Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@unicornseysi

Köhne masanın üzerine fırlattığım dosyaları kurcalamak bir türlü içimden gelmiyor. Belki de yalnızca geçmişin tekerrür etmesinden korkuyorum. Belki de değil, küçük bir çocuk gibi korktuğumdan eminim. Fakat içimde yaşıyorum korkumu. Buna mecburum.


Mecbur tutulduğum başka bir şey daha vardı, bir ekip kurmalıymışım. Hiç istemiyorum bunu. Elim gitmiyor katiyen. Elimi uzattıkça gözlerimin perdesine, kan lekeleri düşüyor; çığlık sesleri ise kulağıma bir ağıt gibi çalıyordu.


Gitmeyi sevmek isterdim. O zaman her şey daha iyiye gidecekti çünkü.


Onlarca dosya içerisinden dört tanesini seçmeliyim. İki yüz on tane olan seçeneklerden yalnızca birisi isteniyor benden. Alayla gülüyorum sadece, bari bunu seçmek bana kalıyor diye.


Kafadan birkaç tanesini eledim. Geriye altı tane kaldı. Birini çekip alıyorum içlerinden. İlkten istediğim birini bulduğum için dudağımın kenarı kıvrılıyor.


Bergüzar Kalaycı, 28 yaşında. Daha birkaç hafta önce üsteğmenlik rütbesine terfi etmiş. Memleketi Hatay, Ardahan'a uzak diye geçiriyorum içimden. Fakat dikkatimi çeken tek bu değil, Bergüzar'ın başarıları da vardı. Gittiği operasyonlarda adını duyurmuş ve kısa sürede rütbe atlamıştı. Bergüzar'ı aklımın bir köşesine not ettim. En sona bıraktığım fotoğrafına bakma kısmına geldiği sırada, inceledim onu.


176 santimetre boyundaydı. Ne beyaz ne esmer bir tene sahipti, Açık kahverengi yeşilimsi irisi göz bebeklerini sarmıştı. Kumral saçları ise omzuna geliyordu.


Bergüzar'ı geçtikten sonra sıradaki isme baktım. Bu kez erkekti, karşılaştığım kişi. Dosyası bayağı dolu gözüküyordu, bu ilgimi daha çok çekmişti. Vakit kaybetmeden adına ve yaşına baktım.


Ali Sezâ Çoban. 30 yaşına yeni basmış, Eskişehir doğumlu. Bir yılı aşkın bir süredir üsteğmen rütbesine sahipmiş. Birkaç ay sonra kıdemli olur diye geçirdim içimden. Ardından görev hayatı boyunca geçirdiği olaylara baktım. Özel olarak bir durumu yoktu ve başarılar tıpkı Bergüzar gibi göz kamaştırıyordu. Şimdi, neden dosyasının kalabalık olduğunu daha iyi anlıyorum.


Yeniden ismine ve soyadına bakmak istedim. Bir kez daha okuyunca sade ve hoş olduğuna kanaat getirdim. Gülümsedim o an. Fakat bu tebessüm kalıcı değildi herkes gibi. O da solup gitti. Ali'nin dosyasını, Bergüzar'ınkinin üzerine koymadım. Apayrı bir yere kaldırdım onu. Nedense içimden böyle yapmak gelmişti. Sorgulamadım.


Sıradaki şanslıya geçtim. Fakat dosyasına baktığımda istediğim gibi biri olmadığını görünce eledim. Geriye kaldı üç dosya. Üçün ikilisi... Üç kombinasyon var elimde.


Dursun Özbek. Rizeli ve 28 yaşında. Teğmen rütbesine kadar gelmiş. Rütbesi diğerlerine kıyasla aşağıda olmasına rağmen başarıları gözümü doyuruyor. Fotoğrafına bakıp nasıl bir yüze sahip olduğunu çözmüştüm çoktan. Koyu kızıla yatkın saçları vardı ve açık tenliydi. Açık kahverengi gözlüydü. 180 santimetre civarı boya sahipti. Fotoğrafta dahi gülümsüyordu, demek ki güleç biri. Fakat ciddi bir tarafı gözükmüyordu.


Ekibin maskotu olur diyerekten dosyayı da Bergüzar'ınkinin üzerine koydum. Kalan son iki dosyadan, sağdaki duranı hızlıca kapıp incelemeye başladım. Bilal Yiğit Sezer'di sıradaki. 29 yaşına yeni basmış, Balkan göçmeni gözüküyordu. Kısacası Trakyalıydı.


178 santimetre olan Bilal'i de kuracağım time alacaktım. Kalan dosyayı incelemeye gerek duymadım, zaten seçtiğim askerler, işinde en iyi olanlarıydı.


Dosyaları bir kenara kaldırdıktan sonra kendimi yatağa bırakacak iken telefonumun ekranının parlaması ile telefona yöneldim, çalan müziğin etkisi sayesinde birinin aradığını anladım.


Tahmin etmek zor değildi, Kemal Ilgaz arıyordu. Arayacak başka kişi yoktu. Dört sene öncede kalmıştı benim susmak bilmeyen telefon çağrılarım. Yıllardır suskunluğu yaşıyordum.


Açmak hiç içimden gelmiyordu fakat bu kadar ısrarcı çaldığına göre bir şey diyeceği belliydi. Onu daha fazla bekletmeden cevaplandırdım çağrıyı.


"Bu kez neyden feragat etmemi isteyeceksin? Canıma mı geldi sıra? Hoş, onu vereli bayağı oldu."


İmalı sözlerimden haz etmediğini belli eden bir tonda söz aldı, "Hattın ucunda öylesine biri değil, Tuğgeneral var Zehra. Haddini bil."


"Haklısın, öylesine biri gibi görünmek bile sana uzak kalıyor. Ayrıca insanların hadlerinden önce kalbi gelir Kemal Ilgaz. Sen de kalbinin içini gör ve tanı. Ve yeniden kendine sor, sormaya yüz bulabilirsen; ben bu saygıyı hak ediyor muyum diye." geçmişin üstüne basa basa konuştum bu defa. İyiden ırak her şeyin müstehak olan insanlara, kırıcı ve ağır söz söylemekten gocunmazdım.


"Yeter! Huzur bırakmadın geldiğinden beri, eski yerini mi özledin yoksa? Her gün içtiğin hapları, yüreğin ta ortasından kanatan kokuyu... Geride bıraktığın rütbene döndüysen benim sayemde olduğunu unutma asla. Buraya seni nasıl getirdiysem geri götürmesini de bilirim, bunu da unutma." Kemal Ilgaz'ın hayatımda tek bir vasfı vardı, her daim iyilik sandığı (!) şeyleri yüzüme vurarak tehdit etmesi. Alışalı çok oluyor bu haksız oyunlarına.


"Gelmek için senin ayağına kapanan ben değildim Kemal Ilgaz. Sana ihtiyacımız var diyen de ben değilim. Sen de bunu unutma. Ben o hastane odalarında da yaşıyordum, yine yaşarım. Hiç çekinmem."


Dediklerimden sonra cevabını almış olacak ki suskunluğu tercih etti. Doğrular yüzüne sert bir rüzgar gibi çarpıyordu tabii, sessiz kalmak işine geliyordu. "Yavuz Karaca'yı da time ekle. O da sizinle çalışacak bundan sonra." dedi bir süre sonra.


Fakat ben dediği yerde kaldım. O adamın bana neler yaşattığını bildiği hâlde, benim timime alıyordu benden habersiz. Susup onaylayacağımı mı sanıyordu bunu?


"Ne demek sizinle çalışacak? Sen buna nasıl izin verirsin! Benim timime bunu nasıl yaparsın?"


Kan beynime sıçramıştı. O ismi duymak bile midemi bulandırıyordu, gelmiş bana Yavuz Karaca sizinle çalışacak diyor. Dağları yıkarım da o şerefsizin ekibe girmesine izin vermem! Hak ettiği çöplüğe layık o, benim timime değil!


Sinirliydim çokça fakat Kemal Ilgaz tam tersine alaylı bir ses tonuyla konuşuyordu. "Benim timim ha, çabuk sahiplenmişsin. Geçen gün tim kurmam diye ortalığı yıkıyordun. Ne oldu şimdi? Kararın, bir Zehra Ilgaz için çok hızlı değişmedi mi?"


"Sadece benim istediğim kişilerin olacağını söylemiştin bana! Yaptığın hadsizliğin hesabını verebilecek misin bana? Var mı bir açıklaman?" sabır dilenir gibi konuştum. Ben bu kadar öfke doluyken onun alaycı tavır almasına da ayrı sinir oluyordum.


"Yavuz Karaca, gibi bir efsaneyi kaçırmak istemeyeceğini düşündüm. Fena mı oldu, baban seni düşünüyor yine."


"Bak," derin bir nefes verdim, "Yavuz'un yaptığı şerefsizlikleri herkes, en çok da ben bilirim. Çünkü bana yaşattı. Ben o günleri dilime bile almam. Sen bana rahat rahat Yavuz da sizinle olacak diyorsun! Aklımla oynama benim Kemal Ilgaz, canını yakarım bilirsin!"


"Geçmişi sildim Zehra, sen de unutsan iyi edersin. Aksi takdirde silah arkadaşınla faydalı diyaloğun olmaz."


Sinirden refleks dışı bir kahkaha attım, gözüm hiçbir şeyi görmez olmuştu. Zihnimde yankı yapan eskinin sesleri, tüm odayı bürümüş; kulaklarıma bağırıyorlardı.


"Unutmak mı, geçmişi mi silmek..." boynumdan ecel terleri akmaya başladı. "O it herifin yaptıkları unutulacak şey mi? Döktüğü onca masumun kanının hesabı mı verilir, gider mi beyninin içinden çocukların çığlığı?! Konuş, bir şey söyle! Unuttun mu bunları sen!"


"Unutmuşum demek ki, Yavuz Karaca sizinle olacak o kadar! Sözümün üstüne söz söyleme emrinde değilsin asker!"


Yüreğimden geçen tek bir şey, bedduayı dile getirdim Kemal Ilgaz'a, "Allah sana ne gün yüzü ne de huzuru göstersin. Pisliğin de boğul öylece, o çocukların ahı tutar da seni ve yandaşlarını bulur inşallah!"


İçimde tuttuğum onca şeyi söyledikten sonra kapattım telefonu. Yatağın üzerine telefonu fırlatıp pencere kenarına gittim. Camı açıp içeriye dolmakta olan temiz havayı soludum, "Senin baban şerefsiz Zehra Ilgaz,"


"Senin baban kalpsiz Zehra Ilgaz,"


"Senin baban küçük çocukların yarasını deşecek kadar kötü birisi,"


"Senin baban adaletli değil,"


"Ve sen o adamın soyismini taşıyorsun!"


Kendime daimi söylediğim cümlelerin gerçekliği ile yüzleştim bir kez daha. Belalar okuduğum adamın kanını taşıyor olmak hayatımın başında aldığım bir darbeydi.


Bedenim ayaklarımı kaldıramadı dayanamayıp çöktüm yere. Bacaklarımı kendime çekip ellerimle etrafını sararak kenetledim. Gözümün pınarından yanağıma süzülen yaş ve dışarıdan odaya dolan soğuk rüzgârla sadece ruhumu ısıtmayı denedim.


Loading...
0%