@umutkirintisiniyaz
|
o
Bölümü oylayıp yorum yaparsanız sevinirim. keyifli okumalar dilerim. ınstagram/ umutkirintisi_
"Sesini annene, seni doğuran kadına bile duyuramıyorsan başkalarının senin haykırışlarına kulak asmasını bekleyemezsin, küçük" Boşadır bazı çırpınışlar, bazı savaşlar ve bazı haykırışlar. Boşadır akan gözyaşları. Boşadır yalvarmalar, boşadır kaçmalar. Tüm çabaların sonunda yine başladığın yerdeysen eğer, neye yarar bu çabalar. Sesini kimseye duyuramıyorsan, gözyaşlarına kimseyi inandıramıyor, acına inandıramıyorsun neye yarar ki. Sağırsa tüm kulaklar senin sesine, lalsa tüm diller sana. Kalbinin kırıklığını göremeyecek insanlara ne için yalvarırsın ki. Seni ölüme terkedenlere seni yaşatsınlar diye neden yalvarırsın. Kaçamazsın, göçemezsin ama ölürsün. Ellerinde can verirsin. Yine duyurmadım ya ben haykırışlarımı, yalvarışlarımı kimseye. Yanarım yanarım işte buna yanarım. Beni duymayanın yalnızca beni doğuran kadın olduğunu sanardım fakat bana tüm dünya sağırmış da ben sadece annemi görmüşüm aralarından. Bir tek o çarpmış gözüme. Baktım etrafıma, kafamı kaldırdım "kuzgun!" Diye bağıranlara baktım. Sanki hepsi canlarını ortaya koymak ister gibi tek bir adama bakıp kuzgun diye bağırıyordu. Ve o adam da benim karşımda duran adamdı. Ne için gözlerini bir saniye olsun üzerimden ayırmıyordu. Kadın bana inatla eldivenler uzatırken ben onları alıp elime takmayı reddettim. Karşımda duran adama doğru bir kaç adım attığımda tek kaşı hayretle havalandı. Tüm bu bağırttı çağırdıysa rağmen onun karşısına geçtiğimde bir sessizlik oluştu. "Gerçekten benmi?" Dedim şaşkınlık ve hayretle işaret parmağımla kendimi gösterirken. "Kendine rakip olarak gördüğün benmiyim" istemsizce güldüm. "Bu bir şaka değil mi?" İstifini hiç bozmadan bana tepeden tepeden bakıyordu. "Sen kimsin? Ve benim bu saçma yerde ne işim var." Diye sorduğumda bir adım atarak bana yaklaştı. Kolunu kaldırıp elini şıklattığında bir anda "kuzgun!" Diye bağırılmaya başlanmıştı. Kolunu geri indirdiğinde ise sesler susmuştu. "Duyduğun gibi, kuzgun" diyerek kendini tanıtmış oldu. Kuzgun ne be, kuzgun diye isim mi olurdu. Belki de lakabıydı, bilemezdim. Arkamı dönüp kapıya ilerlediğimde onun sesi beni durdurdu. "Böyle önemli bir geceyi bozmana izin verecek değilim küçük. Köşene geç ve sadece seyret." Arkama bir bakış attığında kafesin ben tarafındaki kapısı açıldı ve beni kolumdan tutup buraya zorla getiren adam bana doğru yürümeye başladı. Ben geri geri adımlarken o bana doğru gelmeye devam ediyordu. "Gelme üstüme" diyet sayıklayarak geriliyordum. "Gel-" diyecek oldum ki sırtımı birşeye çarpana kadar. Kafamı kaldırıp baktığımda kafasını üzerime eğmiş bana bakan Kuzgunu gördüm. Suratında çok saçma bir sırıtmış vardı. Daha ben ne olduğunu anlamadan, kolumdan tutup çekiştirilmeye başlanmıştım bile. Beni buraya getiren adam kolumu sıkıca tutmuş beni peşinden sürüklüyordu. Kafesten çıkmıştım. Kafesin önünde duruyordum. Etrafımda bir sürü adam vardı ve ben beni kolumdan tutup beni asla bırakmayan adamla birlikte tam kafesin önünde durmuş, Kuzguna bakıyordum. Bir anda "Çita!" Diye tezahüratlar yükselmeye başlandığında kalabalığın arasından hafif kilolu, fazla kaslı kel bir adam gelmeye başladı. Adam az önce benim çıktığım kapıdan kafese girdiğinde, bana boks eldivenlerini uzatan kadın eldivenleri bu sefer de o adama uzattı. Adam eldivenleri takarken bakışlarım Kuzguna kaydı. Ben kafesteyken ellerine taktığı boks eldivenlerini çıkartmıştı. Onlar yerine ellerine siyah bandaj sarıyordu. İkiside sanırım artık hazırdı. Çita diye hitap ettikleri adam Kuzgunun üzerine yürümeye başladığında Kuzgun onun tersine Çitanın etrafında dönüyordu. Ağır adımlar atıp kollarının birini aşağıda, birini de onun üzerinde yüzüne yaklaştırmış, yumruklarını tam anlamıyla sıkmadan adamın etrafında dönüyordu. Çita denen adam ise yumruklarını sıkmış, avını biran önce yakalamak ister gibi bakıyordu Kuzguna. Birbirlerine yaklaştıklarında Çita Kuzguna yumruk atmak için yumruğunu yüzüne savunduğunda kafasını sağa eğerek yumruğundan kurtuldu Kuzgun. Çita hiç beklemeden diğer tarafa bir yumtuk savunduğunda Kuzgun kafasını geri iterek bu yumruktan da kurtuldu. Çitanın suratından bu duruma katlanamadığı belli oluyordu. Bir yandan "Çita!" Bir diğer yandan da "Kuzgun!" Diye tezahüratlar yapılırken, ilk yumruğu kimin atacağı anlaşılan buradakiler için merak konusuydu. Tam o esnada, Çita Kuzgunun kendini geri çektiği esnada sağ yanağına sert bir yumruk indirdi. Kafası yana savrulan Kuzgun, eliyle çenesini sıvazlarken buradaki insanlar bir anda coşmuştu. Çoğunluk, "Çita!" Diye coşarken arkamdan bir çocuğun sesi geldi. "İlk yumruğu Kuzgun yedi" diyordu çocuk. Beni kolumdan bir robotmuş gibi tutan adam, "İlk yumruğu atan değil, son yumruğu atandır maçın galibi" dediğinde kafamı çevirip ona baktım. Öyle hareketsizce kafesinin içine bakıyordu. Haklıydı, maçın galibi rakibini yere serip yerden kalkmasına izin vermeyendi. Kuzgun yediği yumruktan sonra elini çenesinden çektiğinde bir saniye bile durmadan karşısında sinsice gülen adama sert bir yumruk attı. Hiç bekletmeden bir yumruk daha attı aynı yere, bir yumruk daha attı sonra. Kuzgun yumruklarını adamın yüzüne ve karnına yağdırırken ben ağzım açık, kocaman açtığım gözlerimle onu izliyordum. Çita denen adam yediği yumruklarla gerilerken Kuzgun durdu. Alnındaki terleri elinin tersiyle silerken Çita karnını tutmuş, nefes nefeseydi. Kuzgun adama arkasını dönüp kafesin köşesine doğru ilerlediği esnada Çita arkasından koşa koşa gelip kolunu arkadan Kuzgunun boynuna sardı. Çita Kuzgunu geri geri çekerken Kuzgun boynunu saran kolu tutmuş ondan kurtulmaya çalışıyordu. Dudaklarını sıkıntıyla birbirine bastıran Kuzgun Çita denen adamın önce dirseğini sonra da yumruk şeklindeki elini tutu. İki tarafında aynı anda çektiğinde Çita denen adamdan bir inilti koptu. Kuzgun yönünü adama döndüğünde adam dirseğini tutmuştu. Yüzünde canının acıdığını gösteren bir ifade vardı. Kuzgun napmıştı bilmiyordum ama tahmin ettiğim kadar adamın kolunu kırmıştı. Canının acısını hiçe sayan adam diğer eliyle kuzgunun boğazını tutu. Hareketsizce duran kuzgun bu hamleye hiçbir karşılık vermeden öylece duruyordu. Adam büyük bir öfkeyle Kuzgunun boğazını sıkarken, bana eldivenler uzatan kadın ikisini ayırmak için Çitanın kuzgunun boğazını tutan kolunu tutu. Kadın, "Bırak!" Diye uyarıda bulunurken Çita Kuzgunun boğazını sıkmaya devam ediyordu. Kadın ıslarla bırakmasını söylerken adam hala kuzgunun boğazını sıkıyordu. Bu zamana kadar sessiz kalan Kuzgun Çitaya sert bir kafa attı. Adam küçük bir iniltiyke burnunu tutarken Kuzgun uzattığı ayağıyla adamın karnına tekme attı. Adam acıyla karnını da tutuğunda kuzgun onun üzerine yürümeye başlamıştı. Ben korkuyla ne olacak diye merakla beklerken bu görüntüye daha fazla maruz kalmak istemiyordum. Bu kadarına bile iyi dayanmıştım ve midem daha fazlasını kabul etmiyordu. Ufaktan ufaktan vuran mide bulantısıyla arkamı döndüm. Midem bulanmaya devam ederken gözlerimi sıkıca yumdum. Ben gözlerimi yummuş ve elimi karnıma atmış arkam dönük dururken bir anda bağırışlar yükselmeye başladı. Elimi kulaklarıma götürüp bu sesleri duymamak için kulaklarıma ellerimle baskı uyguluyordum. Bu seslere ve bağırtılara daha fazla tahammülüm yoktu. "Kuzgun!" Diye coşkuyla bağırıyordu hepsi. Neden böyle bağırdıkları hakkında hiçbir fikrim yoktu. Arkamı dönüp kafese baktığımda önce ayakta duran Kuzgunu ve onun bileğini tutup havaya kaldıran adamı gördüm. Bakışlarım yere kaydığında yerde hareketsizce yatan Çita'yı gördüm. Adam öyle hareketsizce yerde yatıyordu. Burnundan ve ağzından akan kanlar vardı. Birde yanına bıraktığı kırık kolu. Gözleri kapalıydı fakat görüntüsü hiç iç açıcı görünmüyordu. Yanına çökmüş kadın onu kendine getirmek için yüzünü tokatlıyordu fakat adamdan bir yaşam belirtisi yoktu. Midem çalkalanır gibi bulanmaya başladığında, kulaklarım bu çok fazla sese dayanamıyordu. Bakışlarımı bir türlü yerde hareketsizce yatan adamdan alamıyordum. Midemin bulantısı giderek artıyordu ve kusmak istiyordum. Bir el kolumu kavrayıp kolumu salladığında bakışlarımı daldığı yerden çekip kolumu tutan ele çevirdim. Bakışlarım elin sahibine değdiğinde kolumu tutanın Kuzgun olduğunu gördüm. Terden ıslak saçları dağınıktı. Üzerinde siyah bir polar vardı. Kahverengi gözleri donuktu, duygudan yoksun gibiydi. Yürümeye başladığında kolunu tutuğu beni de kendiyle birlikte götürüyordu. Lal olmuş gibi peşinden tek bir ses etmeden gidiyordum. Beni getirdikleri mekandan çıktığımızda yolun karşısındaki siyah jipe doğru yürüyorduk. Kuzgun arabanın arka kapısını açıp binmem için elini uzattığında arabaya bindim. Kuzgun, yanıma oturup arabanın kapısını kapattı. Araba çalışmaya başlamıştı. Ve ben hala sessizdim. Yaptığım tek şey camdan dışarı bakmaktı. Gözümün önünde yerde öylece hareketsiz yatan adamın kanlı yüzü vardı. "Madem bu kadar uslu bir kızdın, neden çocuklara zorluk çıkarttın küçük?" Ona cevap vermiyor, bağırıp çağırmıyorsun ve kaçma girişiminde bulunmuyorsam eğer bunun tek nedeni canımı yakmasını istememem. Nereye gidiyorduk beni nereye götürüyordu bilmiyordum. Beni neden kaçırmıştı onu da bilmiyordum. Soramıyordum da. Bu caniye hiçbir şey soramıyordum. Yola çıktığımızdan beri gözlerimi bir an olsun camdan ayırmamıştım. Araba küçük bahçeli tek katlı bir evin önünde durduğunda Kuzgun kapısını açıp arabadan indi. Bende kapıyı açmak için hareketlendiğimde arabanın kapısı açıldı. Karşımdaki Kuzgundu. Arabadan indiğimde yönümü eve çevirdim. Bahçede nerdeyse on tane koruma vardı. Ayrıca evin kapısının önünde de iki adam dikiliyordu. Kuzgun tekrar kolumu tutuğunda bu sefer kendi isteğimle eve doğru yürümeye başladım. Bahçeden içeri girdiğimizde eve doğru yürüyorduk. Evin kapısının önüne geldiğimizde kapının önündeki adamlardan biri kapıyı açtı. Evden içeri girdiğimizde küçük bir salon vardı. Koruma kapıyı kapattığında kolumu Kuzgunun elinden çektim. "Yol boyunca sustum, sesimi çıkarmadım diye sanma ki senin beni kaçırıp burada tutmana müsade edeceğim" dedim. Midem bulanmaya devam ederken ayakta durmak konusunda pek iyi değildim. "Müsadeniz yok mu küçük hanım" dedi dalga geçer gibi. "Magandamısın sen, önce evimden zorla aldın sonra hiç bilmediğim hiç tanımadığım insanların arasına soktun ve gözümün önünde bir adamı dövdün. Birde dalga mı geçiyorsun benimle" "şuna kafam seni kaldıracak durumda değil" diyerek arkasını dönüp kapıya ilerliyordu. Peşinden giderek kolunu tutup onu durdurdum. "Kimsin sen ve beni neden kaçırdın?" Diye sorduğumda yönünü bana çevirdi. "Kim olduğumu boşver," dedi ve kolunu tutan elimi tutu. "Ve ben seni kaçırmadım, baban seni bana olan borçları karşılığında sattı." dedikten sonra tutuğum elimi kolumdan çekip sertçe bıraktı. Ben beynimden vurulmuş gibi, "Sattı" diye sayıklıyordum. "Yalan söylüyorsun, yapmaz. O bana bunu yapmaz" Yapmaz, bu kadarını bana yapmazdı değilmi. Beni satmazdı değilmi. Beni hiç tanımadığım bir adama satmazdı değilmi. Benden bu kadar mı nefret ediyordu. Bu kadar mı gözünde değerim yoktu. "Yalan söylemiyorum" "Yalan söylüyorsun. Beni satamaz. Beni sana satamaz" diye sayıklıyordum ard arda. "Yapmaz ki, nasıl yapar, insan kendi kızını nasıl satar. Para karşılığında nasıl satar" deliye dönmüş gibiydim. Aklımı kaçırmış gibi hareket ediyordum. Titreten ellerimi uzatmış hayır der gibi hızla sallıyordum. Yapmış olamazdı. Bu kadarını bana yapmış olamazdı. Biliyordum beni sevmiyordu. Biliyordum bana tahammülü yoktu. Sesime varlığıma adıma ve hatta nefes alışıma bile tahammülü yoktu. Benden nefret ediyordu biliyorum ama beni satmazdı. Kendi borcu için beni harcamazdı. Bu kadar mı sevmemişti beni. Bu kadar mı nefret etmişti benden. Bu kadar mı hiçtim gözünde bu kadar mı değersiz. Öz kızıydım ben. Ben onun özüydüm. Hıçkırıklar eşliğinde ağlamaya başladığımda midem daha da çok bulanmaya başlamıştı sanki. "Yapamaz ki..." diye mırıldandım ağlarken hıçkırıklarımın arasından. "İnsan bunu düşmamına bile yapamaz, o bana nasıl yapar ki..." bu gece bir hançer daha saplamıştı hayat, hem kalbime hem de sırtıma. Ve o hançerin adı yine babamdı. Boynum öyle bükülmüştü ki, sanki bir daha asla doğrulamayacakmışım gibi. Yine kırdı kolumu kanadımı. Yine engel oldu uçmama. Yine kısıtladı beni, özgürlüğümü. Öyle bir darbe indirdi ki yüreğim, yediğim dayaklardan daha çok sarstı beni. Yine başarmıştı canımı yakmayı. Yine ağlatmıştı beni. "Yaptı küçük. O sevgili baban en kıymetlisini bile bana satabilecek kadar bana borçlandı ve seni bana borçları karşılığında sattı." En kıymetlisi, herkese göre bendim Selim soykanın en kıymetlisi. Ama değildim ki. Ben onun tabağında bıraktığı yemek artığı gibiydim hayatında. "Ödeyebilirdi..." sesim hıçkırıklarım yüzünden içime kaçmıştı sanki. "Gerçi ben bile beklemiyordum böyle birşey yapacağını..." yapardı, benden kurtulmak için yapmayacağı hiç bir şey yoktu. O beni göz göre göre, bile isteye ölüme terketmemişmiydi. "Neyse, ben çıkıyorum. Sen burada kalırsın çocuklarla. Bu evde, ben uğramam buraya." Kuzgunun kapıya yürüdüğünü gördüm. Açtı kapıyı, kapının önündeki adamlara fısıldar gibi birşeyler dedi ve çıktı. Daha sonra kapıdaki adam geldi yanıma, tutu kolumdan beni götürdü. Çıtımı bile çıkartamadım. Beni bir odanın içine bırakıp kapıyı kapatıp kilitledi. içinde hiç bir şey olmayan odanın içine baktım. Duvarın dibine çöküp ayaklarımı karnıma kadar çektim. Kafamı dizlerime yasladığımda gözlerimi yumdum. İki gözümünde pınarlarından yaşlar süzüldü burnumdan aşağı. Titrek bir nefes verdim. Burdayım diye değildi verdiğim bu nefes. Neden burada olduğumu bilmemdi. Eğer başka bir şekilde kaçırılsaydım hiç umrumda olmazdı. En azından o sözde babam olacak adamdan ve onun zulmünden kurtuldum diye sevinirdim. Ama öyle değil ki. O kendi için beni harcamış. Beni satmış. Sözde bir borçla benden kurtuldu. Ödeyebilirdi. Selim Soykan o borcu dakikasında o adama ödeyebilirdi. Ne kadar olursa olsun ödeyebilirdi. Ama o bunun yerine beni ortaya attı. Çünkü o Nefes'ten kurtulmak istiyordu. Babalar kızlarını her ne pahasına olursa olsun korumazmıydı. Ne yaparlarsa yapsınlar sevmezmiydi. Ne hata yaparsa yapsınlar yine de affedip saçlarını okşamazmıydı. Peki benim babam niye böyle değildi. Daha anne karnındayken ona ne yapmış olabilirdim ben. Daha konuşamıyorsan ona ne yapmış olabilirdim. Daha doğmadan benden vazgeçmesine değecek ne yaptım ki ona. Mert'e gösterdiği sevginin yarısını bile hakedemeyecek ne hata işledim. Bugün bana burada olmayı hakettiren günahım neydi. & Arabayı kullanırken telefonu çaldı Kuzgunun. Çalan telefonu cebinden çıkarıp arayan kim diye ekrana baktı. Arayan Soykandı. Telefonu açıp hapörlere aldı. Bir elite direksiyonu tutarken bir diğer eliyle de telefonu tutuyordu. "Söyle Soykan" dedi, umursamayarak. "Nefesi almışsın" dedi, Soykan. Cevap vermedi Kuzgun. "Kızıma iyi bak Soykan. Ama eve dönmesine sakın izin verme. Yoksa herkes gerçeği öğrenir. Kızımı sana emanet ediyorum" derken sanki çok ilgili bir babaymış gibi davranıyor, kızına değer veren bir adamış gibi konuşuyordu. "Kızı bana verdin mi verdin, gerisi seni ilgilendirmez Soykan. Bir daha da beni arama" dedikten sonra telefonu kapatıp cebine geri koydu. Soykanın ne sesine ne adına ne maçına ne de o suratına tahmülü yoktu. Elinde olsa bir kaşık suda boğacağı adamın onu arayıp konuşması da onu öfkelendirmekten başka birşeye yaramıyordu. Sadece biraz bekleyecekti. Her şey için çok kısa süre daha beklemesi lazımdı. Herşey böyle istediği gibi kıvamında ilerlerken anlık bir öfkeyle onca çabayı heba etmeyi göze alamazdı. Vakti vardı. İçinde uyuyan, bekleyen o şeyin az bir vakti vardı. Arabayı parkedip anahtarı alıp aşağı indiğinde karşısında onu bekleyen adama doğru yürüdü. Karşı karşıya geldiklerinde önce selamlaştılar. Birbirlerinden ayrıldıklarında "Herşey hazır mı İlyas?" Diye sordu Kuzgun. "Hazır, çocuklar dediklerini harfi harfine yaptılar" dedi İlyas. Kapıdan içeri girdiklerinde ikiside susmuştu. Kendilerini koltuklara bıraktıklarında, "Kızı aldın mı?" Diye sordu İlyas, kafasını sallayarak yanıt verdi Kuzgun. Kuzgun kafasını geriye yasladığında gözlerini yumdu. Kollarını koltuğun yanlarına uzattı. Aklı karışık falan değildi. Tam tersine gerçek tam da istediği gibi ilerliyordu. O kız ise umrunda dahi değildi. Onu öyle hayal kırıklığı içinde ağlarken görmek onu zerre üzmemiş, içinde bir burukluk yaratmamıştı. Çünkü bu daha hiç bir şeydi. Kuzgun, çıkarları dışında yapılan hiçbir teklifi kabul etmezdi. Eğer bir teklif yaptıysa da o teklifte hiç kimse bir neden arayamazdı, aratmazdı. "Biliyorum, sana olan borcum giderek artıyor" dedi Soykan. Arkası dönük koltuğunda oturan Kuzgun ise içkisini yudumluyordu. "Ama sende bilirsin, ben kimseye borçlu kalmama. En kısa zamanda sana olan tüm borcumu ödeyeceğim." "Bendeki defterin gittikçe kabarıyor Soykan" dedi Kuzgun. Sadece "Biliyorum" demekle yetindi Soykan. Zamanında önemli bir yatırım yapacağı için büyük bir miktarda paraya ihtiyacı vardı fakat o zamanlar babasıyla arası bozuk olduğu için parayı babasından isteyememişti. Böyle büyük miktarda parayı isteyeceği başka kimse de yoktu. Abilerinden yardım isteseydi anında babasına yetiştirirlerdi. onun yerine, adını çok duyduğu Kuzgundan yardım dilendi. Normalde kimseye kolay kolay yardım etmezdi Kuzgun. Soykan'a da kolaylıkla yardım etmemişti. Ona eğer vaktinde borcunu ödeyemezse bedelinin oldukça ağrı olacağını söyleyerek yardımı kabul etmişti. Fatak Soykan borcunu ödemek yerine Kuzguna tekrar borçlanmıştı. "Ya borcunu bu gece öde ya da..." dediği esnada Soykan sözünü yarıda kesti. "Bir gecede o kadar parayı babamın hesabından çekemem." Diye son bir yakarışla bulundu Soykan. "Ya da... O canından kıymetli kızını bana verirsin. Borcun karşılığında" şaşırmıştı Soykan, "Kızım mı?" Diye sordu şaşkınca. "Ya borcunu şimdi öde, ya da kızını bana ver ailim defterdeki tüm borcunu" diye bir teklifte bulundu Kuzgun ardından içkisinden bir yudum daha aldı. Kabul edeceğini biliyordu, o yüzden içkisini keyifle içiyordu. & Hayal kırıklıklarıyla doluydu her bir yanım. Her yanımda kırılan hayallerimin cam kırıkları vardı. Öyle çok kırılmıştım ki artık hiçbir şey, hiçbir söz beni incitmez, kıramaz sanardım. Fakat yanılmışım, ben yine yanılmışım. Yine kırılmıştım. O adama babamın borçları yüzünden satıldığımı öğrendiğimde ben yine kırılmıştım. Kalbimden bir parça daha kırılıp düşmüştü diğerlerinin arasına. Yenisi eklenmişti kırıklıklarıma. Çokta yanmadı canım. Çokta şaşırmadım aslında. Yapmaz dedim sadece, bana bu kadarını da yapmaz. Ama yaparmış. Selim Soykan bana bunu da yaparmış. İstese dakikasında ödeyeceği borcunu ödemek yerine beni satarmış. Eğer Mert olsaydı, o borcu saniyesinde öderdi Selim Soykan. Ama yapmadı. Beni hayatından çıkarmak daha cazip geldi ona. Yine çukurdayım, yine yalnızım. Kimse gelmeyecek beni kurtarmaya. Kaçırıldım diye endişelenen yok. Beni, benden başka kimse kurtaramaz buradan. Çünkü benim benden başka kimsem yok. Beni, benden başka düşünen yok. Ölsem, hiçbirinin umrunda olmazdı. Yürekleri sızlamaz, gözlerinden bir damla yaş düşmezdi benim için. O yüzden buradan kendi başıma kurtulmalıydım. Kendimi, kendim kurtarmalıydım. Kaçmalıydım. Bir gündür bu odadaydım. Sabahı zor ettiğim gibi geceyi de zor etmiştim.Hava çoktan kararmıştı zaten. Saatlerdir kapı açılıp kontrol falan edilmemiştim. Demek ki korumalar da beni önemsemiyordu. Ayaklandığım esnada kapının kilidi açıldı. Takım elbiseli elinde bir bardak su tutan bir adam girdi içeri. Suyu bana uzatıp, "Al" dediğinde telefonu çaldı. Suyu aceleyle bana verip telefonunu açtı. Karşı taraf her ne dediyse endişeli gibi duruyordu. Odadan çıkarken kapıyı kapattı. Elimdeki su bardağına baktım. Aslında susuzluktan içim yanıyordu ama bu suyu içmeyecektim. Bardağı yere bıraktım. Kapıya doğru ilerleyip kulpu tutup aşağı çektim. Kapının kilitli olmasını bekliyordum fakat öyle değildi. Kapı açıktı. Kapıyı yarısına kadar açıp kafamı dışarı uzattım. Evin içinde kimse yok gibi görünüyordu. Odadan çıktığımda tetikte olarak etrafıma dikkatle bakıyordum fakat evin içinde kimse yoktu. Evin kapısına doğru ilerleyip kapının kulpunu tutum. Lakin kapı kilitli gibi duruyordu. Eğer ben şimdi bu kulpu indirmeye kalkışırsam odadan çıktığımı dışardakiler anlardı. Bunun olmasını istemediğim için kulpu bırakıp arkamı döndüm. Buradan çıkmanın başka bir yolu olması gerekiyordu. Camlar vardı. Salondaki camlara bakmak için salına girdim. Zaten salon evin kapısı açıldığı an karşına çıkıyordu. Bir kapısı falan da yoktu. Perdeyi çekip cama baktığımda camın kilitli olduğunu gördüm. Diğerlerine bakmaya hiç gerek yoktu çünkü bu böyleyse diğerlerini kilitlememek aptallık olurdu. Ama benim buradan çıkmam lazımdı. Bir an önce kaçmam, kurtulmam gerekliydi. Başka bir çıkış yolu olmalıydı. Beni kilitledikleri odaya giden yolda dar ama çok uzun olmayan bir koridor vardı. O koridora girip yürümeye başladım. Bir kaç oda daha vardı bu koridorda. Fakat sol duvarda diğer kapılardan farklı bir kapı vardı. Kapıyı açtığımda bu kapı bu evin arka bahçesine açılıyordu. Kilitli olmaması beni sevindirmişti. Kapıdan çıktım ve arkamdan kapıyı kapattım. Sağıma soluma bakarak yürüyordum. Yakalanmak istemiyordum. Buradan bir an önce kaçmaktan başka bir isteğim yoktu. Arka bahçeye örülmüş teller vardı fakat telin bir kısmı yırtılmıştı. O yırtılmış kısma yürüdüm ve oradan geçip bahçeden çıktım. Hızlı adımlarla yürüyordum. Saniye saniye arkama bakıyordum. Yokluğumu farketmeleri çok uzun sürmezdi. O yüzden bir an önce evin etrafından uzaklaşmalıydım. Koşmaya başlamıştım. Öyle hızlı koşuyordum ki evden uzaklaşmayı başarabilmiştim. Ayağımdaki terliklerim işi biraz zorlaştırsa da durmadan koşmaya devam ediyordum. Nefes alamıyordum. O kadar çok koşmuştum ki artık nefes alamıyordum. Durup dizlerimin üzerine çöktüğünde elimi göğsüme götürdüm. Göğsüm sıkışıyormuş gibi hissediyordum. Nefes almaya çalışıyor ama bunda oldukça zorluk çekiyordum. Caddeye varmayı başarabilmiştim. Biraz daha yürüsem caddeye çıkıp bir araba çevirebilirdim. Ama yerden kalkacak gücü kendimde bulamıyordum. Kafamı çevirip yola baktığımda az ileriden bir taksinin geldiğini gördüm. Çöktüğüm yerden kalkıp bir adım daha attığımda anında dönmeye başlayan başımla yere düştüm. Kalktığımda hızla yürüyerek caddeye çıktım. Bana yaklaşan taksiyi elimi öne uzatarak durdurdum. Taksinin arka kapısını açarak bindim ve kapıyı kapattım. Adama adresi verdikten sonra başımı arkaya yasladım. Öyle başım dönüyordu ki gözlerimi açamıyordum. Adrese geldiğimizde arabadan inmeden önce saati sordum. Saat şuan 22:30'du. Adama parayı birazdan vereceğimi ve beni beklemesini söyleyerek taksiden indim. Kapının önünde beni gören korumalara kapıyı açmalarını söyledim. Kapıyı açtıklarında bahçeden içeri girdim. Eve doğru yürüyordum. Evin kapısının önündeki ve bahçenin etrafına dağılmış korumların hepsinin gözleri üzerimdeydi. Kapının önüne gelince kapıyı çaldım. Kapıyı bana Sevgi abla açmıştı. Karşısında beni görünce şoktan açılan ağzına elini götürdü. Daha sonrasında hemen bana sıkı sıkı sarıldı. "Nigar, Nefes gelmiş koş, koş" diye büyük bir sevinçle bağırdığında üzerinde mutfak önlüğüyle heyecanla mutfaktan çıktı Nigar abla. Gözleri bana değince yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. "Nefes, kızım" diyerek yanıma geldi ve bana sıkı sıkı sarıldı. Sarılışına bir karşılık veremedim. Öylece durdum. "Ne bu bağırışlar, neler oluyor?" Diyen annem belirdi merdiven basamaklarında. Anında benden ayrıldı Nigar abla. Kapının önünde beni görünce gözleri değşetle açıldı Suzan Soykanın. Merdivenleri hızla inip karşıma geçtiğinde dediği ilk şey, "Senin burada ne işin var" demek oldu. "Kızım" demedi. Çekip sarılmadı. Burada ne aradığımı sorguladı. Sevgi abla arkamdan evin kapısını kapadığında o hala bana hesap soruyordu. "Baban senin burada olduğunu görürse seni yaşatmaz" derken korkusu sesine yansıyordu. "Korkma" dedim. "Korkma, ezberimizde değilmi artık yapacağı şeyler. Neye bu endişe. Yoksa cidden beni öldürecek diye mi korktun" diye sordum alayla gülerek. "He eğer endişenin nedeni buysa, korkma, ben zaten çoktan öldüm. Senin kızın zaten yaşamıyor ki." Dedim, yüzümdeki gülüşü korurken. Ve işte, beklediğim kişi de merdivenleri kırmak ister gibi bir şiddetle aşağı iniyordu. Hepimizin bakışları merdivenlere döndüğünde Selim Soykan aşağı varmıştı. Hızla yürüyerek karşıma geçti. "Sen" dedi, "Senin burada ne işin var?" Diye sordu sinirle. "Korkma Sevgili babacım. Evine kalmaya gelmedim. Gideceğim, sadece sizinle son kez vedalaşmaya geldim" dedim dudak bükerken. "Lan, lan sen beni delirtmek mi istiyorsun" dedi elini havaya kaldırırken. Kafamı yavaşça iki yana salladım. "Kaçtın mı lan yoksa" dediğinde güldüm. "Başka ne yapacaktım. Senin beni sattığın adamın elinde, bir yabancının insafına mı kalacaktım" dedim, hesap sorar gibi. Dişlerini sıkmaya başladığında sinirden yumruklarını sıkıyordu. Sağ yanağıma sert bir tokat indirdiğinde yere düşecekmiş gibi oldum. Gözümün önü bir kaç saniyeliğine karardığında başım dönüyordu. Yanağımı tutarak doğrulduğumda bakışlarım anneme değdi. Kocasının yanındaki yerini almış, bakışlarını yere dikmiş öylece sessiz sessiz duruyordu. "Yine mi susacaksın?" Diye sordum. "Kocan olacak adam beni kendi borçları için hiç tanımadığım bir adama sattı ve sen yine susacakmısın?" Diye sordum hayretle. Bir kaç adım attım ona doğru ve çenesini tutup yüzüme bakmasını istedim. "Yine mi?" Dedim, dolan gözlerim ve hayal kırıklığı içinde. "Gerçekten, yine mi? Yine mi beni duymayacaksın, görmeyeceksin. Kulaklarını tıkayıp yine mi susacaksın anne?" Son sözümden sonra yere bakan gözlerini kaldırıp yüzüme baktı, dolu gözlerime, az önce tokat atılan yanağıma. Göz bebekleri titredi. Eli yanağıma uzanmak ister gibi oldu ama yapamadı. Hemen geri çekti elini, kafasını çevirip yere baktı yine. İnsan en kolay nasıl ölürdü bilirmisiniz, hayal kırıklığıyla. Güldüm, ama gülüşüm acılarla doluydu, kalp kırıklıklarımla doluydu. "O gece sana yalvardım. Beni buradan zorla götürdüklerinde sana yalvardım. Senden yardım dilendim. Sen beni duymadın, umursamadın." Sakin kalmaya çalışıyordum. "Kızındım ya ben senin, kızın! İnsan öz kızından bu kadar vazgeçermi! Bu kadar mı körsün sen bana. Sattı lan, senin kocan beni sattı!" Diye bağırdığımda vücudu yine titremeye başlamıştı. Gözümden bir damla yaş süzüldüğünde gözlerimi yumdum. Ayakta durmakta güçlük çekiyordum. Gözlerim açtığımda yer sanki ayağımın altından kayıyor gibi hissettim. Gözlerimi yumup sıktığımda midemin bulantısı tekrar başlamıştı. Daha fazla dayanamayıp geriye doğru sendelediğimde "Nefes" diyerek arkamdaki sevgi abla tutu beni. "İyimizin?" Diye sorduğunda kafamı sallayarak cevap verdim. Kendimi biraz toparladığımda, "Gideceksin, seni verdiğim adama geri gideceksin" diyordu Selim Soykan. Annemin üzerine yürüdüm. "Hani bana hep körsün ya, hep bana sağır dilsizsin ya. Artık gerek kalmadı. Şu andan itibaren ben öldüm say. Çünkü sen bu gece benim için sonsuza kadar öldün Suzan Soykan." Kafasını kaldırıp gözlerime baktığında yine titredi göz bebekleri. Ağzını açıp konuşacak gibi olduğu sırada ben engel oldum. "Bu zamana kadar ağzını açıp bir kelime dahi etmedin, şimdi de etme" dedim. Selim Soykan'a döndü bakışlarım. "Sen," dedim gülerken. "Sen zaten benim için çoktan ölmüştün Selim Soykan" geriye bir kaç adım attım. "Şimdi ikinizde, kendi günahlarınızda boğularak geberin" diyip arkamı döndüm. Kapının kulpunu tutuğum sırada Nigar ablanın sesi durdurdu beni. Dönüp ona baktım. Bana sarıldığında üzerimdeki hırkanın cebine birşey koydu. "Git, buralardan git kızım. Yoksa sana bu şehri dar ederler" diye fısıldayarak geri çekildi. Onun ardından Sevgi abla geldi sarıldı bana. Diğer cebime de o birşey bıraktı. "Nefes, arkana bakmadan git buradan" diye fısıldadı ve benden ayrıldı. Sevgi ablanın arkasındaki Suzan Soykan'a baktım. Bana bakıyordu, dolu gözlerle bana bakıyordu. Hala Selin Soykan'dan yediğim yıkadın yerine, yanağıma bakıyordu. Eskiden olsa onun bu haline içim giderdi. Çaresiz derdim, elinden birşey gelmez derdim. Ama anneler çocukları için herşeyi yapmazdıydı, herşeyi göze almazdıydı. Suzan Soykan beni hiçbir zaman korumamıştı. O benden çoktan vazgeçmişti, bende ondan bu gece vazgeçmiştim. Artık bir annem yoktu. O benim annem değildi, o yalnızca beni doğuran kadındı. Annem ölmüştü kalbimde, o benim için sadece Suzan soykandı. Annenin senin için ölmesi ne de ağır birleymiş aslında. Babanın yokluğu koymaz ama annenin yokluğunun üstesinden gelmez insan. Ben annemin yokluğunun üzerinden nasıl gelecektim. Arkamı döndüm ve kapıyı açıp dışarı bir adım attım. Başım dönüyor, midem bulanıyordu. Ayakta durmakta güçlük çekiyordum. kafamı çevirdiğimde bahçedeki arabaları, arabaların etrafındaki adamları ve adamların da önünde duran Kuzgunu gördüm. Gözlerinin içine baktığım adam duygusuzdu. Gözlerinde duygunun kırıntısı yoktu. İfadesidi keskin bakışları. Bir kaç adım attım ona doğru. Karşısına geçtiğimde kafamı kaldırıp araba farlarının aydınlattığı kadar görebildiğim yüzüne baktım. Gözlerine kaydı bakışlarım. Elleri cebinde öylece bakıyordu yüzüme. "Gerçekten benden kaçabileceğini mi sandın Soykanın kızı" Bir cevap vermedim, süslüyüm sadece. "Hadi kaçtın, seni bulamayacağımı mı düşündün" yine sustum. Bulanıktı yüzü. "Benim izinin olmadığı müddetçe sence sen benden kaçabilirmisin?" Sesi boğuktu. Sanki ağımı yitirmiş gibiydim. Bazı sesler duyuyordum ama net değildi. Yüzü bulanıktı. Midemin bulantısı giderek artıyordu. "kimsin sen?" Diye sorabildim zorla aralayabildiğim dudaklarımla. Üzerime eğildiğini hissettim. "Yaman Karayel, bir daha asla unutamayacağın bir isim olacak" diye fısıldıyordu kulağıma doğru. Daha sonra bileğimi tutu. Beni arabaya doğru götürürken durdum. "Bekle, taksinin parasını ödeyeceğim" dediğimde, yürümeye devam etti. "Ben ödedim." Dedi beni arabanın arkasına bindirirken. Yanıma binip kapıyı kapattı. Camdan gördüğüm kadarıyla tüm adamlar da kendi arabalarına binmişti. Son bir kez baktım, içine doğduğum cehenneme. Bir daha asla geri dönmeyeceğim o cehenneme. Araba hareket ettiğinde kafamı cama yasladım ve gözlerimi kapattım. Bir kaç dakika sonra ani bir mide bulantısı ve kusmayla gözlerimi açtım. Arabanın durması gerekiyordu, yoksa arabanın içine kusacaktım. Ağzımı açıp konuşamadığım ve ağzımı elimle kapamışım için Kuzgunun kolunu tutum. Kafasını çevirip bana baktığında elimle kapıyı işaret ediyordum. "Ne, ne var?" Dediğinde "kapıyı aç kusucam" dedim boğuk çıkan sesimle. Kuzgun arabayı durdurduğunda şöför kapının kilidini açtı. Kapıyı açıp hemen arabadan indim ve bulduğum ilk yere kustum. "İyimiş?" Diye sordu kuzgun. Elimle ağzımı sildiğimde, "iyiyim, açlıktan böyle oldu sanırım" dedim. Karnımı tutarak arkamı döndüğümde Kuzguna baktım. Etrafım dönüyordu yoksa benim mi başım dönüyordu bilmiyorum ama önümde duran adam durmadan dönüyordu. Gözlerimi kırpıştırdığımda yer sanki ayağımın altından kayar gibi oldu. Geriye doğru sendelediğimde biri kolumdan yakaladı beni. Gözümün önü karardığında hiçbir şey göremiyordum. Vücudumda ayakta duracak gücü bulamıyordum. Ayaklarım artık beni taşımayacak gibiydi. Sanki tüm vücudum bir anda hissizleşmişti. Bir el belimi sarıp beni kucağına aldı sanki, ya da ben öyle zannettim. "Soykanın kızı" diyordu bir ses, ama kimin sesiydi ayırt edemedim. Gözlerim sonsuz bir karanlığa kapanmış gibiydi.
Bölüme oy verip bolca yorum yaparsanız sevinirim:) Instagram/ umutkirintisi tiktok/ _nisaaanurr
|
0% |