@umutkirintisiniyaz
|
Bölümü oylamayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın lütfen. Yorum ve oy gelmezse bölümün gelişi de gecikir. Yorumlarınız ve oylarınız çok olursa bu hafta içi belki bir bölüm daha gelebilir, bilginize. keyifli okumalar dilerim 🤍 Yeni bölüm gelemden önceki alıntılara, tiktpk hesabımdan ulaşabilirsinizz. TikTok; _nisaaanurr Bölüm şarkıları; Bengü; kalbim, Cem adiran; bana unutmayı anlat, Sezen Aksu;Hata, Şebnem Ferah; Mayın tarlasında,
"Birini gerinde bırakıp gitmek kolaydır. Fakat o kişinin ardından akıttığı gözyaşlarıyla boğazında oluşan düğümü çözemezsin." Otobüsteki herkes, bir anda otobüsün önünü kesen araca bakıyordu. Bende dahil. Fakat tek bir farkla, onlar arabadaki kişinin kim olduğunu bilmiyordu ama ben, o arabanın içindeki kişiyi çok iyi tanıyordum. İçim garip bir sıkıntıyla dolduğunda, huzursuzluk tüm bedenimi sarmış gibiydi. Arabanın kapısı açıldığında, içinden tüm endamıyla o indi. Havaya kaldırdığı eliyle otobüs şöförüne bir işarette bulunduğunda, otobüsün şöförü ön kapıyı açtı. Kapıya doğru bir kaç adım attıktan sonra otobüsün içindeki basamakları çıktı. Yolcu koltuklarının arasından geçmeye başladığında, tüm gözler üzerindeydi ve o, benim olduğum tarafa doğru, gözlerimin içine bakarak geliyordu. İfadesiz bir surat ile olduğum koltuğun yanına geldiğinde, gözlerimden gözlerini çekip elini uzattı ve önümdeki koltuğun üzerine tutunmak amaçlı koyduğum bileğimden yakaladı. Şaşkınlıkla kaşlarım çatıldığında, anlamaz bakışlarımı yüzünde değdirdim. "Ne yaptığını sanıyorsun?" Diye sordum, şaşkınlığım sesime de yansımıştı. Akan burnumu çektiğimde, hala ona bakıyordum. "Yürü, Deniz kızı." Hala anlamıyordum, daha bir saat önce otogarda vedalaşmıştık. Beni durdurmak ve gitmemi engellemek için hiçbir şey yapmamıştı, şimdi ne olmuştu da bir saat sonra otobüsün önünü keserek bana 'yürü' diyordu. "Gidiyorum Karayel. Bilmem farkındamısın ama?" Tahmülsüzce bir nefes verdiğinde, bileğimi tutan parmakları sıkılaştı. "Lütfen, Deniz kızı. Benimle gel." İnatla akmakta olan burnumu çekip çekip duruyordum. "Karayel," "Ablacım, şurdan bir çekilirmisin?" Diye ricada bulunarak yanımda benle aynı koltuğu paylaşan orta yaştaki kadından çekilmesini istedi. Kadın, geriye çekildiğinde ise bileğimden hala tutarken beni yürütmek için kendine çekti. Koltuğun arasından çıktığımda yanında yerimi aldığımda huysuzlukla çattığım kaşlarımın altından ona bakıyordum. Yolcu koltuklarının arasından otobüsün ön kapısına doğru bileğinden tutup ardından çekiştirdiği benle birlikte geçerken, "Karayel, ne yapıyorsun?" Diye sordum sıktığım dişlerimin arasından. Otobüsün basamaklarını inip ötübüsten indiğimizde, tutuğu bileğimi nihayetinde ondan çekerek kurtardım. "Yeter! Otobüsün önünü kesmek de ne?" Bıkmış gibi duran gözleri bana döndüğünde, "Bunca zaman gitme demem için beklemedin mi? Al, gitmene engel oldum işte. Daha neyi zorluyorsun?" Dedi, tahmul edemeyerek. Gitme demesini beklemiştim. Gitme dediğini duymayı. Ama gitmeme engel olmasını hiçbir zaman istememiştim. Çünkü ben, gitmeyi istemezken bile en çok gitmek istiyordum. "Ben," dediğim esnada yine sözümü kesen beni bileğimden tutup arabaya doğru sürüklemesi olmuştu. Arabanın ön kapısını açıp beni arabaya bindirdiğinde, daha bana konuşma hakkı bile sunmadan kapıyı üzerime kapattı. Arabanın önünden geçerek diğer tarafa geçtiğinde, diğer kapıyı açarak kendisi arabaya bindi. Arabayı çalıştırdığında, geri geri giderek, arabayı yolun diğer tarafına çevirdi. Boş yolda, arabayı sürerken gözünü yoldan bir an olsun ayırıp bana bakmıyordu. Dreksiyonu öyle sıkı kavramıştı ki, elinde kalacak diye düşünmüyor değildim. Akan burnumu yine çektiğimde, kafamı arkama yasladım. Önüme küçük bir beyaz bez uzatıldığında, kafamı çevirip bana mendili uzatana baktım. "Al, sil şunla burnunu." Elindeki mendili aldığımda, burnumu sildim. Mendili burnumun ucunda tutmaya devam ettiğimde, kafamı yanıma çevirdim ve karanlık yola baktım. Bir kaç saniye sonra başım dönmeye başladığında, sanki camdan dışarı baktığım yerler gözümün önünde dönüyor gibiydi. Gözlerimi kırpıştırıp görüşümü netleştirmeye çalıştım ama bu pek bir işe yaramadı. Kafamı diğer tarafa çevirdiğimde, arabayı süren karayelin yandan yüzüne baktım. Garipti ama gözüm kararıyordu. Midem bulanıyordu sanki. Beynim çalkalanıyordu. Göz kapaklarım ağırlaştığında, gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Daha fazla dayanamıyordum. Gözlerim bir annönce kapanmak için can atıyordu. Daha sonrası ise zifiri bir karanlık... 😔 Parmak uçlarımda hissettiğim soğuklukla gözlerimi araladığımda, bir anda karşılaştığım ışık, gözlerimi kamaştırmıştı. Kırpıltırdığım gözlerim sonunda ışığa alıştığında, yüzüme düşen ve beni rahatsız eden saçlarımı önümden çekmek için elimi kaldırmaya çalıştığımda, elimi çekemedim. Birşey buna engel oluyordu. Daha sonrasında farkettim, ben buz gibi bir demirden farksız sandalyenin üzerinde oturuyordum. Kaşlarım anlamazlıkla çatıldıldığınd, kollarımın arkamda bağlandığını yeni anlayabilmiştim. Bakışlarımı ayaklarıma indirdim. Ayaklarım, sandalyenin ayaklarına iple bağlanmıştı. Bileklerime bağlı iplerden kurtulmak için ellerimi çekiştirdim fakat o kadar sıkı bağlanmıştı ki hareket bile etmiyordu. Korku dolu bakışlarım nerede olduğumu anlamak için bulunduğum yerde gezindi. Boş bir oda, duvarlarının boyaları kabuk atmaya başlamış, eski bir oda olduğunu fazlasıyla belli ediyordu. Duvarların alt köşeleri küflenmişti. Ve küf kokusu burunumun direğini sızlatacak kadar ağır ve yoğundu. İçim gittikçe korkuyla doluyordu. Oda o kadar çok soğuktu ki, içim titriyordu. "İmdat!" Diye bağırdım. Buraya nasıl gelmiştim, kim tarafından ve nasıl? Hiçbir şey hatırlamıyordum. En son hatırladığım, gözlerimin kapandığıydı, ötesi yoktu bende. "Yardım edin!" Diye bir kez daha bağırdığımda, çenem benden bağımsız titremeye başlamıştı bile. "Yardım edin! Kimse yokmu!" "Yoksa üşüyormusun küçük?" İçimi titreten o sıcak nefesini tam ensemde hissettiğimde, titreyen kirpiklerimi yumdum. Hayır, bu sesin sahibini tanıyor olamazdım. Tereddütle kafamı yanıma çevirip ensemde duran kişinin yüzüne yandan baktım. Nefretle bakan keskin gözleriyle karşılaşınca, zorlukla yutkundum. Dudaklarım aralandığında, titrek bir nefes verdim. "Sen," boğazım düğüm olduğunda konuşamadım. Yanımdan geçerek karşıma geçtiğinde, gözleri odanın içinde gezindi. "Soğuk oda, değil mi?" Diye sordu. "Neler oluyor? Bu da ne?" Diye sordum, ona bakmaya devam ederken. Bir anda yönünü bana döndüğünde, üzerime doğru yürüdü, üzerime eğilip ellerini sandalyenin sırt kısmının uçlarına koyduğunda, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Soykanın kızı, gerçekten anlamıyormusun? Yoksa anlamıyormuş gibi mi yapıyorsun?" Soykanın kızı? Deniz kızı değil, Soykanın kızı. Ben, onun için tekrardan Soykanın kızı olmuştum. Ben, onun için hep Soykanın kızıydım. Bir taş oturdu yüreğime, ezim ezim ezdi orayı ağırlığıyla. Nefesi yüzüme çarparken, "Rüya bitti. Kabusa hoşgeldin." Diyerek sırıtarak geriye çekildi. Gözleri, artık duygusuzca bakmıyordu. Karayel, nefretini yine en açık şekilde gözler önüne sermeyi başarıyordu. Ben, ben. "Sen... yalan söyledin..." Hayal kırıklığı omuzlarıma çöktü. Göğsüm, ağırlaştı. "Vazgeçmiştin... Öyle demiştin..." dedim, içimdeki hayal kırıklığı sesime yansırken. "Düşmanın, daima seni kandırmanın bir yolunu bulur." Dedi, ellerini arkasında bağladığında. Düşmanım. Benim düşmanımıydı? Sevdiğim adam. "Yapmadın, yapmadın değil mi? Bana bu kadarını yapmadın? Güvenimi yıkmadın değil mi? Karayel... bir kez daha beni mahvetmeyi seçmedin değil mi?" Derken, gözlerim dolmaya başlıyordu. İnanmak istemiyordum. Ben bu kadarına inanmak istemiyordum. "Ben, seni harcamayı seçtim, Soykanın kızı." Kumar masasında, en kolay harcanan taş bendim. Her zaman, her koşulda. Sessiz bir hıçkırık döküldü dudaklarımdan. "İnanmıştım... vazgeçtiğine inanmamıştım. Bana olan nefretinin bittiğine inanmıştım..." dedim, çaresizce. Aptal! Gerizekalı! Mahvediyor yine seni! Sense ona bir kalp verdin! Aptal Nefes! "Sen onun kanısın. Sen Soykanın kızısın. Sen, annemin katilinin kızısın. Sence ben senden nasıl nefret etmeyeyim?" Diye sordu alayla. Göz yaşlarım akmaya başladığında, dudaklarım titriyordu. "O haklıydı. Soykanların yalandan bir borçla tüm varlığını aldın...?" "Evet, yaptım. Ve o hiçbirşeydi." Ben sana, inanmıştım. Ben sana, güvenmiştim. Hırıltılı bir nefes çektiğimde, göğüsüm sıkışıyordu. "Çöz beni! Çabuk çöz beni!" Diye bağırdım, ağlarken. Kafasını ağır ağır iki yana salladı. "Sana beni çöz diyorum! Karşında beni zayıf bir duruma düşürmene izin vermeyeceğim! Çöz!" Diye bağırdım. "Hayır, Soykanın kızı. Önce biraz konuşacağız, sonra sana asıl süprizimi göstereceğim." Dedi, odanın kapısına doğru yürümeye başladığında. Ellerimi bağlı olduğu ipten kurtarmak için çırpınıyordum. Elinde sürüklediği sandalyeyle yanıma gelip sandalyeyi ters bir şekile önüme koyup, sandalyeye tersten oturup ellerini sandalyenin sırt kısmına yerleştirdi. "Nasıl bir duygu? Güveninin kırılması?" Diye sordu, gayet normal bir şekilde. Gözlerine nefretle bakıyordum. "Çok mu acıtıyor? Kırıyormu mesela kalbini, güveninin boşa çıkması?" Yaşlı gözlerimle baktım gözlerine. "Hiç mi vicdanın yok senin? Hiç mi sızlamıyor yüreğin? Acımıyormu için günahsız birinin canını yakarken?" Artık çaresizlik yoktu, sesim boştu, boyuktu, durgundu. "Baksana benim gözlerime, hangi iyi duygunun kırıntısı var orada. Hiçbiri. Sence varımdır benim gibi bir adamın kalbi?" "Yok" "Yok, çünkü senin şerefsiz baban hepsini öldürdü. Tüm güzel duyguları o gece kalbimden söküp aldı. Senin baban beni o gece yaktı." Sende, beni mi yakıyorsun? İçimde öyle bir alev vardı ki, tüm benliğimi sarmıştı. Ve o alev, onun gözlerine her baktığımda daha çok kaynıyor ve canımı daha çok yakıyordu. Gözlerime nefretle bakıyordu. Hiçbir şekilde o nefreti gizlemeden gözlerimin içine bakıyordu. "Neden? Neden böyle yaptın? Açıkça gösterseydin ya intikamından vazgeçmediğini, benden hala nefret ettiğini, intikamını alacağını gösterseydin ya. Neden sana güvenmemi sağladın?" Diye sordum, gözlerine yorgunca bakarak. Kalbim sıkışıyordu benim. "Eğer öyle yapmış olsaydım, şuna gözlerindeki o hayal kırıklığını ve yıkılmışlığı göremezdim. Ve o intikamın hiçbir anlamı kalmazdı." Canımı yakmayı seçmişti, herkes gibi, karayel de beni yakmayı seçmişti. Bir insan, daha kaç kere yanardı. Daha kaç kere kalbi küle dönerdi. Daha kaç kere, ölürdü bir insan. Bu benim, kaçıncı yanışımdı? Bu benim, kaçıncı ölüşümdü? Hatırlamıyorum. Boğazım düğümlendi. Diyecek hiçbir şey bulamadım. Sahi, ne diyecektim? Hangi sözüm kalbine ulaşırdı. Hangi sözüm onu vazgeçirirdi? Hiçbiri. Sustum. Her zaman olduğu gibi sustum. İçimdeki o kor yangının artık beni ele geçirmememsi için hiçbir neden yoktu. "Şimdi düşünüyorsundur, öğrendi herşeyi, biliyor. Neden yine de beni kullanıyor diye," kafam önüme düştüğünde, onu daha fazla dinlemek istemiyordum. "Baban senden nefret ediyor olabilir fakat onun canını en çok yine sen yakarsın, Soykanın kızı." Herşey bir oyundu. Oynamıştı benimle. Tıpkı... kedinin fareyle oynadığı gibi. Kandırmıştı beni. Sırf canımı daha çok yakmak için. Birine güvenmem çok zorken, güvenmiştim ben ona. Çünkü inanmıştım. Onun ağzından çıkan hiçbir şeyin yaşan olmayacağına inanmıştım. O bana olan nefretini dile getirmiş, hep gözler önüne sermişti. Her seferinde, her konuşmamamızda açıkça belli etmişti. Evleniyoruz, dediği gün bile beterin beteri var diyerek aslında beni o lanet geceye karşı uyarmıştı. O gece beni düşmanının önüne bir yem olarak atıp daha sonra kurtarması, intikamını bu kadar kolay almayacağının göstergesiydi. O bana hep gerçeği söylemişti. İşte bu yüzden ona güvenmiştim. Ben ona inanmıştım. Sahiden, tüm kalbimle ben ona çok inanmıştım... İntikamından vazgeçtiğini söylediği gün ona inanmıştım çünkü bana hiçbir zaman yalan söylememişti. Gitmek istediğimde birşey dememişti, bende gitmeme engel olmayacağına inanmıştım. Ben, şu hayatta en çok karayele güvenmiştim. Oysaki o, en güvenilmez insandı. Kalbim, ona inanmayı seçmişti. Çünkü kalbim... ona en başında yenilmişti zaten. Benim kalbim, kıyametimdi... Beni mahveden, kalbimde. Çünkü kalbim, karayele karşı tüm yelkenleri en başında indirmişti. Gözlerimi sıkıca yumduğumda, yaşların gözümden akmasına izin verdim. Yapacağım ne vardı ki, nasıl kurtulacaktım. Ağlamaktan başka, ne yapacaktım ben. "Güvendiğin dağlara, kar yağmaya mahkum..." Selim Soykan haklıydı. Daima, benim güvendiğim dağlara kar yağmaya mahkumdu. Çünkü ben, hep yanlışa dağa güveniyordum. Ben hep, yanlışı seçiyor ve sonucunda yine olan bana oluyordu. "Baban... küçükken çok mu yakardı canını?" Acı dolu bir nefes döküldü, ciğerlerimden dışarı. Beni, en çok neyle yaralayacağını biliyordu. "Çok mu döverdi seni? Söylesene Soykanın kızı, baban hiç mi okşamadı başını?" Göğsüm sıkışıyordu. Nefesim kesiliyordu. Gözlerim yanıyordu. "Hep babalar için kız çocuklarının daha başka olduğunu bilirdim. Senin durumun biraz farklıymış ama" bilerek yapıyordu. Canımı yakmak için özenle yapıyordu. Beni, babamla vuruyordu.... çünkü ben en çok ve en kolay... babam yüzünden düşerdim. "Çok mu çaresiz kaldın sen?" Kime sesleneceğim beni kurtar diye. Kimden yardım isteyecektim. Kim gelecekti beni kurtarmaya. Anneme mi seslenecektim. Sesimi hiçbir zaman duyuramadığım anneme. Babama mı seslenecektim. Bu halimi görse zevkten dört köşe dönecek babama mı? Ben kim diye bağıracaktım? Kimim vardı ki benim? Hiç kimsem. Ben hem öksüz, hem de yetimdim. Üstelik, annem ve babam hayattayken. "Saçmalamayı kes artık Karayel!" Diye çıkıştım en sonunda. Sesini duymaya bile tahammülüm yoktu. "Aa ama böyle yapma Soykanın kızı. Şurada vakit geçsin diye iki sohbet ediyoruz. Eşlik et işte." Karayel, sen en büyük günahların bedelisin. Karayel sen, en güzel duyguların katilisin. Karayel, sen kalbimin katilisin. sen benim, hatamsın... "Soğuk oda değil mi burası?" Diye sordu. Kafamı kaldırıp, yaşları kurumuş gözlerimle ona baktım. Nefretle. "Bundan sonra, senin olduğun her yer soğuk bana." Kelimeleri döküldü dudaklarımdan nefretle. Anne, ben çok çaresizim. Anne, ben çok kötüyüm. Anne, kalbim ağrıyor. "İnsan oğlu, daima hatalar yapmaya mahkumdur. Senin baban en büyük hatayı, annemi öldürerek yaptı. Ve her hatanın cezasını çeken biri de olur. Tıpkı senin babanın yaptığı hatanın cezasını çekeceğin gibi," gözlerini uzun bir süre sonra tekrar gözlerine çevirdi. "Soykanın kızı, ben kötü bir adam değildim. Bak gerçekten diyorum. Ben, bir karıncayı bile incitmeyen biriydim. Kalbim vardı benim... bir zamanlar. Duygularım vardı, herkes gibi. Ama bak, bir an geliyor ve tüm o güzel şeyleri senden söküp alıyor," bıkkın bir nefes verdi. "Soykanın kızı, böyle olmasını ben istemedim. Böyle olmayı ben seçmedim. Sadece, hayat çok acımasız. Hasas kalpliler için ise tam bir kıyamet." Benim canım yanıyor. Ben dayanamıyorum. Nefesim kesiliyor. Karnıma kramplar giriyor. "O gece baban gelmeseydi ve tüm ailemi yerle bir etmeseydi hiçbir şey böyle olmazdı." Benim katilim, sadece benim katilim değildi. "Annen bu halini görse senden utanırdı." Dedim, gözlerine hoşnutsuzluk bakarken. Birşey demedi. Bir ses etmedi. Oturduğu yerden kalktı. Kendi etrafında dönmeye başladı. Kafamı çevirdiğimde odanın içindeki camdan dışarı baktım. Saat gece yarısı olmuş olmalıydı. Ve bu gece, asla son bulmayacaktı. Bu günün farklı olduğunu hissetmiştim. Gitmeyi başarabilseydim, belki şuna bu halde olmazdım. Yine onun karşısında, aciz bir duruma düşmezdim. En azından ayakta dik durabilseydim. Ama yapamıyordum. Ben güçlü durmayı bir türlü beceremiyordum. "Bir oyun var. Hayatta kalma oyunu," Adını duyduğum şeyle beynimden vurulmuşa döndüğümde, gözlerim korkuyla irileşmişti. O oyun... "Seninle bu gece onu oynayacağız." Sertçe yutkunduğumda, gözlerim aklıma gelen şeylerle dolmaya başlamıştı. "Sana bir oyun öğreteceğim, annecim" "Ne oyunu anne?" "Şimdi, baban sana her vurduğunda canının yandığını unutmak için, hayatta kalma oyunu oynayacağız seninle." "o da ne anne?" "Baban sana vurduğunda, sende sana daha az vursun diye onun canını yakacaksın. Öyle onun sana yaptığı gibi değil, küçük ısırmalarla sana vurmasına engel olacaksın." "Böyle yaparsam babam daha az mı canımı yakar." "Evet, daha az yara alırsın annem." Babam canı her sıkıldığında ve hıncını gelip benden çıkarmak istediğinde, canımı daha az yaksın diye kolunu ısırırdım, bazen de onu cimciklerdim. Fakat ben her hayatta kalma oyununu kendi başıma oynayıp, onu ısırdığımda veya cimciklediğimde, o bana daha çok vururdu. Beni daha fazla döverdi. Hatta bir gün... daha fazla o oyunu oynamayayım diye, omuzumun biraz aşağısında bir yanık izi oluşmuştu. O gün o oyunu oynamayı bırakmıştım. Çünkü daha az canım yansın diye her o oyunu oynadığımda canım daha çok yanardı. Ve ben, o günden sonra o oyundan nefret etmiştim. Bir daha hiçbir zaman o oyunu oynamamıştım. Suzan Soykan, belki bir umut öyle yaparsam kocasının beni sıkılıp dövmeyi bırakacağını düşünürdü fakat o yanılmıştı. O oyunu oynadığımda Selim Soykan daha çok sinirlenirdi. O oyundan nefret ediyordum. O oyun çocukluğumu mahvetmişti. O oyun beni yakmıştı. "O iğrenç oyunu oynayamayacağım. Çok meraklıysan sen oyna." Dedim, kafamı başka bir tarafa çevirdiğimde. "Şimdi, sıra oyunumuza geçmeden önce, sana olan o şahane süprizime geldi." Diyerek odanın kapısına doğru yürümeye başladı. İçim korkuyla dolmaya başladığında bakışlarım onun az önce çıktığı kapıdaydı. Bir kaç saniye kadar sonra sadece, kapıdan içeri, arkasından iteklediği, Selim Soykan ile girdi. Gözlerim kocaman irileştiğinde, zorlukla yutkundum. Arkasından bağladığı elleriyle birlikte onu tam karşıma, aramızda yaklaşık dört beş adım mesafe olacak kadar uzağıma getirdi. Onu bıraktığında bana doğru gelmeye başladı. Ne yaptığını daha yeni anlıyordum. O kabus, gerçek oluyordu. Arkama geçtiğinde, ellerindeki ipi çözmeye başladı. Ellerim çözülüp yanıma düştüğünde, tutup bileklerime baktım. O kadar sıkı bağlamıştı ki, bileklerimde ipin oluşturduğu izler ve kızarıklıklar vardı. Önümde eğilip, bağladığı ayaklarımı çözmeye başladı. Ayaklarımı da o ipten kurtardığımda, bu sefer de kolumdan tutu ve beni zorla oturduğum sandalyeden kaldırdı. Güç bela ayakta dik durmayı başardığımda, gözlerini siyah bir kumaşla bağladığı Selim Soykanın gözündeki kumaşı çözdü. Gözleri açıldığı gibi beni bulduğunda, bunu hiç beklemiyor olacak ki, gözleri beni gördüğü gibi irileşti. "Senin ne işin var burada?" Diye sordu, çatık bir sesle. Bir cevap vermedim. Sessiz kalmayı tercih ettim. "Evet, tüm oyuncular da burada olduğuna göre, hayatta kalma oyunu başladın değil mi?" Diyerek ikimizin de ortasına girdi o mide bulandırıcı gülüşüyle Karayel. Belinden bir silah çıkardığında onu ikimizin de arasına sallamaya başladı. "Hanginiz için bu oyunu çıkarlı bir duruma getirsem acaba..." bakışları bir benim bir de Selim Soykanın üzerinde gidip geliyordu. Hiçbir şeyden haberi olmayan Selim Soykan çatık kaşları ile bana bakıp duruyordu. Bende ondan tiksiniyordum. "Sen!" Dedi, Karayel. Silahı ucuyla beni gösterdiğinde. "Bu silahı sen tutacaksın." Diyerek yanıma geldiğinde, yanıma düşmüş elimi tutu ve elindeki silahı avucuma bıraktı. Nefretle bakan gözlerini kafasını kaldırıp gözlerime diktiğinde, "Bu silahı sana ilk verdiğimde beni vurmalıydın, Soykanın kızı" "keşke... seni o dakika vursaydım, Karayel" dedim, sıktığım dişlerimin arasından. Silahı elime bırakıp geri çekildiğinde, sessizlikle aradan çekildi. Ve odanın bir köşesine geçip, sırtını duvara yasladı. Elim silahı kavradığında, namlunun ucunu karşımdaki adama doğrulttum. Umursamazlıkla kafasını iki yana salladı. "Sende yok o tetiğe basacak yürek." Dedi, tükürürcesine. "Neden bir kez olsun beni sevmeyi denemedin?" Diye sordum, silahı yanıma indirdiğimde. "Neden beni kabullenmeyi hiç denemedin?" "Sen kimse tarafından sevilebilevek bir değilsin. Sen sevilmeyi haketmiyorsun." Dedi, nefretle. Güldüm. Bunu zaten biliyordum. "Bu olamaz, beni sevmemenin atlında yatan sebep bu kadar basit olamaz. Hiç kimse birinden bu kadar nefret edemez. Neden benden daha ben doğmadan önce vazgeçtin, baba?" Ne de zordu, ona baba demek benim için. Ne de, ağır geliyordu ona baba demek. Oysaki o benim babamdı. "Seni hiçbir zaman istemedim ki ben. Senin gibi bir çocuğum olsun hiç istemedim. Sen, asla olmaması gereken biriydin." Sözleri, kalbimde bir boşluk daha açtı. Bu onunla ilk yüzleşmemdi. "Neden? Neden istemedin beni?" Diye sordum, sesim kırgın çıkarken. "Babalar kız çocuklarının hep ilk aşkları olurmuş. Sen neden benim katilim olmayı seçtin, baba?" Gözlerim doluyordu. Boğazım düğümleniyordu. Gözlerimin içine baktı. Baştan aşağı beni süzdü. "O annene benziyorsun sen. Ben hep sevdiğim kadına benzeyene bir kız çocuğum olsun istedim. Ama sen, Suzana benziyorsun," titrek bir nefes verdim dışarı. "Sen o annenin beceriksizliği yüzünden doğdun. Sen asla doğmamalıydın. Ne zaman ki annen sana hamile kaldı benim hayatım da karardı. Sen benim hayatımı mahvettin! Daha çok gençtim! Baba oluyorsun dediklerine çok gençtim!" Diye nefretle kükredi. Bu yüzden mi? Genç yaşta baba oldu diyemi benden nefret ediyordu? "O lanet gecede karşıma çıktı annen! Çok içmiştim, elimi bile göremiyordum geldi bir anda o barda yanıma! Oturdu, konuştu. Çok içmiştim, sesini onun sesi sandım. O sandım yüzünü. Kafamı yanıma çevirip baktığımda gördüğüm yüz onun yüzüydü sanki. Onun aynısıydı, Süreyya'nın." Sanki o geceyi tekrar yaşıyormuş gibi davranıyordu. "O sanıp da oldum Suzanla. O sandım. Sevdiğim kadın bana geldi sandım. Beni seçti sandım. Sabah ayıldığımda farkettim. O değildi. O suzandı. Hamile kalmış zaten hemen sonrasında sana. Evin kapısına gelip eli karnında, ben hamileyim dediğinde babama rezil olmuştum. Evleneceksin dedi! O kadınla evleneceksin dedi! Zorla, istemediğim, sevmediğim biriyle evlendim ben! Sen doğma diye elimden ne geliyorsa yaptım! Sen doğma diye! Eğer sen doğmazsan o saçma evlilik son bulacaktı!" Sözleri, kalbime bir hançer gibi saplanıyordu. Beni, bu yüzden mi istememişti. Sevmediği bir kadınla evlenmek zorunda kaldı diye. Sevdiği kadından değil de sevmediği bir kadından çocuğu oldu diye mi? Dengemi kaybedip geriye doğru sarsakladığımda, ayakta zor duruyordum. "Bu yüzden mi... sırf annemi sevmedin diyemi... onca acıyı bana yaşattın..." "Annende tıpkı senin gibi sevebileveğim bir kadın değildi." Geriye doğru sarsak bir adım attığımda, ellerim tutunacağım bir yer, birşey aradı. Ama yoktu. Nefes alış verişim hızlandığında, gözlerimden yaşlar çoktan akmaya başlamıştı. "Sen..." "Sen doğdun ama! Yaptığım onca şeye rağmen sen doğdun! O kadar inatçıydın ki doğdun ve soyadımı aldın!" Elim göğsüme gittiğinde, göğsüm sıkışıyordu. Ben doğmayayım diye yaptığı şeyler yüzünden mi hastaydım ben? Sırf doğmayayım diye beni ölüme terketti diyemi? Gözüm kararmaya başladığında, artık zar zor ayakta duruyordum. "Beni, öldürmeyi seçtin?" Elimdeki silahı ona doğru doğrulttum. "Doğmuştun artık. Yapacak hiçbir şey yoktu! Ama sana olan nefretim hiçbir zaman geçmedi! Annen olacak kadından daha çok nefret ettim senden! Sinirimin sebebi sen olmasan bile, işim senin yüzünden olmasa bile, günün senin yüzünden kötü geçmese bile benim gözümde hepsinin sorumlusu sendin ve hep hıncımı senden çıkarttım! Çünkü sen hayatımın mahvolmasının en büyük sebebiydin!" Tüm suçu bana yükleyemezdi. "Hep beni suçlu gösterdin! Sevdiğin kadınla olamamanın suçlusunu ben yaptın! Annemle olmanın suçlusunu ben seçtin! Annemin bana hamile kalmasının sorumlusu olarak beni gördün! Sen hep kendi hatalarının bedelini bana ödettin!" İçimdeki tüm nefreti kusmaya başlamıştım. "Kendi günahlarının bedelini bana ödettin! Şimdi bile senin günahının bedelini ben ödüyorum!" Nefesim yetmiyordu konuşmama. Yer ayaklarımın altından kayıp gidiyordu sanki. "Doğmasaydın, bunların hiçbiri olmazdı!" Diye bağırdı gözlerime öfkeyle bakarken. "Kendini öldürmeyi seçseydin. Mutlu bir hayatım olabilirdi." "Sen mutlu olmayı hiç haketmiyorsun" dedi, gülerek. Ben, daha önce hiç mutlu olamadım ki... "Her gün dövdün be beni! Her Allahın günü. Hiç acımadan! Hiç bıkmadan, usanmadan dövdün lan beni! Acıdan bayılacak hale gelene kadar dövdün! Hemde hiç acımadan! Aç susuz bıraktın lan beni! Yaktın sen beni! Sırf canım daha çok yansın diye sen beni bile isteye yaktın! Ne yaptım ki ben sana... doğmayk ben seçmedim ki... bu iğrenç dünyaya gözlerimi açmayı ben istemedim ki..." göz kapaklarım ağrıyordu. Kalbim, sanki tam ortasına bir bıçak saplanmış gibi sızlıyordu. Ben, böyle olduğunu bilmiyordum. Beni istememesinin, sevmemesinin altında bunların yattığını bilmiyordum. Bana olan nefretinin sebebinin sevmediği bir kadından olmamı beklemiyordum. Çok düşünürdüm, çok sorardım anneme küçükken; babam beni neden hiç sevmiyor, neden bir kere bile saçımı okşamıyor, diğerlerinin babaları onları hep seviyor, hep saçlarını okşuyor, benim babama bana niye bir kere olsun gülmüyor diye. Ama hiçbir zaman annemden bir cevap alamazdım. Meğersem, ben babamın en büyük günahı olarak gördüğümüşüm... "Doğduğum an öldürseydin ya beni... atsaydın ya bir çöp konteynerına. Sende kurtulurdun bende... daha az yanardı ya canımız... daha az yanardı ya canım." Bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan. "Sadece bir kere olsun babalık yapsaydın ya bana. Bir kere olsun beni sevmeyi deneseydin ya. Sadece bir kere, bir kere gerçekten kızınmışım gözüyle baksaydın ya bana. Belki daha kolay olurdu herşey. Daha az yanardı belki canım" Omzuların çöktü. Ağır geldi bana. "Denedim. Ama sen biri tarafından sevilebilecek biri değilsin. Sanki sevilmeyi hiç haketmiyormuşsun gibisin." Kalbim, tüm parçalarıyla göğsüme saplandı. Canım o denli yandı ki, yüreğim kesildi. Kemiklerim sızladı. Ölü ruhum ağladı. Elimdeki silahı havada salladım. "Hiç mi sevemezdin beni, baba?" "Hiç sevemezdim seni, Nefes. Sen bana daima onu hatırlattın. Sana baktıkça onu gördüm. Onu gördüm ve senden daha çok nefret ettim." Onca şey söylüyordu ama gözlerinde bana olan nefreti hiç değişmiyordu. Babam, benden nefret ediyordu. "Oysaki ne çok istemiştim, sana bir kere olsun sarılmayı..." titrek bir nefes daha verdiğimde, ard arda hıçkırıklar kaçtı dudaklarımdan. Şuan, dizlerimin üzerine çöküp ağlamak istiyordum. Avazım çıktığı kadar bağırıp ağlamak istiyordum. Kalbim, bu kadarını kaldıramıyordu. Sevgisizliğimin yüzüme bu kadar açıkça vurulması omzuma binene yüklerin üzerine yenilerini ekliyordu. Ve ben, o yüklerin altından hiç kalkamıyordum. "Sevilmek yakışmıyor sana." Dediğini duydum. "Sevilmeyi haketmiyorsun." Kafamı eğdiğim yerden kaldırıp ona baktım. Kelimeler dudaklarından nefretle birlikte dökülüyordu. Susmasını iestedim. Beynimin içini kemiren o sesinin susmasını istedim. Canımı daha fazla yakmasını istemedim. Bir baba, kızına bunları nasıl söylerdi. Hiç mi içi acımıyordu. Hiç mi içi sızlamıyordu. Çok mu hoşuna gidiyordu, canımın yanması. "Sus!" Diye bağırdım. "Ben susam ne olacak? Sanki sen gerçeği bilmiyorsun!" Gözlerimi öfke büründüğünde her an yere düşecekmişim gibi hissediyordum. Yüzümün sanki sağ tarafı uyuşmuş gibiydi. "Hadi! Vur beni! Sana bunca zaman yaşattıklarıma karşılık vur beni!" Ona doğrulttuğum silahı zar zor havada tutarken sesler susmak bilmiyordu. Sanki beynimin içinde binlerce ses çalkalanıyordu. Bir karınca gibi beynimi kemiriyordu. "Varmı sende babanı vuracak yürek! He!" "kes sesini!" Diye bağırdım, avucum terlemeye başlamıştı. Silahı doğru düzgün tutamıyordum. "Yine küçük bir kız gibi bir köşeye sinip ağlayacakmışım yoksa." Hayır! "Vuramazsın! Sende cesaretin tanesi yok!" "Sana sus diyorum! Sus!" Diye var gücümüzle haykırdığımda, neredeyse deprem kadar ama az bir şiddetle vücudum geriye doğru sendeledi. Kulağımda oluşan o cılız ama keskin çınlamaya gözlerimi yumduğumda, az önce patlayan silahın sesini duyuyordum hala. Yumduğum gözlerimi açtığımda, elimdeki silaha kaydı bakışlarım, daha sonra göğsünde bağladığı ellerini şaşkınlıkla çözen ve yaslandığı yerden afallayarak doğrulan Karayele baktım. Dehşetle korkan gözlerim , ne kadar bakmak istemese de, oraya kaydı. Yerde gözleri kapalı bir şekilde yatan Selim Soykan'a. Gözlerimden korkuyla yaşlar akmaya başladığında, silahı tutan elim şiddetle titremeye başlamıştı. Dudaklarım, korkuyla aralandığında hızla ard arda nefes alıp veriyordum. Göz bebeklerim gördüğüm manzarayala irileştiğinde, titreyen elimde tuttuğum silah boş zemine düşüp, ses çıkardı. Korku dolu adımlarımı yerde yatan adama doğru atmaya başladığımda ve tepesinde dikildiğimde, gözlerimi çaresizlikle yumdum. Yere, dizlerimin üzerine çöktüğümde, hiç durmadan titreyen ellerim, onu vurduğum yere gitti. Onu omzundan vurmuştum. Tam göğsünün yakınında, omzunun ortasından vurmuştum. Titreyen ellerim, kanlar akan yaraya doğru gitti. Yaranın üzerine dokunduğumda ellerimi kendime doğru çevirdim. Parmak uçlarıma bulaşan kanlarla kanlı ellerim dehşetle açık kalmış ağzıma gitti. Yaşlar gözlerimden korkuyla daha da çok akmaya başladığımda, ne ellerimin titremesi, ne de vücudumun titremesi durmak bilmiyordu. "V-vurdum... onu b-ben vurdum" diye sayıkladım sanki kendimden geçmiş gibi. Yapmıştım. Onu vurmuştum. Babamı, kendim, ellerimle vurmuştum. Elime, kendi katilimin kanını bulaştırmıştım. Kapalı gözleri aralandığında korkuyla irkilerek geri çekildim. "C-cesaretini," öksürmesi konuşmasına engel oldu. "V-ve g-gözü karalığını, b-benden almış-sın" dediğinde, dudaklarında yarım yamalak bir gülüş oluştu. Ben şok olmuş bir şekilde korkuyla ona bakarken o gülüyordu. Kafasını yana eğmeye çalıştı. Baygın gibi bakan gözleriyle gözlerime baktı. "İstemesem de," dediğinde yine onu susturan ard arda gelen öksürük krizi olmuştu. Yanına düşmüş elini ağır ağır ağzına doğru götürdü. "B-benim k-kanım olduğunu, k-kanıtladın." Eli yarasına gittiğinde parmaklarına bulaşan kanı gözünün önüne getirdi. "A-ancak S-soykanlar herşeyi, m-mahvedeb-ilir" acı dolu bir kahkaha dudaklarından çıktığında ardından gelen öksürükle göğsü şiddetle kalkıp indi. "Nerde olduğumu çok iyi biliyorsun, Sare. Onun da nerede olduğunu görmek istiyorsan buraya gel abicim" karayelin sesi kulaklarıma ulaştığında, yaşlar akan, korkulu gözlerimi ona çevirdiğimde, bakışlarım anınında değişti. Nefret yerini aldı bakışlarımda. Kulağımdaki telefonu çekip, pantolonunun cebine koyduğunda, onun da bakışları bana döndü. "Belki birileri gelip seni kurtarabilir." Dediğinde, dudaklarında şeytani bir sırıtış oluştu. "Planın bu muydu? Kızına babasını vurdurtmak mı?" "Sana, onun canını en çok sen yakarsın demiştim. İnsan daima en büyük darbeyi, beklemediği yerden alır, Soykanın kızı." Tıpkı senin beni sırtımdan bıçakladığın gibi. İhanet, o bana ihanet etmişti. O beni, aldatmıştı. Yüreğim bu yüzden acıyordu ya benim. Bu yüzden içim bu kadar yanıyordu ya. Arkasını dönüp gitmek için hareketlendiğinde, hızla çöktüğüm yerden kalktım. O odadan çıkmak için adımlarını atarken, bende peşinden sarsak adımlarla gidiyordum. "Nefes, be-beni bu h-halde bırakıp, g-gidecekmisin?" Diye soran sesi ulaştı kulağıma, Selim Soykanın. Durup omzumun üzerinden ona baktım. "Sen, gebermeyi hakediyorsun, Selim Soykan." Tekrar önüme döndüğümde, karayelin çoktan odadan çıktığını gördüm. Arkasından koşmaya başladım. Bakışlarım etrafta gezindiğinde, açık kapıda takılı kaldı bakışlarım. Nefes nefese bir şekilde açık kapıya doğru koştum. Bu evden dışarı çıktığımda, arabasına doğru giden karayeli gördüm. Ayağım sarsaklamasına rağmen, koşarak ona yetiştim ve kolundan yakalayarak onu durdurup kendime çevirdim. "Gidecekmisin? Beni öylece burada bırakıp gidecekmisin?" Nefes nefeseydim. Bakışları önce kolunu tutan elime, daha sonra da iğrenerek yüzümde gezindi. "Senin beni durdurmaya gücün yetmez." Dedi, tutuğum kolunu kendinde doğru çekip, benden kurtardığında. "Gidemezsin! Herşeyi böyle mahvedip sırtını dönüp gidemezsin!" Diye bağırdım yüzüne yüzüne. "Nefes!" Diyen Sarenin sesi kulağıma geldiğinde kafamı çevirip sesin geldiği yöne bakmadım. Öfkeli ve çaresiz bakışlarım Karayeldeydi. "Herşeyi ben mi mahvettim?!" Diye sesini yükseltti bir anda. Korkuyla irkildiğimde, ondan aşağı kalmayarak, "evet! Herşeyi sen mahvettin!" Diye sesimi yükselttim bende." Üzerime doğru bir adı attığında, geriye doğru bir adım atmak zorunda kalmıştım. "Yaman!" Diyen Çınarın sesini duydum. Fakat karayel, hiçbirinin sesini duymuyor gibiydi. "Herşeyi ben mahvettim öylemi?! Ben mahvettim! Senin o it babanın hiçbir suçu yok değil mi?! Tek sorumlu benim değil mi! Körmüsün kızım sen! Görmüyormu o gözlerin! Baban olacak piçin ne yaptığını görmüyormusun?!" "Babamdan aşağı kalır hiçbir yanın yok." Dediklerim, gözlerini sinirle bir anlığına yummasına neden olmuştu. Öfke saçan gözlerini geri açtığında, "Burası neresi biliyormusun?" Diye sordu, az önce içinden çıktığımız evi eliyle işaret ederek. "Burası, bizim evimizdi! Annemle babamın bir sürü hayalle içini döşediği ev burası!" Bakışlarım eve döndü. Çenemden tutup yüzümü yüzüne çevirdiğinde, nefretle bakan gözlerine maruz kalıyordum. Beni kolumdan tutup çekiştire çekiştire evin kapısının önüne getirdi. "O gece! Ben bu kapının ardında gizlenerek izledim annem ve babamı! Babanın gözünü bile kırpmadan önce babamı! Daha sonra da sevdiğim kadın ayağına hiç acımadan annemi vuruşunu izledim! Ağlaya ağlaya! Korka korka! Annem ve babamın can çekişini izledim!" içim titrediğinde, bakışlarım ona döndü. "Annemin ağzından son kez acı çekerek, acıdan inleyerek en sevdiğim şarkıyı söyleyişini dinledim bu kapının ardında ben! Yukarda hiç durmadan ağlayan Sarenin sesini dinledim ben!" Göz bebeklerim titrediğinde, yaşlar yanaklarımdan süzülmeye başladı. Kolumu o kadar sıkı tutuyordu ki canım acıyordu. "Annem ve babamın birbirlerine ulaşmak için uzattıkları ellerini gördüm ben! Son kez! Son kez el ele tutuşmak istediler! Ama yapamadılar! Annem kan kustu o gece! Gözlerimin önünde annemin kan kusarak ölüşünü izledim ben!" Gözüm kararıyordu. Midem bulanıyordu. Kusmak istiyordum. "Ve senin içerde can çekişen o şerefsiz baban, öylece durup izledi! Annemin ölüşünü, babamın can çekişini izledi! Altı yaşındaydım lan ben! Annem ölürken! Babam can çekişirken ve ben tüm bunlara şahit olurken altı yaşındaydım!" "Canım acıyor! Bırak kolumu!" Diye bağırdım kolumu tutan elini kolumdan kurtarmaya çalışırken. "Bana acımadı kimse. Sence ben, sana acırmıyım?" "Karayel bırak!" Bakışlarını gözlerime dikti. Elimi kaldırıp sert bir tokat yüzüne attığımda, yana çevrildi kafası. O an için tutuğu kolumu bıraktı. Hızla geriye çekildim. "Ben neresindeyim bu hikayenin! Söyle! Sen bunları yaşarken! O sana bunları yaşarken ben neredeyim! Hiçbir yerde! Neyden haberim var benim! Ne biliyorum ben! Önce geldin beni bir malmışım gibi borcun karşılığında satın aldın! İnitkamının bir parçası yaptın! Ben neredeyim! Kimim ben! Sırf ondan intikam almak için beni kullandın!" Gözümden akan yaşları elimin tersiyle sildim. "İçerdeydin! Duydun! Bana neler dedi duydun! Hala mı?! Hala mı beni intikamına dahil ediyorsun?!" Bana doğru bir adım attığında geriye gitmedim. Kafamı dik tutum. Karşısında ağlamama ve bir gram dahi gücün olmamasına rağmen dik durdum. "Aynanın karşısına geçtiğinde şu haline dikkatli bak, Soykanın kızı." Dedi, bana acır gibi bakarak. "Acınası görünüyorsun. Ve ben sana acıyorum" Nefes alamıyorum. "Hani, artık sana ben bile zarar veremezdim ya," havaya kaldırdığı elini göğsümün üstüne koydu. "Ben en büyük zararı, senin kalbine verdim..." Kalbimde sen vardın. Benim kalbimde sen vardın. Orada sen vardın. Kalbimin en güzel köşesinde, sen vardın... Titrek bir nefes verdiğimde, acıyla kıvranan gözlerim gözlerine değdi. Gidecekti, anlamıştım. "Kalbimi... parçaladın..." kafasını beni onaylar gibi salladı. "Ve bunu, bilerek yaptım." Gözlerimi acıyla yumduğumda, göğsümün üzerine koyduğu elini geri çektiğini hissettim. Benden uzaklaştığını hissettiğimde yumduğum gözlerimi açtım. Arkasını bana dönmüş gidiyor olduğunu gördüm. Olduğum yerde yığılarak dizlerimin üzerine çöktüm. "Karayel!" Diye bağırdım arkasından, ağlarken. Durdu, bir kere olsun, bana döndü, "Ben baban kadar acımasız değilim, annene kocasını kurtarma şansı veriyorum" tekrar arkasını döndüğünde, hiç durmadan yürümeye başladı. "Karayel!" Diye bağırdım bir kez daha. "Daha kaç kere beni ardında bırakıp gideceksin!" Diye haykırdım sonunda. "Karayel!" Göz yaşlarım durmak bilmeyerek akıyordu. Omzumdaki yükler beni ele geçirmişti. "Ağdım olsun ki, iki tarafta da iki elim yakanda!" Diye bağırdım, arkasından nefretle. "Ben bu geceyi asla unutmayacağım! Sana da unutturmayacağım!" Ellerimi toprağa bastırdığımda, Hıçkırarak ağlamaya başladım. Anlayışıma eşlik ederek gökyüzü de yağmurlarını yağdırmaya başlamıştı. "Siz onun peşinden gidin! Çabuk!" Diye bağıran Rozanın sesini duydum. Daha sonra koşturma sesleri. "Nefes," diye yanımda çaresizce diz çöktü Sare ve Roza. "Neden Allahım neden?!" Diye haykırarak kafamı kaldırarak gökyüzüne baktım. Yağamur damlaları, yüzüme düşerken, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. "Neden!? Neden bana bunu yaptı?!" Göğsüm yerinden çıkmak istiyordu. Kalbimi olduğu yerden söküp çıkarmak istiyordum. Başımı önüme eğdiğimde hıçkıra hıçkıra durmak bilmeyerek ağlıyordum. Yağmurdan ıslanmış toprağı, avuçlarımın içine alıp sıktığımda, yağan yağmur tüm üstümü sulandırıyordur. "Nefes, yapma böyle" diyordu Sarenin ağlamaklı gelen sesi. "Ben.... sana aşıktım.... Karayel...." hıçkırıklarım nefes almama engel oluyordu. İçim içine sığmıyordu. Ben bu gece, yanıyordum. Herşeyimle, tüm bedenimle ben bu gece yanıyordum. Kalbim acıyordu. Kalbim kanıyordu. Ben, tükeniyordum. Ben ağlıyordum. Çünkü ben.... bu gece, ölüyordum. Kalbim, bu gece ölüyordu. Deniz kızı, boğuluyordu. Deniz kızı, nefes alamıyordu. Onu, kendi denizinde boğuyorlardı. Bir tek gökyüzü ağlıyordu bana yağan yağmurlarıyla. Oysaki, bana annem bile ağlamamıştı. Bana hep gökyüzü ağladı. O eşlik etti acılarıma. Bu gece, terkedilişime de yine gökyüzü eşlik ediyordu. içimde binlerce fırına koptu... binlerce feryat yankılandı kulaklarımda. Binlerce acı, binlerce haykırış çınladı kulaklarımda. Haykırışlarımı duydum. Yalvarışlarımı, çırpınışlarımı. Hıçkırıklarım boğdu beni. Yüreğim sıkıştı. Kalbim ağrıdı. ve karayel, beni bu gece mahvetti. Hemde ben ona aşık olmuşken... Sırrf kendi yandı diye, yandığı ateşte beni de yaktı. Sorun sohkanların tüm mal varlığını alması değildi. Sorun ailem olmayan insanlar değildi. Soykanlar mert dışında gram umrumda değildi. Sorun, onun benim ona olan güvenimi yıkmasıydı. Heryeri yaksın yıksın gram umrumda olmazdı. Ama karayel, benim güvenime ihanet etmişti. Ben ona güvenmiştim. Ve o güvenimi bile isteye boşa çıkarmıştı. Selim Soykanın canı cehennemeydi. Sevdiğim adam güvenimi yıkmıştı. İşte, tüm herşey bundan ibaretti. Bölümü oylamayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın canlar....
|
0% |