Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. Bölüm; TOPRAK VE DENİZ

@umutkirintisiniyaz

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Keyifli okumalar dilerim🤍

Bölümü oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. Yorumlarınızı bekliyorum. Yine aynı şekilde, bölüme yorum gelmezse bölümün gelişi gecikecektir. Çünkü emeklerimin karşılığını alamıyormuşum gibi geliyor.

Veeeeee son durgun ve sakin geçen bölümlerimiz. Kaoslu bölümlere gelmemize çok ama çok az kaldıııııııı.

🕊️

Ait değilsin ki sen onun yüreğine. O halde neden çabalıyorsun orada bir yer etmek için? Söyle, çok sevgisiz kaldığın için mi onun yüreğinde yer etmeye çalışıyorsun?

Nefretin, yerini aşka bırakması çok zor ve hatta imkansızdır. Nefret, tüm kalbi kapladıysa şayet, ancak en güçlü panzehir aşktır. Nefret istemez yüreğin aşka dolsun. Nefret istemez ki sevesin. Nefret isterki, mahvedesin. Ve senin kalbin Karayel, nefrete çoktan boyun eğmiş.

🪶

Söyle kalbim, ne için böyle yanıyor canım. Neden göğsüm sıkışıyor. Neden ağlıyor kalbim. Neden boğazımda asla çözülmeyecek bir düğüm. Söyle kalbim, dudaklarımda bir gülümseme varken gözlerimde neden keder. Söyle, söyle de ben canımı böylesine yakan şeyin ne olduğunu bileyim. Söyle, ne için onun sözleri canımı böyle çok ve derinden yakıyor.

Onun kalbinde bir yerimin olmaması mı böyle acıtıyor kalbimi?

Ama... benim kimsenin kalbinde yerim yok ki. Benim annemin kalbinde bir yerim yok, babamın kalbinde yerim yok. Onlarınkine alıştığım için mi canım yanmıyor. Peki ya Güz yarası, onda niye canım bu kadar yanıyor. Kalbim neden kanıyor?

Yoksa... o beni sevsin mi istiyor kalbim?

Elimi kalbinin üzerinden çektiğimde yüzümdeki gülümseme hala solmamıştı. "Ben gidip Sareyi uyandırayım." Diyerek arkamı dönüp bir kaç adım attığımda sözleri beni durdurdu.

"Amacım canını yakmak değil, Deniz kızı ama..."

"İçimde bir sen yer etseydin belki sözlerin canımı yakardım ama hayır, senden nefret ediyorum. Ve... ikimizin de kalplerinde birbirimiz için nefret varken birbirimize aşık olamayız."

Titrek bir nefes içime çektiğimde gözlerim dolmaya başlamıştı.

"Sakın benden nefret etmekten vazgeçme, Deniz kızı,"

"Çünkü sen asla benden nefret etmekten vazgeçmeyeceksin" dudaklarımda alaylı bir gülüş yer aldığında kafamı çevirip omzumun üzerinden gerimdeki ona baktım.

"Hem sen, benim aşık olabileceğim bir adam değilsin Karayel" Güz yarası, yalan söylüyorum, inanma sakın...

"Neden?"

"İçi bu kadar acımasızlıkla ve nefretle dolmuş bir adama verebilecek bir kalbim yok benim"

Benim kalbim en çok sana var...

Kafamı önüme çevirdiğimde mutfaktan çıktım. Gözümden akan bir yaşı işaret parmağımla sildiğimde merdivenlere yöneldim. Basamakları çıkıp yukarı vardığımda titreyen bacaklarımın üzerinde daha fazla duramayacaktım. Travzanlara tutunarak kendimi yere bıraktığımda hıçkırık dolu bir nefes verdim dışarı. Dolan gözlerimden yaşlar akmaya başlamak üzereyken ağlama isteğimi bastırmaya çalışıyordum.

Elim göğsüme gidip üzerimdeki kazağı avucumun içinde sıkmaya başladığımda derin derin nefesler alıp veriyordum.

Göğsüm daha kaç acıyı üstlenecekti. Yüreğim, daha kaç hançere yer açacaktı. Canım, daha ne kadar yanacaktı.

En çok onun konuşmasını isterken, dudaklarından dökülen her bir söz felaketim olurdu, ağlardım.

Kendime nihayet gelebildiğimde düştüğüm yerden tutunduğum travzanlardan destek alarak ayaklandım. Elimi avucumun içinde sıktığım kazağımdan çekip yanıma indirdim. Gözümden yanağıma doğru akan yaşları parmak uçlarımla sildim. Kırgın ve hüzünlü bir iç çektiğimde üstümü başımı düzelttim. Odanın kapalı kapısını açıp içeri girdiğimde yatakta hala uyuyan bir şekilde uzanan Sare'yi gördüm. Yanına vardığımda saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırarak yatakta onun olduğu tarafa uzanıp koluna dokunarak onu dürttüm.

&

Günler günleri kovaladı. Nefes hastalığıyla uğraştı. Karayel ise uygulamaya soktuğu planıyla. İkiside birbirinden ayrı geceler geçirdi. O sabahtan sonra konuşmadılar birbirleriyle. Sessiz bir duvar örüldü aralarına.

Bu, aralarına örülen ilk duvardı.

Aynı sofraya oturdular, aynı bahçeye çıktılar, aynı evin içinde dolaştılar, karşılıklı odalarda kaldılar ama birbirleriyle hiç göz göze gelmedi gözleri. Sustular, sessizliğe gömüldüler. O sabah, o sözlerin ardından bir şey koptu sanki aralarında. Karayel çok umursamadı fakat hem Nefesin sözleri, hem de Karayelin sözleri, Nefesin içinde bir yer etti.

"Bu kadar yumuşak oynarsan olmaz ama" diyerek yumruğunu Çınarın sol yanağına geçirdi Karayel. Yumruğun şiddetiyle bir kaç adım geriye sendeleyen Çınar, elini az önce yumruk yediği yanağına götürdü. "Kaşınma istersen ha kardeşim" dedi Çınar, bir kaç dakika önce patlayan dudağının kenarındaki kanı parmaklarına bulaştırdığında.

"Bir karşılık ver diye yapıyorum zaten kardeşim" dedi Yaman.

"Belki bir kaç ay sonraki dövüşü kazanacaksın. Hala benden karşılık bekliyorsun"

"Karadeniz'e geldiğimden beridir hiç çalışmıyorum. Paslanmaktan korkuyorum."

Çınar kendini toparladığında kendini savunmak için yumruk yaptığı ellerini çapraz bir şekilde önünde buluşturdu. Karayel, sık sık nefesler alıp vererek olduğu yerde ileri geri gidiyormuş gibi yapıyordu. Çınar yumruk yaptığı ellerinden birini karayele doğru uzattığı esnada kafasını geriye çekerek bir atakta bulundu karayel.

Çınar, Karayele doğru bir adım artığında geri çekilmeyi reddetti Karayel.

"İntikam işi ne oldu?" Diye sordu Çınar, bir hamlede daha bulunup yumruk atmayı denediğinde. "Vazgeçtim." Dedi karayel tek seferde. Kaşları şaşkınlık ve hayretle çatıldı Çınarın. Havaya kaldırdığı eli durdu.

"Ne demek vazgeçtim?" Diye sordu şaşkınlıkla. Omuz silkti Karayel, geri çekilip arkasını döndüğünde.

"Ne bok yedin yine doğru düzgün anlat" dedi Çınar, yükselerek. Karayel, yerdeki su şişesini alıp kapağını açıp şişeyi dudaklarına görürdü. Sudan bir kaç yudum alıktan sonra şişenin kapağını kapatıp geri aldığı yere bıraktı.

"Kıza vazgeçtiğimi söyledim." Dedi, elindeki havluyla alnındaki terleri sildiğinde.

"Vazgeçtin? Sen? Bir anda?" Anlam veremiyordu Çınar. Bunca zamandır bir intikam için çabalamış, onca planlar yapmış, herşeyi göze almışken bir anda bundan nasıl vazgeçtiğini anlamıyordu.

"O kızın masum olduğunu farkettim ve onu intikam için kullanmaktan vazgeçtim" dedi karayel, anlına düşen bir kaç tutam saçına parmaklarını geçirerek geriye doğru ittiğinde. Şaşkındı. Böyle birşey yapmasını beklemiyordu Çınar. Bu onu bozguna uğratmış ve bir o kadar da sevindirmişti.

"O halde Nefes-" diyeceği esnada karayelin sert bakışları ve sözleri ona döndü.

"Ona da söyledim," dediğinde, "Neyi?" Diye sordu Çınar.

"İntikamdan vazgeçmiş olmamın kalbimde ona bir yer açacağı anlamına gelmediğini"

"Sen o sikik aklınla kıza bunu mu söyledin?" Diye sordu Çınar, ters bir sesle.

"Evet," dedi karayel umursamayarak. "Hatta ona, kalbimde ona bir yer olmadığını ve benden nefret etmekten vazgeçmemesi gerektiğini de söyledim" dedi, sanki çok normal birşey hakkında konuşuyormuş gibi.

Bu sefer kaşları şaşkınlıkla değil de sinirle çatıldı Çınarın. "Ben senin beynini sikiyim. Ben senin olmayan aklına sıçayım Karayel" diye sinirle küfürler yağdırmaya başladı.

"Neden bu kadar abartıyorsun? O da benden nefret ediyor" dediğinde üzerindeki terden ıslaklıklar oluşmuş atleti çıkarttı ve iplerin üzerine astığı siyah switi aldı ve kafasından geçirip kollarını da kollarından geçirdi.

"Senden nefret etmesi senin o boktan sözlerine kırılmadığı anlamına gelmiyor Karayel." Sinirle baktı Karayele. "O kızın bir kalbi var ve o kalbi her ne kadar senden nefret ettiğini söylese de kırılıyordur" neden bu kadar abarttığına baktı karayel. Kızan kalbi varsa vardı. Ona mı vardı sanki? Hem, baktığında hiç de sözlerine alınıyor veya kırılıyor gibi durmuyordu.

Baktığı gözlerde kırgınlık veya üzüntü yoktu. Ne diye vicdan yapılıyordu bu kıza bu kadar?

"Siktir et. O kız da ne hissettiği de gram umrumda değil." Derken söyledikleri gerçekti.

"O kızı buraya getirdin. Evine, ailenin içine aldın. Yalandan da olsa o kızla bir nikah kıydın Karayel. O kızın hisleri de kendiside umrunda olmak zorunda." Diyerek üsteledi ve bir türlü algılamak istemeyen beynine birşeyler girmesini, sözlerinizden bir pay çıkarmasını istedi Çınar.

"Yakında bitecek sahte bir evlilik..." diye mırıldandı karayel kendi içinde. Ne dediğini duymadı Çınar.

"O kız parmağında senin yüzüğünü taşıyor. Sende parmağında onun yüzüğünü. Bu bile üzerinizde birbirinize karşı sorumluluğunuzun olduğunu gösteriyor" dedi, bakışlarını karayelin sol elindeki parmaktaki yüzüğe değdirip o yüzüğü ima ettiğimde Çınar.

Bakışları çınarın gözleriyle gösterdiği eline kaydı Karayelin. Parmağındaki yüzüğe baktı. Onun için hiçbir anlamı olmayan, hiçbir anlam taşımayan yüzüğe. Bir an önce o yüzüğü parmağından çıkartıp Karadeniz'in en uzağına fırlatmak için kendini zor tutuğu yüzüğe.

Ruhunu boğan yüzüğe baktı. Belli aralıklarla o yüzüğe bakıyordu. Çıkaracağı günü dört gözle bekliyordu. O kızın buradan gideceği günü bekliyordu. Huzura ereceği günü bekliyordu. Ne sanıyordu herkes. O kıza karşı birşeyler hissedeceğini, o kıza karşı duyguları olacağını falan mı bekliyorlardı. Yanılıyorlardı. Hepsi yanılıyordu. Belkide ona aşık olacağını sanan Nefes bile.

karayel aşık olamaz değildi. Karayel birine aşık olmayı seçmiyordu. O, aşık olmak istemiyordu. Karayel, Nefese aşık olmak istemiyordu. Ve ona aşık olmak istemediği için de ona aşık olmuyordu.

Aslında tüm mesele bundan ibaretti. Karayel, kalbinde Nefes'e bir yer açılmasına izin vermiyordu. Kalbinde Nefes'e müsemma göstermiyordu. Kalbinde, annesinin katilinin kızına bir yer açması mümkün değildi.

O kız, annesinin katilinin kızıydı. Ne için kimse bunu anlamak istemiyordu. Ne için kimse bu şekilde bakmıyordu olaya.

"Annenin katilinin kızına aşık olabilirmisin Çınar?" Diye sordu Karayel, bakışlarını dakikalardır baktığı yüzükten kaldırıp arkadaşına yönelttiğinde. Karayelin sorusuyla sertçe yutkundu Çınar.

"İçin alırım bunu? Annn katilinin kızına aşık olursan, annene ihanet etmiş olmazmısın? Annesiz geçirdiğin çocukluğuna ihanet etmiş olmaz mısın?" Gözlerini kaçırdı Çınar. Ne diyeceğini bilemedi. Cevap verecek bir söz bulamadı. Sustu sadece.

"Sen bu durumu yaşamadan böyle oldun. Birde yangının içindeki beni düşün"

Karayel için Nefese aşık olmak, annesine ve annesiz geçirdiği her güne ihanet etmek demekti. Ve karayel, acılarına asla ihanet edemezdi.

Ve, tüm duygularını yitirmiş, gerçekten gülmeyi bile unutmuş biri, aşık olabilirmiydi. Aşık olmak için duygulara ihtiyaç vardı. Fakat karayelin tüm duyguları hayatını kaybetmişti. O, gerçekten taş kalpli bir adamdı. Sınırları olmayan, kurnaz bir adamdı. Yaptığı hiçbir şey, ağzından çıkan hiçbir kelime öylesine değildi.

O Karayeldi.

Nefes Soykan;

Görmezden geldiğimizde unutturmayduk sahiden herşeyi. Duyduğumuzda kalbimizi acıtan, nefesimizi kesen, göğüs kafesimizi sıkıp kavuran o sözleri, o duygusuz bakan gözleri insan görmeyince, görmezden gelince, duymazdan gelince, umursamıyormuş gibi yağınca unuturmuydu. Dinermiydi kalpteki sızı. Göz yaşları durulurmuydu.

Peki ne için durum bende öyle değildi. Aradan günler geçmişti. O sabahın ardından neredeyse bir hafta geçmişti ama hala sözlerini ve gözlerime duygusuzca bakan gözlerini unutamıyor, aklımdan da kalbimden de silemiyordum. Beceremiyordum. Unutmayı beceremiyordum. Unutmak denen şey, ne için bu kadar zordu.

O sabahtan sonra bir daha göz göze gelmedim gözleriyle. Dönüpte gözlerine bakacak cesareti bulamadım kendimde. Çok istedim onunla konuşmayı. Ama kalbinde bir yerim olmayan adamla ne konuşabilirdim.

Günlerdir parmağımdaki yüzüğe bakıyor, onunla oynuyordum. Yüzüğün olduğu parmağım kaşınıyordu.

Bu, artık yüzüğü parmağımdan çıkarmam gerektiğini gösteriyordu.

Herhangi bir anlamı varmıydı bu yüzüğün. Aramızda hiçbir şey yoksa, ben neden bu yüzüğe bu kadar anlam yüklemiş ve ona bağlanmıştım. Bir ay olacaktı. Sahte evliliğimizi sürdüreli bir ay olacaktı. Ne o benim kocam gibiydi, ne de ben onun karısı.

Bir duvar örüldü o sabah aramıza. Bu aramıza örülen ilk duvardı.

Adı, kör kalp.

Aramızda hiçbir şey yoktu. Hiçbir bağ. Burada kalmam için herhangi bir sebep. O halde... gitmek içap ederdi.

Komidinin çekmecesini açıp oradaki ilaç kutusunu aldım. İçinden bir tane alıp ağzıma attığımda elimde tutuğum su bardağına dudaklarıma götürdüm. Suyla birlikte ilacı da aynı anda tuttuğumda suyu ağzımdan çekip komidinin üzerine bıraktım.

son bir haftadır düzenli olarak bu ilacı içiyordum. Doktor, mide bulantısı, kusma ve baş dönmelerime engel olsun diye vermişti. Sanırım işe yarıyordu ilaç. Bir kaç gündür ne mide bulantım vardı ne de kuslamalarım. İlaç kutusunu geri çekmeceye bırakıp çekmeceyi kapattığımda az önce komidinin üzerine bıraktığım su bardağını da alıp oturduğum yatağın köşesinden kalktım.

Odanın kapısına ilerlediğimde aralık kapıyı biraz daha açarak odadan çıktım ve merdivenlere dönüp dikkatle basamakları inmeye başladım. İlaç her ne kadar mide bulantısı ve kusmalarımı engelliyor olsa da baş dönmelerime pek bir çözümü olduğunu söyleyemezdim. Baş dönmelerim hala devam ettiği için yürürkende, merdivenleri inip çıkarkende, oturduğum yerden aniden kalkmamaya da dikkat ediyordum.

Bu hafta doktor kontrolüne gitmeyecektim. Doktor, iki haftada bir kontrole gelmem gerektiğini söylemişti son görüşmemizde. Bir dahaki hafta, çarşamba günü Sare ile birlikte gidecektik hastaneye.

Merdivenleri indiğimde koridorun sağ tarafına dönerek mutfağa girdim. Elimdeki bardağı lavabonun içine bıraktığımda arkamı döndüm ve mutfaktan geri çıktım. Merdivenlere doğru yöneldiğim esnada evin kapısı çaldı. Arkamı dönüp kapıya baktım. Kapı bir kez daha çalınca kapıya doğru gidip kapının kolunu tutup aşağı doğru çektim ve kapıyı açtım.

Kafamı kaldırıp baktığımda karşımda onu gördüm. Günlerdir göz göze gelmediğim, bir kere bile olsun kafamı çevirip bakmadığım, konuşmadığım adama baktım. Ona baktım. Karşımdaki oydu. Kollarını kapının iki yanına yaslamış, kafasını öne doğru eğmiş, Karayele. Gözlerini kaldırıp kirpiklerinin altından benimle göz göze geldi. Ona kapıyı açanım ben olduğunu görünce kaşları çatıldı.

Günler sonra ilk defa onunla göz göze geliyordum. Kahverengilikleriyle göz göze gelmek, içimde kocaman bir huzura yer açtı sanki. Sanki günlerdir nefesimi tutmuş ve nefes almıyormuşum gibi derin ve büyük bir nefes almışım gibi oldum. İçimde sanki bir okyanus vardı bir türlü akmayan ve onunla göz göze gelince akmaya başlayan bir okyanus. İçim kıpır kıpır oldu. Kalbim gözlerine baktığım gibi hızla atmaya başlamıştı. Sanki olduğu yerden fırlayıp yere düşecekmiş kadar hızlı.

Dudaklarım, gözlerine bakmanın verdiği hisle, gülmek istedi. Buna engel oldum. İçimde garip bir his vardı. Günlerdir içimdeki kasvet, içimdeki huzursuzluk ve üzerimdeki tüm kazanılırlar onun gözlerine bakınca yok olmuş gibiydi.

Karayel, senin gözlerine bakmak, ölümden dönmek gibi. Karayel, gözlerin toprak gibi.

Sen topraksın, ben de deniz.

Bakışlarım dudağının kenarındaki yaraya kaydı. Kanı üzerinde kurumuş yaraya baktım. Elim havaya kalkıp parmağım o yaraya uzandığında parmak ucumu o hatanın üzerine dokundurttum.

"Ne oldu buraya?" Diye sordum bakışlarımı yaradan çekip gözlerine çevirdiğimde. Elini bileğime attı ve elimi yaradan çekti. "Önemli birşey değil" diye geçiştirdiğinde ayakkabılarını çıkarmaya başladı. Geçmesi için kenara çekildiğimde ayakkabılarıyla birlikte içeri girip ayakkabılarını ayağından çıkarıp fortmantonun kabağını açıp içine koydu.

"Ne demek önemsiz birşey. Kanamış işte," dedim, karşısına geçtiğimde ve gitmesini engellediğimde. "Önemsiz dedim. Uzatma, Deniz kızı" Kafamı kaldırıp kirpiklerimin altından itiraz ederek gözlerine baktım masumca.

"küçük ve önemsiz olabilir senin için ama o yara temizlenecek" dedim, kesim bir dille. Kafasını kaldırıp bıkkın bir nefes verdiğinde kafasını eğip geri bana baktı. Susmayacağımı ve kaçışı olmadığını nihayet anlamıştı. "Mutfağa geç ve otur. Geliyorum" dedim, işaret parmağımla mutfaktan içeriyi işaret ettiğimde. Tuhaf tuhaf baktı bana. Daha sonra da dönüp mutfağa gitti. Bende hemen banyoya gittim. Banyo dolabındaki ilk yardım çantasından pamuk, tentürdiyot ve bir de yara kremini alıp çantayı geri yerine koyup banyodan çıktım.

Mutfaktan içeri girdiğimde onu camın önündeki masada oturmuş buldum. Yanına ilerleyip ona yakın olan sandalyeye oturduğumda elimdekileri masanın üzerine bıraktım. İlk önce paketteki pamuktan küçük bir parça aldım ve tentüryotun kapağını açıp pamuğa bir iki damla damlattım.

sandalyemi biraz daha ona yaklaştırdığımda elimi yüzüne yaklaştırıp parmak uçlarımla çenesini iki yandan kavradım. Elimdeki pamuğu yüzüne yaklaşıp dudağının kenarındaki kanı kurumuş hatanın üzerine değdirdim. Pamukla yarayı temizlemeye başladığımda, "Kavga mı ettin?" Diye sordum. Cıkladı. "Çınarla biraz kapıştık o kadar" dediğinde, kirpiklerimin altından ona baktım. "Neden?" Diye sordum, yaranın etrafını iyice temizlerken.

"Bir kaç ay sonra büyük dövüş var. Onun için hazırlanıyorum" dedi. "Dövüşmek hoşuna mı gidiyor Karayel?" Dedim, bakışlarım yaradayken.

omuz silkti. "Zevk alıyorum" dedi umursamayarak.

Ben senin yaralarını sararken, senin bende yaralar açman adil mi Karayel?

Pamuğu yaradan çekip masanın üzerine bıraktığımda kremi elime aldım. "Bu bir canilik. Ve korkutucu"

"Boksör olmam ve birileriyle dövüşmem seni korkutuyormu?"

"Evet, bu beni korkutuyor" diye itiraf ettim, kremin kapağını açtığımda ve parmağıma biraz kremden sıktığımda. Bakışlarını üzerimde hissettim. Parmağımı yaraya götürüp, kremi yaraya ve etrafına sürmeye başladı.

"Babası ve evleneceği adam her yerde Roza'yı arıyor. Ve burada olduğunu anlamaları an meselesi." Diyerek konuyu değiştirdi.

Konu, ne zaman sen ve ben olacak Karayel?

"Onu ne babasına ne de o adama vermeyeceksiniz Karayel" dedim, geri çekildiğimde. "O kız burada daha fazla kalamaz. Başımıza dert olacak. Güvende değilsiniz." Dedi gözlerime bakarak.

"Ben zaten senin yanında güvende değilim karayel. Bana senden daha büyük bir zarar verecek biri yok şu dünyada" dedim, en duygusuzundan gözlerine bakarken. Kaşları hayretle yukarı doğru çatıldı. Bunu beklemediği açıktı. Onu sözlerimle bozguna uğrattığımı görebiliyordum. "Ama artık bana sende zarar veremeyeceksin," dedim, kremin kapağını kapatırken.

"O da ne demek?"

"Artık intikam denen şey kalmadığına göre benim burada kalmam doğru değil." Gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam ettim. "Gideceğim karayel. Bir daha dönmemek üzere buradan ve bu ülkeden gideceğim"

"Gitmek istiyorsun?" Derken kendiyle konuşur gibiydi. "Gitmekte özgürsün Deniz kızı. Hem, gidene dur denilmez... değil mi?" Sesi çatıktı, gözleriyse sözlerimi umursamaz gibi bakıyordu.

Gitme dememişti. İşte şimdi gerçekten burada kalmak için hiçbir sebebim kalmamıştı.

Herşey, başlamadan bitmişti.

kermi, pamuk paketini ve tentürdiyotu da alıp oturduğum sandalyeden kalktım.

"Gidene dur denir de, sana hiç gelmemiş olana dur denmez Karayel. İkisi çok farklı şeyler." Ve sen, bunu asla anlamayacaksın.

Yine ona sırtımı döndüm. Ben, sana hep sırtımı döneceğim karayel. Çünkü sana sırtımı dönüp seni gerimde bırakmayı, sana aşık olmaya tercih ederim.

Mutfaktan çıktığımda elimdekileri bırakmak için banyoya girdim. Elimdekileri geri aldığım yere bıraktığımda banyodan çıkıp merdivenlere yöneldim ve yukarı çıktım. Odadan içeri girdiğimde yatağa ilerleyip kendimi yatağa bıraktım. Kollarım iki yanıma açtığımda kafamı yana yatırdım. Gözlerimi kapattım. Kalbim susun istedim. Aklım susun istedim. İkisi de birbirlerine zıtken ikisi de susun ve beni kendimle baş başa bıraksın istedim.

Düşünmeyi bir kenara bırakmak istedim. Sadece bir kaç dakikayı düşünmeden geçirmek istedim.

🌒

Sabah gözlerimi açtığımda saate bakmakmin yatağın yanındaki komidinin üzerindeki telefonuma uzanıp onu aldım ve ekranını açıp saate baktım.

10:30

Yatakta doğrulup sırtımı arkama yasladığımda kafamı çevirip yanıma baktım. Sare yanımda oturuyor ve boş boş camdan dışarı bakıyordu. "Sare?"

Sesimi duyduğunda dalgın bir şekilde kafasını çevirip bana baktı. "Efendim" dediğinde anlamaz gözlerle ona bakıyordum. Birşeyi mi vardı acaba?

"İyimisin?" Diye sordum.

Bir anda bana doğru dönüp bacaklarını bağdan kurup oflayafak bana baktı. "Hiç iyi değilim Nefes." Diyerek itiraf etti.

"Kafam allak bulak. Onu rüyamda gördüm." Dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. "Kimi?"

"Kimi olacak Nefes. Tabi ki de Çınar'ı. Offf" parmaklarını saçlarının arasından geçirip kulaklarının arkasına sıkıştırdı.

"Çok tuhaf ve çok garipti. Karşımdaydı. Birlikteydik ve sadece biz vardık. Gözlerimin içine gülerek bakıyordu. Ve bende ona gülerek bakıyordum. Bir deniz kenarındaydık. Ellerini belime sarmıştı. Sanki aşıktık birbirimize. O kadar saçma ve karşıki ki." Gülmeden edemedim. Sinirle çattığı kaşlarıyla gözlerini bana dikti.

"Ya gülme Nefes. Kafam çok karşık diyorum sana" dedi sinirle ve üzüntüyle. Dişlerimi dudaklarıma geçirerek gülüşümü engellemeye çalıştım.

"Tamam, gülmüyorum" dedim teslim olur gibi. Üzerine örtüsü yorganı avuçlarının içinde sıkıyordu. "Bu normal değil! İnternetten baktım."

"Neye baktın?"

"Hiç düşünmediğin birini neden rüyanda görürsün diye arattım. O kişi sizi çok düşündüğü için diye bir sonuç çıktı!" Diye isyan etti. Bu noktada kendimi daha fazla tutamadım ve kahkahalara boğuldum.

O da güldü ama sinirle. "İnanmıyorum yalan. Çınar abi beni neden düşünsün ki ya" dedi ağlamaklı bir sesle gülmeyi bıraktığında. Gülmekten karnım ağrıtmıştı. Elimi karnıma götürdüğümde öksürerek gülüşüme bir son vermeye çalıştım.

"Belki aşıktır" dedim, onunkine tülü kabul etmediği gerçeği yüzüne vurarak. Yanakları anında kızarmaya başladı. "Yok artık daha neler. Devde de boy yani Nefes" Ciddi bir ifadeye büründüm.

"Sare, seni arıyor ve yanına çağırıyor. Gittiğinde de seni görmek için çağırdığını söylüyor. Sence de ne bu?"

"Abimle oldukları gibi bizde çocukluktan tanışıyoruz. Ve yıllar sonra tekrar birbirimizi gördük. Eski günler gelmiştir aklına"

"İyi, sen öyle diyorsan" diyerek yataktan kalktım. Elimi yüzümü yıkamak için banyoya gidecektim. Bunun için odanın kapısına doğru yürüdüm. "Allahım ya!" Diye yakınan Sare'nin sesini duydum, odadan çıkarken. Gerçekten çok saf bir kızdı.

odanın kapısını kapadığımda, onun odasının kapalı kapısıyla karşılaştım. Yüzümdeki gülüş soldu. Gözlerindeki parlaklık soldu. Yine erkenden kalkıp gitmiştir diye düşündüm. Şu sıralar sabahları erkenden kalkıp evden gidiyordu ve ancak akşama eve dönüyordu. Nereye gidiyordu ve ne yapıyordu bilmiyordum.

Belkide hayatında biri vardır. Olamaz mı?

Düşüncesi bile kalbimin sıkışmasına sebep olmuştu. Ne oluyordu kalbime. Neydi bu yabancısı olduğum haller.

Ona aşık oluyorsan hemen vazgeç. O, aşık olunmayı hak etmeyen bir adam. Ve sana zarar.

Kendimce kalbime uyarılarda bulunduktan sonra merdivenleri inmeye başladım. Aşağı indiğimde biraz hava almak için bahçeye çıkmaya karar verdim.

&

Uykusundan yeni uyanmış Roza, sinirli gözlerle ve çatık kaşlarla yan koltukta uzanmış, telefonundan birşeyler izleyen ve kendisini fazlasıyla rahatsız eden adama bakıyordu. Elinde olsa onu hiç düşünmeden bir kaşık suda boğardı.

"Sağırmısım Sural. Ne diye son ses izliyorsun izlediğin o boku"

Rozanın yine kendisine söylendiğinin farkına vardığında bakışlarını telefondan ayırıp, Rozaya çevirdi.

"Bana bulaşmadan sabah şeriflerin hayır olmuyor mu Alemdar"

"Beni rahatsız etmeden duramıyormusun Sural"

Uykudan uyanmış haline baktı İlyas. Uykudan yeni uyandığı için şişmiş dudaklarına kaydı gözleri. Orada oyalandı bir kaç saniye. İlyasın dudaklarına baktığını farkeden Rozanın eli anında dudaklarına gitti ve dudaklarını kapadı. "Gözlerine sahip çık İlyas Sural" diye çemkirdi Roza uyarıcı bir sesle.

"Bir gün gelecek ve seni öpmemi benden sen isteyeceksin Alemdar" dedi, kendinden emin ve gülerek İlyas.

"O gün asla gelmeyecek İlyas. Kirli dudaklarının dudaklarıma değmesine müsadem yok"

"Baban her yerde seni arıyor. Tüm karadenizi alt üst ettiğini duydum" dedi, İlyas asıl konuya değinerek. Sertçe yutkundu Roza. Bu sessizliğin hayra alamet olmadığını biliyordu.

"Yani?" Diye sordu tereddüttle İlyas'a bakarak.

"Babanın seni her an bulabilir demek," dedi İlyas. Bakışlarını kaçırdı Roza. "Ve... seni o adamla evlendirmek konusunda gayet kararlı" dediğine, Rozanın o adamla evlenme düşüncesi bile İlyasın kudırmasına yetiyordu.

"O iş o kadar kolay değil Sural. Ölürüm, ama o şerefsizle evlenmem" dedi, Roza kararlılıkla. Bunu Rozadan duymak ilyasın içinde ferahlığa sebep oldu.

"Sen istesen de o adamla evlenmene ben izin vermem Roza." Dedi İlyas, gözlerine bakarak. Anlam veremedi Roza bu sözlere. Ama karnında kelebekler uçuşmaya başlamıştı. Kalbi, küt küt atarken dudaklarında küçük ve silik bir tebessüm oluştu.

"Ama baban seni o adamla evlendirmekten vazgeçmeyecek" dedi, önüne döndüğünde düşünceli bir sesle İlyas.

"O zaman ne yapacağız?" Diye sordu Roza, masumca hala İlyas'a bakarken. "Gerekeni" dedi İlyas, gözünü kararlılık büründüğünde.

O gün geldiğinde Yapılacak şey belliydi. Rozanın o adamla evlenmesin asla izin vermezdi. Neden bilmiyordu ama içinde Rozaya karşı akan birşeylee vardı. Kalbi, sürekli olarak aynı adı sayıklıyordu kulağına, Roza.

Gerekirse herkesi karşısına alırdı. Ama onu almalarına izin vermezdi. Gerekirse onu alır buralardan kaçırırdı. Ama o adamla evlenmesine göz yummazdı.

o kız onaydı. Başkasına yar etmezdi. Edemezdi.

İlyas Sural, Roza Alemdarı bir başkasıyla yan yana görmeye bile tahammül edemezdi. Kaldı ki evelenecekti.

Nefes Soykan;

Kahvaltı etmiştik ve şimdi de kızlarla birlikte bahçede içmek için kahve yapıyorduk. Roza, masada oturmuş ve Sarenin telefonuyla sosyal medyaya giriş yapmıştı.

"Ay Allahım sana şükürler olsun!" Diye sabahtan beri sevinçten deliriyordu. Kahve fincanlarını tepsiye koyup su bardaklarını da yanlarına koyduğumda, kahve makinasına kaynayan kahveyi alıp fincanlara doldurdum. Tepsiyi alıp arkamı döndüğümde, kızların yanına ilerleyip tepsiyi masanın üzerine bıraktım. İkiside kahvelerini kendilerine aldıklarında bende sandalyenin birini çekip oturdum ve tepsiden kahvemi aldım.

"İnanabiliyormusunuz herkes beni konuşuyor" dedi, Roza sanki iyi birleysen bahsedermiş gibi. "Yani ablanız yine dillere düşmeyi becermiş"

"Aynen, kaçak gelin diye anılıyorsun her yerde" dedi Sare, kahvesinden bir yudum aldığında.

"Allah aşkına saroş, kaç insan kaçak gelin diye anılır" omuzunun üzerindeki saçını eliyle savurarak havalı bir şekilde arkaya savurdu. Bu haline güldüm yalnızca. Kahvemden bir yudum aldım.

"Asıl sen söyle Nefes hanım. Karayelle aranda ne var?" Diye sorduğunda ağzımdaki kahveyi zorlukla yuttum. "Onlar-" diyerek konuşacak olan sarenin sözünü kestim.

"Hiçbir şey. Onunla aramızda hiçbir şey yok" dedim umursamayarak. Öylemi dercesine kaşını kaldırarak baktı Roza.

"Bana pek öyle gelmedi" dediğinde ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Gözlerini üzerime diktiğinde benden bir cevap bekliyordu.

"Birbirinizin neyi oluyorsunuz?" Diye sordu bu sefer.

Neyiydim ben karayelin. Sahte karısı? İntikamı için zorla kaçırıp yanında tutuğu? Nefret ettiği? Neyiydim? Kimdim ben onun için? Peki o benim neyimdi?

"Arkadaşlar," dedi Sare araya girerek. "Nefes, buraya bir kaç aylığına tatil yapmak için geldi." Diyerek gerçeği sakladı.

"Birbirinden nefret eden arkadaş mı olurmuş?" Diyerek diretti Roza. "Nefret etmek mi? Onlar hep öyleler. Anlaşamazlar birbirleriyle." Diyerek yine benim yerime cevap verdi Sare.

"Yok yok. Sizin aranızda başka birşey var. Ben insanın gözünden anlarım" dedi Roza bu sefer de bana bakarak.

"Aramızda hiçbir şey yok. Ve asla da olamaz. İkinizde her seferinde bunu söylemekten vazgeçin. Karayel ve Nefes diye birşey yok. Olmayacak." Diyerek sert çıkıştım. Daha fazla bu konu üzerinde konuşmak istemiyordum. Bu konu hakkında konuşmak canımı yakıyordu.

"Sen, Selim Soykanın kızı değilmisin?" Diye sordu Roza. Bıkkınlıkla bir nefes verdim. "Senin için Amerika'ya gitti diyorlardı" dedi tekrar kahvesinden içerken. Güldüm. Selim Soykan ve yalanları. Kendisi gibi asla peşimi bırakmıyordu.

"Gittim ama geri geldim. Oralar pek bana göre değildi." Diyerek yalanı devam ettirdim. Bakışlarım mutfak camına kaydığında, Asiye hanımın, bahçede bir kızla konuştuğunu gördüm. Gözlerimi kısarak kıza baktığımda, "Bu kız da kim?" Diye sordum, Sare'ye dönerek. "Kim kim?" Diyerek kafasını uzatarak az önce benim baktığım yöne baktı.

"İnanmıyorum. Bu çiyan buraya mı gelmiş" dedi, Sare, tiksinircesine. Yüzünü buruşturduğunda, "Yüzsüz. Kesinlikle duydu da geldi" dediğinde üçümüz de camdan o kıza bakıyorduk. "Neyi duydu da geldi?" Dedi Roza. Sare oturduğu yerden kalktı. "Ben bir gidip şuna bakayım" dediğinde mutfaktan çıktı. Hiçbir şey anlamayan Roza ve ben birbirimize mal gibi baka kaldık.

"Eee bizde gidip bir bakalım kimmiş bu kız" diyerek Roza da oturduğu yerden kalktı ve bileğimden tutarak beni de kaldırdı. Sarenin peşinden mutfaktan çıktığımızda Sare, çoktan bahçeye çıkmış ve yanlarına varmıştı. Ben ve Roza da evin kapısının önünde durmuş onlara bakıyorduk.

Asiye hanım kızı kendine çekip sıkı sıkı sarıldı. Sarı saçlı, orta boylu bir kızdı. Sare yanlarına vardığında, "Hazal" dedi. Sesinin soğuklu buradan hissedilmişti. Asiye hanımdan ayrılan adının Hazal olduğunu öğrendiğim kız Sare'ye döndü. Yüzünde bir gülümseme oluştuğunda, "Sare" diyerek kollarını iki yanına açtı.

Fakat Sare ona sarılmayı reddetti. "Ne işin bar burada. Hayırdır? Diye sordu Sare. Dudak büzdü Hazal.

"Buralara geri döndüm. Ee gelmişken bir de buraya uğrayayım dedim"

"Ben biliyorum sen neden geldin buraya da, neyse susuyorum"

O esnada bahçeden içeri Yaman, İlyas ve Çınar üçlüsü girdi. Hepimizin bakışları onlara döndüğünde Hazal denem kız, "Yaman" diyerek coşkulu bir sesle yüzündeki kocaman gülümsemeyle ona doğru yürümeye başladı. Yüzünde anlamsız bir ifade yer alan Yaman, kaşlarını çatarak ona doğru yürüyen kıza bakıyordu.

Kız, Karayelin karşısında durduğunda, "Hazal ben, tanımadın mı?" Diye sordu Hazal, baştan aşağı karayeli sürerken. "Hayal?" Dedi Karayel. Kız kollarını karayelin boynuna sararak ona beklenmedik bir şekilde sarıldı. Kaşımın teki hayretle yukarı doğru çatıldığında ellerimi belime attım. Karayelin bakışları beni bulduğunda kızın belini sarmak için kalkan elleri havada asılı kaldı.

Kız ondan ayrıldığında uzanıp karayeli yanağından öptü. İçimdeki kıskançlık ateşi bir anda meydana çıkıp bağlanmaya başladığında, sinirden dudaklarımı dişlerimle kemirdim. O Hazal denen kıza takılı kalmıştı bakışlarım. Onlara baktığımı gören karayel kızın kendisine uzattığı elini kavrayıp gözlerimin içine baka baka kıza güldü.

"Hazalcım. Hoş gelmişsin. Nerelerdeydin çok özlettin kendini?" Dedi, bakışlarını kızın gözlerine çevirdiğinde. Sinsice gülüyordu Karayel. Bense burada kıskançlıktan çatlamak üzeriydim.

"Ay hayatım hiç sorma. Fransa buralardan daha iyidir dedim gittim. Ama senden uzakta çok durmadım atladım uçağa geldim." Dedi Hazal, abarta abarta. Elini karayelin omzuna cilveli bir şekilde koyduğunda, o sarı saçlarını kendini beğenmişlikle geriye savurdu. Alayla güldüm.

Evden çıkıp merdiveni indiğimde onlara doğru yürüyordum. "Ay Nefes, beni de bekle" diyen Rozanın sesine aldırış etmedim. Hazal, arkasını dönüp bana döndüğünde baştan aşağı beni süzdü. Karayelin omzuna koyduğu elini geri çekip bana doğru bir kaç adım attı. Karşıma geçtiğinde, "Sen kimsin?" Diye sordu kendini beğenmiş bir sesle.

Elimi ona doğru uzattım. "Nefes ben," dediğimde ona uzattığım elime baktı. "Hayal bende." Diyerek elimi sıktı.

Memnun olmuş gibi gülüp kafamı salladım. Elimi elinden çektiğimde kollarımı göğsümde bağladım.

"Hazal. Hazalcım evli bir adama karısının gözünün önünde böyle sırnaşmak hoşum sence?" Diye sordum, ona aşağılayıcı bir bakış attığımda. Kaşları şaşkınlıkla çatıldığında, eli havada asılı kalmıştı.

"Sana öğretmediler mi evli bir adama yan gözle bile bakılmayacağını ha tatlım." Dedim, yüzüğün takılı olduğu elimi kaldırıp gözüne sokarcasına saçına götürüp saçının ucunu naifçe tuttuğumda. Kafamı yana eğip gözlerine kıvrılmış dudağımla baktım. Hazal'ın bakışları parmağımdaki yüzüğe kaydı.

"Karısı mı?!" Diye şok içinde bağırdı Roza. "Siz ikiniz, evlimisiniz?! İnanmıyorum!"

 

Bölümü oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. Bolca yorum yaparsanız çok sevinirim...

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%