Yeni Üyelik
19.
Bölüm

17. Bölüm; ihanetler sarmalı

@umutkirintisiniyaz


Bölümü oylamayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın.

keyifli okumalar dilerim🎀

Oy ve yorum az gelirse bölümün gelişi gecikecektir, bilginize.

 

 

 

 

"Yandığın kadar yanmaktan asla çekinme"

Günahkar ve günahsız. Tüm hayat bundan ibarettir. Günahkarın cezasını her zaman günahsız çeker. En masum, en suçsuz yargılanır. Ve asıl günahkar hep göz önündeyken. Günahkarı suçlamak hep zor olan, günahsızı ise suçlamak en kolay olandı. Bu, daima böyleydi. Günahkar ve günahsız...

...

Kalbimde bir o yer ettiği için mi canım bu kadar yanıyordu. Canımın yanmasının nedeni o diyemi? Canımı yakan kalbimdeki o diye mi? Neden? Niye? Ve ne için?

Kalbimi acıtan, canımı yakan diye mi?

Hayır, Nefes.

Kalbin acıyor çünkü artık dayanamıyor. Bunca acıya bunca şeye ve bunca yaşanmışlığa senin kalbin dayanamıyor.

o gece ölmüştüm derken yalan söylemiyordum. Ben gerçekten de o gece ölmüştüm. Belki aklıma dayanan silah geri çekilmiş, bir kurşunla ölmemiştim ama ben kalbim yüzünden ölmüştüm. Ben kalbimden vurulmuştum. Farkında olmadan kan kaybetmiş ve aldığım son darbe ile de ölmüştüm.

Ölmek, bedensel değildi ki. Ölmek ruhsaldı. Ruhu ölen biri, gözleri açık olsa da be kadar nefes alsa da yaşamaz. Kalbim atıyor, ama acıyla. Sızıyla, yarayla, kanaya kanat atıyor. Atsın istemiyorum. Ben, gerçekten ardım başka bir güne daha uyanmak istemiyordum.

Bir zamanlar ne de çok isterdim yaşamayı. Yaşamak isterken, ölmek istemek...

Hastalığıma hiçbir zaman üzülmedim. Ben, beni bu hale getirmelerine üzüldüm. Hastalığımın bana ne getireceğini, bana ne yapacağını bilmiyordum. Benimle mi yaşayacaktı, yoksa kendiyle birlikte beni öldürecekmiydi.

Bilmiyordum.

Tek bildiğim, fazlasıyla ilerlediği ve tüm vücuduma yayıldığıydı. Bir zehir gibi, damarlarımda dolaşıyordu.

"Gerçekten, kötülere hiçbir zaman birşey olmuyormuş." Dediğimde, zorlukla bana doğru gelen adama bakıyordum. Dudağının kenarı en sinsisinden yukarı doğru kıvrıldı. "Kabul et. Daima kötü biri olmanın hakkını veriyorum" dedi, o duymayı asla istemediğim iğrenç ve mide bulandırıcı sesiyle, Selim Soykan.

Güldüm ama alayla. "Sende kabul et. Kapansa bile her baktığında sana beni hatırlatacak bir hediye bıraktım sende." Yarası aklına geldiğinde yüzünü sinirle buruşturdu. "Şu hayatta en nefret ettiğin kişiden sana küçük bir hediye." Derken eğlenerek kafamı ağır ağır iki yana salladım.

"Benim sende açtığım yaralar kadar acıtmıyor. Ve emin ol izi bile sendekilerden daha silik olacak."

Benim yaralarım. Kabuk tutmuş ve hala acısı taze olup kanayan yaralarım. Benim acılarım... çocukluğumun yaraları... göz yaşlarımla kabuk tutan yaralarım. Her seferinde kabuğu kalkıp tekrar kanayan yaralarım. İzi kalmış yaralarım. Benim yaralarım...

"Onu ihbar ettin?" Dedim, kafamı kaldırıp tekrar ona baktığımda. Şu yüzüne bakmak midemi ayağa kaldırıyordu. "Bir baba olarak kızım için yaptım." Dedi, sanki çok matah bir şey yapmış gibi sahte bir gurur gösterisi ile göğsünü kabarta kabarta.

"Kızını onun eline bile isteye verirken neredeydi senin babalığın?" Sinirle solumaya başladım. "Köpekler sıçsın senin babalığına" diyerek bir anda yanımda beliren kişi Sareydi. Kafamı yanımdaki kişiye bakmak için çevirdim. "Babaymış. İt herif" diye öfkeyle konuşuyordu.

Selim Soykanın dağılan ifadesi Sare'ye döndü. Bir kaç saniye boyunca dikkatlice Sare'ye baktı. "Sen..." derken ses tonu farklıydı. "Sen, onun kızısın." Derken sesi kısılmış ve daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. "Süreyya'nın."

"Annemin adını o pis ağzına sakın bir daha alma." Diye öfkeyle öne çıkılıp Selim Soykanın üzerine yürüdü Sare. "Onun kızısın sen. Aynı gözler, aynı saçlar. Ancak biri bu kadar ona benzeyebilirdi."

"Sen şikayet ettin değil mi onu?" Diye sordu Sare. Abi dememişti.

"Benden başka biri mi olmasını isterdin? Bu arada, adın ne senin?" Diye sordu Selim Soykan. "Al adamlarını ve hemen evimden git Selim Soykan, yoksa..." dediğinde, kendinden emin bir şekilde kaşlarını bilmişlikle çattı Selim Soykan Sare'ye karşı. "Yoksa ne?"

"Babam her an gelebilir. Ve inan bana seni burada görürse bir an bile düşünmez ve seni gebertir. Bahçemin senin pis kanınla pislenmesini istemiyorum" dedi, Sare artık tahmülsüzce. Yüzündeki o gülümseme soldu Selim Soykanın.

"Senin ne işin var lan benim evimin önünde!" Diye bir anda gür bir ses duyulduğunda, bakışların hepsi o sesin geldiği tarafa döndü. Kafamı öne doğru uzattığımda, Yusuf beyin hızlı ve sinirli adımlarla buraya doğru geldiğini gördüm. Selim Soykanın o rahat tavrı bir anda yok olmuştu.

"Baba," diyerek babasına doğru koştu Sare. "Baba dur" diyerek babasını tutmaya çalıştı fakat çaresiz bir çaba olmuştu bu. Çünkü Yusuf bey, Selim Soykanın karşısına geçtiği gibi hiç beklemeden kaldırdığı yumruğunu Selim Soykanın yüzüne indirdi. Zaten omzundan yarası olan Selim Soykan, yüzüne inen yumruğun da şiddetiyle geriye sendeledi.

"Uzun zaman olmuştu, ha Yusuf" diyerek kendine geldiğinde bakışları Yusuf beye döndü Selim Soykanın. "İtin evladı!" Diye sinirle bir küfür savurdu Yusuf bey.

"Yaşlanmışsın. Saçlarına benden önce aklar düşmüş." Dedi, Selim Soykan. Fakat eğlenmiyor, bu durumdan hiç keyif almıyordu.

"Eski dosttan düşman olmaz derlerdi." Diye mırıldandı Selim Soykan.

kaşlarım şaşkınlıkla çatıldığında, bakışlarım babasının ardında duran Sare'ye döndü. O da aynı şekilde afallamış bir ifadeyle bana baktı. Eski dost mu?

"Karımı aldın la benden! Neyin dostluğu!" Diye bir kez daha selim Soykanın üzerine yürüyüp bir yumruk daha attı Yusuf bey. Bir kaç adım daha geriye gittiğinde güçlükle ayakta durmayı başardı Selim Soykan. "Sevdiğim kadına göz diken sensin!" Diyerek büyük bir hırsla Yusuf beyin üzerine yürüdü ve o da sıktığı yumruğunu Yusuf beyin yüzüne indirdi.

Fanat onun gibi geriye falan gitmedi Yusuf bey. Hiç sendelemeden dik durdu. "Kardeşim dediğin adamın sevdiğine göz diktin lan sen! Üstüne bir de gidip onunla evlendin! Çocuğun oldu lan senin onda! Ondan! Sürey-" diyecek olduğunda boğazına yapıştı Yusuf bey.

"Karımın adını ağzına alayım deme sakın!" Boğazını sınıyordu Selim Soykanın.

Göz bebeklerim değşetle büyüdüğünde, duyduklarımın gerçekliğini algılamaya çalışıyordum.

"Karın ha? Karın." Dedi selim Soykan. Güldü, ama ne alayla ne eğlenerek. Acıyla güldü. Selim Soykan, ilk defa gerçekten acıyla güldü.

"kardeşim dediğin adamın sevdiği kadına, karım diyorsun."

Arkadaşlarımıydı? Onlar, arkadaşlardı? Ve aynı kadına mı aşık olmuşlardı? Aynı kadına...

"Bilmiyordum lan bilmiyordum! Senin onu sevdiğini bilmiyordum!"

Birbirlernden haberi olmadan...

"Bi bok etmez. Söyleyecektim. Hazırlanmıştım. O gece açılacaktım Süreyya'ya. Ama sen!" Diye bağırdığında Yusuf beyin boğazındaki elleri sıkılaştı. Selim Soykan artık nefes almakta güçlük çekiyordu. Ve ben öğrendiklerimin gerçekliği ile birşey yapamıyorum.

Yıl 1995;

Dersleri bitince anca fakülteden çıkabilmişti Selim. İçi kıpır kıpır ve bir o kadar da telaş ile doluydu. Derslerde yerinde zar zor durabilmişti. Karnına kramplar giriyor, sıcak basıyordu. Aslında bir o kadar da neşeli ve heyecanlıydı. Çünkü bugün sevdiği kıza açılacaktı. Bu gece... ona en güzel süprizi hazırlayacak ve çıkma teklifini kabul etmesini bekleyecekti.

Bu planı bir hafta önceden yapmıştı. Ve hala tam anlamıyla hazır değildi. Fakültenin bahçesine pat edildi arabasına doğru yürüyordu o sırada. "Selim!" Diye tanıdık bir ses arkasından seslendi. Yürümeyi bırakan selim arkasını dönüp ona seslenen kişiye baktı. "Yusuf," dediğinde, Yusuf nefes nefese kalmış bir şekilde yanında bitti. "Kardeşim, sabahtan beri arkandan bağırıyorum. Neden duymuyorsun?" Diye sordu Yusuf. Onda da bugün bir farklılık vardı. Normalde giyildiğinde daha farklı giyinmişti.

Altında, siyah İspanyol paça bir kumaş pantolon. Üzerinde ise, siyah geniş yakalı bir gömlek ve onun da üzerinde deri siyah ve bol bir çeket vardı. Saçlarını ise tarayarak şekil vermişti.

"özür dilerim. Dalmışım." Dedi, Selim. "Onu farkettim. Bir derdin mi var?" Diye sordu Yusuf. Sitresten dudaklarını dişledi Selim. "Bu gece, kıza söyleyeceğim." Dedi, tereddüt ile. "Ooo kardeşim. Sonunda toplamışsın cesaretini. Sonunda tanıyabileceğim sır gibi sakladığın o kızı." Yarım ve utanç bir gülümseme oluştu Selimin dudaklarında.

"Kabul edecek mi bilmiyorum." Dedi, masum bir sesle selim. "Senin gibisini bulup da kaçıracak kız mı var oğlum." Diyerek arkadaşına destek verdi Yusuf.

Lisenin ilk yılından beri arkadaşlardı ve Şuan üniversitenin son senesindelerdi. Lisede hep aynı sınıftalardı. Bu durum üniversite için de geçerliydi. Aynı bölümü okumak onların hep hayaliydi ve aynı bölümü kazanıp aynı sınıfta okumuşlardı üniversiteyide.

Birbirlerinden asla ayrılmayan, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen, hiçbir şeylerini birbirlerinden saklamazlardı.

Sevdikleri kız dışında.

"Senin ne için bu süs püs?" Diye sorduğunda kolundaki deri çantasını kendine çekerek ona sarıldı selim. Dudaklarında en samimisinden bir tebessüm oluştu yusufun. Elini Selimin omzuna attı. "Söylemesi ayıp ama bende bu gece kıza açılıyorum." Dedi, Yusuf büyük bir çoşkuyla. Gözleri şaşkınlıkla irileşti Selimin.

"Aynı gece kızlara açılacağız?" Güldü. "Aynı gece kızlara açılıyorsak, aynı gün de evleniriz." Dedi, Selim sevinçle. "Ve çocuklarımız aynı gün doğar." Diyerek selimin sözüne ekleme yaptı Yusuf.

"Benim bir kızım olacak." Dedi, Selim, bunun hayaline kendisini fazlasıyla inandırmış bir şekilde. "Bende bir oğlum olsun isterdim." Dedi, Yusuf. O an için ikisi de bu hayale fazlasıyla kapılmıştı. "Oğlun kızıma aşık falan olursa elimde kalır, Yusufcuk." Dedi, Selim alayla ve iğneleyici bir sesle.

"Ya senin kızının kalbi benim oğluma kayarsa?" Dedi, Yusuf. Özellikle selimi gıcık etmek için yapıyordu. "Babasının kızı olacak benim kızım. Hıh" dedi, omuz silkerek Selim. Buna büyük bir kahkaha attı Yusuf.

"Eğer öyle birşey olursa çocuklara asla karışmıyoruz Selo." Başka bir ona Selo demiş olsaydı anında ona dalardı Selim. Fakat ona selo diyen Yusuftu. Öz kardeşinden hiçbir farkı olmayan Yusuf. Kıyamazdı ona. Elini kaldırmayı geçsin, sesini bile yükseltemezdi. Aynısı Yusuf için de geçerliydi. Selim dışında hiçbir arkadaşının çok ta önemi yoktu onda.

Canını istese canını vereceği tek bir adam vardı, o da zaten tam karşısında duruyordu.

"İnşallah ikimiz de bu gece sevdiklerimize kavuşuruz, kardeşim" dedi, Yusuf. "İnşallah oğlum. O kadar hazırlık yaptım. Boşa gitsin istemiyorum." Dedi, Selim yüzündeki gülümseme bir an için dolduğunda. Anında havada kaptı o solan gülüşü Yusuf. "Seni kabul etmeyecek kız daha anasının karnından doğmadı oğlum." Dedi, abarta abarta Yusuf.

İçinde garip bir his olmasına rağmen gülmeden edemedi Selim. Yusuf ona destek verdiyse yapamayacağı hiçbir şey yoktu. Bu zamana kadar onun desteği ile gelmişti. Kardeşi, ondan desteğini bir an için bile eksik etmemişti. Farklı bir arkadaşlıktı onlarınki. Artık arkadaşlığı dostluğu bile aşmış, kardeşlik seviyesine ulaşmıştı.

"Hadi, yarın görüşürüz." Diyerek Yusuf'un yanından ayrıldı ve arabasına doğru yürümeye başladı Selim. O esnada, bahçeden içeri, sarı saçları rüzgardan uçuşan ve yüzünü kapatan, yüzünü kapatan saçlarını yüzünden çekmek için uğraşan, bir yandan da yanındaki arkadaşıyla gülerek konuşan ve elindeki eşyalarını taşıyan Süreyya belirdi.

Birbirlerinden habersizce iki adamın da bakışları aynı kıza döndü.

Fakat ikisinin de bilmediği tek birşey vardı. Aynı kızı seviyor olmaları.

Selim, acelesi olduğu için onu büyüleyen bu manzaradan mahrum kalarak arabasına doğru yürüdü. Yusufun yanından geçmek üzere olan süreyya saçını kulağının arkasına sıkıştırdığı esnada Yusuf ile göz göze geldi. Kızın dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluşup anında geri dolduğunda, Yusuf'un dudaklarında oluşan gülümseme gözle görülecek kadar büyüktü. Kız, bunu görünce heyecan ve utançla anında kafasını önüne çevirdi.

Bu, Yusuf'un gülümsemesinin daha da büyümesine neden oldu.

Akşam;

Yusuf, Süreyya'yı çağırdığı yerde bekliyordu. Bu aslında okuldan olan herkesin geldiği sahil kenarında bir yerdi. Soğuk havanın altında, üşüyen ellerini cebine atmış bir şekilde beklemeye devam ediyordu Yusuf, Süreyya'yı. Aradan baya zaman geçmişti, artık gelmeyeceğini düşünüyordu Yusuf. Daha fazla beklemenin pek bir anlamı yoktu.

Gitmek için yürümeye başladığı esnada, "Yusuf," diyen Süreyya'nın o narin ve eşsiz sesini duyunca durdu Yusuf. Sesinin duymanın verdiği ferahlık ile derin bir nefes çekti içine. Kafasını arkasına çevirdiğinde, karşısında tüm güzelliği ile duran kızı gördü.

"Çok mu beklettim seni? Gidecekmiydin?" Diye sordu Süreyya mahçup bir ifadeyle. "Kusura bakma. Evden ancak çıkabildim." Dedi, bakışlarını utançla Yusuf'tan kaçırdığında.

"Yok, hiç önemli değil." Ben seni bir ömür beklerim, diye geçirdi içinden Yusuf. Süreyya ve Yusuf birbirlerine doğru yürürken, yolun karşısında, onların göremeyeceği bir uzaklıkta Selim duruyordu.

Gözleri şaşkınlıkla açılmış, yüreğinde oluşmaya hazır bekleyen bir yangın vardı. Bir ateş.

"Neden çağırdın beni?" Diye sordu Süreyya, merakla Yusuf'a bakan gözlerle.

Elini nereye koyacağını bilemedi Yusuf. Avuç içeri terlemeye başlamıştı. "Şey" diyebildi zorlukla. "Şey ne?" Diye sordu bu sefer de Süreyya merakla.

Bakışlarını gözlerinden kaçırdı Yusuf Süreyya'nın.

Süreyya'ya bir adım daha attı Yusuf. "Süreyya," dediği gibi kalbi kasıldı Süreyya'nın. Gözlerine tüm duygularını karşısındaki kıza göstermek ister gibi baktı adam.

"Sarı saçlarında nefes bulmama müsaden varmı?" Titrek bir nefes verdi Süreyya. "Mavi gözlerinde yaşam bulmama razımısın?" Kalbi küt küt atmaya başlamış, gözler dolmak üzereydi Süreyya'nın. Derin bir iç çekti Yusuf. "Süreyya, kalbimin en güzel köşesindeki yerine sahip çıkarmısın?" Sonunda aşkını itiraf etmiş olmanın verdiği huzur ile içinde büyük bir ferahlık oluştu Yusuf'un.

Kalbi sanki her an duracakmış gibi büyük bir şiddetle atıyordu Süreyya'nın. Gecelerce bunun hayalini kurmuş, bunun gerçek olma düşüncesi ile uykulara dalmış, her göz göze geldiklerinde artık bakışlarını karşısındaki adamdan kaçırmak istemeyerek sevmişti Süreyya.

"Sen benim kalbimdeki yerine sonsuza kadar sahip çıkarsan ben sendeki yerimi kimselere vermem Yusuf." Dedi, Süreyya. Duydukları ile gülümsedi Yusuf. "Bu bir evet mi?" Diye sordu çatık bir sesle.

"Sadece sana evet, Yusuf." Dedi Süreyya da gülerek. Daha fazla dayanamadı ve Süreyya'ya büyük bir özlem ile sarıldı Yusuf. Çenesini Yusuf'un omzuna yaslayan Süreyya da kollarını sıkı sıkı Yusuf'a sardı. Sarı saçlarına defalarca öpücükler kondurdu Yusuf. Kokusunu doya doya içine çekti Süreyya yusufun.

Onların göremediği bir köşede, elindeki kırmızı güller ile dona kalmış bir şekilde bu manzaraya bakıyordu Selim. Gözleri dolmuş, hatta bir damla yaş süzülmüştü yanağına. Elindeki güllerin saplarını sinirle öfkeyle kocaman bir hayal kırıklığı ile sıktı. Kalbi, yanmaya başlamıştı.

İhanet, kalbini kasıp kavurmaya başlamıştı.

Sırtına saplanan hançer, gözlerinin nefrete bürünmesine neden olmuştu.

Kalbi yanmaya başlamıştı. Her şekilde alev alıyordu kalbi.

İşte, Selim Soykan o gece tüm iyi duygularını kalbinden söküp attı. Kardeşlik bitti, sevgi bitti, geriye sadece ihanet, yediği kazık ve öfke kaldı.

Yandığı kadar yakmak için o gece yemin etti.

Selim Soykan, o geceden sonra bir daha asla eskisi gibi olmadı.

Günümüz;

"Bilmiyordum! Bilmiyordum! Bilseydim senin sevdiğini, o gece senin ona açılacağını. Gözümün ucuyla bile bakmazdım ben ona!" Dedi Yusuf bey. İkisinin de ne kadar yandığını yeni görebiliyordum. Selim Soykanın boğazını saran ellerini çözüp geri çekildi Yusuf bey. "Söyleseydin ya! Yusuf, ben onu seviyorum bu gece ona açılacağım deseydin ya! Severmiydim ben onu. Açılırmıydım o gece ona. Kardeşliğimizin bitmesine izin verirmiydim!" Diye nefretle soludu Yusuf bey.

Dilim tutulmuş gibi onlara bakıyor, hiçbir şey diyemiyor, olduğum yerde kalmıştım.

"Yirmi bir yıl! Yirmi bir yıldır yanıyorum lan ben! Senin yüzünden her dakika her gece her an!"

"Ben otuz yıldır yanıyorum! O gece sizi gördüğüm andan beri yanıyorum ben! Küle döndüm lan ben! Senin yüzünden mahvoldum ben!"

Sarenin gözleri korkuyla dolmuştu.

"Noli ula?!" Diyerek Asiye hanım da araya girdi bir hışım ile. "Bu iblisun ne işi var ha burada?" Diye sordu selim Soykan'a tiksinti ile bakarak.

"Öldürdün! Sen öldürdün onu! Gözlerimin önünde vurdun lan sen onu! Hiç acımadan! Öldürdün!" Diye haykırdı Yusuf bey acı ile. Kendiliğinden sendeledi Selim Soykan.

"Ben, ben onu öldürmeyecektim. Ben, sadece seni öldürmek için gelmiştim. O kadar çok haykırdı o kadar çok ağladı ki senin için, gözüm döndü, dayanamadım." Ellerini sinirle yumruk yaptı Yusuf bey.

"Masumdu! O en masumumuzdu! Hiçbir günahı yoktu! Sadece beni sevdi diye yaptın! Dayanamadın! Onu bu hayattan sen kopardın!"

Gözlerim dolmaya başlamıştı.

Günahsız bir can koparılmıştı bu hayattan. Hemde daha çok gençken. Çocukları daha çok küçükken. Oğlunun gözlerinin önünde...

"Oğlunun gözlerinin önünde öldürdün! Oğlumun çocukluğunu mahvettin!"

"Sevdim ben onu... ben onu çok sevdim..." diye mırıldanıyordu selim Soykan kendi kendine.

"Sevmedin! Hiçbir zaman sevmedin sen onu! Sevseydin canını yakmazdın! Sevseydin ona kıymazdın! Seninki aşk değil, ona takıntıydı. Seni sevmedi diye takıntı yaptın kendinde. Ve öldürdün onu!"

Saplantılı bir aşık, bir kadının sonunu getirmişti.

"Cenazesine bile katılamadım. Son yolculuğuna bile uğrulayamadım ben. Benim canımı toprağın altına gömdüler ve ben orada değildim," dedi Yusuf bey çaresizlik ile.

Ölmüş bir kadın ve ardından yıkılmış bir adam.

Gözlernde gördüm. Ölen Süreyya hanım olabilirdi ama Yusuf bey de yanında gömülmüştü.

"Komada kaldım bir ay. Uyandığımda öğrendim öldüğünü. Benim canımı almışlar benden. Nefesimi kesmişler. Yaşamama izin vermemişler. Onun üzerine toprak atıldığı her an biraz daha öldüm ben."

Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladığında kendimi tutamıyordum.

Kalbi yanıyordu. Hemde en derinden.

"Canımı çekmişler benden. Ruhumu koparmışlar... süreyyamı almışlar benden... Gül bahçemin güllerini soldurmuşlar." Diye çaresizce dizlerinin üzerine çöktü Yusuf bey.

"Yaşam bulduğum maviliklerden mahrum bırakmışlar beni. Sarı saçlarında nefesimi kesmişler..."

Yarım kalmış bir aşk, hiç başlamamış bir aşktan daha çok can yakardı.

Yusuf bey yanıyordu. Yarım kalmıştı aşkı. Sevdiği kadın gitmişti ellerinden. Koruyamamış. Hiçbir şey yapamamıştı. Engel olamamıştı. Çaresizce, mecalsizce ardında kalmıştı.

Bir mezar vardı artık. Bir insan, bir mezarla ne kadar özlem giderebilirdi.

"Canın daha çok yansın diye yaptım." Dedi, selim Soykanın acımasız çıkan sesi. Bakışlar ona döndüğünde, Yusuf bey anlamazlık ile baktı karşısındaki adama.

Hayır, söyleme...

"Oğlun, şuan nezarethanededir. Bir ara git de uğra." Dedi, tekrardan o keyif alır haline büründüğünde selim Soykan.

kötü, daima kötüydü.

"Ne yaptın ne yaptın?" Diye çöktüğü yerden ayaklandı Yusuf bey. "Oğlunu tutuklattım." Dedi, selim Soykan omuz silkerek.

kaşları şaşkınlıkla çatıldı Yusuf beyin. "Ama yerini ben söylemedim. Kızın kendi abisini açıl etti." Dediğinde okların hepsini Sare'ye çevirdi. Yusuf beyin irileşmiş gözleri Sare'ye döndüğünde, kafasını dik tutu Sare. "Oğlun bunu haketti baba." Dedi, kendinden emin bir şekilde fakat sesinde pişmanlık da vardı.

"Benim oğlumu? Siz tutuklattınız?" Derken Yusuf beyin kastettiği Selim Soykan ve sareydi. "Yamanımı?" Derken bakışları sarenin üzerindeydi. "Annenin emanetini. Sen açık mı ettin kızım." Diye sorarken sareyi suçlamıyor, omuzlarına binen yıkılmışsınız yansıtıyordu.

Bakışlarını kaçırdı Sare. "Abini, bu itin eline mi bıraktın Sarem sen."

"Bilmiyorsun. O ne yaptı bilmiyorsun." Dedi, Sare tekrar Yusuf beye battığında. "Evet, bilmiyorum. Ama sende ne yaptığını bilmiyorsun." Dedi Yusuf bey. Arakasını dönüp yürüyeceği esnada durdu. "Bu yaptığın yanına kalmayacak Selim Soykan. Yanına kaldığı gün yansın tüm Karadeniz." Derken sesinde ürkütücü ve açık bir tehtid vardı. Gözleri bir bıçak kadar keskin bir şekilde nefretle bakıyordu Selim Soykana. Yusuf bey bahçeden çıktığında, derin bir nefes verdim.

"Sare, torunum sen ne ettun?" Diyen Asiye hanımdı. "Yapmam gerekeni haptım babaanne. Abim de olsa yaptıklarının cezasını çekmek zorunda"

İçimde bir ses, Sarenin tersinin çok pis olduğunu söylüyordu. Hiçbir şekilde haksızlığa falan gelemiyordu. Abisi bile olsa hiç düşünmemiş anında açık etmişti.

&

Karakola getirilmişti Yaman. Polisler bir anda baskın yapar gibi mezarlığa gelmiş, annesinin mezarında uyurken onunu uyandırmış ve daha o ne olduğunu anlamayıp uykusundan ayılmadan bileğine kelepçeyi takıp buraya getirmişlerdi.

Nezaretteydi. Demir parmaklıkların arasındaydı. Bir kafeste. Oturmuştu tahtanın üzerine, bakışları yere dalmıştı. Düşünceleri onu içine sarmış, oradan çıkamıyordu.

Deniz kızı mı şikayet etmişti. Polisler kimin şikayet etmemişti ama onu kaçırdığı için tutuklandığını söylemişlerdi. Onun adı geçmişti.

Yapmayacağından adım gibi emindi karayel. Deniz kızı, herşeye rağmen onu şikayet etmezdi biliyordu. Etmiş olması da birşey değiştirmezdi. Gücüne gitmez, koymazdı. Demişti, ona da demişti. Vursa bile gram koymazdı.

canını yaktığı insanın canını yakması, haketmişti. Karayel, bunu çoktan haketmişti.

içinde, bir yerlerde huzur varken bir yerde de yas vardı sanki. Neden böyleydi? Böyle mi olmalıydı?

Böyle hissetmez sanmıştı. Acılarının hesabını sorduğunda, bir bedel ödettiğinde, intikam denen o şeyi aldığında, rahatlar sanmıştı. İçindeki yangın söner sanmıştı. Biter sanmıştı esarei. Aklı susar da artık kalbi konuşur sanmıştı. Peki, neden böyleydi?

Yokmuydu sahiden de bir kalbi? Kaybetmişmiydi kalbini? Susmuşmuydu vicdanı? Haklımıydı Sare. Haklımıydı Deniz kızı.

Deniz kızı...

Ona Soykanın kızı demişti.

Yaralamışmıydı böyle demesi kızı.

Dili Soykanın kızı derken, içindeki ses ona daima Deniz kızı dedi.

Mavi gözlerine bakmak, Yamana daima denizi hatırlatıyordu. Mavilikleri... eşsizdi. Mühür gibi birşey vardı o maviliklerde. Derinlerde birşey vardı. Ne vardı? O maviliklerde ne vardı?

Es geçti. O yıkılmış bakışları geldi aklına. Sahiden de yıkılmıştı. Ona olan bakışlarında bu fazlasıyla ortadaydı.

Çaresizlik oturmuştu göz bebeklerine kızın.

"Daha kaç kere beni ardında bırakıp gideceksin..." demişti arkasından.

Kaçıncı gidişiydi bu karayelin. Kaç kere ardında bırakmıştı onu. Kaç kere? Birini ardında bırakıp gitmek kolaydır. Fakat, gittikten sonra ardında kalan kişinin gözyaşları bir yumru gibi ötürü boğazına. Deniz kızının göz yaşları dün geceden beridir oturmuştu bir yumru gibi boğazına. Haykırışları omuzlarına en ağır taştan bile daha ağır bir şekilde binmişti. Yük vardı omuzlarında.

Yutkunamıyordu yumru yüzünden.

Bir saattir buradaydı. Sorguya çekilecekti. İfadesi alınacaktı.

Nezarethanenin kapısı açıldığında kafasını ağır bir hareketle kaldırdı. Bir polis ona doğru geliyordu. Polis, elindeki anahtar ile karayelin içinde bulunduğu nezarethanenin demir parmaklı kapısının kilidini açtı. "Yaman Karayel, sorgun için savcı seni bekliyor." Dediğinde, derin bir iç çekerek oturduğu yerden kalktı Karayel.

polis, kolundan tutarak onunla birlikte açık kapıya doğru yürümeye başladı. Nezarethanenin olduğu odadan çıktıklarında, uzun koridorda yürüyordu polis ile birlikte karayel. Koridorun ikiye ayrılan taraflarından sol olanına girdiler. Sorgu odasının kapısının önüne geldiklerinde, polis kapıyı açtı ve karayeli içeri girmesi için uyardı.

Katayel odadan içeri girdiğinde boş sandalyelerden birine oturdu. Oturduğu sandalye, kapının tarafına bakıyordu. Polis yanına geldiğinde bir bileğine kelepçeyi taktı. Boş kalan keşepçenin diğer tarafını da masanın üzerindeki demire taktı ve odanın kapısını kapatıp kapının yanında içeride beklemeye başladı.

Karayel rahatlıkla arkasına yaslanmış, sorgunun başlamasını bekliyordu. Bir kaç dakika sonra odanın kapısı açıldığında, odadan içeri üzerinde resmî bir takım olan saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmış kadın savcı girdi. Karayelin bakışları odadan içeri giren savcıyı buldu.

Kadın, odadaki polise dışarı çıkmasını işaret ettiğinde polis hızla savcıyı onaylayıp odadan çıktı ve kapıyı da ardından kapattı. Elindeki çantayı masanın üzerine bıraktığında, karayelin oturduğu sandalyenin karşısındaki boş sandalyeyi geriye çekti ve oturdu. Bacak bacak üzerine attığında, tıpkı karayel gibi savcı da arkasına yaslandı ve kollarını göğsünde bağladı.

bir kaç saniye de bu şekilde geçtikten sonra, savcı çantasına uzandı. Çantasının kapalı fermuarını açtı ve içinden mavi bir dosya çıkardı. Dosyayı masanın üzerine bıraktığında çantasını tekrardan masanın üzerine bıraktı ve sırtını yasladığı yerden çekip masaya doğru eğildi. Karayel, sessiz bir şekilde savcının hareketlerini izliyordu.

savcı, önündeki dosyanın şeffaf kapağını açtığında, bakışları dosyanın içindeki kağıdın üzerinde dolaştı.

"Yaman Karayel." Diyerek söze girdi savcı.

ses etmedi Karayel.

"Nefes soykanı, kaçırma, zorla alı koyma, canına kast etme ve Soykan ailesinin mal varlığını yalan bir borçla onlardan alma iddiaları üzerine buradasın." Bir tepki vermedi.

kafasını yanına eğdi ve suskunluğunu koruyarak savcıyı dinledi.

"Nefes Soykanı, kaçırdığın doğru mu?" Diye sorduğunda kafasını önündeki dosyadan kaldırdı ve karayele baktı savcı. Tepkisiz kalmaya devam etti karayel. Bir cevap vermedi savcının sorusuna. "Sana soruyorum, Nefes Soykanı kaçırdığın doğru mu?" Yine bir cevap vermedi Karayel.

"Neden kaçırdın?" Diye sordu savcı. Yine bir cevap vermedi Karayel. Öylece savcıya bakıyordu. "Sorularıma cevap ver Yaman Karayel. Neden kaçırdın?" Diye çıkıştı bir anda savcı. Buna da tepskisiz kaldı.

Bıkkın bir nefes verdi savcı. "Canına kast ettiniz mi?" Diye sordu.

Hayır. Dedi karayel içinden. Onun canına hiçbir zaman kast etmemişti. Ona fiziksel olarak zarar vermeyi aklının ucundan bile geçirmemişti. Ona dokunmamıştı. Elini bile sürmemişti.

Ama bunu savcıya söylemedi. Yüne sustu. Yine tepkisiz kaldı.

"Sabrımın sınırlarını zorluyorsun Yaman Karayel!" Diye sesini yükselttiğinde, elini sinir ve tahmülsüzlükle masaya vurdu Savcı. Umursamadı karayel.

"Sorduğum tüm sorulara cevap vereceksin. Başka türlü bu sorgu bitmeyecek." Derken, sesinden ve bakışlarından ne kadar kararlı olduğu belli oluyordu Savcının.

Canına minnetti karayelin. Gerekirse günlerce böyle bu odada kalabilirdi. Ama hiçbir soruya cevap vermeyecekti.

"Nefes Soykanı kaçırdığın doğru mu?" Diye sorduğu ilk soruyu tekrar yeniledi savcı.

Tekrardan cevapsız kaldı Karayel.

"Canına kast ettiğin doğru mu? Nefes Soykanın canına kast mı ettin? Ona zarar mı verdin? Cevap ver!"

kafasını dik tutu karayel. "Susma hakkı diye birşey var savcı hanım. Ve ben susma hakkımı kulanmak istiyorum" dedi, fazlası ile donuk bir sesle.

Derin bir nefes aldı Savcı. Ellerini masanın üzerinde birleştirdiğinde derin bir nefes aldı. "Soykanların mal varlığını senin onlardan aldığın doğru mu? Yalan bir borçla aldın mı?" Diye sordu her ne kadar bu sessizliğine tahammül edemese de savcı.

Almıştı. Soykanların neredeyse donuna kadar almıştı. Bu yalan değildi. Yalan bir borç göstermiş ve herşeylerini almıştı.

Susutu yine. Savcı her ne kadar ısrar etse de cevap vermeyecekti.

"Nefes Soykanı neden kaçırdın?"

Bu noktada susmak yerine konuşmayı tercih etti karayel. "Eğer ki ben Nefes Soykan denen o kızı kaçırmışsam, neden kaçırmış olduğumu da bilmeniz gerekmez mi savcı hanım. Beni şikayet eden kişi, bu bilgiyi de size aktarmadı mı?" Diye sordu, savcıya kıstığı gözleri ile bakarak.

"Kurnaz bir adamsın, Yaman Karayel. Bunu gözlerinde görebiliyorum." Kafasını aşağı eğdiğinde dudaklarında savcının göremeyeceği kadar kısa ve küçük bir sırıtış oluştu Karayelin.

Kafasını geri kaldırdığında, "Size bir soru sordum savcım." Dedi.

savcı yanıtsız bıraktı bu soruyu.

Deniz kızı olmadığına emin oldu Karayel. Sare de değildi. İkisinden biri olsaydı kesinlikle Deniz kızını neden kaçırdığını da söylerdi.

Selim Soykan...

Ondan başkası olamazdı. Aklına başka bir isim gelmedi Karayelin. Onun boynuna urganı asarken, kendine ipin ucunun değmemesi için dikkatli davranmıştı. Kızının kaçırılma nedenini söylememişti. İntikam için diyememişti. O zaman da ne intikamı diye sorulacaktı ve bu sefer Karayelin boynuna asmak istediği urgan onun da boynuna asılacaktı.

Yamanı ortadan kaldırarak kendini güvenceye almak istemişti Selim Soykan.

"Burada soruları ben sorarım." Dedi, savcı kendini beğenmişlik edasıyla. Öylemi dercesine dudak büzdü karayel. Kafasını ağır ağır sallayarak savcıyı onayladı ve tekrardan dudaklarının sessiz ve görünmez fermuarını çekerek sustu.

"Şimdi, cevap ver veya verme. Susmak senin alacağın cezayı falan hafifletmez. Ve sorduğum her soruya cevapsız kalışın birer evet olarak kabul edilecek."

"Saçmalık. Cevap vermediğim hiçbir sorunun yanıtını evet olarak kabul edemezsiniz." Dedi karayel.

"Korkuyormusun yoksa?" Dedi, savcı arkasına yaşlandığında.

"Hayır. Korkmamı gerektirecek hiçbir şey yok." Dedi, Karayel umursamayarak.

Kaşları çatıldı Savcının.

Nasıl bir adam bu? Diye düşündü.

🫡

Hava kararalı çok olmamıştı ama savcı dediği kadar inatçıydı ve gerçekten de akşam olana kadar onu bu sorgu odasında tutmuştu. Fakat birşey daha vardı ki Karayel savcıdan daha da inattı. Savcının defalarca kez sorduğu aynı soruların hiçbirine cevap vermemişti. Odanın kapısı tekrar açıldığında artık kafasını kaldırıp gelenin kim olduğuna bakma tenezzülünde bile bulunmadı karayel.

"Hakime dilekçem ulaştı. Yarın akşam üzeri nöbetçi mahkemeye sevkedildin Yaman Karayel. Bu kadar uzatmaya hiç gerek yok. Hakim hızlı bir şekilde mahkemenin oluşmasını istedi."

Kaşları çatıldı karayelin. "Bu kadar çabuk oluyor mu bu işler?" Diye sordu.

"Cevapsız kalman hiçbir işe yaramadı. Bunu sana söylemiştim."

...

Tekrar nezaretteydi Karayel. Kapı açıldığında kafasını kaldırıp bakma tenezzülünde bulunmadı. Polisin, "Sadece beş dakika" dediğini duyduğunda ise, kirpiklerinin altından baktı kimin geldiğinde.

Babası.

Oturduğu yerden şaşkınlıkla kalktı karayel. Yusuf, parmaklıkların diğer tarafındayken Karayel ise parmaklıkların içindeydi. "Baba" dedi, Karayel kısık sesle. "Yarın hakimin karşısına çıkacaksın." Dedi, Yusuf.

"Sen ne yaptın oğul?" Diye sordu Yusuf, gözlerindeki hayal kırıklığı ile oğluna bakarken. Babasının gözlerindeki hayal kırıklığını gördü Karayel. Bir sızı oluştu sırtında. "Benim oğlum yapmaz dedim ben. Yaptın mı oğlum sen?" Diye sorduğunda, duydukları göğsünün sıkışmasına neden oluyordu yusufun.

"Baba, ben..." dediğinde sözünü yarıda kesti Yusuf. "Sözümü tutmamışım ben. Süreyyama verdiğim sözümde duramamışım." Gözlerini o an kaçırdı karayel babasından. "Söz verdim annene ben. Çocuklar bana emanet, sen varmışsın gibi, senin istediğin gibi, senin gibi yetiştireceğim gözün arkada kalmasın dedim." Suçluluk duygusu dört bir yandan sardı Karayeli.

"Ne annene verdiğim sözü tutabildim. Ne de ben size iyi bir baba olabildim." Dedi, Yusuf ihtiyatla. "Baba, yapma..." dedi karayel içine kaçmış bir sesle. "O kızı buraya ilk getirdiğinde ses etmemiştim. Sana karışmamıştım. Canı yanıyor. Yüreği korlara düşmüş. Acı çekiyor dedim. Eminim. O kıza hiçbir şey yapmayacağına, zarar vermeyeceğine en az adım kadar emindim. Güvendim ya oğul ben sana." Sesinde kırılan güveniniz yansıması vardı Yusuf'un.

"Oğlumu hiç tanıyamamışım ben." Hani biri için hayal kırıklığı olduğunuzu gördüğünüzde, çok farklı bir acı tadar ya insan. Kalbi ağırlaşır, suçlu hisseder, affedilmez bir günah gibi omuzlarına yük biner, zararlı olduğunu hisseder, kaçar insan. Karayel, şuan tam olarak böyle hissediyordu.

"O kızın yüzüne bakmaya cesaretim yok oğul benim. Öyle dağılmış öyle yıkılmış ki. Gözlerinde neşe yok. Parlamıyor gözleri. Işığı sönmüş sanki. Bitkin, halsiz. Boynu büyük duruyor o kız. Çınar anlattı bana. Böyle ağır bir şeyi sen o kıza nasıl yaptın Yaman? Masum bir canı nasıl yaktın?" Kalbi sıkışıyor içinde bulunduğu dört duvar üzerine üzerine geliyordu Karayelin.

"Babasının günahının bedelini, nasıl o kıza ödetirsin. Nasıl yaparsın? Sana güvenen birinin güvenini... nasıl yerle bir edersin? O kızı o halde ardında bırakıp giderken hiç mi sızlamadı yüreğin?"

Sızladı, diyemedi Karayel. Yüreğim çok sızladı baba diyemedi. Susmuş kalbim o gece ölüm uykusundan uyanmış gibi sızladı, haykırdı. Kaybolan vicdanımı o kızı ardımda bıraktığımda buldum baba diyemedi. Göz yaşları boynuma bir urgan gibi sarıldı, kurtulamıyorum diyemedi. Affedilmez birşey yaptım, biliyorum diyemedi.

Kelimeler düğüm düğüm oldu boğazında. Çözemedi düğümleri. Susmak zorunda kaldı. Sessiz kaldı.

"Ezdiğin karıncanın bile hesabı sorulacakken, sen kalp mi kırdın?" Diye sordu yusuf. Titrek bir nefes verdi karayel. Kafasını kaldırmaya yüz bulamadı.

"Suçlu sen değilsin. Suçlu benim. Ben baba olmayı beceremedim size. Annesiz çocuk büyütmenin zorluğuyla baş etmeyi başaramadım." Kafasını hızla kaldırıp babasına baktı Karayel. "Baba yapma. Yapma... utanma sende benden." Dediğinde Yusuf kafasını ağır ağır iki yana salladı.

"Senden değil, kendimden utanıyorum ben." Dediğinde, sanki yüzüne en sert tokası yemiş gibi oldu Karayel. Bağırmamıştı, çağırmamıştı, dövmemiş, sövmemişti Yusuf ama dövse, sövse daha az canı yanardı karayelin. Babasının her sözü boğazına bir yumru gibi oturdu karayelin. Gözlerinde suçluluk oluştu. Omzuları işlediği günahın tüm ağırlığıyla büküldü. Kafasını kaldırmaya güç bulamadı. Bakamadı babasının gözlerine. Orada da göremezdi ondan utandığını.

polis memuru kapıyı açıp, "Süre doldu" dediğinde, oğluna bir kez daha baktı Yusuf. İhtiyatlıkla kafasını ağır ağır iki yana salladı. Sözler tükenmiş, yapılacak hiçbir şey yoktu. Geçen zamanı geri alamazdı. "Allah'a emanet ol oğul. Allah'a emanet." Dediğinde arkasını döndü ve kapıya doğru yürüdü Yusuf. Nihayet eğdiği yerden kafasını kaldırıp sırtı ona dönük babasına baktı Karayel. "Baba..." diye seslendi fakat kapıdan çoktan çıkmış Yusuf duymadı sesini.

...

"Yaman'ım" unutmaya yüz tutumuş, hatırlamak için gecelerce Allah'a dua ettiği sesi uzaklardan duydu Yaman. Gözlerini zorlukla araladı. "Anne..." dedi, hasretle ve içine kaçmış sesiyle.

"Yaman'ım" dedi bir kez daha Süreyya. Süreyya oğluna hep böyle seslenirdi. Ondan başka kimse seslenmezdi Yamana bu şekilde.

"Anne" dedi Yaman bir kez daha, güçlükle.

"Oğlum" Annesinin unutmaya yüz tutuğu o naif ve narin sesini duyan karayelin gözleri doldu.

"Anne, nerdesin?" Diye sordu küçük bir çocuk sanki annesini kaybetmiş gibi.

"Burdayım Yamanım." Dediğinde Süreyya, üzerindeki beyaz uzun elbiseli bir kadın geçti Yamanın karşısına. Sarı saçlarında kan yok. Parlıyor yüne eskiden olduğu gibi sarı saçları. Mavi gözlerinde solgunluk yok. Oğluna bakan gözleri umutla parlıyor.

Annesini karşısında gören Yaman, derin bir iç çekiyor. Fotoğraflarından sadece yüzünü gördüğü, hatırladığı annesini canlı bir şekilde karşısında görmek, içini titretiyor.

"Anne..." diyor bir kez daha özlemle. "Bir kez sarılırmısın bana?" Diye soruyor. Yüzünde derin bir tebessüm oluşuyor Süreyya'nın. "Çok mu özledin beni oğlum? O yüzden mi çağırdın beni?" Diye soruyor Süreyya.

"Sen demiştin ki, çocuklar ne zaman annelerini çağırsalar anneleri hep yanlarında olur. Sana çok ihtiyacım var anne." Dedi, Yaman oturduğu yerden kalktığında.

"Ben hep senin yanındayım ya annem. Görmediğin, duymadığın her yerdeyim. Hissetmediğinde bile ben seninleyim."

"Neden hiç gelmiyorsun rüyalarıma?" Diye sordu Yaman. Özlem dolu bir sesle ve sitemle.

"Kalbinin kapısını kapatmışsın oğlum. Nasıl geleyim ben?" Dedi Süreyya.

Annesine doğru adımlarını atmaya başladı Yaman. Kollarını açıp oğlunun kendisine gelmesini bekledi Sürayya. Annesinin karşısına geçtiğinde Süreyya kollarını anında oğluna sardı. Annesinin kokusunu içine çekti Yaman, yıllar sonra ilk defa.

unuttuğu kokusunu, anne kokusunu çekti içine doya doya. Hasretle bir yaş aktı gözünden.

"Neden hiç geçmiyor anne?" Diye sorduğunda oğlumun ne demek istediğini anlamıştı Süreyya. "Hayatta geçmeyen tek şey, ölümün geride bıraktığı acıdır Yamanım." Dedi Süreyya.

"Neden gittin ki? Sensiz yapamayacağımı biliyordun. Neden gittin anne?"

"Savaşmaya gücüm yetmedi annem. İlk defa gücüm yetmedi. Kalamadım seninle." Dedi, kederle Süreyya.

"Uyanıyormusun anne benden? Sare, öyle dedi. Utandırdım mı ben seni?" Diye sorarken geri çekildi Yaman.

Oğlunun suratını avuçladı elleriyle Süreyya. Gözlerinin içine gülerek baktı.

"Anneler evlatlarından utanır mı? Sen benim ilk gözağrımsın. Senden utanmam mümkün mü?" Dediğinde yamanın anlına derin bir öpücük kondurdu.

"Gördün... tüm yaptıklarımı?"

"Gördüm. Ama utanmadım senden."

"utanmalısın benden. Utanılacak şeyler yaptım ben."

"Yaptıklarının yanlış olduğunun farkındaysan vazgeç. Kalbini serbest bırak. Affet."

Annesinin kendisinden uzaklaşmaya başladığını anladı Yaman.

"Anne!" Diye bağırdı.

"Anne" diye bir hışımla uzandığı yerden kalktı Karayel. Uykulu bakışları olduğu yerde dolaştı. Nazeratteydi, demir parmaklıkların ardında, hapisteydi. Kafesteydi. İki büklüm yattığı için sırtı tutulmuş, omuzlarında keskin bir ağrı vardı. Tanıdık bir koku doldu burnuna.

Annesinin kokusu.

sanki buradaydı. Hemen baş ucundaydı.

Nefes Soykan;

Çardaktaydım. Hep olduğu gibi. Gökyüzünü seyrediyordum. Sanki gökyüzünü seyretmek bir ilaçmış gibi. Çareyi daima gökyüzünde buluyordum. Yıldızlar yine gökyüzünü dört bir yandan sarmış, ayı da ortalarına almıştı. Havada keskin bir rüzgar ve bir soğuk vardı.

İnsanın içini titreten bu soğuğa rağmen gecenin bu saatinde dışarıdaydım. Tektim. Yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Düşüncelerimden kaçamamıştım ama insanlardan kaçmayı başarmıştım. Evde yapamıyordum. Nefes alamıyordum. Sanki biri tüm gücüyle beni boğazlıyor, nefesimi kesiyordu.

Yokluk hissi dolmuştu tüm benliğime. Kimin yokluğu? Neyin yokluğu?

"off" derin bir iç çektim içime bakışlarım hala gökyüzündeyken.

Birşey hissetmiyordum. Hissizleşmiştim sanki. Tüm hislerim damarlarımdan çekilmiş gibiydi. Sadece, sadece tek birşey vardı. Derin bir sızı. Hiç geçmeyecek daima kalbimde olacak bir sızı.

Sızı kalbimdeydi. Kalbimde ona yer açtığım yerde.

Onu düşünmezken tüm kapılar nasıl yine ona çıkıyordu.

Sus kalbim.

Sus.

Ağlama artık.

Göz yaşlarım kurudu, ağlama, lütfen...

Kendie yetemiyordum. Ben neden kendime yetmiyordum. Kendimi neden teselli etmeyi bir türlü başaramıyordum.

Göğsüm daralıyor, kalbim birinin avuçlarında ezim ezim eziliyordu. Ağlamıyordum artık. Akıtacak göz yaşım kalmamıştı. Artık kalmamıştı. Göz yaşlarım kurumuş, orayı terk etmişti sanki.

Acının tarifi yoktur. Acımın tarifi yok. Yaşadığım acıyı anlatabilecek kelime yok.

Denizdeyim. Denize aitim. Denizim. Ama boğuluyorum. Denizde boğuluyorum. Kendi denizimde boğuluyorum. Kendi suyumda, kendi kalbimde, kendi kalbimde boğuluyorum. Çıkamıyorum bir türlü. Kurtaramıyorum. En derine batıyorum. Çırpınıyorum ama hayır, olmuyor.

Pes mi etmeliyim?

Denize ait olan denizde nasıl boğulurdu?

"Kızım, gelebilirmişim? Müsaaden var mı?" Diye soran sesle kafamı gökyüzünden çevirip sesin sahibine baktım.

Yusuf bey.

Karşımda boynu bükük bir şekilde duran adam içini sızlattı. Oğlunun yaptığı şey yüzünden kendini suçluyordu.

"Tabii Yusuf bey." Dedim, içtenlikle.

Yusuf bey yanıma geldi ve oturdu. Yönü bana dönüktü fakat gözlerime bakamıyordu.

"Siz değilsiniz suçlusu Yusuf bey." Dediğimde kafasını kaldırdı ve gözlerime baktı.

"Yusuf bey değil, bana Yusuf amca de." Dediğinde yüzümde oluşan istemsiz gülümsemeyle baktım.

"Yusuf amca" dediğimde Yusuf amcanın dudaklarında bir gülümseme oluştu.

"Ha şöyle. Senin bende öz kızımdan hiçbir farkın yok." Dediğinde gülüşüm daha da derinleşti.

kızım gibi... kızım.

Öz babasına evlat olamamış biri için yabancı olan o cümle.

"Çok mu ağrıdı yüreğin." Dediğinde, kaşlarım çatıldı. "Aşk yakar. Bilirim. En çok aşk yakar." Dediğinde kaşlarım hayretle daha çok çatıldı. "Siz na-" diyeceğim esnadan sözümü yarıda kesti Yusuf amca. "Gözlerinden okunuyor kızım herşey. Gözlerinde çektiğin acının sebebinin aşk olduğu okunuyor." Dediğinde, durgunlaştı gözlerim. Birşey diyemedim. Ne diyebilirdim.

"canını yakmasına rağmen birini sevmeye devam etmek... her yüreğin kaldırabileceği birşey değil." Dediğinde silik bir şekilde güldüm. "Benim de kaldırabildiğim pek söylenemez." Dedim kafamı eğdiğimde.

"Siz, bundan kimseye bahsetmeseniz." Dedim utançla. "Benim birşey dememe ne gerek var kızım. Gözler hiçbir şeyi gizleyemez ki."

ama o nefretini çok güzel gizledi.

beni düşmanı olarak gördüğünü çok güzel belli etti.

"Onun kalbinde açtığı yarayı kapatmaz, acısını dindirmez ama özür dilerim kızım. Onun adına senden çok özür dilerim."

Bir babanın evladı yüzünden sırtına binen yükü görebiliyordum.

Özür dilemek, hiçbir yarayı kapatmıyordu. Özür dilemek, benim haramı kapatmıyor, sızımı geçirmiyor, acımı unutturmuyordu.

Hangi ilaç, hangi merhem, hangi söz geçirirdi bu acıyı.

Hiçbir şey. Artık, aşk bile geçiremezdi.

Göğüs kafesimdeki yara, kapanmayacaktı. Aşk, en büyük yaralarımı artık saramazdı.

Yarayı açan aşktı. Açtığı yarayı kendi saramazdı.

Şuan Yusuf amcaya sormak istediğim çok soru vardı. Selim Soykan ile ilgili olan arkadaşlıkları, o geceyle ilgili, geçmişle ilgili. Bir sürü soru vardı ama zamanı şimdi değildi.

&

Sabah çoktan olmuştu. Çoktan uyanmıştım. Kahvaltı edilmişti diyemeyeceğim çünkü hiç kimsenin keyfi yoktu. Kimse kahvaltı etmemiş, bu sabah sofra kurulmamıştı. Herkes kendi köşesine çekilmiş, evde ölüm sessizliği vardı. Benim de iştahım yoktu. İki gündür hiçbir şey yemiyordum. Yemek yiyecek keyifte ve halde değildim.

Bugün sisliydi. Ya da karanlık.

Bugün Karayelin mahkemesi vardı. Savcı nöbetçi mahkeme istemiş, hakim de bunu kabul etmişti ve bugün hakim karşısına çıkacak, yargılanacak, ve ne olacağı belli olacaktı.

İşler, nasıl bu noktaya gelmişti?

Ve mahkeme saatti yaklaşıyordu.

Herşeyi, elleriyle mahvetmişti. Kendi isteğiyle. Bilerek. Hem beni, hem de kendini yakmıştı. Karayel heryeri ateş altında bırakmış, kendini de ateşin içine atmıştı. Yanımda yerini almıştı. Ve biz, birlikte yanıyorduk.

Adliyedeydik. Mahkeme vakit gelip çatmıştı. Hepimiz buradaydık. Sare, Çınar, Roza, İlyas, ben, Asiye hanım, Yusuf amca...

Mahkeme odasının kapısındaydık. Hakim içerideydi. Kapı açıldığında görevlilerden biri çıktı dışarı. "Yaman Karayel mahkemesi başlamak üzere, aile üyeleri içeri geçebilir." Denildiğinde, kalbim kasıldı.

🥺

Karşısında durduğum kapalı kapı açıldı. Ve "Tanık Nefes Soykan içeri!" Diye bağırıldığında, titrek bir nefes çektim içime. Adımlarım gerilerken ileri doğru yürümek zorundaydım. Açık kapıdan içeri girdiğimde, bakışlarım yek bir kişide durdu. Avukatının yanında yerini almış, Karayel.

Gözleri beni bulduğunda, derin bir nefes aldığını gördüm. Mahkemedeki herkesin bakışları benim üzerimdeydi. Benim ise gözlerim tek bir kişinin üzerindeydi.

Ayaklarım geri geri gidip buradan çıkmak için yalvardı, bense inatla içeriye doğru ilerledim. "Geç kızım." Diyerek tanık kürsesini işaret etti Hakim. Sert ama bir o kadar da ağır adımlarla tanık kürsesine doğru yürüdüm. Kürsüye çıktığımda, bakışlarım hala ondaydı. Karayel, gözlerini bir an bile benden ayırmıyordu.

Onun gözlerinde... onun gözlerinde duygu vardı. Birşey vardı kahverengiliklerinde. İçim felaket gibi sarsıldığında, buradan inmek vazgeçmek, gitmek istedim.

Bunu yapamazdım. Bunu yapamazdım.

Ben bu değildim. Bu olamazdım.

"Nefes Soykan. Size sadece bir kez sorulacak olan soruya doğru cevabı vereceğinize tüm herkes önünde yemin ediyormusunuz?"

Bakışalarım karayelin gözlerine kenetlenmişti. Kafasını yavaşça sallayarak kabul etmemi söyledi. Kalbim çıt etti o an.

"Doğruyu söyleyeceğime, yemin ediyorum." Dedim, Karayelin gözlerine bakarken.

Bundan nefret ediyorum.

Hakim sordu; Yaman Karayelin sizi kaçırdığı, alı koyduğu ve canınıza kast ettiği doğru mu?"

İçim acıdı, nefesim kesildi, yüreğim yandı. Titrek bir nefes verdiğimde dudaklarımdan o kelime döküldü; "Doğru"

Tüm sesler sustu. Herkes sustu. Kulaklarım tıkandı. Yer ayağımdan kaydı. Gözlerim yandı.

Karayelin bakışlarının derinliğini üzerimde hissettiğimde kafamı zorlukla onun olduğu tarafa çevirdim. Gözlerinde ne kin, ne nefret, ne de öfke vardı.

Karayelin gözlerinde, minnet vardı...

Şaşırmamıştı, agallamamıştı, öfkelenmemişti, sinirlenmemişti.

Aksine, dudaklarında derin bir tebessüm vardı.

Bir duvar daha örüldü aramıza.

Bu aramıza örülen ikinci duvardı.

Adı, İhanet.

Karayel ona olan güvenime ihanet etmişti, ben ona olan aşkıma...

"karar!" Dediğinde hakim, herkes oturduğu yerden ayağa kalktı.

Karayel gözlerini hala benden ayırmazsan ben hakime bakıyordum.

Ayakta zor duruyordum.

"Sanık Yaman Karayelin, Nefes Soykanı kaçırma, alı koyma, canına kast etme ve Soykanların tüm mal varlığını yalandan bir borçla alma suçlarından, kişiyi hürriyetinden mahrum bırakma ve adam kaçırma suçuyla, Türkiye cumhuriyeti ceza kanunlarının 109. Maddesine göre; beş yıl mal varlığı kaçakçılığından da dört yıl ile birlikte dokuz yıl hapis cezasına çarptırılmıştır!"

Ben kalbimden vuruldum.

Elim ayağım buz kesti. Göğsüm daraldı, kalbim sıkıştı, yer ayaklarımın altından kaydı, başım döndü. Dengemi kaybettiğimde güçlükle yanımdaki tramzanlara tutundum. Sık sık nefesler alıp verirken dolan gözlerimden yaşlar akmaya başladı.

"Yamanum!" Diyen Asiye hanımın sesi çok uzaktan geliyordu.

Kulaklarımda keskin bir çınlama hakimdi. Ellerim titriyor, ayakta duramıyordum. Yıkılmak yere yığılmak üzereydim.

"İlahi adalet!" Diyen selim Soykanın sesini duyduğumda beynim durdu sanki. O da buradaydı. Mahkemeye karısı ile birlikte o da gelmişti. Kafamı zorlukla arkama çevirip keyifle gülen selim Soykan'a nefretle baktım.

Şerefsiz.

Onun yüzündendi. Herşey onun yüzündendi.

Onun tehtidi yüzünden buradaydım. Bu tanık kürsüsüne onun yüzünden çıkmıştım. Onun yüzünden doğru demiştim. Yamanın hapse girmesinin tek sebebi oydu.

"Birşey daha var!" Dediğimde, tüm bakışlar tekrar bana dönmüştü.

Kaybedecek neyim vardı? Zaten herşeyimi şuan, burada kaybetmemişmiydim. Kalbimi burada bırakmamışmıydım. Kalbimi bir de ben hakmamışmıydım?

"Selim Soykan!" Diyerek elimle Selim soykanı işaret ettim. "Yaman Karayelin annesi, Süreyya karayelin katilidir!" Dedim nefretle. "Sırf kendisini sevmedi diye hiç düşünmeden Süreyya karayeli öldürmüştür!"

Yaktığın kadar yanarsın,

yandığım kadar yakarım...

Bölümü oylamayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın lütfen...🤍

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%