Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. Bölüm Yasak Özgürlük

@ursuula1

Aşk derdiyle hoşnudum, ey doktor! Bana ilaç verme; benim helâk olmam, senin derman olsun diye vereceğin aşk zehrindedir.


Yeni anne olmuş şefkatin sıcaklığı gibi ninni sesi melodi olmuş dolaşıyor, sarayın payitaht avlusuna beton yerde duran 2 kelle arasına dolan bu tatlı ninni az sonra büyük bir kıyamete sürüklenerek bizide beraberinde bu enkaza atacaktı.


" Mübre "


Bedenime sıkıca sararak bastırdığım siyah kuşakları tenim altımda gevşemeye devam ediyorken, yorgun ve yaralı başı siyah saç tellerim arasına daha da gömüldü. Sanki kan ve savaştan yıllar sonra kendisine özel huzur dolu has bahçe kokusunu bulmuş gibi saçlarıma öyle sıkı, gömüldü ki sargılı başının dudaklarından çıkan kelime fısıltının tınısını zar zor duydum.


Mübre kelimesi payitaht avlusunun uğursuz kan dolu zaferi içerisine özenle dudakları arasından saçlarıma, oradan ise kalbime doldu. Mübre Osmanlıda sevgilim, aşkım anlamı taşırdı. Bir insan eğer bunu bir insana sesli şekilde ifade ederse ona " unutulması imkansız " anlamını taşıyan sevgilim demek isterdi.


Neden? Neden bana bu kelimeyi söyledi bilmiyordum şu an onu aylar sonra gördüğüm gerçeğinin şok dalgası, üzerimde bir anne ninnisi gibi salınırken gözlerimi sıkıca kapadım. Biliyorum bir bakışmanın bedeli bile kelle alma olduğu için birbirimize asla bu denli yaklaşamaz, kesinlikle nikah yoksa dokunamazdık. Bu yüzden tüm halk ve askerlerin içerisinde hiçe saydığımız bu yasağın acı sonuçlarına birbirimize sarılmak uğruna, biraz daha katlanmak istedik.


" Derhal hatunu zindana atın! binbaşımızı otağa götürün "


İşte, işte cezamız çoktan iki dudak arasından çıkan emirle başlamıştı. Mahir'e sarılmamın bedeli zindan oldu başka zaman olsa itiraz eder, kendimi ipin ucunu görene dek savunur ve dişlerimi gösterirdim. Ama şimdi aşk zehrinin yılan ısırığı tam yüreğimden iki delik açmış beni kanatıyorken dilimi bile çözemedim, yalnızca izledim yorgun ve savaştan dolayı hırpalanmış bedeni emrinde ki askerleri tarafından birbirimizi sıkıca sardığımız bedenlerimizin teninden koparılırken yutkunmaya çalışıyordum.


" Bu üç oldu hatun! Akıncının başına ördüğün çoraplar yüzünden neredeyse bölük binbaşımızı kaybediyorduk! Akıncıdan uzak kal bilhassa bu ilk zindanın olmayabilir. "


Akıncı askerinin ne dediği umurumda bile değildi açıkçası şu an kolumdan tutmuş nereye çekerse oraya gidiyordum, çünkü bütün dikkatim vücudunda ki sargıları yavaşça payitaht yerinde açılmaya başlayan Mahir'in sargılarındaydı. Bugüne dek gözleri dışında hiç bir yerini görmediğim akıncı başının sargı altında kalan çehresini, öylesine merak ediyordum ki kolumdan kuvvetle tutup saray zindan yönüne çekmeye çalışan askere ayaklarımla çoktan direnmeye başlıyordum bile. Bu kaba kuvvetli cüsseli adama karşı kalan ufak bedenim saniyeler geçtikçe karşısında verdiği savaşı kaybediyor, bir bıldırcın kuşu gibi payitaht avlusundan kayarken Mahir'e bakmaya devam ediyordum.


Emrinde ki asker bölüğü yaralı teninde ki göğüs sargılarını çoktan açmış savaştan çıkmış elleri, yüzünün sargılarına uzanıyordu. Katil akıncı ise hiç hareket etmiyor sanki derin bir uykuya dalmış gibi beton yerde sabit şekilde yatmaya devam ediyordu, o kadar fazla yara aldığını hissettim ki normalde sezgileri kuvvetli olan akıncı çoktan askerlerinin kuşakları açmasını hisseder ve engel olurdu ama o gözlerini bile açamıyordu.


İki kolumdan sıkıca tutmuş beni Edirne surları içerisine çekmeye devam eden askere karşı direncim, daha da tükeniyor ve Mahir'in sargılı yüzü sonunda gün yüzüne çıkıyordu. Yüreğim yine aptal bir kelebek gibi titredi sanki has bahçede dolaşan tüm kelebekler, özellikle şimdi benim yüreğimi seçmiş içerisinde Mahir'e baktığım her saniye uçuşuyordu. Ardımdan çekilen bedenim surlar içerisine daha da hapis olurken bakışlarıma en son takılan şey, akıncı başı Mahir'in sargılar altında biraz açılmış alnının tamamen kılıç kesikleri ile dolduğu anılar ile kalmıştı...


Zihnimde o kadar fazla şey dönüyordu ki neden alnı kılıç izleri doluydu? Yoksa yüzünün tamamı kesiklerle dolduğu için mi sargılarla geziyordu. Asker bölüğünün hiç bir zaman Mahir gibi, siyah kuşaklarla gezdiğini görmedim onlar daha çok deri kumaşlarla yapılmış akıncı üniforması giyiyor Mahir ise sürekli siyah kuşaklarla geziyordu. Yoksa yüzü gibi tüm vücudu da öyle kesik mi doluydu? Bu kesikler neydi, neden o kadar fazla iz vardı düşünüyordum.


" Bir de hadsiz gibi o mendebur inadınla akıncının yüzünü görmek için ayaklarını diretiyorsun terbiyesiz hatun! "


Edirne Saray zindan koridoruna girdiğimiz hâlde sıkıca tuttuğu kolumu bırakmayan askere ve sözlerine karşı gerçekten gıcık olmuştum. Sürekli beni kadın olduğum için aşağılıyor ve saçma sapan hususlar hasbihal ediyordu. Bu yüzden daha fazla dayanamadım ve bacaklarının arasına tüm gücümle tekme bastım, koridor ortasında sıkıca tuttuğu kolumu özgür bıraktığında acıyla inliyordu. Zaferime ve düştüğü duruma karşı ne kadar gülmek istesem de kendimi tuttum, kuyruğunu ardından yürürken dik tutmaya çalışan kediler gibi dikerek sessizce fısıldadım.


" Bir daha hatunluğuma karşı laf edersen bu sefer kafana meşale yersin "


Askere hiç bakmayacak şekilde zindana kendi isteğim ile yürürken sinirden tüylerinin bile kabardığını, biraz sonra askere yaptığım şeyin gazabını yaşayacak gibi hissettim ve tamda hissettiğim şey saniyesinde oldu. Akıncı askeri payitaht yerinde kolumu tutarken bu sefer daha da sıkı kollarımdan tuttu ve resmen beni, zindan koridoru boyunca sürükledi.


" Bırak beni aptal adam! Hayvan mıyım ben sürüklüyorsun! "


Parmakları arasında tuttuğu tenimin eti daha da eziliyor ve artık canımı yakma noktasına ulaşıyordu. Koridorun en son sağda ki zindan kapısının önünde adımlarımız ve beni sürüklemesi durduğu saniye, buraya kilitli kalacağımı anladım yine başım beladan bir türlü çıkamıyor bense iç çekiyordum.


" Günlerce burada kal da aklın başına gelsin. Akıncı başının yüzünü bugüne dek kim görmüş ki sen göreceksin? Onun yüzünü görmek düşmanlara davet demektir. Her akıncı başı kendini infaz edene dek yüzünü açamaz düşmanlar yüzünü ezber ederek seferde hünkar otaklarını bulmasın diye. Mendebur kız Mahir bugüne dek kaç düşman öldürmüş yüzünü görmesinler diye o siyah kuşaklara kendini ömür boyu bu zindan gibi hapis etmiş hadsiz gibi sen mi görecektin! "


Peçemin altında gizlediği yüzüme köpüren sinirli sesi koridora doldu. Söylediği şeylerin gerçek olduğunu bilmek, onun yıllar hatta ölene kadar o siyah kuşaklarda hapis kalacağını bilmek beni kırdı. Şimdiye dek beni resmen sürüklediği kolumdan yine tuttu ve beni zindan içerisine değersiz bir kumaş parçası gibi attı. Zindanın küflenmiş ve rutubet kokan demirliklerine parmaklarım umutsuzca sarılıyor, askerin koridorda kaybolan adımlarının sesini usulca dinliyordum...


5 gün sonra 


Zindan saray koridorunu aydınlatan meşale çoktan sönmüştü, taş duvarlar arasından sızan yeni yeni doğmaya başlayan güneş ışıkları olduğum zindanın minicik demirli penceresinden içeri doluyor bense saçımda ki toka süsüyle duvara kazdığım çeteleye bakıyordum. Günler geçmişti, ne kadar zamandır burada olduğumu bilmiyordum ama uzun olacak ki Mahpeyker ve annem yanıma gelmişti. Kız kardeşim ne kadar akıncı askerlerine


" Cezasını çekti artık Bedestene bırakın "


Dese bile işe yaramadı. Beni buraya sürükleyerek getiren adam öylesine bir inat yapmıştı ki ceza sürem dolmasına rağmen beni özgür bırakmıyor, aksine aklınca yemek ya da su vermeyerek eziyet ediyordu. Zindanın toz ve rutubetinden mahvolmuş mavi kaftanımın tüllerinin ucu artık yırtılmış siyah saçlarım ise, bedenimin tutsak oluşunun aksine kendini özgürce bir karmaşaya bırakmıştı.


" Pştt "


Yılan sokar korkusuyla uyku girmeyen gözlerim birbirine yapışmış şekilde, zindan duvarına yasladığım bedenim aniden koridora dolan ses ile irkildi. Artık burada tutsak edilmekten deli mucite iyiden iyiye dönüşmeye başladığımı ve hayali sesler duymaya başladığımı hissettim.


" Pşttt has bahçe gülü! "


Zindanın en köşesinde duvarları eskimekten sararmış beton yerden saniyesinde yorgun bedenimi kaldırdım, zindan parmaklarına özgür kalacağım umuduyla sarıldığım an koridorda akıncı başının siyah kumaşlı bedenini görmem bir oldu.


" Kurtarmaya mı yoksa cima etmeye mi geldin? "


İlk güneş ışıklarının masum kolları siyah paçavraları arasına doluyorken zindanın demirliklerine yapışmış bedenime yaklaştı, sonunda günler sonunda kuşatmada aldığı tüm yaralar iyileşmiş kabuk tutmuş şekilde zindanın diğer ucunda duruyordu.


" Sana sarıldığım için burada günlerdir tutsak kaldığın ve bana delice vurulduğun hasbihalleri harem hatunları arasında gözde dedikodu "


Günler boyunca bu köhne zindanda tutsak olmaktan, yemek yiyememekten ve su içememekten dolayı tavan yapmış sinirim bu son söylediği kelimeler ile taştı gitti.


" Neden bahsediyorsun sen! Bu cezayı yalnızca çeken benim, ben senin savaş zafer hikayelerini aşk dedikodularına döndürmekle çaldım peki sen ne çaldın? Özgürlüğümü! "


Zindanın hemen özgür ucunda ki bedenini, bedenimden uzaklaştırdı zindan saray taş penceresinin yanına bir kaç yavaş adımla gittiği saniye pencere önünde duran hatun kaftanını siyah kumaşlı elleri arasına aldı. Böylesine siyah kumaşları olan adamın ellerinde duran, rengarenk kaftan elbise tuhaftı ama şu an içerisinde kaldığımız durum bu elbiseden daha da öndeydi.


" Medresede iyi bir eğitim almış hatuna rağmen öngörü düşüncen hâlâ yetersiz özgürlüğünü değil seni çaldım ve bütün cihana sahip oldum "


Utandım. Zindan içerisine kumaş altından dolan sesi ve


Seni çaldım bütün cihana sahip oldum...


Cümlesi peçe altında kalan yanaklarımı bugüne dek hissetmediğim yanma ile doldurdu.


" Ne o Divan şairi olmak için üzerimde deneme mi yapıyorsun? "


Divan şiirleri hep aşk, ayrılık, keder ve acı anlatan şiirlerdi. Bu yüzden söylediği cümleye bu benzerliği yaptığım saniye, ellerinde tuttuğu kaftanı zindan parmaklarının oluşturduğu boşluktan bedenime uzattı.


" Has bahçe gülünün dikenli dili yine kalbime batmaya çalışıyor ama bu sefer olmaz o raks elbisesini giy ve seni buradan kaçırıp ailene götüreyim "


Göz bebeklerim şaşkınlık ile fal taşı gibi açıldığı saniye ellerime tutuşturduğu elbiseye baktım, cidden zindanın köhne duvarları içerisinde ben ve raks elbisesi vardı.


" Sen manyak mısın! Neden bunu giyip zindandan özgürlüğe kavuşayım? "


Zindanın demir parmaklıklarına saniyeler önce sırtını yaslayan akıncı başından bir cevap arıyordum, o ise koridora hür dikkatle kesilmiş biçimde göz gezdiriyordu.


" Bu gece hünkar adına Nesime sultan oryantal gecesi düzenledi. Eğer raks eden kızlar gibi giyinip saraydan içeri sızar ve eğlence bittiğinde buradan gidersen kimse Elif hatun olduğunu anlamaz böylelikle ailene kavuşursun. "


Kafasında kurduğu plan gerçekten işe yarar biçimde duruyordu. Ama hayatımda bugüne dek hiç görmediğim pahalı canfes kumaşlarının tenime değeceği gerçeği, huzursuzluk yaratıyordu. Nedendir bilmiyorum ama bu kadar açık dans elbisesi giymek beni ciddi anlamda rahatsız edecekti, ama buradan başka şekilde çıkamayacağımı ve o akıncı askerin bana olan anlamsız nefretinin devam edeceğini hissettim.


" Sakın kaftanımı değişirken ardına dönme! Yoksa sadece kumaşlar arasında görünen o gözlerini oyarım! "


Söylediğim tehdit mesajına yüzünü görmesem dahi alttan alttan, tebessüm ettiğini hissettim. Mahir bugüne dek gövdesini açığa çıkmaktan koruyan siyah kumaşları tek tek, bedeninden sökmeye başladı ilk başta ne düşündüğünü ya da ne yapmak istediğini anlamadım ama vücudunda ki sargılardan birazını tekrar büyük bir kumaş haline getirerek zindanın benim üzerimi değişeceğim parmaklıklarını kapattı. Kesinlikle ne ona ne de, zindan koridoruna görünmeyen bedenimin üzerini saniyeler içerisinde değiştim. Günlerdir üzerimde duran ve tülleri yırtılan mavi kaftanımı ölmüş bir güvercin gibi zindan kenarına atarken parmaklıklara bedenim görünmesin diye, sardığı siyah kumaşları özenle tek tek çıkardım. Çıkardığım dakika sırtı bana dönük bedeni ardına döndü, bir kez daha günler sonra birbirimizin yüzüne yasaklar olmadan bakarken üzerimde ki raks elbisesinin açık yerlerini bugüne dek onu saran siyah kumaşlarla zindandan çıkana dek kapadım.


" Maşallah, Maşallah "


Raks elbisemin üzerinde kumaşlar altında gözüken ela gözleri gezindi, ben ise elbiseye bakarak az önce dediği şey yüzünden onun koluna sıkı bir yumruk attım.


" Aynı atım gibisin o da böyle en küçük lehine olan havadis de bana toynak atıyor "


Aylar sonra hâlâ atının evimde ki avluda olduğunu bilmek ve üstüne üstlük atına bana taktığı lakap ismini vermesini hatırladım, zindanın kilidini açan siyah kumaşlı ellerinden yüzüne baktığım saniye hiç çekinmeden sordum.


" Neden atının ismi has bahçe gülü? "


Sorumu ve yaptığım tahmini hiç beklemediğini zindan kilidini açan ellerinin sesimle donmasından anladım, atının ismine yaptığım tahminin gerçekten doğru olduğunu bu bocalamasından anladığım saniye zafer kazanmış şekilde tebessüm ettim ta ki tüm tebessüm kaynağım zindan içerisine dolan ses ile solduğu saniye buna devam ettim.


" Elif hatunu zindandan yarın Bedesten idam avlusuna teslim edin, sabah ezanına müteakip kellesini vurun "


Kendi ismimin sesi zindan ve kulaklarım arasına doluyorken, boğazımda sayılı olan nefesim tükeniyor yerini koca bir mateme bırakıyordu...


* Mübre; 


Mübre kelimesi buna örnek olarak gösterilebilir. Özellikle aşk ve sevgiliye hitap ederken kullanılacak kelimelerin başında gelen Mübre, 'unutulması imkansız' anlamı taşımaktadır. 'Didar' Osmanlıda çok sık kullanılan kelimelerden birisi olmakla beraber, sevgilinin ve aşkın çehresi olarak ifade edilebilir.


Loading...
0%