Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10. Bölüm Matem (Sezon Fi̇nali̇)

@ursuula1

Can verme sakın aşka aşk afeti candır

Aşk afeti can olduğu meşhuru cihandır

Sakın isteme sevdayı gam aşkta her an

Kim istedi sevdayı gamlı aşk ziyandır

Her ebrulu güzel elinde bir hançeri honriz

Her zülfü siyah yanında bir zehirli yılandır


Fuzuli der ki “ Merdüm deyip aldanma kim içtikleri kandır gel derse Fuzuli güzellerde vefa var almanda ki şair sözü elbette yalandır. “


Şu an içerisine düştüğüm durum tam olarak bu sözdü. Şehzadelerden gelen emire nasıl boyun kaldırıp, hayır diyebilirdim ki? Bu durumdan ne beni kurtaracak bir kahraman ne de kendimi kurtarmaya yarayacak yalanım yoktu. Günler sonra boşu boşuna çektiğim tutsaklıktan kurtulduğumu sonunda hayalini kurduğum medrese sınıfıma özgürce gidecek, hocamla dersler Divan şiirleri yapacak ve okuyacaktım. Özgür olacaktım, ailemin Osmanlı hükumetine yakışmayacak olan özgür düşünceme sonunda bir nebze kavuşacaktım. Ama bu hakkım verilmesine rağmen yine ellerimden alındı, kendimi altın varaklı kafesin içerisine konulan tutsak güvercin gibi hissediyordum. Kendi düşüncelerimi savunan, kendi düşüncelerimi hayata geçiren bir hatun olmak yerine gerçekler tam da buydu.


“ Ne susuyorsun hatun düş önüme “


Raks müziğinin tınısı artık eğlenceli değil, yerini hüzne bırakıyordu sanki boğazımı idam ipi gibi ipler sıkıyor bu durumun içerisinden nasıl kurtulurum diye kendimi savunacak bir taraf arıyordum.


“ Ayşe kalfa beni karıştırmış olmalısınız ben Hünkarın hareminden hatun değilim yalnızca buraya raks eğitimi vermeye gelmiştim “


Harem içerisinde olan insanların kalabalık yaparak sıcaklık oluşturmasına rağmen, ellerim buz gibiydi. Tereddüt ve korku hissi raks melodisinin içerisine özenle doluyor, bu hissi iliklerime kadar vermek isteyerek şiddetle yol buluyordu.


“ Nereden geldiysen geldin hatun, şehzademiz emretti bende emrini yerine getiriyorum düş önüme “


Boğazımda ki bir bir dizilen düğümleri yutmaya çalışırken gözlerim doluyordu, eğlence için kurulan yeni göz alıcı meşalelerin ışıkları gözyaşları dolu gözlerime vuruyor ortaya yeşili daha da çıkarıyordu. Şimdi kimliğimi açık eder ve kaçmaya çalışırsam muhtemel saray akıncı askerleri daha kapıya varmadan beni yakalar, geri zindana atar ve muhtemelen kaçtığım için cezam daha da ağır şekilde katlanırdı. Kafamın içerisinde bin bir düşünce dönüyor artık kulaklarımda yankılanan raks müziğini bile duymama noktasına ilerliyordum, kimsenin görmesini istemediğim yaşları sertçe tenime bastırdım ve beni isteyen Şehzadeyi bakışlarım raks eden hatunlar arasında aradı. Ama Şehzade yoktu, bu husus beni iyiden iyiye iyice rahatsız ediyorken tek yapabildiğim şey ne kadar istemesem de boyun eğerek halvet taşlı yol koridoruna yürüdüm. Şehzade odasına her bir yaklaştığım saniye bacaklarım sultanların başlarına özenle taktığı, tüller gibi hafifliyor ve rüzgarda salınan kaftanları gibi titriyordu.


“ Gerisini ben hallederim Ayşe kalfa sen geri dön “


Has oda akıncı askerinin sesi hâlâ kendime işittiğim sözlerden dolayı gelemediğimde sessiz harem taş yolu üzerine doldu. Kesinlikle saray içerisinde olan her asker Mahir’in akıncı bölüğünde olan askerler ise, bu askere derdimi anlatır ve Mahir’in ismini vererek kurtulabilirdim. Kalfanın donuk ve memnuniyetsiz bakışları asker bölüğünden olan askere karşı içten olmayan şekilde, başını salladı ve saygıyla eğilerek halvete giden taşlı yol koridorunun ilerisinde olan büyük kahverengi ahşap kapılı harem eğlencesine döndü.


“ Elif Hatun sen misin? “


Tüm bakışlarım kalfanın gidişi ardından ismimi telaffuz eden askere kaydığı saniye, ilk başta korktum ismimi nereden biliyor bana zarar verecek ve ben olduğumu teyit etmek ister gibi bana yem mi attı diye düşünürken susmayı tercih ettim.


“ Korkmayın ben size zarar vermem akıncı başımız Mahir sizi buradan çıkarmam için beni gönderdi “


Umudum savaş kuşatmalarında Osmanlı askerlerinin taktiği olan müzikli yürüyüş gibi canlandı sanki. Osmanlı askerleri her savaşa giderken mutlaka mehter askerlerini yanına alır, düşmanın üzerine korku salmak için kendi yazdıkları zafer marşlarını okuyarak hem motive olup hem de korku salarak umut beslerlerdi. Şimdi bende şu an öyleydim, ama yine de Mahir’in kendisinin olmaması içimde bir şüphe uyandırdı ve karşımda ki adamın asker olmadığını düşünmemi sağlamıştı.


“ Binbaşın nerede? “


Yüzümde ki peçemi gözlerimi ve dudaklarımı daha da kapatması için çekerken, akıncı askerine sessizce fısıldadım. Sanki yıllar boyunca savaş kuşatmalarına ev sahipliği yapmış bu Sarayın kulakları olduğunu, tüm herkesin bizi dinlediğini düşünüyordum.


“ Kendi bölüğünden kellesini vurduğu askerin cezasını 100 kırbaç ile çekmekten dolayı ayağa kalkamayacak haldedir “


Hayır...


Tenime sertçe sildiğim yaşlar yalvarır şekilde yeniden göz pınarlarıma işittiğim havadis ile doldu, ona yeniden zarar verdim neden varlığım onun yanında durunca bile bu kadar acı çekiyoruz neden sürekli cezaya tabi tutuluyorduk bilmiyordum bile. Sanki Bosna Hersek kuşatmasına gizli, gizli katılmış ve at üzerinde düşmanla savaşırken kalbime yediğim ok ile yüreğim yanmış gibi sol yanım acıdı.


“ Bu akıncı asker üniformasını giyin lütfen sizi bu saraydan bir hatun olarak değil de erkek gibi çıkarırsak binbaşımız Mahir asla yakalanmayacağımızı emretti “


Aylardır getirmeye çalıştığım, kendimi kanıtlamaya çalıştığım Medrese hükmü, savunmaya çalıştığım kadın hakları ve beraberinde getirdiği diğer tüm sorumluluklar altında bir böcek gibi ezildiğimi hissettim. Askerin avuçları arasında tuttuğu üniformayı aldım ve akıncı askerin, koridoru gözetlemesi eşliğinde kalfalara ait has odaların birisinde erkek kılığına girdim, deri üniforma tenime her değdiğinde Mahir’in zindanda söylediği her kelime kalfa odasının titrek mumlu duvarları arasına doluyor kalbimi acıtıyordu.


“ En fazla sırtıma kırbaç cezası verir sonra da tekrar yeni çeri ocağına salar...”


Bugüne dek düşmanların yüzüne verdiği kılıç izlerini ben ise sırtına verdim. Beni kurtarmak uğuruna kellesini hiç düşünmeden aldığı askerin, hiç düşünmediği cezası beraberinde geldi. Küçüklükten beridir biz kadınlara dayatılan özgürlük ama esasında tutsaklık yatan bu hayattan bıkmıştım, birbirimizi ilk gördüğümüz andan beridir ya ben akıncı başına ya da o bana zarar veriyordu. Bu Osmanlı İmparatorluğunda bir insanı resmetmenin bedeli bile kelle almakken, Mahir hiç düşünmeden gözlerime ne resimler ne şiirler çizdi söyledi.


“ Belki de aptallık etmeyi macera olarak görüyorumdur altında herhangi bir endişe arama...”


Benim yüzümden yediği her 100 kırbaç kendini kulaklarımda onun sesiyle var etmeye çalışıyor, gözlerimi her kapattığımda falakanın sesi yüreğime dolup bedenimi yerinde sarsıyordu.


“ Giyindin mi hatun? Derhal gitmemiz gerekiyor “


Gözlerimden yanaklarıma naiflikle süzülen yaşları odanın mum ışıkları bir nimet gibi parlatmaya çalışıyorken, şu an hiç ağlamanın vah etmenin zamanı değildi. Bu yüzden her zaman benimle birlikte olan güçlü durma duvar surlarımı yeniden kendi içimde ördüm, siyah uzun saçlarımı akıncı asker üniformasının kavuğu içerisine özenle tek bir tel görünmeyecek şekilde kapadığım vakit sadece mum ışıklarının aydınlattığı orta gelir yaşam kalitesinde olan, kalfa has odasından ayrıldım.


Asker ile birlikte taşlı harem yolu sanki bende bir akıncıymış edasıyla yürüdüm, askerin odadan çıktığım saniye ellerime tutuşturduğu kılıç beraberinde harem kapısına açılan koridordan saray çıkışına yöneliyor alnımdan birisi anlayacak diye şıpır şıpır ter akıyordu.


“ Biraz evvel bu koridorda raks kıyafeti ile yürüyen siyah uzun saçlı bir hatun gördün mü? “


Kavuk saç tellerim ile sıkışmış kulağımı harem kapısı önünden gelen hasbihale kabarttım, kabarttığım saniye beni Şehzadeye götürmek için eşlik eden kalfanın sesini işittim.


“ Hayır Ayşe kalfa görmedim “


Şehzadenin odasına gitmediğim havadisleri tüm harem içerisine yayılmış olacak ki, kalfa bile işitmiş her hatunu sorgu altına alıyordu.


“ Beline kadar gelen siyah düz saçları var esmer teni ve yeşil gözleri vardı görmedin mi Zümra hatun? "


Taşlı yol harem yolundan Edirne Sarayı has bahçe çıkış kapısından dışarı kendimizi attığımı an, kalfanın uğursuzluk saçan sesi saray içerisinde kaldı. Yüreğim korkudan titreye titreye hızla atarken nefes almaya çabalıyordum, yaz aylarında olmamıza rağmen üniforma derisinin altından soğukluk tenime doluyor ve ben nefes almaya çalıştıkça kalbim daha da sıkışıyordu. Artık dayanamıyordum bu aptal yasaklara, aptal insanların koyduğu devlet şartlarına o kadar dayanamıyordum ki güçsüz kalan bedenimi saray duvarına yasladım ve Has bahçenin karanlığında kimsenin görmediğini bildiğim için ağladım.


“ Neler yaşadın içeride bilmiyorum ama siz hatunları kimse böyle zorla bir ilişki içerisine itemez eğer bir şey yaşadıysanız ve ben geç kaldıysam sizden af buyuruyorum Binbaşıma verdiğim sözü tutamadım “


Karanlıkta belli belirsiz olan askerin silueti yüzümü görmese bile, yüzüne tebessüm ettim. Askerlerin bir duyguları olduğunu görmek hatta işitmek tuhaftı, bugüne dek hep askerleri ve Hünkarı savaşlarla anarız onların insani duygularını hiç var olmamış gibi hasbihal ederdik.


“ Hayır yetiştiniz yalnızca ben çok doluyum şimdide tüm bunların üzerine bu olay geldiği için duygularımı özgür bırakmak istedim “


Has bahçenin ıssız ağaçları arasına dolan sesim bir kaç saniye içerisinde soldu, medreseye giden yol ayrımına asker ile birlikte sessizce yürüdük. Ayaklarımız altında ezilen her has bahçe çakıl taşı ses çıkarıyor olduğumuz havanın, atmosferine tedirginlik ve matem katıyordu.


“ Atlarınız hazır akıncım “


Muhtemelen iki elinde tuttuğu at ipleriyle birlikte medrese binası arkasından gelen adam, akıncı asker bölüğünün diğer askeriydi. Payitahta ait olan iki at üzerine önce ben daha sonra bana sarayda eşlik eden asker bindiği saniye hiç durmadık bile, bindiğimiz saniye atları eyerledik ve saraydan dışarı resmen kendimizi sürgün ettik.


“ Sizi Bedesten avlusuna bırakmam emredildi “


Hayır. Mahir orada benim yüzümden 100 kırbaç yediği bedeniyle yatarken evime dönemezdim, Bedestene asla ona teşekkür etmeden onu görmeden gidemezdim bile.


“ Son bir iyilik istiyorum belli ki kalbi diğer askerler gibi nasır tutmamış birisiniz rica ediyorum beni de yeni çeri ocağına sizinle götürün binbaşınızı bir kaç salise görsem dahi yeter daha sonra Bedesten tüccar yolundan kendi başıma evime giderim “


Atların hızı yavaş yavaş aşağı ivmeye düşüyorken, askere karşı söylediğim sözleri sanki akıncı asker kafasında belli bir teraziye koydu ve bu terazi ne kadar hassassa hiç istemediği bir şeyi kabul etti.


“ Peki o vakit yalnızca bir kaç dakika binbaşımızı ziyaret edip gideceksin “


Minnetle kavuklu başımı salladığım saniye atlarımızın hızı yeniden yükseldi ve diğer kara orman yolundan, girerek yeni çeri ocağı otağına gitmeye başladık. Saatler geçti belki de dakikalar başımda ki saçlarımı koruyan ve beni erkek olarak gösteren asker kavuğu içerisinde, daralmıştım hatta o kadar daralmıştım ki kulaklarımı bile beraberinde örten bu kavuğu at üzerinde hızla giderken kara orman yoluna atmıştım bile...


Daha aylar öncesine kadar geldiğim akıncı otağı geldiğim günün aksine yas dolu bir hal varmış gibi sessizdi, hatta o kadar garip bir matem havası vardı ki tüm akıncı bölük askerleri aralarında hasbihal etmiyor tüm herkes önlerinde ki kuş etini yiyor ve bir kaç kelime hariç konuşmuyordu. İki at üzerinde hızımızı düşürerek otağın çadırlarla dizilmiş kumlu koridor yoluna, asker ile girdiğim saniye tüm akıncı asker bölüğünün dikkati önlerinde duran yemekten bana kaydı. Kimisi otakta ikinci defa hatun görmekten dolayı feleği şaşmış biçimde duruyor, Kimisi yanında ki asker arkadaşının kulağına hiç çekinmeden beni hasbihal ediyordu.


“ Bu hatunun buraya ikinci gelişi bu kadar önemli olmasa asla otak sınırından içeri giremez “


Siyah saç tellerimin sakladığı kulaklarımla işittiğim sözleri duymamak için başımı ve bakışlarımı, akıncı atının yelesine indirdim. Kimsenin sesini ve benim hakkımda yaptığı dedikodusunu duymak, görmek dahi istemiyordum. Kısa çadır arası yürüyüş Mahir’in otağının naylon kapısı önüne geldiğimiz vakit durdu, aylar öncesi içinden kaçmak isteğim otağa şu an kalbim ağzımda şekilde girmeye hazırdım ama akıncı askeri yolumu kesti.


“ Bana verdiğiniz sözü unutmayın yalnızca 5 dakika “


Karanlık orman yolundan gelirken söylediğim cümleleri hatırladım ve ne kadar otak önünde duran bedenim, bunu istemese de kabul ederek başımı salladım. Asker bu kabulu gördüğü saniye Mahir ile beni baş başa bıraktı. Askerin ardında bıraktığı ayakları altında ezdiği kum sesleri otak önünden diğer çadırlara karışırken, derin bir iç çektim ve Mahir’in 100 kırbaç yemiş yaralı bedeninin yattığı otağa girdim. Adımımı atar atmaz sedir yatak üzerinde sırtında binlerce kırbaç yarası açılmış teni, gözlerimle buluştu. Kırbaç darbeleri öylesine büyük yaralar açmıştı ki sanki birisi özenle sırtında ki deriyi yüzmüş ve damarlarını bile görünüyor hâle getirmişti.


“ Mübre...”


Günler önce payitahtta onun bana fısıldadığı kelimeyi otak içerisinde olan yaralı bedenine, fısıldadım. Bugüne dek onu gördüğüm sıkıca sarılmış siyah kumaşlar yoktu tamamen kendisiydi, tamamen ne Hünkarın sağ kolu ne de akıncı başı Binbaşısı değildi o Mahirdi. Sırtında ki açılmış derin yaralara daha yakından bakmak için titreyen bacaklarım acizce ileri atıldı, atıldığı saniye bocalayan bacaklarımla birlikte yüz üstü yattığı sedir yatağı yanına yavaşça oturdum. Korktum, ilk defa korktum onca yaşadığım şeye rağmen ilk defa kalbim korkuyla ve heyecanla sıkıştı. Kırbaç izlerinin daha kanayan yaralarından bedenini yavaşça kendime dönderdim ve bugüne dek gördüğüm siyah kumaşlarla kaplı yüzü gün yüzüne çıktı.


İnce titreyen parmaklarım altında kalan yüzünün ela gözleri kapalıydı, alnından sol göz kapağına, oradan da çenesine uzanan kılıç izi yüreğimi yaktı. Yüzünde o kadar fazla kılıç darbesi ve yanık izleri vardı ki, muhtemel bu yanık izleri yıllar önce olmuştu çünkü yanan yerlerinin teni bal mumu gibi gerilmiş ve yüzünde ki kemikleri içerisine çekmişti. Bugüne dek hiç görmediğim yüzünün tenine dokunmak, bir ninni gibiydi ölümden sonra gelen cennet ödülü gibiydi. Hafif sakalları vardı, burnu okkalı biçimde kusursuz duruyor dizlerimde ki başının gözleri, uzun uzun kirpikleri otak meşalesinin altında titretiyordu. Sırtında ve yüzünde binlerce yara bulunan teni titreyen bacaklarımın dizinde kendinde değil şekilde yatarken, gözyaşlarım sessizce nehir yatağı gibi kendisine yol yaptı ve bu nehir dizlerimde yatan bugüne dek hiç görmediğim yüzünün tenine özenle damladı...


Seninle benim, benimle senin aşk hikayemiz çok zorlu,

İki lafla târif edilemeyen...

Birbirimiz için yaratıldık ama aramızda olan koca bir ayrılık

Seninle benim, benimle senin aşk hikayemiz çok zorlu,

İki lafla târif edilemeyen...


Sana kalbimi verdiğimde, dünyaları aldım sanki

Gölgenden bile milyonlarca mil uzakta olacağımı bilmeden..

Neden Hüda?* Neden gösterdin böyle bir rüyayı bana?

Gerçekte asla gerçek olmayacak olan bir rüya...


Loading...
0%