmayı kilitlediler. Çivileri çaktılar. Acıdan gözlerinden damlayan iki damla yaş kulenin kara zeminine düştü. Yerde mavi renkte bir leke belirdi. Saçlarını çekerek yerde sürüklerdiler. Meydana getirdiler. Odun yığınının üstüne attılar. Meşaleleri yakıp beklemeye başladılar. Tapınağın baş rahibi geldi. Kırmızı cübbesini savurarak karşısında durdu. Kemikli ellerini ovuşturarak sırıttı.

  • Hadi gelsin de kurtarsın seni.
  • Efendim elbet gelecek ve sizler cezanızı çekeceksiniz.
  • Seni tekrar diriltememesi için her bir zerreni yok edeceğiz. Kalan kemiklerini de domuzlarımıza yem, küllerini de etrafa saçacağız ki yok olup git piç diye bağırdı.

Sağ elinin şehadet parmağını havaya kaldıran kadına bakanlar birkaç adım geriye gittiler.

  • Efendim göğe yazıyorum yapılanları intikamımı alın
  • Ateşi yakın dedi baş rahip zevkle dudaklarını yalarken

Büyüyen alevler kadını çevrelerken kalan son gücüyle gırtlağını parçaladı. Ve böylece bu dünyadan göçüp gitti. Yakılan ateş iki ay boyunca sönmedi. Üçüncü ayın başında küllerin arasından buldukları kemik parçalarını domuzlara attılar. Külleri ise savurdular. Dördüncü ayın başında kalanları meydandan temizlerken elmas bir yüzük buldular. Aç gözlü bir temizleyici rahip elması cübbesine sakladı. Kalbinin bir parçasında oluşan kara lekenin varlığını umursamadan işine döndü.

  • Nasıl dirilteceksiniz beni efendim?
  • Senden bir parça eşya bile kalsa gücüm seni geri döndürür ve o gün sana yeni bir ad vereceğim.
  • Onlar benim her bir zerremi yok edeceklerdir efendim.
  • Ah sevgili evladım sana vereceğim yüzüğe ruhundan bir parça koydum. İnan bana bir kalbe sızan karanlık işimi görür.

Loading...
0%