@umutkirintisiniyaz
|
keyifli okumalar dilerim💗 Bölüm düşündüğümden daha erken tamamlandı. Bu yüzden yarın akşamı beklemenin bir anlamı yok. O nedenle bölümü bugün yayınlıyorum canlar. Bölümü oylayıp bolca yorum yaparsanız sevinirim. Yine aynı şekilde yorum be oy gelmezse ya da az gelirse bölümün gelmesi geçilecektir bilginize. Bölüm şarkıları; Sezen Aksu; Sen ağlama, unut, son bakış. Ve Mabel Matiz; Bir hadise var, Dedubülman; sen bilmezsin, bunca yıl. Ayyyy, hadi bölümmmme geçelim. ❄️
"Ağla kız çocuğu, dizlerin kanadı diye hüngür hüngür ağla..." Öldüm. Ben bu gece, öldüm. Cesedim çıktı benim bu bahçeden. Göz yaşlarımla yıkandı cesedim. Katilim kim diye soracak olacak olursanız... katilim bir değil ki. Bir silah sesi duyuldu. Gözlerimi öyle sıkı yummuştum ki açmakta bile güçlük çekiyordum. Evet, bir silah sesi duyulmuştu ama aklıma dayalı namludan gelmemişti o ses. "O silahı onun anlından indir Soykan!" Diye bağıran Karayelin sesini duydum. Gözlerimi açıp kafamı çevirip arkama baktım. Elindeki silahını havaya kaldırmış bir şekilde bahçe kapısının önünde duruyordu. Az önce ateş eden oydu. Bize doğru gelmeye başladığında havada tutuğu silahı aşağı indirip beline taktı. Yanaklarımda hala ıslak duran göz yaşlarımla ona bakıyordum. Fakat onun bakışları yine ve yine benim üzerimde değildi. Bir kaç adım gerimde durduğunda Selim Soykan'a bakarken gözlerindeki nefreti buradan görünebiliyordu. Selim Soykan'a öyle bir bakıyordu ki sanki şu saniye belindeki silahı çıkartıp hiç düşünmeden onu kurşuna dizebilecekmiş gibi bir nefretle bakıyordu Karayel. "Sen kimsin?" Diye sordu Selim Soykan hala silahı bana doğrultmuştu bir şekilde tutarken. "Yaman Karayel," dedi. "Senin tanıdığınla, Kuzgun" dediğinde bakışlarım Selim Soykan'a değdi. Gözlerine şaşkınlık oturdu. Zorlukla yutkunduğunu gördüm. Daha sıkı tutu silahı. "Şimdi, o silahı onun anlından indir Soykan" diyerek tekrar tehtidkar bir ikazda bulundu Karayel. Selim Soykan silahı anlımdan çekeceği esnada, namlunun ucunu tutup anlıma dayadım. "O silahı bir kere birine doğrultuysan tetiğe basacaksın Selim Soykan" dedim, gözlerine nefretle bakarken. Karayelin o an için bakışlarını üzerimde hissettim. Silahı bir kez daha kavradı Selim Soykan. "Hadi, adamsın ya. Babana verdiğin sözü tut ve işimi bitir" dediğimde Selim Soykanın bakışları Karayele değdi. "O silahı indir Soykan" dedi, Karayel baskın bir sesle. Selim Soykanın bakışları benle onun arasında gidip geldi. Bir kez daha silahı indirecek olduğunda daha sıkı tutum namlunun ucunu. "Tetiğe bas Selim Soykan" ne yapacağını bilemiyor gibi duruyordu Selim Soykan. "Bir kere daha o silahı indirmemezlik yapıp o tetiğe basmaya cesaret edersen tüm aileni kurşuna dizerim Soykan" derken dediğinde ciddiydi. Selim Soykan silahı elimden çekip indirdi. Elim yanıma düştüğünde yere bastırdım ellerimi. Açık saçlarım önüme düştüğünde görüş alanımı engelledi. Ölmeme bile izin yoktu değil mi? "Kalk" diyerek kolumdan tutarak beni yerden kaldırdı Karayel. Bir ölüden farksız yanında yer aldım. Hala kolumu tutmayı bırakmamıştı. "Bırak lan kızımı!" Diye yükseldi sözde babam. Kızım, lügatıma ne de yabancı bir kelimeydi öyle. Ben ruhsuzca yere bakıyordum. "Kızın artık benim yanımda Soykan. Ve ben müsade etmediğim müddetçe kimse onu benim yanımdan bir adım uzağa bile götüremez" bana baktığını hissediyordum Karayelin. Kafamı çevirip ona baktım. Gözlerimde duygunun olmadığına emindim. Zira şuan, gerçekten de yaşayan bir ölüden farkım yoktu. Karayel arkasını döneceği esnada, başka birinin sesi duyuldu. "Nefes, gidecekmisin?" Diye sordu o, Suzan Soykan. Karayel kolumu tutmayı bırakmıştı. Bakışlarım Suzan Soykan'a değdi. Gözleri mi dolmuştu onun, ya da ben yanılıyordum. "Nefes, annem gitme" derken, çaresizliği sesine de yansımıştı. Gözleri gitmememi ister gibi bakıyordu. Gözleri kal diyordu. "Annem mi? Annem. Benim bir annem yok ki. Sen o gece benim için öldün Suzan Soykan." Derken yüzümde acınası bir gülümseme vardı. Bana doğru bir kaç adım atarak kocasını geçti. Karşımda durduğunda ellerini bana doğru uzattı. Ellerimi geri çekerek geriledim. "kızım, lütfen gitme" dedi yalvarır gibi. Acıyla güldüm. "Herşey çoktan olmuşken bu zamansız çırpınışlarının bir anlamı yok yol Suzan Soykan" dedim, gözlerine baka baka. Omuzları çöktü, gözlerini kaçırdı benden. Herşey olmuştu ki. Herşey olmuştu. Bana olan olmuştu. Ben ölmüştüm ki. Ölmüş biri için çabalamanın ne anlamı vardı ki. Ölen geri mi dönerdi o zaman. Tekrardan gözlerime bakma cesareti buldu. Baktı, kaybettiği kızına çaresizce ve acıyla baktı. Sarılmak istedim. Yemin ederim ki ona sarılmak istedim. Başımı omzuna koymak, hıçkıra hıçkıra ağlamak istedim. Ben annemi istedim. Ama daha önce hiç annem olmamıştı ki. Daha önce yarama merhem olan bir annem olmamıştı. Şimdi gidip sarılsam, sarabilirmiydi yaralarımı. Merhem olabilirmiydi kanayan her bir yarama. Yok, olamazdı. Onun da parmağı yokmuydu yaramarımda. Bana sahip çıkmayarak bir yara da o açmamışmıydı bende. "Gidelim ufaklık" diyerek elini bana doğur tutmam için uzattı Karayel. Aynı anda Suzan Soykan da titreyen elini bir ümit uzattı bana doğru. İkisinin de bana uzattığı elleri arasında gidip geldi bakışlarım. İki tarafta cehennem değilmiydi bana. Hangisinde cennet vardı ki? İki tarafta bana cehhenemdi. Karayel, denize düşen yılana sarılır misaliydi. Karayel ayrı bir cehennemdi. Beni bile bile ateşte yakan cehennem karayeldi. Suzan Soykanın eline değdi bakışım. Soykanlar da cehennem di bana. Onlar doğduğum günden beri bana bir cehennemdi. İki tarafta cehennemimdi. İki tarafında niyeti beni yangınlarında yakmaktı. Hangisinde cennet vardı ki. Hiçbirinde. İki tarafta ölüm değilmiydi. İki tarafta araf değilmiydi. Hangi uzatılan eli tutsam yanacaktım. Suzan Soykanın gücü yetmezdi beni yaşatmaya. Karayelin yetse bile beni öldürmeyi seçerdi. Seçmedim. Tutmadım. İkisinin de elini tutmadım. İkisinin ellerinden çektim bakışlarımı, Suzan Soykanın arkasında kalan Selim Soykan'a değdi bakışlarım. Anlamaz gözlerle, memnuniyetsiz bir ifadeyle bana bakıyordu. "Babacım" dedim, sesimi üzüntülü çıkarmaya özen göstererek ve dudak büzerek ona doğru bir adım attığımda. Karşısına geçtiğimde kollarımı beline doladım Selim Soykanın. Tiksinerek ve uzak durmaya çalışarak, kollarımı ona dokundurtmamaya özen göstererek ona sarılıyormuş gibi yaptım. Kolları havaya kalktı fakat sarmadı belimi. Sarılmadı bana. Bende zaten bana sarılmasını istemedim. Kulağına yaklaşarak fısıldadım, "Ağdım olsun cenazeni bunca yıldır akıttığın gözyaşlarımla yıkasınlar, baba" dedim, ondan nefret ettiğimi anlasın diye, sesim ondan tiksindiğimi beli ederek çıktığında. Özellikle "baba" kelimesini vurguladım. Ondan ayrıldığımda yüzüme kocaman bir gülümsemeyle ona baktım. Kaşları şaşkınlıkla çatıldığında arkamı döndüm. Arkamı döndüğüm gibi yüzümdeki yalan gülümseme soluverdi. Ne Karayele ne de Suzan Soykan'a bakmadan yanlarından geçip gittim. Bahçenin çıkışına doğru yürümeye başladığımda göz yaşlarım yine benden habersiz akmaya başladı. Göz yaşlarım, yok oluşumdu. Bahçeden çıktığımda karayelin arabası aşağı bakan yolun gerisindeydi. Öbür tarafa döndüm, yolun yukarı doğru giden tarafına. Arkama bile bakmadan yürümeye devam ediyordum. "Soykanın kızı!" Diye seslendi arkamdan Karayel. Fakat onu duymayı reddettim. Adımlarımı hızlandırarak yürümeye devam ettim. "Nereye gitmeye çalışıyorsun yürüyerek!" "Senin olmadığın her yere!" Diye bağırdım arkama bakmadan. Daha da hızlı yürümeye başladım. Soğuk rüzgar yürürken yüzüme çarpıp saçlarımı savuruyordu. Yanaklarımın donduğunu hissediyordum. Boş yolda hızla yürüyordum. "Nereye gideceksin?! Senin benden başka gidecek bir yerin mi var?!" "Sen benim sığınabileceğim limanım değilsin Karayel!" "Mecburiyetten de olsa senin sığınabileceğin tek liman benim Soykanın kızı!" Liman, sen liman olsaydın sana sığınana her seferinde bir darbe vurmazdın Karayel. Zaten mahvolmuş hayatımı daha da mahvetmezdin. Ona böyle büyük bir kötülüğü yapmazdın. Sen liman değilsin. Beni kolumdan yakalayıp kendine çevirdiğinde hiç düşünmeden yüzüne sert bir tokat attım. Sinirle gözlerini yumup kafasını bana çevirdiğinde gözlerimle sinirle bakıyordu. Bıraksa, gözlerinden ateş fışkıracaktı sanki. "Daha ne istiyorsun?!" Diye sordum bağırarak. Kolum ikimizin arasında havada duruyordu, çünkü hala bileğimi tutuyordu. "Almadın mı intikamını?! Daha benden ne istiyorsun Karayel?!" Diye bağırırken gözlerim tekrar dolmaya başladı. Ağlamaktan nefret ediyorum. "Benimle gelmeni istiyorum Soykanın kızı" derken sesinden bile sakin olmaya çalıştığı anlaşılıyordu. "Beni mahvettin Karayel. Ben mahvoldum. Ben bu gece mahvoldum. Yaktın sen beni. Bile bile yaktın sen beni. Şimdi, seninle gelmemi mi istiyorsun?" Diye sordum hayret ederek. Bileğimi tutmayı bıraktığında boşta kalan kolum yanıma düştü. "Benimle gel" dedi yalnızca. "Ben seninle cennete bile gelmem Karayel" diyerek arkamı dönüp bir adım attığım esnada beni tekrar bileğimden yakalayıp kendine çevirdi. Yüzünde yaramaz bir ifade vardı. "Bu kadar inatçı olmanın hiçbir faydası yok Soykanın kızı," dediğinde bir adım atarak aramızdaki mesafeyi kapadı ve eğilip beni kucağına aldı. "Çünkü benimle geliyorsun" dediğinde sesi keyifli geliyordu. Kollarını kalçamın altına sarmış tek koluyla beni taşırken, hiç zorluk çekiyor gibi durmuyordu, ben beni bırakması için tepiniyordum. "İndir beni!" Diye bağırdım sırtına yumruklarımı vururken. "Sana beni indir diyorum!" Diye bağırdım hala beni indirmesi için çırpınırken. Ayaklarım sallanırken hala sırtını yumrukluyordum. Baş aşağı durduğum için saçlarım önüme düşmüştü ve birşey görmemi engelliyordu. "Kızım bir rahat dur be" diye söylendiğini duydum fakat umursamadım. "İndir beni Karayel!" Diye bağırdığımda ağzıma giren saçlarımı yüzümden çekmeye çalıştım fakat pek bir faydası olmadı. "Allahın belası!" Diye son bir çırpınışta bulunduğumda artık beni bırakmayacağını anlamıştım. Arabanın yanına geldiğimizde beni tek koluyla taşırken, arabanın ön kapısını açtı. Beni yine indirmeden arabanın içine doğru kucağında benle eğildi ve beni koltuğa oturttu. O beni bıraktığında kaçmak için bir çırpınışta bulunmadım. Çünkü bu yetersizdi. Kapıyı kapattığında arabanın önünden geçerek diğer tarafa döndü ve şöför kapısını açarak arabaya bindi. Araba çalışıp yola çıktığımızda, bir kaç saattir hiç konuşmamıştık. "Kalpsizsin karayel" demekten çekinmedim. "O kadar kalpsizsin ki... başkasının neler yaşayacağı umrunda değil" bakışlarım yoldaydı. "Duyguların yok senin, eğer duyguların olsaydı bana bu gece bunları yaşatmazdın." Gaza bastı. Fakat ben susmadım. "Herşeyi çok bildiğini sanıyorsun ama hiçbir şey bildiğin yok. Eğer bilseydin..." devamını getiremedim. Ona gerçekleri anlatmanın hiçbir faydası yoktu. Neyi değiştirecekti ki yaşadıklarımı bilmesi. "Neyi bilseydim. Nasıl el bebek gül benek büyüdüğünü mü. Nasıl babasının prensesi olduğunu mu. Ya da, elinin sıcak sudan soğuk suya değmediğini mi bilseydim" Hiçbir şey bilmiyordu. Nasıl bir çocukluk geçirdiğimi. Neler yaşadığımı, ne dayaklar yediğimi, kaç gece aç kaldığımı bilmiyordu. Bilmiyordu çünkü kendi bildiklerini gerçek sanıyordu. "Bana dokundun" dedim, sesim titrerken. "İntikamını almak için bana dokundun" dedim, aklıma geldiğinde gözlerim tekrar dolarken. Bakışları üzerimdeydi, biliyordum. Düşüncelerle aklım dolmaya başladığında nefesim kesildi. Nefes alamadım. Arabanın camını açarak kafamı dışarı çıkardım ve derin bir nefes aldım. camdan geri çekilip arkama yaslandım. Kafamı çevirip ona baktım. "Pişman değilsin..." derken sesimde de gözlerimde de kırgınlığın her bir zerresi vardı. "Yaptığım hiçbir şeyden pişman olmadım" derken sesi gayet net çıkmıştı. Konuşsun isterdim fakat konuşunca ağzından çıkan her bir söz felaketim olurdu... Daha fazla sesimi duymak istemez gibi radyoyu açtı. Kafamı arkama yasladığımda camdan dışarıyı izlemeye başladım. Susmuştum, sessizdim ama içimde bie fırtına kopuyordu. "Yanıyor evim aklıma düştüğün an, Nefret ediyorum senden o zaman, Biliyorum eskisi gibi olamaz artık hiçbir zaman." Sol gözümden yanağıma doğru bir yaş süzüldü. İzin verdim gözyaşlarımın akmasına. Engel olmadım. Tutmadım. Aksın istedim. İçimdeki her şey bir göz yaşı olarak akıp gitsin istedim. "Yanıyor evim seni çok özledim tamam, Nefret ediyorum kendimden o zaman, Biliyorum eskisi gibi olamaz artık hiçbir zaman..." Gözlerimi yumduğumda bir yaş daha aktı gözümden. Canım yanıyordu. Canım o kadar çok yanıyordu ki hiçbir şey canımın yanmasını dindiremezdi. Doğduğum günden bu yana o kadar çok şey yaşamıştım ki. Onca acıya göğüs germiştim ki, karayelin bana yaptıkları onların yanında bir hiç sanardım. Ama dün gece ve bu gece olanlar... Düşünmezdim. Yemin ederim ki onun bana bunu yapacağını düşünmezdim. İntikamını almak için beni böyle yerle bir edeceğini bilemezdim. Beni, yerle bir etmişti. Karayel, beni mahvetmişti. Felaketim olmuştu. Karayel, bu gece Nefesin katili olmuştu. Katilim. Yandın Nefes. Sen bu gece yandın. Küllerinle beraber yandın. Senden geriye küllerin bile kalmadı. El birliğiyle seni öyle bir yaktılar ki, adın bile kalmadı geriye. Acımadılar ki sana. Sana öz baban acımadı. El oğlu mu acıyacaktı sana. Ne umdun, neyi umut ettin. Sen yine umut mu ettin? Unuttun mu sahi, tüm Umutlarının öldüğünü unuttun ve kendine tutunacak yeni bir umut mu buldun. Hayır Nefes. Sil hepsini. Umutlar öldürür insanı. Seni umudun öldürdü. Öldün Nefes, istediğin kadar inkar et sen bu gece öldün. Gerçi, ne zaman yaşadın ki, değil mi? Kendine acı Nefes. Kimse sana acımamışken kendine acı. öldüm. Gerçekten. Gerçek anlamda. Sahiden. Öldüm. Sare Karayel; İçine düşen kurtla ne yapacağını, nereye gideceğini, kimi arayacağını bilemeyen Sare gecenin bir yarısı soluğu onun kapısında almıştı. Numarası yoktu telefonunda, arayamadı. Bir tek evini biliyordu, evine geldi. Gecenin bu vakti dışarıda tek başına olmak onu fazlasıyla geriyordu. Ürkek bakışlarla etrafına bakıldığında elini kaldırıp kapıyı çaldı. Merakla kapının açılmasını bekledi. Evin ışıkları yanmıyordu. Uyuyorlar diye düşündü. Kapı da açılmamıştı zaten. Arkasını dönüp geri evine döneceği sorada kapının açıldığına dair bir ses işitti. Hatice teyze olmamasını umarak arkasını tereddütle döndüğünde kapının önünde Çınarı görünce rahat bir nefes aldı. Omuzları rahatlıkla çöktüğünde yüzüne değen saçlarını eliyle kulağının arkasına sıkıştırdı. Gözleri uykulu bakıyordu Çınarın. "Sare?," dedi uykulu sesi. Onu uykusundan uyandırdığı için mahçup bir ifade aldı Sarenin yüzü. "Bu saate ne işin var burada?" Diye sordu Çınar, uykulu gözlerini ovuştururken. Alt dudağını dişledi Sare. "Şey, bu saate rahatsız ettim ama. Ben dün geceden beri abim ve Nefese ulaşamıyorum. Nefes telefonunu evde bırakmış. Abimi de arıyorum fakat telefonu kapalı. Babaannem ve babam çok meraklandı. Gidecek kimse yoktu... senden başka" İçine bir kurt düşürdü Sare Çınarın. Yaman ona herhangi birşeyden bahsetmemişti. Bir diğer detayı nasıl söyleyeceğini bilemedi Sare, ama söylemeden de edemedi. "Abim, Nefese birşey yapmış olabilir mi?" Diye sordu endişeyle. Biliyordu, abisinin intikam istediğini biliyordu. Biliyordu ama Nefese birşey yapmasını istemiyordu. "Yapmamıştır değil mi? İntikamını o masum kızdan almamıştır dimi Çınar abi?" Düşüncesiyle bile gözleri dolmaya başladı Sarenin. Ne diyeceğini bilemedi Çınar. Karşısında gözleri dolan kıza sıkıntılı bir nefes vererek baktı. "Yapmamıştır Sare. Abin o kızın masum olduğunu biliyor. Sırf babası yüzünden bir masumun canını yakmaz abin." Derken, kardeşinden emindi Çınar. İntikamı gözünü bürümüş olabilirdi ama kardeşinin o kıza zarar vermeyeceğini biliyordu. Doğdukları günden beridir birlikteydiler, birlikte büyümüşlerdi. Çocuklukları ve ergenlikleri birlikte geçmişti. Üniversiteye kadar aynı okula gitmiş, aynı sınıfta, aynı sıraya oturmuşlardı. Ondan daha iyi kimse tanıyamazdı kardeşini. Emindi, biliyordu. Yaman o kızın kılına bile zarar vermemişti. içi bu yüzden sonuna kadar rahattı. Fakat Sare için durum pek de öyle değildi. Dünden beri beyninin etini kemiren düşünceleriyle kafayı yemek üzereydi. Abisi nerede bilmiyordu. Nefes neredeydi bilmiyordu. Abisi telefonun açmıyor, Nefesim telefonu yanında değildi. Ve ikisi de dün geceden beri ortalıkta yoktu. İmkansızdı. Sare için kötü ihtimalleri düşünmemek imkansızdı. Nefes Soykan; Hangi geceler sabaha çıkmazdı. Kaç gece, ayı bırakıp yerini güneşe bırakmazdı. Bu gece sabah olmadı. Saatler günler gibi, dakikalar saatler gibi hiç geçmedi. Ay, yerini güneşe bırakmak istemedi. Yıldızlar gökyüzünden çekilmek istemedi. Bu gece öyle bir geceydi ki. Tüm kasketiyle varlığımı sarmıştı, ruhuma kadar. Derin bir sessizlik, ama çokça acı dolu çığlık. Kimin çığlıklarıyla bunlar. Geceyi sabah etmeyen haykırışlar kime aitti mesela. Dili düğümlenmiş bana mı aitti? Susmuş, konuşmaya gücü olmayan bana mı aitti gece boyu susmak bilmeyen çığlıklar. Gözlerimden akmayan yaşlar mı haykırıyordu yoksa. Bırak da akalım, sende kurtul bizde kurtulalım diye mi haykırıyordu gözyaşlarım. Kulaklarım zira istemiyordu bu acı dolu çığlık ve haykırışları işitmek, eşlik etmek. Fakat ne kadar kulaklarımı tıkamak istesem de tanıdık olduğum sesi duymaya devam ediyordum. İnsan, kendi haykırışlarına duyarsız kalamıyor. Susuyorum, konuşmuyorum, ağlamıyorum fakat içim büyük bir isyandan. Ruhum acı çekiyor. Canı yanıyor ruhumun. Kanıyor. O kadar çok kanıyor ki, kanları avuçlarımda görebiliyorum. Bir kesik açılmış kalbimde ve üzerine tuz serpilmiş gibi. Öyle derinden öyle ince ve öyle can yakıcı bir acı ki. Tarifi yok. Kan oluk oluk akıyor kalbimden, ve hiçbir şey durduramıyor kanamayı. Sözler kifayetsiz. Hangi söz kanamayı durdurabilir. Hangi sarılış kesiği kapatabilir. Hiçbiri. Bu yara asla kapanmaz. Kapanmak istemez. Çünkü yara, bu geceye ait. Bu geceye... Gözlerimi camdan çevirmeden yolu izlemeye devam ediyordum. O ne yapıyordu bilmiyordum. Çünkü yola çıktığımız andan bu yana kafamı çevirip ona bir kere olsun bakmamıştım. Bakmayacaktım. Ondan nefret ederken ona bakamazdım. Gözlerine bakmak ona olan nefretimin artamasında başka birlere yaramazdı. Hem, bakıp da o gözlerde farklı ne görecektim. Acımasız ve duygusuz gözlerinde ne görecektim. Bakmamak en iyisiydi. Gözleriyle göz göze gelmemek bana daha da zarar vermezdi belki. Gerçi, daha ne kadar zarar görebilirdim bilmiyorum. Gözlerimi kapattım, uyumayı seçtim. Uyuyup tekrar uyanmamayı. 😔 Yüzümü hedef almış, tüm ışığını gözlerime dikmiş güneş ışığıyla gözlerimi araladım. Elimi yüzüme siper ederek güneşten korunmaya çalıştım. Yerimde kıpırdandığımda sırtımda kesik bir ağrı hissetim. Kafamı çevirdiğimde boynuma bir kramp gibi saplanan ağrıyla elim boynuma gitti. Bütün bir gece aynı yöne dönük uyuduğum için boynum tutulmuş olmalıydı. Yanımdaki bedene değdi gözlerim. Kafası benim olduğum yöne dönük bir şekilde kafası omzuna düşmüş uyuyan karayeli gördüm. Bakışlarım ondan kayıp camdan dışarı değdiğinde, arabanın yolun kenarına par edili olduğunu farkettim. Bakışlarımı tekrar ona çevirdim. Kafamı, koltuğun baş kısmına yaslayarak yüzünü incelemeye başladım. Yarasında gezindi bakışlarım. Sol kaşının biraz gerisinden başlayıp, elmacık kemiğine kadar uzanan, bir iz vardı yüzünde. Derisine kazınmış gibi duruyordu. Bir bıçak kesiği gibi, derin bir kesik gibi. Kaşından başlayıp elmacık kemiğine kadar uzanırken içe doğru hafif bükülen bir iz. Nasıl olmuştu bilmiyordum. Sorduğumda ondan bir cevap alamamıştım. Elim yarasına uzandı. Parmaklarım o ize dokunmak için can atıyor gibiydi. İze dokunacağım esnada buna engel oldum. Avucumu kapattım ve elimi yüzünden geri çektim. Devam ettim yüzünü incelemeye. Gözleri kapalıyken, kirpikleri daha da uzun gözüküyordu sanki. Çıkmaya başlamış sakalları, bir kalemle çizilmiş gibi duran yüz hatlarını daha da belli ediyor, ona ayrı bir hava katıyordu. Kahverengi, dalgalı saçlarında gezindi bu sefer gözlerim. Saçları çok güzeldi. Bir kere olsun dokunup, saçlarını okşamak için nelerimi vermezdim. Uyurken, masumdu. Karayel, uyurken çok masumdu. Uyanıkken masumluk denen şey yoktu onda. Keşke... keşke hep uyusaydı. Daha zararsızdı böyle. Kusursuz yüzüne son bir kez daha baktım. Hiçbir kusur yoktu yüzünde. Sanki, her bir zerresi özenilerek yaratılmıştı adam. Olduğu yerde kıpırdanmaya başladığında hızla öbür tarafa döndüm. Bir kaç uyku mırıltıları duydum ondan. Yerinde daha çok hareketlendi. Sanırım uykusundan uyanmıştı. Dönüp bakmadım daha ona. Ama uyandığını anlamıştım. Bir kaç dakika sonra arabanın çalıştığına dair bir ses duyunca, uyandığımda kapalı olan camı açtım. Onunla konuşmak istemiyordum fakat ne zaman bu çekilmez yolun sona ereceğini merak ediyordum. "Daha ne kadar var?" Diye sordum dönüp ona bakmadan, donuk bir sesle. "Bir iki saat kaldı" cevabını verdiğinde kafamı sallamakla yetindim yalnızca. Yarım saat daha sessizce devam ettikten sonra aramızdaki sessizliği bozan taraf o oldu. "Birşeyler alacağım yememiz için" dediğinde ellerimi karnımda birleştirdim. "Ben aç değilim, birşey yemeyeceğim. İstiyorsan kendin için al" dedim hala camdan dışarı bakarken. Sıkıntılı bir nefes verdiğini duydum. "İki gün oldu Soykanın kızı. Aç kalıp kendini öldürmeye mi çalışıyorsun?" Diye sorduğunda omuz silktim. "Dün gece izin verseydin ölecektim zaten" dedim. "Ölmeye yemin mi ettin Soykanın kızı?" "Ölüm beni kendine istiyor Karayel. Müsade etsen de kavuşsak" "Ölmek o kadar kolay değil," bakışlarını bir kaç saniyeliğine üzerimde hissettim. "Hele senin ölmen, o hiç kolay değil" dediğinde kafamı çevirip ona baktığımda onunla göz göze geldim. "Ölmeyi isteyen birini hayatta tutamazsın Karayel," bir nefes aldım. "Çünkü ölmeyi isteyen her ne olursa olsun ölür. Onu yaşatmaya senin bile gücün yetmez" kafamı tekrar aynı yöne çevirip camdan dışarıyı seyretmeye devam ettim. "Önüne bak karayel, bana değil" bakışlarını benden ayırdığının farkındaydım. Ama sanki dönüp bana bakmak işitiyormuş gibi bir şey sezdim onada. Sözlerimin onda bir etki yaratacağını sanmıyordum. Bir kulağından girip ötekinden çıktığına emindim. Trabzona varana kadar sessizlik vardı yine. Bir uçurum vardı ve o uçurumun bir tarafında ben ise diğer tarafında gibiydim. O uçurum asla kapanmayacaktı. İkimizden biri diğerinin tarafına geçmeyecekti. İki tarafta kendi yerlerinde kalıp, uçurumun daha da açılmasını bekleyecekti. Çünkü aramızdaki uçurum, ikimizi de içine çekmeden kapanmayacaktı ve ikimizde aynı uçuruma düşmek istemiyorduk. Araba karayel konağının bahçesinin önünde durduğunda arabadan inmek için bir hamlede bulunmadım. Karayel anahtarı alıp arabadan indiğinde ben hala arabanın içindeydim ve inmek gibi bir niyetim yoktu. Ben onun gittiğini sandığım esnada arabanın kapısı açıldı. Kafasını eğere arabanın içine doğu uzandı. Gözlerini üzerime diktiğinde kafamı geriye çekerek ondan uzak durmaya çalıştım. "İnmeyi düşünmüyormuşum?" Diye sordu gözlerini kısmış bir şekilde bana bakarken. Kafamı iki yana salladım. O eve gelmeyeceğim. "O eve gelmeyeceğim karayel" dedim kendimden emin bir dille. "Kendin mi inmek istersin yoksa ben mi indireyim seni?" Diye sorduğunda yüzümü buruşturdum. "O kirli ellerinle bana dokunmanı istemiyorum" diyerek doğruldum. "Şimdi çekil" dediğimde öylece durmuş bana bakıyordu. "Karayel çekil" dedim tahmülsüzce. "Sana dokunmak istemiyorum çekil" dedim sinirle. Onu görmek, sesini duymak, bana dokunmasını istemiyordum. Ben, karayeli istemiyordum. Dağılmış bir ifadeyle geri çekildi. Arabadan indiğimde yüzünde garip bir ifade vardı. Tuhaf duruyor, yere bakıyordu. Umursamadan arkamı ona dönerek evlerine doğru yürümeye başladım. Kapısız bahçeden içeri girdim. Bahçenin bir kapısı yoktu. Yalnızca bahçenin etrafı uzun olmayan kısa duvarlarla çevriliydi. Buraya ilk geldiğimde dikkatlice etrafı inceleme fırsatım olmamıştı. Burada yalnızca tek bir ev vardı. O da Karayellerin eviydi. Evin arkasında kalan yeşil, bulutlara kadar uzanan dağlar ve ağaçlar her bir yandaydı, evin arkasında kalarak eşsiz bir görüntü yaratıyordu. Evin karşısı sadece tek taraflı uzun bir yoldu. Karşı tarafta da boylu boyunca uzanan dağlar ve ağaçlar vardı. Doğayı her zaman sevmiştim. Yeşilin görüntüsüne hep hayran kalmıştım ve Karadeniz yeşilliklerle doluydu. Hiç buraları gezme fırsatı bulamamıştım ama yine de çok güzel bir yer olduğuna emindim. Evin kapısına doğru yürüdüğümde eşikteki iki merdiveni çıkarak kapıyı çaldım. Kapıyı açan Sareydi. Karşısında beni gördüğünde gözleri şaşkınlıkla irileşti. "Nefes!" Diyerek boynuma atladığında ellerim ona sarılmak için kalktı. Tam ellerimi ona saracağım sırada geri çekildi. "Çok merak ettim, neredeydin," dediğinde bakışları arkama kaydı. "Neredeydiniz?" Diye düzeltti sorusunu. Bir cevap vermedim. İçeri geçerek ayağımdaki ayakkabıları çıkardım ve merdivenlere doğru yürüdüm. Merdivenleri hızla çıkarak yukarı vardım. Sarenin odasının kapalı kapısının önünde durdum. Gitmedi elim kapının koluna. Tutup da açamadım kapıyı. Yetmedi gücüm açmaya. Cesaret edemedim. Uzandı ama titredi ellerim. Yanıma düşüverdi titreyen ellerim. Gözlerim dolmaya başladı. "Nefes, senin bu halin ne?" Diye soran sarenin sesi doldu kulaklarıma. Titredi göz bebeklerim. Büyük bir hıçkrık çektiğimde daha fazla ayaklarımın üzerinde duramadım. Daha fazla taşımadı beni dizlerim. Çöküverdim dizlerimin üzerine. Ellerim dizlerimin üzerinde durdu. Hıçkırıklarla ağlamaya başladım. Göz yaşlarım göz bebeklerimden akıp avuçlarıma düştüğünde dah da büyük bir şiddetle ağladım. "Nefes" diyerek endişeli bir sesle yanıma çöktü Sare. "Nefes, iyimisin?" Ye sorduğunda hızla kafamı iki yana salladım. "Birşey mi oldu?" Diye sorarken benim için endişeleniyordu. "Abim," derken çekiniyordu. Her ne soracaksa sormaya tereddüt ediyordu. "O sana birşey mi yaptı?" Diye sorduğunda daha da şiddetlendi ağlayışım. Tüm evi inletir derecede yükseldi hıçkırıklarımın sesi. "İntikamını aldı" dedim hıçkırıklarımın arasından zar zor. Yaşlı gözlerimi yumduğumda, "kirletti beni..." dedim. Sarenin gözlerine düşen korkuyu gördüm. Korkuyla titredi göz bebekleri. "Hayır," dedi endişeyle. "Hayır yapmaz" "Yaptı..." diyebildim yalnızca. "Yok Nefes, abim o benim. Yapmaz o" inanmak istemiyordu. Abisinin böyle birşey yapabileceğine inanmak istemiyordu. Gözleri doluyordu. Elimi zar zor kaldırıp titreyen parmağımla onun odasını işaret ettim. "Orada, senin odanda..." devamını getiremedim. Daha da çok ağladım. Bir hışımla çöktüğü yerden kalktı Sare. "Yapamaz, bu kadar ileri gidemez" derlen kendi kendine konuşuyor gibiydi. Hiç beklemeden merdivenleri inmeye başladı. Tek kaldığımda daha çok ağladım. Hıçkırıklarım beni boğmak ister gibi artığında göz yaşlarımı durduracak gücüm yoktu. Ağladım sadece. Tek yapabildiğim şeyi yaptım. Ağladım. 😭 Sarenin yardımıyla birlikte banyoya girdiğimde üzerimdeki kıyafetleri çıkarmış, küvetin içine oturmuş, bacaklarımı kendime çekmiş onları kollarımla sarmış bir şekilde oturuyordum. Musluğu açtı Sare. Suyu ayarladığında duş başlığını kafama tutarak başımdan aşağısının ıslanmasına yardımcı oldu. Su tenime değdiği gibi tekrar ağlamaya başladım. Göz yaşlarım tekrardan akmaya başladığında kendime engel olamıyordum. Saçlarımı geriye çekerken Sareden gelen bir burun çekiş duydum. Kafamı kaldırıp baktığımda onun da ağladığını gördüm. Çiğerlerim parçalanırcasına ağladım. Sare banyo lifini sabunla köpürtüğünde lifi elinden aldım. Kolumu liflemeye başladığımda, onun bana dokunduğunu hatırladım tekrar. Daha hızlı liflerim kolumu. Daha hızlı ve daha güçlü. Derimi yüzmek ister gibi lifliyordum kolumu. Kirliydim. Kendimi kirli hissediyorum. Üzerimden asla atamayacağım bir kir varmış gibi geliyordu bana. Vücudumun her yerini liflerden o kiri üzerimden atmanın derdindeydim. Kirlenmiştim ben. Kirletmişti beni. Masumluğumu yom etmişti. Elimden çalmıştı masumluğumu. Beni kirletmişti.
❄️ Banyodan çıktığımda Sare üzerimi değiştirmem için beni kendi odasına götürmek istediğinde hayır diyerek buna engel olmuştum. Şimdi babaannesinin odasındaydım. Sare, babaannesinin bu gece eve gelmeyeceğini, bir arkadaşında kalacağını ve bu sebeple de benim onun odasında kalabileceğimi söylemişti. Odasından benim için bir kaç parça kıyafet getirmiş ve giyinmem için bırakıp odadan çıkmıştı. Ben üzerimi giyindiğimde tekrar odaya gelip saçlarımı taramak istediğini söyleyip saçlarımı taramıştı ve örmüştü. Pek iyi göründüğünü söyleyemezdim. Benim kadar olmasa da o da kötü bir haldeydi. Sürekli yanımda olmak istiyor, bana destek vermek istiyordu. Sadece bir kere olsun ona abinle mi konuştun diye sorduğumda onun hakkında konuşmak istemediğini söylemişti. Eve ilk geldiğim sırada yanımdan ayrıldığında Karayelin yanına gittiğini anlamıştım. Geri geldiğinden beridir de iyi değildi zaten. Şimdi ise Sareye yalnız kalmak istediğimi söyleyerek bana tek kalmam için izin vermesini istedim. Ne kadar beni yalnız bırakmak istemese de yanımdan ayrıldı. Şimdi Asiye hanımın odasında, yatağına uzanmış, boş boş tavanı seyrediyordum. Ağlamayı bırakmıştım. Çünkü artık alacak göz yaşım kalmamıştı. O kadar çok ağlamıştım ki ciğerlerim parçalanmıştı. Gözlerim ağlamaktan şişmişti. Hıçkırıklarım ve haykırışlarım yüzünden sesim kısılmıştı. Boğazım ağrıyordu. Kolumu havaya kaldırarak kazağın kolunu yukarı sıyırarak koluma baktım. Banyoda bir anlığına krize girerek neredeyse derimi yüzene kadar kendimi lifkemiştim. Kirimden arınmak istemiştim. İlk başka sesini çıkarmak istememişti Sare fakat ben bir türlü durmak bilmeden derimi kızartana kadar kendimi lifleğimde lifi elimden güçlükle alıp beni banyodan zorlukla çıkarmıştı. O kadar çok ağlamıştım ki, göz kapaklarım ağırlaşıyor, kendiliğinden kapanıyordu artık. Gözlerimi yumdum. Sare Karayel, Çınar Vuslateri; Nereye gideceğini, ne yapacağını, nereye sığması gerektiğini bilemeyen Sare, soluğu yine onda almıştı. Çınarda. Gidecek başka bir yer bulamamıştı ki kendine. Derdini anlatacak başka liman yoktu ki ona. Kim anlardı ki onu. Derdini ses etmeden kim dinlerdi Çınardan başka. Limana gelmişti. Nefes onu yalnız bırakmasını istediğinde evde duramamıştı. Kabanını giyinip kendini dışarı atmıştı. Ve farkında olmadan kendini limanda bulmuştu. Limanda çalışıyordu Çınar. Gemi kaptanıydı. Balık kasalarını taşıyan Çınarı gördüğünde çekinerek yanına ilerledi Sare. Aralarında bir kaç adım mesafe kaldığında, "Çınar abi" diyerek Çınara seslendi Sare. Tanıdık gelen sesle elindeki balık kasasıyla arkasını döndü Çınar. Karşısında Sareyi görünce şaşkınlıkla çatıldı kaşları. Elinde taşıdığı kasayı diğer kasaların üzerine bıraktığında, "Sare?" Dedi, şaşkınlığını gizleyemeyerek. Kabanının içinde kaybolan ellerini tutu Sare. Utangaç bir tavırla gözlerini kırpıştırdı defalarca. Her sıkıntıya düştüğünde kendisini onun kapısında bulmak canını sıkmaya başlamıştı. Fakat yine kendisine geldiğini gören Çınar için durum pek de öyle değildi. Çınar sanki hoşnut gibiydi bu durumdan. Sare'ye doğru bir kaç adım atarak kollarından tutu nazikçe. "Sare, sen iyimisin?" Diye sorduğunda eğik duran kafasını iki yana salladı Sare. Çenesini tutup kafasını kaldırdı Çınar. Çınarın gözleriyle göz göze geldiğinde mavi gözleri dolmaya başladı Sarenin. Dudakları titredi. "Çınar abi" diyerek çınara sarıldığında başını göğsüne yasladı Sare. Ne yapacağını bilemedi Çınar. "Abim...," dediğinde ağlamaya başladı Sare. Anlamazlıkla kolları Sare'ye sarılmak için kalktı Çınarın. "Abim intikamını almış" derken hıçkırdı Sare. Kaşları çatıldı Çınarın. "Abin ne yapmış?" Diye sordu anlayamayarak. Burnunu çekti Sare. Daha sıkı sarıldı Çınara. Çınarın sırtına sardığı kolları sıkılaştı. "İntikamını almış..." dediğinde kaşları hala çatılıydı Çınarın. Bir elini sarenin tereddütle beline sardığında, sarı saçlarına uzandı diğer eli. Dokunmaya çekindi ama dokunmak istedi saçlarına. Saçlarına dokunduğunda saçının hiçbir telini incitmek istemezcezine naifçe okşadı saçlarını. "Dur bir ağlama. Önce anlat, ne oldu?" Diye sordu saçlarını okşamaya devam ederken. 🌊 Denizin kıyısındaki taşların üzerinde oturmuştu ikiside. Sare, kafasını Çınarın omzuna yaslamış, ellerini kendine sarmış denizi seyrediyordu. Çınar, ellerini montunun cebine atmış, kafasını omzuna yaslamış kız rahatsız etmemeye özen göstererek hareket etmeden denizi seyrediyordu. Burnunu çekti Sare. Zar zor durdurmuştu Çınar ağlamasını Sarenin. Herşeyi anlatmıştı Sare, Çınar'a. "Masumdu" demişti ağlarken. "Çınar abi, o kız çok masum" demişti. "Abim onun canını yakmış, onu mahvetmiş" diyerek daha da çok ağlamıştı. Onu yalnız bırakıp yanından ayrılana ıltı Çınar. Çünkü Sare iyi görünmüyordu. Oysaki şuan Yamanın yanına gidip onun ağzını yüzünü dağıtmalıydı. Kardeşim yapmaz demişti. Hala daha yapmaz diyordu içinden ama onun ağzını burnunu dağıtmak istiyordu. Onun o kıza dokunmadığına emindi. Ama ne gibi bir bok yediğini bilmiyordu. kafasını çevirdiğinde kafasını omzuna koymuş Sareye baktı. İstemeden bir gülümseme oluştu suratında. Aklına küçüklükleri geldi. Yaman, Sarenin canını her sıkacak birşey yaptığında Sare koşa koşa Çınara gelir, ona ağlar, abisine diyemediği herşeyi Çınara anlatır, başını tıpkı şuan olduğu gibi Çınarın omzuma yaslar, ağlardı. O anlar aklına geldikçe yüzündeki gülümsemesi derinleşti Çınarın. Kaç yıldır görmediği kızı tekrar görmüştü. Ve o kız hiç değişmemişti. Yine abisi yüzünden ona gelmişti, ona anlatmıştı, ona ağlamıştı ve kafasını yine onun omzuna yaslamıştı. İçi kocaman bir huzurla doldu Çınarın. Sarenin küçükken olduğu gibi kafasını onun omzuna yaslaması içinde sanki bir sıkıntı vardı da onu alıp götürmüş gibiydi. Sareyse canı sıkkın olmasına rağmen olduğu yerden memnun gibi duruyordu. Nefes Soykan; İçimdeki yangını söndürmek için odadan çıkıp mutfağa gelmiştim. Bardağa doldurduğum bir bardak suyu içtiğimde kıca bir oh çekmiştim. Bardağı tezgahın üstüne bırakıp mutfaktan çıktığımda Asiye hanımın odasına gidecektim. Ama vazgeçip salona gitmek istedim. Salondan içeri adımımı attığımda elinde gazete kağıdını açmış, salondaki tekli koltuklardan birine oturmuş ve bacak bacak üstüne atmış Karayeli gördüm. Anında salondan çıkmak için geri döndüğümde, "Ne o babasının prensesi, yoksa beni görmeye tahammülün mü yok?" Diye soran ukala sesini duyduğumda göz devirmeden edemedim. Bıkkın bir nefes verdiğimde, "Hiç seni kaldıracak kafada değilim Karayel" diyerek bir adımd aha atacağım esnada, yine onun sözleriyle durdum. "Yoksa babasının biricik kızı, yaptıklarımı ve yaşadıklarını kaldıramadı mı?" Diye sorarken sesi fazlasıyla yapmacık çıkmıştı. Kafamı çevirip hayret edercesine ona baktığımda yüzünü kapatan gazeteyi indirip katladı. "Canımı sıkmak için çabalıyorsan zaten yeterince sıktın Karayel" dedim. Katladığı gazeteyi koltuğun üzerine bıraktığında ayağa kalktı. "Prenseslerin canı sıkılırmıymış" tahmilsüzce bir nefes daha aldım. "Ağlayacak mısın babasının kızı" dediğinde sabrımın sınırlarını iyice zorluyordu. Patlama noktasındaydım ve o patlamam için elinden ne geliyorsa yapıyordu. Ukala bir tavırla karşımda dikildiğinde başıma ağrı arkadan arkadan vuruyordu. "Babasının prensesi, öylemi?" Dedim hayretle. Kafasını sallayarak beni onayladı. "Babasının prensesi." Güldüm. "Gerçekten beni Selim Soykanın biricik kızı olarak mı görüyorsun?" Diye sordum gözlerime inanamayarak. "Babasının prensesi, babasının ilk gözağrı, babasının biriciği, babasının kıymetlisi Nefes Soykan. Öylemi" derken kendimi tutamıyordum. Ve artık kendimi tutmam için elimde hiçbir neden kalmamıştı. Gözüme koltuğun üzerindeki katlı gazete takıldı. Üzerinde bir akşam yemeğinde çekildiğimiz Selim Soykan'la birlikte yalandan sevgi dolu baba kız fotoğrafımız vardı. Karayelin yanından geçerek o gazeteyi aldım. "Bu mu, sana böyle düşündürten bu fotoğrafım." Diyerek elimdeki gazeteyi ona doğru uzattım. "Bu, samimiyetsiz, sahte ve yalandan mutlu baba kız fotoğrafı mı?" Alayla güldüm. "Senin hiçbir şey bildiğin yok. Eğer bilseydin benim Selim Soykanın biricik kızı olmadığımı da bilirdin. Onu en kıymetlisi, en kıyamadığı değilde, gözünde en değersiz olduğumu bilirdin. Kıyamadığı değilde, tek kıydığı olduğumu bilirdin. Eğer bilseydin, onun bana değer vermek yerine, gözünden sakınması yerine beni gecelerce aç bıraktığını bilirdin. Ama bilmiyorsun," dediğimde hiç durmadan konuştuğum için nefes nefese kalmıştım. Karayel anlamaz gözler ve çatık kaşlarla bana bakıyordu. "Bilmiyorsun ki. Sen onun beni gecelerce aç bıraktığını, bodrumlara, odalarla günlerce aç susuz kapattığını bilmiyorsun ki. Eşşek sudan gelinceye kadar hiç acımdan beni dövdüğünü bilmiyorsun ki. Sen onun benden nasıl nefret ettiğini bilmiyorsun. Yüzümü görmeyi, sesimi duymayı geçtim. Nefesimi duymaya tahammül edemediğini bilmiyorsun ki. Doğduğum günden beridir beni sofrasına buyur etmediğini bilmiyorsun. Kendisi bolluk içinde yaşarken, vana yokluk çektirdiğini bilmiyorsun" elimdeki gazeteyi gözüne tuta tuta salladım. Omuzlarının çöktüğünü gördüm. Gözlerine suçluluk bindi sanki. "Sen bu gazetelerde, dergilerde, mazgezinlerde gördüğün yalancı, sahte mutlu baba kız ve aile fotoğraflarını biliyorsun sadece. Sen gerçeği bilmiyorsun ki. Sen onun beni sırf aile mesleğinin devamı için hukuk okumaya zorladığını bile bilmiyorsun ki. Oysaki ben... ben anaokulu öğretmeni olmak istiyordum. Ama o buna izin vermedi. Hayatımda hiçbir şeye izin vermediği gibi hayallerime de izin vermedi. Sizin o haberlerde gördüğünüz özgür Nefes Soykan değilim ben. Evin bahçesinde, kapının önünde bin tane korumayla büyüdüm ben. Okul dışında, yemek davetleri dışında dışarı çıkmam yasaktı ki benim. Ben yanımda iki korumasız okula bile gidemiyordum." Gözlerini gözlerimden kaçırdı. O gözlerini benden kaçırdı ama ben gördüm. Gözlerindeki suçluluğu gördüm. "Sen benim Selim Soykanın en değerlisi olduğumu sanarak intikamını benim üzerimden aldın... beni kirlettin ama... ama ben onun en değersizim be karayel. Sen anlamadın. Sen anlamadın ki. Benim canımı yakman onun umrunda değil ki. Tam tersi, benim canımı yakman onun hoşuna gitmiştir. Sen dün gece gelmeseydin o babasına verdiği sözü tutup gözünü bile kırpmadan beni öldürecekti." Yerin dibine girmek ister gibi bakıyordu gözleri. Gözlerinde pişmanlık vardı. Karayel pişmandı. "Ben Selim Soykanın, tabağında kalan yemek artığı bile değilim hayatında. Sen," dedim son kalan nefesimle. "Sen intikamını en yanlış kişiden aldın. Çünkü ben Soykanların en değersiziyim." Gözlerim dolmaya başladığında omuzlarım çöktü. Pişmandı, bunu gözlerinde görebiliyordum. Ama pişmanlık, iş işten geçtikten sonra hiçbir şeye yaramıyordu. "Bilmiyordun sen karayel, kimsenin beni anlamadığı gibi... beni sen de anlamadın. Ve beni anlamadan canımı çok yaktın. Canımı öyle çok yaktın ki, hiçbir şey o yangını söndüremiyor." Dolu gözlerle gözlerine baktım. "Hiçbir şeyin gücü yetmiyor içimdeki yangını söndürmeye..." sözleri tükendiğinde elimdeki gazeteyi yere attım. Omzuna çarparak yanından geçtiğimde gözümden alan bir damla yaşı elimin tersiyle silerek salondan çıkıp merdivenlerin karşısındaki Asiye hanımın odasına girdim.
😣🌑 Saatler akşamı bulmuştu. Sare hala eve gelmemişti. Karayelle olan konuşmadan ve içimde ne var ne yoksa dilimin ucunda dışarı döktükten sonra odaya girmiştim ve o saatten beri odadan çıkmamıştım. Yatakta oturmuş saçlarımla uğraşıyordum. Karnım gurulduyordu fakat onu birşeye saymayıp hiçbir şey yemiyordum. Sarenin nerede olduğunu merak ediyordum. Bu saate kadar neredeydi ve neden gelmemişti bilmiyordum. Bütün bir gün odanın içinde dört duvarla birlikte durmak canımı sıktığından yataktan kalkıp yatağın yanındaki terlikleri ayağıma giyindim. Odanın kapısını açtığımda ilk başta etrafa bakındım. O evde görünmüyordu. Odadan çıktığımda evin kapısına doğru ilerledim. Kapıyı açtığımda ayağımdaki ev terliklerini aldırış etmeden eşikten geçtim. İki basamaklı merdiveni inip bahçeye çıktığımda, anında yüzüme bir tokat gibi esen rüzgarla açık saçlarım geriye savruldu. İçim titrediğinde üzerime birşey almamıştım. Kollarımla kendimi sarıp kollarımı ellerimle sıvazlayarak ısınmaya çalıştım. Bahçede yürümeye başladım. soğuk havada, beni iliklerime kadar üşüten rüzgarın eşliğinde bahçede gökyüzüne bakarken bir kaç tur attım. Yıldızlar gökyüzünü dört bir yandan sarmıştı. Gökyüzünün bu yıldızlarla çevrili haline bayılıyordum. Kafamı evin o tarafa çevirdiğimde kapının tahta kısmına omzunu yaslamış bir şekilde duran ve bana bakan karayeli gördüm. Bıkkın bir nefes verdiğimde onu umursamadan bahçede yürümeye devam ettim. Bana doğru geldiğini farkettiğimde onunla yüz yüze gelip konuşmak istemiyordum. Yanından geçeceğim esnada beni kolumdan yakalayarak durdurdu. "Çek elini üzerimden!" Diyerek çıkıştığımda afallayarak elini çekti kolumdan. "Tamam, sana dokunmuyorum" derken sanki bir suçluymuş gibi ellerini havaya kaldırmıştı. Ters bakışlarla ona bakıyordum. "Konuşmak istiyorum" dedi, daha önce yabancısı olduğum bir nezaket ve sakinlikle. "Benim seninle konuşacağım hiçbir şey yok" diyerek gitmek istediğimde önüme geçerek beni tekrar durdurdu. "Lütfen, izin ver. Sana herşeyi anlatayım" dediğinde kafamı kaldırıp ona baktım. Kaşlarımı çatarak, "Ne anlatacaksın ki sen bana" dedim ters bir sesle. "O geceyi" dediğinde o geceyi tekrar haztırladığımdan olduğum yerde irkildim. sustuğumda anlatmasını bekliyordum. Onu dinleyeceğimi anlayınca söze başladı. "O gece hiçbir şey olmadı. Sana dokunmadım" dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı. "Bana dokunmadın mı? O sabah ben o yatakta seninle birlikte uyandım Karayel" diye yükseldim bir anda. sıkıntılı bir nefes verdi. "Sana dokunmadım. Sadece o gece gelip yanına uzandım." Dediğinde şok içindeydim. "Uyandığmda üzerimde gece yatarken olan kıyafetler yoktu!" Diye bağırdım. "Sen aramızda birşey oldu zannet diye üstündekileri çıkardım ve onu giyindirdim." Ağzım hayretle açıldı. "Sana bakmadım. Gözüm bir an olsun vücuduna değmedi." Dediğinde ona inanmak istiyordum ama bir yanım ona inanamam gerektiğini söylüyordu. "Sana inanmıyorum" dedim kollarımı göğsümde birleştirdiğimde. Bir adım atarak bana yaklaştığında bir adım geriledim. "Sana dokunmam soylanın kızı. Dokunamam. Sen izin versen bile ben sana dokunamam." Dediğinde gözler doğruyu söylüyor gibi bakıyordu. Yaşan söylüyor gibi durmuyordu. Benden nefret ediyordu. Benden nefret ederken benimle birşey yaşamasını düşünmemiştim ilk başta. "İntikamın için" dediğimde, "intikamım için" dedi. Kafamı eğdiğimde bakışlarım sol elimdeki yüzük parmağımdaki yüzüğe değdi. "Sahte evliliğimizin nedeni madem senin intikamındı ve bu sahte evliliğin aramızda oluşturduğu hiçbir bağ yok," dediğimde parmaklarım, parmağımda takılı olan yüzüğün üzerinde gezindi. Karayelin bakışlarının da parmağımdaki yüzükte olduğun farkındaydı. Aklıma nikah günü söylediği sözler düştü; "Bu yüzüğü sakın parmağından çıkarma Soykanın kızı. Bu evlilik sahte bile olsa bu yüzük parmağından çıkmayacak" "O halde bu yüzüğü takmamın bir anlamı da yok" parmağımdan yüzüğü çıkardığımda avucumun içinde tutum yüzüğü. Karayelin eline uzanarak elini tutum. Avucumdaki yüzüğü avucunun içine bıraktım. Avucunu kapamadı. Avucu kapanmak istemedi fakat ben parmaklarına dokunarak avucunu kapattım. Kafamı kaldırıp gözleriyle göz göze geldiğimde duygusuzca bakıyordum gözlerine. "Ve bir daha, bana Soykanın kızı deme" Bakışlarım yüzüğü çıkardığım parmağıma kaydı. "Mühür çözüldü..." diye mırıldandım kendi kendime. Parmağıma mühürlediğim yüzüğün, mührünü kopardım... Artık konuşacak hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Hiçbir şey. Karayelin yanından ayrılıp eve doğru yürüdüm. Evden içeri girdiğimde ayağımdaki altı pislenmiş terlikleri çıkartıp Asiye hanımın odasına yürüdüm. Odadan içeri girdiğimde kapıyı arkamdan kapadım. Sırtımı kapıya yasladığımda gözlerimi yumup titrek bir nefes verdim. Gözlerimi açtığımda elimi kaldırıp boş parmağıma baktım. Ben, o yüzüğe umut bağlamıştım. Oysaki o umut başından ölüydü. Yaman Karayel; Saatlerdir Soykanın kızının avucuna bıraktığı yüzüğe bakıyordu Karayel. Sözlerinin ona etki etmemesi gerekiyordu ama öyle konuşmuştu ki her bir sözü Karayelin boğazına bir yumru gibi oturmuştu. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Aklının karışmaması gerekiyordu ama o kız aklını karıştırıyordu. Yerinde duramıyordu. Sıkıntıyla oturduğu yerden kalkıp eve doğru yürüdü. Aralık kapıdan içeri girdiğinde ayağındaki ayakkabılarını ayağından çıkarıp bir kenara bıraktı. Gözleri Nefesin kaldığı odaya takıldı. Bakışları avucunda tuttuğu yüzüğe değdi. Ne yapacağını biliyordu. Yapacağı şey belliydi. Adımlarını o odaya doğru attı. Kapının kolunu tutarak aşağı çekti ve sessizce kapıyı araladı. Sare de Nefesle birlikte bu odada kalıyordu. Sare'ye de gerçekleri anlatması gerekiyor, kardeşinin de gönlünü alması gerekiyordu. Odadan içeri sessiz adımlar attı. İkisi de uyuyordu ve onları uyandırmamak için sessiz olmaya çalışıyordu. Nefesin yattığı tarafa gitti. Kızın yanına yanaştığında yatağın yanında yere çöktü. Dizlerinin üzerinde ayakta dururken bakışları kızın yüzünde gezindi. Yüzüne düşen bir kaç tutam saçı alıp kızın kulağının arkasına sıkıştırdı. Eli yanına düşmüştü kızın. Karayel boş yüzük parmağına baktı Nefesin. Daha sonra avucunda taşıdığı yüzüğe avucunu açarak baktı. Yüzüğü alıp kızın elini tutu. Yüzüğü kızı uyandırmadan parmağına taktı. Bakışları kızın yüzüne değdiğinde, "Mühürü çözemezsin, Deni kızı" diye fısıldadı. Bakışları tekrar kızın parmağına taktığı yüzüğe değdi. Mühürlüydü yüzük Nefesin parmağına, ve mühür, çözülemezdi. Ayyyyyyyyyyyyy. Bölüm nasıldı? Bölümü oylayıp bolca yorum yaparsanız çok sevinirim. Sare ve Çınar hakkında ne düşünüyorsunuz? Nefes ve Yaman pekiiiii |
0% |