Yeni Üyelik
3.
Bölüm

BÖLÜM 3; HAYAL KIRIKLIKLARI

@umutkirintisiniyaz

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölümü oylamayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın lütfen. Keyifli okumalar dilerim...

Bölüm şarkısı; Aydilge; parmak izlerin, manga; dursun zaman

Birde, bölüm gelmeden önce yeni bölümle ilgili bazı alıntıları TikTok hesabımda paylaşıyorum. Merak edenler oraya bir bakabilir. Tt; _nisaaanurr Instagram; umutkirntisii_

 

 

 

 

 

 

 

 

"Hayal kırıklıkları, kalbinde ayrılıp yere düşen her bir parça, her bir kırıklık içine oturan sıkıntı, boğazında bir yumrudur. Yarım kalmışlıktır"

İnsan ilk ne zaman kırılırdı bilmem ama ben ilk, anaokulundan eve döndüğümde, elimde büyük bir heyecan ve büyük bir sevinçle bahçede koşup kapıyı o minik ellerimle hızlıca çaldığımda, kapı açıldığında kimseyi görmeden normalde zar zor çıkabildiğim merdivenleri sırf elimdeki şeyi ona gösterebilmek için koşa koşa çıktığımda, odasının kapalı kapısını tıktıklamadan açıp aniden içeri girdiğimde arkası dönük, camın önünde duran onun yanına elimde tutuğum şeye gözlerimin içi parıldayarak bakarak koştuğumda ve o "Hangi hatsiz odama kapı çalmadan giren" diyerek sinirle arkasını döndüğünde ve neredeyse bacağının yarısına bile gelemeyen beni gördüğünde yumruğunu sıkışında ama benim bunu hiç umursamayıp elimdeki çizdiğim resmi havaya kaldırıp, "Baba, bak ailemizi çizdim" diye heyecanlandığımda, resme öfkeyle bakıp elimden bir hışımla alıp hiç acımadan ortadan ikiye ayırıp yere attığında ve bana, "Sen asla benim ailemden değilsin. Sen bir Soykan değilsin" diyip, kolumdan hiç acımadan sıkıca tutup beni odanın dışına sürükleyip kapının önüne atıp kapıyı üzerime kapattığında, ben dizlerimin üzerine çökmüş boş gözlerle kapıya bakarken kapı tekrar açıldığında bir sevinçle hareketlendiğimde fakat onun yüzüme yırttığı resmimi atıp kapıyı sinirle kapattığında ve ben özenle, büyük bir umutla çizdiğim ama dizlerimin üzerinde ortadan ikiye ayrılmış kağıtta, annem ve babam yan yanayken, diğer yırtık tarafında kendimi yalnız, tek gördüğümde kırıldım.

"Bilinci hala kapalı" diyen bir kadın sesi duyar gibi oldum. "Neden bayılmış doktor?" Diye soran tanıdık bir erkek sesi vardı. "Tansiyonu düşmüş Yaman bey" dedi yine aynı kadın sesi. "Ne zaman uyanır" dedi yine aynı erkek sesi. "Bir kaç saate uyanır, vücudu oldukça güçsüz düşmüş" adım sesleri ve ardından da bir kapı kapanma sesi duydum. Gözümü açmak istiyordum ama göz kapaklarım ağırlık yapıyordu.

&

Gözlerimi açtığımda geri kapadım. Gözlerimi açtığımda odanın içerisi karanlıktı. Neredeydim bilmiyordum. Bana ne olmuştu hatırlamıyorum. En son hatırladığım midemin bulandığı ve kustuğumdu. Bunun dışında hafızamda kalan hiçbir şey yoktu. Uzandığım yerde doğrulup sırtımı arkama yaslayıp oturur pozisyona geldiğimde üzerimdeki örtüyü iyice üzerime çektim çünkü üşüyordum. "Sonunda uyanabildin demek Soykanın kızı" diyen sesi soğuktu. Etrafıma bakındım hemen, nerede diye. "Karanlıkta insanlar görme yetkilerini yitirir Soykanın kızı. Ancak hislerinle görebilir, duyabilirsin. Ki eğer hislerini de yitirdiysen karanlık sana sonu olmayan bir kuyu gibi gelir" durgundu fakat sesinde fazlasıyla soğuk bir tını vardı. İnsanın içini titreten cinsten.

"Bende bir defterin var Soykanın kızı". Dediğinde, "Bana Soykanın kızı demekten vazgeç" diye çıkıştım. "Defterindeki hataların kabarırsa eğer, hatalarının karşılığı ağır olur" dedi, az önce söylediğim şeyi umursamayarak. "O zaman yazmaya başla Kuzgun. Senden kurtulup kaçmak için yapmayacağım hata olmayacak" bir gülme sesi geldi kulağıma. "Denemekle kalırsın" dedi. "Gerekirse defalarca denerim ama senden kaçarım. Beni elinde tutabileceğini sanıyorsan yanılıyorsun. Çünkü ben asla bir yabancının elinde, onun insafına kalacak biri değilim" hareketlendiğini sezdim. "Kaçmaya çalışırken sonrasını da düşün. Senin de dediğin gibi, bir yabancının insafına kalmamalısın. Çünkü bu en kötüsü olur" kapının açıldığına dair bir ses duydum önce ardından da kapı kapandı.

Ayaklarımı yataktan aşağı sarkıtıp ayağa kalktığımda karanlıkta yönümü bulmaya çalıştım. Az önce Kuzgunun odadan çıktığında kapıdan gelen sesin nereden geldiğini tahmin ederek kapının yanına gittim. Elimi kapının yanındaki duvarda gezindirdiğimde nihayet prizi bulabilmiştim. Odanın ışığını yaktığımda nihayet önümü görebiliyordum. Yatağa doğru adımlarımı atarken adımlarımda bir bozukluk bir sarsaklık vardı. Yatağa oturduğumuzda elimi bakıma attım. Açık saçlarımı parmaklarımı geçirip geriye attım.

Bayılmıştım. Zaten onca baş dönmesi ve mide bulantısının ardından ne bekliyordum ki. Odaya değdi bakışlarım. Kapatıldığım odanın içinde hiçbir şey yoktu fakat bu oda da bir yatak, bir gardrop ve bir makyaj masası vardı. Yataktan kalktım ve odanın kapısına ilerledim. Kulpu tutup aşağı indirdiğimde kapı açılmıştı. Şaşırmıştım, çünkü bu sefer kapıyı kilitlememişti. Odadan çıktığımda merdivenleri gördüm. Demek ki burası iki katlı bir yerdi. Geniş ama uzun olmayan bir koridor vardı. Yan yana iki oda vardı ve benim önünde durduğum odanın yanında da bir kapı vardı. Merdivenlere yönelip basamakları inmeye başladım. Son basamaklara geldiğimde meraklı bakışlarım etrafta gezindi. Deri, açık kahve renkteki koltukların olduğu yere ilerledim.

Tekli koltukta oturmuş, başını arkaya yaslamış gözleri kapalı duran Yaman'ı gördüm. Kollarını koltuğun yanlarına koymuş, ayaklarını açmış rahat bir şekilde öylece duruyordu. "Kapıyı kilitlememişsin, yoksa kaçmayacağımı mı düşünüyorsun" dediğimde dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı. "Benim olduğum yerden kaçamazsın küçük" "kaç yaşındasın acaba, bana sürekli küçük diyorsun da?" Diye sordum, onun oturduğu koltuğun karşısındaki koltuğa oturduğumda. "27" dediğinde gözlerim kocaman açılmıştı, gözleri kapalı olduğu için o bunu göremiyordu. Nasıl 27 yaşında olabilirdi ama hiç yaşını göstermiyordu. Daha çok yirmili yaşlarının başında gibi görünüyordu. "Benim için abi sayılırsın" dedim arkama yaslanırken. "Niye, senin yaşın kaç?" Diye sorduğunda kafasını yana yatırdı. "23" dedim. "Yaşın bana abi diyecek kadar küçük değil. Ama görüntün seni daha da küçük gösteriyor" Bunu bende biliyordum. Yaşım 23'dü fakat minyondum. Yüzüm küçük ve boyum da çok uzun olmadığı için asla yaşımın insanı değildim ve asla yaşımı göstermiyordum.

Yüzünü yana yatırdığında ilk defa yüzüne doğru düzgün bakabilme şansım olmuştu. Sol kaşının biraz üstünden başlayıp kulağının biraz üzerinde biraz uzağında bir iz vardı. Sanki derisine kazınmış gibi duruyordu. Sanki bir bıçak kesiği gibiydi. "Noldu orana?" Diye sordum. Elini alnındaki ize değdirdi. "Bunu mu diyorsun?" Dediğinde "Hıhı" diye ses çıkarttım. "Eskiden kalan bir iz o kadar" ne olduğunu bana söylemek istemiyordu. Daha fazla burada durmanın bir anlamı yoktu. Koltuktan kalktıp merdivenlere yöneldim. Omzumun üzerinden ona baktığımda hala aynı şekilde duruyordu. Gözleri kapalı kafasını yana yaslamış. Başka birşey demedi. Bende demedim. Merdivenleri çıktım ve odaya geri girdim. Odadaki camın karşısına geçtiğimde camdan dışarı baktım. Çok büyük olmayan küçük bir bahçesi vardı buranın. Beni kaçırdıklarında ilk getirdikleri ev değildi burası. Farklıydı, dışarısı sanki burasının bir çiftlik olduğunu yansıtıyor gibiydi.

Bahçede bir kaç tane koruma vardı yalnızca. Hala geceydi. Mert düştü aklımın bir köşesine. Yokluğumu farketmiş olmalıydı. Napıyordu, nasıldı, ne haldeydi bilmiyordum. Beni özlemişmişim ki. Üzülmüşmüdür gittim diye. Ne diyerek kandırmışlardır onu şimdi. Neyle avunmuştur. Son bir kez görememiştim ki onu. Sarılamamıştım, o kokusunu içime çekmemiştim, onunla vedalaşamamıştım.

Hayal kırıklığı; kalbimi tamamiyle eline geçirmiş. Parmaklarının arasında ezim ezim eziliyorum. Her gün yeni bir kırıklığa açıyorum gözlerimi farkında olamadan. Akşamına ne duruma düşeceğimi bilmeden seyrediyorum gökyüzünü. Ölen Umutlarımın yerine başka bir umuda tutunuyorum. Fakat hayat benden öyle nefret ediyor ki. O umudumu da alıp öldürüyor. Yeni bir umut yeşertmek istesem daha oluşmamış kökünden tutup kırıyor. Öyle çok kırıyor ki beni, tövbe edettiyor umut etmeye. Tüm hayallerimi öyle bir kursağımda bırakıyor ki, ne kadar su içersem içeyim geçmiyor, gitmiyor, yutamıyorum. Gözlerim doluyor her kalbim kırıldığında. Diyorum ki bu sefer değil, artık değil. Ama hayır, doluyor yine gözlerim. Dolmasın istiyorum. Artık acıdan ve üzüntüden bir damla daha göz yaşım aksın istemiyorum. Bir kere diyorum; yalnızca bir kere şu hayatta ölmeden önce mutluluktan ağlayayım. O duyguyu tadayım. Lakin hayatım, doğduğum günden beri acılar, çığlıklar, yaralar ve üzüntüden ibaret.

Ne yapacaktım burada, bu evde, bir yabancıyla. Nasıl kaçacaktım? Kaçınca nereye gidecektim. Gidecek bir yerim varmıştı? Bir evim, bir ailem ya da bir arkadaşım. Kimsem yoktu ki. Tektim, yalnızdım, bir başımaydım. Kendi kurtuluşumu kendim bulmaktan başka çarem mi vardı? Aşağıdaki o adam yabancıydı, caniydi, kötüydü. Kaçmanın mutlaka ama mutlaka bir yolunu bulmalıydım. Burada yaşayamazdım. Boş bulduğum anda kaçacaktım.

Ve o zaman bu şehri bir daha asla dönmemek üzere terkedecektim. Geriye Nefes'ten hiçbir iz bırakmayacaktım. Ki zaten benden geriye de kalacak birşey yoktu. Yalnızca bir bedenim, bir de soyadım vardı. Asla sahiplenemediğim bir soyad. Yorgunluğum göz kapaklarımın üzerine binmiş gibiydi. Gözlerimi açık tutmakta güçlük çekiyordum. Camın önünden çekilip açtığım perdeyi geri çektim ve yatağa ilerledim. Uyandığım yere geri uzandım ve yorganı üzerime çektim.

Gözlerimi kapattım ve kendimi uykuya bıraktım.

Gözlerimi açtığımda çoktan sabah olmuştu bile. Odadan çıktığımda koridordaki kapıları açarak hangisinin banyo olduğuna bakmıştım. Banyoyu bulunca elimi yüzümü yıkamış, biraz da olsa kendime gelebilmiştim. Şimdi ise merdivenleri iniyordum. Saat kaçtı haberim yoktu çünkü elimde bir telefon veya saate bakabileceğim bir saat yoktu. Aşağı indiğimde salondaki küçük masanın üzerine bir kahvaltı sofrası kurulmuştu. Ve masanın baş köşesinde yerini almış çayını yudumlayan Yaman'ı gördüm. Oturmak için koltuğa ilerlediğimde arkamdan sesini duydum. "Açlıktan bayıldın Soykanın kızı. Buraya gel ve iki lokma birşey ye" derin bir nefes içime çektiğimde arkamı dönerek masaya ilerledim.

Masanın diğer ucundaki sandalyeyi çekip oturdum. Önümdeki tabağa iki doğranmış salata ve domates aldım ve çatalımı batırarak ağzıma attım. "Ee, hadi beni aldın borcuna karşılık, şimdi ne olucak? Böyle, burada seninle mi yaşayacağım" kafamı kaldırıp ona baktım. "Neden, benimle yaşamak istemiyormusun?" Diye sordu gözlerime bakıp yarım ağzı sırıtırken.

"sen bir yabancısın, Yaman"

"Bu mu, sorun yabancı olmam mı?"

"Canisin, o adamı yüzünü kanlar içinde bırakana kadar döven bir canisin ve ben bir caniyle kalmak istemiyorum"

"Cani? Sen cani nasıl olunur görmemişsin. O gördüklerin hiçbir şey Soykanın kızı"

sıkıntılı bir nefes verdim dışarı. "O gece gördüklerimin daha kötüsü olamaz" dediğimde alayla güldü. İfadesi bir anda ciddiye dönerken, "Eğer ben istersem daha beterini yaşatırım Soykanın kızı"

"Bana ger defasında Soykanın kızı demekten vazgeç. Seni bana kendi için sattığında onunla hiçbir bağım kalmadı." Zaten bir bağımız yoktu ki. Bir de sanki aramızda bir bağ varmış gibi konuşuyordum. Komikti. "İstediğin kadar inkar et. Sen Soykanların kızısın. Damarlarında onların kanı dolaşıyor." Dişilerimle dudaklarımı hapis aldığımda, bir lokma daha ağzıma atmak istemiyordum. Haksızdı. Ben asla onlardan biri olamamıştım. Damarlarda dolaşan kan onların kanı değildi. Mecburiyetten, soyadlarını bana vermişlerdi sadece. Ben sadece Nefes Soykandım. Gerçek bir Soykan asla olamamıştım. Kabul edilmemiştim.

"Evet, bugünki yeni magazin haberlerimizden biriyle daha sizlerleyiz..." kafamı çevirip açık televizyona baktım. "Savcı Selim Soykanın kızı Nefes Soykanın işi için geçtiğimiz gün Almanya'ya gittiği söylendi..." Güldüm. Elimle burnumun ucunu kaçırdığımda gülmeme engel olamıyordum. "Şerefsiz" diye mırıldandım sessizce. Gerçeği yine çok güzel gizlemişti. Oturduğum sandalyeyi geri iterek masadan kalktım. Arkamı döndüm ve merdivenlere ilerledim. Merdivenleri hızla çıkarak odaya girdim ve kapıyı ardımdan kapattım. "Şerefsiz piç" diye saydırıyordum Selim Soykan'a. Öyle kansız öyle haysiyetsiz bir adamdı ki, ve öyle kurnazdı ki şeytan bile onun karşısında önünü iliklerdi.

Ondan nefret ediyordum. Ondan öylesine nefret ediyordum ki kendi ellerimle bile onu öldürsem içimdeki nefrette öfkede ona karşı gram soğumaz, bitmezdi. Selim Soykan içimde öyle büyük bir nefrete ev sahipliği yapmıştı ki heryeri küle çevirsem yine de bitmezdi bu nefret. İnsan babasından nasıl nefret ederdi. Nasıl öğrenirdi nefret etmeyi. Oysaki babaları her zaman kızlarının ilk aşkları olmazmıydı. Peki benim babam niye ilk nefret ettiğim insan oldu. Katilim oldu, katilim olmayı seçti. Neden? Karşısına geçip "Neden?" Diye soramıyorum ki. O kadar çok merak ediyorum ki bunca yıldır yaşadıklarımın altında yatan sebebi. Bir nedeni olmadan yapmazdı kimse bunca şeyi. Bunca çileyi nedensiz çekmezdi. Kimse sebepsizce birinden nefret edemezdi. Bana baba olmayı istememişti, o bana katil olmayı seçmişti.

Her baba baba olmazdı, kimileri katil de olurdu, hayal kırıklığı da. Benim babam, benim hem katilim hem de en büyük hayal kırıklığımdı.

Odanın kapısı açıldığında bakışlarım kapıya kaydı. Elinde taşıdığı tepsiyle odaya girdi Yaman Yatağa yaklaşıp elindeki tepsiyi yatağın üzerine bıraktı. Birşey demeden arkasını dönüp kapıya yöneldiğinde onu durduran benim sözlerim oldu. "Beni bu kadar düşünmene gerek yok." Dediğimde eliyle kapıyı tutuyordu. Omzunun üzerinden bana baktı. "Seni düşündüğüm falan yok küçük. Açlıktan ölüp başıma bela olma diye getirdim onları sana" dedi oldukça ifadesiz ve donuk bir sesle. Kafasını geri çevirdiğinde odadan çıktı ve ardından kapıyı kapattı.

Tepsiye baktım. Tabaktakilere baktım. Miğdemi bulandırıyordu tabaktakiler. Az önce aşağıda tabağıma alıp yediğim domates ve salatalık gözümde bir anda kararmıştı. Ama açtım. Daha fazla kendimi aç bırakamazdım. Tepsideki çatalı aldım ve tabaktaki peynire batırıp ağzıma attım. Peynirden tiksinmeme rağmen çiğnedim. Bir zeytin de ağzıma attım. Yutmakta zorlanıyordum. Sanki miğdem yemek almak istemiyor gibiydi. Çiğnerkende yutarkende kusmak istiyordum. Çiğnemeye başladığım salata ise tüm miğdemi ağzıma getirmişti. Anında ağzımı elimle tutum ve yataktan bir hışımla kalkıp kapıya ilerledim. Kapıyı açıp odadan çıktığımda koşarak banyoya gittim. Ağzıma gelen iğrenç tat midemi daha çok bulandırıyordu.

Kapıyı açıp banyoya girdiğimde klozetin kapağını açarak yere çöktüm ve elimi ağzımdan çekip kusmaya başladım. Ard arda öğürerek kusuyordum. Klozetten geri çekilip sırtımı duvara yasladığımda ellerim iki yanıma düşüverdi. Elimin tersiyle ağzımı sildim. Normal değildi. Bu Niğde bulantısı ve kusma normal değildi. Miğdem yemek kabul etmiyordu. Yerden kalktığımda lavabonun karşısına geçtim. Musluğu açtığımda ellerimi yıkadım önce, daha sonra ağzımıza üç kere su çalkaladım ve yüzümü yıkadım.

Duvarda asılı havluyu alıp elimi ve yüzümü kuruttum. Açık kapıyı tutarak banyodan çıktım. Dizlerimin bağı çözülmüş gibi hissediyordum. Duvara tutunarak odaya ilerliyordum. Açık kapıdan içeri girdiğimde yatağa ilerledim. Tepsiyi alıp yere bıraktım ve kendimi yatağın üzerine attım.

Bir kaç saat sonra;

Odanın kapısı açıldığında uzandığım yerden sıçrayarak kalktım. Odanın kapısında beliren Yaman'a anlamaz gözlerle bakıyordum. "Şu kapıyı çalmadan içeri girme her seferinde" diye çıkıştım. "Kalk, sana üst baş almaya gideceğiz" dediğinde kaşlarımı çattım. "Gerek varmı, hem herkes beni Almanya'da biliyor bir gören olur" dediğimde ellerini göğsünde birleştirdi. "Onu akıl edecek bir adamım küçük, ayrıca gerek var. Üzerindeki yırtık pijamayla daha kaç gün geçirmeyi planlıyorsun acaba?" Dediğinde bakışlarım altımdaki pijamaya değdi. Geçen gece kaçtığımda yere düşmüştüm ve pijamam yırtılmıştı. Ayrıca üzerimdeki badinin her yeri de çabuk içerisindeydi. Yani alışverişe ihtiyaç vardı. Yataktan kalktım.

Önden o çıktı odadan onun ardından da ben. Aşağı indiğimizde evin kapısını açtı ve dışarı çıkmak için hareketlendi. O esnadan onu kolundan tutarak durdurdum. Kafasını çevirip bana baktı. "Böyle dışarı çıkamam" derken sadece çorapla duran ayaklarıma bakıyordum. Yönünü bana çevirdiğinde onun da bakışları ayaklarıma değdi. Neyden bahsettiğimi anlayınca kapının önünde duran adamı elini uzatarak çağırdı. Adam çeketinin önünü tutarak koşa koşa yanımıza geldi. "Arabanın arkasındaki ayakkabıları getir" dedi Yaman. Adam kafasını sallayarak Yaman'nın dediklerini onayladı ve gitti. Ger geldiğinde elinde siyah bir ayakkabı vardı. Ayakkabıyı Yaman'a verdiğinde Yaman alıp yere bıraktı. "İdareten git şunları" dedikten sonra bahçeye çıktı.

Yere eğilerek ayakkabıları ayağıma giyindim. Çüş ama, kaç numaraydı bu ayakkabılar acaba. Yürüyüp evden çıktığımda ayakkabılar arkadan ayağımdan çıkıyordu. "Beklermisin acaba!" Diye seslendim önden önden giden adama. Beni duymamazlıktan gelerek yürümeye devam ediyordu. Ellerini pantolonunun cebine atmış, arkasına bile bakmadan gidiyordu. Hızlı adımlar atmaya çalışıyordum fakat ayağımdan çıkan ayakkabılarla pek mümkün olmuyordu. "Kaç numara acaba senin ayakların. 50 numaraysa şaşırmam" diye söyleniyordum.

Adam çoktan bahçeden çıkmıştı fakat ben hala bahçenin yarısına bile gelememiştim. Çünkü her adım attığımda ayakkabılar arkadan çıkacak gibi oluyordu. Oflana oflana yürüyordum. Bahçeden çıktığımda kapının önündeki siyah arabanın şöför koltuğuna bindi Yaman. Bende arka kapıyı açtım ve koltuğa oturdum. Yaman arabayı çalıştırdığında kafamı cama yaslayarak camdan dışarıya bakmaya başladım.

Araba bir alışveriş mağazasının önünde durduğunda Yaman arabanın kapısını açarak aşağı indi. Bende kendi kapımı açarak arabadan indim. Yaman'ı takip ediyordum. Mağazanın önüne geldiğimizde mağazanın kapısını açtı ve içeri girdik. "Ne lazımsa al" diyerek kasanın yanındaki koltuğa oturdu. Bende mağazada gezinmeye başladım.

Kendime bir kaç parça pijama takımı, pantolon, kazak, polar, iç amaçırı ve çorap aldım. Elimdekilerin hepsini alıp kasaya götürdüm ve kasaya bıraktım. Kasadaki kadın bıraktıklarımı kasadan geçirirken bir telefon çaldı. Kafamı çevirip baktığımda çalan Yaman'nın telefonuydu. Oturduğu koltuktan kalktığında, bana burada bekle işareti yaptı. Yaman'ın mağazadan çıktığında kafın hala aldıklarımı kasadan geçiriyordu. Mağazanın cam kapısından Yaman'a baktım. Arkası bana dönüktü ve telefonla konuşuyordu. Kapıya yaklaştığımda bakışlarım hala Yaman'nın üzerindeydi.

An bu andı. Şu an kaçabilirdim. Kafamı hemen kasadaki kadına çevirdim. "Tuvaletiniz nerede acaba?" Diye sordum. Eliyle arkamı gösterdi. "Mağazanın sonunda sağa dönünce orada" dediğinde kafamı salladım ve hızla o tarafa doğru ilerledim. Tuvaletin olduğu yere geldiğimde kapıyı açıp tuvaletten içeri girdim. Kapıyı kilitlediğimde klozetin üzerinde küçük bir cam olduğunu gördüm. Belki bir ihtimal buradan çıkarak Yaman'nın elinden kaçabilirdim. İlk olarak kaçtığım gece sevgi ve Nigar ablanın cebime bıraktıkları paraları kontrol ettim. Kimliğimi ve pasaportumu da cebime koymuştular. Hala cebimdeydiler.

Klozetin üzerine duvara tutunarak çıktığımda çamı açtım. Parmak uçlarımda yükselerek camdan dışarı baktığımda atlamak için yüksek bir mesafe olmadığını gördüm. Ayağımın birini kaldırarak camdan dışarı uzattım. Camın kenarlarını tutarak yükseldiğimde önce kafamı sonra vücudumun ger kalanını dışarı ittim. Ellerimle camın kenarlarını sıkı sıkı tutarken içeride kalan diğer bacağımı da kurtararak tuvaletten çıktım. Kafamı aşağı eğmiş yere bakarken kendimi bıraktım ve aşağı atladım.

Sağıma soluma bakındım. Burada bir kaç bina ve başka mağazalar daha vardı. Yaman mağazanın ön tarafıydı ve benim bulunduğum yer mağazanın arka tarafıydı. Arkamı döndüm ve koşmaya başladım. Mağazadan uzaklaştığımda kaldırım kenarında yürüyordum. Bir yandan da yoldan geçen arabalara bakıyor, bir taksi arıyordum. Yaman'nın yokluğumu farketmesi çık uzun sürmezdi. O benim kaçtığımı farketmeden benim bir an önce buradan kaçmam lazımdı.

Taksi geçmesini bekleyemezdim. O kadar vaktim yoktu. Yoldan geçen arabalara elimi uzatarak durdurmaya çalışıyordum. Duran araba yoktu. Hepsi hızla geçip gidiyordu. Telaşla etrafıma bakınıyordum ve bir arabanın artık durmasını bekliyordum. Eski, servis gibi olan hurda bir araba yanıma yaklaşıp durduğunda adam arabanın camını açtı. "Nereye gideceksin?" Diye sordu aksanlı bir ağızla. Saçları neredeyse beyazlamaya tiz tutmuş, hafif kelliği olan bir adamdı. "İstanbul hava alanına" dedim. "Ee atla hadi" dediğinde kapıyı açarak arabaya bindim. Kapıyı kapattığımda adam arabayı çalıştırdı. Hava alanına gittiğimde hemen en uzak ülkeye bilet alacaktım. Ben yola bakarken adamın bakışlarını üzerimde hissediyordum. Kendimi rahatsız hissediyordum. Kapıya iyice yaklaşarak oturuyordum. Kapının kolunu tutarak dışarı bakıyordum.

Hava alanı uzaktaydı bunu biliyordum. Aradan neredeyse on beş ya da yirmi dakika geçmişti. Adamın rahatsız edici bakışlarını hala üzerimde hissediyordum. Acaba yanlış mı yapmıştım bu arabaya binerek bilmiyordum. Adam tabelalardan farklı bir yola sattığında kafamı çevirip adama baktım. "Tabela o yolu gösteriyordu neden bu yola girdik" diye sorduğumda dudağının kenarı sinsice yukarı doğru kıvrıldı. "Size diyorum, bu yol yalnış yol" dediğimde "Ben bu yolları ezbere biliyorum güzelim. Sen hiç merak etme, birazdan hava alanına götüreceğim seni" derken ses tonu beni oldukça rahatsız etmişti.

Issız dar bir yola girmişti araba. Korkmaya başladığımda huzursuzlukla yerimde kıpırdanıyordum. "Durdur arabayı" dedim, sıkıntıyla. Beni duymadı. "Sana arabayı durdur dedim! İncime diyorum durdur şu arabayı!" Diye bağırdım. Gözlerim doluyor, terlemeye başlıyordum. Arabayı köşeye çekip durdurduğunda hemen kapıya döndüm ve kapının kolunu tutup kapıyı açmaya çalıştım fakat açılmıyordu. Kilitliydi. Nefes alışlarım hızlanmıştı. "Aç şu kapıyı!" Diye bağırdım. "Aç kapıyı!" Diye bağırdığımda kendi kapısını açarak arabadan indi. Arabanın önünden geçerek benim tarafıma geldiğinde kapmı açtı. Kolumdan tutarak beni arabadan indirdiğinde kolumu ondan kurtarmaya çalışıyordum.

"Bırak beni!" Diye çırpınıyordum. "Bırak kolumu!" Beni peşinde sürüklüyordu. Yolun kenarındaki ormana götürüyordu beni. "Bırak! Yalvarırım bırak beni!" Ormana girdiğimizde kolumdan çekerek beni öne attı. Yere düştüğümde ağlıyordum. "Yapma! Yapma nolur yapma!" Üzerindeki gömleğinin düğmelerini açmaya başladığında yerden kalktım ve koşmaya başladım. Saçımdan tutarak beni kendine çevirdiğinde yüzüme sert bir tokat attı. Attığı tokadım şiddetiyle yere düştüğümde gömleğinin tüm düğmelerini açmıştı. Pantolonunun kemerini sökmeye çalışıyordu.

"Yalvarırım sana yapma!" Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Adam üzerime eğildiğinde bir ses duydum. "Soykanın kızı!" Diye bağıran tanıdık bir ses. "Nerdesin!" Diye bağırıyordu. Sesi yakınlardan geliyor gibiydi. Adam ellerimi tutuğunda, "imdat!" Diye bağırdım tüm gücümle. "Soykanın kızı!" Diye bağırdı kalın sesiyle Yaman. "İmdat!" Diye bağırabildim son kez. Sonrasında üzerime eğilen adam eliyle ağzımı kapattı. Ağlarken kurtulmak için çırpınıyordum. Tam o esnada yandan gelen biri adamı ayağıyla iterek üzerimden attı. Yaman yere düşen adamı atletinin yakasından tutarak yukarı kaldırdığında adamın yüzüne sert bir yumruk attı.

Yaman, durmadan adama defalarca yumruk atarken yerden kalktım ve hemen onun arkasına geçtim. "Eğer! Bir daha ne ona ne de bir başkasının kızına elini sürmeyi geçtim göz ucuyla bakarsan senin tüm kemiklerini kırarım!" Diye bağırıyordu adamı döverlen Yaman. "Sen kimsin!?" Diye bağırdı adam Yaman'nın elinden kurtulmaya çalışırken. "Yaman Karayel" dedi adamı dövmeyi bırakıp kanlar içinde kalan çenesini tüm parmaklarıyla sıkıca turarak büyük bir öfkeyle adamın gözlerinin içine bakarken. "Bu adı da bu yüzü de asla unutma. Unutma ki her başkasının kızına yan gözle baktığında bu yüz aklına gelsin" adamın çenesini tutmayı bıraktığında adamın sol elini tutu. İki parmağını tuttuğunda, "bu da benden sana bir hatıra olsun" dediğinde bir kemik kırılma sesi geldi kulağıma. Adamın parmaklarını kırmıştı.

Yaman bana döndüğünde ona yaklaşarak kollarımı beline sardım ve yüzümü göğsüne yaslayarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Öyle çok korkmuştum ki. Öyle korkmuştum ki o adam bana dokunacak, bana birşey yapacak diye. "Bir daha benden kaçma Soykanın kızı. Bedeli ağır oluyor sonra" diyen sesi buzdan farksızdı. Geriye çekildiğimde belini saran ellerim çözüldü. Tek taraflı bir sarılmaydı zaten. Bileğimden tutup beni buradan götürmeye başladı. İtiraz etmedim. Bakışlarım arkamdaki o adama takıldı. Yaman'ın kırdığı parmaklarını tutmuş acıdan inliyordu. Ağzı kan içindeydi. Kanları beyaz atletine bulaşmıştı. Yolun kenarında o adamın arabasının arkasına parkettiği arabasına ilerledik. Şöför koltuğunun yanındaki koltuğun kapısını açtı Yaman. Arabaya bindiğimde kapıyı kapattı ve arabanın diğer tarafına geçerek o da arabaya bindi.

Arabayı çalıştırdığında kafamı arkaya yasladım. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Titreyen kirpiklerimle gözlerimi yumduğumda titrek bir nefes verdim dışarı. Gözlerimi açtığımda eve gelmiştik. Kapıyı açıp arabadan kendi isteğimle indiğimde bahçe kapısına doğru yürüyordum. Koruma bahçe kapısını açtığında bahçeden içeri girdim ve eve doğru yürümeye başladım. Evin önüne geldiğimde diğer koruma da evin kapısını benim için açtı. Evden içeri girdiğimde kapıyı kapattı ve kilitledi. Bu da demek ki Mirza eve gelmeyecekti. Boş gözlerle etrafa bakıyordum. Sanki mantık algımı yitirmiş gibiydim. Aklım durmuş gibi geliyordu bana. Ağlamayı bırakmıştım.

Merdivene giden tarafa döndüğümde merdivenin sağında bir kapı vardı. O yöne ilerleyip kapalı kapıyı açtım. Mutfaktı burası. Mutfaktan içeri girdim ve çakmak aramaya başladım. Tüm dolapları ve tüm çekmeceleri açtım. Hiçbirinde çakmak yoktu. Son olarak ocağın üstündeki dolabı açtım. Kırmızı bir çakmak vardı burada. Çakmağı aldım ve mutfaktan çıktım. Salona geri döndüğümde televizyon ünitesinin üzerindeki kolonyayı aldım. Elimdekilerle birlikte merdivenlere yöneldim ve yukarı çıktım. İlk olarak banyoya girdim ve banyonun anahtarını aldım. Odaya döndüğümde içeri girdim ve ardımdan odanın kapısını kilitledim.

Cam kapalıydı. Güneşlik çekiliydi. Çakmağı yatağın üzerine bıraktım ve kolonyanın kapağını açtım. İlk önce perdeye döktüm kolonyayı. Her yerine iyice döktükten sonra yatağa dökmeye başladım. Yorganın her yerine döktüm kolonyayı. Yerlere yerdeki halıya, makyaj masasına kolonyayı bitene kadar odanın her yerine döktüm. Boş şişeyi yere attığımda yatağın üzerindeki çakmağı aldım. Çakmağı yaktığımda ateşi perdenin ucuna değdirdim. Perde anında yanmaya başladığında çakmaktaki ateşi yatağa değdirdim. Yorgana ve çarşafa. Sonra yerdeki halıya. Her yeri yaktığımda odanın ortasına geçtim.

Ateş her yere hızla yayılmaya başladığında boş gözlerle yalnızca ayakta durmuş izliyordum. Oda yanıyor gibi görünüyordu ama aslında yanan bendim. Birazdan tüm odayı saracak o ateş bendim. Bendim, kendimi bile isteye yakan bendim. Artık yaşamamın hiçbir anlamı yoktu ki. Bugün başıma gelenlerden sonra daha ne yaşayacaktım ki. Ne görecektim. Daha canım nasıl yanacaktı ki. Daha nasıl? Ateşi izlerken sol gözümden bir damla yaş süzüldü yanağıma. Bir anlamı kalmamıştı ki yaşamamamın. Bugün başıma gelen şey yüzünden değildi. Bugün başıma gelen bunca zamandır yaşadıklarıma sadece tuz biber olmuştu. Yangın hızla odayı sardığında ben öylece seyrediyordum. Ölmeyi dilemiştim bunca zaman. Yalnızca ölmeyi. Eğer ölürsem tüm bu çilem biterdi. Tüm acılarım bir son bulurdu. Eğer ölürsem... belki aradığım huzura kavuşurdum. Ateş tüm vücudumu sararsa, kurtulurdum.

oy verip yorum yaparsanız sevinirim🎀

Loading...
0%