Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm Kanlı Taş

@ursuula1

2. Bölüm Kanlı Taş 


Dikkat bu bölüm Farsça lanet ağıtları ve bebek ölümü içerir.


Soğuk. Çok fazla yapışkan bir ağda gibi soğukluk tenime değiyor daha sonra ise değdiği tenimde ki bölgede gittikçe, çekildikçe uzuyor ve üşümeme sebep veriyordu. Karanlık bir odada başımın üzerinde ki beni koruyan çatı delinmiş o çatlaktan yüzüme bir ay ışığı süzmesi, hafifçe loş şekilde vuruyor ve kaşlarımı çatmama sebep oluyor gibiydi.


" Ama herkes esas idamın bu gece olacağından habersiz "


Tenimde ki ağda gibi soğukluk sözleri beynimde hatırladığım an daha da soğudu.


"Akıncı başı bunun için biraz evvel Saray'a teşrif etmiş "


O adam... 


Siyah kavuğunun altında saklanan ela gözleri bu soğuk işleyen tenime değdiği an, yandığımı hissettim. Kalbim bir kaç saniye boyunca yüreğimde değil ağzımda attı sanki bu gece, o idamın bu gece olacağını bilen sayılı kişilerden oldum. Daha bu sabah has bahçede karşıma çıkan o cellat giyinimli adam bu gece tüm Osmanlı halkı uyuduktan sonra, 19 kişiyi acımasız şekilde boğacak ya da Mualla taşında başlarını kesecekti. Midem de bir şeylerin yer değiştiğini hissettim kusmak istedim ama olduğum konumda yapamadım, bütün bedenim sıkı sıkı o akıncı başının vücudunu saran siyah kumaşlarla sıkıca kaplıydı. Vücudum yattığım mermer yerin üstünden ve aşağısından o kadar fazla bağlanmıştı ki nefes aldığımda bile kuşaklar benimle birlikte geriliyor ve yavaş yavaş çözülmeye başlıyordu.


مرگ برای تو خواهد آمد


Demir ateşle birlikte dövülmüş yanmış ve harman edilerek ders verilmişti sanki. Olduğum kubbe altına işlenen bu ses boğazıma kadar doldu, odanın matem varmış gibi duvarlarına bile varlığını hissettirdiği an nefes hızım daha da yükseldi. Ne zamandır karanlıkta bu şekilde vücudum bir ziyafet yatağına özenle konulmuş gibi duruyordu bilmiyordum, ama bu olduğum aptal durum beni sadece sinir ediyor ve o 19 kişiyi Hünkarın gazap düşüncelerinden kurtarma umudum varmış gibi buradan çıkmak ve kurtarmak istiyordum. Karanlığa gözlerim git gide alışmaya başlıyordu olduğum konumda yalnızca çehreme ay ışığı düşerken odanın diğer kısımları, bir lanet ya da büyü ile korunuyor gibi siyahtı, karanlıktı. Ama uzun süredir bu karanlık yerde kaldığım için gözlerim zamanla alıştı ve karanlık içerisinde olan nesneleri bile ayırt etmeye başladı, karanlık minnetle kendi içerisinde ki siyahlığa bir şeyleri saklamayı kabul ettiğinde gördüğüm ilk şey katil akıncının bakışları oldu. Boğazımda yükselen korku ve kendimi koruma iç güdü düğümü daha da daraldı ve katil akıncının simsiyah kumaşlarla kaplı, vücudu vücuduma yaklaşırken düğümü öksürmeye çabalıyordum. Bu sabah kabzasında gördüğüm aslan figürlü kılıcı kalça kenarında titredi soluk ay ışığı belinde ki, kılıcı öyle bir parlattı ki yeşil gözlerimin göz bebekleri korkuyla büyüdü ve yalnızca acıyla inledim.


Parmaklarını kaplayan siyah kumaşlar kılıcı tuttuğu bölgeye özenle sarktı kalbim saniyede kaç kere attı bilmiyordum ama, siyah kumaş altında kalan parmakları sıkıca tuttuğu kılıcı koluma sapladı. Saplanan tende ki bölgeden kan havuzu gibi boya sıçradı sanki ve matem duvarlarını kırmızıya boyadı acıyla inledim, olduğum noktada vücudum böylesine sargılı ve yapışık haldeyken ona karşı koyamadım ve akıncı kılıcını daha da derine iterek kolumda ki deriyi bir meyve gibi açtı.


Havanın şiddetli akımı göğüs kafesime ve oradan da burun deliklerime dolduğu suyun altında kalmış gibi, derince iç çekerek gözlerimi açtım. Etrafımda ki nesneler çok net olmasa da yine de ayırt edebilecek kadar görüyordum bedenimin altında ki, nesneye baktım ve sedirden yapılmış bez parçalarının süslediği bir yatakta öylece uzanıyordum.


Buraya nasıl geldim, nasıl getirildim farkında değildim ama bütün düşüncelerimi ve kendimi koruma iç güdüsü ile topladım sedirin üzerinden yavaşça kalktığım saniye başım yine zelzele oldu ama ayakta durmayı başardım. Yutkunduğum da soğuktan üşümüş burun ucuma parmaklarım dokundu ve olduğum bölgeyi analiz etmeye başladım, krem rengi tavanları kırmızı kuşaklarla çevrili bir han çadırının içerisindeyim. İçinde olduğum alan beni şaşırttı ama bunu ustalıkla gizledim ve daha çok ipucu aramaya başladım. Bir marangozun elinden özenle odun parçası çıkmış motiflerle işlenmiş, üzerindeyse keçeden yapılmış bir su matarası duruyordu. Baktığım uzaklıktan bile su seviyesinin yarıya geldiğini anladım ve burada az önce yalnız olmadığımı sezdim. Soğuktan üşümüş parmak uçlarım korkuyla titredi çünkü Bedesten dedikoduları arasında bu tür çadırlar ya yüksek mevki sahibi, ya da katil Akıncıların konakladığı evleri olurdu bunu biliyordum. Ve beni medreseden çıkaran kişinin kim olduğunu saniyeler içerisinde, çözdüm bu bebek katili olacak adam konuşmaya şahit oldu ve beni en savunmasız anımda tanık olmayayım diye aldı.


Hissetti, Bedesten halkına tüm bu havadisi duyum yapacağımı biliyordu bu yüzden işini garantiye aldı ve beni Bedesten 'den uzaklaştırdı. Korku duyumu saniyesinde öfke kapladı Hünkar herkesi boyunduruk altına alarak susmaları için baskı yapıyordu bunu, net şekilde şu an anlıyordum midemde ki tuhaf ağrı yükseldi bir öfke melodisine karıştı ve kendini özgür bıraktı. Bilinç altıma kadar giren korku saçan o katil akıncıya öyle bir öfkem oluştu ki, ben bile dehşet içerisine saniyeler içerisinde sürüklendim. Çadırın biraz yakınında ayaklarının altında acımasızca ezdiği taşları ve odun seslerini duydum midem ki tuhaf ağrıyı da alarak, Çadırın en uç noktasına geçtim ve evden ayrılmadan önce bacağıma gizlediğim hançerimi olduğu yerden hızlıca çekerek aldım.


Tenimin verdiği sıcaklık yüzünden hançerin demir sapı o kadar sıcak olmuştu ki parmak uçlarım değdiği an, bu sıcaklığı hissettim hançerde ki tenimin sıcaklığı öfkem gibiydi kızgın. Akıncı bu sedir çadırın içerisine girdiği saniye sıcak hançerimi şah damarına bastırıp ona duyduğum bütün, havadisleri söyleyip baskı yaparak kaçacaktım eğer kaçamazsam Hünkarın sağ kolu olan bu adam beni Hünkara bir ziyafet gibi sunar ve elimden medrese hakkımı alırdı. Adım sesleri iyiden iyiye daha çok kulaklarıma yakın mevkide bana ulaştığı an çadırın perde kapısı aralandı, aralandığı saniye siyah kuşaklar bir şahin gibi gözlerimde zevkle parladı ve içimde ki öfkenin verdiği güç ile saniye bile kaybetmek istemeyerek akıncının geniş omuzlarını sıkıca saran siyah kuşaklardan sıkı sıkı tutarak bedenini sırtının ardından kendime çektim.


" Zinhar Han'dan ayrılmama sessizce izin vermez ve gitmeme bir hususla engel olursanız şah damarınızı medrese hocamın saygısına kadar yemin biçer ve keserim! "


Soğuktan üşümüş burnumun ucu geniş omuzlarının sağ kısmına değerken hızlıca aldığım ve verdiğim nefes soluğum kuşaklarından, içeri sızıyor ve eminim bugüne dek hiç görmediğim yüzünün çıplak tenine değiyordu. Çadırın içerisini dolduran sesim saniyeler geçti ve bir güneş gibi yerini karanlığa bırakan Ay'ın ışığı kadar soldu. Ama bu Azrail görünümlü adam hiç bir tepki vermedi yalnızca sanki ona arkasından sarılıyormuşum gibi, rahatlıkla durmaya devam ederken eğer ellerimde hançer olmasıydı yeni çeri ocağından birisi gerçekten bizi sarılıyor olarak görebilirdi. Yanaklarım has bahçenin gülleri kadar pişerek kızardı ve bir anlık, boşluk oluştu hançeri sıkıca tutan parmaklarım savunmasız şekilde gevşedi ve bir kaç saniye içerisinde Akıncının olduğu konumun yerini benim bedenim aldı.


Öyle hızlı oldu ki ne ara buraya geçtim ben bile farkında değildim, parmak uçlarımda ki hançer çadırın içerisinde serili kırmızı halıya düşmeden akıncı ani bir refleks ile yakaladı ve az önce benim ona yaptığım gibi o da bana hançeri uzattı ama şah damarıma değil kalbime doğru. Tenimden kayan hançer soğumuştu bunu kaftanın tülünün üzerinden bile hissediyordum, hançerin ucunu boynumdan başlayarak göğsüme kadar bir gezinti gibi dolaştırdı eminim bana göz dağı vermek için bunu yapıyordu. Yalnızca susuzluktan kuruyan dudaklarıma rağmen aptalca acı şekilde gülümsedim ve onun yapacağı hamleyi bekledim, hançerin sivri soğuk ucu hızla atan kalbimin tam üzerinde dururken akıncının parmaklarını sıkıca saran siyah kuşak hançeri daha da derine batırdı ve elbisemin altında küçük bir yırtık oluşurken akıncının buz gibi sesi kulaklarıma doldu.


" Yoksa size bu bilgiyi bahşetmediler mi Akıncılar öğün olarak Bedesten sokaklarında gezinen küçük hatunların kalbini yerlermiş "


Kalbimin hizasında tuttuğu hançeri yavaşça sol yanımdan aşağı indirdi hançer kalp hizamdan indiği saniye, rahat bir nefes verdim korkudan bile nefesimi hançer indiği saniye tuttuğumu hızla vermekten anladım. Kendi kendimi ne kadar bu akıncı başı karşısında cesaretlendirerek baş kaldırdım ama yine de ürktüğümü hissettim.


" Binbaşım Saffet paşa geldiler sizleri görmek ve önemli bir husus görüşmek istiyorlarmış "


Tüm dikkatim çadırın naylon kapısından içeri giren asker akıncıya kaydığı saniye akıncı başı olacak, katil adam hızla kuşaklarla sarılı bedenini bedenimden çekerek ayırdı. Sırtıma çadırın naylon kapısından giren rüzgârın soğukluğu dokunduğu saniye, iç çektim ve hemen kapıya dönük sırtımı daha da döndüm ve yüzümü sakladım. Zinhar bir erkekle göz göze gelerek ya benim ya da, o erkeğin canını tehlikeye atmak istemiyordum.


Ama dönerken bile bakışlarımı en ustaca şekilde saklamaya özen göstererek, asker akıncıya baktım kafası ayak uçlarına bakacak şekilde saygıyla eğilmiş ve elleri pençe vaziyetini almış emir kulu oluyordu. Binlerce Hünkar emri adı altında insan kellesi alan birisi için bu saygı çok fazla diye düşündüm ama düşüncelerimde bile, benden biraz uzakta duran adamın kellemi musalla taşında baltayla ayırdığını hissettiğim saniye parmak uçlarım korku ve mide bulantısı ile boynuma uzandı.


" Söyle bana Medrese taş yolunda kimlerin hasbihaline kulak misafiri oldun? "


Sorduğu soruda ki buz gibi sesi çadırın naylon kapısından sırtıma değen rüzgâr gibi dokunduğu saniye, akıncı askerin gittiğini anladım ve tekrar yüzümü sadece bakışları görünen adama döndüm.


" Ben sizin akıncı askeriniz değilim bana emir verir şekilde sorular soramazsınız "


Demir gibi işlenmiş sesim ocağın içerisine doldu çadırın içerisinde ki soğukluğun burnuma bile dokunduğunu, burnumun ucunun ya soğuktan ya da bu adama karşı gösterdiğim cesaretten dolayı olduğunu mu bilmiyordum. Siyah kuşaklarla özenle sarılmış bedeni, bedenime doğru adımladı her bir parmak ucunun bile bu kadar kuşaklarla sarılı olduğunu görmek karşınızda sadece gözleri görünen cüsseli bir adamın size doğru yürüdüğünü görmek korkutucuydu.


Ama bir kadın olarak başımı kesinlikle eğmedim yüreğim korkudan kelebek gibi titrese dahi, kesinlikle göz temasını kaçırmadım ve Medrese hükmünü getirecek olan bir kadın gibi Osmanlı hatunu gibi dik durdum. Yavaş adımları bedenimin bir kaç santim uzağında sabitlendi, Çadırın kırmızı halısını ayakları altında sertçe ezerken konuştuğu saniye sesi gerçekten ama gerçekten Hünkarın akıncısına dönüştü.


" Sen bu otakta ki herkesin yarı katil olduğunu biliyor musun? "


Fısıltısının tınısı kulaklarımı okşadı.


" Burada az önce içeriye giren kişi bile katil aç gözünü hatun! Sana bu kadar konuşma cesareti geliyorsa ben izin verdiğim içindir tek bir yanlış hareket bir bakış bile kelleni aldırır! Bu hususu bilmez misin? Medrese yolunda şahit olduğun o konuşma var ya seni canından bile eder. Burayı ne sanıyorsun sen Medrese falan mı?! Burası öğrenim,bilgi,sanat yeri asla değildir burası hayvan iç güdülerine sahip olan bir avuç insan doludur! Bunca vakit Medreseye giden ama Akıncı ocağında aptallık edecek kadar yürek yiyen bir has bahçe gülü için fazla akılsızca. "


Tüm sözleri harfi harfine yüzüme tokat gibi çarptığı saniye kalbim sıkıştı boğazıma dizilen her bir düğüm yerini, içimde sanki bütün umutları öldürmek için kendini asmaya bıraktı. Zinhar yeşil gözlerimi, ela gözlerinden sözlerinden bile sonra ayırmadım durdum simsiyah kuşak sarılı ve ölüm saçan sesini de alarak arkasına dönmesini ve çadırdan bir an önce defolması için kendimi tuttum. Çadırdan ayrıldığı saniye göz pınarlarıma biriken yaşları sessizce yanaklarıma koyacaktım ama şimdi değil.


" Peki siz? "


Sargılı bedeni benden hızla uzaklaşarak Çadır kapısına yürürken, Çadırın naylon duvarlarına titrek ama cesaretli sesim dolduğu saniye durakladı ve ardına dönmeyecek şekilde devam etmemi bekledi.


" Siz size karşı bu kadar baş kaldıran ve sizin tabir ettiğiniz şekilde saygısızlık yapan bir hatunun kellesini almaz tam tersine korumaya çalışarak akıncı otağından yollarsınız? "


Mum ışıklarının duvarına yansıyan titrek solukları gibi çıkan sesimin üzerinden bir kaç saniye geçti, ama Akıncı başı olan adam yine de ardına dönmedi ve dakikalar sonra cevap verme tenezzülünde bulunarak ağzının ucuyla acele şekilde bir şeyler geveledi.


" Fikrimi değişip kelleni almamı istemiyorsan buradan defol git "


Dedi ve saniyesinde çadırın naylon kapısından toz oldu rüzgâra karıştı uçtu sanki. Gittiği saniye derin bir nefes çektim Allah sanki çadırda ki tüm oksijeni almış gibiydi, ne kadar çok iç çekersem o kadar çok gözyaşı süzüldü yanaklarımdan. Kendime kızdım tam da göz kararacak zamanı bulduğum için, şehzadelerin idam haberini bugün olacağını Bedesten halkına duyuramadığım için kendime çok kızdım. Hâlâ yanaklarımdan sessizce süzülen yaşlarla birlikte bakışlarıma ilk takılan nesneyi elime aldım ve akıncının gittiği yol ardından, sanki onun hayali bedenine elimde sıkıca tuttuğum minderi atıyormuş gibi fırlattım.


" Has bahçe gülüymüş! Ben o güller gibi solup giden kırılgan değilim aptal akıncı başı! Ben sultan değilim Tebaayım bir kere! "


Minderin resmen uçtuğu yere gözyaşları içerisinde kalan yeşil gözlerim dikkat kesilerek izlerken, otağın perde keçeli kapısından çadır içerisine ve fazla yüksek olmayan kubbesine erkek sesi doldu.


" Hazırlan hatun Binbaşının emriyle Edirne Sarayına geri götüreleceksin "


Askerin perde arasından bile dolan sesini duyduğum saniye kendimi toparladım yeşil gözlerimden süzülen, yerini yavaşça kurumaya bırakan yaşları parmak uçlarımla sertçe yanaklarımdan sildim. Ağlamaktan dolayı akan üşümüş burnu muysa seslice içime çektim üzerimde ki, kaftanımı akıncının teninin değdiği yerlerden silkeledim ve peçemle yüzümü örttüm. Şimdi o katil akıncı gibi benimde sadece gözlerim görünür oldu, bunu maalesef yapmak zorundaydık kesinlikle harem dışı yüzümüzü sokaklarda, medreselerde açmak hatta sultanlar için yapılmış olan has bahçede bile açmak yasaktı.


Bu yüzden bu yasağa uymak zorunda kalarak çadırdan dışarı adımladım ve akıncı askerinin peşinden sessizce yürümeye başladım. Zinhar başımı ayak uçlarımdan kaldırmayarak yürüdüm ama ocağın içerisinden yükselen sesler haddinden fazla dikkatimi çekiyor, bakışlarımı otak içerisine fark ettirmeden bakmamı sağlıyordu. Bakışlarımı peçenin üzerinden biraz bile kaldırdığım saniye kum yerde yatak yapılmış ve bacağının teki olmayan, kesik yerden bile damarlarının göründüğü askeri gördüm. Yeşil gözlerimin göz bebekleri korkuyla titrerken dikkatim kulaklarıma dolan asker konuşmaları ile dağıldı.


" Binbaşı Saray'a çoktan gitmiş dediler tek başına 19 Şehzadenin üstesinden gelir mi dersin deli mucit? "


Önümde yürüyen askerin hızından biraz daha dinlemek için yavaşladığım saniye, kulağımı bu iki asker arasında oluşan hasbihale daha da kabarttım.


" Binbaşı Mahir bugüne dek ne zaferlerden tek başına akıl ve el becerisiyle çıktı bilmez misin? Söylediğin kelimelere dikkat et zira akıncı başının yerde bile kulağı varmış o kulak duyduğu saniye dilini baltayla kesiverir aman ha! "


Bu iğrenç esprisine ben göz devirerek tepki verirken iki asker gayet eğlendi ve güldüler. Derin bir iç çektim, peçenin altında kalan yüzüm duyduğum havadisler karşısında o kadar gerildi ki neredeyse gerilmekten dişlerimi birbirine geçirecektim ama sakin kalmayı başardım ve benim için getirilen at arabasına bindim. Bindiğim dakika gözlerimi kapadım ve ben Saray'a gidene dek olabilecek senaryoyu düşündüm paşa bile otağa Mahir'i görmeye geldiyse kesinlikle bu 19 Şehzade idamı gerçekleşmek üzereydi. Kapalı bakışlarım altında bile titredim 19 Şehzade kelimesini düşününce bile tüm tüylerim diken, diken oluyordu.


" Burayı ne sanıyorsun sen Medrese falan mı?! "


Sesi bir kabusun geride bıraktığı iniltisi gibi at arabasının içerisine doldu.


" Sen bu Otakta ki herkesin yarı katil olduğunu biliyor musun? "


Düşüncelere o kadar dalmışım ki Edirne Sarayına bile geldiğimizi at arabasının sertçe durmasından ve bedenimi sallamasından anladım, boğazıma dizilen binlerce düğümden bir tanesini aklıma gelen düşünce ile yuttum. Dışarı çıkmaya at arabasından Saraya adım atmaya bile korktum göreceğim bebek ölülerinden içim titredi, dudaklarım titredi vücudumun diri diri yandığını ama aynı zamanda üşümesini hissettim sultanların bebeklerinin cansız vücutlarını gördüğünü hayal ettim ve kanım çekildi.


Titriyordum öyle bir titriyordum ki oturduğum yerde adeta yapışmış şekilde duruyordum ama askerin tok sesi, arabanın ahşap odunlarına doldu ve ben mecbur inmek zorunda kaldım. İndiğim saniye acıyla haykırış sesleri Edirne Saray surlarını aştı, saray üstünde uçan kuşlar bile bu acı sesten kaçacak delik arar gibi hızla uzaklaştı. Saraya kara lanet indi, annelerin acıklı sesleri saray duvarlarını adeta görünmez dalgalar şeklinde yıktı ve ben kalbimin paramparça olduğunu hissettim. Koştum tüm gücümle, titreyen bedenime rağmen yüzümde ki peçenin aşağı düşmesine rağmen koştum.


Saraya çıkan 2 yol ayrımından Has bahçeye saniyesinde saptım ve seranın biraz yakınında olan, Mualla taşında bebek kafası görmem ile olduğum yerde kalakaldım.


Dudaklarım Has bahçede açan ve ertesi günü solan güller gibi soldu, titredim, üşüdüm ve yanaklarıma özenle yaşlar koydum. Daha önce bu hüngür hüngür ağıt yakarak ağlayan sultanı görmemiştim, böylesine güzel yüzü olan bir kadın için fazla çirkin bir acıydı. Kadının bağırmaktan alnında damarları o kadar çıkmıştı ki, kaftan altında kalan elmacık kemikleri, boynu bile bağırmaktan itiraz etmekten kızarmış şekilde bebeğinin cansız bedeninin yanında özenle diz çökmüş ve kaftanının tül olan kısımlarını yırtar şekilde sıkıca çekiyor acıyla bağırarak konuşuyordu. Ses telleri bile konuştuğu her dakika daha da acıya büründü kadın öyle bir ağlıyordu ki, acının anlamı ne diye sorsalar bu hatunu gösterirdim.


" Bebeğim! Allah'ım onu bana geri ver bebeğimi bana geri verin o sadece bir bebekti taht, güç, Osmanlı nereden bilebilir ki? O sadece bir bebekti! O bebekti!..."


Hüngür hüngür Has bahçe girişinde ki yol ayrımında ağladım, Sultan feryat etti ben daha çok gözyaşına büründüm.


خدایا عثمانی را نابود کن، سنگ باران کن، سلطان هر روز به اندازه درد من می سوزد.


Kaskatı kesildim, Farsçayla karışık Arapça nadir Osmanlı içerisinde çok nadir kullanır genellikle Arapça konuştuğumuz için Farsça sözlerinin hepsini bilmezdik. Ama ben Medresede eğitim gördüğüm Mehmet hocamdan, Farsça dersler aldığım için bu dili öz gibi bilirdim.


" Allah'ım Osmanlıyı yık taş yağdır padişah her gün benim yandığım gibi yansın "


Sultanın acıyla inlediği dudaklarından Farsça ağıt laneti döküldü, bu ağıt eğer acılı bir anne tarafından söylendiyse kesinlikle tutardı. Tüylerim ürperdi, gözlerimle tanık olduğum bu husus karşısında dizlerim titredi şu an ayakta durmam bile resmen bir mucizeydi. Acılı sultanın ağıtlarından ve küçücük bir bebeğin cansız bedeninden dikkatim, bahçenin medrese binası tarafında kalan yerine odaklandı. Odaklandığı saniye midem kalktı 18 Şehzadenin diğer kalan bedenleri bir heykel gibi özenle bahçeye dizilmiş ve tam ortalarında ise, rüyamda gördüğüm aslan figürlü kılıcıyla Akıncı başı Mahir duruyordu.


* Osmanlı döneminde gerçek Akıncı asker giyimi;


Giyimleri sade ve hafif olurdu. Başlarında kurt derisinden kızıl börkler vardı. Yine genelde deriden olmak üzere cepken, yelek ve şalvarları diğer giysileri idi. Subayları ( Akıncı Başları ) kaplan ve leopar postundan giyinirlerdi.


Loading...
0%