Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. Bölüm Bedesten Kızı (Yeni̇ Sezon)

@ursuula1

Cevabını düşünmem beni gece boyunca uykusuz bıraktı.

Özlem beni rahat bırakmıyor, bu gece nasıl uyurum?

Ertesi sabah nasıl bir haber doğacak,


Yağmur misali aşk bestesi mi?

Yoksa

Aşka susamak mı?


Osmanlı hanedanının içerisinde cümbüş gibi dizilen ipek sedef kumaşları tenime çarpıyor, her bir kumaş ipliği farklı bir aşk melodisi kendi içerisinde bestelenip özenle çalıyordu. Uğursuz matem tutmuş saray taşları bile bu aşk renginin melodisi ile kendini yeniliyor, has bahçenin içerisinde dolaşan tüm kelebekler kalbime doluyordu.


Yalvarıyorum sana sadece ‘evet’ demen için

O zaman mutluluk ve huzur yağmuru altında kalacağız

Ay ve gökyüzü görünüyor

Ama kalın bulutlar eşliğinde

Ay onun arkasına saklanacak diye korkuyorum


Saray surlarının özenle işçilik yapılmış beton ayaklarına sarılı olan ipek kumaşlar ve siyah saçlarım arasına, bu aşkın bahar ama aynı zamanda matemi beraberinde getiren erkek sesi doldu.


Yalnızlık dayanılmaz halde 

Ve kalp atışlarım artıyor 

Bana huzur yok, bir dakika bile

Bu çok tuhaf bir hikaye 

Burada sadece huzursuzluk var...


Tenimde dolaşan yaz ayları gibi aşkın sıcak nefesi akıncı başının solan sesinin kaynağı gibi, yerini matem gibi soğukluğa bıraktı. Bir kaç saniyede oluşan bu uğursuz matem önce ipek kumaşların rengarenk renkleri kırmızı kana boyadı, daha sonra ise Mahir’in şarkıyı okuyan sesini benden aldı gitti. Tüm has bahçe kelebekleri özenle girdiği yüreğimden, kılıçla bir kaç saniye içerisinde kalbimi yararak alındı sanki...


“ Hatun 5 dakika çok vakitten evveldir doldu hâlâ buradasın “


Otağın içerisinde ki titrek meşale ışıkları ağır gelen göz kapaklarımı araladıkça daha da titriyordu, bedenim o kadar yorgunluktan bitap düşmüş haldeydi ki olduğum yerde öylece uyuya kalmıştım. Otağa gireli ne kadar vakit oldu bilmiyordum ama Mahir’in yaralı bedeninin başı hâlâ dizlerimde özenle, yorgun düşmüş bir melek gibi uzanıyordu. Üzerimde ki deri asker üniformasına değen siyah saçları tel tel özenle ayrılmış, kırbaç izlerinin verdiği ter ile ıslanmış gibi duruyordu.


“ Daha fazla burada duramazsın sabah sökmeden hünkar elçileri gelir yeni bir kuşatma olacak eğer gelir ve otakta seni görürlerse olacakları hayal bile edemiyorum “


Beni buraya getiren askerin ne dediğini bile işitemiyordum. Açıkçası şu an kıyamet bile kopsa umurumda değildi çünkü akıncı başı benimleydi, yasaklar olmadan, kırbaçlar olmadan, sultanlar, Hünkarlar olmadan. Makamlar olmadan, tehlike olmadan ve en önemlisi aramızda örülü siyah kuşaklar olmadan benimleydi.


“ Tamam 5 dakika daha veriyorum vedalaş ve derhal otaktan git “


Akıncı askeri harap olmuş halimi gerçekten, yürekten görmüş olmalı ki verdiği süreyi tüm tehlikelere karşın uzattı ve otağın naylon kapısından dışarı sessiz adımlar ile çıktı. Çadırdan çıktığı vakit ıslak bakışlarım hâlâ kendini yanaklarımda gözyaşı diye korurken, Mahir’in 100 falaka yemiş sırtına baktım. Kırbaç yediği sırtında ki teni öylesine izler ile kabarmış ve içi kan oturmuştu ki baktığım saniye, o kırbaçları yüreğime bin bir şekilde ben yemişim gibi hissettim.


Yeni çeri ocağı saray ve Bedestenden ayrı olmak üzere dağ başında ve orman içerisinde olduğu için soğuktu, bu soğuklukta nasıl yaşıyorlar bilmiyordum ama tek bildiğim şey var ki otakta sürekli düşman tehdidiyle yaşamak hiç de güzel gelmiyor gibiydi. Kılıç ve yanık izlerinin olduğu alnından, sol göz kapağına oradan ise çenesine kadar inen yarasını parmak uçlarım ile sevdim. Korktum, konuştuğumda sesim öylesine zarif bir acıyla kırılmıştı ki sesim ile onun yaralı bedenini uyarmaktan korktum.


“ Biliyor musun akıncı başı romantik hikayelerden nefret ederim, aşktan, acıdan ve getirdiği gözyaşlarından nefret ederim. “


Yanaklarımda meşalenin verdiği ışık sıcaklığı ile kurumaya başlayan gözyaşlarım kendi sesim ile yeniden ıslandı.


“ Neden? Neden bana nefret ettiğim şeyleri veriyorsun? Neden bana aşk veriyorsun, neden bana acı, gözyaşı veriyorsun...”


Her bir yakarışta dudaklarım lal oldu sanki. Yüreğimde akıncı başının sırtında olan 100 kırbaç izini hissettim, neden neden böylesine acı çekiyordum. Yüzünün teninde gezinen parmak uçlarım acı bir melodi çalıyordu sanki, hem böylesine acı hem de tatlı melodi bir arada nasıl olabilirdi ki?


“ Osman Hünkarımız ve Malhun Sultanımız bundan 30 sene evvel o kadar aşık olmuşlar ki bu aşk onların acılı sonu olmuş. Bedesten sokağında teftiş için giden Osman Hünkarımız Malhun hatunu gördüğü saniye ona vurulmuş, ama bu duygu onların sonu olmuş. Makamı yüksek erkek asla Bedestenden bir hatunla aşk yaşayamaz, gizlice yaşamak istese dahi gün sonunda ortaya çıkar ve ikisinin sonu olurmuş “


Yeşil gözlerimden akan yaşlar öyle bir hal alarak çıg gibi büyüdü ki, kendi gözyaşlarımı içimde tutamıyordum bile.


“ Osman hünkar tüm saray yasaklarına ve babası Yavuz sultanın korkusuna rağmen Malhun ile yaşadığı aşkın peşinden gitmiş ama bu gidiş Edirne Sarayına tez duyulmuş oğlunun sıradan Bedesten sokaklarından bir hatun ile aşk yaşadığını duyan Padişah hiç düşünmeden Malhun hatunun kellesini almış sevdiği kadının babası tarafından öldürüldüğünü duyan Şehzade Osman bu acıya 3 ay boyunca dayanabilmiş ve Bedesten camisi içerisinde zehir içerek kendini öldürmüş “


Otak içerisine yayılan kırılgan sesim kulaklarıma doldu, neden bu kadar ağlıyordum bu hikâye aklıma nereden geldi bilmiyordum ama Mahir’in teninde gezinen parmak uçlarımı sanki yeni yeni ateşe dokunuyormuşum gibi saniyesinde çektim.


“ Bu efsane öyle bir hâle bürünmüş ki kimse Bedesten camisine korkudan gidemez olmuş çünkü Malhun ile Şehzade Osman’ın orada kavuştuklarını söylerlermiş. “


Dakikalar, saatler geçmesine rağmen kendine gelemeyen akıncı başının özenle yatırdığım başını hâlâ titreyen dizlerimden, yavaşça kaldırdım ve boğazıma dizilen binlerce düğümü titrek meşale ateşinin teninde gezen yüzüne bakarken yutkundum.


“ Şimdi havale et bana, bu hikayeden daha acıklı aşk hikâyesi var mı? Şimdi havale et bana neden bu hikayeden daha acı sonumuz olacak gibi hissediyorum? “


Sultanların cenazelerinde özenle ağıt yakan hatunların sesi otağı doldurdu sanki, biliyordum yeni çeri ocağından ayrıldığım vakit asla Mahir’i göremeyecektim. Biliyordum, bir daha asla medresede Elif olarak kendimi var ettiğim müddetçe Mahir’e yaklaşmam yasak olacaktı. Tüm bu sessizliğin içerisine dolan düşünceler yüreğimde o kadar, sesliydi ki bu ses yüzünden akıncı asker üniforması altında kalan kalbime avuç içlerimi bastırdım, bu ses yüzünden otağın içerisine giren askeri bile fark etmedim.


“ Hatun! Hünkar elçileri geliyor tez vakit buradan kaybol “


Ne? 


Tüm dikkatim ve korkuyla ağzıma gelen yüreğimle bakışlarım Mahir’in yaralı bedeninden akıncı askere döndü.


“ Karanlık orman yoluna attığın sarık ile düşman sınıra geldi ve askerler çatışma yaşadı zannetmişler derhal tez vakit tüccar yolundan Bedestene git. “


Asker o kadar telaşlıydı ki bu telaş korkusu çadır içerisine yayılıyor beni de etkisi altında alırken bacaklarım olduğu yere, yapışmış gibi duruyordu akıncı asker başında ki kavuğu ellerim arasına verdiği saniye bir dakika bile düşünmeden saçlarımı örtecek ve beni yeniden erkek gibi gösterecek kavuğu başıma taktım.


“ Destur! İbrahim Paşa Hazretleri “


Yeni çeri ocağı ve oradan da Mahir’in otağının içerisine dolan Destur sesiyle akıncı askerle, birbirimize bakarak buz kesildik. Bu duyum eğer benim kadın olduğumu anlarsa hepimizin kellesi demekti.


“ Hünkarımız yeni Dalmaçya Fetih’i için akıncı başınızı saray huzuruna istedi “


Korku, yakalanma korkusu arş tepeye çıktı otak içerisinde ben beni buraya getiren akıncı asker ve Hünkarın paşası vardık.


“ Akıncı başımız yediği kırbaç cezası yüzünden bir türlü kendisine gelemiyor yaralar büyük uyansa dahi sırtında ki yaralar yüzünden nasıl savaşa katılabilir paşam “


Akıncı asker galiba ilk kez makamı yüksek birisine baş kaldırır şekilde cevap vermişti, çünkü cevap veren sesi titriyor karşımda ki bedeninin başı kesinlikle paşaya bakmıyordu. İbrahim paşanın pahalı canfes kumaşlı kaftanının yürümesiyle oluşan sesi otak içerisine yayıldı, korkudan kafamı ayak uçlarımdan kaldıramadığım için yalnızca paşanın parmaklarında sayısız pahalı yüzükler gördüm.


“ Yaraları ne beni ne de Hünkarımızı ilgilendirmez Mahir hünkar sağ koluysa, ölse dahi öldüğü yerden dirilmek ve kuşatmaya katılmak zorundadır “


Sessiz iniltili tehdit eden sesinin diktatör oluşu tüm havaya yayıldı sanki, bu adamın bu kadar kibirli ve olduğu makamı kullanmasına uyuz oldum.


“ Ama paşam yazık günahtır akıncı başımız ayağa bile kalkmayı geç gözlerini açamıyor “


Asker binbaşısı için tüm var gücüyle dibine kadar gitti, ama bu gidiş yolu paşanın daha da öfkelenmesine ve kendi üstünlüğünü göstermek için otak içerisinde olan tüm asker eşyalarını fırlatması ile son buldu.


“ Banane be adam! Binbaşınızı kendine getirin soğuk su altında tutun ve uyandırın! Bu aklıda sizin ayağınıza gelerek ben mi söyleyeceğim. “


Her bir bağırdığı kelimeye yakalanacağım korkusu ile gözlerimi sıkı, sıkı kapatırken bu kadar gaddar ve olduğu makamın küstahlığına sığınan bir adam daha önce görmemiştim. Paşanın tüm diktatör tavırlarına mecburen boyun eğmek zorunda kalan asker, Mahir’in sırtında ki derin yaralara rağmen sedirde yatan bedenine yöneldi. Hayır, böylesine yaralıyken akıncı başının eziyet çekmesini izleyemezdim hayır gözlerim önünde sırtına yediği binlerce kırbaç izinin su altında yanmasını izleyemezdim.


Gözlerim sildiği yaşları geri ister gibi yalvardı, sedir üzerinde uzanan yaralı bedenini askerlerin ellerinden çekip almak herkesten saklamak istedim ama yapamazdım. Mahir’in bedenini sanki bir ölü hayvan tutuyormuş gibi yattığı sedir yatak üzerinden aldılar ve bedenini ıslatarak uyandırmak için yeni çeri ocağı avlusuna götürdüler. Çadırın naylon kapısından yaralı bedeni çıkartılan akıncı binbaşının buğulu gözlerim ardından bakıyorken, otak içerisinde yalnızca ben ve İbrahim Paşa kaldık. Öylesine korkuyordum ki beni fark edecek, gereksiz bir asker değil de gerçekten akıncı askeri zannedecek ve hasbihal edecek diye o kadar korkuyordum ki bu korkum deniz oldu taştı, engin oldu aştı.


“ Sen hangi askersin “


Otak içerisine dolan diktatör sesiyle tüm tüylerim diken, diken oldu. Kalbim göğüs kafesime delecek şekilde atmaya başladığı saniye yutkunmaya çalışıyordum. Sorduğu soruya nasıl cevap verir, sesimden kadın olduğumu anladığı saniye nasıl kurtulabilirdim.


“ Dilini mi yuttun asker! Hangi bölgeden gelen akıncısın “


Avuçlarım içerisinde üniformanın deri köşesini gerginlikten sıkıca sararken, otak içerisinde nefes kalmamış gibi nefes almaya çalışıyordum. Acilen bir şeyler düşünmeli ya da yapmalı ve bu paşanın gazabından, dikkatinden kurtulmalıydım.


“ Paşam bu asker yeni çeri ocağına acemi olarak daha yeni geldi garibanın dili yok bu yüzden cevap veremez affedin daha yeni açıklamak aklıma geldi “


Beni buraya getiren akıncı askerin kurtuluş olan sesi kulaklarıma dolduğu vakit, neredeyse bu yılan ama insan görünümlü paşanın gazabına uğruyordum. Askerin kurtarıcım olan sesini işittiğim vakit minnetle gözlerimi kapadım, göğüs kafesimde sıkışan yüreğim açık bir havaya geçmiş gibi rahatladı ta ki paşanın iki dudağı arasından dökülen kelimelere kadar...


“ Bu acemi askeri alıyorum Sarayda ki akıncı bölüğünden eğitim alır ve II. Viyana kuşatmasına katılır “


*Gerçek Osman bey ve Malhun hatun hikâyesi


Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey, Malhun Hatun’u görür görmez ona aşık olmuş. Babasından gizli olarak ona bir haber gönderip evlenmek istediğini bildirmiş ancak Malhun Hatun’un babasından ret cevabı almış. Aldığı bu cevap karşısında dertlenerek Eskihisar beyine dert yanmış, bu sırada da Malhun Hatun’un güzelliğini övmüş. Bunun üzerine dert yandığı bey de Malhun Hatun’la evlenmek istemiş. Bunun üzerine ise Osman Bey, adamlarını gönderip Malhun Hatun’u kaçırmış şeklinde bir hikaye bulunmaktadır. Osman Bey, büyük aşkı Malhun Hatun’un vefatından 3 ay sonra vefat etmiştir.


Yazar olarak ben bu hikâyeyi, kendime göre yeniden kaleme aldım. Ama ana hikâyesi gerçek Osmanlı dönemine dayanmaktadır. Malhun hatun ve Osman bey tüm engellere rağmen evlenmiş olsa dahi bu ikilinin aşkları ilelebet imkansız kalmıştır. Yaşlılıktan dolayı vefat eden Malhun hatunun ölümüne,dayanamayan Osman bey 3 ay sonra ardından hastalanarak ölmüştür. Tarih kitaplarında bu ikilinin aşk hikâyesini daha derin bulabilirsiniz.



Mal Hatun Türbesi olarak da bilinir. Şeyh Edebali Zaviyesinin en doğusunda yer alan ve zemini daha aşağıda kalan Hatun Türbesi kare planda moloz taştan beden duvarlarına sahip kubbe ile örtülüdür. Her iki bina arasındaki kat farkı bir kaç basamak merdivenle giderilmiştir.


Loading...
0%