Yeni Üyelik
5.
Bölüm

BÖLÜM 5; KENDİNE YORGUN

@umutkirintisiniyaz


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Keyifli okumalar dilerim. Bölümü oylamayı ve lütfen bolca yorum yapmayı unutmayın.

Bölüm şarkıları; Gripin; vazgeçtim ben bugün, Kenan doğulu, yıldız tilbe; kurşun adres bilmez ki.

Bölüme başlamadan önce önemli birşey demem lazım. Ana erkek karakterin adı Yaman Karayel olarak değişmiştir, bilginize!

 

 

 

 

"Yanarak ölmek isteyendi, yanmaktan korkan"

Yanmak kolay matmazel, yanmak kolay.

Ama korkuyorum yanmaktan, yanarak can vermekten korkuyorum.

Ama yanarak ölmek istiyorum, matmazel. Beni anlıyormusun.

Sanırım buna en büyük korkunla ölmek deniyor, ha matmazel.

🌙

Ağzımdaki zehir tarı boğazımı yakıyordu. Kusarken öğrüdüğümde gözlerim dolmuştu. Yerden ayaklandığımda lavabonun karşısına geçtim. Musluğu açtığımda ellerimi musluğun altına tutum. Avuçlarıma dolan suyu yüzümü aşağı eğerek yüzümü yıkadım. Bir su daha çarptım yüzüme. Musluğu kapatıp duvardaki askılığa asılı havluyu aldım ve yüzümü kuruladım. Arkamı döndüğümde kapının kenarına yaslanmış Yaman'ı görmek beni biraz şaşırttı. Yanından geçip gitmek istediğimde önüme bir engel gibi uzattığı kolu beni durdurdu.

"İyi misin?" Diye sorduğunda dönüp yüzüne bakma gereksinimde bile bulunmadım. "İyiyim veya kötüyüm, seni ne kadar alakadar eder Yaman"

"Beni alakadar ettiğinden sormadım Soykanın kızı." Dediğinde kafamı çevirip gözlerine baktım. "O zaman neden sordun" dediğimde bıkkınlıkla bir nefes verdi. "İster iyi ol ister olma, hatta öl gram umrumda olmaz Soykanın kızı." Dedikten sonra kapının önünden ayrıldı ve gitti. İnsan bazı şeyleri hissederdi değil mi? Ben hissediyordum. Yaman'ın canımı yakacağını hissediyordum.

Banyodan çıktığımda odama doğru ilerledim. Kapıyı açıp odaya girdiğimde odanın ışığını yaktım ve yatağa ilerledim. Yorganın altına girdiğimde sırt üstü uzanıyordum. Boş tavana bakarken aklımdan geçenler pek boş değildi. Bana ne için böyle davranıyordu. Neden canımı yakmak içindi bu çabası. Neyin içine düşmüştüm ben böyle. Nasıl bir bataklığa bulaşmıştım da bir türlü kurtulamıyordum.

Sadece uyu. Dedi içimdeki ses, sadece uyu. Uyuyunca geçer gibiydi. Işık açık kalmıştı ama kalkıp kapatmaya üşeniyordum. Gözlerimi kapattım ve tekrardan uykuya dalmayı bekledim.

&

10:20

Soykanlar;

"Kızı verdin mi adama?" Diye sordu Ziya Soykan. Başını ağır ağır salladı Selim Soykan. "Bir hafta olucak" dediğinde keyfi yerine gelecek gibi oldu fakat sonrasında aklıma gelen şeyle keyfi geri kaçtı. "Adama, kızın durumundan bahsettin mi?" Diye sordu. "Yok, bahsetmedim baba" diyerek yanıt verdi Selim Soykan. "Adam kızın durumunu öğrenince ya geri getiririse o zaman ne halt yiyicen lan" dedi sinirle Ziya Soykan. "Öğrenirse o zaman bir hal çaresine bakarız baba"

"Bana bak Selim, o kız bir daha eve dönmeyecek. Onun o suratını bir daha görmeyeceğim. Eğer ger dönerse onu bir saniye bile yaşatmam, öldürürüm. Bu da sana son sözüm olsun" bu cümleleri kurarken içinde vicdanın kırıntısı dahi yoktu Ziya Soykan'ın. "Sana kalmadan ben gerekeni yaparım baba, sen merak etme" babasına yaranmaktı Selim'in niyeti. "Zaten hatayı en başında yaptık. Onu doğduğu an öldürmeliydik" dedi Selim Nefes'ten bahsederken tiksintiyle. "O gün o boku yemeseydin, bugün böyle olmazdı hiçbir şey" dedi, Ziya oğluna öfke dolu gözlerle bakarken.

"Sen söyle bakayım bana. Nerden buldun bu adamı" diye sordu Ziya. "Ben bulmadım. O beni buldu" dediğinde kaşları çatıldı Ziya'nın. "Ne demek o beni buldu?" Zorlukla yutkunduğunda oturduğu yerde gerilmeye başladı Selim. "Bilmiyorum, çok borcum vardı o zaman. Bir adam geldi, bir numara verdi elime ve gitti. Numarayı aradığımda o adamla tanıştım. Ona durumu anlatınca bana ne kadar lazımsa vereceğini söyledi. Fakat parayı ödeme zamanı gelince ödeyemedim." Ellinde o paradan daha fazlası vardı Selim'in. Fakat o zamanlar babasıyla arası bozuktu ve babasından o kadar parayı isteyemezdi. Kendi hesabındaki para ise, borcunu ödemeye yetmezdi. Borcuna karşılık tek çıkar yolu Nefes'i o adama vermekti.

o adama kızını verirken hiç içi acımamıştı. Hiç üzülmemiş, vicdanı sızlamamıştı. Hatta bu teklife balıklama atlamıştı. Adam ya kız ya borç dediğinde hiç düşünmeden kızını vermeyi kabul etmişti. Sanki canımdan bir parça değilmiş gibi, sanki o kız onun kızı değilmiş gibi, sanki kanı değilmiş gibi vermişti kızını ona. "Kim bu adam. Adı ne?" Diye sordu Ziya. Oğlunun kime borçlandığını merak ediyordu. Ama şöyle bir durum da vardı ki Selim Soykan'da kime borçlandığını bilmiyordu. "Bilmiyorum. Sadece kuzgun olduğunu söyledi" adam ona kendisini tanıtmamıştı. Selim kim olduğunu sorduğunda kuzgun demişti yalnızca. Adamın kendisiyle konuşurken bile sesinde bir tuhaflık vardı. Yüzünü ise hiç görmemişti. Adamla görüşmeye hep adamın ayağına giderdi. Adam koltuğunda arkası dönük otururdu.

"Ne demek bilmiyorum lan?" Diye çıkıştı Ziya. "Sen kime borçlandığını bilmiyormusun?" Selim'den bir ses gelmeyince masasının üzerindeki telefonunu aldı. Telefonu kulağına götürdüğünde sinirli bakışları oğlunun üzerindeydi. Telefon açıldığında, "Bir adam var. Bulman gerek" dedi Ziya. Oğlunun kime borçlandığını merak ediyordu. Torununun kimin elinde kimin yanında olduğunu değil. Torununun o adamın elinde ne yaptığını ne halde olduğunu değil, yine kendi ailesini ve şerefini düşünüyordu. Nefes'i o ailenin dışında bırakarak.

🙁

"Anne, ablam nerede?" Diye soruyordu Mert, Suzan'a. Ve Suzan kaç gündür olduğu gibi yine oğlunun sorularını yanıtsız bırakmıştı. "Ablamı özledim" diye mızmızlanmaya başladı Mert. "Mert, bak tabağındakileri bitir oğlum okula gideceksin, hadi." Mertin çatalına batırdığı peyniri ağzına doğru götürdü. Yemeyi reddederek elinin tersiyle çatalı itti. Çatalın ucundaki peynir yere düştüğünde, "Yemiyicem işte, ablam gelmeden birşey yemiyeceğim!" Diye bağırdı. Annesinin elindeki çatalı alıp yere attığında, "Ablamı istiyorum!" Diyerek ağlamaya başladı.

Bende ablanı istiyorum diyemedi Suzan. Sandalyesini Mert'in sandalyesinin yanına çekti. Kollarının altında tutarak Merti sandalyesinden alıp kucağına aldı. "Ablamı özledim" derken ağlıyordu. "Bende özledim..." diye mırıldandı Suzan. "O zaman onu neden geri getirmiyorsun? Onu neden gittiği yerden gidip almıyorsun?" Diye ard arda sordu sorularını Mert. "Çünkü onu geri getirecek gücüm yok" dedi çaresizce Suzan. "Annelerin melekleri gibi kanatları olduğunu söylerdin hep. Kanatların varsa uçarak ablamı getir bana" dedi, Mert çocuk aklıyla. "Getiremem" dediğinde sol gözünden bir yaş süzüldü aşağı doğru Suzan'ın.

"Annelerin evlatlarını korumak için yapamayacağı şey yoktu hani. Nerde şimdi benim ablam." Mert'in ağzından çıkam her bir söz Suzan'ın kalbine bir hançer gibi saplanıyordu sanki. Göğüs kafesi sıkışıyor, nefes alamıyordu. Nefes alamıyordu çünkü nefesi yanında değildi. Kim bilir neredeydi, ne haldeydi. Koruyamamıştı ki onu. Onu kanatlarının altına almasına müsade etmemişlerdi ki. Kızını, canını, ilk gözağrını, onun zulmünden koruyamamıştı ki.

Nefes küçükken en azından ona sarılabiliyor, göz yaşlarına ortak olabiliyor, onu bağrına basıp acısını hafifletebiliyordu. Ama sonra Nefes büyüdü, herşeyi anlamaya, farkına varmaya başladı. Küçükken her ağladığında, canı yandığında annesine koşan o küçük kız çocuğu gitti. Koptu annesinden, gözünün önündeydi kızı ama sanki çok uzağında gibiydi. Sayılabilirdi ama sarılamıyordu. Öyle bir duvar örmüşlerdi ki anne kızın arasına, taşları devir, devir bitmezdi. Evet, onu hiçbir zaman babasının elinden alamamış, kurtaramamıştı ama sonrasında yanına gidip yaralarını sarmayı denemişti.

Ama artık büyümüştü Nefes. Su gibi duru, güzel bir kız olmuştu. İnsan güzelliğine bakmaya kıyamıyordu. Ama yaraları derindi. Annesiyle Suzan. Kızının gözlerimin önünde nasıl eridiğini, nasıl tükendiğini, nasıl gözlerinin önünden kayıp gittiğine bizzat şahit olmuştu ama elinden hiçbir şey gelmemişti. Kurtaramamıştı. Em değerli çiçeğini soldurmalarına göz yummuştu. Yummak istememişti ama mecburdu. En büyük günahının bedelini ödüyordu. Ama o değil, kızı ödüyordu bu günahın bedelini. Nefes, annesinin günahının bedelini, canıyla, sevgisizliğiyle doğduğu gündem beri ödüyordu.

Babası vuruyordu, dövüyordu, sövüyordu, hakaret ediyordu, aç bırakıyor, günlerce odaya kapatıyordu ama en azından aynı evin içinde olduklarını biliyordu. En azından aynı çatının altındalardı. Belki gözlerinin içine bakmaya cesaret edemiyordu, onunla konuşamıyor, sarılamıyor kokusunu içine çekemiyordu ama en azından gözümün önünde diyerek kendini avutuyordu Suzan. Ama şimdi, şimdi öylemiydi. Nefes nerde, kimle, kimin elinde, ne halde, napıyor, açmı, açıktamı, bilmiyordu. Suzan ihtimal vermezdi Selim'in böyle birşey yapacağına. Kızını başkasına satacağına inanmazdı. Ama kocası olacak adam öyle biriydi ki yapamayacağı birşey yoktu.

Günlerdir gözlerinin önünden gitmiyordu Nefes'in o geceki ona yalvararak bakan gözleri. Eve geldiğinde ona yine bir ümitle bakan yaşla dolu gözleri. Ona kurduğu son cümlesi bir türlü aklından çıkmıyordu. "Sen bu gece benim için sonsuza kadar öldün Suzan Soykan" ona ilk defa anne dememişti, ismiyle hitap etmişti. Canını öyle bir yakmıştı ki ona adıyla hitap edişi. Öyle bir parçalara ayırmıştı ki kalbini benim için öldüm deyişi. O an ölse gam yemezdi. Çok yalvarmıştı Allah'a, onu bu evden kurtar diye. Onu kurtar benim canımı al diye. Ama olmamıştı. Kızı gitmişti.

Belki de kurtuldu Suzan...

11;30

Yaman karayel;

insan içindeki vicdan duygusunu yitirince, başkasının çektiği acı içinde bir yer etmezmiş. O kişi suçlu olsun, ya da olmasın. İnsan, insanı insan yapan duygularını birer birer yitirdiğinde, o duygulara uzak olduğunda acı canını yakmaz. Bir başkasının acısına üzülemez hale gelir.

kafasını arkaya yaslayıp bütün bir gece yummadığı gözlerini yumdu. Koca bir gece gözlerine tek damla uyku girmemişti. Yatakta dört dönmüştü ama uyumak bir türlü nasip olmamıştı. Telefonunun çalması şuna iyi olamamıştı. Beyni uykusuzluktan zonkluyordu ve şuna uyuyabilecekti fakat telefonunun rahatsız edici sesi uyumasına izin vermedi.

Gözlerini açıp kafasını kaldırdığında koltuğun üzerine bıraktığı telefonunu aldı. Arayanın kim olduğuna baktıktan sonra telefonu açıp kulağına götürdü. Kafasını tekrar arkasına yaslayıp gözlerini yumduğunda telefonun diğer ucundaki kişiden bir ses bekliyordu.

"Buraya gelmen lazım kuzgun"

"Neden? Ne bok yemeye gelicem oraya"

"27 Kasım günü yapılacak 2024 yılı dövüşçüsü şampiyonluğu için" duyduklarından sonra gözlerini açıp doğruldu.

"Şampiyonluk dövüşü orada mı yapılacak?" Diye sordu şaşkınlıkla.

"Evet, burada yapılacak. O yüzden şimdiden buraya gelip burada çalışmalara başlamalısın" ilk önce bir düşündü. Kendisi gitmesine giderdi ama peki ya kız. Bu kızı ne yapacaktı. Onu burada bırakmak demek belaya davetiye çıkartmak demekti. Mecbur, onu da götürecekti. En azından gidecekleri yerde kaçmaya cesaret edemezdi.

"Yarın akşama orada olurum" dedikten sonra telefonu kapattı ve koltuğa fırlattı. Kafasını arkasına yasladı ve gözlerini yumdu.

12:03

Nefes Soykan;

Saat 11'den beridir uyanıktım fakat yataktan çıkmamıştım. Uyandığımdan beridir odanın içini inceliyordum. Üzerimde bir halsizlik vardı sanki. Kalkmak istemiyordum yataktan. Uyumak da istemiyordum aslında. Aslında ben hiçbir şey yapmak istemiyordum. Susamıştım. Dilim damağım kupkuruydu. Yataktan kalktığımda kapıya ilerledim. Kapıyı açıp odadan çıktığımda koridorda yürümeye başladım.

salona girdiğimde Karayel'i koltukta uyurken gördüm. Ses etmeden mutfağa ilerleyip mutfağa girdiğimde tezgahın üstündeki dolaptan bir su bardağı aldım ve tezgahın üzerindeki sürahiyi alıp bardağa su koydum. Sürahiyi tezgaha geri bıraktığımda bardaktaki suyu içtim. Bardağı tezgaha bıraktım ve mutfaktan çıktım. Salondan geçerken onun arkadan gelen sesi durdurdu beni.

"Bir saate kalmaz çıkacağız Soykanın kızı. Hazır ol" yönümü ona dönmeden konuştum. "Ne için hazır olacağım" diye sordum. Ayaklandığına dair bir ses geldi. "Bir yere gideceğiz" bir cevap vermeden salondan uzaklaştım ve koridora girdim. Odaya vardığımda açık kapıdam içeri grdiğve ardımdan kapıyı kapattım. Hazır olacaktım. Sanki üzerimdekiler dışında başka bireyim varmış gibi bir de hazır olacaktım.

Yarım saat sonra;

Odanın kapısı bir anda açıldığında bakışlarımı kapıya çevirdim. Kapının önünde onu gördüğümde gözlerimi sabır dilercesine yumdum. "Sana kapı çalmayı öğretmediler mi Karayel" güldüğünde kafamı cama çevirdim. "Malum, evin tüm odaları bana ait olunca kapı çalma gereksinimde bulunmuyorum küçük"

"Biliyormusun, bu dünyadan ilk kendini beğenmiş ve ukala olanlar göç edermiş" dedim. "Bu gereksiz bilgiyle ne yapmamı bekliyorsun Soykanın kızı" güldüm. "Böyle büyük ukalalıkla az ömrün kalmış olabilir. Onu diyorum Karayel" "Çıkıyoruz, hadi" dediğinde yataktan kalktım ve kapıya doğru yürüdüm. Yüzüne bile bakmadan yanından geçerek odadan çıktım. Koridorda yürürken onun arkamdan geldiğini biliyordum.

Koridordan çıkıp salonda durduğum esnada o gelip arkadan koluma girdi. "Yürü, Soykanın kızı yürü" diyerek beni çekiştirip yürütmeye çalıştığında kolumu çekerek ondan kurtuldum. "Allah bana çok şükür ki ayak vermiş. Kendim de yürüyebiliyorum" deyip evin kapısına doğru yürümeye başladığımda arkamdan konuşuyordu. "Madem ayakların var zorlamadan yürü küçük" bana her küçük dediğinde sabrımın sınırlarını zorladığının farkında değildi değilmi.

Kapının önüne geldiğimde dibimde bitip kapıyı açtı. Kapıdan dışarı çıktığımda araba hemen kaldırımın kenarındaydı. Karayel arabaya doğru ilerlemeye başladığında bende peşinden yürümeye başladım. Yaman arabaya bindiğinde bende arabanın diğer tarafına geçtim ve ön kapıyı açarak arabaya bindim. Emniyet kemerini taktığımda Yaman arabayı çalıştırmıştı. Dağ evinden uzaklaştığımızda yola çıkmıştık bile.

3 saat sonra;

Yola çıkalı baya bir saat olmuştu. Saat 16:00'dı. Saatten arabanın radyosu sayesinde haberdar olabiliyordum. Bu kadar saat yol gitmemize sebep olacak nereye gidiyorduk acaba. "Bunca saattir nereye gitmeye çalışıyoruz acaba?" Diye sordum yola bakarken. "Bir daha kaçmaya çalışamayacağım bir yere gidiyoruz küçük hanım" sabahtan beridir hiçbir şey yememiştim ve artık acıktığını hissediyorduk. "Acıktım" dedim kendi kendime.

Ağaçlık bir yolda ilerliyorduk. Biraz ileride bir benzinlik gördüm. Yaman arabayı yolun diğer tarafına çektiğinde o benzinliğe gittiğimizi anlamıştım. Benzinliğe geldiğimizde arabayı durdurdu. Elini arabanın koluna attığımda durdu. "Kaçmaya çalışmazsın değil mi Soykanın kızı" dediğinde, "kaçmam, Karayel" dedim. Kafasını aşağı yukarı onaylar gibi salladığında kapısını açarak arabadan indi. Arabanın önünden geçerken elini öne uzattı. Elindeki anahtarla birşey yaptığı anda arabadan bir ses geldi. Kapıları mı kilitlemişti o. Elimi kapının koluna atıp açmaya çalıştığımda açamadım. Kafamı çevirip arkasını dönmüş benzinlikteki markete giden Yaman'ı gördüm.

Eğer kapıyı kilitlememiş olsaydı belki kaçmayı başarabilirdim. Gerçi kapıyı kilitlemeyeceğini düşünmek de benim aptallığımdı. Sinirle kollarımı göğsümde birleştirip sırtımı arkaya yasladım. Bir kaç dakika sonra Yamanı'ın markett kapısından çıktığını gördüm. Elinde taşıdığı bir poşetle arabaya doğru geliyordu. Arabaya vardığında kapıyı açtı. Bakışlarım ona döndüğünde arabaya bindi ve elindeki poşeti kucağıma bıraktı. Bakışlarımı kucağıma bıraktığı poşete çevirdiğimde arabanın çalıştığına dair ses işittim.

o arabayı çalıştırdığında bende poşetin içinde ne olduğuna bakmak için poşetin ağzını açtım. İki sandviç ve iki de içecek almıştı. Sandviçleri elime aldığımda birini ona uzattım. "Al" dediğimde bakışlarını yoldan ayırmadan ona uzattığım sandviçi aldı. Poşetin içinden içeceklerden birini aldığımda ağzını açtım ve içeceği de ona uzattım. İçeceği de elimden aldı ve arabanın kapısındaki o boşluğa bıraktı. Sıra bana geldiğinde içeceğimi açtım ve kucağım koydum. Sandviçin pakedini açtığımda ucundan bir ısırık aldım. Kucağımdaki içeceği alıp ondan da bir yudum aldım.

Elimdekiler bittiğinde çöplerimi poşetin içine koydum ve poşeti de ağzını bağlayıp arabanın önüne bıraktım. Karnım doyduğuna göre artık rahatça durabilirdim.

2 saat sonra;

Uzun bir süredir karnıma giren kıramplar yüzünden oturduğum yerde kasılıyordum. Elimi karnıma giren kıramplar sebebiyle karnımdan çekemiyordum. Karnımı ovalayarak ağrıyı ve kırampı geçirmeye çalışıyordum. Fakat hiçbir faydasını göremiyordum. Bu ağrının üzerine bir de midem bulanıyordu. Bu mide bulantıları niye bir türlü durmak bilmiyordu bilmiyordum ama iş artık çığrından çıkıyordu sanki. Sürekli olarak meydana gelen mide bulantıları ve kusmalar can sıkıcı bir durum almaya başlamıştı.

Artık yerimde duramıyordum. Ağrım fazlaydı. Midem çalkalanıyordu sanki. Kusmam geliyordu ama artık kusmak bile istemiyordum. "Senin birşeyin mi var?" Diye sordu Yaman. "Hayır" dedim, acı içerisinde. "Kızım yüzün kireç gibi olmuş. Ne demek hayır" Artık dayanamıyordum. Ağzıma gelen mide bulandırıcı tatla elim anında ağzıma gitti. Elimi Yamana uzatarak arabayı durdurmasını söylemeye çalıştım. Bakışları bana döndüğünde halimi görünce arabayı yolun kenarına çekip durdurdu. Hızla kapıyı açıp kendimi zar zor arabadan attım ve arabanın arkasına geçtim. Elimi ağzımdan çektiğim gibi midemde ne var ne yoksa kusmaya başladım.

Eli arabanın bagaj kapısına attığımda öğürmekten gözlerim yerinden çıkacaktı sanki. Midemde ki herşeyi kustuğumda önüme gelen saçları arkaya ittim. Doğrulduğumda elimi karnıma attım. "Bu miğde bulantıları ve kusmaların bana pek normal gelmiyor Soykanın kızı." Gözlerimi kısarak ona baktım. "Ne ima etmeye çalışıyorsun Karayel" diye sordum. "Acaba diyorum sen..." diyerek gözleriyle karnımı işaret ettiğinde ne demeye çalıştığını anlamıştım. Elimi kaldırıp yüzüne sert bir tokat attığımda tokadın şiddetiyle yüzü yana savruldu.

"Sen ne dediğinin farkındamısın?" Diye sesimi yükselttim sinirle. Tokat attığım yanağını tutarak kafasını bana çevirdiğinde sanki şokta gibiydi. "Hadsiz!" Diye bağırdım. Arabaya binmek için yürüdüğümde sıkıca kolumu tutarak beni durdurdu ve kendine çekti. "Sen, bana tokat mı attın?" Diye sorduğunda, "Başka ne yapacaktım" dedim hayretle. "Sen bana öyle iğrenç birşeyi ima ederken saksı gibi duracakmıydım" yüzündeki damarları sinirlendiğinin göstergesi olarak belirginleşmişti.

"Ne düşünmemi bekliyorsun! Sürekli miden bulanıyor ve kusuyorsun! Ne düşünmemi bekliyorsun!" Dediğinde kolumu çekiştirerek ondan kurtarmaya çalıştım. "Hadsizliğin bile bir sınırı var Karayel!" Kolumu bir hışımla çekip ondan kurtardığımda kapıya doğru yürüdüm. Arabanın kapısını inerken açık bırakmıştım. Arabaya bindiğimde kapıyı sertçe kapattım. Kendimi yana çevirdiğimde diğer kapının kapandığını duydum. O arabayı çalıştırdığında kafamı koltuğun başına yasladım ve camdan dışarı seyretmeye başladım. Dertlerimin üzerine yenileri ekleniyordu. Yaralarıma sanki yenileri açılıyordu. Canım, her geçen gün biraz daha yanıyordu. Biriler sürekli canımı yakacak, acıtacak yeni şeyler bulmayı beceriyordu. Ve ben, artık canım yansın istemiyordum.

Yaman Karayel;

Hava çoktan kararmıştı. Gece yeryüzüne çökmüştü bile. Saatlerdir yoldaydı Karayel. Saat gece yarısına geliyordu ve uykusu geliyordu. Yarın sabah saatlerinde gidecekler yere varmış olacaklardı. Uykusu geliyordu ve uyumaması gerekiyordu çünkü arabayı ondan başka kullanacak birisi yoktu. Arabayı yolun kenarına çekip uyumayı denese, geçenim bu saatinde bu güvenilir olmazdı. Fakat uykusunun kaçması lazımdı. Kafasını bir şekilde dağıtıp uyanık kalması gerekliydi. Bu yüzden radyoyu açtı ve sesini kıstı.

Bir şarkı çalıyordu radyoda; kurşun adres sormaz ki.

"Yine de sen son sevdiğim"

"Uğruna sevgiler aşklar tükettiğim..."

Gaza yüklenip arabayı daha da hızlı sürmeye başladı. Akşam üstünden beridir canı sıkkındı. Başına bela almış olabilirmiydi sahiden. Bile isteye kendini belaya sokmuş olabilirmiydi. Ne bok yemeye bu kızı yanına almıştı ki. Canını yakmak için yapmayacağı şey yoktu. Sırf canı yansın diye elinden ne geliyorsa yapıyordu. Varlığı bile canını sıkıyordu kızın. Sesini bile duymaya tahammülü yoktu. Ve tahammülü dahi olmadığı birini gittiği her yerde yanında götürmek zorundaydı.

kafasını çevirip yanına baktığında bacaklarını kendine çekmiş, kollarıyla bacaklarını sarmış, kafası yanına düşmüş Nefes'le karşılaştı. Sonbahardı. Hava zaten soğuktu. Birde şimdi gecenin bu saatlerinde ayrı bir soğuk oluyordu. Sıkıntılı bir nefes verdiğinde gözünün önünde can verse yardım etmezdi ama şimdi asla yapmayacağı birşeyi yapıyordu. Arabayı yolun kenarına çekip durdurdu. Koltuğunun arkasındaki askıda asılı olan ceketine uzattı kolunu. Çeketi aldığında yakasından tutarak kafası öbür tarafa dönük kızın üzerine uzanarak örtmeye çalıştı.

Ceketi kızın üzerine örterken hareketlendi kız. Kafasını Karayelin olduğu tarafa çevirdi.

"Kurşun adres sormaz ki"

"Yaktın beni en derinden"

Çeketi tutan elleri duru verdi Karayel'in. Bakışları uyuyan kızın yüzünde gezindi. Çok masumdu. Uyurken daha da masum oluyordu.

"Depremlerde yine yüreğim"

"Yangınlar çaresiz"

Çeketi kızın üzerine bıraktığında yüzüne düşen ince telli saçlarını parmaklarıyla, dokunduğunu belli etmeden kulağının arkasına sıkıştırdı Karayel. Geri çekildiğinde kafasını hızla iki yana salladı. Geri direksiyonu tutuğunda gaza bastı ve arabayı sürmeye devam etti. Haddini aşmamıştı. İleri falan da gitmemişti. Bilerek söylemişti o sözleri. O imada bilerek bulunmuştu. Karayel, herşeyi onun canını yakmak için yapmıştı. Ve daha da yanacaktı canı. Karayel'in içindeki yangın sönene dek, Soykanın kızının canı yanmaya devam edecekti.

08:18

Nefes Soykan;

Gözlerimi açtığımda burnuma yabancı ama hoş ve güzel bir koku geldi. Kafamı eğdiğimde üzerimde siyah bir ceket gördüm. Koltukta dikleştiğimde kollarımı ceketin altından çıkartıp çemeti elime aldım. Kimin ceketiydi bu. Ceketi burnuma götürdüğümde sigara kokusuyla doldu tüm ciğerlerim. Arabanın camından dışarı baktığımda dağlık ve yeşillik bir alanda olduğumuzu farkettim.

Etrafta birden fazla ev vardı ve hepsi dağların arasında gözüküyordu. Arabanın açık camından kafamı uzattığımda sırtı bana dönük Yaman'ı gördüm. "Neredeyiz?" Diye sordum uykulu çıkan sesimle. "Karadenizdeyiz" diye yanıt verdi. Kaşlarım şaşkınlıkla havalandığında etrafa tekrar baktım. "Ne işimiz var burada?" Diye sordum şaşkınlıkla. "Memleketim" dediğinde önünü bana döndü. Dudaklarının arasındaki sigarayı alıp yere attı ve ayağıyla ezdi.

Arabanın önünden geçip öbür tarafa geçtiğinde kapıyı açıp arabaya bindi. Ben hala şaşkınlığımı korurken o arabayı çalıştırdı. Beni Karadeniz'e mi getirmişti. Bana sormadan. "Sen beni, bana sormadan kalkıp Karadeniz'e mi getirdin?" Onaylayan mırıltılar çıkardı. "Sana sormam mı lazımdı." Dediğinde hayret edercesine güldüm. "Benim hakkımda kararlar vermemişsin Karayel. Sahibimiş gibi davranamazsın" diyerek sesimi yükselttim.

"Benimleysen benim gittiğim her yere gelmek zorundasın Soykanın kızı" ağzım şok içinde açık kaldığında sinirleniyordum. "Sınırlarımı zorlama Karayel" "Senin sınırlarını çoktan geçtik Soykanın kızı"

Araba durduğunda beni yine nereye getirdiğine baktım. Hastane. Beni hastaneye mi getirmişti. "Ne işimiz var burada?" Arabanın anahtarını alıp arabadan indiğinde peşinden bende arabadan indim. Hastaneden içeri girdiğinde peşinden giderek kolunu tutum. "Buraya neden geldik dedim Karayel" içim sıkıntıyla dolarken telaşlı bakışlarım hastanenin içinde gezindi. "Test yaptırıcaz. Hamilemisin değilmisin öğreneceğiz"

"Hamile falan değilim. Şimdi hemen buradan gidiyoruz." Dedim sinirle sıktığım dişlerimin arasından. Onu kolundan tutarak hastane çıkışına götürmeye çalıştım. Elimin üzerine elini koydu. "Madem hamile değilsin korkaman gerek yok. Test yapar sonucunu öğreniriz" dedi. Gözlerim dolmaya başladığında ne yapacağımı ne hissedeceğimi bilmiyordum. "O testi yaptırmayacağım. Gururumu incitmene izin vermeyeceğim Karayel" dedim, net bir şekilde.

"Sana o test yapılacak dedim Soykanın kızı" gözlerimin önü buğulandığında o elimi tutup beni danışmaya doğru yürütmeye başlamıştı. Danışmanın karşısına geçtiğimizde danışman kadına, "Biz hamilelik testi yaptırmak istiyoruz" dedi. Kafasını çevirip bana baktığında, tek bir cümle kurdum; "Seni asla affetmeyeceğim Karayel" dedim dolmuş gözlerimle nefretle, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Beni sakın affetme Soykanın kızı. Eğer beni affedersen bu seni gurursuz bir kız yapar" dedi, keyif alır gibi. Kalbim, o daha ne kadar kırılacaktı ki. Daha ne kadar parçalara ayrılacaktı. Daha kaç parçaya bölünüp barçalarını yere düşürecekti kalbim.

Daha ne kadar kanayacaktım. Daha ne kadar, ne kadar beni yaralayacaktı hayat. Ben ondan son bir umut dinlenirken, o daha ne kadar kalbimi kıracaktı. "Şurdan giderek kan tahlili verebilirsiniz" kadının sözleri beni daldığım yerden aldığında Karayel elimi tutmaya devam ederek beni kadının dediği yere götürüyordu. Bir odanın kapısını açtığında içerideki hemşireye, "Biz kan tahlili yaptıracağız" dedi. Kadın bana bakarak, "Buyrun" dediğinde bakışlarım Karayele döndü. Dolu ve kızardığından emin olduğum gözlerimle dişlerim sıkarak ona bakıyordum.

Gözlerimin ardında öyle bir duygu yatıyordu ki, tarif bile edemezdim. İçimde Yaman Karayel'e karşı öyle büyük bir nefret büyüyordu ki. Ona olan nefretim, canımı yakıyordu. Elimi tutan elinden ellerimizi ayırdığımda odadan içeri girdim. Kadının kanımı almasımiçin sedyeye oturdum. "Kolunuzu açın lütfen" kadın kolumu açmamı isteyince kolumj açtım. Kadın elindeki mavi lastiği koluma bağladığında arkasını döndü ve masanın üzerindeki çelik tepsiden boş şırıngayı aldı. Kadın bana döndüğünde yumruğumu sıktım. Kadın iğneyi koluma batırdığında bakışlarım, kapıya yaslanmış, kollarını göğsünde birleştirmiş beni izleyen Karayeldeydi. Gözlerine duygudan yoksun donuk gözlerle bakıyordum.

"Bitti. Pamuğu yaraya bastırırsanız sevinirim" dediğinde bakışlarımı ondan çekip koluma baktım. Hemşirenin bıraktığı pamuğu tutarak sedyeden indim. "Kan tahlilleriniz bir kaç saate çıkar, isteseniz dışarda bekleyin." Kafamı sallayarak hemşirenin dediklerini onayladığımda odadan çıkmak için kapıya ilerledim. Ben kapıya geldiğimde Kapıya yaslandığı vücudunu dikleştirdi. Ben kapıdan çıktığımda o da arkamdan geliyordu. Az ilerideki koltuklara yürüdüm ve en uçta olana oturdum.

Elleri cebinde bir şekilde gelip diğer uçtaki koltuğa da o oturdu.

Bir kaç saat sonra;

"Yaman Karayel adına yapılan kan tahlili sonuçları çıkmıştır. Doktor Canan Hanımın odasına bekleniyorlar!" Diye anons geçtiğinde ikimizin de bakışları birbirimizi buldu. Aynı anda oturduğumuz yerden kalktığımızda o önden yürümeye başlamıştı. Danışman kadın bize yön gösterecek bizi doktorun odasına götürüyordu. Asansörle bir üst kata çıktığımızda hemen asansörün karşısındaki odanın kapısının yanındaki tabelada. Prof. Dr Canan Atalay yazıyordu.

Odanın kapısının önüne geldiğimizde danışman kadın kapıyı açtı. "Buyrun" dediğinde Yaman odaya girmek için hareketlendi. Önden geçerek elimi göğsüne koydum. "Sen gelmiyorsun Karayel" dedim kesin bir dille. Onu geride bırakarak odadan içeri girdim ve kapıyı yüzüne kapattım. "Yaman beyi bekliyordum yalnız..." diyen kadın sesiyle arkamı döndüm. Masasında oturmuş bir kadın vardı. Saçları kısa küt kesim olan gözlüklü, hafif kilolu kumral bir kadındı. Genç değildi. Ama yaşlı da değildi. Tahminim üzere orta yaşlarda bir kadındı.

"Tahlil bana yapıldı" dedim içime kaçmış sesimle. "Siz kimsiniz?" Diye sordu. "Nefes Soykan" kadın eliyle masasının önündeki tekli koltuğu oturmam için işaret ettiğinde masasına doğru ilerleyip masanın önündeki siyah deri koltuğa oturdum. Bakışlarım kadını bulduğunda masasının üzerindeki dosyanın kapağını açtı ve içinden bir kağıt aldı. Gözlüğünü düzelttiğinde elinde tutuğu kağıdı büyük bir önemle inceledi.

Bir kaç dakika öyle elindeki kağıdı inceledikten sonra bakışları beni buldu. Yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. "Kan değerleriniz düşmüş Nefss hanım" dedi önce. Daha sonra bana,"Uzun zamandır olan Niğde bulantı ve kusmalarınız varmı acaba?" Diye sordu. "Som bir haftadır sürekli olarak Çiğdem bulanıyor ve ne yesem kusuyorum." Dediğimde kadın sıkıntılı bir nefes verdi. "Tam emin değilim ama siz hastasınız Nefes hanım ve yine tahminim üzerine söylüyorum ki, hastalığınız oldukça ilerlemiş gibi görünüyor" kaşlarım çatıldığında "Nasıl?" Diye sordum anlamayarak. "Yapılan kan tahlili bunu gösteriyor"

Bölümü oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın lütfen 🎀

 

 

 

 

Loading...
0%