Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. Bölüm Aşk Sanrısı

@ursuula1

Sevgilinin gönül varlığını yağma eyleyen aşk mıdır? Sonrasında cansız göğsüm içinde, gelişi ile bana tekrar can veren aşk mıdır?


Paşanın dudaklarından dökülen cümleye karşı resmen olduğumuz noktada buz kestik, akıncı askeriyle sessizce geçen bakışma konuşmamız " İşte şimdi yandık " cümlesini bin kere aramızda ki boşlukta tekrar etti. Paşanın pahalı canfes kaftanının kumaşları otağın içerisine dolmuş tozdan dolayı yavaş, yavaş kirleniyor paşa onun emrine uyarak gitmem için diktatör bakışlarını gözlerime sabitliyordu.


" Acemi askerimi asla benim emrinden çıkarıp saray akıncılarına veremezsin paşa "


Zinhar zincir gibi oluşan bu çaresiz sessizliğin içerisine Mahir'in acıdan titrek ama kararlı sesi doldu.


" Kendinize gelmişsiniz binbaşım ne kadar güzel bir husus bu "


Kadın olduğum anlaşılmasın diye ayak uçlarımdan kaldıramadığım başımı akıncı başı Mahir'in sesini duyduğum saniye, hızla kaldırdım. Onu has bahçede ilk gördüğüm gün gibiydi simsiyah diba kumaşları yeniden bedenini sıkı, sıkı sarmış siyah sarık altında yalnızca ela gözleri görünüyordu. Muhtemel beni halvetten kurtarmak için yaptığı planı unutmadı ve asker üniforması içerisinde olan kişinin, ben olduğumu gayet iyi biliyordu. Sırtına yediği falaka cezasını sanki hiç olmamış gibi, sanki hiç acı çekmemiş gibi siyah kumaşlar altına saklamış güneş ışıklarının ilk ılık sıcaklığı çadır içerisinden ela gözlerine vururken bana hiç bakmamıştı.


" Saray odanızda ki koltuğunuz kıçınızın sıcaklığını özler geldiğiniz deliğe geri dönün ve koltuğunuzu soğutmayın askerlerime gerekli emirleri ben bizzat veririm "


Paşanın kibirli yüzüne vuran sert cevap tok bir ses çıkardı sanki, sanki Mahir Paşanın öyle bir bam telini zindanda kestiği kafa gibi kesti ki bana şimdiye kadar yardım eden emrinde ki asker bile bıyık altından binbaşısının verdiği cevaba gülümsedi.


" Bir gün senide asker bölüğünü de Topkapı saray avlusunun girişine gömeceğim akıncı başı "


Mahir'in siyah diba kumaşları ile kaplı bedeninin yanına usulca sokuldu ve söylediği cümleyi fısıldar şekilde, dile getirse dahi bizim ve otak içerisinde olan tüm askerlerin duyması için seslice söylemişti. Bu paşa ile Mahir'in arasında büyük bir şey hissettim, hatta o kadar büyük ki sargı zindan altına yeniden giren yüzünün pişkin şekilde güldüğünü uzaktan olsa dahi hissettim. Kumaşların sıkıca sardığı her parmağını Paşanın pahalı canfes kumaşlarının kapladığı kolunu, sıkıca tuttu aralarında ki biraz dahi olan boşluğu Mahir, Paşanın tuttuğu kolundan kumaşlarla kaplı bedenine çekerek kapattı. Şimdi aralarında dağ tepesinden otak içerisine dolan rüzgâr bile geçmiyor gibiydi.


" Zevkle o günü bekliyor olacağım paşa, o gün kapıma dayandığı vakit Hünkarın ardından ne işler çevirdiğini anlatma zevkini saniye, saniye tatmak için sabırsızlanıyorum "


Paşanın konuştuğu sessiz ama aslında sesli olan ses tonunu taklit etti, kumaşlar ile sarılı parmaklarını Paşanın kolundan çektiği an uzaklaştı. Çadır içerisinde ki atmosfer bile gerildi sanki, atmosfer öyle bir hal aldı ki gerginliği havaya kaldırdığınız eliniz ile tutmak mümkün olabilirdi. Mahir bu paşa hakkında neler biliyordu bilmiyordum ama, kesinlikle önemli hususlar olacak ki paşanın Mahir yatarken girdiği kibirli surat ifadesinden eser yoktu. Adamın yüzü patlıcan gibi morararak otak içerisinin naylon kapısından bir hışımla ayrıldı, ardından emrinde ki saray köpek kulları giderken kalbim adrenalin salgılamaktan dolayı artık güçsüz düşmüştü.


" Binbaşım iyi misiniz? "


Gerginliğin verdiği unutkanlıktan dolayı hâlâ başımı ayak uçlarımdan kaldıramıyor yine başıma bela almaktan ölesiye korkuyordum, ama Akıncı askerin sesini işittiğim saniye başları olan Mahir'e baktım. Artık meşaleler gün doğduğu için çoktan sönmüş ardından tütsü gibi kokusunu geride bırakmıştı, daha dakikalar önce yaralı olan bedeni paşa karşısında hiç bir şey olmamış gibi öyle sert durmuştu ki yaralardan dolayı otağı ayakta tutan demir parçasına tutunarak ayakta durduğunu yeni gördüm.


" Has bahçe gülünün bu kadar yakışıklı asker oluşu başımı döndürdü onun harici iyiyim "


Gerçekten ama gerçekten bu akıncı ya deliydi ya da deli taklidi yapıyordu. Yaraları hâlâ kabuk tutmamış sırtını bile unutmuş, benimle yine anlamsız laf yarışına girmek için vakit bile kaybetmiyordu. Üzerimde ki gerginlik işittiğim sözleri ile bir toz bulutu gibi yok olurken, kollarımı göğsümde bağladım ve yüzümü omuz hizama eşitleyerek trip atar gibi konuştum.


" Önce raks elbisesi giydirip kaçırmaya çalışıyor daha sonra erkek kılığına sokuyor, daha sonra ise yakışıklı buluyorsun sen gerçekten savaş görmekten iyi değilsin. "


Aslında şu an çok gergindim sürekli bir kaç saat önce sedir üzerinde sanki cansız gibi yatan bedeni, gözlerim önünden gitmiyor ne kadar laf yetiştirmeye çalışsam da iyi olduğu için içimden şükür ediyordum.


" Ne kadar yalancısın macera yaşamak hoşuma gidiyor diye zikredemiyor da hususu benim üzerime atıyorsun "


Hiç düşünmeden cevap verdim.


" Asıl sen yalancısın! Sürekli belayı kendime çektiğim için kahraman olmak hoşuna gidiyor lakin zikredemiyorsun "


Asker bölüğünden olan adamın otak içerisinde ki varlığını tamamen ikimizde birbirimize laf yetiştirmekten unutmuş gibiydik, akıncı asker ise aramızda geçen kavga konuşmasına bıyık altından gülümsüyor ama bunu akıncı binbaşısı kızar diye özenle gizliyordu. Daha fazla aramızda ki kavgaya tanıklık etmek istemeyen asker, binbaşısına saygıyla bacakları üzerinde eğildi ve çadırdan dışarı hızla ayrıldı. Artık ayakta durmaktan yığılmak üzere olan bedenimi Mahir'in yattığı sedir üzerine attım, atmamla beraber rahatlama içi çekmem bir oldu.


" Osman bey ve Malhun hatunun aşk hikâyesini beğendim "


Ne? 


Saatler öncesine söylediğim tüm kelimeleri işitmiş miydi? Kendinde değil şekilde sedir üzerinde öylece uzanan bedenine anlattığım, bu hikâyeyi nasıl duymuştu sedir yatak üzerinde rahatça oturan bedenim yeniden diken hissetmiş gibi gerildi.


" Bunu nasıl işittin? "


Kuşaklarla yeniden sarılmış bedeni naylon çadır kapısı önünden kırmızı halıyı, altında ezen adımlarla beraber yanıma gelerek uzaklaştı.


" Askerlerim arasında geçen " Yerde bile kulağı var " efsanesinin gerçek olduğunu işitmedin mi? "


Özenle elle örülmüş sedir yatak üzerinde oturan bedenimin kollarını yeniden göğsümde bağladım, hâlâ başımda olan ve siyah saçlarımı kapatan asker kavuğu yerini korurken homurdandım.


" Hahaha ne kadar komik " Yerde bile kulağı varmış " Binbaşımızın "


Yeşil gözlerimi kinaye yapar şekilde kısarak konuştuğum vakit kumaş altında kalan yüzünü görmesem dahi, alnından başlayıp sol göz kapağına kadar giden ve oradan da çenesine uzanan kılıç izine rağmen gülümsediğini hissettim.


" Yüzümü görmene rağmen kıyamet 5 dakika içerisinde kopmadı "


Yüzünü ve tüm dudaklarını kaplayan kumaş altından çıkan boğuk sesi beni, bir kaç saniye içerisinde günler önce yaşadığımız anıya itti.


" Bir gün düşmanların yüzüme verdiği kılıç kesiklerini sana gösterirsem kıyamet en geç 5 dakika içerisinde kopacak demektir... "


Asker üniformasının derisi artık tenime iyice yapışmış şekilde beni sıkıyor, akıncı başının bedeni başında söylediğim her cümleyi duyduğunu öğrenmek otak içerisinden evime gitmemi düşündürüyordu. İşte tam da bu yüzden onun siyah kuşaklarla sarılı yüzünün bakışlarına cevap vermedim, raks elbisesinden geriye kalan peçemi yeniden yüzüme örttüğümde kendimi yeniden yüzümün kapanmasıyla birlikte zindanda hissettim.


Zaten hiç bir zaman özgür değildim ki, ya annem ya da babam bir gün saray içerisinden zengin sadrazam, paşayla nikah kıyalım Bedesten sokaklarında nazımımız olsun diye bizi asla özgür bırakmadılar. Ne diğer çocuklar gibi oyun oynayabildik ne de çocuk yaşlarımızı çocuk olarak geçirebildik. Hep bir rezil olma, Bedesten sokaklarında ismimiz çıkar korkusu vardı. Anne ve babam Mahpeyker ile beni bu şekilde büyüttü, ne medrese eğitimimiz için destek oldular ne de erkek olmadan kendi ayaklarımız üstünde durmamıza izin vermediler. Büyüdüğümüz evin avlusunda bile koşamadık, seslice gülemedik. Çünkü babam eğer bunları yaparsak bize ceza verir asla sokak yüzü uzun müddet boyunca göstermezdi, sürekli olarak yasakla ev işleri ile büyüdük.


Zihnimde canlanan anı ve beraberinde getirdiği sesler ile yüzüm bir anda soldu, başımda saçlarımı sıkı sıkı saran kavuğu bile umursamaz şekilde sedir yatağın üzerine attım. Yıllardır kafes içerisinde büyümekten, devlet baskısı altında can vermekten ve özgürlük mücadelesi geçirmekten çok yoruldum.


" Bir kaç dakika bile özgür hissedeceğimiz bir yere benimle gelir miydin? "


Ümitsiz bedesten sokağında matem tutmuş anılarıma akıncı başının sesi özenle doldu, yüzüme örttüğüm peçe altında tüm umutlarım, tüm kuruyan dallarım sorusuyla yeşerdi sanki.


" Bunun için bile ceza çekersek? "


Yeniden benim peçem gibi hapseden kumaşları otak içerisine dolan rüzgarla dans etti, açıkçası şu an cezalar ya da saçma yasaklar umurumuzda değildi sanki. Mahirde benim gibi sürekli yasak, sürekli boyunduruk altında tutuluyor ama özgür ruhunu hiç gizlemiyordu. Sedir yatağının biraz dibinde kalan bedenime, kuşaklı bedenini dönderdi ve sadece sarığın izin verdiği ela gözleri ile gözlerime baktı.


" Bedestenin baharat ve koca karı dedikodu kokulu sokaklarına benimle gitmeye hazır ol "


Gerçekten bu katil akıncı kafayı yemiş olmalı ki Bedesten sokaklarında özgürlük arıyordu. Bugüne dek binlerce yasak, işkence ve yanmadan sonra yüzüme tebessüm geldi. Ve teklifini peçe altında gizlenen yüzümde ki tebessüm ile kabul ettim. Başımı onayla salladığım saniye akıncı başı Mahir


" Yakışıklı has bahçe gülü "


Dedi ve kuşaklar ile sarılı tehdit saçan bedenini, Bedestenden et çalmış muzur sokak çocukları gibi kaçtı. Bense yaralı bedeninin sedir yatağı üzerinde yattığı yastığı ardından fırlattım. Gerçekten bu katil akıncı sinirlerimi hem alıyor, hem de bozuyordu ve bunu yaparken öyle eğleniyordu ki ben bile şikayet ettiğim şeylerin haksız olduğunu düşünmeye başlıyordum.


Yeni çeri ocağından ayrılalı saatler olmuştu, Bedesten sokaklarına inen tüccar orman yolunda ben at üzerinde Mahir ise atın ipini tutup yönlendirerek gidiyorduk. Otaktan her ayrıldığımız dakika sıcaklık artıyor, öğle güneşi başımızın tepesinde yükselerek sıcaklaşmaya devam ediyordu. Yüzümde ki peçe yüzünden sıcaklık ile beraber daha da daralıyor, artık Bedestene bir an evvel varmak için Allah'a yakarıyordum. Acaba yüzüm küçük bir peçeyle bile bu sıcaklıkta daralıyor ve terliyorsa her yeri kumaşlarla kaplı akıncı başını tahmin bile edemiyordum.


" Bu güneş tepemize vururken o kumaşlar içerisinde nasıl yanmıyorsun anlamadım "


Atın yavaş yürüyüş toynak sesleri tüccar ormanı kumlu yoluna doluyorken, bindiğim atın ipini kumaşlarla kaplı elleriyle çekmeye devam ediyordu.


" Benim başımı güneş yerine sen yakmışsın zaten "


Gözlerimi her zaman ki hoşnutsuzluk tavrımı belli eden sözlerine karşı devirdim, kollarımı sıkı sıkı göğsümde birleştirerek seslice homurdandım.


" Bonom boşomo gonoş yorono son yokmoşson zoton "


Sesinin taklidini yaptığım vakit, başımı yeniden trip atma göstergem olan omuz hizama yeniden çevirdim ve sustum.


" Yemin ediyorum Bedesten sokaklarına gidene dek susmazsan ağzına siyah kumaşlarından birini tıkayacağım "


Aramızda ki garip konuşma enerjisi böylelikle kesildiği vakit, Bedesten sokaklarına gidene dek tek bir kelime zikretmedik. Tüccar orman yolunun sol tarafından girip avluya çıkmamız lazımken, akıncı başı sol yola atın eyer iplerini tutarak yolu saptırdı. Neden böyle bir şey yaptı bilmiyordum açıklama bekler gibi sessiz, sakince beklerken Bedesten girişinde ki sokak çocuklarının oyun oynayıp, tüccar esnafın sesine karıştığı sesler çoktan kulaklarımızdan sönen bir ışık kaynağı gibi solup gidiyordu bile.


At üzerinde olan bedenimin başını ardımızda bıraktığımız Bedesten girişine yönlendirip bakıyorken, kız kardeşim ve annemi düşünüyordum. Günlerdir, haftalardır beni görmedikleri için zindanda olduğumu düşündükleri için üzüntüden harap olduklarını hissediyordum. Bu his Bedesten sokak girişine kadar uzanmış şimdi ise, benim varlığımı hissederek el olmuş avuç içerisine alıyordu bile. Üstünde geldiğim hayvan sertçe eyer yaparak durduğunda tüm dikkatim yeniden akıncı başına kaydı, peçenin altında gizlenen yorgun uykusuz yeşil gözlerimin önünde beliren


Bedesten camisi 


Yazısı ruhumu emdi sanki. Tamamen boş olan harabe yola ev sahipliği yapan, pencereleri bile kırılmış camiye neden geldiğimizi anlamadım. Bu cami Osman'ın Malhun hatuna kavuşmak için kendini zehir içerek öldürdüğü camiydi. Bugüne dek Bedesten yaşlı hatunların arasında dolanan Osman&Malhun aşkına ev sahipliği yapan camiyi, canlı olarak görmemiştim. Atın üzerinden inen bedenimin tüyleri camiye her yaklaştığım adımda diken, diken oldu bu kadar büyük bir aşkın son buluş yerinde nefes almak, adım atmak garip hissettirdi.


Sanki o iki aşığın ruhu ebediyen buraya sıkışmış bittikleri harabe yerin içerisinde, cennet gibi olan aşklarını yaşıyor gibiydiler. Kafamın içerisinde dönen bu hikâyeye kendimi o kadar fazla kaptırdım ki akıncı başının varlığını bile, ardımdan omuzuma dokunan siyah kumaşlı elleriyle hissettim. Tüm dikkatim ve bedenim omuzuma dokunan elleriyle ona döndüğü vakit sadece bakışlarının açık olmasını sağlayan kumaşlardan gözlerime baktı, harabe caminin önünde dikilen akıncı başı askeri ve bir bedesten kızı olmak üzere bu manzaraya beyaz atı eşlik ederken kumaşlarla sarılı dudakları, dudaklarıma sessizce yaklaşıyor ve yüzünde ki her santimi ezber yapmamı isteyen kuşakları ellerim altında çözülüyordu...



Loading...
0%