Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm Mektep

@ursuula1

Bu kurguda geçen olaylar tamamen hayal ürünüdür. Tarihi gerçekliği tamamen yansıtmaz ve Osmanlı tarihini aşağılayıcı betimlemeler yapmaz.


Bu kitap tarihi kaynaklardan ilham alınarak yazılmıştır. Kaleme alınan savaş ve harem, eğitim, mektep hayatı tamamen bilir kişi ve araştırmaya dayalıdır. Araştırmaya ve kurguya yardımcı olan isimler:

Atilla Kağan Kaya

Salih Cerrahoğlu

Ve İlber Ortaylı eserleri.



1690 Edirne Sarayı


1. Bölüm mektep


Dikkat! Bu bölümde kan,vahşet,şiddet ve bebek ölümü vardır.


Kurgu içerisinde Osmanlı dönemine ait Osmanlı Alfabesi dil materyelleri kullanılmıştır. Farsça ve Arapça anlamları olan her kelime yazar tarafından Türkçeye çevrilecek açıklamasını altında belirtecektir.


Derin bir iç çektim, gözlerimin önünde bir gemi fişeği gibi kıvılcım çıkarken dudaklarım hafifçe esen bir rüzgârın titrek ve ürkek havası gibi tebessüm etti. Son günlerde olan devşirme olayları o kadar fazla dilden dile dolaşıyordu ki bedesten sokaklarına kadar, bir saray ziyafeti olmuş gidiyordu bile.


Bu durum her zaman sakin ve sessiz olmaya gayret gösteren teebayı bile ayaklandırıyor II. Süleyman diğer ana vatan olan Bosna Hersek'ten devşirme alamaz isyanları taş ocaklarına bile ulaşıyordu.


Bu durum biz Dâru't‐ta'lim talebelerini günden günde endişeye götürmekteydi, padişahın kız çocuklarına da medrese hükmü getirme olasılığını daha da elimizden alıyordu.


Her bir yeni kararname ve seferde II. Süleyman yani hünkar daha da geriliyor Osmanlının şanlı tarihinde kadınlar medreselere giremez, dedikoduları ve haliyle ittifak olmadığımız diğer ülkeler bu fermanı destekliyordu. Babam her ne kadar bu duruma iç çekerek "Hayır " dediyse bile babamı dinlemeyerek baş kaldırdım, çünkü biz kadınlarda şehzadeler gibi medreselerde hocalardan eğitim almak, okumak, kılıç tutmak istiyorduk. Ama II. Süleyman bu duruma karşı pek sıcak yaklaşmıyordu. Açıkçası Hünkarın neden pek sıcak bakmadığını anlayabiliyordum lakin yine de içimde bir umut taşıyordum, bu umut sultanların akıncılara olan aşklarını temsil eden naif ipek kumaşa işlenmiş lale sembolü gibiydi. Öylesine naif ve umut dolu...


Düşüncelere o kadar fazla dalmıştım ki kız kardeşim Mahpeyker'in seslenişlerini bile yeni işitiyordum.


" O sedirin üzerinde bir gün düşlerine tutsak olacaksın havadisleri işittin mi Topkapı Sarayından yeni hatunlar getirilmiş ve Nesim Sultan tarafından satın alınmışlar yakında Edirne Sarayına gelirler "


Sadece buruk bir tebessüm kapladı dudaklarımı, aslında içten içe üzülmüştüm eminim III. Mehmed'in annesi hatunları şehzadesine cariye olarak alacak ve onları medreseye teeba olarak göndermeyecekti. Yani kadınların öğrenim hayatı bir kez daha şehzade uğuruna görmezden gelindi ve önemsenmedi. Saatler belki de dakikalarca oturduğum örgü sedirin üzerinden dikkatle elbisemin kumaşı takılmadan kalktım, kalktığım an bacaklarım o kadar bocalada ki gerçekten gün içerisinde Saray ve Bedesten sokağı arasında seyahat etmekten yoruluyordum. Ve bunun farkına bile zinhar varamıyordum kendimi hünkara kanıtlamak adına yorulmaktan işkence çeksem dahi kesinlikle, tek bir şikayet etmiyor sürekli yalancı bir tebessüm ile geziniyordum. Eğer bu hususu bu şekilde, devam ettirmezsem hünkara verdiğim


" Hatunlarda medreselere girebilir öğrenim görür ve devlete daha fazla olanak sağlar dış ülkeler bile kadınlarına okumayı öğretiyor ve çeşitli el işleri veriyorlar Hünkarım. "


Bu kelimelerim benim hünkara mühürsüz dilim ile imzaladığım sözüm oldu, eğer bana kendini kanıtlarsan ve hatunlarında öğrenim alabildiğini bu hususta başarı gösterdiklerini bana kanıtlarsan medrese hükmü getireceğim demişti. Düşüncelerime limon kabuğu kokusu ve gül yapraklarının döveçte ezilme sesi geldiğinde, yeşil gözlerimi devirdim. Mahpeyker her saraya gidişimizden önce tenimizin ipeksi kadar beyaz ve naif, kokumuzun yeni açmaya başlayan bir gül kadar hafif ama güzel kokmasına çok dikkat ederdi.


Bu hususu ona sormadım bile çünkü biliyordum Saraya her getirilen kadın köleler önce hamamda çok muayene edilir daha sonra ise, hamamda bolca keselenir ve tenleri limon kabuklarının acı suyu ile beyazlatılmaya çalışılırdı. Bu gelenek Hürrem Sultandan geriye kalan bir döngü oldu, harem kadınları hatta Bedesten hatunları bile tenine önem verir, güzel kokmak adına gül yapraklarını ezer ve çıkan suyu tenlerine, gerdan hatlarına ve dudak üstlerine sürerlerdi. Açıkçası biraz zahmet ve özen gerektiren bir husustu ve ben böyle şeylere uzak bir hatundum. Ben genellikle marangoz babamla büyüdüm kız kardeşim ise annemle. Bu yüzden birbirimizden çok uzak iki karakterdik, Mahpeyker genellikle güzel kokmaya, bitkilerle ilgilenmeye hevesli bense kılıç kuşanmaya I. Süleyman savaş efsanelerine ve Genç Şehzade Mustafa'nın idami ile ilgileniyordum. Mahpeyker ise Hürrem Sultan ve Kanuni Sultan Süleyman Han hazretlerinin aşk hikayelerine ilgili olur ve tüm Bedesten kızlarına, bu tarihe geçmiş aşkı anlatırdı.


" Düşlesene bir Sultansın ipek kıyafetler, çeşitli çiçek kokuları ve Has Bahçelerde gizlice dolaşmak... Ne kadar da rüya gibi. "


Gülümsedim ve başıma Bedesten sokağında ne gelir diye bilemediğim için sedirin altında ki hançeri elbisemin kumaşına, dikkatle asmaya çalışırken onun çılgın fikirli düşlerini hayal kırıklığına uğratmak adına Haremin gerçek yüzünü göstermeye niyet ederek konuştum.


" Ya da Şehzadenin hareminde 7 veyahut 8. Cariye olmayı göze almak gibi... Ne düş ama! "


Hançeri tutan parmaklarımı kalbime bir darbe almış gibi yavaşça koyduğumda, onunla eğlendiğimi anlayarak kaşlarını çattı ve gül yaprakları dövdüğü tokmağı bedenime fırlatmak ister gibi elini kaldırdı gözlerimi hızla kapattığımda tek duyduğum şey


" Elif Hatun! " 


Olmuştu bile. Bu eylemine karşın yalnızca tebessüm ettim ve eteğime özenle sakladığım hançerim ile birlikte, yola koyulmaya başladım.


1690 


Kaotik, uzaklarda bir ülke düşün bütün topraklarını elleriyle özenle halı motifi gibi işlemiş, 3 kıtanın cihanında at koşturup toprak alan bir ülke. Yoktan varoluş hikâyesi olan, dünyanın en önemli köprüsü hâline dönüşmüş ve yol baharatı bile o şehirden geçen bir ülke... Osmanlı böyleydi işte. Gündüzleri Bedesten yerel halk çarşısında kuş etleri, çeşitli baharat kokuları oluşur bu ülkenin geceleriyse bir sır gibi gizemli ve mistik hava sisi ile geçerdi. Keten kumaşlar, kırmızı renkte karışık sarı halı motifleri ve ipek şallar. Dilden dile dolanan büyük Osmanlı atalarının Fatih Sultan Mehmet, I. Süleyman Han hazretleri, Genç Osman efsaneleri kulaktan kulağa dolanır ama kimse sesli şekilde konuşamazdı.


Zinhar hünkar hakkında konuşmak, ailesi hakkında yerel halk arası dedikodu etmek yasaktı ve bu hususu çiğneyen kişilerse kellesi kesilir ve Bedesten çarşı girişine asılırdı. İpek şallar, yeni elenen baharat kokuları ve adam kellesi... Ne hikâye ama! Düşüncelere o kadar kendi dünyamın içerisinde dalmıştım ki esnaf sesleri kulaklarıma yeni geliyordu, Bedestenin dar ara sokağına geldiğimi anladığımda başımın üzerinde bulunan ve siyah saçlarımı kapatan kumaş bile, kızgınlıkla yanan güneşin ısısından koruyamadı.


Biz sıradan Bedesten hatunları işlemesi az olan kaftanlar ve pek fazla değeri olmayan mücevherler takardık ama, saray kadınları giysilerinde daha çok brokar, kadife, çatma, seraser, diba, atlas, canfes, tafta, sof ve al gibi kumaşlar kullanmakta ve giysilerini altın tellerle işlenen motifler giymekten, değerli mücevherler ile kumaşı süslerlerdi. Ve tabi bizde Saray sultanlarına çok özenir ama halkın fakir gerçekliği ile baş başa kalırdık. Özellikle bu duruma Mahpeyker daha çok kafayı takar ve "Neden sultan olarak doğmadım ki!" diye sitem ederdi.


" İşittin mi hünkar yarın gece..."


Edirne Sarayı taşlı yol güzergahına sapmadan önce dikkatim kulağıma gelen bıldırcın tüccarı sesine kaydı.


" Yarın gece 19 kardeşini birden yeniçeri başı olan Akıncı Mahir'e idam ettirecekmiş "


Kulağıma gelen havadis betimi benzinimi öyle bir attırdı ki bir kaç saniye içerisinde bile, yutkunma eylemini ve nereye gideceğimi unuttum.


" Vah vah! Latife ediyorsun 19 kardeş ve Akıncıların başı Mahir mi? O genç adam çok acımasız diye duydum "


Olduğum yerde şok geçiriyordum resmen içlerinde bebek olan kardeşlerini infaz ettirmek istiyordu, bir taht uğuruna gelecek varis taht sallanmasını ve elinde ki gücü bölmesin diye 19 kardeşinin başını vurdurmak istiyordu. Bu nasıl bir hırstı? Bu nasıl bir canilikti böyle hayal gücüm bile bu havadise yetişemedi gözlerim önünde soluk hatıra, siluetleri belli belirsiz oldu. Kan, mermer taş sütun ve bebekler. Bu nasıl bir manzaraydı böyle düşününce bile kumaş altında kalan siyah saçlarım ağırdı, bir kaç saniye içerisinde bu yük ile bu acı haber ile yaşlandım sanki.


Göz pınarlarıma naiflikle yaşlar doldu, yüreğim üzerine basılan ve kırılan dal gibi acıdı ve kırıldı. Bugüne dek bu yaşıma dek çok zulüm gördüm ister halk olsun, ister babamız. Hiç bir zaman zinhar ağlamadım gözyaşı dökmedim ama şimdi, o bebeklerin suçu günahı neydi ki? II. Süleyman bu kadar kalpsiz biri hâline ne zaman geldi? Küçükken hünkar hakkında hatırladığım tek şey halkına karşın tutumu iyi, naif ve medresede eğitim almayı çok severdi. Hocalarına karşın tutumu öylesine saygın ve dikti ki teebaya böylesine önem veren bir genç Şehzade herkesin dilinde dolaşır olmuştu. Ama zamanla hünkar savaş seferlerine, Bağdat'a gide gide insani duygularını kendi içerisinde ipe astı anlaşılan. Savaş Hünkarın duygularının yarısını aldı, buna kız çocuklarının eğitimine engel olmak istemesinden zaten biliyordum ama kendi kardeşlerini acımasız bir akıncıya kurban etmek isteyecek kadar kalpsiz olmaya başladığını bilemezdim.


" Çehresini herkesten saklarmış ama duyduğuma göre çok güzel ela gözleri varmış "


Ne?


Korkuyla birden olduğum yerden sıçradığım an kalbim göğsümde saniyesinde kendini belli etti, yaşlı esnafların birbirleriyle konuşmalarını ve kendi düşüncelerime o kadar dalmıştım ki arkadaşımın geldiğini bile fark edemedim.


" Neye daldın bu kadar hatun? Merak ediyorum "


Gözlerimi onun kocaman kahve gözlerine karşı devirdim ve korkumun biraz olsa geçmesi için baş parmağımı, damağıma götürerek kafamı ardıma attım. Arkadaşımın dalga geçen bakışlarını ve gülme seslerini hem üzerimde hissettim hem de duydum. Şu an resmen yüreğim korkudan ağzımda atıyordu ama ona belli etmemek, zayıf görünmemek adına bunu gizlemeyi istedim ve başardım da.


" Taşlı yola mı gidiyorsun? "


Nigar, küçüklüğümden beridir benimle ve kız kardeşimle olan tek kişiydi. Birlikte büyüdük ama sokaklarda oynayamadık zira, bir Osmanlı hatunu asla sokaklarda oynayamaz çocukluğunu yaşayamadan paşalara ya da sadrazamlara resmen verilirdi. Bu gerçek can yakıyordu zamanında bizde bu durumdan çok fazla geçtik sayısız benden yaşça büyük, Sadrazamlar kapımıza geliyor köle ya da hatunu olmamız için sikke veriyor ve istiyordu.


Ama annem hep buna engel olmaya çalıştı bu yüzden bu yaşımıza kadar yaşlı ya da bizim yaşlarımızda olan adamlarla, nikah kıymadık. Genellikle bizim kültürümüzün özünde çok eşlilik olabilirdi yardıma muhtaç kadınlar, köle olarak satılanlar, ailesi olmayanlar ve işgal olmuş topraklardan alınan kadınlar. Bu durumda olan tüm kadınlar Hünkarın kadını olabilir eğitim, medrese ya da dikiş nakış işleri yapabilir öğrenirdi. Hünkar himayesine aldığı her kadına bakar ve eğitimlerine destek olurdu ama ben çok eşlilik olayına pek sıcak bakmıyordum.


" Elif Hatun o güzergah has bahçeye çıkıyor yalnız? "


Gerçekten bugün bende bir hal vardı ama bir türlü anlamıyordum o kadar beynim düşüncelerle doluydu ki, kendimi bir türlü bu aptal düşüncelerden alamıyor kesinlikle yapmadığım şeyleri yapıyordum. Has bahçe Edirne Sarayına bağlıydı taşlı yol denilen yolun iki ayrımı olurdu, birincisi sarayın medrese girişine diğeri ise has bahçeye giderdi. Ve Has bahçeye yalnızca sultanlar, Hünkarın kadınları ve Saray için çalışan aşçılar ya da çok önemli kişiler girebilirdi benim gibi sıradan insanlar değil yani.


Yeşil gözlerim tüm dikkatini has bahçenin biraz ötesinde ki serada kalan mermer sütuna takıldı, içerisinde bebek şehzadelerin bile olacağı bu infaz gözümün önünde resmen bir kaç saniye içerisinde canlandı. Kendimi öyle bir baskı içerisinde hissediyordum ki, nefes alacak alan bile yoktu Osmanlı İmparatorluğu o kadar fazla baskı yapıyordu ki bir zaman sonra düşünceleriniz bile karamsar, ruhunuz bile yaşlı hissediyor ve oluyordu. Kendimi şu an cam bir fanusun içerisinde nefessiz şekilde her yanımdan sıkışmış hissediyordum ben, bebeklerin ölümünü görecek kadar soğuk kanlı ve güçlü değildim.


" Elif! "


Nigar'ın dilinin altına bile bile bastırdığı ismim ile irkildim ve arkadaşıma direkt baktım, başında ki kaftanın kumaşına bir hışımla yüzüne çektiği an bir erkeğin bize çoktan geldiğini anladım ve yüzüme kaftan çekmeye fırsat bulamadan adamın kelle alan kılıç gibi sesi bahçeye doldu.


" Küçük hatunlar için fazlaca sorunlu bir yerde tam ortada dikilen 2 hatun görüyorum? "


Olduğum noktada öylece sesi ile dondum tüm bedenimde ki tüyler birer birer kalkıp selasını okurken, ne diyeceğimi ona hangi sözle alttan alttan ima vereceğimi bilemeyerek sırtıma bıçak gibi değen sesinin bedenine döndüm ve karşımda gördüğüm manzara beni bir kaç saniye içerisinde şoka sürükledi.


Tüm vücudu diba dediğimiz siyah kumaş parçaları ile kaplıydı kolları bile. Başında sadrazamların taktığı kavuk vardı ama rengi beyaz ve kırmızı kuşak ile sarılı değil, simsiyahtı ve kumaşın yırtık uçları biraz görünen siyah saçlarının üzerinde kendini rüzgârın kaderine bırakmış salınıyordu. Boğazımda dizilen düğümleri yuttum ve kendimi içten içe cesaretlendirerek gözlerine baktım, baktığım saniye ela gözleri gözlerimin tam içerisine baktı.


Sadece vücudunda gözleri görünen adamı dikkatle süzdüm ve onun Hünkarın 19 kardeşini idam edecek, bir akıncı katili olduğunu anlamam bir kaç saniye sürdü. Onu baştan sona dikkatle incelediğimi fark etmesi uzun sürmedi ve sadece siyah kumaşların tüm vücudunu sıkı sıkı saran, yerlerinden açık olan bakışları onu dikkatle izleyen yeşil bakışlarımdan kaçtı ve başını aşağı indirdi.


Erkekler zinhar harem içerisinde olan kadınlara bakamaz, normal yerel halktan olan Hatunlara bile göz ucuyla bakamazdı bunun sonu idam demekti. Hünkar kesinlikle kadın ve erkeklerin bir arada aynı havayı nikahları yoksa solumasına izin vermez, zinaya girer diye bir bakışmanın bedeli bile kelle alınması olurdu. Saygısından ve Hatunlara bakma yasağından dolayı bakışlarını yere eğen akıncıya karşı başımda ki kaftanın kumaşına yüzüme çektim, benimde sadece yeşil gözlerim kumaş altında görünmeye başladığı an onun yaptığı gibi bakışlarımı yere dikkatle eğdim ve onun simsiyah kaplı vücudunun ağırlığını hissederek kumaş altından konuştum.


" Biz Mustafa hocanın tebaasıyız medrese eğitimi için neredeyse her gün geliyoruz sadece taşlı yolu şaşırmıştık bu kadar küçümseme ile bizi korkutmanıza lüzum yoktu "


Bakışlarım ve kafam hâlâ yere eğik şekilde dururken yutkundum, has bahçeye özel taşlı yol dizilmiş olan parlak renkli taşlara bakarken onun ela bakışlarını sert şekilde üzerimde hissettim. Korktum ama korkmamaya çalıştım karşımda Venedik elçilerine bile naamı uzanmış bir akıncı katili duruyordu, ama ben bir erkekten korkmak istemeyen birisiydim. Mahpeyker olsa bu durumu çoktan romantizm etmiş bu katil akıncıya aşk destanlı şiirlerini okuyordu bile.


" Korkutmadım öyle bir amacım olsa çoktan karşımda dilini çözme fırsatın olmadan medresene giderdin bugün has bahçe için önemli bir gün ve siz hatunlar ayak altına geçmiş duruyorsunuz bir şey olsa sizden bilinir zira o şüpheyi çok taşıyorsunuz. "


Bakışlarımı yerden cümlesi bittiği an direkt beklemeden kaldırdım ve ela gözleri yine gözlerimde gezindi, normalde ona haddini bildirir ve bulunduğum konumu saniyesinde terk ederdim ama karşımda Hünkarın sağ kolu olunca işler önemli derece değişiyordu. Bu sanki Azrail giyimli olan ve sesi metalik kadar soğuk olan akıncıyı sözlerimi çekmeden söylerdim ne yazık ki, bu husus Hünkarın kulağına giderse kız çocuklarına vereceği medrese sözünden bile dönebilirdi.


Bu yüzden tek bir kelime etmedim onu eleştiren bakışlarımı hissetmesi ve söylediği kelimenin farkına varması için, gözlerimi iğreti gibi yaparak taşlı yolun çıkışını kapatan vücudumu çektim ve ona geçmesi için böylelikle izin verdim. Bu hareketime karşılık zinhar beklemedi ve bakışlarını benden çekerek ardından gelen akıncı bölüğünün köpeklerini alarak, uzaklaşmaya başladı bedeninin ardından onun gidişini dikkatle izledim. Vücudunu saran siyah kumaş pelerin gibi vücudunun ardından esiyordu siyah kavuğunun sadece, görme yeri açık olan yüzünün ardından baktım ve daha bu adamın iç dünyasını bilmeden 9 bebek katili olacağını bildiğim için ondan tiksindim.


" Hatun! Sen kafanı bıldırcın yumurtasıyla mı yedin! Adam seni şuracıkta kolaylıkla öldürebilirdi akıncı başına ne hadle baş kaldırır karşılık verirsin? "


Kumaş altında kalan yüzüm ve tenim sıcaklığın etkisi ile terlemişti yüzümü örten kumaşı bir paçavra gibi tenimden, çekip aldığım saniye Nigar'ın sözlerine karşı gözlerimi devirdim ve kuruyan dudaklarımı ıslattım.


" Az bile söyledim bizi sokak başında bekleyen fahişe konumuna koydu akıncı başıysa haddini Hatunlara karşı bilecek "


Öylesine öfke dolu kelimeleri tısladım ki Nigar buna alınmak yerine sessizce güldü, onun kibar kahkahaları has bahçenin ağaçları arasına doluyorken bende dayanamayarak gülümsedim.


" Sen erkek olarak doğmalıymışsın "


İpek kumaşın sardığı omuzuna arkadaşça yumruk attığımda ikimizde taşlı yolun 2. Güzergah gidişinden çıkarak, Edirne Sarayı medrese binasına ilerledik. Keten ve deri sarılı çantamın yıpranmış içliğinden mühimme defterimi ararken Medrese binasının sol kanadında yeniden durakladım Nigar'ın adımlarıda ben durunca beni beklemek için durdu ama, ona gitmesi için bakışlarım ve kafamı hafifçe sallamam ile onay verdim ve arkadaşım medrese kapısından içeri çoktan girdi bense bu aptal defteri aramaya devam ederken kulağıma gelen erkek sesleriyle kaşlarımı çattım.


" II. Süleyman Han hazretlerinin bu hükmü halkı ve Nesime sultanı kırıp geçecek "


Beyler beyi Osman paşayı taşlı yolun ayrımı olan zırhlı duvar kapıda gördüğüm saniye medrese binasının sol kanadında ki duvarına bedenimi sakladım ve, yanında ki muhtemelen sadrazam olan adam ile konuşmasını dinledim.


" Bütün Bedesten halkı yarın gece olacağı havadisini yaymış durumda ama kimse esas idamın bu gece olacağından habersiz akıncı başı bunun için biraz evvel Saray'a teşrif etmiş "


Ne!


Aklımda canlanan çığlıklar, kan ve annelerin ağıdı bir an için kulaklarımda çınlıyorken başım dönmeye başlıyordu.


AÇIKLAMA 


* Bedesten: Yerel halk çarşısı


* Tebaa: Öğrenci 


* Devşirme: Osmanlı İmparatorluğu döneminde, yeniçeri olarak yetiştirilmek üzere Hristiyan uyruklardan çocuk seçip toplama işi.


* Dâru't‐ta'lim: Mektep, medrese güncel ismi ile okul adı.


*Medrese: Hocalar tarafından eğitim verilen yer.


Loading...
0%