Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. BÖLÜM; BİR YÜZÜK MESELESİ

@umutkirintisiniyaz

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Keyifli okumalar dilerim🎀

Bölümü oylayıp bolca yorum yaparsanız sevinirim. Yine aynı şekilde yorum ve oy az gelirse bölümün gelişi geçikecektir bilginize.

Bölüm şarkıları; Yasir Miy; Ben Zaten yarım, manga; beni benimle bırak, Sena Şener; porselen kalbim.

 

 

🕊️

 

 

"Mühür, çözülmez belki ama, nefret, en kör düğümleri bile çözer. Bir kalp, nefrete ev sahipliği yapmışsa eğer, çözülemez dediğin mühürü bile çözüverir."

Mührü çöz deniz kızı.

Mührü çözmezsen boğulursun.

Kendi denizinde boğulursun deniz kızı.

ve sen, boğulmaktan korkuyorsun.

Mührün boynuna dolanmasına izin verme. Ölme deniz kızı. Ölme...

iki insanı birbirine mühürleyenin adı aşktır. Aşk mühürdür. Gözdeki sur perdesi kalktığında duygularının farkına varır insan. Kimisin sur perdesi asla kalkmaz, kiminin ki ise hep kalkıktır. Kimi ister mühürlenmeyi, kimi istemez. Mühür, iki insanı birbirine bağlar. Ve mühür asla çözülmez. Fakat, mühürlenen iki insanın da kalplerinden içeri nefret sızmışsa, mühür ne kadar çözülmek istemese de çözülür. Çünkü nefretin çözemeyeceği hiçbir şey yoktur. O, en kör düğümleri bile çözer.

Nefert ev sahipliği yapar kalbine. Üzerine bir de kırgınlık eklenirse, mühür en başından çözülür. Mühür çözülürse, iki kalpte birbirlerine sonsuza kadar veda eder. Heleki o kalpler daha hiç kavuşamamışsa... Mührü çözenin adıdır, nefret.

Nefret etme, sonrasında çok seversin. Nefret etme, kalbini kör ateşlerde yakma. Nefret etme, yakma günahsız canı.

şimdi, Karayel ve deniz kızının masalında, nefret eden kalp kime aitti. Nefret ettiği söyleyen deniz kızına mı? Yoksa, nefretini dile getiremeyen, kalbi taş karayele mi?

😶

Topuklu ayakkabısının çıkardığı tıkırtı seslerine kulak asmadan merdivenleri indiğinde büyük salona giriş yapmıştı. Kahvaltı masasının en baş köşesinde yer almış, elinde tutuğu tabletle ilgilenen, saçları beyazlamış, yüzündeki kırışıklıkları neredeyse artık beli olmaya başlamış, ortalı yaşların sonunda olan adama kafasını dikerek baktı. Daha da çok ses çıkarmak ister gibi topuklu ayakkabının topuklarına daha sert basarak kahvaltı masasına doğru ilerledi.

Topuklu ayakkabısının seslerini duyan adam bakışlarını tabletten kaldırıp masaya doğru gelen kişiye baktı. Masanın bir diğer baş köşesine ilerleyip sandalyeyi oturmak için geri çekti. Adamın kaşları çatıldığında dönük ona bakmadan sandalyeye oturdu ve adamın karşısında yerini aldı. Sırtını arkasına yaslayıp, bacak bacak üstüne attığında kollarını sandalyenin iki yanına yaslayıp, uzun, ojeli tırnaklarını tahta sandalyeye uyumlu ritimler eşliğinde hareket ettirmeye başladı.

kaşları çatık adam anlamaz gözlerle ona bakıyordu. "Oraya oturma iznin olmadığını biliyorsun" dediğinde, kızın yüzünde alayla bir sırıtış belirdi. "Bence buraya oturma hakkına en çok ben sahibim" dedi, ukalaca. Daha da çok çatıldı kaşları adamın. "Babacım, bunca yıldır bozulmayan düzeni neden şimdi bozmaya çalışıyorsun?" Diye sordu adam, babacan bir tavırla. "Bence senin baş köşede oturman en başından beri bir hata" dedi kız. Bıkkın bir nefes verdi adam. "Sırf evleniyorsun diye yapıyorsun değilmi tüm bunları" dediğinde olduğu yerde dikleşti kız. Dirseklerini masaya yasladığında ellerini önünde birleştirdi.

"Zorla evleniyorsun, diye desen daha doğru olur" dedi kız, çenesini birleştirdiği ellerine yasladığında. "Neden anlamak istemiyorsun? Bu evlilik senin için hayırlı olacak" dediğinde buna inanamayarak baktı kız babasına. "Zorla evlendirildiğim bir evliliğin bana ne gibi bir hayrı olabilir" diye sordu kız. "O düğün olacak" dedi babası artık, sevecen ve anlayışlı tavrını silerek.

"istersen kafama silah daya, yine de o adama evet demeyeceğim" dediğinde sandalyesini geri çekerek ayaklandı. Hayretle ona baktı adam. "Sen kime çektim böyle?" Diye sordu merakla.

"Ben, babasının kanını her bir zerresinde taşıyan Roza Alemdar," dedi ellerini masaya yaslayıp, masanın üzerine doğru eğildiğinde. "Rızvan Alemdarın kızı, Roza Alemdar" dediğinde nefret dolu bakan gözlerini babasının gözlerini dikmişti. "Ve sende bilirsin ki, Roza Alemdar, kendisine zorla birşey yaptırılmasından nefret eder" dediğinde, kızını çok iyi tanıyan Rızvan, zorlukla yutkundu. Masaya yasladığı ellerini çekerek doğruldu. Önüne düşen saçlarını elinin tersiyle saçlarını savururcasına geriye attığında masaya arkasını döndü.

Merdivenlere yöneldiğinde, tıramzanı tutarak yukarı, odasına çıkmaya başladı.

Nefes Soykan;


"Bir fidan ekilmişse kalbine, o fidan çiçek açtığında anla ki, o fidanı kalbine eken her kimse aranızda çözülmez bir bağ vardır." Yazıyordu okuduğum bir kitapta.

Şaşkın bakışlarım parmağımdaki yüzükteydi. Yaklaşık beş dakikadır gözlerimi kırpıştıra kırpıştıra parmağımdaki yüzüğe bakıyordum. Dün gece bu yüzüğü onun avuçlarına bırakmıştım. Fakat şimdi yüzük tekrar parmağımda uyanmıştım. Kafamı çevirip yanıma baktım. Sare yanımdaydı ve uyuyordu. Kaçta gelmişti ve neredeydi bilmiyordum. Uyandığı zaman ona dün nerede olduğunu soracaktım. Ama şimdi yapmam gereken başka birşey vardı. Karayele hesap sormak.

üzerime örtülü pikeyi üzerimden atarak ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Yatağın dibindeki terliklerimi ayağıma giydiğimde yataktan kalktım. Yatağın diğer tarafına geçerek odanın kapalı kapısına ilerledim. Kapının kolunu tutarak Sareyi uyandırmadan sessizce kapıyı açıp odadan çıktım. Henüz kimse uyanmamış gibi görünüyordu. Geriçi evde bir tek ben, Sare ve o vardık. Odasında olacağını düşünerek merdivenlere yöneldim. Trabzanlara tutunarak merdivenleri çıkmaya başladım.

Son basamağı da çıkıp yukarı vardığımda, odasının kapalı kapısının karşısında durdum. Elim kapının koluna gittiğinde bakışlarım tekrar parmağımdaki yüzüğe değdi. Derin bir nefes içime çektiğimde kapının kolunu aşağı çekerek kapıyı açtım. Kapıyı içeriye doğru iterek odasından içeri girdiğimde bakışlarım hemen yatağına kaydı. Odasındaydı. Arkası bana dönük bir şekilde yatakta oturuyordu.

"Sabah sabah hayırdır. Rüyanda beni mi gördün ufaklık" dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Benim geldiğimi nereden anlamıştı ki? Kafasını çevirip omuzunun üzerinden bana baktı. "Söyle, neden geldin?" Dediğinde bir cevap veremedim. Parmağımdaki yüzükle oynamaya başladığımda yüzümdeki bakışları parmağımdaki yüzüğe kaydı. "Tekrar o yüzüğü çıkarmayı düşünüyorsan vazgeç" dediğinde oturduğu yerden kalktı.

Parmağımdaki yüzükle oynamayı bıraktım ve ellerimi yanıma indirdim. Ağır adımlarla bana doğru gelip karşıma geçtiğinde kafasını yüzüme doğru eğdi. "Dilini mi yuttun Deniz kızı" dediğinde kaşlarım daha da çatıldı şaşkınlıkla. Deniz kızı? "Deniz kızı? Şimdi de bana deniz kızı mı demeye başladın?" Diye sorduğumda, dudağının kenarı gülecekmiş gibi kıvrılır oldu, fakat gülmedi. Yüzü yüzüme yakındı. Kahverengi gözleri benim maviliklerime göz bebekleri parlıyor gibi bakıyordu.

"Deniz kızına benzer bir halim mi var, Karayel?" Diye sordum, gözlerimi gözlerinden ayırmadan. İşte şimdi dudağının kenarı en belirgin şekilde yukarı doğru kıvrılmıştı. Yüzünde saçma bir sırıtır varken yüzüme doğru eğdiği kafasını geri çekti fakat göz temasımızı kesmedi. "Denize aitmişsin gibisin. Deniz kızı gibisin, denizi andırıyorsun. Sen denizsin. Denizin kızısın" zorlukla yutkunduğumda bakışlarımı ondan kaçırmak istedim ama bunu yapamadım. Yanaklarımın kızardığını hissediyordum. Sanki aniden ateşim çıkmış gibiydi.

Ellerini eşorfmanın cebine attığında sırtını bana dönüp odasındaki büyük olmayan, küçük cama doğru ilerledi. "Bu yüzden, sana bundan sonra, Deniz kızı, demeye karar verdim" derken kafasını sağa ve sola döndürerek boynunu kıtlattı. "Deniz kızı" derken kendi kendime mırıldandım. "Buna alışsan iyi olur, Deniz kızı" Deniz kızı derken sesi, bunu söylemekten hoşnut gibi duruyordu. Deniz kızı derken sanki sesinde farklı bir duygu yer alıyordu.

"Sen neden gelmiştin?" Diye sorduğunda buraya ne için geldiğimi ben bile unutmuştum. Sözleriyle kafamı allak bullak etmişti ve buraya gelme nedenimi unutmuştum. "Bu yüzüğü takmamın bir anlamı yok demiştim sana karayel, dün gece" dediğimde nihayet bana dönebilmişti. "Ve sen, senin avuçlarına bıraktığım yüzüğü gelip geri parmağıma takıyorsun" dediğimde ikimizinde bakışları parmağımdaki yüzüğe kaydı.

Allah aşkına, bu yüzükte ne vardı. Ne vardı da bir türlü parmağımdan çıkıp gitmek bilmiyordu. Karayelin bile çıkarmamak konusunda ısrar edeceği ne vardı bu yüzükte, bizim bilmediğimiz.

"O yüzüğü senin parmağına taktığımda her ne olursa olsun asla çıkmayacak demiştim" dediğinde gözlerimiz tekrar birbirine değdi. "Seni asla affedemeyeceğim birşey yaptın sen karayel. Bu yüzük parmağımda takılı kalamaz."

"O yüzüğü bir kere daha parmağından çıkarmayı düşünme Deniz kızı" Neden? Ne için, bu ısrarın altında yatan sebep ne?

Bakışlarım onun da parmağındaki alyansa değdi. Adımlarımı Karayele doğru atıp yanına yanaştım. Onun bakışları hala üzerimdeyken, yanındaki elini tutum. Parmaklarım, alyansına değdi. "Benim parmağımdan bu yüzük çıkmıyorsa, senin de yüzüğün parmağından çıkmayacak, karayel" derken gayet nettim. Sesim de, ona bakan gözlerimde bu yüzük konusunda ne kadar kararlı ve net olduğumu belli ediyordu. Kısasa kısastı. Madem ben bu yüzüğü çıkartamıyordum, o da çıkarmayacaktı.

Tek kaşı, öylemi dercesine çatıldı. "Öyle," dedim anında. "Vakti geldiğinde ikimizde bir daha takmamak üzere çıkarıp atarız bir köşeye" dedim kafamı kaldırmış gözlerine bakarken. "Vakti gelince?"

"Ömrümün sonuna kadar senin yanında kalıp, sevmediğim bir adamın yüzüğünü parmağımda taşıyacak değilim ya, karayel" elini bıraktığımda bir adım geriye çekildim. Kafasını salladı, dediklerimi onaylar gibi. "Haklısın, insan sevdiğinin yüzüğünü parmağında taşımalı, sevmediği birinin değil" gülümsedim ama gülümsememde bir farklılık vardı. Sanki zorla gülümsemişim gibi. Kırık ve buruk.

"Umarım bir gün sevdiğin kadının yüzüğünü parmağında taşırsın, Karayel" dedim, hala gülümseyerek gözlerine bakarken. Onun da yüzünde bir gülümseme oluştu. İkimizinde yüzündeki gülümsemelerde bir sorun vardı.

"umarım, sende bir gün seni gerçekten sevecek olan adamın yüzüğünü takarsın parmağına"

Sözler bu denli acımasızken, gözler farklı konuşuyordu sanki. Sözler, sahte bir içtenlik doluyken yüzlerimizdeki gülümseme sanki mecburiyettendi. Sanki ikimizde, bir gün bunun gerçek olmasını istiyorduk. Evet istiyorduk fakat, kişiler yabancı olsun istemiyorduk. En azından ben öyleydim sanırım. Sanki, onun parmağında daima benim yüzüğüm takılı kalsın istiyordum. Sözler, sanki hançer gibi saplandı yüreklerimize. Şimdi parmaklarımızda taşıdığımız yüzükler, birbirimize ait olabilirdi. Fakat bir gerçek de vardı ki, bir gün asla aynı yönde gitmeyen yollarımız birbirinden sonsuza dek ayrılacaktı. Biz, asla aynı yolda yürümeyecektik. Biz bir olmayacaktık. Biz denen şey, hiçbir zaman olmayacaktı.

İkimiz de, benim gideceğim ve birbirimizin hiç girmediğimiz hayatlarından çıkacağımız günü bekliyordu. Biz diye birşey yoktu. Ne ben onun hayatında, kalbinde bir yer edebilmiştim, ne de o benim kalbim ve hayatımda. Ben bir kırlangıçtım. O ise bir kartal. Ben, kartalın sürekli canını yakmak istediği bir kırlangıçtım. Ve kırlangıcın canı her yandığında, kartaldan gitmek isteyecekti. Benim gibi. Kalmak istemezdi ki kırlangıç canının yandığı yerde. Kim canını yandığı yerde, can bulmak isterdi ki, değil mi.

"O halde, gideceğim güne kadar bekle Karayel. Boynuna bir urgan gibi sarılan yüzüğü çıkarıp boynundaki urgandan kurtulacağın günü bekle. Çünkü gideceğim gün çok da uzakta değil." Dediğimde daha fazla konuşmanın pek te bir anlamı yoktu. Sırtımı ona dönüp odanın açık kalmış kapısına doğru yürüdüm. Odadan çıktığımda kapıyı da ardımdan kapattım. Sırtımı kapıya yasladığımda derin bir nefes çektim içime. Gidecektim. Gideceğim gün o bile bana engel olmayacaktı. Çünkü, kalmak için hiçbir sebep olmayacaktı. Gidecektim. Ve burada geçireceğim her günü, ertesi gün gidecekmişim gibi geçirecektim. Buraya bağlanmadan.

Titrek bir nefes verdiğimde, sırtımı yaslamışım kapıdan çekilip merdivene yürüdüm. Merdivenleri indiğimde Asiye hanımın odasına doğru yürümeye başladım. Odanın kapısını açıp içeri girdiğimde yatakta oturmuş, telefonuyla ilgilenen Sareyi gördüm. Kafasını kaldırdığında, kapının önünde duran beni gördü. "Nefes, nereye gittin?" Diye sorduğunda yanına ilerleyip yatağa oturdum. "Bir dışarı çıktım. Hava almak için" dedim.

"Sen neye bakıyorsun?" Diye sordum. Çünkü dikkatlice elindeki telefonun ekranına bakıyordu. "Alemdarların kızı evleniyormuş" dedi. "Onlar da kim?" Diye sordum. Elindeki telefonun ekranını bana çevirdi. Ekrandaki fotoğrafa baktım. Büyük bir evin bahçesine kurulmuş beyaz masalar, masaların üzerinde gösterişli şamdanlar ve beyaz tüllerle döşenmiş, ağaçlar vardı. Fazlasıyla gösterişli bir düğün alanı hazırlanmıştı. "Rize'nin en zengin ailesinden bunlar. Kızı evleniyormuş." Dedi, sanki çok da önemli bir bilgi verirmiş gibi. "Yani Sare" dedim. Neden bu durumla bu kadar ilgileniyordu ki.

"Sen tanımıyorsun tabii. Kızı daha bundan üç ay önce verdiği röportajda evlenmeyeceğini söylüyordu." Tekrar telefonuna döndü. "Üç ayda evlenecek adamı nerden bulup evlenmeye karar verdiyse" dedi kendi kendine. "Kız kim?" Diye sordum, her ne kadar ilgimi çekmese de. "Roza Alemdar" ismi ne de garipti. "Onu bunu boşver. Sana birşey anlatacağım" dedim elindeki telefonu alıp yatağın üzerine bıraktığımda.

"Ne? Ne oldu?" Diye sordu hemen merakla. Karayelle dün gece aramızda geçen konuşmayı her kelimesiyle ona anlattırmaya başladım.

🪶

"Abim sana zarar vermemiş!" Diye sevinçle yataktan zıpladı. "Ben biliyordum ki! Abimin sana zarar vermeyeceğini biliyordum ki!" Yerinde durmadan kendi etrafında dönüyordu. "Sare bir dur" dedim. Nihayet kendi etrafında dönmeyi bıraktığında tekrardan yanıma gelip oturdu. "O zaman aranızdaki engel kalktı dimi" dedi, sevinçten gözleri parlarken. Kafamı iki yana salladım. "Hayır" dediğimde yüzündeki sevinci anında soldu.

"Neden? Gerçeği öğrendik işte. Abim intikamını senden almamış ya"

"Almadı değil Sare. Abin intikamını alacak. Her ne olursa olsun, o intikamını alacak. Vazgeçmeyecek, hiçbir şey onu intikamından vazgeçiremez" dediğimde ellerimi tutu Sare şevkatle. "Eğer sana aşık olursa abim intikamından vazgeçer Nefes" dedi, buna inanır gibi.

"Abin bana aşık olamaz Sare. Olmasında zaten. Kim düşmanının kızına aşık olur ki," tereddütle gözlerine baktım. "Abin, annesinin katilinin kızına aşık olamaz" işte, karayel ve Deniz kızının arasındaki en büyük engel buydu. Gözleri dolar gibi oldu. Ben ellerini benden çekmesini bekledim fakat o daha sıkı tutu ellerimi "Bunda senin hiçbir suçun yok, Nefes. Sen suçsuzsun. Günahkar baban" derken zor konuşuyor gibiydi. Zordu, onun için annesinin katilinin kızıyla yan yana olmak zor olmalıydı.

"Sen abimi affedemiyorsun" dediğinde kafamı başka bir tarafa çevirdim. "Abini affetmem mümkün değil. Çünkü... çünkü abin beni mahvetti Sare. Abin beni kırdı. Abin kalbimi öyle bir kırdı ki, kırılan parçalar sanki bir daha asla birleşip eski haline dönmeyecek gibi," dönüp Sare'ye baktım. "İşte bu yüzden, ne abin bana aşık olur, ne de ben abine aşık olurum. Bu söz konusu bile değil. Çünkü benim karayele olan kırgınlığım asla geçmeyecek" ellerini tutum. "O yüzden, sende bir daha böyle konuşma" dediğimde oturduğum yerden kalktım. Kapıyı açıp odadan çıkacağım sırada Sarenin sözleri beni durdurdu. "Korkuyorsunuz. İkinizde birbirinize aşık olmaktan korkuyorsunuz. Sizinkisi korkaklıktan başka birşey değil"

İnsan, aşık olmaya korkar mı? Korkulur mu aşık olmaktan. Aşktan, korkulur mu? Eğer o aşkın seni yakacağını biliyorsan korkarsın. Aşktan korkarsın. Kaçarsın, kaçarsın çünkü bilirsin. Aşk yakar, aşık olmak yakar. Yüreğini yakar. Zaten yana yüreğimi, aşık olup da daha fazla yangını körükleyemem. Çünkü Karayele aşık olmak, kendime yapacağım en büyük kötülük olur. Karayele aşık olmak, öldürür. Ve ben... ölmek istemiyorum. En azından, ona aşık olup...

"Eğer ki kalpler onla benim kalbimse, aşık olmaktan korkulur Sare. Çünkü ikimizin de yüreği birbirlerini yakar."

odadan çıktığımda kapıyı kapattım. Bahçeye çıkıp biraz hava almak istiyordum. Kapının eşiğine geldiğimde ayağımdaki terlikleri çıkartıp ayağıma ayakkabılarımı giyindim. Evin kapısını açıp evden çıktım. Bahçeye çıktığımda yine üzerime birşey almamıştım. Ve hava soğuktu. Trabzon geldiğim ilk günden beri soğuktu. Belki de... Trabzon da beni istemiyordur ha.

Çardağa ilerledim. Çardaktan içeri girdiğimde banka oturdum. Sırtımı arkama yasladığımda ayaklarımı kendime çekip kollarımı yanlarına sardım. Kafamı dizlerime yaslayıp gözlerimi bir yere kenetlediğimde düşüncelerim ile baş başa kalmıştım.

 

 

🕊️

Mideme aniden giren kırampla kafanmı dizlerimden kaldırıp elimi karnıma götürdüm. Ayaklarımı yere indirdiğimde şiddetli bir kramp daha girdi karnıma. Kollarımı karnıma sarmış yerimde kıvranmaya başlamıştım. Karnımı şiddetli bir ağrı sarmıştı ve ger saniye bir sancı vuruyordu. İki büklüm olmuş bir şekilde bu işkencenin geçmesini bekliyordum.

Bir sancı daha karnıma saplandığında acıyla inledim. Gözlerim sancı ve ağrı yüzünden dolmaya başladığında artık yerimde duramıyordum. "Nefes," diyen Sarenin sesini duyduğumda acı dolu bakışlarım bana doğru gelen Sareyi buldu. Yüzümdeki ifadeyi ve karnıma sardığım kollarımla iki büklüm halimi görünce koşar adımlarla hızla yanıma geldi. "Nefes" dediğinde tepemde bitmişti. Açıdan kıvranan yüzümle, "Sare, çok kötüyüm" dediğimde bir sancı daha saplandı karnıma.

"Neyin var?" Diyerek yanıma oturduğunda, "Karnım, karnıma sancılar saplanıyor" dedim zorlukla. "Abimi çağırıcam, sen bekle" diyerek yanımdan kalkacağı esnada bileğinden tutarak onu durdurdum. "Abine birşey demeyeceksin" karnıma giren sancıların şiddeti azalmaya başlamıştı. "Nefes, çok kötü görünüyorsun. Abime haber vereyim bizi hastaneye götürsün." Dediğinde kafamı hızla iki yana sallayarak itiraz ettim. "Yaman olmaz" dediğimde karnımdaki tüm sancı yok olmuştu. Rahat bir nefes verdiğimde elimi karnımdan çektim. "Geçti zaten." Dediğimde ağzıma kadar gelen zehir tadıyla elim ağzıma gitti. Hızla oturduğum yerden kalkıp eve doğru koştum. Ayağımdaki ayakkabıları hızla çıkartıp tuvalete doğru koştum.

Midem ağzıma gelmişti. Tuvaletin kapısını açıp içeri girdiğimde hızla klozetin önünde diz çöküp elimi ağzımdan çektim ve ağzıma gelen herşeyi kusmaya başladım. Midemde ne var ne yoksa dışarı çıkarttıktan sonra geri çekildim. "Nefes, iyimisin? Diye sordu Sarenin telaşlı sesi. Kafamı iki yana salladım. "Yine başladı" dedim kendi kendime. Yanımda diz çöktü Sare. "Ne yine başladı?" Diye sordu. Önüme düşen saçlarımı geriye ittim. "Mide bulantı ve kusmalarım" dedim. "Bu da ne demek?" Diye sordu Sare, anlamaz gözlerle bana bakarken. "Hastayım" dedim, kafamı çevirip Sare'ye baktığımda. "Hastaneye gitmem gerek ama bunu abinden isteyemem" dedim, ağzımda hala o iğrenç zehir tadı dururken.

Yeterince geç kalmıştım. Artık kaçamazdım. Hastalığımı yok sayamazdım. Ben onu yok saydıkça o kendini hatırlatmak için ne gerekiyorsa yapıyordu. Yıllardır süren mide bulantı, kusma ve baş dönmelerimin nedeni hastalığımda. Son iki yıldır beni hiçbir şekilde rahat bırakmıyordu. Neyim vardı bilmiyordum ama içimden bir ses hiç de iyi olmadığımı söylüyordu. Bana öyle geliyordu ki, durumum gittikçe kötüye gidiyordu. Kötüyü düşünmek istemiyordum ama durum, bunu gösteriyordu.

😶

Sare beni dinlemiş ve Yamana hiçbir şey söylememişti. Çınarı aramış, bizi hastaneye götürmesini istemiş ve abisine bir şey dememesini rica etmişti. Çınar onu kırmayıp Yamana hiçbir şey demeyeceğine dair bir söz vermişti. Şimdi ise hastanedeydik. Çınar hastane önünde bizi bekliyordu. Sareyle ben ise doktorun odasındaydık.

"Nefes hanım, size bundan üç hafta önce buraya ilk geldiğinizde tekrardan gelmenizi ve gerekli testleri yapmamız gerektiğini söylemiştim" dedi, doktor hanım. "Biliyorum, fakat bir türlü müsait olamadım" dedim mahçup bir ifadeyle. Sare hemen karşımda oturuyordu. "En son gelişinizden bu yana hiç mide bulantı ve kusmanız oldu mu?" Diye sordu doktor. "Evet, bundan bir hafta önce yine bir mide bulantım olmuştu. Bugün ise önce karnıma şiddetli bir sancı be kramp girdi. Daha sonra ise bir kusma oldu" dedim, bakışlarım doktordayken.

"o gün de size söyledim. O gün bir kan tahlili üzerine konuşmuştum şimdi de hem emin olmayarak hemde emin olarak konuşuyorum ki siz hastasınız. Ve hastalığınız ilerlemiş gibi görünüyor. Vücudunuz mide bulantısı, sancılar ve kusmalarla aslında sizi uyarıyor." Derin bir nefes aldım. "Kusmalarınız ne zaman başladı veya ne zaman artış gösterdi?" Diye sordu doktor.

"Bunda bir iki yıl önce başladı mide bulantısı ve kusmalar. Sürekli olarak tekrar etmiyordu. Ayda bir kere falan ancak oluyordu. Ama bu son zamanlarda giderek arttı. Artık ağzıma ne atsam anında kusar hale geldim" dediğimde doktor ellerini masanın üzerinde birleştirdi. "Öncelikle durumu kesinleştirmek için gerekli tüm tahlilleri yapmamız gerekiyor Nefes hanım" kafamı sallayarak doktoru onayladım.

Doktorun istediği tüm tahlilleri vermiştim. Tahlil sonuçları bir iki güne ancak çıkarmış. Sare ben tahlilleri verene kadar hastanenin dışında, Çınarın yanındaydı. Bende şimdi yanlarına gidiyordum. Hastane kapısından çıktığımda Çınarın arabasının önünde durmuş, sohbet eden Çınar ve Sare'yi gördüm. Yanlarına ilerlediğimde ikisinin de bakışları beni buldu. Sare yaşlandığı arabadan doğrulduğunda bana doğru iki adım attı.

"Bitti mi?" Diye sorduğunda kafamı sallayarak, "Evet, tahlil sonuçları bir iki güne kadar anca çıkarmış. Artık gidebiliriz." Dediğimde, "Tamam" diyerek koluma girdi. Arabanın yanına geldiğimizde, kapıyı açıp arabanın arkasına oturdum. Sare ise ön koltuğa oturdu. Çınar, şöför koltuğuna oturduğunda arabayı çalıştırdı.

Evin kapısına geldiğimizde arabadan inmek için hareketlendim. "Teşekkür ederim Çınar. Yamana söylemeyerek bana çok büyük bir iyilik yaptın" dedim, Çınara bakıp tebessüm ederken. Aynadan bana bakıp güldü. "Ne demek Nefes. Birşeye ihtiyacınız olursa beni hep arayabilirsin," bakışları yanındaki koltukta oturan Sare'ye değdi. "Sende, canın ne isterse, canın neye sıkılırsa beni arayabilirsin. Bana gelebilirsin. Benim kapım sana her zaman açık, Sare" Çınarın sözlerinin ardından Sarenin bakışları Çınara döndü. Dudaklarında derin bir gülümseme oluştu Sarenin. "Herşey için teşekkür ederim, Çınar abi" dedi, büyük bir samimiyetle ve içtenlikle.

İkiside birbirlerinin gözlerinden gözlerini ayırmadan birbirlerine bakıyordu. Sarenin dudaklarında gülümsemesi hala duruyordu. Yalandan öksürdüğümde Sare hemen kafasını diğer tarafa çevirdi. "S-sağol Çınar abi" dedi, telaşla ve arabanın kapısını açarak aşağı indi. Bende kendi kapımı açarak arabadan indim. Çınar biz arabadan indikten sonra beklemeden arabayı çalıştırıp bahçenin önünden ayrıldı.

"Ben olmasam, saatlerce birbirinizin gözlerine bakacak gibi duruyorsunuz" dedim bahçeden içeri girdiğimizde. "Yoksa-" dediğim esnada koluma vurarak sözümü kesti Sare. "Saçmalama Nefes. Yok öyle birşey" dili başka birşey diliyordu fakat, utançtan kızarmaya başlayan yanakları onu ele veriyordu. "Hadi ben saçmalıyorum. Ya domates gibi kızarmaya başlayan yanakların" dedim kıkırdayarak. Eli hemen yanaklarına gitti. "Onla alakası bile yok. Soğuktan öyle oldu yanaklarım" dedi, dudak büzerek. "Ee hadi yok öyle birşey. İnandım" dedim, eğlenerek. "Nefes!" Dedi, utanç ve sinirle.

İstediği kadar inkar etsin, yanakları ve kaçırdığı gözleri herşeyi açıklıyordu. Sare kesinlikle Çınardan hoşlanmaya başlıyordu. İnkar ediyordu çünkü bunun o bile farkında değildi. Bir nefes çektim içime. Farkına vardığında, daha da kızaracaktı o yanakları. Emindim.

Evin kapısına geldiğimizde Sare cebindeki anahtarı çıkartarak kapıyı açtı. Evden içeri girdiğimizde Sare önden geçerek ayağındaki ayakkabıları çıkardı. Onun ardından bende ayağımdaki ayakkabıları çıkardığımda salına doğru yürüyordum. "Buraya geliyorsun Nefes. Bana herşeyi anlatacaksın. Senin hakkında bilmediğim hiçbir şey kalsın istemiyorum" diyerek arkamdan söylendi Sare. Bıkkın bir nefes vererek ona döndüm. Eliyle yukarıyı işaret etti.

oflaya puflaya merdivenleri çıkmaya başladığımda o da peşimden geliyordu. Merdivenleri çıktığımda onun odasına girdim. Artık bu odada kalmaya devam edebilirdim. Çünkü onunla o gece burada hiçbir şey yaşanmamıştı. Yatağa ilerlediğimde Sare de gelip yatağa oturdu. "Şimdi, anlatıyorsun Nefes. Hastalığın ne?" Diye sordu Sare. Derin bir nefes aldım. Bakışlarım Sare'ye değil de odanın kapalı kapısına değdi.

"Bende bilmiyorum hastalığımın ne olduğunu." Diyerek söze girdim. "Daha altı yedi yaşlarındaydım sanırım. Ateşlenip, kusmaya ve bayılmaya başladığımda. Vücudum kendi kendine terliyordu. Aslında bu doğduğum andan beri başlamış olan bir hastalıktı. Fakat sonradan farkına vardı annem. Beni hastaneye götürdüklerinde doktor farketmiş bende ters giden birşeyler olduğunu." Durdum, nefes alıp devam ettim. "Bir sürü tahlil yapıldı. Sonra ortaya çıkmış hastalığım. Doktor tedavi edilmesi gerek, yoksa hastalığı kötüye gidebilir demiş. Fakat babam olacak adam reddetmiş tedaviyi. Eritmemiş beni tedavi. Annem olacak kadın da karşı gelememiş ona. Gücü yetmemiş sözünü dinletmeye. Belki kendi kendine geberip gider demiş babam olacak adam. İzin vermiş hasta kalmama"

Sarenin gözleri kocaman açıldığında şoka konuşmaya başladı. "Nasıl ya! Baban seni tedavi ettirmedi mi?" Diye sordu inanamayarak. Kafamı sallayarak onu onayladım. "Bir baba bunu kızına nasıl yapar?" Diyerek sinirle ayağa kalktı.

"Babam bemi hiç sevmedi ki Sare. Beni evladı olarak görmedi. Onun için hasta olmamın hiçbir önemi olmadı." Diyerek yarama tuz bastım. Hayretle bana baktı. "Ama, ama sen-" dediğinde sözünü kestim. "Benim hiçbir zaman o gazetede yazılan haberler ve magazin kanallarında gösterildiği gibi bir hayatım olmadı." Dedim. "Babasının birincisi değil, babasının en nefret ettiği kişiyim ben" dediğimde sesim içime kaçmış gibi çıkmıştı. Yanıma gelip oturdu Sare. Ellerimi tutu. Gözlerime baktığında gözledi dolmuştu.

"Ya annen?" Dediğinde silikçe güldüm. "O kocasının sözünden çıkamayan, kocasının kuklasıydı. Hiçbir zaman sesini çıkarmadı. Kocasının bana olan eziyetine hep sessi kaldı." Dediğimde göz bebekleri titredi Sarenin. "Nefes," dedi kısık çıkan sesiyle. "Ben bilmiyordum" dediğinde gözünden bir damla yaş aktı. "Sadece sen değil ki, kimse bilmiyordu Sare. Abin bile. Abin benim onun en kıymetlisi olduğumu sandığı için beni kaçırdı. İntikamını benim üzerimden alıyor" sıkı sıkı tutu ellerimi. "Abimle konuşacağım. Sana zarar vermeyecek" dediğinde güldüm.

"Abin artık biliyor. Anlattım ona herşeyi" dedim. Gözünden akan yaşı sildi. Beni kendine çekil sıkı sıkı sarıldığında, "Özür dilerim" dedi. Burnunu çektiğinde, "Ben herşey için çok özür dilerim. Abimin sana yaşattıkları için özür dilerim" derken, ağlıyordu. "Senlik bir durum yok" dedim kollarımı ona sardığımda. Onaylamaz bir mırıltı çıkardı. "Özür dilerim"

Hastalığımı ve tedavi ettirilmediğimi, Suzan Soykan'dan değil, Nigar abladan öğrenmiştim. Nigar abla anlatmıştı bana tüm bunları. Suzan Soykan değil.

&

Arabayı kullanıyordu Karayel. Evden çıkalı epey bir olmuştu. Babaannesi onu aramıştı ve gelip onu almasını söylemişti. Eve gideceği esnada babaannesi onu arayınca geri dönüp babaannesini almaya gitmişti. Şimdi ise birlikte eve dönüyorlardı. Hava daha yeni kararmıştı. Eve yaklaştıkları esnada Karayelin telefonu çaldı.

Telefonu alıp ekranına baktı. Arayan İlyastı. Telefonu açıp hapörlere alıp odağını yola dikti. "Söyle İlyas" dediğinde telefonun diğer ucundaki ilyas, "Alemdarların kızı düğünden kaçtı." Dedi. İlk başta anlayamadı İlyas. "Alemdarların kızı da kim?" Diye sordu Yaman. "Ha yok mu lan Rızvanın tek kızı. Roza Alemdar" dedi İlyas. "Sen nerden biliyorsun?" Diye sordu bu sefer Yaman. "Bende düğündeydim" dedi, İlyas. Kaşları şaşkınlıkla çatıldı. "La senin ne işin var orada?" Diye sordu ters bir sesle. "Adamlarla iş yapıyorum Yaman. Davet etti geldim" dedi İlyas.

"Sen kalkıp Rize'ye geldin de bana haber mi vermedin" dedi sinirle Yaman. "Daha dün geldim lan. Vakit mi oldu haber vereyim," dedi İlyas da ters ters. "Burası çok karışık. Her yerde kızı arıyorlar" dedi İlyas. "Çık ordan buraya gel. Şimdi orası tekin değildir. Başına birşey gelir" dedi Yaman, ne kadar ters davransa da arkadaşını düşünerek. "Ne gelecek ulan başıma. Sanki kızı ben kaçırdım" diyerek sitem etti İlyas. "Lan sıçtırtma belana da kalk gel" diyerek yükseldi Yaman.

Arabanın arka koltuğunda oturmuş onların konuşmalarını dinleyen Asiye, öksürerek orada olduğunu belirtti. "Kusura bakma babaanne" dedi Yaman, mahçup bir sesle. "At konum" dedi İlyas. Telefonu kapattığında whatsappa girip İlyas'a konum attı Yaman. Daha sonra telefonu bırakıp yola döndü.

"Ha o soysuzun kizu evdemidur?" Diye sordu Asiye hoşnutsuz bir sele. "O kıza soysuzun kızı demekten vazgeç babaanne. Evde da başka nereye gidecek" dedi Yaman.

"uyy hele şua bak. Hayırdur ula. Yoksa aşuk mu oldun o kiza"

"Ne aşık olmasından bahsediyorsun babaanne Allah aşkına" dedi ters ters.

"senin halın hal değul oğul. Hal değul." Daha sıkı kavradı direksiyonu. "Anamın katilinin kızına aşık olacak kadar aklımı kaybetmedim daha" dedi Yaman. "Aşk bu oğul. Akıl makul dinler mi sanaysin" dedi Asiye.

Asla, dedi Karayel. O kıza aşık olmayı geçtim, o kıza başka bir gözle bile bakamam dedi. İhtimali bile yoktu. İmkanı bile yoktu. O kıza aşık olamazdı. Annesine bir söz vermişti. Ve o, annesine verdiği sözü tutacaktı. Annesinin hesabını soracaktı. Yaman Karayel, Nefes Soykan'a hiçbir şekilde aşık olmayacaktı. O kıza kayan kalbini gerekirse söker atardı. Ama aşık olmazdı.

Aşk defteri onun için kapalıydı. Asla açılmamak üzere kapalı. Ne Nefesin ona aşık olmasına musama gösterirdi, ne de kendine. O kıza bakarken gözlerinde belirecek tek bir duygu vardı, o da nefret. Ötesi yoktu. Kalbini kör alevlere atacak değildi. Annesine ihanet edemezdi. Kendine, annesiz geçirdiği çocukluğuna ihanet edemezdi.

Nefes Soykan;

Sarenin yemem için özel olarak yaptığı çorbadan bir kase içmiştim. Sare, hastalığımı öğrendiğinden beridir üzerime titriyordu. Sürekli ondan birşey istememi bekliyor, yardım edebileceği birşey varsa hiç çekinmeden ona söyleyebileceğimi söyleyip yanımda olmaya çalışıyor, beni teselli ediyordu. Ama ben bu hastalıkla yaşamaya çok önceden alışmıştım.

Asiye hanım eve gelmişti, karayel odasındaydı. Sare ise babaannesinin yanına inmiş, onunla ilgileniyordu. Yusuf bey hala denizdeydi. Sare, babasının ancak yarın akşam eve döneceğini söylemişti. Sarenin odasında, yatakta uzanıyordum. Aşağı inmemiştim. Ne Asiye hanımı ne de karayeli görmemiştim. Nerede olduklarını Sareden öğrenmiştim. Tahlil sonuçlarında ne çıkacaktı bilmiyordum. Merak ediyordum. Hastaydım evet ama neyim vardı merak ediyordum.

saat gece yarısına geliyordu nerdeyse. Karayelin odasının kapısının açıldığına dair bir ses duydum. Daha sonra da kapandığına dair. Yataktan kalktığımda Camın önüne ilerledim. Camdan dışarı baktığımda, bahçenin önüne park edilmiş siyah bir araba vardı. Karayel girdi görüş açıma, bu saate nereye gidiyordu bu adam. Arabanın kapısı açıldığında arabadan takıp elbiseli bir adam indi.

Arabadan inen adam bahçeden içeri girdiğinde karayel ona doğru yürüyüp kollarını ona açtı. Eş zamanlı bir şekilde adam da kollarını ona açtığında birbirlerine sarıldılar. Kimdi bu adam?

Karayelle birlikte eve doğru gelmeye başladılar. Aşağı inip o adamın kim olduğunu öğrenmek için odanın kapısına ilerledim. Kapıyı açıp odadan çıktığımda merdivenlere döndüğümde aşağıdan gelen sesleri duydum. "Bulundu mu kız?" Diye soruyordu Yaman. "Hayır, hala arıyorlar ve Rize de aranmadık yer bırakmadılar" diyordu yabancı bir adam sesi. "İstemeyerek mi evleniyordu" diye sordu Karayel. "Bilmem" dedi aynı yabancı adam.

ses kesildiğinde mervenleri inmeye başladım. Aşağı indiğimde salonun açık kapısından içeri baktım. İçeride birileri vardı. Tam salona girmek için bir harekette bulunduğumda evin kapısı çaldı. Kapıya yakın olduğu için kapıya döndüm. Hala çalmaya devam eden kapıya gittiğimde kapının kolunu tutup dış kapıyı açtım. Karşımda, üzerinde gelinlikli bir kız belirdi. Üzerindeki gelinliğinin etekleri çamura bulanmış ve ıslanmıştı, saçları dağılmış, ıslaktı. Koyu kahve saçları, kahverengi gözleri, esmer teni vardı. Kız tam anlamıyla bir esmer güzeliydi.

Gelinliğinin eteğini tutmuş, bana bakıyordu. "Sen de kimsin?" Diye sordum, şaşkın şaşkın kıza bakarken. O sırada arkamdan bir ses geldi. "Rize'nin kaçak gelini, Roza Alemdar" dedi, yabancı adam arkamdan. Kafamı çevirip arkama baktığımda, aslında hepsinin arkamda olduğunu gördüm. Bakışlarım tekrardan kıza döndü. Adını biliyordum. Bu kız Sarenin sabah bahsettiği kız. Düğünü var dediği kız. Kızın bakışları arkama değdi. Kime baktığını görmek için kafamı çevirdiğimde o adama baktığını gördüm. "Gerçekten, yine mi sen?" Dedi kız. Göz devirdi adam.

"Ne işin var burada Alemdar."

"Her yerde karşıma çıkmana gerek yok sural"

"Bilmem farkındamısın ama benim olduğum yere gelen sensin, kaçak gelin"

"Bölüyorum ama, tanışıyormusunuz?" Diye sordu Sare araya girip. "Maalesef" dedi ikisi de aynı anda birbirlerine bakarken. "Anladım. Sanırım tatsız bir tanışma olmuş" dedi, tekrar Sare. "Fazlasıyla" dedi Roza. İkiside birbirlerine nefretle bakıyordu. Birbirlerinden hoşlanmadıkları belliydi. "Çaldığım ilk kapıda karşıma senin çıkacağını bilsem buraya hiç gelmezdim" diyerek gelinliğinin eteklerini tutarak arkasına döndü Roza. "Bencede, gitmen em doğrusu" dedi, adam.

Öne atılarak Rozanın peşinden gittim. Kolundan tutup onu durdurduğumda kız bana döndü. "Roza, bu halde nereye gideceksin?" Diye sordum. Kaşları çatıldı. "Adımı nereden biliyorsun?" Diye sordu. "Sare, seni sosyal medyada görüp bana göstermişti," dedim. Daha sonra elimi ona doğru uzattım. "Bu arada ben Nefes" diyerek kendimi tanıttım. Uzattığım elime baktı önce, sonra uzattığım elimi sıktı. "Bende Roza, yani İlyas Suralın dediğiyle, kaçak gelin" dediğinde güldü. Kendime engel olamayıp bende güldüm.

"İçeri gel. Bu saatte seni hiçbir yere bırakmam" dedim. Durdu, düşündü, evin kapısının önünde duran adının daha yeni İlyas olduğunu öğrendiğim adama baktı. Bıkkın bir nefes verdi. "O da burada kalacak mı?" Diye sordu bana dönerek. "Bilmiyorum" dedim. Kafasını salladı. Gelmeyi kabul etti. Birlikte dönüp eve yürüdük. Evden içirdi girdiğimizde ayağındaki beyaz spor ayakkabıları çıkardı. Ona verdiğim terlikleri ayağına giyindiğinde Roza, ben ve Sare yukarı çıktık. Sarenin odasına girdiğimizde Sare Rozaya giyinmesi için kendinden bir kaç parça birşey verdi.

Roza kucağında gelinliğiyle odaya geldiğimizde bakışlarım ona döndü. "Gelinliği ne yapacaksın?" Diye sordum. Gelinliğe tiksinerek baktı. "Yakacağım" dedi net bir şekilde. Kapının yanına bıraktı. "Şimdilik burada kalsın" dedi. "Sen şimdi yorgunsundur. Salonda yerini hazırladı Sare. Yarın konuşuruz" dedim. Kafasını salladı.

&

Yastığını düzelterek koltuğa uzandı İlyas. Gözlerini kapadığında odanın ışığı açılınca gözlerini geri açtı. Kafasını kaldırıp baktığında karşısında Rozayı gördü. "Şakamı? Gerçekten şakaysa hiç komik değil" dedi Roza inanamayarak. Çünkü onun için hazırlanan yatağın karşısında İlyas içinde bir yatak hazırlanmıştı.

"kızım manyakmısın? Ne açıyorsun pat diye ışığı" diye çıkıştı İlyas. "Kusura bakmayın beyfendi. Keyfinizi mi bozdum" dedi Roza, yapmacık bir sesle. "Aynen öyle" dedi İlyas. "Beter ol" dedi Roza kendi için hazırlanan koltuğa giderken. Koltuğun üzerine oturduğunda battaniyesini açıyordu. "Neden düğünden kaçtın Alemdar"

"İstemediğim biriyle evlenmeye razı gelecek gibi mi duruyorum Sural" dedi Roza ona döndüğünde. Cıkladı İlyas. "Kaçıksın sen" dedi İlyas. "İşte bu yüzden düğünden kaçtım" dedi Roza. "Her yerde seni arıyorlar"

"Evlenmeyeceğim söylemiştim. Beni ciddiye almalıydılar. Eğer ki birine bile burada olduğumu söylersen seni mahvederim İlyas Sural" dedi Roza işaret parmağını İlyas'a doğru sallarken. "Senin gibi bir kaçışı başıma bela edecek değilim Alemdar" dedi İlyas. "Şimdi indir o parmağını" dediğinde kalkıp ışığı kapattı. Koltuğa uzanarak battaniyeyi üzerine örttü Roza. İlyas da geri yerine uzanıp kolunu başının altına aldı.

"Allahım tez zamanda şu gıcıktan kurtulmamı nasip eyle" diye yakındı Roza. "Umarım, umarım" diyerek onu onayladı İlyas. Diğer taraf dönüp gözlerini kapattı Roza.

Nefes Soykan;

Gözlerimi araladığımda odanın aydınlığından sabah olduğunu anladım. Bir anda karnıma giren sancıyla elim karnıma gittiğinde yatakta doğruldum. Sancının şiddeti artmaya başladığında dudaklarımdan ince bir inilti uçtu. Elimle sancının geçmesi için karnımı oyalamaya başladığımda hareket edemiyordum. Derin derin nefesler alıp vermeye başladığımda gözledim sancıdan dolmaya başlamıştı. Tuhaftı, farklıydı. Sancının şiddeti dayanılmazdı.

karnım kasım kasım, kasıkırken ne yapacağımı bilmiyordum. Kolumu yanımdaki Sare'ye uzatıp kolunu sarsarak onu uyandırmaya çalıştım. "Sare" dedim acıyla. Sare gözlerini aralayıp bana baktı. Uyku mağruru birşey anlayamadı. "Sare," dedin tekrardan. Yatakta doğrulduğunda gözlerini daha net açtı Sare. "Nefes, yine mi?" Diye sordu anında. Kafamı sallayarak onu onayladım. "Ağrı kesici lazım, getirebilirmisin" dediğimde Sare kafasını sallayarak yataktan kalktı ve bana ağrı kesici getirmek için odadan çıktı.

Ben hala ağrıyı geçirmek için karnımı oluşturuyordum. Sancı daha da şiddetlenmiyordu fakat geçmiyordu da. Acıdan dolan gözlerimden bir damla yaş aktı. Bir kaç dakika sonra odanın kapısından içeri bir elinde bir su bardağı ve diğer elimde de ilaç kutusuyla Sare girdi. Bardağı yatağın kenarındaki komidine bıraktığında ilaç kutusundan ilaç tabletini çıkartıp bir tane alıp bana uzattı. İlacı alıp ağzıma artığımda Sare ardından suyu uzattı. Suyu da ilacın üzerine içip ilacı yuttum.

Boş bardağı tekrar komidine bıraktığımda ıslanan dudaklarımı sildim. Bir süre daha Sare ile birlikte bekledikten sonra sancı geçmişti ve ağrı bitmişti. Kendime geldiğimde Sareyle birlikte kahvaltı hazırlamak için aşağı inmiştik. Sare kahvaltılıkları çıkardığı küçük kahvaltı kaselerine doldururken benim ona yardım etmeme izin vermemiş, masaya zorla oturtmuştu ve bende onu izliyordum.

Daha kimse uyanmamıştı. Herkesin uykusu oldukça derindi sanırım. Ya da ben ve Sare fazla erken uyanmıştık. Ben oflaya oflaya Sare'ye izlerken mutfağın eşiğinde Karayel belirdi. Onu gördüğümde göz devirmeme engel olamadım. Kafamı çevirdiğimde bana baktığını gördüm. Kafamı ne bakıyorsun dercesine salladım. "Ne o karayel, bir takılı kaldın bende" dedim alayla gülerek. Kapının kenarına yasladığı omzunu geri çekti. Göğsünde birleştirdiği kollarının bağını çözdü. "Belki de gözlerimi senden alamıyorumdur ha Deniz kızı"

"Çok inandırıcısın"

Adımlarını bana doğru atıyordu. Üzerime üzerime geliyordu. Tam karşıma geçtiğinde oturduğum ve onun da boyunun uzunluğundan dolayı kafamı kaldırarak yüzüne baktım. "Benden uzak dur, sabrımın sınırlarını zorlama karayel" dedim gözlerine bakarken. "Senin sınırlarını çoktan geçtiğimizi söylemiştim Deniz kızı"

"Sabrımı zorlama, beni sınama."

"Ne yaparsın sabrını zorlarsam" dedi üzerime doğdu eğilip elinin birini masaya yasladığında. "Ben bir avukatım karayel. İstersem sana beni kaçırıp, alı koymadan dava açar, seni içeri artırırım. Sınırlarımı zorlama."

Dudaklarında muzip bir sırıtış belirdi. Keyif alıyordu. Benimle uğraşmaktan keyif alıyordu. "O zaman avukat hanım hiç durma, aç o davayı ve beni içeri tıktır. Fakat zararlı çıkan taraf sen olursun" dedi, beni tehtid eder gibi bir ses tonuyla. Gözlerini kıstı. "Mesleğinden nefret ettiğini sanıyordum" dediğinde, bu sefer sırıtan bendim. Kafmı dikleştirip gözlerine baktım.

"İstemediğim bir meslek üzerine okumuş olabilirim. Fakat bu o mesleğin bana sunduğu avantajları elimin tersiyle iteceğim anlamına gelmiyor" dediğimde, oturduğum sandalyeden kalktım. Ben sandalyeden kalktığımda aramızda mesafe denen birşey yoktu. Nefesi dudaklarımın üzerine çarpıp geçerken gözlerini gözlerimden ayırmadım. Elimi göğsüne yaslayarak onu geriye ittirdim.

"sınır karayel, sınır," dedim onu kendimden uzaklaştırıp aramızda bahsi geçer bir mesafe oluşturduğumda. "Aramızdaki mesafenin bir sınır olmalı. Ne sen bana yakın ol, ne de ben sana. Uzak dur, dört adım yakınıma yanaşma." Dedim gözlerine bakarken kararlılıkla. Bu tavrım ve hareketim onu durdura uğratmışa benziyordu. Yüzünden de anlaşıldığı üzere, onu fazlasıyla şaşırtmıştım.

"Sınırı geçme. Geçme ki, ne senin canın sıkılsın ne de benim. Çünkü biliyorum ki birbirimize yakın olmak ikimizi de fazlasıyla rahatsız ediyor. İkimiz de birbirimizden nefret ediyoruz"

Gerçekleri söylüyorum diye mi bana böyle bakıyordu. Yalanmıydı? Birbirimizden nefret etmiyormuyduk. O değilmiydi bana senden nefret ediyorum diyen. Al işte,nefret ettiği kıza yakın durmamasını söylüyordum.

"Doğru, birbirimizden nefret ediyoruz." Dili başka konuşuyordu, gözleri başka. Karayel, keşke gözlerinin de söylediklerine sahip çıkabilsen.

"O halde, sınırı geçmeyelim karayel. Ne sen bana, ne ben sana. Tamam mı?" Kafasını sallayarak beni onayladı. "Tamam, Deniz kızı." Gülümsediğimde arkasını döndü. Karayel mutfaktan çıktığımda kapının önündeki Rozayı daha yeni farkediyordum. Öyle dikilmiş, bana bakıyordu. Yutkunduğumda geri sandalyeye oturdum. O esnada bana sırıtarak bakan Sareyi gördüm. Kafamı çevirip başka bir tarafa baktığımda, "Aranızdaki çekim ortalığı kasıp kavurur" diyen Rozanın sesini duyduğumda kafamı çevirip ona baktım.

"Anlamadım" dedim. Yüzündeki anlamsız sırıtmaya masaya doğru geliyordu. "Aranızda diyorum, öyle bir çekim varki diyorum, her yeri kasıp kavurur diyorum. Anladın" bıkkın bir nefes verdim.

"Roza, sana birşey soracağım" diyerek söze girdi Sare. "Adının Roza olması bana biraz garip geldi." Dediğinde sandalyeye oturmuştu Roza. "Annem Diyarbakırlı. Adımı o koymuş, annanesinin adıymış" dediğinde, "Adın çok güzel" dedim.

"Neden düğünden kaçtın?" Sare ve bitmek bilmez soruları. Sare bir kere soru sormaya başladı mı çok zor susuyordu. Karşısındakini soru yağmuruna tutup, tüm sorularının cevabını bekliyordu. Şimdi ki kurbanı da Rozaydı. "Babam sırf kendi işi için beni istemediğim bir adamla evlendirmek istiyordu. Adam manyaktı, babam anlamıyordu. Ona kafama silah da dayasa evlenmeyeceğimi söyledim. Beni dinlemedi. Zorla, istemediğim bir adamla evlenevek değilim ya. Bende kaçtım" dedi kendinden emin bir şekilde.

"peki ya İlyas, onunla nasıl tanıştınız?" Diye sordu bu sefer Sare. İlyasın adını bile duymak Rozayı sinir etmeye yetiyor gibi duruyordu. "İyy hiç sormayın. Adam gıcığın teki. Şeytan diyorki bir kaşık suda boğ da neyse. Düğünden bir gün önce benzinlikçide karşılaştık. Acelem vardı. Ne hikmetse beyfendinin de acelesi varmış. Tek bir çalışan vardı o esnada da benzinlikte. Ben ilk olarak benim benzinimin doldurulmasını istedim. Ama odun, araya girerek kendisinin ilk olarak doldurulmasını istedi. Orada başladı tartışma. Uzadıkça uzadı. İkimiz de gideceğimiz yere geç kalınca benzin falan doldurmadan oradan ayrıldık. Daha sonra düşün akşamı düğünde gördüm onu. Onu orada görünce bende şarteller artı tabi. Masadan aldığım vişne suyunu bilerek gidip yanlışlıkla dökmüş gibi yapıp beyaz gömleğine döktüm. Ben olduğumu görünce yine bir tartışma başladı,"

Sareyi bir gülme almış götürüyordu. İstemeden bende gülmüştüm. "Öyle işte. Birde dün gece onla aynı odada yattım. Bir de bana kaçak gelin demiyormu. Neymiş, kaçıkmışım. Ben ona göstereceğim kaçık kim" dedi sinirle yumruğunu sıktığında.

Bu sohbet böyle uzadı.

🪶

kahvaltı etmiştik. Saat öğleni geçiyordu. Çardakta oturmuş Sare ve Rozayla sohbet edip, çay içiyorduk. Asiye hanımı kahvaltıdan sonra görmemiştim. Kadın, kahvaltıda bile söylenip durmuştu. İlyas ve karayel salondaydılar. Bugün dışarı çıkmamışlardı. Masanın üzerindeki telefonun çalmaya başlayınca telefonu aldım. Arayan numara kayıtlı değildi. "Ben bir bakayım" diyerek oturduğum yerden kalkıp çardaktan çıkıp çardağın biraz uzağıma gittiğimde telefonu açıp kulağıma götürdüm.

"Alo" dediğimde, "Nefes hanım" dedi tanıdık kadın sesi. "Buyrun"

"Ben doktor Yasemin" dediğinde kadını ancak tanıyabilmiştim. "Doktor hanım"

"Sizi tahlil sonuçlarınız için aramıştım. Sonuçları çıktı ve şuan elimde" dediğinde sıkıntılı bir nefes verdim. "Nefes hanım, tahmin ettiğim gibi siz hastasınız" dedi doktor Yasemin. Bildiğim birşey olduğu için şaşırmadım. "Ve, üzülerek söylüyorum ki Nefes hanım... hastalığınız ilerlemiş. Virüs tüm vücudunuza yayılmış... tüm organlarınızı sarmış. Durumunuz, pek iç açıcı görünmüyor" doktorun sözlerinin ardından titrek bir nefes çektim içime. Zorlukla yutkunduğumda gözlerimin dolduğunu hissettim. Kalbimde, keskin bir sızı oluştu. İçim büyük bir sıkıntıyla doldu. Yüreğim sıkıştı. Ağlamak istedim. Nefes alamadım, kesildi nefesim. Elim kalbime gitti. Biri sanki göğsümü avuçlarının içinde sınıyordu sanki.

Nefes almama izin vermiyordu sanki. "Nefes hanım, ordamısınız?"

"E-evet, burdayım" dedim kekeleyerek.

"Hastaneye gelmeniz gerek. Bu şekilde konuşamayız" dışarı bir nefes verdim. "Gelirim Yasemin hanım" dediğimde kadın kendime dikkat etmemi söyleyerek telefonu kapandığında elimle göğsümü sıktım. Titrek bir nefes daha verdiğimde sanki ayağım birşeye takılmış gibi sendeledim.

Dünya etrafımda dönmeye başladığında yönümü eve doğru döndüm. Eve doğru ilerlediğim esnada, Sarenin "Nefes" diye seslenişine aldırmadım. Evin önüne geldiğimde kapıdan çıkan Karayelin yanından geçmeye çalıştığımda kolumdan tutarak be durdurdu. "İyi misin?" Diye sorduğunda, kolumu bir hışım ondan çektim. "Bırak, dokunma bana" diyerek geri çekildim. "Neyin var?"

"Karayel çekil" dedim kollarımı ondan çekerek.

"Sana dokunmadığımı biliyorsun. O gece aramızda birşey olmadığını ve asla da olmayacağını da biliyorsun. Neden böyle davranıyorsun?"

İyi değildim. Hiç iyi değildim. Bunu görmüyormuydu sahiden.

Dolan gözlerimi ona çevirdim. "Beni yıktın, beni yaktın, beni mahvettin. Sen bile bile beni o ateşin içine attın ve ben o ateşin içinden ne kadar çırpınırsam çırpınayım çıkamıyorum. Sence, nasıl davranmamı bekliyorsun?"

Çırpınıyorum ama ben ne kendimi, ne de ruhumu o ateşin içinden kurtaramıyorum.

Karayel konuşmak için dudaklarını araladığında onu daha fazla dinleyecek halde değildim. Yanından geçerek evden içeri girdim.

🌑

Saatlerdir odadaydım. Tektim. Dışarı çıkmamıştım. Kimseyle konuşmamıştım. Sare yanıma gelip defalarca neyim olduğunu sormuştu ama ben duyduklarımı anlatacak gücü kendimde bulamamıştım. Roza da bir kaç kez gelip benimle konuşmak çalışmıştı ama onunla da konuşmamıştım. Hava çoktan kararmış, saatler gece yarısını bulmuştu. Bütün gün, yatağın önüne yere çökmüş, camdan dışarı bakıyordum. Doktorun dedikleri zihnimde defalarca çalkalanırken gözümden bir damla yaş akmamıştı.

Hastaydım. Biliyordum. Ama hastalığın tüm vücudumu ele geçirdiğini bilmiyordum. Fakat şuan önünde durduğum kapının ardındaki kişinin yanına gitmek istiyordum. Hiçbir yere sığamıyordum. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Kapının kolunu tutuğumda, kolu aşağı çekerek kapıyı açtım. Açtığım kapıdan içeri bir adım attığımda odanın her bir yanını saran kokusu doldurdu ciğerlerimi.

içimdeki sıkıntının onun kokusunu almamla, yok olduğunu farkettim. Odadan içeri bir adım daha attığımda kapıyı sessizce geri kapadım. Bir kaç adım daha atarak yana döndüğümde, yatağında uyuyan Karayeli gördüm. Titrek bir nefes verdiğimde yatağın yanına yaklaşarak yatağın ucuna sessizce oturdum. Yüzünde gezindi bakışlarım. Elim yüzüne uzandı. Titreyen parmaklarımı yanağına değdirdim. "Kırlangıcın canını yakmak için her yolu denedi kartal. Ama kırlangıç zaten soluyor..." diye mırıldandım. Ben daha gözlerimin bile dolduğunun farkında değilken gözümden bir damla yaş süzüldü yanağıma.

"Senden nefret ediyorum ama senin kapına geldim. Neden bilmiyorum ama, sana geldim." Bir yaş daha aktı gözümden. İçimdeki kasvet beni yiyip bitiriyordu. "Sen haklıydın, mecburiyetten bile olsa, benim sığınabileceğim tek liman sensin... Karayel"

Elim saçlarına uzandı. Parmaklarım yumuşak saçlarınının arasında gezinmeye başladı. "Geçmiş o kadar kötü olmasaydı, annenin intikamını benim üzerimden almasaydın... kesinlikle, sana aşık olurdum... Karayel" sözleri döküldü benden bağımsız bir şekilde dudaklarımdan. Bu garipti, bu beklenmedikti.

"Çünkü sen... her bir zerrenle... kusursuzsun" kafamı üzerine eğdiğimde, gözümden akan yaş, yanağına damladı. İçimi huzurla doldura kokusunu içine çektim. Bu farklıydı, bu garipti. Bu, çok garipti. Çünkü kırlangıç, canını yakmasına rağmen, huzuru onda buluyordu, kartalda...

Bölüm nasıldı? Roza ve İlyas hakkında ne düşünüyorsunuz? Nefes ve Yaman nasıl olacak? Peki ya Nefesin hastalığı? Bölümü oylayıp yorum yaparsanız sevinirim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%