@ursuula1
|
Bırak bugün ağlayayım, gözyaşlarım sel olup aksın. Kollarına al beni , sırılsıklam olalım. Acılar denizine düşmüş kalbim, bırak paramparça olsun. Öyle acılıyım ki, duvağın ıslanacak. Belki yıllar sonra anılan bir hikâye, belki de tüm Osmanlı tarihine kazınmış bir efsane olacaktık. Makamların, yasakların ezdiği duygular altında yitip giden bir küçük Türk kızı ve akıncı binbaşısı olarak çocuklara anlatılan masal olacaktık. Kim bilir, belki de direndiğimiz yasakları kaldırıp özgürlük ilan ettiğimiz kubbe altında bir nota olup hikâyemiz yazarlar tarafından bestelenecek ve acılı, tarih kokulu şarkıya dönüşecektik... Garip dervişten duydu, Adını aşk koydu. 600 sene bekledi, Gönlünde yer etti. Dile geldi ey sevda, Anlattı yılanın aşk hikâyesini. Buna dediler, bir Küçük Türk Kızı hikâyesi. Kocaman duvarları olan Mimar Sina’nın kıvrak zekası altında can bulan saray duvarları bu hikâyenin sonu olacaktı, paşalar, sadrazamlar, şehzadeler, medreseler ve savaşlar... Bu muhteşem Osmanlı destanının hep parçası olacak ben ve akıncı başı Mahir ise Osman ve Malhun gibi unutulup giden efsane olacaktık. Siyah kuşakların bugüne dek zindan ettiği yüzü, yıkık caminin önünde duran bedenimin yüzüne yaklaştı. Daha önce hiç bir erkek eli tutmayı geç, erkekler ile göz göze bile gelmiyordum. Kesinlikle bu tür şeyler yasak ve zina oluyordu, Osmanlıda bir insan resmetmek onun yüzünü betimlemek bile yasakken, Mahir ve ben bir zamanların aşk simgesi olan yıkık caminin önünde el ele, yüz yüze duruyorduk. Yüzünü tamamen kaplayan siyah kumaşların engeline rağmen yalnızca 1 kere gördüğüm yara dolu yüzünü, siyah kumaşlar üstünde avuçlarım içerisine aldım. Başında ki saçlarını bile kapatan siyah kuşakların yalnızca özgür olmasına izin verdiği gözlerini, avuçlarım içerisine aldığım yüzü ile kapadı. Bize dayatılan sınırlar, yasaklar yoktu. Özgürdük bir kaç dakika olsa dahi nefes alıyorduk özgürce nefes alıyorduk, sınırlar olmadan birbirimizin tenine dokunuyor rüzgârın bile aramızdan geçip bize sınırlar çizmesine izin vermiyorduk. “ Aldığım nefes kalbinde yer bulabilir mi? “ Yüzünü sıkıca sıran kuşaklar altından çıkan boğuk sesi yıkık caminin havasına ve kulaklarıma karıştı. Siyah saç tellerim ve onun siyah kumaşlarla kaplı kavuğu birbirine değiyor alınlarımız, birbirimizin kaderi olmak için yazılıyor gibiydi. Akıncının yaptığı gibi gözlerimi bende, sıkı sıkı kapadım bize biçilen bir kaç dakika özgürlük vaktini onun tenine sokularak kaybetmek istedim. Gözlerim korkuyla sıkıca kapalıyken bile, tenime değen siyah kumaşlı parmaklarını hissediyordum, parmakları uzun dakikalar boyunca o kadar yüzümde gezindi ki, sanki yüzümü ezberlemeye çalışıyor acılı bir şarkının melodi sözlerini buluyor gibiydi. “ Aşkınla mahvolmuş hayatım hiç senden ayrıla bilir mi? “ Mahir’in sessizce yüreğime fısıldadığı şiirin devamını dudaklarım kendisi çoktan dile getirdi, hâlâ yüzümde ki tenimde gezinen parmakları zarifçe yanaklarımı, gözlerimi ve burnumu seviyor bunu yaparken hiç ağıt yakmıyordu. Günlerdir, hatta aylardır yaşadığımız bu saçma döngü ve sürekli yasakların içerisine atılan duygularımız büyük bir aşkın bittiği alanda kendini açığa çıkarırken, daha fazla bu özgürlük büyüsüne kapılmak istemedim. Yüzümün her santimini ezber etmeye çalışan siyah kuşaklı parmak uçları bedeninden çekildiğim saniye, tenimden yasakları tekrar gün yüzüne çıkarır gibi aktı gitti... Aramızda oluşan garip çekim her yere saçıldı sanki hatta bu çekimi üzerinde geldiğim at bile hissetmiş olacak ki, sessizce durmuş ot yiyor biçimde bizi izliyordu. Koca dişlerinin arasında ezdiği ot, romantik dakikalar içerisine sesiyle birlikte dolmuş, gözlerimde yaşlar birikmesine rağmen dudaklarıma aptalca tebessüm katıyordu. Bakışlarım ve tüm dikkatim Mahir’in aynı ismine sahip olduğum atına o kadar yoğunlaşmış olacak ki, akıncı başı bile siyah sargılı bedeninin bakışlarını baktığım yere dönderdi. “ Gerçekten şu hususu çim otlanarak bozmak zorunda mısın? “ Mahir’in bugüne dek savaşlarda bile yanında olan atına sitemi, dudaklarımda dolaşan tebessümü daha da arttırdı. “ Has bahçe güllerinin doğasında husus bozmak ve başını belaya sokmak var “ Yine atına söylediği cümleyi bana laf atmak için yemliyor, sinirlerimi tepeme güneş vurduğu gibi vurmasını sağlıyordu. “ Tövbe, tövbe yalan diz boyu “ Edirne sarayının has bahçesinde kızlar ağasına karşı kendi verdiği kaftana, söylediği şeyi tekrar ettiğim saniye at üzerinde dolaşan sargılı ela bakışları yeniden bedenime döndü. “ Tövbe tövbe dediğim sesim bu kadar hoşuna gittiyse daha sık söylerim “ Aramızda ki özgürlük sınırlarının saati dolmak üzereydi, sanki kumdan bir saat vardı her salise yer kaplayacak kum saate akıyor bize biçtiği sınır özgürlüğünü tehdit ediyordu. Artık asker üniformasının tenime güneşin verdiği sıcaklık ile yapışmasına dayanamıyor, bir an önce eve gitmek istiyordum. Yüzümü tamamen kaplayan pembe renkte ki peçemi sıcaklığın kavurucu esintisi ile, yüzümden çektiğim saniye akıncı başına yaklaştım. Bu fikir aklıma nereden geldi, neden geldi bilmiyordum ama avuçlarım içerisinde sıkıca tuttuğum pembe peçemi siyah kuşaklarla sıkıca sarılmış parmak uçlarını tutarak avucuna peçemi verdim. Yüzünü görmesem dahi buruk bir gülümse ile tamamen özgür kalan yüzüme baktığını, neden onun kuşaklarla sarılı avuçlarına bu kumaşı verdiğimi anlamaya çalışıyor gibiydi. “ Eğer bir oğlum olsaydı ona derdim ki durduk yere yüzünde ki kumaşı veren kızlara güvenme çünkü o kızlar kalbini avuçlarına verdiği peçe karşılığında alır “ Gülümsedim ve bunu onun sargıyla sarılı yüzünden bile gizlemedim. Adımlarım Bedesten tüccar hal giriş yoluna geri geri kayıyor iken, kollarımı sırtımın ardında birleştirdim ve yüzümde dolaşan tüm muzur ifade ile geriye giden adımlarımla onun siyah kuşaklı bedeninden uzaklaşırken şarkıyı seslice mırıldandım. “ Hadi canım annem, benide sev. Sallan canım annem, benim için çocuk ol. İç geçiriyorum, beni duymuyorsun inci tanem Üzgün olduğum için ağlamıyorum, üzgün olduğum için ağlamıyorum “ Osman ve Malhun aşkının ev sahipliği yaptığı yıkık Bedesten camisinin önünden hızlı adımlar ile, akıncı başının görüş alanından çıktığım vakit koştum. Mahpeyker’in sürekli olarak söylediği Yunanca olan bu ninni, nereden aklıma geldi neden o saniye geldi bilmiyordum ama vardır Allah’ın bir bildiği dedim ve Bedesten sağ orman yolundan koşmaya devam ettim... Bedestenin kalbi olan avluya giriş sarkık duvarı altından girdiğim vakit, sokak çocuklarının yaramaz sesleri tüccarların müşteri çekmek için bağırdığı seslerine karışıyor yeni yeni elekte elenen sumak kokusu tüm şehrin havasını boyarken günlerdir olmadığım büyüdüğüm yerin her sokağına bakmaya çalışıyordum. Her zaman ki gibi yaşlı teyzeler evlerinin kırık veya eski kapılı ahşap odunsu avlu önünde toplanmış oturuyor 3 veya 4 grupluk olan bu teyzeler peçe altından bile dedikodu yapmaya devam ediyorlardı. Bıldırcın tüccarlarına kayan yeşil bakışlarım birbirleriyle hem hasbihal edip, hem tezgah üzerinin kelle dolu yanına kabak tatlısı koymuş yiyorlardı. Bu husus aç olan midemi bulandırıyor olsa dahi bu hisse direndim, giriş müdürlü duvarın altından kendi evimin sokağına hızla gidiyorken tüccarlar yaşlı teyzeler ile kavga ediyor bense gülmemek için dudaklarıma parmaklarımı bastırıyordum. “ Hem bıldırcın yumurtaları çatlamış hem de bana kakalıyorsun! Mendebur suratlı “ Bedestenin sumak, esnafa karışmış sokak çocuk sesleri ve teyzenin tüccarla olan kavgasını ardımda bırakıyorken, sokağın hemen sonunda olan evimin soyulmuş beyaz kireçli duvarları görüş alanıma girdi. Bir zamanlar şikayet ettiğim evimin avlusunu bile özlemiştim, günlerdir tutsak edildiğim o rutubet kokulu zindan duvarlarından sonra evimin soyulmaya yüz tutmuş duvarlarına şükür ettim. Yeşil gözlerimin içerisine annemin yufkası koktu, giydiği kaftan hamuru yoğurmaktan dolayı hep un olmuş oturduğu beton altına evimizde ki tüm minderleri sermiş saç üzerinde yemek yapıyordu. Annemin her zaman “ Bir kadın olduğun için sürekli yemek yapmana, ev temizlemene gerek yok bunlar senin görevin değil ki “ Desem bile şimdi saç üzerinde yaptığı o yaşlı parmakları ile açtığı hamur, görüntüsünü bile özlemiş annemin unlar ile bulanmış bedenine hiç düşünmeden koştum. O kadar fazla özlemiştim ki saç ardından sarıldığım bedenimi görmese dahi, saniyesinde benim olduğumu anladı ve onun boynunu sıkıca saran ellerimi sevinç ve minnetle öptü. “ Elif! Bir gün bu dik başlılığın yüzünden içerisine düştüğün durumdan dolayı kalbime inecek! Bu dik kafalı dilin senin ölümün olacak kızım... “ Annem bile bana ve karakterime laf sokmaktan geri durmuyor, günlerdir yüzümü görmemesine rağmen böbürlenip duruyordu. Yalnızca bakışlarımı görmediğini bildiğim için hemen anneme yakalanmadan gözlerimi devirdim, ama bu yaptığım gizli hususu Mahpeyker tüm Bedesten sokaklarına yaymak ister gibi bağırdı. “ Anne ablam ardından gözlerini devirdi! Yemin biçiyorum gördüm senin sevmediğin göz devirme hususunu yaptı! “ Kız kardeşimle küçüklükten beridir anneme birbirimizi ispitlediğimiz için artık bu hususa alışmıştım, ama yine de üzerimde saatlerdir olan bu yapışmış deri asker formasının sıcaklığı yüzünden zaten gergindim. Mahpeyker’in anneme yetiştirdiği bu olayda sinirimin tuzu, biberi oldu. Annemin güneş tepesine vurmasına rağmen hamur açtığı saç üzerinde yaptığı yufkanın elenmiş ununu avuçlarımın içerisine doldurdum ve Mahpeyker’in özenle giydiği kaftanının üzerine koşarak fırlattım. Ben avucumun içerisinde sıkıca tuttuğum unu fırlatmaya devam ettim, Mahpeyker ise avlu içerisinde küçük bir çocuk gibi kaçmaya devam etti. Küçükken yaşayamadığımız kız kardeşimle birlikte “ Hatunlar koşmaz “ Söylemi ile büyüdüğümüz tüm anılar yok oldu sanki, kız kardeşim avlu içerisinde annemin hamur açan bedeni etrafında koşarak yuvarlak çiziyor bense seslice gülerek onu kovalamaya devam ediyordum. Üzerinde özenle giydiği ve özenle kokmaya çalıştığı kaftanını, tenini hep avuç içlerime doldurduğum unlar ile mahvediyor ve “ Anne! Elif hep üzerimi un ile kapladı! “ Mızmız içeren sesi avluya dolarken birbirimizi kovalamaya devam ediyorduk. Annem 5 yaşında ki küçük kızlar gibi birbirimizi kovaladığımız husus karşısında hamur açmaya devam ediyor, başını bahtsız bedevi gibi sallayarak gizli gizli tebessüm ediyordu. “ Bu ne terbiyesizlik! “ Tüm birbirimizi yakalama adım seslerimiz ve beraberinde getirdiği gülüşler babamın avluya dolan, sert sesi ile soldu gitti. Evimizin yasaklarla yosun tutmuş kireçli duvarları bile babamın baskısı altında yiterek gitti sanki, Mahpeyker ile birbirine karışan gülüşlerimiz soldu ve kardeşimle babamın üzerimizde salarak büyüttüğü korku ile dimdik susarak durduk. “ Ben sizi sokak fahişeleri gibi gülen diye mi büyüttüm hatunlar! “ Herkese karşı dik duran başım babama eğildi, çünkü babam küçüklükten beridir kardeşimle başımızı yere eğirtiyor onun yüzüne bakarsak saygısızlık olacağını dile getiriyordu. “ Zinhar Bedesten sokaklarına adım atmayın her köşede Hünkarın odasında ölü bulunduğu ve bu hususu sağ kolu olan Mahir’in yaptığı hasbihali dolanıyor “ Babamın iki dudağının arasından dökülen cümle ile, bugüne dek ayak ucuma bakarak konuştuğum yüzüne başımı saniyesinde kaldırarak duyduğum havadisin şokunu yaşıyordum... * Girişte şarkı olarak yazılan sözler tamamen yazarın kendisine aittir. |
0% |