Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7. Bölüm Akıncının Aşkı

@ursuula1

Ellerin benim olduğunda

Cennetin kapıları benim olur.


Bana yakın olduğunda, dünya kimin umurunda ,

Aşkınla perişanım ,zaferler kazansamda.

Aldığım nefes kalbinde yer bulabilirmi ,

Aşkından mahvolmuş hayatım, hiç senden ayrılabilirmi?


“ Sen uyurken idam edildi...”


Tüm kelimeler basit bir cümleyle soldu gitti sanki, hiç kimseleri almadığım bahçeme özenle diktiğim o çiçeğim bir cümleyle soldu sanki. Kardeşimin umutsuz titrek ses telleri hayatımın acı melodisini bir kaç saniye, içerisinde çaldı o dalga geçtiğim ninninin acı iniltisi tenime işlerken yutkunmaya çalışıyordum.


Belki bu sana son iyiliğim olur, belki birbirimizi aylar yıllarca bir daha göremeyiz...


Akıncının bugüne dek hiç görmediğim yüzünün sesi evimin avlusuna doluyordu, zaten yorgun olan bacaklarım kız kardeşimin söylediği cümleyle daha da bitik hâle gelerek sendeleyerek yere düşmemi sağladı.


“ Elif! Anne yetiş! “


Gözlerimde ki karartıyı ve başımda ki keskin ağrıyı umursamadan, kollarımdan tutmaya çalışan kardeşimi ittim.


“ Kes sesini kimseye bir havadis yetiştirme “


Evimizin kireçli duvarının dibine sırtımı yaslanarak oturduğum saniye Mahpeyker yüzümde cevap arayan, bakışlarını gezdiriyordu ama şu an ona ağzımı açıp bir şey diyecek gücüm bile yoktu. Yalnızca artık bedenime ağır gelen başımı duvara yasladım ve yorgun yeşil gözlerimi kapatarak, duyduğum haberi sindirmeye çalışıyordum.


“ Nereden işittin bu havadisi? “


Kardeşim benden cevaplar beklerken ben ondan cevap almak istiyordum, şu an ikimizde kafası karışmış gibi görünüyor ama Mahpeyker daha önce muhtemelen beni hiç güçsüz şekilde görmediği için basireti bağlanmış şekilde dilini çözüyordu.


“ Duymadım gördüm “


Duvara yasladığım başımı ve kapalı yeşil gözlerimi saniyesinde açtım.


“ Kendini infaz ettiği hükmü akıncı bölüğü yardımcısı tarafından Bedesten sokağına ilan edildi daha sonra akıncının cansız bedeni sedir üzerinde çarşının ortasına ders olsun diye getirildi “


Kalbim, tam sol yanım öyle bir titredi ki bu üşüme gibi olan titremesini bastırmak için avuç içimi kalbime bastırdım.


“ Nasıldı? “


Kardeşim soruma şaşırmış olacak ki bir kaç saniye avlu sessiz kaldı.


“ Simsiyah pahalı diba kumaşlarıyla başı ve yüzü sarılıydı ama gövdesi açıktı “


Kaşlarım işittiğim havadis karşısında anlamayacak şekilde çatıldı, daha önce hiç tenini açmayan akıncı başının getirilen bedeninin açık olması içime şüphe düşürdü.


“ Sol yanı tamamen bir hayvanın deşmesi gibi deşilmiş durumdaydı feci şekilde kalbinden dökülen kanlar yattığı sedir altına kadar akıp Bedesten kumlarını bile kana boyadı muhtemelen kılıcı kalbine sapladı. “


Tenimde bugüne dek hiç tatmadığım o garip sızı yorgun yeşil gözlerimde kendini ifade etti, göz pınarlarıma naiflikle yaşlar doldu. Yaz ayının sıcaklığı avluya dolmuş biçimde tenime dokunuyorken bile, akıncı başının idam haberiyle üşüyordum.


“ Yoksa size bu bilgiyi bahşetmediler mi? Akıncılar öğün olarak Bedesten sokaklarında gezinen küçük hatunların kalbini yerlermiş “


Yeni çeri ocağı içerisinde söylediği her kelime evimin bahçesine doldu sanki.


“ Muhtemelen kılıcı kalbine sapladı...”


İnanmak dahi istemiyordum kalbimi yemekle tehdit eden bu katil akıncı kendi kılıcıyla kendi kalbini deldi, bugüne dek görmediğim yüzüne uzun uzun bakmak ve aramızda ne kadar yasak olsa da cansız bedenine deli gibi sokularak ağlamak istiyordum. Hünkarın sağ kolunun idam haberi beraberinde neyi getirecek ya da getirdi bilmiyorum ama, bana getirdiği şey koca bir yıkım ve adını bile bilmediğim duygulardı...


1 Ay sonra 


Dâru’t-u talim erkek çocukları Bedesten dar tüccar sokağı arasında topaç oynuyor bense kaldırım köşesinde oturmuş, çocukların oyununu izlerken hüzünlü derin düşüncelere giriyordum. Tek bir gece bile aklımdan çıkmayan o akıncı gerçekten idam edilmiş olacak ki, tam 1 aydır ne bir havadis ne de mektup gelmişti. Kesinlikle kendi kendini infaz ettiği kararına inanmıyordum ama her geçen gün bu umudum bir güneşin batışı gibi, batmaya devam ederek yerini huzursuz geceye bırakıyordu bile. Edirne Sarayına girmemin yasaklandığı 1 ay çoktan dolmuştu medrese hükmünü ne kadar yol denersem deneyim, Hünkardan geri alamadım akıncının idamı üzerine bir de bu husus eklenince dibe düşmüştüm. O kadar dibe indim ki arkadaşım Nigar ile bile çarşıda gezmeyi bırakmış Mustafa hocama yalvarma eserimi bile, düşünmemeye başlamıştım.


“ Ben büyüyünce akıncı başı olacağım bende siyah dibalar giyeceğim “


Çocukların aralarında ki topaç oyunu anlaşılan çoktan bitmişti, kaldırım üzerinde oturan düşüncelerimi sesleriyle böldüğü vakit hür dikkatle üstleri başları oynamaktan toz olmuş çocukları dinledim.


“ Hayır o diba kumaşını giyersen bir daha üzerinden çıkaramazsın “


Yüzümün yanık et derisi gerçekten iyi olmaya başlamıştı, yüzümde ki iyileşen yanık tenimin üzerine çocukların hasbihal etmesiyle tebessüm bıraktım.


“ Hem eğer hünkara Mahir gibi karşı çıkarsan kendini öldürürsün “


Yüreğimde ki idam yarasının kabuğu yeni yeni iyileşmişken çocuğun dudaklarından dökülen cümle ile yaram olduğu yerde, saniyeler içerisinde kana bürünmüştü. Mahir gerçekten kendi kendini infaz etti buna artık ne kadar inanmak istemesem de geçen günler, halk arasında yayılan dedikodular artık iyiden iyiye inanmamı sağlıyordu.


“ Yine taş da oturuyorsun karnın ağrıyacak “


Kaldırımda oturan sırtıma kız kardeşimin sesi değdiği an bir kaç saniye irkildim ama hemen kendimi geri toparladım, neredeyse doğduğumdan beridir hep güçlü duruyordum. Annem babama zorla köle olarak satıldığı için ikisinin arasında aşk bağı olmadığını biliyordum, bu yüzden hep ayrı büyüdüm annem çocuk yaşta babama nikahla satıldığı için beni doğurduğunda dahi çocuktu. Bu yüzden annemle birlikte bir nevi büyüdüm hep anneme yardım etmekle geçti hayatım, çocukken bile babam kafamızı camdan dışarı çıkarmaz bir gün paşalar, sadrazamlar beni ve kız kardeşimi alsın diye yüzümüzü herkesten saklardı.


“ Hadi Bedesten çarşısına gidelim Hünkarın akıncı bölüğü halka havadis verecekmiş “


Aylar sonra saraydan birileri halka açıklama yapmak için karar verdiğini duyduğum saniye içimde öldürdüğüm tüm umutlar, matem olmuş yüreğime bahar bahçe getirdiği an oturduğum taş kaldırımdan ayağa kalktım. Kardeşimin dar tüccar yolu ardından gelen sesini bile dinlemeyerek koştum belki akıncı başıyla ilgili havadis verir, belki artık kadınlara medrese hükmü getirirdi.


“ Abla! “


Mahpeyker bugüne dek bana hiç abla demediği için heyecanla ileri atılan adımlarım kumlu yolda durdu, evlerle dar olan sokağın başımızı örten kubbe yeşil tülleri altında kardeşime bakarak açıklama bekledim o ise ayaklarının altında ezdiği kum sesleri ile bana yaklaştı.


“ Medrese için hevesleniyorsan boşuna Bedestene gitmeyelim Nigar daha bu sabah saraya gitmiş ve sultanlar kesinlikle senden dolayı medrese hükmüne karşı çıkıp Sultan Süleyman ile bu konu yüzünden hasbihal etmişler “


Eminim bu hususun ardında Esma Sultan vardı. Benden ne istiyor o da benim gibi bir kadın olmasına rağmen neden, medrese hükmünden beni uzaklaştırmaya çalışıyor anlamıyordum. Eğer husus akıncı başı Mahir ise, Mahir gitmişti...


“ Ey ahali! “


Kardeşimle yeşil tüllerin binaları sardığı dar sokakta hasbihal ederken aramıza akıncı sesi doldu, Mahpeyker ile birbirimize bir kaç saniye anlamayacak şekilde baktığımız an Bedesten çarşı avlusuna hemen dar sokağın ucundan çıktık. Yaklaşık 4,5 asker bölüğü çarşıya gelmiş tüccar tezgahlarından birisini avlunun ortasına koymuş, üstüne çıkarak ellerinde tuttuğu keten kumaş defterden Arapça duyuru okuyordu.


“ Hünkarımızın başlatmış olduğu Venedik kuşatması bu sabah son bulmuş akıncı askerler zafer elde etmiştir “


Mahirin idam haberinden sonra bu kuşatma başlangıcı 1 ay önce hemen duyurulmuştu, ne kadar bu hususa sevinsem de akıncı ismini duyduğum saniye yüreğimi bir başak tanesinin rüzgarla dalının kırılması gibi burukluk kaplıyordu. Bedesten sokaklarına yayılan bu havadis halkı ve tüccarları sevince boğdu, yeni bir şehir yeni bir para demekti.


“ Bu zafere herkesin tanıklık etmesi için Hünkarımız Edirne Sarayına tüm halkı davet etmiştir “


Muhtemelen akıncı askerlerinin Venedik elçilerinin aldığı kellelerini halka sergilemek zafer adı altında bir nevi, halkın gözünü açmasın diye korkutmak demekti. Saraya giriş ve çıkışım ne kadar 1 aydır yasaklıda olsa bugün her halk kesimi davet edildiğine göre, gidersem herhangi bir husus çıkmazdı. Nefret ettiğim Sultan has bahçesini öyle özlemiştim ki, muhtemelen sırf bunun için kardeşim gideceğimi bilse benimle eğlenir


“ Hani sultan olmaktan nefret ediyordun hatun! “


Diye dalga geçerdi. Hünkarın akıncı askerleri duyuruyu halka okuduktan sonra dağılmaya başladı aralarında Mahir’in yetiştirdiği asker var mı diye dikkatle göz gezdirirken, radarıma bundan aylar önce has bahçede sultanın yanında beni yakalayan asker girdi.


“ Ne hususlar döndürmeye çalıştığını bulduğum an seni Mahir’in önüne bir keten kumaş gibi atacağım...”


Askerin sesi kulaklarımda çınlıyorken dikkatle onu izleyen bakışlarım onunda dikkatini çekmiş olacak ki, yüzüme uzun saniyeler boyunca baktı. Boğazıma dizilen umut düğümleri bir bir onları açmamı ve askerin yanına giderek, akıncı binbaşını sormak geldi ama asker beni bir kaç saniye izlediği an atına hızla yürüdü ve Bedesten sokakları arasında kayboldu.


“ Ben avluya gidiyorum saraya kadar bu sıcaklıkta ayak üstünde gelemem gidip akıncının atını alacağım “


Has bahçe gülü diğer adıyla adaşım olan at aylardır bizimleydi, tuhaf olacak ki ne saray görevlileri ne de askerler Mahir’in atını bizden alarak saraya götürmedi. Bu durumu ben gerçekten çok tuhaf buluyordum sonuçta bu at ne kadar Mahir’inde olsa Edirne Sarayına aitti. Kız kardeşimin teklifini kabul ettim ve


“ Sen at ile gel ben yürüyerek önden gideceğim “


Bedesten tüccar ve çarşı yolu olmak üzere kardeşimle ayrıldık ben tüccar yoluna o ise evimize giden çarşı yoluna gitti, tüm halk her zaman boş olan tüccar yolunu kaplamış saraya gidiyordu. Aralarından peçemin verdiği sıcaklık ile sıyrılmak gerçekten bunalttı ama has bahçeye girme uğuruna bu, bunaltıcı havaya ve sıcaklığa dayanarak aylardır gelemediğim bana yasak olan saray kapısını önünde kendimi buldum.


“ Has bahçeye yanlışlıkla geldiğinde beni göremezsen muhtemel idam edilmişimdir “


Medrese ve harem yol ayrımının ortasında duruyorken idam edilmiş olan akıncı başının sesi, has bahçeye göz gezdirdiğim saniye saray duvarları arasına doldu sanki. Bahçenin gülleri bile hatırladığım anılar ile soldu beni kaç defa kurtardığı, at ile kaçmama yardım ettiği sesler cümbüş oldu aktı sanki. Tüm halk iyiden iyiye payitaht yerinde toplanmaya başladığında önden geldiğim için Hünkarın taht yakınlarının, bölgesinde durdum ve herkes gibi Venedik elçilerinin kellesini görmek için tesbih gibi dizildim.


“ Destur II. Sultan Süleyman Han Hazretleri! “


Akıncı kumandanları sultanın gelişini duyurduğu saniye herkes diz çöktü, başımız ayak ucumuza bakacak şekilde eğildiğimiz saniye hünkar Cülus yaparak tahtına yöneldi. Dakikalar geçti Hünkarın pahalı sarığı altında gizlenen mavi gözleri tüm halkı, zafer sevinci ile gülümseyerek süzüyor ve askerlerinin kelleleri getirmesini bekliyordu.


“ Destur Akıncı başı binbaşı Mahir! “


Ne? Halkta olan tüm dikkatim kulaklarıma gelen duyum ile herkesin baktığı bölgeye kaydığı saniye, nefesim bile kendini salmayı bıraktı. Siyah diba kumaşlarının altında saklanan vücudu ve yüzü her iki elinde tuttuğu 2 Venedik elçisi kellesiyle, hünkara yavaş ama emin adımlarla yürüyordu. Halk iki yana bir gemi güvertesi gibi ayrılmış Akıncı başının ellerinde tuttuğu adam kellesine kimi bakıyor, kimi ise çocuğunu bu manzaradan saklamak istercesine gözlerini kapıyordu.


“ Afferin Akıncı başım! Bana verdiğin yemini yerine getirdin. Bende yeminine karşılık sana verdiğim sözü Venedik elçilerinin kelleleri alman şerefine medrese hükmünü yeniden Elif’e veriyor ve kadınlara okuma hakkını mühürle ilan ediyorum “


Hünkarın tahtında yaptığı Cülus ayağa kalkması ile son buldu. Tüm halk kadınlara ilan edilen medrese hükmüne hayretler içerisinde kalarak, fısıldaşırken bense Mahir’in paçavralar arasında kalan bedenine doğru titreyen bacaklarım ile atıldım. Her iki elinde saçlarından sıkıca tuttuğu Venedik elçilerinin kellesinden kanlar yere, şıp şıp damlıyor akıncının ise daha fazla ayakta duracak hali kalmıyor gibiydi. Yüzümde ki yanık acısı bir kez daha olduğu yerde kendini belli ederken, gözlerim doldu burun direğim gözlerimin dolması ile yandı.


Siyah kumaşlı bedeninin kumaşları savaştığı için yırtık pırtık olmuştu, yüzünde ki sıkıca sarılı kumaş düşman kılıcı ile yırtılmış ve yüzünde kılıç darbesinin verdiği iz kan damlatıyordu. Yorgun ve tamamen bitmiş bedeninin başını yüzüme ayak uçlarından yüzüme dikti, birbirimizin gözleri içerisine aylar sonra baktığımız saniye tüm dünya çok önemli bir husus varmış gibi sustu.


Yavaş yavaş payitahttan ayrılan halkın sesi birbirimize baktığımız an soldu, ellerinde tuttuğu Venedik kelleleri hâlâ kesildiği damarlardan kan akıtıyorken kelleleri ayak uçlarının dibine yavaşça attı ve siyah kumaşların sardığı yaralı bedenini, bir hışımla aramızda ki tüm mesafeyi kapatarak bedenime bastırdı. Katil akıncı bana sarıldı itiraz bile etmedim daha önce hiç kokusunu almadığım teni, kan kokuyordu, savaş kokuyordu. Sırf benim medresem için bu savaşı vermiş ve aylarca mücadele etmişti. Gözlerime biriken yaşları özgür bıraktım ve bıraktığım saniye gözyaşlarım bir sel oldu akıncı başının, siyah kumaşlarla sarılı bedenine sıkıca sarılırken yol oldu aktı...


AÇIKLAMA 


* Cülus; Cülus Arapça bir kelimedir ve "oturmak" anlamına gelir.


*Payitaht; Payitaht kelimesi köken olarak Farsçadan gelmektedir. Farsça pay ayak demektir, taht da bildiğimiz anlamında kullanılmaktadır. Yani pay-i taht, tahtın ayağı, tahtın bulunduğu yer demektir.


Loading...
0%