@umutkirintisiniyaz
|
Bölüme oy verip yorum yaparsanız sevinirim. İlk bölüm hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum. Keyifli okumalar diliyorum.
"Ait olmadığın bir kalbe ait olmaya çalışırsan acır canın, yaralanırsın ve hatta ölürsün" "Öldü tüm umutlarım, öldürdü hepsini. Beni umutsuz bir hayata mahküm etti. Beni öylece bir köşeye fırlattı. Karanlığım oldu benim. Katilim oldu, beni öldürdü. Yerden topladığım umut kırıntılarımı aldı ve parmaklarıyla ufalayıp etrafa savurdu. Umutsuz kaldım. Tıpkı kimsesiz kalmış gibi, tıpkı sokağa atılmış küçük bir bebek gibi. Son bir umut kırıntısı daha alsam yerden. Kimse ona göz dikemese, kimse ona dokunamasa. Bana ait olsa, benim olsa, bende kalsa. Saklasam o umut kırıntısını kendime. Olamazmı, hayat bana son bir şans daha veremezmi. Son bir umut kırıntısı daha. Beni buradan, bu hayattan kurtaracak son bir umut kırıntısı. Yeni bir umut yeşertemezmi hayat benim için. Benden aldıklarına karşılık son bir umut. Beni karanlıktan çekip alacak son bir umut. Ondan sadece bana vermesi için son bir umut kırıntısı istiyorum..." Kalemi masanın üzerine bıraktığımda az önce içimdekileri döktüğüm kağıt sayfasını alıp ikiye katladım. Onu kimsenin bulamayacağı bir şekilde katladım. Oturduğum sandalyeden kalktım ve arkamdaki garda doğru yürüdüm. Gardrobun alt kısmındaki beyaz tahtayı köşesinden tutarak çektim. Elimde tutuğum katlı kağıdı dolabın altına sakladığım kutuya koymak için kolumu dolabın altına uzattım. Kutu elime gelince onu çektim ve dolabın altından çıkarttım. Siyah kutunun kapağını açtığımda elimdeki kağıdı diğer kağıtların arasına kutunun içine bıraktım. Arkamı dönüp odanın kapalı kapısını kontrol ettim ve ger önüme dönüp kutunun kapağını kapatıp onu geri dolabın altına ittim. Az önce yerinden çıkarttığım tahtayı ilk halinde ki gibi geri yerine taktım ve yerden kalktım. Yatağımın üzerine kendimi bıraktığımda odanın kapısı çalındı. "Gir" dediğimde odanın kapısı sonun kadar açıldı. "Efendim, kahvaltı hazır. Babanız sizi sofraya bekliyor" deyince sevgi abla kaşlarım hayretle çatıldı. Şaşkınlık içerisinde elimle kendimi gösterdim, "Beni?" Kafasını hızla sallayarak bana odamdan çıkmam için koridoru gösterdi. Yataktan kalktığımda ayakkabılarımı ayağıma giyindim ve odanın kapısına ilerledim. Sevgi ablanın yanından geçtiğimde şaşkınlığım hala üzerimdeydi. Merdivenleri inmeye başladığımda onun beni neden sofraya çağırdığını merak ediyor, aklımda türlü türlü senaryolar kuruyordum. Aşağı indiğimde salonda, yemek masadaki yerlerini çoktan almış annem ve babamı gördüm. Masaya ilerlediğimde annem kafasını kaldırıp bana bakmadı. Kafasını eğmiş, omuzları çökük bir şekilde tabağına aldıklarını yiyordu. Babam, elinde tutuğu gazete kağıdına keyifle bakıyordu. Annemin oturduğu sandalyenin karşısındaki sandalyenin önünde yer aldığımda babam eliyle önünde durduğum sandalyenin yanındaki sandalyeyi işaret etti. "Oraya otur, nefesini duymak istemiyorum" Bakışlarımı gazeteden gözlerini ayırmayan adama çevirdim. Nefes alışıma bile tahammülü yoktu değil mi? "Çek o gözlerini üzerimden ve bu masada olmanın değerini bilerek yerine otur" dedi gayet keskin bir dille. Oturmamı istediği sandalyeyi çekip oturdum. Yabancısı olduğum masada gezindi gözlerim. Daha önce asla oturma hakkına sahip olmadığım bu masada. Daha önce bu masada oturup yemek yediğimi hatırlamıyordum. Çünkü babam olacak adam asla müsade etmezdi bu masaya oturmama, onlarla yemek yememe. Hep odamda, tek başıma yerdim yemeklerimi. "Görüyormusun suzancım, kocan yine gündemde" pek de keyifli geliyordu babamın sesi. Şimdi anlaşılıyordu beni neden sofraya çağırdığı. Tüm gazetelerde adı geçiyo olmalıydı ki bu sabah böyle mutluydu. "Tüm gazetelerde nasıl iyi bir savcı olduğumdan söz ediliyor. İnsanların gözünde adaletli bir adam olarak tanınıyorum" sözlerinin ardından kendime hakim olamadım. Güldüğümde hemen elimle ağzımı kapattım. "Neye gülüyorsun sen?" Diye sorduğunda kafamı çevirip ona baktım. "Hiç... Babamın başarısına sevindim. Böylesine adaletli bir adam olman hoşuma gitti. Ama keşke aynı adaletini kızın için de kullanabilsen." O mutlu tavrı bir anda buhar olup uçtuğunda dişlerini sıkmaya başlamıştı. Gazeteyi tutan elleriyle gazeteyi sıkmaya başladığında sinirlendiğini anlamıştım. Öfkeli gözlerini üzerime diktiğinde oturduğu yerden sandalyeyi bir hışımla geri iterek kalktı. "Sen yine ne saçmalıyorsun?" Diye sorduğunda adeta küplere binmişti. Keyifle arkama yaşlandığımda konuşmaya başladım. "Diyorum ki sevgili babacım, keşke böyle iki yüzlü bir sahtekar olmasan, bu yüce gönüllüğünü ve adaletini yalnızca dışardakilere değil de kızına da göstersen." Yüzündeki damarları sinirden belirginleştiğini bakışlarım anneme kaydı. Oturduğu yerde anında titremeye başlayan annem, beni susmam için uyarıyordu. "Yalan mı konuşuyorum annecim, babamın nasıl bir sahtekar olduğunu söyleyerek yaşan mı söylüyorum." Babam olduğu yerde hareketlenip tepemde belirdiğinde kolumdan tutup beni ayağa kaldırdı ve bir saniye bile düşünmeden o sert tokadını sağ yanağıma attı. Tokadın şiddetiyle yere yığıldığımda o, "Sabah sabah yürek mi yedin lan sen!" Diye gürlemekle meşguldü. Elimi dudağıma attığımda parmak uçlarıma bir ıslaklık bulaştı, elimi dudağımdan çektiğimde parmak uçlarındaki kanı gördüm. Bakışlarım babama değil, hala hareketsiz bir şekilde sandalyesinde oturmuş elinde çatalını tutan anneme kaydı. Bana bakmıyordu bile. "Yine kulaklarını tıkayıp gözlerini kapamayı seçiyorsun öylemi anne. Kızın yine bu adamdan dayak yiyor ama sen ağzını açıp tek kelime dahi etmiyorsun" Babam, "kapa o çeneni!" Diyerek kolumdan tutarak beni yukarı çektiğinde bir tokat da diğer yanağıma attı. Ağzıma gelen kan tadıyla yere tükürdüğümde bakışlarım tekrar anneme değdi. "Gerçi unutmuşum sen 23 senedir sesini çıkarmıyorsun, şimdi mi çıkaracaksın. Hata bende, özür dilerim hata bende ki ben senden medet umuyorum" Elleriyle kulaklarını kapadı annem. Artık sus der gibi. Sen beni hiç duymadın ki anne diyemedim. Sen hiç beni duymadın, beni görmedin diyemedim. Dondu kaldı bakışlarım onda, gözlerim doldu ama yediğim tokatlar yüzünden değil. Annem beni yine onun zulmünden korumadı diye. Kolundan tutup onu geri itmedi, elimden tutup beni düştüğüm yerden kaldırmadı diye. Bir kere olsun beni ondan korumadı diye. Onun elinden beni almadı diye. "Yapma, o benim kızım" demedi diye doldu gözlerim. Yüzüme tokat yemiştim ama kalbim acıyordu. Kalbim o bana her vurduğunda bir kez daha kırılıyordu. Beni doğuran kadın beni korumuyor beni savunmuyor diye acıyordu kalbim. Gözümden aşağı bir göz yaşı aktığında babam beni kolumdan tutu ve çekiştirerek yerden kaldırdı. "Nigar, al şunu odasına götür kapısını da kilitle. Yarına kadar bir yudum su dahi içmeyecek!" Nigar abla yanıma gelip, "Kalk kızım" diyerek omuzlarımdan tutarak beni kaldırmaya çalıştı. Ayağa kalktığımda gözlerimi bir saniye olsun annemden alamıyordum. Hala dönüp bana bakmıyordu. Kanayan dudağıma bakmıyordu. Önündeki tabaha öylece bakıyordu. Hala elleriyle kulaklarını kapıyor, bir yandan da titriyordu. Annem bugün de benden geçmişti. Nigar abla beni merdivenlere yöneltirken ayırabildim bakışlarımı annemden. "Ağız tadıyla bir kahvaltı edelim dedik, suzan hanımın kızı onun da içine etti!" Diye söyleniyordu babam. Suzanın kızı diyordu benim için. Benim kızım diyemiyordu. Çünkü o beni hiçbir zaman kızı olarak görmüyordu. Merdivenlerin sonuna geldiğimde az ileride boncuk gözleriyle bana bakan Mert'i gördüm. Bakışlarıyla yüzümü incelediği esnada elimle hemen dudağımdaki kanı temizledim. "Abla" diyerek bana gelen kardeşim için yere çömeldim. Mert karşıma geçtiğinde minik ellerini yanağıma değdirdi. "Noldu senin dudağına, bu kırmızı şey de ne?" Diye masumca sordu. Dolan gözlerimdeki yaşları geri iterek gülümsemeye çalıştım. "Çay içtiğim bardak çatlakmış meğer, farkında olmadan içince dudağımın kenarını kesti." Diye yalan söyledim. Çok sevdiği babasının nasıl bir cani olduğunu bilmek için henüz çok küçüktü. Yanağımı okşarken kaşlarını çattı. "Neden dikkat etmiyorsun abla" bakışları yanımda ayakta yer aşan Nigar ablaya değdi. "Sen neden ablama çatlak bardak veriyorsun Nigar abla" diye sorarken sesini sanki kızgınmış gibi çıkarmaya çalışıyordu. "özür dilerim kuzum" dedi Nihat abla. Merti kendime çekip sıkı sıkı kollarımı ona sardığında boynuna kafamı gömüp o eşsiz kokusunu içime çektim. Mertten ayrıldığımda kollarından tutum, "Benim odamda bir kaç işim var, sen şimdi aşağı in ve kahvaltını yap ablacım olur mu?" Dedim, anlıma yapışmış saçlarına parmaklarımı daldırdım ve arkaya ittim. Kafasını hızla sallayan küçük kardeşim yanımdan geçip merdivenleri inmeye başladı. Babamın annemden bir çocuk daha yapmak gibi bir niyeti yoktu. Ama çok sevgili dedem bir erkek torun istediği için Mert dünyaya gelmişti. İyi ki de gelmişti ama, yoksa bu cehennem dayanılacak gibi bir yer değildi. Babam, ona bana davrandığı gibi davranmıyordu. Dedem bir erkek torun istediği için olsa bile Mert'e başka bakıyor, onu bir başka seviyordu. Mert'e vurmayı geçtim daha ona sesini yükselttiğini bile görmemiştim. Çömeldiğim yerden kalktığımda koridorun sonundaki odama doğru ilerledim. Kapalı kapıyı açıp içeri girdiğimde Nigar abla kapının önünde durmuş bana bakıyordu. "Az bekle kızım, baban gittiğinde sana yemek getireceğim ben" dediğinde kafamı iki yana salladım. "Hayır Nigar abla, o adamın bir kuru ekmeğini bile istemiyorum" dedim ve kapının arkasındaki anahtarı çıkarıp ona verdim. Odanın kapısını kapatıp arkamı döndüğümde kapının kilitlendiğine dair ses geldi. Derin bir nefes içime çektiğimde dudağımdaki kanı silmek için odanın içindeki banyoya ilerledim. Küçük ebeveyn banyosuna girdiğimde aynanın karşısına geçtim. Gözlerim patlamış dudağıma değdiğinde gözlerim bir kere daha doldu. Kanamıyordu ama kan kurumuştu dudağımın kenarında. Musluğu açtım ve kafamı lavaboya eğip avcıma doldurduğum suyu dudağıma tutum. Kuruyan kanı iyice yıkadığımda doğrulup aynanın yanındaki dolabı açtım. Dolabın üst rafındaki tentürdiyot aldım. Çekmeceden pamuğu aldım ve pamuktan bir parça alıp kapağını açtığım tentürdiyottan bir kaç damla damlattım. Pamuğu yaranın üzerine bastırdığımda canım yanmıştı. Pamuğu geri çektiğimde peçete yardımıyla yaranın etrafına bulaşan tentürdiyotu sildim. Dolaptan yara kremini aldım. Kapağını açıp elime sıktığım az biraz kremi dudağımın kenarına, yaranın üzerine sürdüm. Aynadaki yansımama baktım. Öyle sert tokatlar atmıştı ki iki yanağımda da kızarıklıkları hala duruyordu. Sadece son bir umut istiyordum. Son bir umut. Beni bu cehennemden tutup çıkartacak bir umut istiyordum. Ama bende bu şanssızlık olduğu müddetçe bu pek de mümkün gibi görünmüyordu. Banyodan çıkıp yatağıma ilerledim. Boş gözlerle odanın içine bakarken yapacak birşey yoktu. Yarına kadar kapının kilidinin açılmasını bekleyecektim başka çarem yoktu. Yataktan kalkıp çalışma masasına ilerledim. Üst üste dizdiğim kitaplarımdan birini aldım. Cehennem çukuru, yazıyordu kitabın üzerinde. Yatağa oturduğumda sırtımı yatak başlığına yasladım ve kitabın kapağını açtım. Giriş kısmını açarak birinci bölüme geldim. "İçine doğduğun cehennem çukurundan kurtulamıyorsan kendine tutunacak bir umut bul" yazıyordu sayfanın başında. Eğer ki o cehennemde tutunduğun bütün umutlar öldüyse ve elinde tutunacak başka bir umut kalmadıysa, o cehenneme gözlerini yumacağın günü beklemekten başka çaren yoktur. Ben bekliyorum, bu cehenneme gözlerimi yumacağım günü bekliyorum. Doğduğum bu cehennem çukurundan gözlerimi sonsuza dek yummamışım müddetçe kurtulamayacaktım. Bu bir gerçekti. Ve gerçekler asla değişmezdi. Benim gerçeklerim hiç değişmezdi. Vakit geçsin diye aldığım kitabı okumaya başladım. & Arabanın kapısını kapattığında güneş gözlüğünün çubuklarını açıp gözlüğü gözüne taktı. Kendinden emin bir şekilde attığı adımlarla mekana doğru yürüyordu. Mekanın demir büyük kapısını açıp içeri girdiğinde gündüz vakti olmasına rağmen mekan oldukça kalabalık görünüyordu. Kapıda ki sinek kaydı tıraşıyla nöbet tutan iri yapılı kaslı ve uzun boylu adama çevirdi bakışlarını. "Hayırdır, gündüz vakti neyin kalabalığı bu?" Diye sordu grip olmuştu, bu nedenle sesi biraz boğuk ve kalın çıkıyordu. "Akşamki dövüş için hazırlıklar biraz erken başladı abi. Hasan abi aşağıda, senin gelmeni bekliyordu tahsilatı verecekmiş öyle dedi" adamın dediklerini başını sallayarak onayladı ve mekanın içine doğru yürümeye başladı. Neco kafasını sallayarak dediğini kabul etti. O, merdivenleri çoktan inmeye başlamıştı bile. Merdivenler bitip aşağı vardığında hemen sağındaki kapıya döndü. Kapının önünde duran koruma onu görünce hemen kapıyı açtı. Odadan içeri girdiğinde Hasan deri koltuğunda oturmuş, kapıdan içer giren ona bakıyordu. Masanın karşısına geçtiğinde elini Hasan'a uzattı. Kendisine uzatılan eli tutup sıktı Hasan. Masanın önündeki deri tekli koltukların sağ tarafta bulunanına oturdu. "Tahsilat var demişsin geldim abi" Hasan çekmeceyi açıp içindeki zarfı çıkartıp ona uzattı. Kendisine uzatılan zarfı aldı ve zarfı açıp içindeki paralara baktı. "İyisin işinde, yarın akşam rakibini yerden kalkamayacak bir hale getirirsen seni izleyenler tarafından maliyetin çok iyi olur" elinde tutuğu zarfı kapatıp ceketinin iç cebine koydu. Ayaklandığı esnada Hasan da oturduğu yerden kalktı. "Yarın akşam, benim de bir tahsilat işi var, benimkiler halledemez. Çocuklardan bazılarını alıcam yanıma haberin olsun" Hasan kafasını tamam dercesine tana erdiğinde elindeki tesbihi sallıyordu. "Yeterki sen iste koçum, çocuklar köpeğin olsun" dedi Hasan abartılı bir şekilde. Odadan çıktığında merdivenleri çıkmaya başladı. Yukarı vardığında tezgahın arkasında bardakları silen Neco'nun yanına ilerledi. Onun geldiğini gören Neco onun için hazırladığı bardağı dolaptan çıkartıp tezgahın üzerine bıraktı. Tezgaha yaklaştığında Neco'nun onun için bıraktığı bardağı aldı ve suyu tekte kafasına dikip boş bardağı tezgaha bıraktı. "Hadi ben gidiyorum, kendinize dikkat edin" dedi Neco'ya. "Yarın görüşürüz abim" dedi Neco sildiği bardakları rafa yerleştirirken. Mekanın çıkışına doğru yürüyordu. Tahta kapının ardına geçtiğinde büyük demir kapının korumalığını yapan sinek kaydı tıraşlı genç adamın yanına ilerledi. "Yarın bir tahsilat işi var, en güvenilir olanları topla ve yarın akşam için benden haber bekle" diye fısıldadı. Adam kafasını aşağı yukarı sallayarak onu onayladı. Korum onun için demir kapıyı açtığında dışarı çıktı. Caddeye çıkan merdivenleri hızla çıktı ve yolun karşısındaki arabasına ilerledi. Arabanın anahtarını cebinden çıkarıp kilitli arabayı açtığında kapıyı açıp şöför koltuğuna oturdu ve arabayı çalıştırmaya başladı. Cebinden çıkardığı telefonunun ekranını açtı ve arama kısmına girip bir numarayı aradı. Bir eliyle arabayı sürerken bir diğer eliyle de çalan telefonu tutuyordu. Telefon açıldığında kulağına götürdü. & Vakit geçsin diye okumak için aldığım kitabı okumaya bitirmiştim. Hava kararmaya, güneş batmaya başlamıştı lakin ben can sıkıntımı nasıl geçireceğimi hala bilmiyordum. Alışıktım odama kilitlenmeye. Çoğu zaman bugün ki gibi bir gün kitlenmezdim. Bazen iki gün bazen üç gün. İlk defa da aç bırakılmıyordum. Gecelerce, günlerce aç susuz bırakılıyordum. Vücudum artık açlığa ve susuzluğa öyle bir alışmıştı ki haftalarca yemek yemesem su içmesem hiçbirinin eksikliğini vücudum hissetmez, bir damla suya bile ihtiyaç duymazdım. Yataktan kalktım ve çalışma masamın sandalyesini alarak onu camın önüne taşıdım. Perdeyi sonuna çekerek açtım. Sandalyeye oturduğumda camdan dışarıyı izlemeye başladım. Gün batımını izlemek biraz da olsun can sıkıntımı alabilirdi belki. Dışarlarda, benim yaşımda olan ama hayatlarını istedikleri gibi yaşayan bir sürü kız vardı değilmi. Özgürce, günlerini anlarını diledikleri gibi yaşayan bir çok kız vardı. Ama ben o kızlardan biri asla olamamıştım. Ben daha doğduğu gün hayatı ve özgürlüğü elinden çalınandım. Hani derler ya bir insanın yüzü babadan yana gülmesede anneden yana güler, anneden yana gülmese de babadan yana güler diye. Yalanmış. Benim yüzüm ne annemden yana ne de babam olacak o adamdan yana hiç gülmedi. Babam beni hiç sevmedi. Beni doğuran kadın beni sevdimi pek sanmam. Eğer sevseydi insan sevdiğinin zarar görmesine izin vermez ki. Sevdiğinin canı yansın istemez ki. Ama hayır, beni doğuran kadın bile beni sevmedi. Keşke insan ailesini seçebilseydi. Eğer ki ailemi seçme gibi bir şansım olsaydı onları asla seçmezdim. Özgürce konuşmam yasak. Gülmeme ve ağlamam da yasak. İstediğim yere gitmem, arkadaşlarımla buluşmam bile yasak. Okula bile korumalarla gidip gelirdim. Okulun önünde çıkış saatine kadar beni bekleyen bir adamla okula gider, gelirdim. Yaşadığım hayatın bir mahkumun hayatından hiç bir farkı yoktu. Ama mahkumlar bile bir gün hapis tutuldukları yerden çıkıp özgürlüğüne kavuşuyorlar. Benim bu yıkıldığım delikten çıkıp çıkmayacağım kesinsiz. Kafamı çevirip dört duvardan olan odama baktım. "İşte, hayatım şu lanet dört duvardan ibaret." Bahçedeki korumalara bakıyordum. Babam olacak adamın ailesi oldukça varlıklıydı. Babamın babası, Ziya Soykan, ceza hakimiymiş. Babamlar üç kardeşmiş, büyük olan mimarken ortanca olan avukat, babam ise savcı. Böylesine adaletsiz bir ailenin her bir üyesinin hukuk mesleği yapması trajikomikdi. Anne tarafımın pek de varlıklı ve tanınan bir aile olduğu söylenemez ama onlarında kendi çapında bir mal varlığı varmış. Annem evin en küçük kızıymış tıpkı babam gibi. Birbirlerine layık bir çift olduklarını söyleyebilirim. Yapacak başka birşey bulamadığımdan yatağa uzandım ve gözlerimi kapayıp uyumayı tercih ettim. 😴 Kulağıma gelen kapı açılma sesiyle gözlerimi araladım. Odanın ışığı açıldığında bundan rahatsız olmuştum. Kapının önünde duran Nigar ablayı gördüm. "Kızım, ailecek bir davet yemeğine gidecekmişsiniz Selim bey biran önce hazırlanmanı istedi" dedikten sonra Nigar abla odanın kapısını kapatıp gitti. Yatakta oturup ayaklarımı aşağı sarkıttığımda gözlerimi ovuşturuyordum. Yataktan kalktığımda grdrobun karşısına geçtim. Dolabın kapısını açtım. Nereye gideceğimizi bilmiyordum. O yüzden be giyineceğim de bilmiyordum. Sadece, sözde ailemize yakışır bir şıklıkta giyinecektim o kadar. Askıdan siyah uzun kollu ve boğazlı bir elbise aldım. Dolabımdaki bu kıyafetler bana değer verildiği için değil, Soykan soy adı için vardı. Elbiseyi yatağa bıraktığımda üzerimdeki pijamaları çıkarttım ve elbiseyi askısından çıkartıp üzerime giyindim. Banyoya girdiğimde çekmecedeki çantayı çıkarttım. Kapatıcıyı alıp, dudağımın kenarına sürdüm, sonra göz altlarıma sürdüm. Kapatıcıyı sürdüğüm yerlerde dağıttıktan sonra, çantadan rimeli aldım ve kirpiklerime sürdüm. Bağlı saçlarımı açtım ve yaradıktan sonra sıkı bir atkıyruğu yapıp önden iki tutam bıraktım. Banyodan çıktığımda gardrobun içindeki uzun siyah çizmelerimi ayağıma giyindim. Yaz bitmişti ve kışa giriyorduk. Şuna son bahardaydık. Havalar gün geçtikçe daha da soğuyordu. Üzerime giyindiğim elbise diz kapaklarımın bir tık üstündeydi. Üzerime bir de siyah bir kaban giyindim ve ışığı kapatıp odadan çıktım. Merdivenleri indiğimde kapının önünde hazır bir şekilde bekleyen sevgili annem ve babamı yanlarında da gülen yüzüyle bana bakan Mert'i gördüm. Yanlarına vardığımda Selim Soykan kapıyı açtı ve evden ilk o çıktı, onun ardından Suzan Soykan, elini tutuğu Mertle birlikte çıktı. Ve tabi son olarak da ben evden çıktım. Kapıda hazır bekleyen arabanın kapısını açtı şöför, arabanın arka tarafına ben, Mert ve annem oturdu. Selim Soykan ise şöför koltuğunun yanındaki koltukta yerini aldı ve araba çalışınca bahçeden çıkıp yola çıkmıştık. Restorana gelmiştik. Restoranın kapısı açıldığında önden Selim Soykan, ardından karısı ben ve Mert girdik içeri. Masamıza kadar bize bir adam eşlik etti. Bizim için ayrılan masaya geldiğimizde Selim Soykan sanki çok iyi ve romantik bir eşmiş gibi annemin sandalyesini çekti. Ben kendi sandalyemi çekip oturduğumda Mert de hemen yanımdaki sandalyeye oturmak istedi. Onu kucağıma alıp yanımdaki sandalyeye oturttum. Bir kaç dakika sonra Selim Soykan gülerek elini kaldırdığında arkamı dönüp baktım. Bize doğru gelem bir kadın ve adam vardı. Adamla kadın yanımıza vardığında Selim ve Suzan ayaklandı. Mecbur onlar kalkınca bende kalktım. Arkamı döndüğümde Selim Soykan adamla el sıkışıyordu. Annemi göstererek, "Eşim, Suzan" dedi. Kadın annemle el sıkıştığında bakışlar bana döndü. Sevgili babam yanıma gelip elini omzuma attığında, "Kızım Nefes" diyerek de beni tanıştırdı. Kadın elini uzattığında, "Demek sonunda Selim Soykanın biricik kızıyla tanışabildik öylemi" diyerek güldü, yalandan bir gülüşle kadının uzattığı elini sıktım. Ben, sözde Selim Soykanın ilk gözağrı ve biricik kızı Nefes Soykan. Tüm magazin haberlerinde ve gazetelerde benden Selim Soykanın biricik kızı diye bahsediliyordu. Bu kadın da beni oradan görmüş olmalıydı. Çünkü ailecek sahte sevgi dolu aile pozları vermekten pek hoşlanırdık. Herkes sandalyedeki yerlerine oturduğunda garson siparişleri almak için masaya gelmişti. Siparişler verilmiş, yemekler yenmiş ve aileler tanışmıştı. 🌑 Gece bitmiş ve sonunda eve gelmiştik. Ve odamda yine kilitli kalmış, üzerimi değiştirmiş oturuyordum. Saat geç olmuştu. 🫥 kapının kilidi açılmıştı ama ben odamdan çıkmamıştım. Çıkmam için hiçbir sebep de yoktu zaten. Yerim olmadığı bir sofraya oturamazdım. Nigar abla kahvaltımı getirmişti. Kahvaltımı ettikten sonra da tepsiyi alıp aşağı inmişti. Şimdi de tıpkı dünkü gibi camın önünde oturmuş, aldığım kitabı okuyordum. Öğlen çoktan olmuştu. Enteresandı ama korumalar bugün etrafta yoktu. Babam olacak adam ise sabah erkenden evden çıkmıştı. Mert okula gitmişti ve Suzan hanım da sabahtan beri odasından hiç çıkmamıştı. Aslında şimdi evde istediğim gibi dolaşıp istediğimi yapabilirdim. Ama ait olmadığım bir eve sahiplik yapamıyordum. Böyle oturmaktan sıkıldığım için kitap okumaya bırakıp aşağı indim. Mutfakta Nigar ve sevgi abla vardı. Yanlarına gittim. & "Akşam, maç başlamadan önce gidip kızı alıcaksınız." Diyordu saçlarını tarayan adam. "Nasıl alacağız abi kızı evinden" "Çok soru sorma oğlum. Herşey ayarlandı, siz sadece kızı alıp geleceksiniz. Bak, saatinde orda olacaksınız." "Böyle istiyorum koçum. O kızı alacaksınız ve bana getireceksiniz." genç tamam dercesine kafasını salladıktan sonra arkasını dönüp kapıyı açtı ve odadan çıktı. Kapının ardında bekleyen adamlara döndü. "Bir kaç saate hazır olun. Güneş battığı an kızı almaya gideceğiz. Arabayı hazır edin" & Hava kararmıştı. Babam olacak o adam hala gelmediği için salonda oturabiliyordum. Televizyonu açmış, kanallarda geziniyordum. Nigar ve sevgi abla akşam yemeklerini hazırlamakla uğraşıyordu. Suzan Soykan hala aşağı inmemişti. Mert beşte okuldan gelmişti. Onunla biraz vakit geçirmiştim. Sonra uykusu geldiği için o uyumak istemişti bende salona gelip izlemek için kendime birşey arıyordum. Ama tüm kanallarda gezinmeme rağmen kendime izleyecek birşey bulamamıştım. Kapı zili çaldığı için kumandayı koltuğa bıraktım ve koltuktan kalktım. "Ben bakarım kapıya" diyerek kapıya geldiğimde kapı kolunu tutup kulpu aşağı çekip kapıyı açtığımda karşımda üç tane uzun boylu iri yapılı adam belirdi. "Neye bakmı-" diyeceğim anda önde duran adam eliyle ağzımı kapattı ve kolumdan tutarak beni evden çıkarmaya çalıştı. Elimle kapının kenarlarına tutunurken bir diğeri geldi ve diğer kolumdan tutarak beni çekiştirmeye başladılar. Bağırmaya çığlık atmaya çalışıyordum fakat ağzımı kapattığı için bir türlü beceremiyordum. Onlar beni çekiştirmeye devam ederken ben direnmeye çalışıyordum. Gitmek istemiyordum. Ayaklarımı sanki yere çivilenmiş gibi hareket ettirmemekte diretiyordum ama adamlar o kadar güçlüydü ki beni sürükleyerek götürüyorlardı. "Bırakın kızımı" diye bağıran Nigar ablanın sesini duydum. Kafamı çevirip baktığımda arkamdan koşan Nigar ablayı ve telefonla konuşan sevgi ablayı gördüm. İkisi de oldukça endişeliydi. Ben gitmemek için çırpınırken gözlerim evin üst katına kaydı. Odasının camından bana, ağlayan gözlerle bakan annemi gördüm. "yardım et" dercesine bakıyordum ona fakat o camdan bakmak dışında başka hiçbir şey yapmıyordu. Gitmemek, kurtulmak için kendimi yere attığımda ağzımı kapatan adam elini ağzımdan çekti. Yere eğilip bir kolunu bacaklarımın altından geçirdi bir diğer koluyla belimi sarıp beni kucağına aldı ve yerden kaldırdı. Adamın kucağında çırpınıyordum. Camdan bana bakan anneme, "Yardım et, yalvarırım yardım et!" Diye bağırdım. Ama o yalnızca elini cama uzattı. İşte o an sol gözümden bir yaş damladı yanağıma. Çırpınmayı o an bıraktım. Çünkü anlamıştım, annem bana yine el uzatmayacaktı. Annem bana yine yardım etmeyecekti. Annem yine sesimi duymayacaktı. Ona sesimi duyurmayacaktım. Beni kucağımda taşıyan adam kapısı açık arabanın içine bindirdi beni. Soluma o, sağıma ise öbür adam oturdu. İkisinin ortasında kalmıştım. Şöför koltuğunda bir adam ve onu yanında da başka bir adam vardı. Çırpınmaya devam ediyordum. Araba hareket etmeye başlamıştı. "Bırakın beni!" Diye bağırıyordum. Yanımdaki adama döndüm. "Lütfen bırakın beni" Adam camdan dışarı bakıyordu. Diğerine döndüm. "Siz kimsiniz? Yalvarırım bırakın beni" diye yalvardım fakat o da camdan bakmak dışında birşey yapmıyordu. Sanki beni duymuyor gibiydiler. Yollar karanlıktı. Yanan arabanın farları yolu aydınlatan tek şeydi. Yol boyunca çırpınmıştım. Hepsine beni bırakmaları için yalvarmıştım fakat nafileydi. Sonunda dayanamayıp ağzımı bağlamışlardı ve solumda oturan adam iki elimize yol boyunca sıkıca tutmuş hiç bırakmamıştı. Adam benden oldukça güçlü olduğu için ellerimi ondan bir türlü kurtaramamıştım. Araba baya büyük bir mekanın önünde durduğunda yanımda oturan adamlar kapılarını açıp arabadan indiler. Ve beni de kolumdan tutarak çekiştirip arabadan indirdiler. Nereye geldiğimi anlamak için etrafıma bakındım. Önünde durduğumuz mekanın kapısının önünde iki adam duruyordu. İki koluma da iki adam girdi ve beni oraya doğru yürütmeye başladılar. Kapının önünde duran adamlardan biri kapıyı açtığında kolumdan tutan adamlar beni içeri soktu. İçeriden büyük bir gürültü sesi geliyordu. Önünde durduğumuz tahta kapı açıldığında adamlar beni o kapıdan geçirdiler. Etrafta birden fazla insan vardı. Çok kalabalıktı ve çok ses vardı. Herkes konuşuyor bağırıyordu. Ortada kocaman bir kafes vardı. Dövüş kafesi. Kafesin etrafında da insanlar toplanmıştı. Ve hepsi erkekti. Kafamı kaldırıp yukarı baktım. Burası kaç katlıydı bilmiyorum ama her katta insanlar vardı. Kolumdan tutan adamlar beni kalabalık insanların içinden geçirmeye başladılar. "Beni buraya neden getirdiniz!" Diye bağırdım. "Size diyorum beni buraya niye getirdiniz!" Beni kafesin kapısının önüne getirdiklerinde tellerden oluşan kapıyı açtı biri. Kolumu tutan adamlardan biri kolumu bıraktı. Diğer kolumu tutan adam beni üç basamaklı merdivenden çıkartıp kafesin içine getirdi. Adam kolumu bıraktığında arkamı döndüm. Beni buraya getiren adam çoktan kafesten çıkmıştı. Tel kapıya koşup ellerimi tellere geçirdim. "Çıkar beni burdan! Benim burada ne işim var! Hey! Kime diyorum." Diye bağırdığım esnada, arkamdan bir ses geldi. Ürkekçe arkamı dönüp baktığımda kafesin diğer tarafındaki tel örgülü kapı açılmıştı ve kapıdan üzerinde siyah atleti, siyah şortuyla uzun boylu, kaslı, iri yapılı bir adam girdi. Adam gözlerini üzerime dikmiş, bana bakıyordu. Adam üzerindeki atleti çıkartıp yanındaki adama attı. Atleti aşan adam eline boks eldivenlerini verdi. Eldivenleri gözlerini bir saniye olsun benden ayırmadan ellerine takan adam, gözlerini kapatıp kafasını sağa sola çevirerek kıtlattı. "Al şunları tak" diye bir ses duyduğumda kafamı sağıma çevirdim. Elinde boks eldivenlerini tutan bir kadın vardı. Önce kadına sonra elinde tutuğu eldivenlere baktım. Kafamı çevirip hala bana bakan adamın gözlerine baktım. Gerçekten böyle kaslı ve iri yapılı bir adam kendine rakip olarak hasta bir kızı mı görüyordu. Kolunu öne uzatarak bana gel işareti yaptı. "Hadi, vur bir sol korşe" derken bana doğru bir adım attı. Ben sertçe yutkunduğumda kafes dışındaki herkes bir ağızdan "kuzgun!" Diye bağırmaya başladı. Gerçekten, onunla dövüşmemi mi istiyorlardı? Bölümü oylayıp bolca yorum yaparsanız sevinirim....
|
0% |