@ursuula1
|
Sen ve ben biraraya gelince ne oldu? Benim her duama cevap ver. Sen giderken benim yaşama nedenim de gitti. Benim yaşama sebebim gitti... Mabedin içerisine dua ederek koyulmuş diwali dilek mumuydum sanki, ışığım konulan mabedin duvarına titrek şekilde dans ederek yansıyor ben ise bitmenin son demlerini oynuyordum. " Hünkarın odasında ölü bulunduğu ve bu hususu sağ kolu olan Mahir'in yaptığı hasbihali dolanıyor..." Babamın az önce bizi azarladığı duvarlar arasına iki dudağının arasından söylediği kelimeler doluyordu. " Ne? Hünkar infaz edildiyse bu Bedesten ve Edirne Sarayında isyan çıkar demektir Aman Yarabbi sen bizi koru " Annemin hamur bulaşığı olan parmakları artık yaptığı işi bırakmış, çoktan babamın söylediği husus karşısında endişe ederek avlu içerisinde bir oraya bir buraya gidiyordu. " Elif, Mahpeyker beni iyi işitin " Annemin karşımda ki yüzünün dudaklarının kıpırdadığını görüyor ama, sesini kulaklarım şok olduğum için işitemiyordu. " Hemen odanıza gidin tüm kapıları, pencereleri kilitleyin odanızdan başınızı dışarı bile çıkarmayın bu isyan aman yarabbi bu isyan sonumuz olacak " Büyüdüğüm avlunun duvarları üzerime yıkıldı sanki, Hünkar infaz etme kararının cezası öyle canımı yaktı ki Mahir'in bunu asla yaptığını düşünmedim. Mutlaka, ama mutlaka kapalı kapılar ardında dolaplar dönüyor bunları döndüren her kimse Mahir'in üstüne atmak için elinden geleni yapıyor gibiydi. Annemin bizim başımıza isyan çıkarak bir şey geleceğini düşündüğü telaşlı bedeni Mahpeyker ile beni avludan evin içerisine itmeye çalışıyor, buna ne kadar Mahpeyker'in aksine itiraz etmeye çalışsam da annem dinlemiyordu. " Kes sesini! Başına bir şey gelmeden daha ne kadar dik başlı olacaksın Elif? " Şu an Mahir'in nerede, ne yaptığını o kadar merak ediyordum ki annemin dediği tüm her şey umurumda değildi. Avludan boylu boyunca kedi gibi bizi sürükleyen ve odamıza kilitleyen annemin sesi, avlunun çeşmesine doluyor bense bu zindan gibi gelen odanın içerisinden nasıl kaçacağımı düşünüyordum. " Abla bende odanın yedek anahtarı var " Kız kardeşimin sesi tüm düşüncelerimi böldüğü vakit işittiğim husus ile, içimde ölen ve soğukluk ile buz tutmuş umutlarımı yeniden hayata dönderdi. " Mahpeyker eğer beni biraz dahi seviyorsan anahtarı ver " Babamın söylediği cümle yüzünden kırık ses tellerim buğulu bir cümle çıkardı, kardeşimden istediğim lütuf öyle bir hâle büründü ki resmen sesim yalvarır şekilde çıkmıştı. " Hayır abla ya sana bir şey olursa? Ya çıkan isyanda seni kaybedersem? " Kız kardeşimin odamızın sessizliğine dolan kırılgan ve endişeli kelimeleri yüreğimi acıttı. Şu an Mahpeyker'i sakinleştirmeli ve hiç bir şey olmayacağına ikna ederek anahtarı almam gerekliydi. Yavaş ama kendinden emin adımlarla kardeşime yaklaştım, gözlerinden inci taneleri gibi akan yaşlarla dolu küçük yüzünü avuçlarım içerisine aldım ve sessizce ninni gibi fısıldadım. " Söz veriyorum Mahpeyker evimize gece geri döneceğim söz veriyorum " Küçük yüzü avuçlarım içerisinde endişeyle daha da küçüldü sanki, avuçları içerisinde sıkı sıkı sakladığı anahtarı emin olmayacak şekilde uzattı. Tüm endişe ve korkuya rağmen kız kardeşim bana güvendi, bense isyandan dolayı çıkan kargaşa içerisinde Mahire nasıl gideceğim korkusuyla titredim. Ama kardeşime bunu asla belli etmemek istedim, eğer belli edersem anahtarı verdiği gibi alır ve asla evden ayrılmama izin vermezdi. " Eğer odamıza gece gelmezsen sana lanetler okurum duydun mu beni! Bu odada sabah yalnız uyanırsam sana çok kızarım duydun mu! " Her bir kelimesinin haykırış yerinde gözyaşları daha da arttı, sesi bir ağıt gibi uzandı bu uzanan ağıt öyle bir acılı kadının dudaklarından dökülen ses oldu ki tüylerim diken, diken olmaya yetti. " Duydum Mahpeyker! Yemin biçiyorum gece geleceğim şimdi tez vakit üzerimi değişip gitmem gerekli anlıyor musun? " Kardeşimi çok iyi tanıyordum, bana hiç inanmasa ve onaylamasa dahi gözlerinden süzülen binlerce yaşlara, ağlaması yüzünden çıkan binlerce hıçkırık sesine rağmen başını onay verir şekilde salladı. Küçük başını salladığı bedenini kendime çektim, öyle sıkı kendime bastırarak sarıldım ki sanki kız kardeşimle odamızda olan son anımız gibiydi. Sedir altında kalan leğeni yatağın aşağısına eğilerek kendime çektim, siyah uzun saçlarım odamızın mermer taş yerine değiyor iken leğen içinde olan kaftanlardan elime ne geçerse alel acele giydim. Üzerimde ki beyaz kaftanın iç kısmına her zaman ki beni Bedesten sokaklarının gecesinden koruyan hançerimi sıkıştırdım, derin bir iç çekerek kaburgama bile oturmuş bu sancılı duyguyu yenmek istedim. Ama yapamadım, zira Mahir'e bir şey oldu korkusu bütün duygularıma engel oluyor bir an önce saraya gitmemi sağlıyordu... Evimizin avlusundan bile kendimi saniyeler içerisinde nasıl attım bilmiyordum ama, annem ve babama yakalanmamak için diken üzerinde yürüyor gibi hissediyordum. Avludan dışarı Bedesten sokağına çıktığım saniye Bedesten halkının uğultulu sesleri ta sokağın sonundan, kulaklarıma doluyor halkın Hünkarını kaybettiği isyan sesleri türkü olmuş ayaklarıma seriliyordu. " Zahid bizi tan eyleme hay hay, Hak ismin okur dilimiz, ey canım ey canım Sakın efsane söyleme, hay hay! Hazrete varır yolumuz " Halk bir araya teşbih gibi dizilmiş her Bedesten avlusuna adım attığım vakit isyan sesleri öyle yükseliyordu ki, bugün Osmanlı büyük bir yas ilan etti. Bugün hava bile tanrının eliyle özenle ikiye yırtılmış gibi acı acı, yağmur yağdırdı. Şikayet ettiğim güneş sıcaklığını bile şu an özledim gözlerim önünde oluşan hadise, bir kaç saniye içerisinde hanedanı o kadar acıya bürüdü ki yüreğim hızlı şekilde korkuyla atıyor dudaklarım endişeyle titriyordu. " Akıncı başı Mahir'e idam! " Türkünün acıklı tınısı yerini isyan sözlerine bırakırken, kulaklarıma dolan isyanın Mahir yerine dayanamadım. Eminim, eminim bunu Mahir yapmadı. Beyaz kaftan tülünün altında kalan kalbime ağrı girdi, Bedesten avlusunda ki halk birbirini gaza getirerek isyan taş ocakları yaratıyor bense bu karmaşa içerisinde bir oraya bir buraya itilen bedenimle nefes almaya çalışıyordum. " Akıncı askerlere ölüm! Ey Bedesten halkı gözlerini aç bugün Osmanlının öldüğü gündür! Ey Bedesten halkı bugün Osmanlının en kara günüdür! " Yüreğim o kadar kasıldı ki, artık yaşanan şeylere kalbim dayanmıyor nefes almaya çalışan zavallı bedenimin gözlerinden binlerce yaş akıyordu. O kadar fazla tükendim ki, bu cahil halka özgürlük, adalet anlatmaktan o kadar yoruldum ki. Yıllardır hepimizi kafeste tutmaya çalışan bu halka o kadar öfkelendim ki, öfkem deniz oldu taştı engin oldu aştı. " Kesin sesinizi! Cahil beyinliler akıncı başı bunca yıllardır sadık olduğu Hünkarı neden öldürsün! Kesin sesinizi kimse ölmeyecek duydunuz mu! Mahir ölmeyecek! " İsyanın sesini biraz olsa dahi bastıran sesim, sumak baharat kokusu gibi yayıldı. Daha bir kaç saat öncesine kadar rengarenk olan Bedesten avlusu mateme büründü sanki, herkes sustu öylesine isyan ettim ki sesimin acısı herkesi susturmayı yetti sanki ama tanıdık bir kişinin sesi hariç. " Bu hatun akıncı başı Mahir'i seven hatundur! Ağalar akıncı başınız sizi bugüne dek koruyan akıncı başınız Hünkarınızı gözlerim önünde bu kız için öldürdü! Bu kıza medrese ve özgürlük vermek için öldürdü! " İbrahim paşanın pahalı canfes kumaşlı kaftanı Bedestenin ıslak kumlu yolunu süpürürken tüccar tezgahları arasından, avluya ve isyan eden halk arasına sesi doluyor yüzünde ki pişkin gülüş ifadesi her adımda halkın açtığı koridor yolu boşluğundan bedenime geliyordu. " Söylesene Elif hatun akıncı başı Mahir'in senin için ne yasaklar çiğnediğini söylesene " Zevkle dudaklarının arasında ezdiği kelimeleri çiğnemeye devam ediyor ve tehdit saçan pahalı kumaşlı bedenini, bedenime yaklaştırmaya devam ediyordu. " Ey ahali! Akıncı başınız Mahir bu sıradan Bedestenli kız için 100 kırbaç yedi, kendi askerinin kellesini hiç düşünmeden aldı ve bu hatunu saray içerisinden gizlice erkek kılığına sokarak yeni çeri ocağına kaçırdı! " Tüm bunları, tüm bunları nereden biliyordu bilmiyordum ama bedenime iyice yaklaşan bedeni yüreğimin göğüs kafesimde hoplamasını ve titrek bir meşale ışığı gibi dans etmesini sağlıyordu. Pahalı canfes kaftanı kumaşlarını sarığı eşlik eden başını, siyah saçlarıma yaklaştırdı korkuyordum ama bu korkudan dolayı korkak bir kız gibi gözlerimi kapatmak istemiyordum. Tüm Bedesten halkı hür dikkat paşa ve beni izlerken avluda çıt bile çıkmıyordu. " O kadar aptal olduğumu mu düşündün? Otakta ki askerin bir hatun olduğunu anlamayacak kadar geri kafalı değilim " Bedestenin kirli sokaklarını temizlemek istercesine yağan yağmur damlaları siyah saçlarımı ıslatırken, Paşanın fısıltı ile karışık zafer kazanmış sesi kulaklarıma doldu. " Hünkarı ben öldürdüm ama Mahir'in üzerine attım. Ne de olsa Mahir bugüne dek sınır tanımayan kendi özgürlüğünü oluşturmuş bir akıncı başı herkes, tüm herkes onun yaptığına inanır bu şekilde Mahir ve asker bölüğünü otak içerisinde dediğim Topkapı saray avlusuna hiç zahmet etmeden gömmüş olurum " Siyah ıslak saçlarım arasına dolan yılan sesinin planına karşı gözlerim fal taşı gibi açıldı, bu paşa gerçekten ama gerçekten akıncı başına öyle bir nefret besliyordu ki zinhar kimsenin aklına gelmeyen bu yılan planı kulağıma fısıldadı. " Tüm askerlerini idam ettirdim ama senin akıncı başın öyle zeki ve kıvrak elli çıktı ki otağa saldığım her askeri kendi elleriyle öldürüp kaçtı " Paşanın zehirli dilinden dökülen her kelime, her harf yüreğime ateşle basılmış mühür gibi kalbimi yaktı. Son cümleleri hariç, o kendini kurtardı. Biliyordum, çok net hissediyordum Mahir asla Hünkarı infaz edemezdi bu yılan paşa muhtemelen biz Bedesten camisinde beraberken Hünkarı infaz etti ve tüm suçu akıncı başı Mahir'e attı. Paşanın midemi kaldıran planını işitmeye daha fazla dayanamadım, kaftanımın altına özenle gizlediğim hançerimi bir hışımla çıkardım ve paşanın şah damarına hançer ucunu bastırarak tıpkı bana yaptığı gibi fısıltılı tehdit edici sesimle konuştum. " Kendi kendini itiraf eden aptal bir makam köpeği daha önce görmemiştim. Eminim akıncı başı Mahir senin aptal zekan karşısında oturup gülüyordur " Daha fazla bu adama dayanmak istemedim, daha fazla aptal Bedesten halkının aptal bakışları ve kutuplaşmış düşünceleri arasında kalmak istemedim. Koştum tüm gücümle koştum, yağmurdan dolayı çamur olan kumlu tepelerin üzerinde akıncı başı Mahir'i görmek için koştum. Beyaz kaftanım kana boyandı sanki, sanki kana boyanan her elbise kumaşım bayrak oluşturdu. Özgürlük bayrağı oluşturdu, koştum tüccar orman yolunun içerisinde yasaklar umurumda olmadan koştum. Bize dayatılan bu aptal yasaklar, aptal planlar olmadan koştum. Ayaklarım has bahçelerden getirilmiş ve yola dizilmiş dikenli güllere değer gibi acıdı ama umursamadım, titrek nefesimin buğusu ve sesi yeni çeri otağı önüne geldiğim vakit buz kesildi... Yaştan dolayı buğulanmış gözlerim önünde yeni çeri otak ormanının tepesinde dizilmiş binlerce kazık ilişti, bu kazıklar üzerine oturtulmuş askerlerin yüzü gözlerimin içerisine bakıyor onların kazık ucundan çıkmış iç organlarından kan akıtıyordu. Öyle bir manzara vardı ki gözlerim önünde, ağlayamadım ses çıkaramadım bile. Binlerce kazık ucunda ölü akıncı askerlerinin bedeninin tam ortasında Mahir'in özenle büyüttüğü has bahçe isimli atının cansız bedenini gördüm. Tüm yeni çeri otak çadırları bir bir bozulmuş, demirleri kırılmış şekilde kıyamet gibi yıkılmıştı. Has bahçe gülü ise binlerce cansız akıncı askerinin bedeni ortasında bembeyaz deri rengi kırmızı kana bürünmüş şekilde öylece yatıyordu. " Hayır! Has bahçe gülü yalvarırım ölme yalvarırım! " Kalbim, gözlerim, ellerim, saç diplerim bile acıdı. Öyle bir isyan ederek bağırdım ki tüm sesimin yankısı yeni çeri ocaklarına ev sahipliği yapan dağ tepelerine kar yağar gibi doldu. Binlerce kazık üstünde can vermiş akıncı asker bedeninin arasından ata yöneldim, yöneldiğim saniye dizlerim üzerine çamurlu kum yoluna çöktüm. Karnından binlerce yara almış beyaz has bahçe gülü, çoktan son nefesini vermiş geriye ona konulan ismin acısını bana bırakmıştı. " Elif..." Gözlerim önünde cansız bedeni yatan atın uğursuz, matem tutmuş yaralarından bu kıyamet gibi olan görüntü içerisine Mahir'in sesi doldu. Ne o? Ben deliriyor muydum? Yoksa çöllere düşmüş mecnun vakası mıydı? Diz çökmüş bedenimin sırtına kıyamette değen rüzgâr gibi sese, bakışlarımı ve bedenimi döndüm döndüğüm saniye siyah kumaşlarla sarılı bedeni kuma sapladığı kılıçtan tutunmaya çalışarak ayakta kalmaya çalışıyor, savaşmaktan dolayı siyah paçavra kumaşları bir bir yere düşüyorken bir salise bile düşünmeden bedenine koştum. Dizlerimin bağı öylesine çözülmüş henüz kafesten çıkan yeni bir yavru kuş gibi, titriyordu ki onun kılıçtan tutunarak ayakta kalmayı başaran bedenine bile bir kaç kez tökezleyerek gittim. Binlerce ölü akıncı askerinin karşısında tamamen gücü bitmiş binbaşıları dururken, onun bugüne dek yalnızca gördüğüm ela gözlerine baktım. Aylardır tanıdığım o Hünkarın sağ kolu adamın soğuk bakışları yoktu, o akıncı başının kelle alan gözleri yoktu. Ela gözlerinden askerlerinin kazık üzerinde olan cansız bedenine bakarken yaşlar akıyor, artık kılıçtan tutunmaya gücü kalmayan bedeni gözlerim önünde yığılıyordu. Beyaz kaftanımın ayak uçlarına yalvarır gibi yıkılan bedeninin, yanına saniyesinde çöktüm onun bedenini tüm bu hain düşüncelerden tüm bu planlardan korumak için sıkıca sardım. Tüm bu matem gibi olan kanlı havanın içerisinde onun bedenini, bedenime bastırdım ta ki sırtına yediği binlerce okları görene kadar... * Kazığa oturtmak: Osmanlı İmparatorluğunda en cani infaz şeklidir. İnsanlar canlı, canlı ucu sivrice budanmış kazığa oturtulur ve acılı şekilde ölüme terkedilirdi. Bir sonra ki bölüm final bölümümüz olacaktır. 2. Kitabımız kaldığı bölümden devam edecektir. |
0% |