@umideniz
|
Sizin ölüm dediğiniz bizim uykumuz
MİSTER VİTTROEL KİTABELERİ
BAŞLANGIÇLAR HEP IZDIRAPTIR Sakin bir geceydi. Ellerini cebine soktu. Hafiften tutturduğu ıslıkla sanki başka zamanlardan kalma insanlara benziyordu. Bu kargaşanın içinde mutlu olduğunu hissediyordu. Korktuklarından emin olan herkes gibiydi. İçinde onu rahatsız eden her ne varsa hepsini kabullenmişti. Hatta en dip en kuytu yerlerinde birikenleri bile hesaba çekip önüne koymuştu. Hedefe odaklanmak böyle demek diye mırıldandı. Ayın loş ışığı patikayı zaman zaman aydınlatıyordu. Uzun zamandır kendini böyle tam ve özgür bulmamıştı. Acı gülümsemesi kısa bir an yüzüne yayıldı. Mine çiçeklerine gözü takıldı.
Başını gökyüzüne kaldırdı. Kayın ağaçlarının arasından görebildiği kadar yıldızlara baktı. Hava bulutsuzdu. Orada parıldayan Demirkazık yolunu gösteriyordu. Adımlarını hızlandırdı. Gün doğmadan vadiye inen yola varmalıydı. Son bir gayretle yolun başındaki ağaçlığın başlangıcına geldi. İnsanlar onu fark etmemeliydi. Gizlenmek için kuytuluğa doğru yürümeye başladı. Kayın ağaçlarının hemen arkasındaki sık ahududularının arasından zorlukla geçerek gözlerden ırak alana çıktı. Kısacık bir tereddütten sonra mağaranın girişinde durdu. Kulağına gelen konuşmalardan ürkerek hızlıca içeri girdi. Geri dönüp birkaç anlaşılmaz söz mırıldandı. Kesesinden çıkardığı tozu sol avucuna döküp üfürdü. Yürüdüğü yol, mağara hiç var olmamış gibi gözlerden gizlendi.
Ürkek adımlar atan genç yolcu mağaranın girişinde hiçbir şeyi umursamadan yatan adama baktı. Bir yerlerden tanıdığını hissediyordu. Ve içinden yükselen sesler ise ondan mümkün olduğunca uzak durması gerektiğini haykırıyordu.
Tam o sırada uyanan mağaradaki adam ile göz göze geldi. Birbirlerini gördüklerini inkâr etmeden nazikçe mesafelerini korumaya karar verdiler. Hafifçe başıyla selam verip diğerlerinin buraya gelmesini engellemek maksadıyla aceleyle yanlarına koşturdu.
Konuşarak yürümeye başladılar. Orta yaşlı adam saçlarını karıştırarak genç adama baka kaldı. Bu genci bir yerlerden tanıdığını hissediyordu. Madem onun tarafından fark edilmişti. Dedesinden ziyade babası olmaya karar verdi. İçten attığı kahkahası mağaranın derinliklerine yayıldı.
Ayağa kalktı. Mağaradan çıkarak ağır adımlarla peşlerinden gitti. Birkaç saat sonra kasabanın girişine geldi.
Akşamın ilk saatlerinde uzaktan aheste aheste gelmekte olan genç adam kendisini bekleyeni görünce sevinçle elini salladı.
Kasabanın iki yanında Akasya Ağaçları vardı. Yarım saatlik sessiz bir yürüyüşten sonra baba ve oğul handan içeri girdiler. Hancı yeni gelenlere baktı.
Hancı homurdanarak uzaklaşmaya başladı. Birkaç dakika sonra oda dışına bırakılan tepsiyi içeri aldılar.
Kuşağından renksiz bir sıvı çıkaran adam yemeğe bir parça damlattı. Birkaç saniye sonra renk değişikliği belirdi. Aynı işlemi şaraba da yapan adam sonuç değişmeyince sinsice gülümsedi. Sol tarafa kıvrılan dudağına kurnaz bakışları eşlik ediyordu.
Genç adam boş tabakları ve şişeyi kapının dışına koydu. Soran gözlerini diğerine çevirdi. Sessizce odanın ortasına yatmış ellerini iki yana açmış ve ayalarını yukarı çevirerek beklemeye başladığını fark etti.
Gece yavaşça ilerlerken ay bulutların arasına saklandı. Tam da pusu kurulacak zamanlar diye düşünürken camdan gelen hafif bir ses harekete geçtiklerinin habercisiydi. Genç adam suikast bıçağını yavaşça sağ eline indirdi. Dikkatini kapıdan gireceklere verdi. Birkaç saniye sonra önce camdan giren adam sessizce hareketsiz duranları ayağıyla dürterek kontrol etti. Felç olduklarını teyit edince kapıyı açtı. Beş iri kıyım adam içeri girdi. Yerde yatan adamın üstünden atlayarak sandıklarının yanına gittiler. Kapağı açamayınca yaşlı adamın yanına gelip ceplerini karıştırmaya başladılar. Kıkırtılar odayı doldurdu.
Genç adam korkuyla yere düştü. Kahkahası tüm hanı doldurdu. 190 boyunda, kuzguni siyah saçlı adam kaslarını kütleterek gerçek halini gözler önüne serdi.
Genç adam kafasını iki elinin arasına aldı. Düşüncelere daldı. Çok çok ufakken dedesinin gece korku duyarak anlattığı eski masalları aklına geldi. Kendinden geçerek anlattığı bu karanlık hikâye her zaman kalbini heyecanla titretirdi.
Gün ağarırken hanın kapısında toplanan güruh içerideki adamları katlederek zenginliklerine konmak üzere saldırmaya başladılar. İri yarı adam odaya dalan ilk üç kişinin kafasını sadece ellerini kullanarak koparınca dehşetle kaçışmaya başladılar.
Sokağa kaçışanların arasına dalarak hepsini katletti. Feryatlar yükselirken hayatta bıraktığı adamlardan biri korkuyla gözlerini katiline dikti. Kalbi ağzından çıkacak gibi atıyordu.
Gırtlağı parçalayan adam lacivert gözlerini nefes alanlara dikti. Aslında burada yapacakları düşmanlarına uyandığını haber verecekti. Şu an bilinip bilinmemek arasında kararsız kalmıştı. Sağ omzuna dokunan el ile şiddetten zevk alan gözlerini bu cüretkâra çevirdi.
Kan kokusu etrafa yayılırken ormanda uyanan gecenin çocukları açlıklarını gidermek üzere kasabada ilerlemeye başladılar. Yarım gün sonra ormanın derinliklerinde dinlenmek için durdular. Gözlerini kapayan genç adam karşısındakine bakarken ruhu tanıdık birini seziyordu. Aklı ise biran evvel kaçıp kurtulması gerektiğini.
Sabah ağarırken güneş yükselmeye utanmış gibi bulutların arasına saklanmıştı. Kesif kan kokusuna parçalanan cesetler ve nefes almayan bir kasaba karışmıştı. İki gün mesafede yaşayanlar ticaret yaptıkları yerin üzerinde toplanan akbabalara önce bir anlam veremediler. Merak duygusunu oradan yayılan pis kokularda destekleyince ne olduğunu anlamak üzere bir gözcü gönderdiler. Doru kısrağa binen adam hiç dinlenmeden yol almaya başladı. Kasabaya yaklaştıkça koku ağırlaştı neredeyse elle tutulabilir hale geldi. Gördükleri karşısında şoka girdi. Atının üstünden düşmemek için kendini zorladı.
Etrafta gezinmeye başladı. Sonra onu gördü. Kasaba meydanının tam ortasında bıraktığı işareti;
Gerisin geriye dönerek şehrine doğru atını sürmeye başladı. Yarım gün mesafede atı yorgunluktan çatladı. Hayvanı orada bırakarak kâh koşarak kâh sürünerek onu bekleyenlerin yanına ulaştı. Sağ elini kasabaya doğru kaldırarak şehadet parmağını göğe çevirdi.
Yaşlılar oldukları yere çöktüler. Korkuları ete kemiğe bürünmüş ve tekrardan yeryüzüne adım atmıştı.
Titreyen elleriyle heybesinden kara kutuyu çıkarıp bıraktı. Yaşlı bir adam uzanıp kutuyu aldı. Dudaklarından dökülen mırıltılar eşliğinde açtı. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Kalbinin dört parmak altından sapladıkları mızrağın böğründe bıraktıkları parça çıktı.
Şehrin kale kapılarını kapattılar. Gün içinde sadece tarlalarda çalışmak için çıkıp işleri bitince hemen geri dönüyorlardı. Geri kalanlar ise surların etrafına hendek kazmaya başladılar. Hasat zamanına kadar çalışıp depolarını doldurdular. Tahkimatlarını güçlendirerek gelecek olanları beklemeye başladılar. Birkaç ay sonra surların önünde iki adam belirdi. İkisi de kara kısraklara binmişlerdi.
Kalenin kapısı açıldı. 20 kişilik süvari grubunun başında iri yarı bir savaşçı vardı. Gümüş zırhları güneşte parlıyorlardı. Etraflarını çevirdiler.
Siyah atını adamın üstüne sürdü. Kılıcını savurdu. Yaşlı adam sağ avucundaki tozu üstüne üfürdü. Sersemleyen adam atından düştü. Diğerleri ileri atılmak için hamle yaptıkları sırada sol avucuna döktüğü başka bir tozu onların üstüne üfürdü. Sanki hareketleri bir anda ağırlaştı ve önlerindeki mesafe asırlar kadar açıldı. Hem yanlarında olup biteni görüyorlardı hem de farklı bir yerdeydiler. Yaşlı adam yerden hızla kalkan savaşçının sağ bacağına kılıcını sapladı. Sol eliyle gırtlağını tutarak adamı tek eliyle hava kaldırdı.
Sağ elini şıklatınca mühürlü duran atlar harekete geçti. Genç adam sol elindeki kılıcını savurarak atın şaha kalkmasını sağladı. Yere düşen süvarinin üstüne karabasan gibi çöktü. Kılıcını kaldırmadan önce dudaklarından dökülen mırıldanmalar etrafa yayıldı. Sırıtarak babasına baktı. Büyük bir hızla yerde yatan adamın gövdesini ikiye ayırdı.
İkisinin sakince konuşmaları diğerlerinin daha da korkmasını sağlamıştı.
Şiddet sarmalıyla çevrelenen savaşçılar biçilen ekinler gibi toprağa düştüler. Başlarında dikilen adam kuşağından çıkardığı kesesini açarak sarı bir tozu üfürdü. Birkaç saniye sonra cesetler yanmaya başladı. Toprağa karışan kanlar etrafı lanetledi. Kemik parçaları ve kan nehrinin üstünde yükselen adam kalenin içindekilere bağırdı;
Kalede bulunanlar kiminle karşı karşıya olduklarını anladıklarında ölümün nefesi aralarında yükseldi. Kadın çoluk çocuk herkes onları bekleyen karanlıktan kaçamayacaklarını fark ettiklerinden en iyi yemeklerini yaparak evlerinde oturdular. Sabah kaleden giren adam ve oğlu gülümseyerek etraflarını seyrediyorlardı. Dükkanlar açık olmasına rağmen görünürde kimse yoktu. Demircinin ateşi sönmek üzereydi. Evlerin açık pencerelerinden rüzgârın etkisiyle nazlı nazlı savrulan perdelerin arkasından da kimseler görünmüyordu. Çeşmelerin başında da hiçlik hakimdi.
Ağır adımlarla yürüdüler. Odunları yığarak bir yığın oluşturdular. Ateşi yaktılar. Yükselen dumana bakarak karşısına oturdular. Yaşlı olan ağzına mavi bir macun atarak çiğnemeye başladı. Bedeni yavaşça uyuşmaya başladı. Ateş aniden harlandı. Genç olan ürkerek biraz kenara çekildi. Göz kapakları ağırlaşan adam derin bir uykuya dalarken diğeri kuşağından çıkardığı bıçağıyla sağ elinin ayasını kesti. Akan koyu kırmızı kan toprağa düşünce yer sarsıldı. Kesif leş kokusu etrafa yayılırken ormanın derinliklerinde uyumakta olan karanlığın çocukları gerinerek uyandılar. Açlıkla parıldayan kırmızı gözlerine şiddetin pırıltısı karışırken kurnaz sırıtmaları yüzlerine yansıdı.
Yarım gün sonra kalenin meydanında toplanan çocuklarına bakan adam memnunlukla gülümsedi.
Sözünü ikiletmediler. Dört bir yana dağılarak yakın köylerden yakaladıkları genç, yaşlı, kadın, çocuk kim varsa getirdiler. Efendileri mutlulukla dolduğunu hissetti.
Genç bir kızı ayaklarının dibine fırlattılar. Adam sol eliyle kızın boğazına yapışarak sıktı. Havaya kaldırdığı kurbanının kalbini sağ eliyle çıkarıp bedenini fırlattı. Kalbi iştahla izleyen çocuklarına işaret verdi. Çığlıkların arasına kahkaha sesleri karıştı. Parçalanan cesetlerin kalplerinden arta kalanları ateşin içine attı. Büyük bir parlama oldu. Kesif koku yoğunlaştı. Havanın şekli değişti. Ormanın üzerine çöktü. Renkler solup grileşti. Temiz hava yerini ölümün kokusuna bıraktı. Kan toprağa karışarak zehirledi. Kale ve etrafında zambak, papatya, gül ve hanımeli bahçeleri kurudu. Lanet yayılırken değdiği her yeri karanlığa boğdu. Uzakta Ay Tapınağında dua eden rahipler korkuyla sarsıldılar. Tapınağın Tanrıçası derin bir uykuya dalarken düşmanları hayata geri dönmüştü. Beyaz Kuledeki esir içini çekerek duvarlara baktı.
Kapısının kilidi açıldı. İçeri giren rahiplerin yanında askerleri gördü. Sırıttı. Son bir kez daha da olsa efendisini görmek isteğiyle doldu. Hırsla ayağa kalkmaya çalıştı. Yere kapaklandı.
İçeri iri yarı bir adam geldi. Yanında başı kilitleyen bir düzenek vardı. Tahtanın çivilerini gevşetip başını sağdan ve soldan sıkıştırarak mekanizmayı kilitlediler. Çivileri çaktılar. Acıdan gözlerinden damlayan iki damla yaş kulenin kara zeminine düştü. Yerde mavi renkte bir leke belirdi. Saçlarını çekerek yerde sürüklerdiler. Meydana getirdiler. Odun yığınının üstüne attılar. Meşaleleri yakıp beklemeye başladılar. Tapınağın baş rahibi geldi. Kırmızı cübbesini savurarak karşısında durdu. Kemikli ellerini ovuşturarak sırıttı.
Sağ elinin şehadet parmağını havaya kaldıran kadına bakanlar birkaç adım geriye gittiler.
Büyüyen alevler kadını çevrelerken kalan son gücüyle gırtlağını parçaladı. Ve böylece bu dünyadan göçüp gitti. Yakılan ateş iki ay boyunca sönmedi. Üçüncü ayın başında küllerin arasından buldukları kemik parçalarını domuzlara attılar. Külleri ise savurdular. Dördüncü ayın başında kalanları meydandan temizlerken elmas bir yüzük buldular. Aç gözlü bir temizleyici rahip elması cübbesine sakladı. Kalbinin bir parçasında oluşan kara lekenin varlığını umursamadan işine döndü.
|
0% |