Yeni Üyelik
1.
Bölüm

43. Bölüm: Dengesizlik ve Hormonlar

@umutlena

Önceki bölümler Wattpad'de.

 

𓆸

 

"Sana her konuda yalan söyleyebilirim ama güzelliğin karşısında dilim tutuk."

𓆱𓆱𓆱𓆱𓆱𓆱𓆱𓆱𓆱𓆱


Güne hamile olarak uyandım. Doğrusu, beş ay boyunca her gün, her saat, her dakika, her an hamileydim ama bugün uzun bir zaman sonra ilk kez bunu farkındaydım.

Düşünmem gereken o kadar çok şey vardı ki hamileliğin tadını çıkarmayı unutmuştum. Aldığım kıyafetlerden mi bilmiyordum, bugün sanki daha fazla hamileydim.

Yatakta yalnız uyandığımda moralim biraz bozulsa da yüzüme kocaman bir gülümseme kondurup örtülerin altından çıktım. Bebeklerimi selamlamak adına elimi karnıma koyup şefkatle okşarken “Günaydın kızlar.” dedim neşeyle. İkisinin de kız olması harikaydı, oğlan olsalardı da harika olurdu tabii fakat kızlarımla daha rahat babalarının dedikodusunu yapabilirdim. “Yine yalnız uyandığım için üzgün olduğumu düşündüğünüzü biliyorum ama alakası yok. Babanızı ben kovdum.”

Tam anlamıyla bir kovma gerçekleşmemişti. Kovmaya yelteneceğim bir olay olmamıştı aslında. Buraya geldiğimiz ilk gece yatağımın yanında uyumuştu, o günden sonra da odaya hemen hemen hiç girmemişti. Sancar ihtiyacım olan o alanı bana veriyordu.

Fazlasıyla.

“Burada olsaydı daha mutsuz olacağımdan emin olabilirsiniz bebeklerim.” diyerek kendimi bu düşünceye ikna etme çabasına girdim. Onu özlemiş değildim. İçten gülümsemesini, yanaklarındaki çukurları görmeyi özlememiştim. Ona sarılarak uyumayı da... Hem beni bazen o kadar sıkı tutardı ki sabah uyandığımda güçlükle nefes alırdım. Bunun neresini özleyecektim? Kollarındayken güvende hissetmeyi, ona sataşmayı, sakallarını tıraş etmeyi, o çalışırken dikkatini üstüme çekmek uğruna yaptığım şaklabanlıklar karşısında memnuniyetsizmiş gibi yalandan somurtmalarını, yüzündeki sahte ifadeye rağmen gözlerinin ışıltısını… Hiçbirini özlememiştim.

Gözümden akan bir damla yaşı hızlıca silerek burnumu gürültüyle çektim. “Başınız belada.” dedim titreyen bir sesle. “Anneniz duygusallığın vücut bulmuş hâli. Ağladığınızda muhtemelen sizi susturmayacağım. Birlikte ağlayacağız. O zaman babanız… yani hâlâ bizimleyse hepimizi susturmaya çalışacak.”

Gelecek hakkında düşünmeyi reddederek konuşmayı bıraktım. Zihnim bunu yapmaya hazırdı ama ben değildim. Kaygılarım yüzünden hayallerim kararıyor, umutsuzluğa sürüklenmeme sebep oluyordu. Güzellikleri hayal edemeyecek kadar bitkindim, olumsuzlukları düşünerek yorgunluğuma yorgunluk katamazdım.

“Bugün ne yapmak istersiniz?” diye bambaşka bir konuya dalarken alışkanlığım hâline gelmiş yavaş adımlarla yürüdüm. Ufaklıklar sanki istediği şeyi göstermek için esnememi sağladı. “Uyuyalım mı?” Elimi ağzıma götürerek esnememi bastırırken gözlerimi devirmekten geri kalmadım. “Olmaz öyle. Biraz hareketli bir şeyler yapalım, sürekli tembellik yapmaya teşvik ediyorsunuz beni.”

Namaz kılarken yorulur muydu bir insan? Bugün sabah namazını kılarken secdede uyuyakalmıştım. Şaka değildi, alnımı yaslamış ve bir anlığına gözlerimi kapatmak gibi bir hata yapmıştım. Sonrası karanlıktı. Yana devrilmiştim de uyanmamıştım. Sancar gelip beni uyandırıncaya kadar orada uyumuştum.

O uyandırınca yatağa geçerek uyumaya kaldığım yerden devam etmem de ayrıydı. Kızlara kalsa dokuz ayın sekiz ayını uyuyarak geçirecektik. Kalan bir ay da karnımızı doyurmak içindi. Bu kadar da olmazdı.

Hemen evin içinde yapabileceğimiz hareketleri şeyleri düşünmeye başladım. Dans etmek, egzersiz yapmak, temizlik veya yemek… “Kitap mı okusak?” dedim umutla. Aktiviteleri düşünmek bile beni yormuştu. Belki de bu kadar da olurdu. Tekrar esneyerek gözlerimi ovdum. “Zihnimizin çalışması da bir hareket sonuçta.”

Tamam, suçu bu kez bebeklerime atmayacaktım. Ben de tembelliği tercih ediyordum ama ne yapabilirdim? İçimde iki can büyütüyordum, bunun kolay olan hiçbir yanı yoktu. Tembellik yapmak hakkımdı.

Sonsuza kadar uzamış gibi gelen yürüyüşün sonunda banyoya girip geceliğimi çıkarırken “Evet, kitap okuyacağız.” diye kararlaştırdım. Burada hiç kitabım yoktu fakat bu önemsizdi. Sancar’dan listemde olan kitaplardan birini istesem odalardan herhangi birine dev bir kütüphane yaptırırdı.

Beni buraya kapatan kendisiydi, bunu da bir zahmet yapmalıydı.

Duş alırken kızlarla konuşmayı bırakmadım. Konuşup durmamdan mı yoksa kendimi şımartma isteğimden mi bilinmez, duş almam hiç kısa sürmedi. Sıcak suyun altında derim buruşuna kadar kaldım.

Duştan sonra dişlerimi fırçalarken aynadaki yansımam bana kendimi şımartmaya gerçekten ihtiyacım olduğunu hatırlattı. Kaşlarım çıkmıştı. Saçlarım ıslak ama cansız duruyordu çünkü en son ne zaman doğru düzgün bakım yaptığımı hatırlamıyordum. Yüzüm kıpkırmızıydı, kırmızılık geçince ruh gibi solgun bir tenle karşılaşacaktım.

Kendime bakmaya en çok fırsatım olan dönemdeydim. İşe gitmiyor, bütün günümü evde geçiriyordum. Evde yapacak bir şeyim yoktu, tüm gün oturduğum yerden kalkmasam da sorun olmazdı. Doğumdan sonra bugünleri mumla arayacaktım ancak şimdi kıymetini bilmiyordum.

Kendime bakmayı ne zaman bırakmıştım?

“Önce bakım yapıp güzelleşelim kızlar, sonra kitap okuruz.” dedim kararlı bir ses tonuyla. Ne zaman bıraktığımı bilmesem de bıraktığım anların acısını çıkartmam lazımdı. Bunu hak ediyordum. "Annenizin biraz bakım yapmaya ihtiyacı var."

Diş macunu hâlâ biraz midemi bulandırıyordu, bu yüzden ağzımda hiç kalıntı kalmadığından emin oluncaya kadar bir hayli zaman harcadım. Ağzımı suyla doldurup iyice çalkalıyor, tükürüp bir sonraki çalkalamadan önce kızlarımla konuşuyordum. Onlarla konuşurken tek taraflı konuşuyormuşum gibi hissetmiyordum ama bir yandan da tek konuşandım. Eğlenceliydi, sürdürme nedenim de buydu. Vücudumun tepkilerini kızlarımın cevabı olarak yorumluyordum. Bu da eğlenceliydi.

Yüzümü kurularken karnım guruldayınca onların kitaptan önce yemeğe ihtiyacı olduğunu söylediklerini hayal edip güldüm. “Peki peki, kitap okumadan önce kahvaltı yapacağız." diyerek "Anne yemek!" diye seslenmişler gibi söylendim. "İsyan etmeyin hemen. Bu iştah ne? Kime çektiniz siz?” Babanızın kızları olmazsanız iyi olur fıstıklar.

Tekrar karnım guruldayınca tereddütte kalarak dudaklarımı yaladım. Önce kahvaltı, sonra bakım, en son kitap olsaydı ne olurdu? Karnım guruldayıp dururken kaşlarımı alamazdım. Gerçi normalde de kaşlarımı almayı beceremezdim ama konu bambaşkaydı. Daha önemli sorunlarım vardı.

Kahvaltıda ne yiyecektim?

Bu önemli sorunu düşüne düşüne odaya geçtim. Dolaptan evin içinde giyebileceğim rahat, aynı zamanda da çalışanların yanında giymeye uygun bir şeyler aradım. Dün aldığım kıyafetlerin hepsi dolapta değildi. Yıkanmışlar arasından pembe, ince tulumumu aldım. Beyaz bir tişört, bir çift çorap ve iç çamaşırlarımı alıp yatağın üstüne bıraktım. Gelişigüzel kurulanıp giyindim. Saçlarımı nemli bırakarak iki yandan ördüm. Örgülerin ucunu bağlamak için pembe tokalar aradım ama bulamadım. Sıkıcı, siyah tokaları kullandım. Yüzüme düşen perçemleri kulağımın arkasına sıkıştırdım ve çoraplarımı giydiğimde hazırdım.

Aynaya son bir bakış attığımda hamile ve güzel, daha çok hamile, göründüğümden emindim. Artık odadan çıkabilirdim. Hafifçe seke seke, çok daha iyi hissederek odadan ayrıldım. Yatağımı toplamadığım sonradan aklıma geldi. Çoktan merdivenlerin ortasına gelmiştim. Geri dönmeyi düşündüm fakat karnım milyonuncu kez guruldayarak beni engelledi. Daha sonra toplayacaktım.

Aşağı inince beklediğimin aksine kimseyi göremedim. Sancar’ı salondaki koltuklardan birinde otururken görmeye alışmıştım sanırım, aniden kötü hissettim. Kahvaltı yaptığını düşünerek mutfağa girdim ama orada da yoktu. Helen ve Gül Naz abla mutfaktaydı. El değmemiş kahvaltı masasında karşılıklı oturmuş bir şeyler konuşuyorlardı. Kocamın nerede olduğuna odaklandığımdan başlangıçta ne konuştuklarına dikkat etmeyip Sancar mutfakta bir yere saklanmış gibi onu aradım.

Dolaplardan birine de sığmazdı ki bu adam. Neredeydi?

Sessizliğim yüzünden beni fark etmeden sohbete devam eden Helen “Evlenmek istemiyorum abla.” diyerek dikkatimi üstüne çekti. Gül Naz abla Helen’in bekâr olduğunu öğrenince uygun adaylardan bahsederek kızı bıktırmıştı anlaşılan.

“Öyle deme, ben de öyle diyordum ama bak hâlime.”

“Ne varmış hâlinde?” diye hafifçe kızdı Helen. Çıkışına şaşırıp boş boş yüzüne baktım. Gül Naz abla utangaçlığını kırmış mıydı? "Çok genç görünüyorsun. Kazandığın parayı dilediğince harcıyorsun, sorumlulukların kendinle sınırlı. Hayal ettiğim hayat bu.”

Evlenmeden önce ben de böyle hayaller kuruyordum hayatım. Şimdi de kocamı evin içinde iki dakikadır görmediğim için yere çöküp ağlamayı planlıyorum.

“Yaşlandıkça yalnızlıktan bıkıyorsun güzel kızım.” Helen sandalyenin oturma yerine bir ayağını koymuş, dizine başını yaslayarak oturuyordu. Gül Naz abla elini onun gür saçlarına götürüp sevgiyle okşadı. “Senin yaşlarında ben de böyle düşünüyordum ama sonra pişman oldum. Canımı çıkarsa da çocuklarım olmasını isterdim. Bir tane de değil, şöyle üç beş tane. He koca şu anda da gereksiz geliyor, kabul.” Birlikte güldüler. Koca demişken neredeydi benim kocam? “Şey yap en iyisi, bir adam bulup çocuk yap. Yavrunu kucağına aldığın gibi de kocanı kapının önüne koy.”

“Bence hamile olduğunu öğrendiğin an da kapının önüne koyabilirsin.” diyerek sohbete dahil oldum. Sancar'ı daha fazla düşünürsem gerçekten oturup ağlayacaktım.

İkisinin de bakışları bana dönerken Helen’in yanaklarının kızarması ve oturuşunu düzeltmesi gözümden kaçmadı. Gül Naz abla onun utangaçlığını kırsa da ben yapamamıştım. “Kocan sana pervane oluyorsa o zaman doğuma kadar yanında kalabilir, bir işe yarar. Lohusalığının da bitmesini bekleyip öyle yollarsın.”

“Senin planların da bu yönde mi?” diyerek tatlı tatlı güldü Gül Naz abla masadaki yerime oturduğum sırada. Gözlerimi biraz sonra midemi dolduracak olan lezzetli şeylere diktiğimden tuzak bir soru olup olmadığını kavrayamadım.

Tuzak da olsa dürüst davranmaya karar verdim. “Maalesef hayır.” Sancar’ı kapının önüne koymayı düşünmek bile kalbimi kırıyordu. Yalnız kalmaktan daha çok onu yalnız bırakmaktan korkuyordum. Yalnız başına otuz yılı devirmiş olması önemli değildi, tek kaldığında yaşayamayacakmış gibi hissediyordum. Kendine asla değer vermiyordu zaten, birinin ona bakması gerekiyordu.

Onu bu kadar sevmekten nefret ediyordum.

Tabağıma gördüğüm her şeyi yığarken sessizlikten bakıştıklarını tahmin ettiğim hanımlara “Benimki nerede, gördünüz mü?” diye sordum. Eğer konuyu konuşmaya devam etseydik işin içinden çıkamazdık ve ben kocamı merak ediyordum.

Öğütlediğimle yaptıklarım çok farklıydı.

Psikoloğun dediğini yap, yaptığını yapma.

“Çalışma odasındalar Duru Hanım.”

“Biri mi yanında?” O kişi ne zaman geldi, Sancar ne kadar süredir beni kontrol etmiyor?

Karısını unutmamalıydı. Hamile bir şekilde duruyordum burada. Çok hamileydim üstelik.

Bugün sanırım daha hamile olduğum kadar daha dengesiz, daha duygusal, daha âşıktım.

“Ali Bey geldi.” diyerek dikkatimi yeniden çekmeyi başardı Helen. En sonunda tabağımdan başımı kaldırabilmiştim.

“Ali mi?” Başını salladı anlamsız sorumu garipsemeyerek. Ali'nin burada ne işi vardı? İşle ilgili bir konu hakkında konuşmaya mı gelmişti? Gerekmedikçe evimize gelmezdi. Önemli bir şey olmuş olmalıydı. Diğer işlerle mi ilgiliydi?

Yanlarına gittiğimde konuyu değiştirirler miydi? O işleri duymak istiyor muydum?

Öğrenmek için yanıp tutuşsam da kızlarımla konuşurken yaptığım sıralamanın başlangıcına uyarak acele etmedim. Önce karnımızı doyurmalıydım. Annelerinin sözünde durmayan biri olduğunu düşünmemelilerdi.

Evet, tek sebep buydu. Asla tabağı ağzıma dayayıp hepsini bir lokmada yutma hayalim yoktu.

Kahvaltımı yaparken Gül Naz abla sürekli bana başka bir şeyler de yedirmeye çalıştı. Yemeklerde su ve çorbadan fazlasını içmeyi sevmediğimi söylediğim hâlde taze sıkılmış meyve suyunu içmemde ısrarcı oldu. O kadar tatlı dilliydi ki reddetmeye yanaşmadım bile. Helen fark etmediğim bir anda ortadan kayboldu. Evin içinde nadiren görünen melez güzeli bir hayaletti resmen. Çekingenliğine, doğru düzgün konuşmamasına rağmen fazla tatlıydı. Aslında evdeki herkes tatlıydı. Ben tatlıydım, kızlarım tatlıydı, Gül Naz abla, Helen ve diğer hemşireler de hatta korumalar bile tatlı diyebilirdim.

Benimkinin de huysuz bir kurbağa kadar tatlılığı vardı.

Ona düşüncelerimde "benimki, kocam" dediğimi bilmediğinden mi bu kadar yoldan çıkmıştım? Niye burnumda tütüyordu? Hormonlarım yine yükselişe mi geçmişti? Daha hamile olduğumu iddia ettiğim bir günde bu yaşanmasa olmazdı zaten.

Karnım doyduğundan aklımın çalıştığı yön değişmişti. Uyandığımdan beri görmediğim kocamı görmek için hızla sandalyeden kalkınca Gül Naz abla hâlime güldü. Ona açıklama yapmak yerine teşekkür edip mutfaktan çıktım. Birkaç kez sofrayı toplamasına yardım etmek istediğimde şiddetle karşı çıkmıştı, sonrasında yeltenmeyi dahi bırakmıştım.

Mutfaktan hızlı ayrılsam da çalışma odasına gitmem o kadar hızlı olmadı. Yavaş yürümeyi alışkanlık hâline getirmiştim ve hamileliğim boyunca bu alışkanlığı sürdürmek istiyordum. Hem nefes nefese bir hâlde çalışma odasının kapısını açsam Sancar'ı bir anlığına da olsa endişelendirirdim. O zaten diken üstündeydi.

Alt kattaki odalardan çalışma odası olduğunu hatırladığım odanın kapısına vurup içeriden ses gelmesini bekledim. "Girin." dedi Sancar tok bir sesle. Kapıyı çalanın ben olduğumu bilseydi "Gel fıstığım." derdi. Tabii bu hâle gelmeseydik...

Başımı iki yana sallayıp kapıyı bedenimin gireceği kadar açtım. Önce karnım içeri girdi, sonra ben. Yüzümün önüne düşen saçlarımı kulaklarımın arkasına iterken gözlerim Sancar'ın gözleriyle kesişti. Yoğun bakışları yüzümde dolaştı, ördüğüm saçlarıma takıldı. Orada uzun bir süre takılı kaldı. Sürgün mavisi gözlerini yeniden gözlerimle buluşturması zor oldu.

Gözlerindeki sıcacık ifade içimi ısıttı. Dün alışverişte biraz yıktığımıza inandığım duvarlar hâlâ yıkık durumdaydı. Yerine yenileri eklenmemişti.

Alışverişten sonra söylediklerimin canını sıktığını farkındaydım ancak Sancar bunu göstermekten kaçınmıştı. Aldıklarımı evde bir kez daha deneyip yeniden gevezelik yaparken surat asmamıştı. Bu hoşuma gitmişti çünkü bir noktada çabalaması gereken oydu. Sözler dudaklarımdan onu kırmak için dökülmemişti neticesinde. Onu yaralamak istememiştim, sadece kırıldığımı dile getirmek istemiştim. İşinin zor olduğunu, çabalamasını istediğimi, çabalamasına ihtiyacım olduğunu göstermeyi amaçlamıştım.

İşe yaramıştı, bugün kaldığımız yerden devam ediyorduk.

Ne kadar süre boyunca birbirimize bakakaldık bilmiyordum, varlığını farkına bile varmadığım Ali "Merhaba yenge." diyerek beni dünyaya döndürdü.

Sancar çalışma masasının arkasındaydı, Ali masanın önündeki iki koltuktan birinde oturuyordu. Odada iki çalışma masası vardı ama birinin önünde, muhtemelen benim olan masanın önünde, bu koltuklardan yoktu. O koltukları oda için seçtiğimi hatırlamıyordum. Sancar kendine iki tane alıp bana almamış mıydı?

Gözlerim yaşardı.

Ali önceden çikolata kahvesi olduğunu düşündüğüm ancak şu an daha çirkin bir renk olan gözlerini, hangi renk olduğunu söyleyemezdim çünkü çok hamileydim, üstüme dikmemiş olsaydı yere çöküp ağlardım.

"Merhaba." diyerek Ali'nin karşısındaki koltuğa oturdum. Ellerimi karnıma koyarak sırtımı koltuğa değdirinceye kadar hareket ettim. Önceden ellerimi kucağımda birleştirirdim, şimdi yaşlı amcalar gibi göbeğime yaslıyordum. "Niye buradasın?"

Şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı, benden böyle bir çıkış beklemiyordu. Ona nazik davranacağımı sanıyorsa aptal adamın tekiydi. Birim denen şeyin içinde olduğunu anlamam için çok zeki olmama ya da işin her detayını bilmeme gerek yoktu. O da bu pisliğin içindeydi. Muhtemelen o da katildi. "Abiyle konuşmaya gelmiştim."

Sancar'a döndüm ve hiçbir şey söylemeden derdimi anlamasını bekledim. Beni çok bekletmedi. "Dinlemek mi istiyorsun?" diye sordu.

"Dinlesem dürüstçe konuşacak mısınız yoksa..."

"Aklını bununla meşgul etmeni istemiyorum Duru." Sözümü kesmemişti, ben cümlenin devamını getirmemiştim. Yalan söyleyip söylemeyeceğini sormak istememiştim. "Yalan" kelimesi midemi bulandırıyordu. "İstiyorsan az önce ne konuşuyorsak onu konuşmaya devam edeceğiz."

"Abi." diye karşı çıktı Ali.

Sancar gözlerini benden ayırmadan çıkışını hiçe saydı: "Devam et."

Dinlemek istiyor muydum?

Ali sertçe nefes alıp Sancar'ın sözünün üzerine başka bir şey söylememek için kendini durdurmaya çalıştı. "Özkan abinin beni duvara yapıştırdığı yerdeydim." dedi bıkkınlıkla. Sessizliği fazla uzattığından ona baktığım sırada pes ederek konuşmaya başlamıştı.

Kaşlarım çatıldı. "Amcam mı?"

"Evet yenge, amcan. Sizi kaçıran adamları iş-" Öksürdü. "Nazikçe konuşarak bir konuda ikna etmeye çalışıyordum. O da benimleydi. Sinirlendiğini fark edemedim, bir anda kendimi duvarla derin bir ilişkide buldum."

"Niye?"

"Senin nerede olduğunu biliyorum, o bilmiyor. Abisi yani baban ve ablan da Özkan abiye söylememiş. Onları dövemeyeceğinden dövebileceği tek kişi olarak hemen yanındaydım. Hazır yanımdasın dövüp aradan çıkarayım, dedi."

"Ne?"

"Tam olarak böyle söylemedi, yalan olmasın şimdi. Ha söylediyse de farkında değildim. Duvarla kafa tokuşturulmaya zorlanıyordum." Acıyı yeniden hissediyormuşçasına suratını buruşturup kafasının yanını kaşıdı. "Duvarla kurduğum yakın ilişki yüzünden kendimi garip hissediyorum. Bunun psikolojide bir adı var mı yenge?"

Ne saçmalıyordu? Kafa karışıklığıyla Ali'nin söylediklerini çevirmesi için bir kez daha Sancar'a döndüm. "Amcan ve teyzen seni görmek istiyor, sen istemiyorsun. İstemediğin için nerede olduğumuzu bilmiyorlar." diyerek kısaca özetledi. Şimdi her şey daha anlaşılır olmuştu. Amcam agresif biriydi, onunla bu kadar süre konuşmayı reddetmemle taşkınlık göstermişti. Sadece kocamın değil, onun da teyzemin de yalanlarını öğrenmiştim. İkisi de açıklamak için bana ulaşmaya çalışıyorlardı. Sancar'ın buraya geldiğimiz ilk günlerde bana verdiği yeni telefon hâlâ bir köşede duruyordu. Hiçbiriyle konuşmak istememiştim.

Hâlâ da hazır değildim. Sancar'a karşı kalbim yumuşamaya başlamıştı, onlarla konuştuğumda tekrar katılaşacağından endişeleniyordum.

"Babam bugün gelecekti." Daha fazlasını duymak istemediğimi bu şekilde belli etmiştim. "Ablam da yanında gelir mi? Haberin var mı?"

"Sen uyurken geldiler." dedi Sancar bana ayak uydurarak. "Çok derin uyuyordun, uyandırmak istemedik. Yarın öğle saatlerinde bir daha gelecekler." Büyük ihtimalle beni seccadenin üstünde uyurken bulduğu zaman gelmişlerdi.

Başımı salladım, Ali'nin yanında nasıl uyuduğumdan bahsetmemesinden memnun olmuştum. Gerçi Sancar bana dair herhangi bir bilgiyi başka bir erkeğe anlatacak biri değildi. Beni memnun etmek için anlatmayı bir kenara bırakmamıştı, huyu böyleydi.

Odada bir sessizlik oldu. Kalabalığın ani sessizliğinde dünyaya bir kız çocuğunun geldiğini söylerlerdi. Karnımı okşarken dünyanın herhangi bir yerinde o an doğan kız çocuğunun ömrünü güzelliklerle geçirmesi, kötü insanların pis ellerinin asla ona değmemesi için dua ettim.

"Kahvaltı yaptın mı?" Sancar gözlerini bir anlığına okşadığım karnıma değdirip böyle sorduğunda çok şiştiğimden bunu zaten anladığını, laf olsun diye sorduğunu düşünüp üzüldüm.

"Belli oluyor değil mi?" Gözlerimin yaşarması ikimiz için de beklenmedikti. "Çok yedim, karnım şişti. Davul gibi oldu, anladın. Dedin ki o şişkinlik beş aylık iki küçük kız çocuğundan daha büyük. Kesin dünyaları yedi de böyle oldu, bebeklere yemeklerden yer kalmadı hatta. Değil mi?" Göz kapaklarını ağır ağır kapatıp açtı. "Onların sıkışacaklarından mı endişeleniyorsun?"

"Af buyur yenge ama çok yiyince bebekler sıkışıyor mu harbiden?"

Bu kez hedefim Ali'ydi. "Ha çok yediğim belli oluyor gerçekten?" O da ağzını açıp kapattı. Söyleyecek bir şey bulamamıştı. Kendimi durduramayıp sözlerini de yemiştim kesin. "Eve tıkıldım, konuşacak hiç kimse yok. Helen çok utangaç. Diğer ikisi de çok durgun. Korumalar onlarla konuştuğumda kaçacak delik arıyor. Gül Naz ablayla da konuşamıyorum çünkü o da benimle konuşmaktan daha çok bana bir şeyler yedirmeye çalışıyor." Zorla yemiyordum ama o kısım şimdilik kalabilirdi. "Can sıkıntımı geçirecek hiçbir şey yok. Ne yapayım? Hareketlilik olsun diye yiyorum ben de."

"Ye yenge, dünyaları ye. Beni ne ilgilendirir?" Kapıya doğru baktı, kaçma planları kuruyordu. "Benim şey yapmam lazımdı. Ufaktan kalkayım."

"Baksana Sancar." dedim gözlerimden yaşlar akarken. "O da benimle konuşmak istemiyor. Kimse konuşmuyor. Ya benimle konuşmak için insanlar para veriyordu. Şimdi ne hâle geldim?" İçli içli ağlıyordum. Nasıl olduğunu ben de anlamamıştım ama olmuştu işte, ağlamaktan nefesim kesiliyordu.

Kocam ayağa kalkıp masanın etrafından dolaşarak bana ulaştı, bir dizini yere bastırıp önümde çöktü. Ellerini dizlerimin üstüne koydu. "Benimle konuş, ben istiyorum. Para da veririm." diye saçmaladı. Telaşı çok tanıdık geldi. Her şey mahvolmadan önce de ağlamalarım onu böyle telaşlandırırdı. Ağlamakla gülmek arasında bir ses çıkardım. "Ablanı getireyim mi fıstığım? Yanında çalışan kızları da getirtirim. Başka arkadaşlarının da gelmesini istiyorsan onlar da gelir. Ne istiyorsan."

 

Ablam gelemezdi, gelse de çok kalamazdı. Çocuklar okula gidiyordu. Arkadaşlarım da çalışıyordu. Şeyda ve Ceylan'ın okulu vardı ama çalışmaya zaman bulabildikleri gibi buraya gelmeye de zaman bulamazlar mıydı? "Şeyda gelse..." diye mırıldandım. Ceylan boş durmazdı, çoktan başka bir işte çalışıyordu. "Ama gelmek isterse gelsin."

 

"Tamam, gelsin." Dizlerimden birini sıktı. "Ağlamayı bırakacaksan getirteceğim."

 

"O gelinceye kadar beni dinleyecek misin?" Birinin beni dinlemesine ne kadar ihtiyacım olduğunu şimdi ayrımsıyordum. Hep dinleyen taraftayken dinlenme ihtiyacımı göz ardı etmiştim. Sancar beni her zaman dinleyerek bu ihtiyacımı ben anlayamadan karşılamıştı. Şimdi onunla doğru düzgün konuşamıyordum diye ihtiyacım katlanarak artmıştı.

 

Dizimi bir kez daha sıkıp ayağa kalktı. Elinin üzerimde olması, aradaki kumaşa rağmen, iyi hissettirdi. "Şeyda'nın evini biliyorsun, gidip kızı al getir." diyerek Ali'ye net bir emir verdi.

 

Beni ufacık dokunuşuyla ne kadar iyi hissettirdiğinden habersizdi. Bana dönük sırtına atlayıp onu bacaklarımla ve kollarımla hapsetme planları kurduğumu da bilmiyordu.

 

"Ben mi?" diye sordu Ali. "Niye?"

 

"Oğlum sen niye beynin yokmuş gibi konuşuyorsun lan? Karakurt beynini si-"

 

Uzanıp tişörtünün ucunu çekiştirerek onu durdurdum. "Sancar kötü söz söyleme, kızlarımız dinliyor." diye uyardım hızlıca. Gerilmiş omuzları bariz bir şekilde gevşedi.

 

Ali dalga geçmek için atladı köşeden. "Evet abi, kötü sözler söyleme, çok ayıp. Senin gibi bir aile babasına yakışıyor mu ayıp ayıp sözler?" Sancar'ın koca bedeninden onu göremiyordum fakat ses tonu sırıttığını apaçık belli ediyordu.

 

"Kaybol Ali." Kocam sözümü dinleyip ayıp sözler söylemeden derdini anlatıyordu. "Kaybol yoksa seni ikiye katlayıp ben kaybederim aslanım."

 

"Hemen kayboluyorum abi sen hiç yorma kendini." Sancar'ın sesindeki sertliğin hâlâ yerli yerinde olması dalga geçmesini engellemişti. Gerçekten de dediğini yapıp kaybolmak için hızla ayağa kalktı.

 

"Ama Şeyda..." diye mırıldandım. Şeyda'yı kim getirecekti? Netleştirmemişlerdi.

 

"Benim bir işim var yenge, başkası getirse olur mu?" Neden Şeyda'yla yan yana gelmek istemediğine dair bir hisse kapıldım?

 

Sancar, Ali bir dakika daha kalırsa beyninin kalan parçalarını kafasını duvara sürterek yakacağını belli eden sabırsız bir tavırla "Çıkarken Ufuk'a söyle, gelsin." dedi.

 

Odadan bir an önce sıvışmaya niyetli adam aniden durdu, döndü. "Ufuk mu getirecek Şeyda'yı?" Kulakları dikildi. "O yav-" Son anda ağzından çıkacak kötü sözün önüne geçti. "Yani abi ondan başka adam mı yok?"

 

"Flörtöz mü Ufuk?" Küfürden daha kabul edilebilir bir kelimeydi. Ali'nin çenesinde bir kas attı. "Esmer mi?"

 

Ali'nin tepkisini ölçmek adına sormuştum ama Sancar'ı rahatsız ettim. "Esmerse ne olmuş?" dedi tepeden bana bakan koca civciv.

 

Omuzlarımı silktim ve odadaki sarışın adamdan kumral olana döndüm. "Esmerse o gitsin. Şeyda esmerlerden hoşlanıyor. Flörtöz olması da onun için sorun değil. Hafif alaylı, konuşkan erkeklerle sohbet etmeyi seviyor." Dümdüz, kalas gibi durma diye söylüyorum Ali. Benim poğaça yanaklı kızımla iki güzel kelam et.

 

"Esmerlerden hoşlanıyor, öyle mi?" diyerek tam bir erkek olduğunu gösterdi Ali. Erkekler böyleydi işte, bir sürü şey söylerdin fakat sadece bir şeye odaklanıp ona cevap verirlerdi. İlgilendikleri kısım da öylesine söylediğin olurdu muhtemelen.

 

"Evet, esmerlere bayılır!" dedim neşeyle. Elini saçlarına atmasını, saçlarını çekiştirmesini izlediğim sırada yüzüne yüzüne kahkaha atma isteğimle baş ederken kıvranıp durdum. "Esmer sanatçılar, esmer oyuncular, esmer herhangi bir erkek. Uzun boyluları çok sevmez." Aslında sever de sen uzun boylusun ya o yüzden özellikle zıt bir şey söyleyerek seni iyice delirtmem lazım. "Erkek arkadaşları da hep esmerdi."

 

"Erkek arkadaşlar? Arkadaşlar? Birden çok yani."

 

Dudaklarımı büktüm. "Çok çabuk sıkılır." Ali'ye neden bunu yaptığımı bilmiyordum. Şeyda'dan uzak olması daha iyiydi ama benim kararlarımın bir önemi yoktu. Sancar'ın her şeye rağmen yanında dururken Şeyda'yla Ali'nin arasındakilere karışamazdım. Hoş, diğer türlü de karışamazdım. Şeyda'ya buraya geldiğinde Ali'yle ilgili uyarılar yapacak, gerisini ona bırakacaktım. Ali akıllı olup dürüst davranırsa, bizim kız dürüstlüğüne rağmen kabul ederse kendi bilirdi.

 

Kabul edip etmeyeceğine karar vermesi için de Ali'nin kaçmayı bırakması gerekiyordu. Uzak durdukça daha çekici olabilirdi, biz kızlar akıllanmıyorduk. Gözünün önünde olursa onunla ilgili hayaller ve beklentilerden çok gerçekleriyle yüzleşirdi.

 

Ali'nin tam anlamıyla gözü dönmüştü. Ağzının içinde bir şeyler homurdandı. "Ufuk'a giderken adresi ver. Gidip alsın." diyen Sancar ne yaptığımı anlayıp bana ayak uydurmayı seçti.

 

Ali yine bir şeyler homurdandı. Kızlarım buradayken rahatça küfredemiyordu. "Veririm adresi, veririm tabii." dedi "vereni şey yapsınlar" edasında. "Hadi Allah'a ısmarladık." Kapıyı kapatırken öyle sert çarptı ki yerimde sıçradım.

 

"Senin elinin ayarını..." Kocam Ali'nin arkasından fırlamayı düşünürken ettiği lafı küçük kulakları son anda duydu. Susup gözlerini karnıma değdirdi. Sürgün mavilerinin bir sonraki durağı ona saf saf bakan bendim.

 

"Gidip adresi vermeyecek değil mi? Kendi getirecek."

 

"Ufuk'u bir tur dövdükten sonra getirir." Ufuk'un hiçbir suçu olmamasının önemli olmadığını bildiğimden başımı sallayarak kabullendim. Hareketlerinde mantık aramıyordum sonuçta onu Sancar yetiştirmişti.

 

"Çabuk getirsin de..." Karşıma oturup dirseklerini bacaklarına yaslayarak öne doğru eğildi. Onu geriye yaslayıp kucağına çıkmayı düşünürken bir saniyeliğine algılarım kapandı, gerçekle bağım koptu. Kucağına çıkıp boynuna sarılıp o saçlarımı okşayıp beni öperken gevezelik yapmayı çok özlemiştim.

 

"Kahvaltı yapıp yapmadığını sorarken yaptığını bilmiyordum." dedi Sancar dikkatle. Kalbimi kırmış olmaktan endişeleniyordu. "Yapmadıysan birlikte yapalım, diyecektim."

 

"Şişmiş olduğum için sormadın yani?" Başını sallayarak yavaşça onayladı. "Peki o zaman. Kahvaltı masasından kalkıp geldim yanınıza. Sen yememiş miydin? Bilseydim beklerdim."

 

Hiç de bekleyemezdim. Ben beklesem de kızlar beklemezdi.

 

"Atıştırdım bir şeyler." Atıştırdım demesi yediği anlamına geliyordu. Sancar atıştırıp tekrar bir şeyler yemezdi. Bana eşlik etmek için o masaya oturacaktı.

 

Çabalamak bu muydu bilmiyordum ama çok hoşuma gitmişti.

 

"Kahvaltıdan sonra biraz bakım yapmayı düşünüyordum. Kitap da okumak istiyorum, birkaç kitap adı söylesem onları alabilir misin?"

 

Sözlerim onu afallattı. "Ne istersen alırım." dedi bakışları dalgalanırken. Alışverişte olanlardan sonra ondan herhangi bir şey istememi beklemiyordu. "Adlarını söyle ya da bir kırtasiyeye gidelim. Belki de yeni çıkanlardan okumak istersin."

 

"Buraya bir kütüphane kurmayı düşünüyorsun şu an." Hevesi, umudu onu ayakta tutuyordu. "Sadece birkaç kitap istiyorum Sancar. Muhtemelen birini bitiremeden doğuma gideceğim. Kitap okuyunca hep uyurken buluyorum kendimi." Ayağa kalktım. "Odaya çıkacağım, gelecek misin?"

 

Başını arkaya yatırıp boynunu gererek beni boynuna bakmaya zorladı. Yalnızca göz göze gelmemizi sağlamaya çalışıyor olamazdı. "Gelmemi istiyor musun?"

 

"Şeyda gelene kadar beni dinleyeceğini söyledin." Omuzlarım düştü. Üzülürken çaktırmadan boynuna, geniş omuzlarına göz atmam kolaydı. "Dinlemeyecek misin? Oyalamak için mi söylemiştin?"

 

Duygularımın hızla değişmesine alışamamıştı, zamanında alışsa da alışkanlığını olanlardan sonra kaybetmişti. Yeniden alışmaya çalışırken zorlanıyordu çünkü önceden boş ağlamalarım onu bu kadar kaygılandırmıyordu. Islak avucuna koyulan bir sabundan farksızdım gözünde. Her an kayıp gideceğimi düşünüyordu.

 

Beni bir sabuna, hem de katı sabuna, benzettiği için daha sonra ağlamayı aklımın bir köşesine yazdım ve hiçbir şey söylemeden ayağa kalkarak peşimden geleceğini gösteren kocamın kocaman oluşuna gizlice iç çektim. Hormonlarım hâlâ yükseldikleri yerdeydi. Sancar'ın yanında hep böyle yapıyorlardı.

 

Merdivenlerin başında kolumu koluna doladım, ikimiz de tişört giydiğimizden tenlerimiz birbirine değdi. "Cildim çok solgun." dedim duraksamasına ve bunu düşünmesine izin vermeden. "Gözlerimin altında halkalar oluşmuş. O kadar çok uyuyorum ki gözlerim de şiş. Saçlarımın da eski canlılığı yok. Çok çirkinleştim. Kız çocuklarının annelerinin güzelliğini alıp anneyi çirkinleştirdiği sözü gerçekmiş. Bir de bende bir değil, iki kız çocuğu var."

 

"Hâlâ güzelsin." diyerek beni iyi hissettirmeye çalıştı Sancar. "Hep güzelsin."

 

"Bu hâlde de beni güzel bulamazsın." Aynaya baktığımda ne gördüğümü biliyordum. "Dürüst olma meselesine ne oldu?"

 

Üst kata ulaştığımızda sorum üzerine durup bana döndü. Elini çeneme koyup başımı kaldırmasını beklemeden başımı kaldırdım. Beklesem de yapmayacağını bilmiyordum. Henüz o kadar ilerlememiştik. "Sana her konuda yalan söyleyebilirim ama güzelliğin karşısında dilim tutuk. Aklın donduğunda konuşamazsın, sadece bakakalırsın." Çenesini kilitledi, kendini bir şey yüzünden tutuyordu. "Sana bakakalmak benim en kolay yaptığım şey. Seni güzel bulmak için çaba harcamıyorum, orada öylece duruyorsun ve bu yetiyor."

 

Kalbim eridi.


Yanaklarımın ısındığını hissedip bakışlarımı kaçırdım ve ardından yapabileceğim en saçma şeyi yapıp cılız bir sesle teşekkür ettim. Evet, teşekkür ettim.

Gülüşü, sözlerinin yanaklarımı ısıtmasından daha fazla içimi ısıttı. Zahmetsizce, aptal bir teşekkürle onu güldürmüştüm. Dudaklarım belli belirsiz yukarı kıvrıldı, utanarak topuklarımın üstünde döndüm. Odaya girdiğimde Sancar'a bakmasam beni takip ettiğini biliyordum. Varlığını hissediyordum.

"Şimdi ben şey yapacağım." Durup etrafa baktım ve ne yapacağımı hatırlamaya çalıştım. Makyaj masasının üzerindeki ürünleri görünce aptallığıma güldüm. "Bakım, bakım yapacaktım." Hep yaptığım gibi saçlarımdan başlayacaktım. Banyoya gidip ürünleri kucaklayarak odaya girdiğimde Sancar hızla yaklaşıp elimdekileri aldı. Hepsi toplasam bir kilo bile etmezdi, tek başıma taşıyabilirdim.

Sanırım kocam çok hamile olduğumdan fazladan bir kiloyu kaldıramayacağımı düşünüyordu.

Elindekileri makyaj masasının üstüne dizip birkaç adım geri gitti, bir şey yapmasını söylememi bekliyordu. Ona yatağa oturmasını söylemezsem bütün gün ayakta dikileceğinden şüpheleniyordum, bu yüzden yatağa oturmasını işaret ettim.

Sancar yatağa oturmadan önce örtüleri düzeltti.

Bazı şeyler hiç değişmiyordu.

Makyaj masasının önündeki pufa oturarak işe giriştim. Saçlarımla başladım, örgüleri açıp birbirine dolaşan tutamları dağıttım. Yumuşak bir fırçayla saçlarımı taradım. Onu aynadan görebiliyordum, beni izliyordu. Saçlarımı taramayı bitirdikten sonra yaptığım her şeyi Sancar'a anlattım. Kremlerin, yağların ne işe yaradığından; ne kadar zamandır kullandığımdan hatta kimin tavsiye ettiğinden, nereden bulduğumdan da bahsettim. Hiçbirini anlamadı, beni izlemeyi bırakmadan başını sallayıp durdu. Sessizce dinliyordu.

Saçlarımla yapacak bir şeyim kalmayınca tepede bir topuz yaptım. Ancak o zaman konuştu. "Şekil vermiştin." dedi kafasının karıştığını belli eden bir ifadeyle.

"Evet ama yüzümde sıra. Yüzüme sürdüklerim saçıma yapışır toplamazsam." Başını ciddiyetle salladı.

Hiçbir şey anlamamıştı.

Uzun uzun açıklamak yerine kendimi şımartmaya kaldığım yerden devam ettim. Sancar'a ürünleri hangi sırayla kullanmam gerektiğini anlattım. Yüzümü yıkamak için gidip geldiğimde de banyodan seslenmeyi ihmal etmedim. Maske uyguladığım sırada garip garip baktığını fark ettim. "Sen de ister misin?" Sesimde saklayamadığım bir heves vardı. "Lütfen iste. Çok güzel olur, hep hayalimdi seninle yüz maskeleriyle dolaşmak." Şimdi hayal ettiğimi bilmesen de olur.

Reddedeceğinden emindim. Kabul etmesini asla beklemiyordum. Sancar böyle şeylere yüzünü buruştururdu.

Yine yüzünü buruşturdu. Benimkinden daha sağlıklı duran yüzünü yalnızca yıkadığından ve tıraş losyonu, belki de kolonyadan başka bir şey sürmediğinden emindim. Yüzüne maske değdirmekten iğrenebilirdi.

Yüzündeki isteksiz ifadeye rağmen ayağa kalkması beklenmedikti. Yanımda durup elini maskenin ambalajına değdirdi. "İstiyor musun?" Hevesli sesime hayret karışmıştı.

"Sen istiyorsun." cevabını verdi. Ben istiyorsam o da istiyordu. İstemese de olurdu, ben istiyorsam yapacaktı.

Dudağımı ısırıp sevinç dolu bir çığlık atmaktan kendimi alıkoydum. Ayağa kalkıp pufun üstüne çıktım. Dizlerimi pufa koyarak o fikrini değiştirmeden önce hızlıca kağıt maskeyi ambalajından çıkardım. Maskeyi yüzüne yerleştirmem için yine de eğilmeliydi. Ben söylemeden eğildi. Aslında öncesinde kendi yüzüme yaptıklarımı yapsak daha iyi olabilirdi fakat bir kez bakım yapmak cildinde hiçbir şeyi değiştirmezdi. Bu maskeyi de zaten cildine iyi gelsin diye değil, kişisel eğlencem için yapıyordum.

Saçlarını geriye süpürüp maskeyi yüzüne düzgünce yerleştirdim. Sakallarının üzerinde garip durdu. Ellerimi geri çektiğimde kıkırdamadan duramadım. Aynadan ikimize göz attım. Çok uyumluyduk.

Sancar burnunu kırıştırdı. "Ne kadar kalması gerekiyor?"

"Bir süre." diye belirsiz bir yanıt verdim. Uslu adamım yerine, yatağa yerleşti ve sonraki adımı bekledi. Maske yüzümdeylen vücudumu nemlendirirdim normalde. Sancar izlerken kıyafetlerimi çıkarma düşüncesi yanaklarımı kızarttı, sonra kızlardan biri tarafından karnıma uyarı tekmesi yedim.

Beni hamile bırakan adamın yanında soyunmaktan utanamazdım.

Pufa düzgünce oturunca ona sırtımı dönmüş oluyordum. Böyle daha iyiydi. Aynadan göz göze gelmeden, pek de üstünde düşünmeden tulumun üstünü karnımın altına kadar indirip tişörtü maskeye dikkat ederek çıkardım. Sancar'ın ne yaptığıyla ilgili hiçbir fikrim yoktu. Ellerime bolca nemlendirici döküp kollarımda, boynumda, gerdanımda gezdirdim. Sıra karnıma gelince yeniden krem aldım. Daha sonra ne zamandır kullanmadığım yağları kullanacaktım.

Karnıma yağları süren o olduğundan gözlerim gayriihtiyari aynadan onunkilerle buluştu. Maske yüzünde değildi. Bir dakikadan fazla dayanamamış olmasına şaşırmadım. O an sırtıma bakmıyordu, aynadaki yansımamdaydı gözleri. Yağın küçük şişesini almak için uzanan elim durdu.

Gözlerindeki özlem saklayamayacağı kadar yoğundu.

"Kaşındırdı." diye gözlerinin anlattığından bambaşka bir şey söyledi. Elini hafife kaldırıp avucunda buruşturduğu maskeyi göstererek neden bahsettiğini anlamamı sağladı.

Boğazımı temizledim. "Çöpe at istersen."

Aklım yerinde değildi. Maviliklere takılı kalmıştım. Ona ne söylediğimi farkında değildim. Kulaklarım duymuyordu.

Ayağa kalkmasını, elinin çöpe doğru uzanmasını izlerken gözlerimi kolundaki damarlara dikmiştim. Allah'ın cezası hormonlar.

Sancar'ın son anda çöpün içine bakıp geçen sefer okuduğumda buruşturmak yerine katlayarak koyduğum kağıdı görmesini ayrımsamadım bile. Küçük çöp kovasındaki kağıdı maskeyi atmadan önce eline aldı. Gözlerim bu hareketini son anda yakaladı.

Elinde onun artılarını ve eksilerini listelediğim kağıt vardı. Hani şu ondan saklamak için çöp kovasına sakladığım, asla bulamayacağından emin olduğum kağıt.

𓆸

Merhaba, nasılsınız?

Umarım iyisinizdir. Umarım hepiniz çok iyisinizdir.

Burayı pek fazla okuyan olmuyor ama iyi değilseniz konuşabiliriz. Ülkede yaşanan son olaylar hepimizi sarstı, o yüzden gerçekten konuşmaya ihtiyacınız olabilir. Benim de var, konuşmak isterseniz buradayım. Bir yardıma ihtiyacınız varsa, yapabileceğim bir şey varsa da buradayım. Bir kız kardeşiniz, ablanız, arkadaşınız olarak duruyorum, unutmayın lütfen.

Bölüm umarım biraz aklınızı dağıtmıştır.

Bir aksilik olmazsa eğer bu hafta bir ya da iki bölüm daha atacağım güzellerim. Wattpad hâlâ kapalıyken yazmak çok zor, yorumlarınız beni motive ediyor. Yapabiliyorsanız yorum yapar mısınız?

Öptüm o tatlı yanaklarınızdan

Loading...
0%