Yeni Üyelik
15.
Bölüm

13. Bölüm; Lunapark

@umutkirintisiniyaz

 

Çok soft ve hoş bir bölümle geldim. Çok tatlı ve güzel bir bölüm oldu bu bölüm. Bu bölüm mükemmel. Keyifli oyunlar diler ve oy ve yorumlarınızı beklerim.

Yorum ve oy gelmezse bölüm gelişi gecikir canlar bilginiz olsun.

Bölüm şarkısı; Şebnem farah; Sigara, can ozan; sar bu şehri, yedinci ev; birileri anlatsın bana.

Bu, sakin geçen son bölümdü. Bu bölümden sonraki bölüm, kitabın kaoslu bölümlerine kapı açıyor canlar. Hazırlıklı olun ve sıkıca tutunun. 🤍

 

 

"Rüyadasın. Tıpkı bir peri masalında olduğu gibi. Peki ya bu rüya aslında kabusa açılan bir kapıysa?"


Hazal, hala elimdeki yüzüğe bakarken benim yüzünmde keyifli bir gülümseme vardı. Kızın bakışları gözlerime kaydığında gözlerindeki o kudurmuşluk ve kıskanmışlık ifadesini hiçbir şekilde gizleyemiyordu. Kaşlarımı kaldırarak baktım ona.

"Ha tatlım?"

Kafasını çevirip omzunun üzerinden tam anlamıyla uzakta da olsa ikimizin ortasında duran karayele baktı.

"Sen... evlendin mi?"

"Evet, hemde bizimkisi büyük bir aşk evliliği" dedim, onun karayele sorduğu soruya cevap vererek. Elimi saçından çektiğimde tiksinircesine yüzümü buruşturarak elimi üzerime sürdüm. Kızın yanından ayrılıp karayelin yanına yaklaştığımda Hazal'ın az önce yaptığının aynısını yapacaktan kolumu karayelin omzuna yasladım.

"Senden haberim yoktu. Eğer olsaydı emin ol nikaha seni de çağırırdım" dedim, Karayele yaslanarak. Fazlasıyla gıcık edici ve sinir bozucu bir tonda özellikle konuşuyordum. Karayelin garip bakışları üzerimdeydi. Ne için böyle davrandığına bir anlam veremediğini biliyordum.

"Ne yapıyorsun?" Diye mırıldandı, sadece benim duyabileceğim şekilde.

Senin gibi, ikili oynuyorum karayel.

kafamı çevirdiğimde kirpiklerimin altından masumca ona baktım. "Kocamı, el kızına mı yedireyim ha?" Dedim, yalandan bir umursamayla.

"Ay ben şok!" Diye tüm anı böldü Roza.

"ilyascım görüyormusun bunlar evliymiş!" Diyerek ilyasın yanında bitiverdi Roza. Ellerini beline koyarak bana ve karayele döndü. "Yazıklar olsun. O kadar aynı sofraya oturduk. Hainler" diyerekten bize sinirle bakıyordu Roza.

Üzgünüm Roza ama şuna tüm kıskançlık makinelerim devrede.

Bir dakika bir dakika. Ne dedim ben. Karayeli kıskanıyormuyum? Ne! Ne! Ne! Yok canım daha neler? O kadar sa değil yani. Kıskanacak kadar değil. Kıskançlıktan deliye dönecek kadar değil. Kıskançlıktan şuna şu kızı yolacak kadar değil. O halde ben deminden beri burada ne yapıyorum.

Hadi be. Cidden, onu kıskanıyormuyum? O kadar ileri gittim mi? Duygularım o kadar mı ciddi. Yok yok. Olamaz. İnsan hiç katiline aşık olabilir mi? Yok yok Nefes. Bu aşk değil. Sadece evlilik işine kendini fazla kaptırdın. Ötesi yok. Kalbimiz hala burada ve sadece bizim için atıyor.

"İçeri gidermisin Deniz kızı" dedi karayel fazlasıyla nazik bir sesle. Bir kıza baktım bir ona. Omuz silkerek karayelin yanından uzaklaşıp eve doğru yürümeye başladım. Hazal'ın yanına gelince, durdum. Kafamı önüme dönükken, "Evli adamlara göz diken kadınlara ne olduğundan haberdarmısın Hazal" derken sesim fazlasıyla uyarıcı ve tehtidkardı.

Biraz olsun aklı varsa ne demek istediğimi anlamıştı. Yanından geçip giderken tüm bakışları üstüme topladığımın farkındaydım ama bananeydi.

Tavrım kesinlikle yersiz değildi. Kız daha geldiği ilk dakikadan açık açık karayele yürümüştü. Elini omzuna yaslamasını geçtim, boynuna atlaması bile bunun açıkça bir göstergesiydi. Onun karşısında gözlerine bakarak erir gibi konuşmasını benim dışımda diğerlerinin farketmemiş olması imkansızdı. Kız niyetini açıkça belli ediyordu.

Evden içeri girdiğimde kapıyı ardımdan aralık bırakıp salona doğru ilerledim. Salondan içeri girdiğimde tekli koltuklardan birine oturup arkama yaslandım. Bir kaç dakika kadar sonra salondan içeri karayel girdi. Bakışları anında beni bulduğunda bana doğru yürümeye başladı. Karşıma geçip tepemde dikildiğinde boş boş ona baktım.

"Ne?" Diye sordum nihayetinde.

kaşları hayretle çatıldığında, "Ne yaptığını sanıyorsun?" Diye sordu.

odaya ondan sonra meraklı Roza, kolundan zorla çekiştirerek getirdiği İlyas ve kendi kendine tıpış tıpış gelen Sare geldi. Onun arında da kapının dışında duran Çınar.

"Ben birşey yapmıyorum" dedim umursamayarak kafamı başka yöne çevirdiğimde.

"Bahçedeki o tavırları neydi?" Kafamı çevirdiğimde dik bakışlarımı onun gözlerime diktim. "Evli olduğumuzu unutmuş gibiydin. Hatırlatayım dedim."

"Saçmalıyorsun. Hazal öyle bir kız değil" dediğinde kaşlarımı çatmadan edemedim. Oturduğum yerden kalktığımda aramızda hiçbir mesafe yoktu ve biz karşı karşıdaydık. "Seni zeki bir adam sanardım Karayel. Ama sen tam aksisin" dedim, kafamı dik tutarak.

En azından gidene kadar. Ona diklenebikirdim.

"Bu sahte evlilik oyununu madem sen başlattın. O zaman oyunu kurallarına göre oyna. Oyna ve benim sahte karın olduğumu o aklından en azından ben gidene kadar çıkarma ve ona göre oyna"

Aferin Nefes. Aynen böyle.

Tek kaşı usulca havalandığında, gözlerime öyle mi dercesine bakıyordu. Nefesi dudaklarıma çarpıp giderken, "Öyle" dedim, gözlerine bakarken.

"Gitmeyi kafana koymuşsun"

"Kalmak için bir sebebim yok"

"Gitmekte isteklisin"

"kalmamda ısrarcı değilsin"

gözlerine öyle derinden bakıyordum ki ve o benim gözlerime öyle boş bakıyordu ki.

"Git, Deniz kızı. Öyle bir git ki. İzini ben bile bulamayayım"

"Öyle bir gideceğim ki. Beni sen bile bulamayacaksın, Karayel"

İzimi, bir tek sen bulsan. Beni sen bulsan. Kaybolduğum labirentten beni çıkarıp alsan. Sarsan ya beni kollarınla. Bu akıntı normal değil karayel. Kalbimin sana bu kadar akması normal değil.

Kalbim bu haldeyken, nasıl gideceğim senden ben karayel. Gerçekten, gitmem mi gerek? Kalamazmıyım. İlk defa kalmak isterken gitmek zorundayım. İlk defa....

Derin bir nefes aldığımda, yanından geçerken, o eşsiz kokusunu kısa bir süreliğine bile olsa içime çektim. O kısa sürede bile içim sonsuz bir huzurla doldu.

Kokun, fazlasıyla zarar ve fazlasıyla da huzur, Karayel...

Salonun kapısına geldiğimde bana bakan gözlerle karşı karşıdaydım. Sare ve Roza dışında şok olmuş ve şaşıran başka kimse yoktu. Çünkü Çınar ve İlyas evliliğimizin sahte olduğunu biliyordu. Aralarından geçip salondan çıktığımda ve merdivenlere yöneldiğimde Roza ve Sare arkamdan geliyorlardı. Merdivenleri çıktığımda, "Nefes" dedi Sare. Onu duymadım. Rıza sessizliğini koruyordu.

Yukarı çıktığımda, Sarenin odasından içeri girdim. Ardımdan onlar da geldiğinde odanın kapısının kapandığını duydum. Yatağın üzerine kendimi bıraktığımda, "Siz evliydiniz ve bunu bana söylemediniz mi?" Diye sordu, nihayet sessizliğini bozan Roza.

"onlarınki normal bir evlilik değil" dedi Sare, tam karşımda durmuş bana çattığı kaşlarıyla bakarken.

"Gidene kadar da ne demek?" Diye sordu. Ayaklarımı yatağın üzerinde bağdan kurduğumda, "İntikam bitti. Benim de gitmem gerek" dedim, yerdeki halının desenlerine bakarken.

"İntikam bitti mi? Ne zaman? Nasıl? Benim neden haberim yok?" Diye ses arda sorularını sıraladı Sare.

Bıkkın bir nefes verdim. "Abin bir anda gelip intikamdan vazgeçtiğini söyledi. Bende bilmiyorum neden" Bunu bu zamana kadar hiç düşünmemiştim. Karayel, neden intikamından bir anda vazgeçmişti. İntikamından vazgeçmesinin sebebi neydi. Herseyi, nasıl bir kenara atmıştı. Ne olmuştu.

"Ne intikamı?" Diye sordu Roza. Kafamı yerdeki halıdan kaldırıp bakışlarımı Sare'ye değdirdiğimde, göz benekleri titredi.

"Annesinin intikamı..." derken, bir yumru oturdu boğazıma. "Annesinin intikamıyla sen ne alaka?" Diye sorarken kendi kendine konuşur gibiydi.

"Çünkü benim babam onun annesini öldürdü..." omuzlarıma bir yük çöktüğünde omuzlarım düştü. Kalbim, ağrımaya başlayıp sıkıştığında nefesim kesildi. Ben, unutmuştum. Onun annesinin ölümünün sebebinin benim banam olduğunu unutmuştum. Gerçeği unutmuştum. Onun kalbinde neden bir yerim olmadığını sorgularken bunu düşünmemiştim.

Bizim aramızda yaşayan bir ölüm vardı. Annesinin ölümü. Babamın sebep olduğu annesinin ölümü.

Bizi imkansız kılan bir ölüm.

"Zor değil mi? Annemin katilinin kızıyla aynı çatının altımda yaşamak, aynı odada kalmak ve hatta aynı yatakta uyumak, zor değil mi?" Diye sordum Sarenin dolmuş gözlerine bakarken. Bir göz yaşı aktı gözünden. Zordu, nasıl kolay olabilirdi ki.

kafasını hızla iki yana salladı. "Zor, her ne kadar suçlusu ben olmasam da zor. Çünkü ben onun kızıyım, çünkü ben onun kanıyım, ondan bir parçayım" dedim, dolan gözlerime rağmen. Hızla yanıma gelip yatağa oturduğunda, iki elimizde tutu, "Sen o şerefsizin hiçbirlerim değilsin. O piçin kanını da taşımıyorsun" dedi, yine kendi acısını es geçerek.

Kafamı ağır ağrı iki yana salladım. "Ben Nefes Soykan'ım. Onun kızıyım" dedim, gözyaşlarımı geri göndermeye çalışırken. "Sen sadece Nefes'sin. Sadece Nefes" dedi, beni avutmaya çalışırken.

Sadece Nefes, daha az mı acıtırdı?

Gözünden akan yaşı, elimi yüzüne uzatarak sildim. "Gitmeliyim. Buradan gidersem hem benim hem de sizin canınız yanmaktan vazgeçer." Bir hışımla tutuğu ellerimi bırakıp oturduğu yerden bir hışımla kalktığında, sırtı bana dönüktü.

"Gitmek istemenin sebebi biz değiliz. Gitmek istiyorsun çünkü abime aşık oluyorsun. Ve sen, karayele aşık olmaktan korkuyorsun"

Korkuyormuyuz kalbim. Ona aşık olmaktan, çok mu korkuyoruz.

"Korkmuyorum. Ama onun kalbinde bir yerim olmadığını bilmeme rağmen burada kalamam. Beni anlamak çok mu zor." Bakışlarım, sadece bizi dinleyen ve izleyen Rozaya değdi.

"Sen söyle, yerin olmadığın bir yerde kalırmısın?" Kafasını hızla iki yana salladı Roza.

Yerinin olmadığını bildiğin yerde kalmak, gurursuzluk olmazmıydı. Ki o kişi bunu fazlasıyla belli ediyordu. Karayel ne hayatında, ne de yanınada ve kalbinde bana bir yer açmıyordu. Beni istemiyordu ve bu açıkça ortadaydı.

"Bu yüzden gideceksin?"

"Benim için kolay değil Sare. O benden bu kadar nefret ederken benim onun olduğu yerde olmam kolay değil. Anlamıyormusun kalbim acıyor benim. Benim kalbim çok acıyor" dedim çaresizce.

Benim kalbim, çok acıyor.

Tekrardan dolan gözleriyle baktı bana.

"Gittiğinde ya beni unutursan. Sana bu kadar alışmışken ben ne yapacağım ya" dedi, dudak büzerek Sare. Oturduğum yerden kalktım. "Telefonla görüşürüz" dediğimde. Ağlamaya başlamıştı bile Sare.

onu kendime çekip sıkı sıkı sarıldım. "O kadar mı uzağa gideceksin?" Diye sordu çocuksu bir sesle kollarını belime sıkıca sardığında. "Babamın bile beni bulamayacağı kadar uzağa dünyanın öbür ucu bile olsa gideceğim" burnunu çektiğini duydum.

Sareye nasıl bu kadar alışmış ve bu kadar da bağlanmıştım bilmiyordum ama bu kızın başka olduğunu iliklerime kadar hissediyordum.

"Ay çok duygulandım. Bana da yer açın" diyerek Rıza yanımıza geldi. Sareyle aramızda ona da bir yer açtığımızda hemen o aralığa girip bize sarıldı. Üçümüz de birimize sıkı sıkı sarıldım.

Biri hayatıma bir buçuk ay önce gitmişti biri de bir hafta önce ve ben ikisine de bağlanmış, ikisinde alışmış ve ikisini de çok sevmiştim.

Hayatımda hiç arkadaşım yokken ikisi de arkadaşım olmuştu.

🌒

Yatakta uzanmış tavanı seyrediyordum. Sare yanımda uzanmış ve çoktan uykuya dalmıştı bile. İki gün sonrası için bilet almıştık. Önce Ankara'ya gidecektim. Orada bir kaç gün kalıp pasaport işlemlerini hallettikten sonra da Londra'ya gidecektim. Bir daha asla dönmemek üzere, gidecektim.

Gözüm yaşlı, kalbim acıya acıya gidecektim. Belki de gözlerinin içine baka baka o otobüse binecektim. Gitmek istemeyerek gidecektim ama gidecektim.

Çünkü hayat, yüzüme hiç gülmemişti.

Gözlerimi yumdum, uykuya daldım.

🌞

Bu sabah, diğerlerinden biraz farklı bir sabahtı. İçim garip, tuhaf hissediyordum. Mutlu değildim, mutsuz da değildim. Sanki birşeyler olacak, sanki olmayacak gibiydi. Kahvaltı çoktan etmiştik. Boş boş bahçede tek başıma oturuyordum.

Sareler içerideydi. İlyas evde değildi. Karayel ise neredeydi, hiçbir fikrim yoktu. Kafamı kaldırıp, dört bir yanı bulutlarla çevrilmiş gökyüzüne baktım. İçime derin bir nefes çektiğimde, huzur diledim.

Gözlerimi sıkı sıkı yummuştum, gözlerimi geri açtığımda, bahçeden içeri giren karayeli gördüm. Hızla oturduğum yerden kalktığımda ağır adımlarla ona doğru yürüdüm. Eli cebinde, kafasını yere eğmiş yürüyordu.

"Karayel" diyerek ona seslendim. Sesimi duyunca yere eğdiği kafasını kaldırıp bana baktı. Aramızda bir kaç adımlık bir mesafe kaldığında, durdum. "Efendim" diyerek hala elleri cebindeyken bana bakıyordu.

"ben," diyerek söze girdim. "Sare iki gün sonrası için bilet aldı. Yarın akşam gidiyorum" kaşları hayretle çağrıldığında cebindeki ellerini dışarı çıkardı. "Gidiyorsun?"

"Gidiyorum" dedim. Gözlerimin içine bakıyordu Kahverengilikleri. Bir kaç saniye sessiz kaldı. Birşey düşünüyormuş gibi duruyordu.

Gözleri kısıldığında, dudakları aralandı.

"Gitmeden önce... ilk ve son defa, birlikte güzel bir gün geçirelim istermisin. Birbirinden nefret etmeyen iki insan gibi." Kaşlarım dedikleriyle birlikte şaşkınlıkla çatıldı.

"Birbirinden nefret etmeyen iki insan?"

Dudaklarında gözle görülecek kadar bir gülümseme oluştuğunda, "Sadece Nefes ve Yaman" dedi.

Sadece Nefes ve Yaman, daha az kırıcı ve normal mi olurdu.

"Ne dersin. Bu gününü sadece bana ayırırmısın?

Ben tüm ömrümü sana ayırırım da, sen diye birşey yok ortada.

Ne diyeceğimi bilmiyordum. Elim ayağım birbirine girmişti. "Olur." Dedim, heyecanla.

"Ee hadi o zaman. Hazırlan çıkalım."

"Nereye gideceğiz?"

"Sen hazırlan. Gidince öğrenirsin" dediğinde kafamı sallayarak onu onayladım. Arkamı dönüp eve doğru yürümeye başladığımda yüzümde koca bir gülümseme vardı. Yanaklarım ateş almış gibi sıcaktı ve yanıyordu. Evin aralık kapısından içeri girdiğimde hemen merdivenlere yöneldim.

Hızlı adımlarla merdivenleri çıktığımda, Sarenin odasının açık kapısından içeri girdim. İkisi yatakta oturmuş birşeyler konuşuyorlardı. Beni gördüklerinde sözleri yarıda kesildi.

"Hemen hazırlanmam gerek" dedim, odanın kapısını ardımdan kapatırken.

"Neden?" Diye sordu Sare.

"Karayel, yani Yamanla dışarı çıkacağız." Dedim hevesle. İkiside önce birbirlerine anlamayarak baktıktan sonra bana döndü.

"Abimle"

"Yamanla"

ikiside şaşkındı.

"Evet, ben gitmeden önce, ilk ve son kez normal iki insan gibi bir gün geçirmeye karar verdik" dedim, ellerimi birbirine vurarak.

Sarenin dolabından giyinmiştim yine. Üzerimde bordo bir badi, altımda siyah kot bir pantolon, siyah deri bir ceket ve beyaz spor ayakkabım vardı. Saçlarımı Sare, önden iki tutam alarak arkada kancalı bir toka ile birbirine tuturmuş, önden de iki küçük tutam çıkarmıştı.

Roza, makyaj yaptığım çok belli olmayacak şekilde sadece kirpiklerime az bir rimel, dudaklarım renksiz gözükmesin diye dudak rengime yakın tonda bir ruj ve yanaklarıma da çok az bir allık sürmüştü. Şimdi hazırdım ve odadan çıkmış merdivenleri iniyordum.

Merdivenleri indiğimde, evin kapalı kapısına doğru yürüdüm. Kapıyı açıp dışarı çıktığımda onu çardağın orada otururken gördüm. O da üzerini değiştirmişti. Krem rengi bir swhit giyinmiş, altına ise, yine siyah bir eşofman giyinmişti. Beni gördüğünde çardaktan kalktı ve çıktı.

Baştan aşağı beni süzdüğünde dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı. ​Karşısına geçtiğimde, "Gidebiliriz, hazırım" dedim gülümseyerek.

Kafasını usulca sallayarak beni onayladığında kolunu bana doğru uzattı. Kolunu tutup bahçenin önüne parkedilmiş arabaya doğru yürümeye başladık. Arabanın yanına geldiğimizde benim için arabanın kapısını açtı. Bu hareketi beni dumura uğratsa da ses etmeyip arabaya bindim.

Kapımı kapattığında arabanın önünden geçerek diğer tarafa döndü. Kapıyı açıp kendisi de arabaya bindiğinde anahtarı takıp arabayı çalıştırdı. Ellerimi bacaklarımın üzerinde birleştirdiğimde nereye gideceğimizi düşünerek camdan dışarı bakmaya başladım.

🎀


Araba yaklaşık yirmi beş dakikalık bir yolun ardından durduğunda arabadan ikimizde inmiştik. Ve kapısının önünde durduğumuz yer ise, ağzımın kocaman açılmasına neden olacak, kalbimin pır pır atmasına ve karnımda kelebekler uçuşup heyecandan duramayacağımı sağlayacak bir yerdi.

Beni, lunaparka getirmişti.

Beni, çocukluğumun en büyük hayali olan yere getirmişti.

Rüyyalarıma giren hayalimdeki o kocaman ve büyük lunaparka getirmişti.

"Yaman... sen" diyebildim zar zor.

"Ben Deniz kızı" dedi, hemen yanımda duruyorken. Yönümü ona döndüğümde mutluluktan parlayan gözlerimle ona bakıyordum. Parmak uçlarımda yükselip, kollarımı boynuna sardım. "Beni çok mutlu ettin. Sana çok teşekkür ederim" dedim, mutlulukla ona sarılırken.

Kollarını belime sardığını hissettim.

Bu, bizim ilk sarılmamızdı.

ve ona sarılmak, eşsizmiş gibi hissettiriyordu.

Bir kaç saniye birbirimize sarılı kaldıktan sonra boynumdaki kollarımı ve kendimi geri çekerek ondan ayrımdım. O da belimdeki ellerini çözdü.

Elini bana doğru uzattı. "Hadi, içeri girelim" dediğinde dolan gözlerim bana uzattığı eline kaydı. Dudaklarımda silik bir gülümseme oluştuğunda parmaklarımı eline bıraktım. Anında elimi tutuğunda lunaparkın kapısına doğru yürüdük. Onunla birlikte lunaparktan içeri ilk adımımı attığımda, bu anı ve bugünü asla ama asla unutamayacağımı biliyordum.

Koca alanın tam ortasına geldiğimizde, bakışlarım etrafta gezinde. Etrafta koşuşturan çocuklara, çiftlere mısır satan amcaya. O kadar güzel görünüyordu ki herşey. Büyülenecek kadar. Ben şuna hep hayalini kurduğum o yerdeydim.

"Babam, küçükken beni hiç lunaparka götürmezdi. Çok isterdim, çok yalvarırdı çok ağlardım ama o ben bir kere bile götürmemişti. Hayalimdi hep, bir gün beni lunaparka götürüp oradaki tüm aletlere bindirmesi. Tıpkı şuradaki aile gibi olmamızı çok istemiştim," dedim, elimle az ilerideki, babasının elinden tutmuş, onu zorla çekiştiren kız çocuğu ve elinde gülerek kızının eşyalarını taşıyan anneyi ve kızını önünde diz çökerek heyecanla anlattığı şeyi dinleyen babayı, mutlu aile tablosunu karayele göstererek.

"Ama biz hiçbir zaman öyle bir aile olmadık ve babam, beni hiçbir zaman lunaparka götürmedi," kafamı ona çevirdim. "Ama merti her lunaparka gitmek istediğinde götürdü. Çünkü o mert gibi bir çocuğu olsun istedi. Ve o ne isterse yaptı. Ama benim en ufak, en sıradan isteğimi bile yerine getirme tenezzülünde bulunmadı." O zamanlar aklıma geldikçe bile içim sıkılıyordu.

Gözlerime baktı. Dudaklarında can bulan gülümsemesiyle gözlerime baktı.

"Bugün, burada gördüğün herşeye binebilirsin ve ne istiyorsan yapabilirsin." Dediğinde benim de dudaklarımda bir gülümseme oluştu.

"Neden?" Diye sordum.

"Küçük Nefes mutlu olsun diye" dedi, gülerek gözlerime bakarken.

Küçük Nefes, eğer hala içimde bir yerlerdeysen, ilk defa seni düşünen biri var.

Kalbim gözlerine bakarken o kadar hızlı atıyordu ki kalp atışlarımı duyacak diye ödüm kopuyordu. Aramızdaki dört adımlık o lanet mesafeyi bugüne mahsus sıfırlamıştım. Çünkü bu ilk ve son normal ve mutlu günümüzdü. Bugün ona yakın olmaktan kaçamazdım.

"Dört adım kuralını bugün es geçiyoruz" dedim, gözlerine bakarken. Kafasını sallayarak beni onayladı.

"İlk hangisine binmek istersin?" Diye sordu.

Gözlerimi etrafta gezdirdim.

"Atlı karınca" dedim hemen.

Hep en çok atlı karıncaya binmek istemiştim. Televizyonda izlediğim kadarıyla çok güzel bir his olmalıydı ona binmek.

İlk önce oyun kartı aldık ve içine karayel tüm aletlere yetecek kadar para doldurdu. Şimdi ise atlı karıncanın karşısındaydım. Karayel atlı karıncanın görevlisine kartı vermişti. Adam kartla birlikte geri geldiğinde kartı Karayele verdi. Karayel kartı aldığında ikimizde atlı karıncadan içeri girdik. Beyaz atın üzerine oturduğumda karayel de hemen benim arkamdaki ata bindi. Bizim haricimizde bir kaç çocuk daha bindiğinde adam atlı karıncayı çalıştırmaya başladı.

Atlı karınca çalışmaya başladığında içim kıpır kırpık olmuştu bile. Dudaklarımda hala kocaman bir gülümseme vardı ve hiç solmuyordu. Kollarımı küçük çocuklar gibi iki yanıma açtığımda içimdeki küçük Nefesi özgür bıraktım. Çünkü bu anı yaşamayı en çok o hakediyordu.

Kafamı çevirip arkama baktığımda, karayelin beni izlediğini farkettim. Yüzümdeki gülümseme daha da büyüyerek önüme döndüğümde kafamı yukarı kaldırdım.

Atlı karıncadan indiğimizde şimdi neye binsem diye düşünüyordum.

Çarpışan arabalar!

kafamı hızla karayele çevirdim. "Şimdi de çarpışan arabalara binelim mi?" Diye sordum usulca.

"Binelim"

Bugün bu adamda çok garip birşey vardı. Tuhaf ama hoş olan birşey. Garip ve alışık olmadığım bir karayel olarak davranıyordu. Ve bu bana özel hissettirmekten başka birşey yapmıyordu.

Çarpışan arabalara binmek için sıraya girmiştik. Bugün hafta sonu olduğu için burası daha bir kalabalıktı. Karayel ile sıranın bize gelmesini bekliyorduk.

Nihayet sıra bize geldiğinde kartla parayı ödeyip Çarpışan arabaların olduğu piste girdik. Gözlerim renk renk arabaların üzerinde gezindi. Gözüme mavi olan çarpınca ona doğru yürümeye başladım. Karayel de yanında bir adamla birlikte çarpışan arabalara doğru geliyordu. O kendisi için turuncu olan arabayı seçti ve ona bindi. Ben de kendim için seçtiğime bindim.

Adam, arabalarımızı çalıştırmaya başlayınca ayağımı frene götürdüm ve frene bastım. Arabayı sürmeye başladığımda ilk başta direksiyonu kendi etrafında çevirerek ne yöne gideceğini anlamaya çalıştım. Benim bununla uğraştığım esnada arkamdan bir arabanın çarpmasıyla öne doğru savruldum. İçine bindiğim araba da benimle doğru öne doğru ilerlediğinde kendimi toparlayıp kafamı çevirip arkama baktım.

Yaman.

Kurnazca hınzır gözlerle bana bakıyordu. Sinirle dudaklarımı dişledim.

"Öylece durup bana mı bakacaksın yoksa bir darbe daha mı istersin?" Diye sorduğunda kafamı çevirip önümdeki direksiyonu iyice kavradım. Direksiyonu sol tarafa iyice çevirerek ve frene basarak arabayı döndürerek yandan ona sertçe çarptım. Arabası geriye gittiğinde onda çok da bir şey olmadı.

"Savaş istiyorsun" dediğinde gülerek kafamı sallayarak onu onayladım.

ve sonraki beş dakika sürekli olarak benim karayele çarpmam ve karayelin bana çarpmasıyla geçti. Her çarpışta kahkahalarım dışarı uçtu. Saçım biraz olsun dağılmış olsa da bu pek umrumda olmadı. Mutlu ve güzel bir beş dakika geçirmiştim onunla birlikte.

ve birseyi yeni farketmiştim. Onunla, eğlenebildiğimi. Onunlayken gerçekten güldüğümü.

Sanırım ben, en çok Karayelleyken mutluydum.

Kalbim, onunlayken birtek bu kadar heyecanlı ve hızlı atıyordu. Karnımdaki kelebekler yalnızca onunlayken vardı. Neydi bunun nedeni? Evet, kalbim sadece onun için atıyordu. Bunun farkındaydım. Artık bunu inkar edemiyordum ama bu neydi.

Lunaparkın etrafında onunla dolaşırken hava kararmak üzereydi. Güneş batıyordu ve yerine yarım saat sonra ay geçecekti. Onunla bir akşamı birlikte ilk defa geçirecektim.

karşımızda bir atış oyunu gördüğümde, oraya doğru yürümeye başladım. Atış oyununun olduğu yere geldiğimde kafamı uzatıp içeri baktım. İçeride birden fazla peluş oyuncak vardı. Gözüme beyaz renkte olan çarptığında elindeki silahi silen adamı gördüm. "Merhaba, şu beyaz ayıcığı alabilirmiyim acaba?" Diye sordum adama.

Adam bana döndüğünde, "Oyuncaklardan birini almak için önce şişeleri vurmak gerek abla" dedi. "Ya" dedim dudak büzerek.

"Senin için tüm şişeleri vurup o ayıcığı almamı istermişim Deniz kızı?" İçimi titreten sıcak nefesini tam ensemde hissettiğimde irkilerek arkamı döndüm. Tam anlamıyla dibimdeki ona baktım. Gözlerine bakarak, "Benim için bunu yaparmısın?" Diye sordum kirpiklerimin altından ona bakarak.

"Bugün senin için herşeyi yapabilirim Deniz kızı" dedi, fazlasıyla inandırıcı bir sesle, gözlerime bakarken. Dudaklarımda can buldu bir gülümseme.

"Kaç tane vurmam gerek o ayıcığı almak için?" Diye sordu kafasını adama çevirdiğinde. "Valla abi, on beş saniyede hepsini vurman gerek" dedi adam. Bir tahtanın üzerinde dizilmiş içi boş şişelere baktım. Tek tek hepsini saydığımda ortaya yirmi tane çıktı.

"On beş saniyede yirmi tane şişeyi vurabilirisin Yaman?" Diye sordum, dönüp hala dibimdeki ona bakarak. Dudakları sinsilikle turları doğru kıvrıldı.

"izle de gör bakalım vurabiliyormuymuşum" diyerek öne çıktı.

Tezgahın önüne geçtiğinde bende koşarak yanında yer aldım. Adam ona elindeki tüfeği verdiğinde karayel dirseğini tezgaha yasladı ve tüfeği tam karşıya doğrulttu. Adam başlamasını söylediğinde karayel hiç beklemeden tetiğe basarak ilk sıradaki tüm şişelere sıktı ve hepsini de doğru nişan alarak patlattı. Ben şaşkınlıkla ona bakarken o çoktan alt sıraya geçmişti ve alt sıradaki sekiz şişeyi de saniye saniye vurduğunda gözlerim kocaman açılmıştı.

Son sıraya da geçip tüfeği şişelerin dizilişine göre hareket ederek kalan şişeleri de vurduğunda yutkunarak ona baktım.

Adam da tıpkı benim gibi şokla, "11 saniye" dediğinde içimden koca bir çüş çektim. Karayel tüfeği, tezgaha bıraktığında adam istediğim ayıcığı alıyordu diğer oyuncakların arasından.

"Ama sen, nasıl?" Diye sordum şaşkınlıkla.

kafasını çevirip bana baktı. "Üç buçuk yıl askerlik yaptım ve o zamanlar keskin nişancıydım" dedi. Kaşlarım şaşkınlıkla çatıldığında, adam bana istediğim ayıcığı uzattı. Ayıcığı elimi uzatarak aldığımda, adam dönüp karayele, "Valla helal olsun abi" dedi.

karayel adama sadece gülerek teşekkür ettiğinde vücudunu döndürüp bana baktı. Elimdeki ayıcığı kollarımla kendime sarmıştım. Bakışlarım ayıcıktaydı. Çocuksu bir sevinçle kollarımın arasındaki ayıcığa baktım.

Bu, karayel tarafından bana alınan ilk ve son hediyeydi.

Bugün ilkler günüydü.

O, gerçekten de intikamından vazgeçmişti.

&

Yine limandaydı Sare. Çünkü yine ve yine gidecek başka bir yer bulamamıştı kendine. Gidecek başka kimsesi yoktu. Başka gidecek yer de yoktu ona. Tüm kapılar yine aynı yere ve aynı kapıya çıkıyordu.

Hangi kapıyı açarsa açsın ardında onda olan hiçbir şeyi bulamıyordu. Kimsede yoktu onda olan. İçini kemiren canını sıkan şeyleri ondan başka anlatacak başka kimseyi bulamıyordu.

kim anlardı ki onu. Ondan başka. Daha ismini almadığı anda bile kalbi kim olduğunu anlayıp durmak ister gibi atmaya başlıyor, nefesi yarıda kalıyor, içi bir garip oluyordu. İlk defa bilmediği tamamiyle yabancısı olduğu duygularla baş başaydı.

Yapabileceği hiçbir şey yoktu. Kafasındakileri nereye koyacağını bilmiyordu. Soğukdan üşüyen ellerini bacaklarının üzerinde birbirine kenetlemiş, ısıtmaya çalışıyordu. Sarı saçları rüzgardan geriye doğru savunuluyordu ve o sadece oturmuş, gün batımızla birlikte Karadenizi seyrediyordu. Kayalıkların üzerinde oturduğu için daha da çok üşüyordu ama buna aldırış etmiyordu.

"Sare" dedi o tanıdık ses. Onun sesini duyunca içini bir sıcaklık kapladı Sarenin. Kafasını çevirip arkasındaki adama baktı. Bugün limanda olmadığı ve gelmeyeceği söylenmişti aslında Sare'ye. Ama o buradaydı, tam karşısında ve ayakta duruyordu. Üzerinde siyah montu, gri eşofmanı vardı. Kahverengi saçları dağınıktı bugün adamın. Ve Sare onun bu halini daha da çok seviyordu.

Eli montunun cebinde olan adam kayalıkların üzerinden geçerek kızın yanına vardı. "Ne yapıyorsun burada?" Diye sordu adam. Kafasını kaldırmış hala ayakta duran adama ve saçlarına bakıyordu kız. "Otursana" dedi Sare. Eğilerek kızın oturduğu kayanın yanındaki kayaya oturdu adam. Elleri hala cebindeydi.

"Bugün gelmeyecektin hani." Dedi, kız bakışlarını geri denize ve eşsiz gün batımına çevirdiğinde. Adamın bakışları kızım yüzünün her bir zerresinde gezindi. Soğuktan kızarmış yanaklarına ve fındık kadar burnuna baktı.

"Gelmeyecektim. Öyle dolaşıyordum. Seni gördüm. Geldim." Dedi adam hala kızı seyrederken. Güldü kız, kendisini seyrettiğinin farkındaydı ve bu karnına kırapmlar girmesine neden oluyordu.

Soğuktan üşüyen ellerini birbirine sürttüğünde adamın bakışları kızın ellerine kaydı. Üşüdüğünün farkındaydı. Uzanıp kızın elini tutu ve montunun cebine götürdü adam. Kız kafasını çevirip ne yaptığına bakarken adam kızın tutuğu eliyle birlikte kendi elini de cebine koydu ve hiçbir şey demeden önüne baktı.

Adamın bu hareketi kızın kalbinin daha da hızlı atmasına sebep oldu. Yüzünde oluşacak olan gülümsemeyi adamdan saklamak için kafasını hemen geri çevirdi.

"Sana birşey soracağım" dedi Sare.

"Sor" dedi, Çınar.

"Şimdi, diyelim ki biri var. Daha ilk gördüğün an içinde farklı hislere yol açan biri. Her gördüğünde kalbinin hızlı atmasına sebep olan biri. Sesini duyduğunda bile karnına kramplar girmesine neden olacak biri. Gözlerine baktığında yanaklarının kızarmasına sebep olan biri. Artık rüyalarına bile giren biri. Onu düşününce bile bir garip olduğun biri. O kişiye karşı bu şeyler be demek oluyor?" Diye sordu Sare. Çınar dinlerken kızın kendisinden bahsettiğinin farkında değildi.

"Aşk oluyor"

kız kafasını çevirip adama baktı.

"Aşk?"

"Bu anlattığın her kimse o kişiye aşık olmuş. Hemde rüyalarına bile girecek kadar" dedi, Çınar.

"Ben sana aşık mı olmuşum..." diye mırıldandı Sare önüne dönerken kendisinin bile zor duyabileceği bir seste.

Sen ona aşık olmuşsun Sariş. Dedi kızın iç sesi.

Aman abin duymasın ha. Mahveder bizi. Dedi yine kızın susmak bilmeyen sesi.

"Sen daha önce hiç aşık oldun mu?" Diye sordu kız tekrar kafasını çevirip adama baktığında.

Adam da kafasını çevirip kıza baktı. Kızın kusursuz yüzünde gezindi adamın bakışları. En çok da mavi gözlerinde oyalandı. "Olmuşumdur herhalde" dedi, kızın gözlerine bakarak.

kaşları çatıldı kızın. Adamın mavi gözlerine bakarken, "Olmuşumdur da ne? İnsan bilmez mi aşık olup olmadığını?" Dedi kız.

"O kişi fazlasıyla kafa karıştırıcı biriyse bilemez belki" dedi Çınar, bakışları kızın sarı saçlarına kaydı.

"Aşk çok karışık bir durummuş"

"kaç kez aşık oldun?"

"Hiçbir zaman" dedi kız.

Yalandı.

"O zaman aşkın nasıl bir durum olduğunu aşık olmadan anlayamazsın"

"anlamak istemem zaten"

"Neden?"

"Aşk imkansız demek. Ve benim imkansı bir aşka gücüm yok"

Nereden biliyorsun sariş ona aşık olmanın imkansız olduğunu.

Çünkü her aşk bir gün yarım kalır.

Tıpkı annen ve baban gibi.

İç sesiyle kafayı yiyecekti Sare.

Ne yapacaktı? Bu bilinmezlikten nasıl çıkacaktı?

Bir yanda yanında oturan adama karşı garip şeyler hisseden kız. Ve bir tarafta da yanındaki kıza çoktan aşık olmuş adam. Ve ikisi de birbirinin duygularından habersiz.

Nefes Soykan;

Hava artık tam anlamıyla kararmıştı. Ve biz gerçekten Yamanla sadece bir günlüğüne Nefes ve Yaman olmayı başarmıştık. Bütün günümü onunla geçirmiştim. Ve bu çok güzeldi. Bu mükemmeldi.

"Bir tek bilmediğimiz dönme dolap kaldı. Ona da binip eve gitmeye ne dersin?" Diye sordu yanımdaki Yaman.

kafamı çevirip yanımdaki ona baktım. Bir de dönme dolaba. "Ben ona bilemem ki. Yükseklik korkum var" diye itiraf ettim.

Güldü. "Ne gülüyorsun be" diye çıkıştım hemen. Komikmiydi ya! İnsan yükseklikten korkamazmıydı?

"Bu yaşına gelmişsin ve hala yüksekten korkuyormusun?" Sinirle çarptığım kaşlarımla kafamı sallayarak sözlerini onayladım.

"Baksana şuna Yaman. İnsan nasıl bu yükseklikten korkmaz" diyerek işaret parmağımı dönme dolaba doğru doğrultup o yüksekliği işaret ettim.

"Eee tamam. Bak şimdi," diyerek omuzlarımdan tutarak beni kendine doğru çevirdi. "Farzetki yıldızlara dokunuyorsun. Hem sen gökyüzünü çok sevmiyormusun. İşte sana gökyüzüne yakın olmak için bir fırsat" dedi, gözlerimin içine beni o dönme dolaba bindirmek için ikna etmeye çalışarak.

Durdum, söylediklerini bir düşündüm. "Yok. Olmaz. Ya düşersek oradan. Ya bir anda o alet duruşa ve biz yukarıda asılı kalırsak. Kalpten giderim valla" dedim, kulağımdaki ayıcıüıma sarılarak. Yine güldü. Neden benimle dalga geçiyordu yahu.

"O dediğin anca filmlerde olur deniz kızı. Ve senin yanında ben varım. İnan bana hiçbir şey olmayacak" diyerek omzumu sıvazladı.

"Birşey olursa sorumlusu sensin Yaman." Bugün ona hiç sesli olarak Karayel dememiştim. Çünkü biz bugün sadece Nefes ve Yamandık. Gerçi o bana adımla hala hitap etmiyordu ama neyseydi.

Dönme dolaba binmek için birlikte yürümeye başladık. O kartı okuttuğunda boş bir dolap gelince içine bindik. Aynı koltukta ve yanyanaydık. Çünkü benim buraya binmem bile bir mucizeydi. Dönme dolap dönmeye başladığında, korkuyla gözlerimi yumarak kollarımı onun koluna sardım. Ayıcığım nefessiz kalmıştı kollarımın arasında.

Dönme dolap daha da yükselmeye başladığında içim ürküyordu. Tüm o kötü düşünceleri aklımdan atmaya çalışıyordum.

Karayelin de dediği gibi o şey ancak filmlerde olurdu. Ve bizde dizi çekmiyordum. Dönme dolap bir tur döndüğünde tekrar yukarı doğru çıkıyordu. Yukarı çıktığı esnadan bir ses duyduydu. Gözlerimi açtığımda etrafıma baktım. Dönme dolap dönmüyordu. Durmuştu.

Dehşetle dolu gözlerim hemen yanımdaki Karayele kaydı. "Yaman, durdu bu" dedim korkuyla. Aşağı bakmayı göze bile alamıyordum. Ne kadar bir yükseklikte olduğumuzu bilmiyordum bile. "Farkındayım deniz kızı"

"Faekındaysan birşey yap!" Diye bağırdım.

"Bende senin gibi burada asılı kalmışken ne yapmamı bekliyorsun Allah aşkına" dedi, yakınır gibi.

"Hani böyle şeyler ancak filmlerde olurdu. Biz film oyuncusumuyuz? Neden durdu bu lanet şey?" Dedim ağlamaklı çıkan sesimle. Baktığım tek şey kucağımda sıkı sıkı sarıldığım ayıcığımdı.

"Sen korkuyormusun?" Diye sordu.

"Evet" dedim.

kolunu kaldırdığında beni omzumdan kendine doğru çektiğinde kafamı göğsüne yasladım.

"Sakin ol. Bizi burada bırakacak değiller ya. Birazdan hareket ederiz." Dedi.

Korkumu yenmek ve sakin kaşmakmin gözlerimi yumdum ve kokusunu içime çektim fırsat varken.

"Sen," dedim, burada olduğumu unutmak için konuşurken.

"Sen, neden üç buçuk yıl askerlik yaptın?" Diye sordum.

"Canım istedi" dedi sadece.

"Sen canın ne isterse yaparmısın böyle?" Diye sordum bu sefer de.

"Neden, canım isteyince yaptığım şeyler senin canını mı yakıyor?"

"Yarın akşam buradan gideceğim için artık seninle ilgili hiçbir şey canımı yakıp bana zarar veremez"

Biz, sadece şuna için bir peri masalındaydık. Yarın sabah güneş doğduğunda bitecek bir peri masalı. Ben buradan gittiğimde sonsuza dek sona erecek bir peri masalı.

"Peri masallarına inanırmısın?" Diye sordum.

"O peri masallarının sonu daima kabusa kapı açar deniz kızı"

sözleri aklımı karıştırmıştı. Neden şimdi böyle demişti ki.

"Bence sende peri masallarına inanmayı bırakmalısın"

"Ben hiçbir zaman bir peri masalında olmadım Karayel. Ben daha doğduğum gün gözlerimi karanlığa açtım"

Bedeninin kasıldığını hissettim. Ama yumduşum gözlerimi açmadım.

Bölümü oylar ve bolca yorum yaparsanız sevinirim. Ay biz bu bölüm ilk defa sarıldık. İlk defa mutlu bir gün geçirdik. Ayyyyy acil yorum yapın da bölüm hakkında konuşalım yaaa....

 

 

 

 

 


 

Loading...
0%